Turkish Vocabulary and Sentences

QuestionAnswer
"A tree can only be bent when it is wet (not old and dried up.)" i.e. You can't teach an old dog new tricks.
Ağaç yaş iken eğilir.
"A week after the incident still could not come to himself," he said
"Olaydan bir hafta sonra hala kendine gelememişti' dedi
"Alright." he said a bit forced. "I will do so."
'Tamam,' dedi biraz zoraki. 'Öyle yapacağım.'
"Damn it Robbie! "I cursed while advancing slowly towards him planning to give him a kick.
Tekme atmayı planlayarak ona doğru ağır ağır ilerlerken, 'Kahretsin Robbie!', kükredim.
"Do I (we) lack madmen, that you have brought this one to act the madman in my presence(before me)?
Bizde deliler eksik mi ki, önümde delilik yapsın diye bu adamı getirdiniz?
"Fall on your bellies, you worms!"
'Karınlarınızın üzerine çökün, sizi solucanlar!'
"Grey wolves" (turkish right wing extremist organization)
Bozkurt
"I will leave your coffee here(lit. like this)"
'Kahvenizi böyle bırakıyorum.'
"Leave it! You collect that later!" (e. g. dishes on the table)
'Bırak bırak, sonra toplarsın!'
"Let me make you drink a beer" (fam. for may I pay you a drink?)
Sana bir bira içireyim.
"No. Don't give me the ring. Put it on the shelf above the chimney."
'Hayır, yüzüğü bana verme. Şöminenin üzerindeki rafa koy.'
"Ok," I muttered. "Let's look if there are monsters or not."
'Tamam', diye mırıldandım. 'Canavar var mı, yok mu bir bakalım.'
"The Iron King?" Ash shook his head unable to make sense of it.
'Demir Kral mı?' diye anlamlandıramayarak başını salladı Ash.
"The ring is still in your pocket." saide the magician.
'Yüzük hâlâ cebinde.' dedi büyücü.
"Your Master is coming, " the Myrdraal's voice was rasped like a dry snake skin (d) being crushed. (crumbled)
'Efendiniz geliyor,' Myrdraal'in sesi kuru bir yılan derisinin parçalanması gibi törpüleniyordu.
'Allahüekber' shouting
tekbir
'and all...' 'etc. etc.' Mutated duplication in spoken language in positive statements - a word is repeated with its initial replaced by:
m
'Get ready!' he whispered.
'Hazırlanın,' diye fısıldadı.
'Go after the woman!'
'Kadının peşinden gidin!'
'Guess what he did' when I went there, he drew his sword. (style of speech/most dramatic part of the story - aor neg/ imp neg 3Sg as question) When I went there shall he not draw his weapon?
Ben oraya gidince, o da silâhını çekmesin mi?
'Ha !', said the queen talking rather to herself than to Edmund.
'Ha !', dedi kraliçe, Edmund'dan ziyade kendi kendine konuşarak.
'health to your hands' /ala yadik saha
el(ler)ine sağlık!
'I feel welcomed'
Hoş buldum
'No !' it came from inside her (she thought it but didn't speak it out)
'Hayır!' diye geçirdi içinden.
'No, dude (l), no dude, I have no money' he said, kept everyone saying.
Yok la yok la yok dedi param dedi herkes paso
'or anything'/ 'or whatsoever' Mutated duplication in spoken language - a word is repeated with its initial replaced by:
m
'People' reading this (news) also read ...
Bu haberi okuyanlar bunları da okudu
'she heard the sound of that night's rain as if with tiny fingers was beaten on a window pane'
sanki minik parmaklarla cama vuruluyormuş gibi o geceki yağmurun sesini duyuyordu.
'She is the one I want!'
'Benim istediğim o!'
'the way of the mind is one' / (great) minds think alike
aklın yolu bir
'there is a devil feather on him' / he is irresistible
onda şeytan tüyü var
'when the peace to my heart collapses' when my heart grows faint / is overwhelmed
Yüreğime huzur çökünce
'work passed from work' / too little too late
iş işten geçti
(4/2) - 3 * 7 + 6 = - 13
Dört bölü iki eksi üç çarpı yedi artı altı eşittir eksi on üç
(a) bow and arrow (lit. arrow and bow)
ok ve yay
(about) how expensive such things are
bu tür şeyler ne kadar masraflı olduğundan
(absolutely) straight /right
dosdoğru
(an)other option
başka seçenek
(and) therefore (b.d.)
(ve) bundan dolayı
(at) half of
yarısında
(at) half of the times
zamanların yarısında
(being) the alleged leader of the criminal organization
suç örgütü elebaşı olduğu iddia edilen
(blood) brother (spoken)
kan kardeşi - kanka
(Book of) Lamentations
Ağıtlar
(even/what is more) they are loved for an unknown reason
ya sebebi bilinmeden sevilirler
(fava) bean
bakla
(fire) cracker
maytap
(fire)wood / log (o)
odun
(food) for breakfast
kahvaltılık
(food) leftover
artık yemek
(for a voice)cheerful, joyful, pleasant / (for a person) speaking with a cheerful voice, full of life, lively,cheerful, pleasant
şakrak
(for a wall/ceiling) to bulge/ sag / be deformed
bel vermek
(from) in front of the place
yerin önünden
(from) something like
kabilinden
(geological) sensing devices
(jeolojik) algılama aygıtları
(going at) high-speed
büyük hızla giden
(He is ) more than a carpenter
marangozdan da öte
(He is) very old
yaslı mı yaşlı
(Hi) it's me!
Benim!
(How about you) don't look at me!
Bana bakmasana!
(if) considered /if it is the thought of
düşünülürse
(in order) to be able to come
gelebilmek için
(in) these days
bugünlerde
(inner) peace
huzur
(intensifier for places and time) 'all the way'
ta
(It seems) you didn't like it either
sen de hoşlanmamışsın
(it was) decorated with bells
zillerle bezenmişti
(it was) not yet invented
henüz icat edilmemiştir
(it will be )worth the effort /(es wird) der Mühe wert (sein)
emeğine değecek
(Lit. Field Battle of the Commander-in-Chief") was a battle in the Greco-Turkish War (1919–1922) term used for a war of 3+ nations
Meydan muharebesi
(made) from squirrel fur (p)
sincap postlarından
(modern) coffee (shop) (≠ kahve (drink))
kafe
(my) Membership Information /Meine Kundendaten
Üyelik Bilgilerim
(of course) you have x (s)
X-e sahipsin (-dir)
(of) top quality
tek kaliteli
(On top of ) the two Iraqi citizens detained in the context of an investigation after the accident under allegations of organizing illegal transition 11 more suspects were taken to court.
kaza sonrası başlatılan soruşturma kapsamında yasa dışı geçişi organize ettikleri iddiasıyla gözaltına alınan 2'si Irak uyruklu 11 şüpheli daha adliyeye sevk edildi.
(on top of) the 2 Iraqi nationals being detained for organizing illegal border crossing, 11 more suspects were sent to court
yasa dışı geçişi organize ettikleri iddiasıyla gözaltına alınan 2'si Irak uyruklu 11 şüpheli daha adliyeye sevk edildi.
(right) now / currently
şu anda
(roe) deer /Reh
karaca
(sea)port /haven/ harbour
liman
(that is) in the middle
ortadaki
(that is) lower
aşağıdaki
(that were) at the side
kenardaki
(that) I will not be able to reach
erişemeyeceğim
(the) back
sırt
(the) public; civil
kamu
(this) afternoon
öğleden sonra
(Though) They put the nightingale into a golden cage, it still moaned for its home.
Bülbülü altın kafese koymuşlar, (yine de) 'Ah, vatanım!' demiş.
(to be) on thin ice/ in a precarious condition
nazik durumda (olmak)
(to delay, to put off
ertelemek
(to wish upon a star) A star fell down (slid) Make a wish!
Yıldız kaydı. Bir dilek tut!
(towards /straight) downwards
aşağıya doğru
(towards) abroad
Yurt dışına
(which had been) flying in the air and hunting for prey (a)
havada uçan ve av arayan
(which is/was/ were) on the wall
duvardaki
(which were ) in the east
doğudaki
(Which) each and every one of them was a masterpiece
ki hepsi birer başyapıttı
(who/which) each and every one of them
ki hepsi birer
(Winter) Coat (p)
palto
(with) each other
birbiriyle
(with) each passing day
her geçen gün
(With) the two Iraqi citizens detained under allegations of organizing illegal transition in the context of an investigation after the accident in Izmir's M. district, in which 23 ïrregular immigrants lost their lives, 11 more suspects were sent to court
İzmir'in M. ilçesinde 23 düzensiz göçmenin hayatını kaybettiği kaza sonrası başlatılan soruşturma kapsamında yasa dışı geçişi organize ettikleri iddiasıyla gözaltına alınan 2'si Irak uyruklu 11 şüpheli daha adliyeye sevk edildi.
(work) shift
mesai
. to rub oneself with a kese (bathglove) /to get rubbed with a kese.
keselenmek
... (that) he needs ...
... ihtiyacı olduğunu ...
... because it's such a diverse place (different)
... çünkü çok farklı bir yer
... because she's the woman of my dreams
... çünkü hayallerimin kadını
... because you're sick
... çünkü hastasın
... kendine saklamak
to keep ... for oneself
... so we brought suntan lotion
... bu yüzden güneş kremi getirdik
... the box which I opened
... açtığım kutu
... the man who reported the problem
... sorunu bildiren adam
1 + 1 = 2
Bir artı bir eşittir iki.
1. one´s immediate surroundings, the area around one. 2. middle, central.
ortalık
1. to give (as a gift) / schenken 2. to forgive
bağışlamak
1. to soap oneself. 2. to be soaped. 3. slang to be cleaned out, lose all one´s money (while gambling).
sabunlanmak
1945
bin dokuz yüz kırk beş
26/5000 He said the box office (guichet) will close now.
Gişe şimdi kapanacak dedi.
3 dimensional
3 boyutlu
3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası aldı.
3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası aldı.
3x5 inquals 16
üç çarpı beş eşit değildir on altı.
3x7 = 21
üç çarpı yedi eşittir yirmi bir
5 - 3 = 2
beş eksi üç eşittir iki.
5 suspects were taken into custody.
5 şüpheli gözaltına alındı.
8: 4 = 2
sekiz bölü dört eşittir iki.
97/5000 This story needs to be well edited. In other words, the story should be based on a real conflict.
Bu hikayenin iyi kurgulanması da gerekiyor. Yani, hikaye gerçek bir çatışma üzerine kurgulanmalı.
a ready bow
hazır bir yay
a return visit
iade i ziyaret
a bad smell
pis bir koku
a bad/dark joke (some people may laugh others may call it bad taste)
kötü espri
a bag at which she looked frequently
sık sık baktığı bir kese
a barred window / ein vergittertes Fenster
parmaklıklı bir pencere
a barren clearing (no trees)
çorak açıklık
a bed for gold (= a bed to put the gold in)
altın yatağı
a bell trouser /trouser with wide legs
bol paça pantolon
a bet / a wager (b)
bahis
A big crowd gathered around him.
Çevresinde büyük bir kalabalık toplandı.
a big swarm of flies flew non stop back and forth
büyük bir sürü sinek durmadan ileri geri uçuyordu.
a bipedal / two legged, two winged animal
iki ayaklı, iki kanatlı bir hayvan
a bird cage
kuş kafesi
a bit
biraz
a bit /partly because of the weather
biraz da hava yüzünden
A bitter eggplant is immune to frost." "Frost cannot harm a bitter eggplant." meaning: (usually by way of a wry sort of self-boasting and self-boosting) the person in question is tough and hardened by experience; he is not/cannot be easily harmed; he can
Acı patlıcana kırağı çalmaz.
a blood lake
bir kan gölü
a blood red light
kan rengi bir ışık
a bloodstained apron
kan lekeli bir önlük
a blue speckled butterfly
Mavi benekli kelebek
a bottle of medicinal (curing) oil for his joints
eklemleri için bir şişe şifalı yağ
a bottomless cleft/ fissure
dipsiz yarık
a bottomless pit meaning someone who can't get enough
doymak bilmez tip
a bow
bir yay
a bow whose arrow is nocked
oku takılmış bir yay
a box of matches
bir kutu kibrit
a brave heart
cesur yürek
a brave hero
cesur kahraman
a broken plate
kırık bir tabak
a broody hen
gurk tavuk
A bruised reed he will not break, and a smoldering wick he will not snuff out. In faithfulness he will bring forth justice.
Ezilmiş kamışı kırmayacak, Tüten fitili söndürmeyecek. Adaleti sadakatle ulaştıracak.
a burp
geğirme
a cage with padlock
asma kilitle kafes
a careless boot
dikkatsiz bir çizme
a circle (ç)
bir çember
a circle divided by a serpentine line
yılansı bir çizgi ile ayrılmış bir çember
a circle whose colours were divided half white, half black by a serpentine line
renkleri yılansı bir çizgi ile ayrılmış yarısı beyaz, yarısı siyah bir çember
a clean face / beardless
temiz bir yüz
a clear and open way
net ve açık bir şekilde
a click
tıkırtı
a cluster / a bundle
demet
a computer with a big screen
büyük ekranlı bir bilgisayar
a concept difficult to define
tanımlaması zor bir kavramdır
a concept error
kavram yanılgısı
a couple I suspected to be in love
Sevgili olduğunu şüphelendiğim bir çift
A couple of fat sparrows picked invisible insects among the gravel.
bir çift şişman serçeler çakılların arasındaki görünmeyen böcekleri gagaladı.
a croak
bir gıklama
a crown settling upon the forest
ormanın üstüne konan bir taç
a cup covered with jewels
mücevherlerle kaplı bir fincan
a cupper wire
bakır tel
a curved, pointed knife out of rusty bronze
kıvrık, paslanmış bronzdan sivri uçlu bir bıçak
a dagger
bir hançer
a damp wind
nemli bir rüzgâr
a deep shadow
derin bir gölge
a demanding job
zahmetli iş
a democrat
demokrat
a desire
arzu
a direct ticket (non-stop ticket)
aktarmasız bilet
a disput exploded during breakfast
kahvaltı sırasında bir tartışma patlak vermişti
A dog began to bark somewhere in the darkness of the night.
Gecenin karanlığında bir yerlerde bir köpek havlamaya başlamıştı.
a dog that has rolled in something smelly,dirty
kokulu,pis bir şeylerin içinde yuvarlanmış bir köpek
a doll
oyuncak bir bebek
a door having a handle of shining brass right in the middle
tam ortasında parlak pirinçten bir kolu olan kapı
a drop
bir damla
a dual helice transport (freight) helicopter
çift pervaneli nakliye helikopteri
a failed/ unsuccessful marriage
başarısız evlilik
a farewell letter
veda mektubu
a female
dişi
a female deer / a doe
dişi geyik
a few
birkaç
a few dudes all with (knife) scars on them (slang)
birkaç babo alayında façalar
a few helpful rules
birkaç faydalı kural
a few months
birkaç ay
a fiery wind licked his cheek.
ateşli bir rüzgâr yanağını yaladı.
a fifty per cent chance of rain
yüzde elli oranında yağmur yağma ihtimali
a fine gently drizzling rain
ince usul usul çiseleyen bir yağmur
a fire ring / a ring of fire
yangın halkası
a fire-eater (a man erupting with fire) / Feuerspucker (p)
ateş püsküren bir adam
A fish stinks from the head on (a corruption begins from the top)
Balık baştan kokar.
a flame ball
bir alev topu
a flask / water bottle (camping)
matara
a flock / herd / swarm /a lot of
bir sürü
a foreign language
yabancı dil
a foreign student
yabancı uyruklu öğrenci
a genius
dâhi
a gentle (light) breeze
hafif bir esinti
a gentle attitude /a gentle behaviour
nazik tavrı
a gentle voice
yumuşak bir ses
a glass curtain
cam perde
a golden bed (= a bed made of gold)
altın yatak
a golden-haired woman
altın saçlı bir kadın
a grain sack
bir tahıl çuvalı
a great (big) lady (b), taller than any woman Edmund had seen so far
Edmund'un şimdiye kadar gördüğü kadınlardan daha uzun boylu, büyük bir bayan.
a great example stands in front of us
muhteşem bir örnek önümüzde duruyor
a green silk ribbon
yeşil ipek bir kurdele
a hair
saç
a happy/proud event
kıvançlı bir olay
a heavy silence
ağır bir sessizlik
a helmet with gold ornated
altınla süslü bir miğfer
a high rock
yüksek bir kaya
a hissing sound was heard
bir cızırtı duyuldu
a hoarse scream
boğuk bir çığlık
a hoarse whisper
boğuk bir fısıltı
a hobgoblin
muzip peri
a honey and beewax producing (making) stinging insect of the hymenoptera (Membranewings/Hautflügler)
Zarkanatlılardan, bal ve bal mumu yapan, iğnesiyle sokan böcek
a house for rent
kiralık ev
a humpbacked animal used for carrying loads
hörgücü olan, yük taşımakta kullanılan hayvan
A hungry bear will not dance/play. meaning: "One cannot work on an empty stomach." [This is the kind of proverb with which you might even remind the fact to your boss (surely, an asshole or a bitch) if you are plucky enough.]
Aç ayı oynamaz.
A hungry chicken dreams (sees) of herself in a wheat store. meaning: [Generally used in a tongue-in-cheek way.] 1. In hopeless situations, one indulges in all sorts of wistful imaginings.
Aç tavuk kendini buğday ambarında görür.
A hungry man thinks he will not be satiated, a thirsty man thinks he will not be quenched."
Acıkan doymam (sanır), susayan kanmam sanır.
a hunting knive with bone handle
kemik saplı bir avcı bıçağı
a kilo is thousand gram
bir kilo bin gramdır
a kind reminder
kibar hatırlatma
a knive with a bone handle
kemik saplı bir bıçak
a laming doe
sakatlık bulunan bir dişi geyik
a large audiance
büyük bir seyirci
a large number of national and international press members
ulusal ve uluslararası çok sayıda basın mensubu
a last-minute decision
son dakika kararı
a laughter of relief
bir rahatlama kahkahası
a lie
yalan
a life of crime
suç hayatı
a lifetime
bir ömür
A light breeze moved the air.
Hafif bir esinti havayı hareketlendiriyordu.
a line
bir çizgi
a little bit
birazcık
a little bit / slightly /fractional/a sprinkle of
azıcık
a little bit of green
biraz yeşillik
a little flask that seemed to be made out of copper
bakırdan yapılmış gibi görünen küçük bir matara
a little more / more
biraz daha
a long spear
uzun bir mızrak
a loose stone
gevşek bir taş
a lopsided standing mirror
yamuk duran bir ayna
a lose saddle girth
gevşek bir eyer kolanı
a lot of /many
birçok
a loud snore
gürültü bir horlama
a loud voice
yüksek bir ses
a low frequency
düşük frekans
a lucky streak / string of good luck
bir dizi şanslı olay
a magic spray that you can create yourself pretty easily.
Oldukça kolay bir şekilde kendin oluşturabileceğin sihirli bir sprey
a magical weapon
büyülü bir silâh
a mammal with a good sense of smell, fed for guarding and hunting purposes
çok iyi koku alan, bekçilik, avcılık işler için beslenen memeli hayvan
A man from the neighbouring table
Yandaki masadan bir adam
A man from the neighbouring table intervenes in the discussion
Yandaki masadan bir adam söze karışıyor.
a manufactoring company
imalat şirketi
a marketing campaign
pazarlama kampanyası
a matchbox / Streichholzschachtel
bir kibrit kutusu
a matter of life and death
hayat memat meselesi
a melody (e) that was familiar
aşina olduğu bir ezgi
a metallic coppery smell
metalik bakırımsı bir koku
a metre is hundred centimeters
bir metre yüz santimetredir
A Midsummer Night's Dream
Bir Yaz Gecesi Rüyası
A milk pudding that has legendary origins dating as far back as Sassanid Persia. The basic ingredients are rice, sugar, rice flour and milk.
Muhallebi
a molten crown
erimiş bir taç
a month ago
bir ay önce
a monument of reality / a pillar of reality
bir gerçeklik anıtı
a more religious approach
daha dindar bir yaklaşım
a mossy-ish rug
yosunumsu bir kilim
A municipal bus hit the bicycle.
Bir belediye otobüsü bisiklete çarptı.
a muscular body (v)
adaleli bir vücut
a natural and physiological desire
doğal ve fizyolojik arzu
a natural desire
doğal arzu
a natural element
doğal unsur
a new device to read e-books
E-kitap okumaya yeni cihaz
a new fascist coup attempt
yeni bir faşist darbe girişim
a new gardener's spade (b)
yeni bir bahçıvan beli
a new recipe
yeni bir tarif
a number of hooks for hanging hats and coats
şapkalarla paltoların asılması için bir sürü kancası
a number of social skills
birtakım sosyal beceriler
a number of social skills found in flesh and bone
birtakım sosyal becerilerin vücut bulmuş hâli(dir )
A number of words borrowed from Russian entered the language through technology
Teknoloji ile dile giren birtakım sözcükler Rusçadan geçmiş
a pair of curved horns
bir çift eğri boynuz
a palpitation would come
çarpıntı geliyordu
A part from this it was a beautiful face, (but) it was proud cold and stern.
Bunun dışında çok güzel bir yüzdü; gururlu, soğuk ve ciddiydi.
a part of the forest (area)
ormanın bir bölümü
a particularly cold winter
özellikle soğuk bir kış
a particularly entangled wood
özellikle dolaşık bir orman
a particularly strong breeze
özellikle güçlü bir esinti
a person who seems to have tried to walk away
yürüyüp gitmeye kalkışmış gibi görünen bir insan
A person's mirror are his works,words are not looked at. (Actions speak louder than words)
Aynası iştir kişinin, lâfa bakılmaz.
a philosophy
soyut düşünüş
a picnic she had gone to on a long (already) forgotten day
artık çoktan unuttuğu bir gün gittiği bir piknik
a piece of granit
granit parçası
a place to sleep
uyuyacak bir yer
a place where no one will disturb
kimsenin rahatsız etmeyeceği bir yer
a plant being cultivated for its red fruit (product) (ü)
kırmızı ürünü için yetiştirilen bir bitki
a plant of the nightshades (Nachtschattengewächse)
patlıcangillerden bir bitki
a plant of the nightshades (Nachtschattengewächse) and this plants starchy rich edible tubers
patlıcangillerden bir bitki ve bu bitkinin nişastaca zengin, yenebilen yumruları
a plump vase
tombul bir vazo
a poisonous snake
zehirli bir yılan
a polished blue stone
cilalı mavi bir taş
a polite compliment
kibar iltifat
a poor deal / a bad bargain
cimrice bir pazarlık
a possibility
bir olasılık
a potplant
saksı bitkisi
a potted flower /a flower pot (with flower inside)
saksı çiçeği
a predatory bird
yırtıcı kuş
a predatory bird trained to be used for bird hunting
alıştırılarak kuş avında kullanılan yırtıcı kuş
a printed clause (condition)
basılmış şart
a promise being (to be) fulfilled
söz yerine gelmek
a proud peacock
kibirli bir tavuskuşu
a public witness /evidence for the prosecution
kamu tanığı
a quarter mile
çeyrek millik
a quarter mile of the forest area
Ormanın çeyrek millik bir bölümü
A quiet baby gets no suck. It's the creaking wheel that gets the grease.
Ağlamayan çocuğa meme verilmez.
a quite elaborated music
oldukça gelişmiş bir müzik
a quiver with arrows inside
okların bulunduğu bir okluk
a raging ocean
hırçın bir okyanus
a raid
baskın
a rare (e) bird
ender bir kuş
a reading experience
okuma tecrübesi
a recipe
yemek tarifi
a red flash/lightening
kırmızı bir şimşek
a relative /connection (y)
yakın
a reliable person (b) / (i)
güvenilir birey - insan
a renewed energy gave strength to his steps.
yenilenmiş nir enerji adımlarına güç veriyordu
a reward worthy of / fitting for a righteous person
doğru kişiye yaraşan bir ödül
a rock I will not be able to reach
erişemeyeceğim bir kaya
a rocky /rock strewn track (way)
taşlık bir yol
a romantic glance/glow appeared in her eyes
gözlerinde romantik bir parıltı beliriyordu
a room for two persons breakfast inclusive
sabah kahvaltısı dahil iki kişilik oda
a round box tied with a green silk ribbon
yeşil ipek bir kurdeleyle bağlı yuvarlak bir kutu
a rudeness like speaking when his mouth was full
ağzı doluyken konuşmak gibi bir kabalık
a rusty iron bedframe
paslı bir demir somya
a rusty nail
paslı çivi
a rusty tool
paslı alet
a sad (h) smile
hüzünlü bir gülümseme
A scream rose from the lips of the Elf
Elfin dudaklarından bir çığlık yükseldi.
a serpentine line ( eine Schlangenlinie )
yılansı bir çizgi
a shaggy mare
uzun tüylü bir kısrak
a shape shifter / changeling
şekil değiştiren
a share of the silly pranks (Eseleien)
eşek şakalarından payı
a sheep or a chicken thief
koyun ya da tavuk hırsızı
a shirt
bir gömlek
a shitty guy
bok(tan) herif
a shoe thief
ayakkabı hırsızı
a shortcut
bir kestirme
a show
gösteri
a silence was suspended
bir sessizlik asılıydı
a silver coloured cloud
gümüş renkli bir bulut
a silver necklace and a gold bracelet
gümüş kolye ve altın bileklik
a silver spoon (= a spoon made of silver)
gümüş kaşık
a sizzle / hissing sound
cızırtı
a slave is not higher than his master
köle efendisinden üstün değildir
a slide /Rutsche
kaydırak
a small fortune
hatırı sayılır bır servet
A small objecy on the floor caught my attention.
Yerdeki küçük bir nesne dikkatimi çekti.
a small round table for two (like in a bistro/or on a balcony/ where you can have private /whispered conversation/"gossip table" )
fiskos masası
a smell of rot and mold
bir çürük ve küf kokusu
a smile (t)
tebessüm
a sneeze
hapşırık
a sober driver bringing back drunk people / a designated driver
alkollü kişiyi götüren ayık şoför
a soft (fine) wind was carrying the faint smell (pl) of oleander (pl) from somewhere
ince bir rüzgâr zakkumların baygın kokularını taşıyordu bir yerlerden.
a span /eine Spanne (length measuring unit)
karış
a spell of power / a power(ful) talisman
kudret tılsımı
a spiteful (a) person (b)
aksi biri
a splendid victory
muhteşem zafer
a spoon for silver (to use to put silver inside)
gümüş kaşığı
a spotted dress
benekli elbise
a stab in the dark / wild (round) guess
yuvarlak tahmin
a star cluster
takım yıldızı
a stereo player / Stereoanlage
müzik seti
a stinging insect
iğne sokan böcek
a strident scream
tiz bir çığlık
a strong predatory mammal species of the felines
kedigillerden, yırtıcı, güçlü bir memeli türü
a strong tower / a tower of strength
güçlü bir kule
a student is not superior to his teacher
öğrenci öğretmeninden üstün değildir
a successful marriage
başarılı evlilik
a sunken fish goes sideways / let's throw caution to the wind /better to be hung for a wolf than a sheep
battı balık yan gider
a swirl of dry leaves
bir kuru yaprak girdabı
a table for two please
iki kişilik bir masa lütfen
A tailor can't sew his own rips /cuts. (prov. He helps others but can't hekp himself)
Terzi kendi söküğünü dikemez.
a tangle of bushes having hooked yellow thorns as long as my thumb
başparmağım uzunluğunda, çengel biçiminde, sarı dikenleri olan karmaşık çalılar
A teapot doesn't boil from watching it.
Çaydanlık bakmakla kaynamaz
A thick wad of envelopes / ein dickes Bündel/Stapel Briefumschläge
Kalın bir zarf tomarı
a thin, long, soft, feetless, small animal living as a parasite in things as fruit, vegetables, meat, cheese, wood and bowels.
meyve, sebze, et, peynir, tahta, bağırsak gibi şeyler içinde asalak olarak yaşayan, ince, uzun, yumuşak, ayaksız küçük hayvan
a thought environment / a place for thinking
bir düşünme ortamı
a thought environment / a place for thinking where nobody, no outside factor will disturb you
Sizi kimsenin, hiçbir dış faktörün rahatsız etmeyeceği bir düşünme ortamı
a tightly fitting trousers
zurna gibi
a too big woolen cardigan that baggy pockets on each side
her yanında sarkık cepleri olan bol, yünlü bir hırka
a topic like 'kids' having fun'
'çocukların eğlenmesi'gibi tema
a topic like 'monkeys' playing
'maymunların oynaması' gibi tema
a total /complete refusal
bütünüyle reddetme
a transport (freight) helicopter
nakliye helikopteri
a troublesome thought
sıkıntılı bir düşünce
a true / real X
tam bir X
a trusted/ trustworthy friend
güvenilir dost
a tubeshaped buckskin / chamois / Gemseleder cover (housse)
Boru şeklinde güderi bir kılıf
a turkish citizen
türk uyruklu
a tv channel
kanal
A vast meadow spreads out below the cliff.
Uçurumun altında geniş bir çayır var.
a very beautiful girl
Güzel mi güzel bir kız
a very green tree
Yeşil mi yeşil bir ağaç
a very old, very well-known chorus
Çok eski, çok bildik bir nakarat
a very subtle humor
çok ince bir espri
A very, very great many / Es sind viele, sehr viele
çok var, bir süre
a Violet / Veilchen
menekşe
a visible shiver
gözle görülür bir ürperti
a visible shiver traveled over everyone who was exposed to that eyeless look.
o gözsüz bakışa maruz kalan herkeste gözle görülür bir ürperti gezindi.
a voice to a tantalizing degree familiar
kışkırtıcı bir derecede tanıdık bir ses
A wager is a fool's argument./ When a fool finds no words he enters a bet.
Ahmak adam söz bulamayınca bahse girer.
a waste of time
zaman kaybı
a wave of wind (gust of wind)
Bir rüzgâr dalgası
a week's warning
bir haftalık mühlet
a well kept little (market) place
bakımlı küçük bir meydan
A wet person doesn't fear rain
Islak adam yağmurdan korkmaz
a whole box
bir tam kutu
a wild guess
kaba tahmin
a wild mountain range
vahşi dağ sırası
a woman whose open eyes were frozen in disbelief
açık gözleri inanmazlıkla donmuş bir kadın
a woolen cardigan
yünlü bir hırka
A wound inflicted by a knife will heal; but one that words inflict (= the tongue inflicts) never heals. equiv: Words cut more (or, deeper) than swords (or, the sharpest sword; or, knife, blade).
Bıçak yarası geçer, dil yarası geçmez.
a wrestling match
bir güreş maçı
a year and a half
bir buçuk yıl
a(n) /one
bir
a, spell (e) against danger
tehlikeye karşı bir efsun
Abandon to run me down! Stop humilating me !
Beni aşağılamaktan vazgeç!
abandonned / deserted / forsaken
terkedilmiş
abdominals
karın kasları
Ablative
ayrılma hâli - -den hâli
abonnieren
abone olmak
about (h)
hakkında
about (k)
konusunda
about / concerning
-le ilgili
about a subject
bir konu hakkındaki
about clothing
giyecek konusunda
about development
gelişim üzerine
about to / on the brink of / on the verge of
üzere
About twenty million people speak this language as their mothertongue.
Bu dili yaklaşık yirmi milyon insan anadili olarak konuşuyor.
about/ on a Nominative
hakkındaki
above (...t.)
üstünde
Above all / first of all / before anything else
her şeyden önce
above all /surtout / vor allem
her şeyden öte
absent minded / zerstreut /plunged in thought / preoccupied / dreamy
dalgın
absolutely opposite of these
bunların tam tersi
absract painting
soyut resim
Abstain from evil
Kötülükten sakının
abstract
soyut
abstract art
soyut sanat
abstract concept
soyut kavram
abstract idea
soyut görüş
abstraction / abstract concept
soyut kavram
Absurd / silly / foolish / stupid / nonsensical (s)
saçma
acccompagnied by the music
müziğin eşliğinde
accepting / dignified/ sober-minded/ unpertubably (lit.heavy-headed)
ağır başlı
accident
kaza
accidentally
kazara
Accidents happen unexpected (better be prepared!) - lit. Accidents don't say: I am coming
Kaza geliyorum demez
accompanied
eşliğinde
accompanied by an animal with sharp teeth sitting on the table and hissing at me when I entered the kitchen not knowing of anything.
Ben her şeyden habersiz mutfağa girdiğimde masanın üzerinde oturan ve bana tıslayan sivri dişli bir hayvan eşliğinde.
according to
göre
According to a study in the US, men are struck six times more by lightning than women.
ABD'deki bir araştırmaya göre, erkeklere kadınlardan 6 kat daha fazla yıldırım çarpıyor.
according to estimations /nach Schätzungen / schätzungsweise
tahminlere göre
according to his claim / supposedly
iddiasına göre
according to historians and myth/legend compilers
tarihçi ve efsane derleyicisine göre
according to information received
alınan bilgiye göre
according to my knowledge he left for good
benim bildiğim kadarıyla bütün bütün gitti
according to ressearch
araştırmalara göre
according to some
kimilerine göre
according to some
kimilerine göre
according to the story the book would tell
kitabın anlatacağı öyküye göre
accordion
akordeon
account / bill
hesap
accumulations / patches of snow
kar birikintileri
Accumulations of snow were covering the ground.
Kar birikintileri toprağı örtüyordu.
accuracy / correctness / righteousness
doğruluk
Accusative
belirtme hâli - -i hâli
accustomed /gewohnt (...m...)
alışmış
Aches and pains
ağrılar ve acılar
Aches and pains turned into distant memories, then vanished.
Ağrılar ve acılar uzak anılara dönüştü, sonra yok oldu.
achieve /succeed / accomplish
başarmak
acorn
meşe palamudu
acrobat
cambaz
acrophobia /fear of height / Höhenangst
yükseklik korkusu
active / busy (f)
faal
activity / action
faaliyet
actor (a)
aktör
actris (a)
aktris
Actually I didn't ask you a question, I gave orders.
Aslında sana bir soru sormadım, emir verdim.
Actually it takes away the only meaning that I can see in this event
Aslında bu olayda benim görebildiğim yegâne manayı ortadan kaldırır.
add /include /inject / mix into /put in / affiliate
katmak
addicted
bağımlı
addition (al) / supplement(ary)
ilave
address book (computer)
adres defteri
Adjective
sıfat
adjective
sifat
administration / management (i)
idare
administration; management
yönetim
admiration
hayranlık
adult
yetişkin
adultery
zina
advantage / Vorteil
yarar
adventure
macera
adverb
belirteç
Adverse / opposing / perverse
ters
advertisement / announcement /ad
ilan
advice (n)
nazihat
advice / recommandation (t)
tavsiye
advice /counsel
öğüt
affectionate / caressing / zärtlich
sevecen
affirmation / confirmation / approval /okay
onay
afforestation /Bewaldung
ağaçlandırma
Africa
Afrika
after (behind) a genitive (a)
ardından
after (behind) a genitive (p)
peşinden
after / then
sonra
after a last minute decision
son dakika kararı ile
after attaching
bağladıktan sonra
after getting dark
hava karardıktan sonra
after having a breakfast from oakmeal
yulaf lapasından oluşan kahvaltısını yaptıktan sonra
after having made sure
emin olduktan sonra
after having said the word
kelimeyi söyledikten sonra
After having thoroughly(i) made sure that the stone was gone
Taşın gittiğinden iyice emin olduktan sonra
After he went to the office, he would have lunch with his boss.
Ofise gittikten sonra patronuyla öğle yemeği yiyecekti.
After hours of waiting alone she finally grew impatient and left the room.
Saatlerce yalnız bekledikten sonra sonunda sabırsızlanıp odayı terk etti.
After hours of waiting alone she finally she lost her patience and left the room.
Saatlerce yalnız bekledikten sonra sonunda sabrını kaybetti ve odayı terk etti.
After Istanbul the train entered the countryside.
İstanbuldan sonra tren kırlığa girdi.
After reading a little I sleep.
Biraz okuduktan sonra uyuyorum.
after sharing for years
yıllarca paylaştıktan sonra
after starting to sip the hot drink
sıcak içeceği yudumlamaya başladıktan sonra
after taking a step
bir adım attıktan sonra
after taking a step towards them
Onlara doğru bir adım attıktan sonra
After ten years / For a decade the Spartans could not take Troya.
On yıl sonunda Spartalılar Truva'yı alamadı.
After the carriage has toppled over there are many to show the way. meaning: There are always a lot of people offering to show you how to do something properly, but only after a failure or accident has come to pass.
Araba devrilince yol gösteren çok olur.
after them (p)
peşlerinden
After this presenting (verbal noun)
Bu sunuştan sonra
After this presenting (verbal noun) let me pass immediately to the events.
Bu sunuştan sonra, hemen olaylara geçeyim.
After treatment at the hospital
Hastanesi'ndeki tedavisi sonrasında
After what seemed like hours..
Saatler sürmüş gibi gelen bir zaman sonra..
after x's being put to bed / when x had been put to bed
x yatırıldıktan sonra
after x-ing (...di...)
x-dikten sonra
again (t)
tekrar
again (y)
yeniden
again (y)
yine
again and again / over and over / for the umpteenth time/ häufig
defalarca
against (+dat)
karşı
against that what he feared it had scarcely any effect(s)
kortuğu şeye karşı etkileri yok denecek kadar azdı
against the enemy
düşmana karşı
agate / Achat
akik
age / time / epoch
çağ
ageing
yaşlanma
aggressive/ adventuresome/ enterprising /bold /reckless
atılgan
agile / swift
çevik
agility /swiftness
çeviklik
agricultural worker /Landarbeiter
tarım işçisi
ahead
ileri
ahead (ö)
önde
ahead of its owners
sahiplerinin ilerisi
Ahmet is a talkative child. He starts to ask questions.
Ahmet geveze bir çocuk. Soru sormaya başlıyor.
air / weather
hava
air conditioning
klima
air filter (car) (h)
hava filtresi
air filter (car) (p)
polen filtresi
air pollution
hava kirliliği
airplane
uçak
airport (airfield) / for domestic flights
havaalanı
airport (international)
havalimanı
Akkadian
Akadca
alarming news
endişe verici haberler
albatross
albatros
alchemists
Simyagerler
Alchemists never did manage to convert lead into gold.
Simyagerler, kurşunu bir türlü altına dönüştürmeyi beceremedi.
alcohol
alkol
alcoholic
alkollü
alibi
gerekçe
alien
uzaylı
aliterate (unwilling to read)
okumaya isteksiz
alive / living (careful: undropping for breasts)
diri
alive and well
kanlı canlı
all (slang)
alay
all (t) whole; entire
tüm
all / entire / every bit
tamamı
all / every (b)
bütün
all alone
yalnız başına
all alone
yapayalnız
All I could think of was Ethan and going home together with him.
Tüm düşünebildiğim Ethan ve onunla birlikte eve dönmekti.
all kinds of
her tür
all kinds of problems
her tür sorun
all kinds of vegetables
bütün sebze çeşitleri
all kinds of x
bütün x çeşitleri
all of
hepsi
all of (+gen)
tümü
all of the dishes
bulaşıkların hepsi
All of the dishes were washed
Bulaşıkların hepsi yıkandı
all of the Forsaken
Terkedilmişlerin tümü
all of them
bunların hepsi
all of them were machos (slang)
alayı maço
all of us
hepimiz
all that hustle and bustle
bütün o koşuşturmalar
all the time/to keep doing sthg (slang)
paso
all the ugliness
bütün çirkinlik
all the world /the whole earth
bütün dünya
All they said was only in order to justify their desire to conquer people who do not harm anyone
Onların söylediği her şey sadece kimseye zararı dokunmayan insanları fethetme arzularını haklı çıkarmak içindi.
all things considered
enine boyuna düşünülürse
All we see or seem is a dream within a dream (Edgar Allan Poe)
Gördüğümüz ve göründüğümüz rüya içinde bir rüyadır.
All you (who are) tired and heavy laden (whose loads are heavy)
Ey bütün yorgunlar ve yükü ağır olanlar.
alleged to /allegedly / on charges of
iddiasıyla
allergic
alerjik
allergy
alerji
Alles wird gut / everything is gonna be okay
her şey yoluna girecek
alliance
ittifak
almond
badem
almost / pretty much / practically
hemen hemen
almost / so to say / nearly / as good as
adeta
almost always
hemen her zaman
Aloe / Agarve
sarısabır
alone
yalnız
Along / round /over / for / throughout
boyunca
along the valley
vadi boyunca
alors /ainsi
Öylese
Alors qu'est-ce que cela peut te faire? / En quoi cela te regarde-t-il? / How then would this concern you?/ What's your business with it then?
Öylese sana ne ?
already
çoktan
already (d. h.)
daha şimdiden
already (ş)
şimdiden
Already in the past he was not (counted) very (p) beautiful.
Zaten eskiden de pek güzel sayılmazdı ya.
also / and
da - de
also why that speaker comes up until the end of the news with an emotionless expression but smiles at the last words is a fact that cannot be understood.
o da spikerin neden donuk bir ifadeyle haberin sonuna kadar gelip de son kelimelerde gülümsediğinin anlaşılamamasıdır.
Also, I don't like familiarities.
Ayrıca laubaliliği de sevmem.
alternate
dönüşümlü
although (r)
rağmen
aluminium -Al 13
alüminyum
always
daima
always / all the time
hep
always / every time
her zaman
Always if he waited and watched long enough, somebody would make a mistake .
Daima bekleyip yeterince uzun izlerse, birileri bir hata yapardı.
always read the weather forecast
her zaman hava tahminini oku
Am I wrong (h)
haksız mıyım
amateur
amatör
Ambassador
büyükelçi
amber / Bernstein
kehribar
ambitious
hırslı
ambulance
ambulans
American football
Amerikan futbolu
Amethyst
ametist
Amon Din işaret kulesi yanıyor.
The beacon of Amon Din is lit. (burns)
An (impressive) array (series) of knives dangled /swung from his belt.
Kemerinden bir dizi bıçak sarkıyordu.
an absent minded professor
dalgın profesör
an active man with a personality
Kişilikli, faal insan
an afterwards fictionalized/made/build diary
sonradan kurgulanmış bir günlük
an agreement / a deal
anlaşma
an animal that 'has a good sense of smell'/'a good nose'
çok iyi koku alan hayvan
an animal used for carrying loads
yük taşımakta kullanılan hayvan
an animal whose body is covered with feathers
Vücudu tüylerle örtülü bir hayvan
an apocalypse to break loose /all hell to break loose
kıyamet koparmak
an apocolapsypse broke out
kıyamet koptu
an archive image
bir arşiv görüntüsü
An atom consists of a nucleus and an orbit.
Bir atom; çekirdek ve yörüngeden oluşur.
an eagle flapping its wings
kanat çırpan bir kartal
an electric saw cutting trees in the forest
ormanda ağaç kesen bir elektrikli testere
an enormous weight
muazzam ağırlık
an entombed saint / place where a holy man is buried
yatır
An environment which no external factor will disturb
hiçbir dış faktörün rahatsız etmeyeceği bir ortam
an especially beautiful cloak
özellikle güzel bir pelerin
an especially icy cold
özellikle buz gibi bir soğuk
an especially strong man
özellikle güçlü bir adam
an essential component
esaslı unsur
an example of extraordinary workmanship (...ü)
olağanüstü işçilik bir örneği
an expert (u)
uzman
an explosion tore the night apart.
bir patlama geceyi paramparça etti.
an exquisite district /neighbourhood (s)
seçkin bir semt
an extra shirt
fazladan bir gömlek
an extremely (f) embarrassing situation
fevkalade utanç verici bir durum
an icy cold
buz gibi bir soğuk
an impish smile
muzip bir gülüş
an important marketing presentation that he needs to give
vermesi gereken önemli bir pazarlama sunumu
an important period of his childhood
çocukluğunun mühim bir devri
an intelligant person
zeki bir insan
an irregular migrant
düzensiz göçmen
an offical emergency call (announcement)
acil bir resmi bildiri
an official declaration /a formal announcement
resmi bildiri
An overview of the language
Dile genel bir bakış
an owl's howling / Eulengeheul
baykuş feryadı
an unbelievable phenomenon (h)
inanılmayan bir hadise
an undiscovered world
keşfedilmemiş dünya
An x is needed.
X- gerek.
an y to x
x- acak - ecek bir y
anaesthetics
anestezi
ancestor / forefather
ata
anchovy (small, common forage fish Most species found in marine waters, several will enter brackish water,some restricted to fresh water. Over140 species; found in the Atlantic, Indian and Pacific Oceans,in the Black Sea and the Mediter.oily fish
hamsi
and
ve
and also / likewise
hem
And also how insignificant a coincidence it was initially!
Hem başlangıçta ne kadar ehemmiyetsiz bir tesadüf !
And also when it was so unnecessary that I added another challenge to the pile of difficulties 'on my head'.
Hem de başımdaki zorluk yığınının üstüne bir zorluk daha eklemem bu kadar gereksizken.
And Ashraf was not going to be interested in the mess anyway
Eşref'in de zaten dağınıklıkla ilgilenecek hali yoktu
And Ashraf who hadn't still been able to get over the shock of the event was not going to be interested anyway in the mess.
Hâlâ olayın şokunu üzerinden atamamış olan Eşref'in de zaten dağınıklıkla ilgilenecek hâli yoktu.
And do you know what's the worst? I don't even know her name.
En kötüsü de ne biliyor musun? Onun adı bile bilmiyorum.
And errh /Also, do you have bell pepper (pepper for stuffing) ?
Birde, dolmalık biber var mı?
and for/ as for
içinse
And he trusts very much in your skills.
Yeteneklerine de çok güveniyor.
and how / und wie / indeed
hem de nasıl
and humans as much as sheep were in the place of prey
insanlar da, koyunlar kadar av konumundaydı
And I still didn't know how to get out of this.
Ve hâlâ bu durumdan nasıl kurtulacağımı bilmiyordum.
and if I could know for sure how the rumours started
Ve söylentinin nasıl başladığını kesin olarak bilebilseydim
and in the meantime
ve bu esnada
and in the meantime we wonder how how all these can be prevented
ve bu esnada bütün bunların nasıl önlenebileceğini merak ediyoruz
and in the meantime we wonder whether all these are prevented
ve bu esnada bütün bunların önlenip önlemeyeceğini merak ediyoruz
and in the meantime we wonder whether all these are prevented, how all these can be prevented
ve bu esnada bütün bunların önlenip önlemeyeceğini, nasıl önlenebileceğini merak ediyoruz
And it was the king in person who had to face/resist a new fashist coup attempt
yeni bir faşist darbe girişime göğüs gerenin de bizzat kral oldu
And it was the only window not hidden behind green shutters.
yeşil panjurların arkasında saklanmayan tek pencere de oydu.
And make no bones about it (let's lean over and talk straight), this is a very dangerous book.
Eğri oturup doğru konuşalım, bu çok tehlikeli bir kitap.
And me? I wasn't aware of a thing.
Hele ben ! Hiç şeyden haberim yoktu.
And Meggie had imagined (g.c.) the giant's garden door exactly like this.
Devin bahçe kapısını da tıpkı bu şekilde canlandırmıştı Meggie gözünde.
And my ears hear better than those of a bat.
Kulaklarım da bir yarasanınkinden daha iyi duyar.
And so if this shock does not kill it is strong enough to put opponents to sleep.
Bu şok öldürmese de karşısındaki bayıltmaya yetecek kadar güçlü.
and so on (etc.)
ve saire
And such a thing ruins the joke
böyle bir şey şakayı da bozar
and the sun did not always have to be down.
ve her zaman güneşin batmış olması gerekmiyordu.
And then (d),exactly a year ago...
Ve derken, tam bir yıl önce...
and they lived happily ever after
... ve sonsuza dek mutlu yaşadılar
And those curved streets made it far more impossible to see (what was) beyond/ahead.
Ve o kıvrımlı sokaklar çok daha ilerisine görülmeyi imkânsız kılıyordu.
And up to now he has faced a lot of dangers.
Şimdiye kadar da pek çok tehlikeye göğüs gerdi.
and voices like pages of a huge book being turned
ve koca bir kitabın sayfaları çevriliyormuş gibi sesler
And while the weather is like this
Ve hava böyleyken
And why would I want to help you?
Sana neden yardım edeyim ki?
and X is anyway not a very pleasant subject.
X pek de hoş bir konu değil zaten.
And you are naive.
Sen de safsın.
And you need to find something to kill the time until he comes.
O gelene kadar da zamanı öldürecek bir şey bulman gerek.
and... as much as ...
...de ... kadar
angel
melek
angel's statue
melek heykeli
anger / indignation / fury (k)
kızgınlık
anger / rage
öfke
angle
açı
angrily furiously / adv
öfkeyle
angrily (h)
hiddetle
Angrily he looked to the sky
Öfkeyle gökyüzüne baktı.
angrily reflecting the 'flames' of the fire
yangının öfkeyle ateşini yansıtan
angrily she gave them a speech about the value of rare books
öfkelenerek onlara nadir kitapların değeri konusunda bir nutuk attı
angry / mad (k)
kızgın
angular
köşeli
angular traits
köşeli hatlar
animal
hayvan
animal(like) - without (s ) coming from arabic / with (s) turkish
hayvan(s)ı
Ankara woke up today with white all around.
Ankara bugüne beyaz içinde uyandı.
anomaly / irregularity / exception
kuraldışılık
another
başka
another / the other / far / farther
öteki
another arrangement
başka bir düzenleme
another world / a far away world
öbür dünya
answer all (e-mail)
tümünü yanıtla
Answer me ! (c)
Cevap verin bana!
Answer me honestly !
Dürüstçe cevap verin bana !
ant
karınca
ant-eater / Ameisenbär
karıncayiyen
Antarctica
Antarktika
anti-terror branch
terörle mücadele şubesi
antibiotics
antibiyotik
antidote
panzehir
antik dealer
antikacı
antik shop
antika (cı) dükkânı
antlers / Geweih
boynuzlar
anxiety (k)/ disquiet / worry
kaygı
Anxiety can cause heartburn
Endişe, mide yanmasına neden olabilir.
anxiously
evhamlı
any
herhangi
Any mortal man
Herhangi ölümlü erkek
Any other reason (s)
Başka herhangi sebep
anybody but he
ondan başka kim olsa
anyhow /somehow or other you will get over it
nasıl olsa sen atlatırsın
anyone in my place would do the same
yerimde kim olsa aynı şeyi yapardı
Anyone who has a hair longer than a matchstick looks like a girl.
Saçları kibrit çöpünden uzun olan herkes kıza benziyor
Anything could be slipped into a drink.
Bir içkiye her türlü şey katılmış olabilirdi.
anything; nothing
hiçbir şey
anyway / anyhow / somehow or other
nasıl olsa
anyway / in any case / at any rate
her halükarda
anyway / in first place / already
zaten
Anyway I was a little late too.
Ben de biraz geç kaldım zaten.
Anyway the concept of freedom is higly overrated.
Zaten özgürlük kavramı fazla abartılıyor.
apart from
dışında
apart from this there was silence
bunun dışında bir sessizlik vardı
apology
özür
apparant /clear /as plain as a pikestaff (ba)
bariz
Apparently he was not there. / He was not in sight
Görünürde yoktu.
appartment
daire
appartment block / building
apartman
appear and...
belirip
appetite / relish / desire
iştah
appetizers / amuses-gueule
meze
apple
elma
apple cider
elma şırası
appliance store (washing machines etc)
beyaz eşya dükkanı
application for asylum
iltica başvurusu
approximately
yaklaşık olarak
apricot
kayısı
April
Nisan
apron
önlük
aquamarine (mavimsi yeşil değerli bir taş)
akuamarin
aquarium
akvaryum
arayacağım Slang (I will call)
araycam
arched /gewölbt
kemerli
architectual rendering
mimari sunuş tekniği
Are all these just destiny/ fate (related) ? / Are all these just a question of fate ?
Tüm bunlar yalnızca kaderle mı ilgili ?
Are the black shoes comfortable ?
Siyah ayakkabılar rahat mı?
Are there plates/dishes ?
Tabak var mı ?
Are there showers ?
Duş var mı ?
Are there towels ?
Havlu var mı ?
Are they ripe ?
Bunlar olgun mu?
Are they thirsty ? (if you don't know go and ask them)
Susamışlar mı?
Are they thirsty ? (You were all day together. You must know without even asking them)
Susadılar mı ?
Are those earrings yours?
şu küpeler senin mi?
Are we about to go ?
Gitmek üzere miyiz ?
Are we not going to eat? formal - street talk
Yemek yemeyecek miyiz? - Yemek yemiycez mi?
Are you (pl) ready?
Hazır mısınız?
Are you able to bring it here ?
Onu buraya getirebiliyor musun ?
Are you cold ?
Sen üşüyor musun?
Are you coming from England ?
İngiltere'den mi geliyorsun?
Are you following?
takip ediyor musun?
Are you going to watch a film tonight?
bu gece film izleyecek misin?
Are you happy/content with your life?
Hayatından memnun musun?
Are you hungry
Aç mısın
Are you interested in art ?
Sanata ilgin var mı?
Are you kidding?
Dalga mı geçiyorsun?
Are you missing/lacking anything?
Bir eksiğiniz var mı?
Are you ready for the next adventure?
Bir sonraki macera hazır mısın ?
Are you ready to order?
Sipariş vermek için hazır mısınız?
Are you sure?
emin misin?
Are you sweating ?
Sen terliyor musun?
Are you thirsty
susadın mı
Are you too overwhelmed by/ sick of the heat ?
Sen de sıcaktan bunaldın mı?
area / field / space
alan
area of interest / domaine / Interessenbereich
ilgi alanı
argo: to give s.o. the slip / o escape from someone who is watching or following you
birini atlatmak
Argon - Ar 18 (renksiz gaz)
argon
argument (reasoning)
argüman
arm
kol
armchair / seat
koltuk
armee / military
ordu
armour / shield
zırh
aromatic
aromalı
around (ç)
çevresinde
around the corner
köşe başında
Around us the students were talking, joking with each othrr, laughing...
Etrafımızda öğrenciler konuşuyor, şakalaşıyor, gülüyorlardı...
arranged marriage
anlaşmalı evlilik
arrogant / cheeky / frech
küstah
arrow
ok
arrows with goose feathers attached
kaz tüylerini takılı olduğu oklar
art
sanat
art / craftmanship /mastership / competence/ virtuosity
ustalık
Art for art's sake. / Ars artis gratia
Sanat sanat içindir
artfully entwined / kunstvoll in einander verschlungen/verflochten
sanatsal bir şekilde birbirine geçmiş
arthropods / Gliederfüssler (Spinnen / Krabben...)
eklem bacaklılar
article
makale
article on ...
... hakkında bir makale
artist
sanatçı
artistically / kunstvoll
sanatsal bir şekilde
As (cards) (a)
as
As (cards) (b)
birli
As (they) walked there... / als (sie) daraufzugingen
oraya doğru yürürken
As a matter of fact / if you were to take a look at its actual form
Aslına bakacak olursanız
As a matter of fact / lit. if you take a look at its actual form
Aslına bakarsanız
as a natural consequence
doğal sonuç olarak
as always / as usual
her zamanki gibi
as drunk as can be
zil zurna sarhoş
as early as possible
mümkün olduğu kadar erken
as far as I can see / as much as I am concerned / it strikes me that
gördüğüm kadarıyla
As far as I can see you were born in the wrong story
gördüğüm kadarıyla yanlış bir öyküde doğmuşsunuz
as far as I know
bildiğim kadarıyla
as far as possible from being x
x olmaktan alabildiğine uzak
as far as possible from x
x-den alabildiğine uzak
As for Dustfinger he did not fear the night, he loved the night.
Toz Parmak ise geceden hiç korkmuyordu, o geceyi seviyordu.
As for the orbit there are particles that we call electrons.
Yörüngede ise elektron dediğimiz parçacıklar var.
as good as dead
ölmüş sayılır
as good as done
bitmiş sayılır
as good as frozen
adeta donmuş gibi
as if /quasi /like
sanki
as if a spotlight shone right on me and I was on display
sanki spot ışıkları doğrudan üzerime çevrilmiş ve teşhir edilmiştim.
as if he (I /you...) wanted to x / up to the point of x-ing
x- ana - ene kadar
as if he / they were alive (beings)
canlıymışçasına
as if he had never before seen such a thing
Daha önce hiç böyle bir şey görmemiş gibi
as if he wanted to wake everybody up
herkes uyandırana kadar
As if I was getting further and further from my goal of rescuing Ethan.
Sanki Ethan'ı kurtarma amacımdan gitgide uzaklaşıyordum.
as if it wanted to pull her again into its pages
onu tekrar sayfalarının içine çekmek istercesine
as if it were not enough
yetmiyormuş gibi
as if it would have preferred
tercih edermişçesine
as if mixed with shadow
sanki gölgeyle karışmış gibi
as if she wanted
istercesine
as if she wanted to make sure
emin olmak istercesine
as if she wanted to make sure that it was there
orada olduğundan emin olmak istercesine
as if she wanted to scold
azarlarcasına
As if someone wanted to give the impression/feeling of a palace reception room to the hereabouts
Sanki birisi buraya sarayın davet salonu izlenmini vermek istemiş
As if someone wanted to give the impression/feeling of a palace reception room to the hereabouts
Sanki birisi buraya sarayın davet salonu izlenimini vermek istemiş
as if the girl had asked an inappropriate question
Kız sanki uygunsuz bir soru sormuş gibi
As if the landlady was watching them from behind one of those windows
sanki ev sahibesi o pencerelerin bir tanesinin arkasından onları gözetliyormuşçasına
As if this were not difficult/ hard enough
Bu yeterince zor değilmiş gibi
as if x /like x /as if he x-d
x-casına x-cesine
as is known / bekanntermaßen
bilindiği gibi
as late as possible
mümkün mertebe geç
as long as (s) everything came to an end
her şey sona erdiği sürece
as long as +-dik participle
sürece
as long as it was not looked at from too close /as long as one did not look at it from too close
çok yakından bakılmamadığı sürece
as long as it was not looked at from too close, he might have thought it belonged to a palace
çok yakından bakılmamadığı bir saraya aitmiş sanılabilirdi
As long as you don't cooperate the stone won't move.
Baş başa vermeyince taş yerinden kalkmaz.
as long as you don't pay
ödemedikçe
as long as you don't x ( the more you keep not x-ing/if you continue to not x)
x- medikçe
as long as you know what you're doing
ne yaptığını bildiğin sürece
As many as there are protons so many elektrons are there
Ne kadar protonu varsa, o kadar elektronu vardır.
as many times as possible
mümkün olduğu kadar çok kez
as may be required
durum gerektirdiği takdirde
as might be expected
tahmin edilebileceği gibi
as much as / up to / until / till / inasmuch as / so long as / as/ as far as / so
kadar
as much as possible
alabildiğine
as much as possible
mümkün olduğu kadar çok - mümkün olduğu kadar fazla
as near as possible
mümkün olduğu kadar yakın
as soon as he returnes/ returned
geri döner dönmez
as soon as he x-ed /-xes (e)
x-er x-mez
As soon as he(she) read this email, he(she) immediately started crying.
Bu e-postayı okur okumaz ağlamaya başladı.
As soon as I returned home, I (immediately) made a cup of tea.
Evime gelir gelmez bir çay pişirdim.
as soon as it touched the snow
kara değer değmez
as soon as possible
mümkün olduğu kadar çabuk
As soon as she had thrown bread crumbs the door was abruptly (in einem Ruck) opened
o, ekmek kırıntılarını atmıştı ki kapı bir anda ardına kadar açıldı.
as soon as she had x-ed
X- mişti ki...
As soon as the drop touched the snow a hissing sound was heard.
Damla kara değer değmez bir cızırtı duyuldu.
As soon as the tourists xame to İstanbul they went to the market.
Turistler İstanbul'a gelir gelmez çarşıya gitti.
as strong as she could be /as strong as possible
olabildiğince güçlü
As Tam had taught him
Tam'ın ona öğretmiş olduğu gibi
As the boy's (ç) eyes (gaze) were fixed on Talean however much he tried to hide his horror Davian could read it in his eyes.
Çocuk, bakışlarıyla Talean'a odaklandığı sırada her ne kadar dehşetini saklamaya çalışsa da, Davian bunu onun gözlerinden okuyabiliyordu.
As they walked there, Meggie involontarily gripped Mo's hand.
Meggie oraya doğru yürürken istemsizce Mo'nun elini tuttu.
As to him losing / who loses (y) his soul for my sake(u) he will safe it.
Canını benim uğruma yitiren ise onu kurtaracaktır.
as we speak; right this second
tam şu anda
as well as / besides / alongside
yanısıra
as you wish / up to you / do what you like / suit yourself (negative)
keyfin bilir
ascending / sorted ascending
artan sırada
ashes
kül(ler)
ashly (greyish) (s)
külümsü
ashly (greyish) (t)
külümtrak
Ashraf who hadn't still been able to get over the shock of the event
Hâlâ olayın şokunu üzerinden atamamış olan Eşref
Ashure or Noah's Pudding is a Turkish dessert porridge that is made of a mixture consisting of grains, fruits, dried fruits and nuts.
aşure
Asia
Asya
Asian
Asyalı
aside
kenara
Ask the questions you cannot ask anyone
Kimseye soramadığın soruları sor
ass /popo
kıç
assurance /supply /procurement/receiving
temin
astronaut
astronot
at (least) /might as well /then
bari
at (the time of ) / by twilight
alacakaranlık vakti
at a fabulous price
muhteşem bir fiyata
at a gallop / im gallop
dörtnala
at a slow rate
yavaş bir hızla
at any cost / no matter what's the cost (b)
bedeli ne olursa olsun
At first Edmund tried not be rude like speaking while his mouth was full
Önceleri Edmund ağzı doluyken konuşmak gibi bir kabalık yapmamaya çalışıyordu
At five there is a 'bus to / from the sea', remember? I came with it.
Saat beşte bir deniz otobüsü var ya, onunla geldim.
at half-time
devre arasında
at home
evde
At last the wind has died down.
Hele rüzgâr kesildi.
at least
hiç değilse
at least (short form = more formal) at least do ... only long form
en az(ından)
at least / at last (h)
hele
At least the brain wants to entertain itself with new ideas.
En azından beyin yeni fikirlerle kendini eğlendirmek ister.
at least three fierce dogs must be guarding this place
Burayı en az üç azgın köpek koruyor olmalı.
at length /broadly/ on and on (e.b.)
enine boyuna
at midnight
gece yarısı
at noon
öğlen
at one o'clock
saat birde
At ten to four
dörde on kala
at that (this) speed / at that rate
bu hızla
at that moment / at that point
o sırada
at the crossing /junction / an der Kreuzung
kavşakta
at the feet of
ayaklarının dibinde
at the last moment
son anda
At the most inappropriate moments
en olmadık zamanlarda
at the same time
aynı anda
at this time of the night
akşam akşam
at top speed
son hızla
At what time?
Saat kaçta?
at work
işte
at your convenience
mümkün olduğu kadar yakın bir zamanda
at your convenience
mümkün olduğu kadar yakın bir zamanda
at/on the step of the Dursley's door
Dursley'lerin kapı eşiğine
Atatürk is an excellent leader
Atatürk mükemmel bir lider
Atlantic Bonito (a large mackerel-like fish common in shallow waters of the Atlantic Ocean, the Mediterranean Sea, and the Black Sea, where it is an important commercial and game fish.)
palamut
atmosphere
atmosfer
atomic structure
atomik yapı
atrociously / accursedly / dismally / rottenly
berbat bir şekilde
attached files
ekli dosyalar
attack
kriz
attempt /enterprise / endeavour
girişim
Attend to my prayer !
Duama kulak ver !
attention / care
aldırış
attention / care / caution / notice
dikkat
attitude /behaviour / manner
tavır
attractive
çekici
attractiveness / charme / appeal
çekicilik
attractiveness/charme/, Liebreiz
cazibe
auction
müzayede
audiance /spectator
seyirci
audio teleconferencing
görüntüsüz telekonferans
August
Ağustos
Aunt (maternel)
Teyze
Aunt (paternel)
Hala
auspicious / favorable
tekin
Australia
Avustralya
authentic
otantik
authenticity
güvenilir olma
authority
otorite
authority
yetkili
authority / power
Yetki
automatic
otomatik
automatically
otomatik olarak
autumn
sonbahar
autumn (g)
güz
available (not occupied)
müsait
available / existing
mevcut
avantgardist
yenilikçi kimse
average quality
orta kalite
Avocado
Avokado
Avoid stress
Stresten kaçın.
awake
uyanık
aware
haberdar
awful /dreadful /adverse condition (e.g.for weather)
olumsuz şart
axle ( of a car/waggon)
aks
aye aye, sir ! /At your order, my general!
Emredersiniz komutanım !
azalee
açelya
Ağaç gövdesi o kadar eğri büğrü ve kabaydı ki neredeyse içinden gizlice bakan yüzler görebiliyordum
The tree trunk was so gnarled and rough that I could almost see faces peering out of the trunk.
Aşağıya in ve bir bak.
Go down and look !
baby
bebek
baby / cub / nestling / little one
yavru
baby goat / kid
oğlak
back / hind / rear (a)
arka
back / rear (g)
geri
Back then / in those days they were only a theory.
O zamanlar bunlar sadece teori.
Back then proton,neutron and electrons were believed to be the smallest materials.
O zamanlar, en küçük maddelerin proton, nötron ve elektron olduğuna inanılıyordu.
backbone /spine
omurga
backpack
sırt çantası
bacon
pastırma
bad
kötü
bad conscious / remorse / schlechtes Gewissen
vicdan azabı
bad joke (not funny)
soğuk espri
Bad news travels(reaches) quickly(t)
Kötü haber tez ulaşır
bad spells / evil spells
kötü büyüler
badger / Dachs
porsuk
badminton
badminton
bag (t)
torba
bag / sac / pouch / purse
kese
bagel
simit
bagel (cookie)
yahudi simidi
baggy white shirts
dökümlü beyaz gömlekler
balance
denge
balcony
balkon
ball
top
ball pen
tükenmez kalem
Ballaststoffe / fiber
lif
ballet
bale
ballet teacher
bale hocası
banana
muz
band of robbers /Räuberbande
eşkıya çetesi
bandit / Räuber
eşkıya
bankaya girip vurgun yapmak
to rob a bank
Bankcontact /Mister cash
ATM
banquet
ziyafet
Barbecue (device)
mangal
bard
ozan
barefoot
yalınayak
bargain /deal
pazarlık
Bark /Rinde
kabuk
barks / yelps
havlayışlar
barley /Gerste
arpa
barque / Kahn / fishing boat
sandal
barred / vergittered
parmaklıklı
barrel /Faß
fıçı
barren
kıraç
barren /infertile /desert /poor /waterless
çorap
baseball
beyzbol
basement / cellar
bodrum
basic
temel
basic concept
temel kavram
basical observation / simple observation
basıt gözlem
basically
temel olarak
basilicum
fesleğen
basket
sepet
basketball
basketbol
basketball is the most popular sport
basketbol en popüler spor
bat
yarasa
bath glove
kese
bathed in sweat / schweissgebadet
tere batmış
bathroom
banyo
battlefield / battleground
savaş alanı
bazalt
basalt
Be a helper
yardımcı ol
Be a helper to girls and boys (e) waiting for your opinions/ visions
görüşlerini bekleyen kızlara ve erkeklere yardımcı ol
be arrested in alleged plot to murder
cinayet planlama iddiasıyla tutuklanmak
be available in
-de mevcut olmak
Be careful
Dikkatli olun
Be careful not to anger the wild elephants.
Yabani filleri kızdırmamaya dikkat et.
be content with one's life
hayatından memnun olmak
Be healthy ( said after a haircut)
Sıhhatler olsun!
Be organized
Planlı olun.
Be quiet !
sessiz ol!
beach (s) / coast
sahil
beacon /signal tower
işaret kulesi
Bead /pearl
boncuk
beak (of a bird)
gaga
beaked / having a beak
gagalı
beaker (chemistry glass cup/ measuring cup)
beher
bear
ayı
beautiful
güzel
beauty
güzellik
beaver
kunduz
because
çünkü
because he is in love with that girl
o kız aşık olduğundan
because he knew the answer he was going to get by heart
alacağı cevabı ezberden bildiği için
Because I am stubborm I persistently keep asking you questions .
İnatçı olduğum için sana inatla soru sorup duruyorum.
because I don't get on well with my boss
patronumla geçinemediğim için
Because I don't have all the information.
Çünkü tüm bilgilere hâkim değilim
Because I went to bed late last night.
Çünkü,dün gece geç yattım.
Because Isaac Newton is a genius he does not miscalculate
Isaac Newton bir dâhi olduğu için yanlış hesaplamaz
because it blocks the cell phone signals
cep telefonu sinyallerini bloke ettiği için
because it blocks the cell phone signals nobody can talk on the phone
cep telefonu sinyallerini bloke ettiği için kimse telefonla konuşamıyor
because of / due to (d) + abl.
dolayı
because of / on account of / due to an Nominative
yüzünden
because of civil war
iç savaş yüzünden
because of him / her
onun yüzünden
because of his sword
kılıcı yüzünden
because of this situation
bu durum yüzünden
because of you / thanks to you / grâce à toi
Sayende
because of you(pl) / thanks to you / grâce à vous
Sayenizde
because of/due to illness
hastalık yüzünden
because she was afraid that he would make fun of her
onunla dalga geçmesinden çekindiği için
because she was sleepy
uyku sersemi olduğu için
Because the people of the land are doing abjectly /vulgarly adultery by leaving me.
çünkü ülke halkı benden ayrılarak adice zina ediyor.
because the protons are positively charged,the electrons are negatively charged
çünkü protonlar artı yüklü, elektronlar eksi yüklü.
because they couldn't take roots
Kök salamadıkları için
because they couldn't take roots they dried off
Kök salamadıkları için kuruyup gittiler.
because they fired him on the grounds of removing the unrest out of the Manisa church
Manisa kilisesinden huzursuzluk çıkardığı gerekçesiyle kovdukları için
because we messed them up ourselves / Weil wir sie selbst vermasselt haben
hepsini elimize yüzümüze bulaştırdığımız için
become exempt (from)
muaf hale gelmek
become more self-confident
kendine daha fazla güvenli hale gelmek
become uncontrollable
kontrol edilemez hale gelmek
bed
yatak
bed frame/ Bettgestell (the metal part / springs of a bed)
somya
bed sheet / Bettbezug
nevresim
bed sheet /Laken
çarşaf
bedroom
Yatak odası
bedside
başucu
bee
arı
bee eater/merop /Bienenfresser (Southeast european/African bird - about 24 cm big/ very colourful)
arıkuşu
bee wax
balmumu
beech / Buche
kayınağacı
beef
kırmızı et
beef
sığır eti
beer
bira
Beer and similar beverages
Bira ve benzeri içecekler
Beer and similar beverages decrease your interest in your environment.
Bira ve benzeri içecekler, sizin çevrenize olan ilginizi azaltır
Beerenobst / berries
üzümsü meyveler
beetles that indwelled abandonned snale houses
terk edilmiş salyangoz kabuklarına yerleşen böcekler
before
evvel
before / ago (ö)
önce
before /in the beginning /at first / vormals / at many times (in the past)
önceleri
before closing (y) his eyes
gözlerini yummadan önce
before displaying
sergilemeden önce
before displaying forms of enterprise / impulsiveness
Atılgan davranmış biçimlerini sergilemeden önce
Before exhibiting the forms of impulsive behavior, the person must first identify the things/sides that need to be developed,
Atılgan davranış biçimlerini sergilemeden önce kişi, öncelikle geliştirmesi gereken yanlarını tespit etmeli
Before exhibiting the forms of impulsive behavior, the person must first identify the things/sides that need to be developed, he has to become his own doctor.
Atılgan davranış biçimlerini sergilemeden önce kişi, öncelikle geliştirmesi gereken yanlarını tespit etmeli, kendisinin doktoru olmalıdır.
before its time / prematurely
vaktinden evvel
before the ceasing of this madness
bu çılgınlık dinmeden önce
before they scatter like mice
fareler gibi kaçışmadan önce
Before turning to the Elve
Elfe dönmeden önce
before x
x-den önce
before x-ing
x-meden
beggar
dilenci
beginner
acemi
beginner's luck
acemi şansı
beginning
başlangıç
behaviour / Verhalten
davranış
Behind him there was a wide grass and tree circle.
Arkasında geniş bir çimen ve ağaç halkası vardı.
Behind him, in the place where just before the deers were laying (to sleep) there was a wide smoldering grass and tree circle.
Arkasında, az önce geyiklerin yattığı yerde dumanı tüten geniş bir çimen ve ağaç halkası vardı.
Behind me someone exploded into laughter.
Arkamdan birisi bir kahkaha patlattı.
Behind the dwarf in the middle of the sledge on a higher chair a very different person was sitting
Cücenin arkasında, kızağın ortasında, daha yüksek bir oturakta çok farklı biri oturmaktaydı
being fashionable
revaçta olan
being his usual students
kendisinin her zamanki öğrencileri olan
being independant
bağımsız olarak
being legal / legally
yasal olarak
being seized by horror
dehşete kapılarak
being unable to catch the meaning /not being able to make sense of it
anlamlandıramayarak
Belıeve (me) I am not resentful to (offended by) love
inan sevgiye küskün değilim
believe that things are scientifically measurable
bilimsel olarak ölçülebilen şeyler
believer
inanan
believers
inananlar
bell
zil
bellow / Brüllen
böğürtü
belly
göbek
belonging (defect verb)
aidiyet
belonging (defect verb)
ait olma
belonging (defect verb)
aitlik
belt
kemer
belt (not leather) pouch / money-belt (k)
kuşak
benches
oturma bankları
Bending (down) she looked outside through the windowpane wettened from the rain
yağmurdan ıslanmış cama doğru eğilerek dışarıya baktı.
benefactor /do-gooder /Wohltäter /patron
velinimet
benefit / profit / advantage / usefulness
fayda
bent double / very stooped /(due to old age, infirmity, etc.)
iki büklüm
Beryllium -Be 4
Berilyum
Besides (anyway) not every word is in the dictionary.
Her kelime sözlükte olmaz zaten.
besides that / and also
hem de
best
en iyi
best available techniques
mevcut en iyi teknikler
Best wishes for recovery. /Gute Besserung.
Geçmiş olsun
best wishes on / congratulations to your new job
yeni işin hayırlı olsun
best-case scenario (not idiomatic) / idiomatic
en iyi senaryo (su) - en iyi
betrayal
ihanet
better
daha iyi
Better not to risk it. (Better if we don't...)
Risk almasak iyi olur.
Better than nothing
Hiç yoktan iyidir
Better to die than become notorious.equiv: Give a dog a bad name and hang him.He that has an ill name is half hanged .May the life of a man come out instead of his name coming out
Adamın adı çıkacağına canı çıksın.
between
arasında
between four and five o'clock
Saat dört-beş arası
between these three meals (in the times between...)
Bu üç öğünün haricinde aralarda
between/ among
arası
beyond this page
Bu sayfadan sonrasını
Bible exegesis
Kutsal kitap yorumu
biceps
pazı
big
büyük
Big-bodied animal
iri gövdeli hayvan
Big-bodied animal from the group of carnivore mammals
Memelerin et obur takımından iri gövdeli hayvan
bigger than the school Meggie went to last year
Meggie'nin geçen yıl gittiği okuldan daha büyük
bike
bisiklet
Bilbo was convinced that Lobelia had nicked quite a few (e) spoons from the house.
Bilbo, Lobelia'nın evden epeyce kaşık yürütmüş olduğu kanısındaydı.
Bilbo's dwelling had become quite cluttered with belongings of the course of his long life.
Bilbo'nun meskeni uzun yaşamının seyrine ait eşyalarla oldukça ıkış tıkış bir hâl almıştı.
billions of turkish pounds
milyarlarca lira
billygoat
teke
binoculars /Fernglas
dürbün
bipedal / two legged
iki ayaklı
birch /Birke
huş ağacı
bird
Kuş
bird watchers
kuş meraklıları
birds singing in the branches
dallarda öten kuşlar
birthday
doğum günü
bisextile
artık yıl
bishop / Läufer (chess)
fil
bit / Kandare /Trense (Teil des Halfters im Pferdemaul) (g)
gem
bitter / painful / heartbroken / mournful / wehmütig
acılı
bitterly
içli içli
blabbermouth /Schwatzkopf
Boşboğazı
black
siyah
black cloaked
siyah pelerinli
black cumin
çörek otu
black currant / schwarze Johannisbeere
siyah frenküzümü
black eye beans
kuru börülce
black pepper
karabiber
black Urgal blood stained the bag that was in her hand
siyah Urgal kanı elindeki keseyi lekeliyordu.
blackberry / Brombeere
böğürtlen
blackberry branches / brambles
böğürtlenlerin dalları
blackish (s)
siyahımsı
blackish (t)
siyahımtrak
blackmailer
şantajcı
blanket / cover
battaniye
Blattstiel / leave stalk
yaprak sapı
Bleistift/pencil
kurşun kalem
bless you! (sneezing)
çok yaşa!
blessed
kutlu
blessed is / lucky is / happy is + Dat
ne mutlu
Blessed is he who does not stumble (s) and fall because of me (for my sake)
Benden ötürü sendeleyip düşmeyene ne mutlu.
blessing (n)
nimet
blind
kör
blindly believing
kör inançlı
blistered paintings
kabarmış tablolar
blocked
bloke
blocked /obstructed
tıkalı
blond
sarışın
blood
kan
blood pressure
kan basıncı
blood red
kan rengi
Blood runs thicker than water
akrabalık arkadaşlıktan daha önemlidir
blood was leaking from my jeans
kan kotumdan sızıyordu
bloody / damn / adj
lanet olası
Blouson
mont
blue
mavi
Blue tit
mavi baştankara
blueberry / Blaubeere / Heidelbeere
Siyah yabanmersini
blueish (s)
mavimsi
blueish (t)
mavimtrak
Bluff / Blöff
blöf
blurred /blurry /foggy/cloudy/misty
bulanık
board (committee)
kurul
board member
kurul üyesi
boarding pass
biniş kartı
boarding pass
uçuş kartı
Boasting / Airs / Wichtigtuerei
caka
boat
tekne
boat / ferry / Dampfer (not very big)
vapur
bodied / with a body
gövdeli
body (b)
beden
body (v)
vücut
body hair
kıl
body height
boy uzunluğu
body parts / Körperteile
vücut parçaları
boiling / scalding hot / kochend / brodelnd
kaynar
bolding from his hand
elinden fırlayan
bomb explosion
bomba patlaması
Bone
kemik
book
kitap
book binding
ciltleme
bookcase
kitaplık
Books can for example give you an idea.
Kitaplar örneğin sana fikir verebilir.
Books cause all kinds of problems.
Kitaplar her tür soruna neden olurlar.
Books disappeared because their covers where cut and made into shoe soles
kitaplar yok olmuş; çünkü ciltleri kesilip ayakkabı tabanı yapılmış,
Books disappeared because with their pages steam baths were heated
kitaplar yok olmuş; çünkü sayfalarıyla buhar banyoları ısıtılmış,
bookshop
kitapçı
boot
Çizme
bootlicker /groveler /asshole (y) /Schleimer
yalaka
border (s)
sınır
boredom / annoyance / nuisance
sıkıntı
boring
sıkıcı
Borun /Bor - B 5
bor
both
ikisi
Both men and girls moved with a disturbing grace.
Hem kızlar hem de erkekler, rahatsız edici bir incelikle hareket ediyorlardı.
both of us
ikimiz
bother /trouble / Mühe / Anstrengung
zahmet
bottle opener /Korkenzieher
tirbuşon
bottomless / abysmal
dipsiz
bounce / jump
zıplamak
bovine / cattle (b)
büyükbaş
bovine animal / cattle
büyükbaş hayvan
bowels/intestine
bağırsak
box
kutu
box / loge (opera)
loca
boxing
boks
boyfriend
erkek arkadaş
bracelet
bilezik
braces / Zahnspange
diş teli
brain (b)
beyin
brain storm
beyin fırtınası
branch
dal
branch / faculty / subject
branş
brass /Messing
pirinç
brave
cesur
brave enough
yeterince cesur
bread
ekmek
bread crumbs
ekmek kırıntıları
bread crumbs remaining from a picnic
bir piknikten kalan ekmek kırıntıları
bread crumbs remaining in the pocket of her coat from a picnic
montunun cebindeki bir piknikten kalan ekmek kırıntıları
break
mola
break / interruption (a)
ara
break / school break / recreation
teneffüs
breakdown / collapse / depression
çöküntü
breakfast
kahvaltı
breaking news
haberleri sunma
breath
nefes
Breath in ! Breath out ! / Inhale, exhale!
Nefes alın, nefes verin!
breathlessly /pantingly /out of breath
nefes nefese
breeze
esinti
bribes
rüşvet
bride /daughter-in-law
gelin
bridegroom /son-in-law
damat
bridge
köprü
bright / brightness
aydınlık
bright-eyed and bushy tailed
çok neşeli ve canlı
Brilliant / bright / shiny / polished / sparkling
parlak
Bring (me)
getirin
Bring me a coffee!
Bana bir kahve getir!
Bringing teddy bears to school is not allowed.
Okula oyuncak ayı getirilemez.
broad black smears
geniş siyah lekeler
Broad black smears defiled the blistered paintings.
Geniş siyah lekeler kabarmış tabloları kirletmişti.
brochure
broşür
broken (b)
bozuk
broken (for good /unrepairable)
kırık
broken (seems to be broken /might be fixed)
kırılmış
bronchia / Bronchien
bronşlar
bronchitis
bronşit
bronze
tunç
bronze (b)
bronz
bronze age
tunç devri
broodiness
gurk olması
broom
süpürge
brother
erkek kardeş
brother /bro /dude
kardeş
brother /bro /dude (shortened in texting)
krdş
brought by merchants
tüccarların getirdiği
brown
kahverengi
brown lentils
kahverengi mercimek
Brunson's case, which contains (about which are found) important allegations, officially began.
Hakkında önemli iddiaların bulunduğu Brunson'un davası resmen başladı.
Brunson's witness who remarked (pointed out) that he made (gave) these statements
bu ifadeleri verdiğini belirten Brunson'un tanığı
brutally / violently / bloodthirstily
hunharca
Bu I've been up all night studying for this test.
Bu teste hazırlanmak için bütün gece ders çalıştım.
bubbly
köpük köpük kabarmış
bucket
kova
buckskin / chamois / Gemseleder
güderi
buckskin / chamois / Gemseleder cover (housse)
güderi bir kılıf
bud /Knospe
tomurcuk
Budgerigar (Wellensittich)
Muhabbet Kuşu
buffet
büfe
builder / constructor
inşaatçı
building (b)
bina
bulgy clouds
şişkin bulutlar
bull
boğa
bullet (m)
mermi
bullet /missile
kurşun
bullet hole
kurşun deliği
bullet holes
mermi delikleri
bullet-proof vest
kurşun geçirmez yelek
bundles of sunlight
güneş ışığı demetleri
bundles of sunlight seeping through the cracks in the wall
duvardaki çatlaklardan sızan güneş ışığı demetleri
Bunu ona iletmeyeceğim.
I won't transmit it to her.
burka
kara çarşaf
burn / scorch / weather beaten
yanık
burned down / (burned and ruined)
yakıp yıkılmış
burning
yanan
bus
otobüs
bus trip
otobüs gezisi
bush
çalı
bushy (moustache /grass) /full/loud voice
gür
busily /continuously /rattling /humming /buzzing
vızır vızır
but
ama
but (f)
fakat
But according to research, it is not a drink that will increase your creativity.
Ama araştırmalara göre yaratıcılığınızı artıracak bir içecek değildir.
But after a while the air began to get hot and stuffy.
Fakat bir süre sonra hava ısınmaya ve bunaltmaya başladı
But another question worried ( her head)/ made her think even more.
Ama başka bir soru kafasını daha da kurcalıyordu.
But each time I have difficulties to find my bathsuit.
Ama her seferinde mayomu bulmakta zorlanırım.
But fear God who can destroy the soul and also the body in hell.
Canı da bedeni de cehennemde mahvedebilen Tanrı'dan korkun.
But he could not give more of his attention to the embroidered circle.
Fakat dikkatini nakışlı çembere fazla veremedi.
but he did not try to stop her
ama onu durdurmaya çalışmadı.
But he didn't want to wait until they would come.
Ama onlar gelene kadar beklemek istemiyordu.
But how fear will be spread to every place, here is what he knows very well.
Ama korkunun her yere nasıl bulaştırılacağını,işte bunu çok iyi bilir.
but I do not live anymore
... ama artık yaşamıyorum
But if I do not look around, I simply can't see anything (what shall I do)
Ama ben bakınmazsam, hiç göremem ki
But if I don't change , I simply can't be (what should I do)
Ama ben değişmezsem, ben olamam ki
But if I don't learn I simply can't be (what should I do)
Ama ben öğrenmezsem, hiç olamam ki
But if I don't like it I simply don't speak at all
Ama ben beğenmezsem, hiç konuşmam ki
But if we confess our sins, God, who is faithful and just, will forgive our sins and cleanse(fut/fact) us from all evil. (k) (1 Jn 1:9)
Ama günahlarımızı itiraf edersek, güvenilir ve adil olan Tanrı günahlarımızı bağışlayıp bizi her kötülükten arındıracaktır.
But if you measure the weight of the nucleus you will see that it is more than the number of protons.
Ama eğer çekirdeğin ağırlığını ölçersen, proton sayısından fazla olduğunu görürsün.
But in our home country search is lost. The orient is the place to sit and wait. With a bit of patience everything will come to your feet. (Ahmet Hamdi Tanpınar)
Fakat bizim memlekette aranan kaybolur. Şark oturup beklemenin yeridir. Biraz sabırla her şey ayağınıza gelir.
But it was too late.
Ama çok geç kalmıştı.
but it's over
ama artık bitti
but its light was darkness as if mixed with shadow
ama ışığı karanlıktı sanki gölgeyle karışmış gibi
But let's get something straight : if you insist on reading this book despite my warning, you cannot hold me responsible for the consequences,
Ama bir şeyi açıklığa kavuşturalım : uyarmama rağmen bu kitabı okumakta ısrar edersen,doğacak sonuçlardan beni sorumlu tutamazsın.
But let's not go that much into detail today / But let's not go into that much today.
Ama o kadar detaya girmeyelim bugün.
but me / me on the other hand
bense ( ben ise)
But Meggie was now twelve, and was old enough to take care of a few candles
Oysa Meggie artık on ikisindeydi ve birkaç muma dikkat edecek yaştaydı.
But nothing tried (y) to grab me and pull me back.
Ama hiçbir şey beni yakalayıp çekmeye yeltenmedi.
but of course
ama tabii
but that was the best I could do
ama elimden gelen bu kadardı
but the Queen did not care about this anymore
ama Kraliçe'nin buna aldırdığı yoktu artık
But this did not reduce her beauty.
ama bu güzelliğini azaltmıyordu.
But this effect is weak compared to the Russian influence felt in Kazakh. (Kazakça)
ama bu etki Kazakçada hissedilen Rusça etkisine kıyasla zayıf.
But this made matters worse
ama bu durumu daha da kötü bir hâle getirdi
But those (quant à ceux) who connect / attach
bağlayanlarsa
But those who hope in the Lord
Rab'be umut bağlayanlarsa
But today we know that there are smaller particles (eg quarks, bosons, fermions, baryons etc.)
Ama bugün biliyoruz ki daha küçük parçacıklar da var, (örn: kuark, bozon, fermiyon, baryon vs.)
but was a narrow escape (by a hair's breadth)
Ama kıl payı bir kaçıştı bu.
but what can I do ?
ama ne yapabilirim
But who endures until the end will be saved.
Ama sonuna kadar dayanan kurtulacaktır.
butt / Hintern
popo
butter
tereyağı
buttercup /Hahnenfuss /Butterblume (lit. wedding flower)
düğünçiçeği
butterfly
kelebek
button / Knopf
düğme
Buy two get one for free.
İki tane alana, bir tane bedava.
by (k)
kenarında
by (someone)
tarafından
by a hair's breadth
kıl payı
by almost a third
nerdeyse üçte bir oranında
by candlelight
mum ışığında
by day light / in the day light
gün ışığında
By for now
şimdelik hoşça kal
By Jove / I swear / By God / upon my word
Vallahi
by leaps and bounds /very quickly /rapidly
çarçabuk
by looking edgewise at him
ona yan yan bakarak
By marrying I got my husband's family name.
Evlenmekle kocamın soyadını aldım.
by mistake / mistakenly
yanlışlıkta
by not having treatment
tedavi olmamakla
by prodding at it with her wires
onu telleriyle dürtükleyerek
by slipping to the side
yana doğru kayarak
by the Creator
Yaratıcı tarafından
by the jury
hakimlikçe
by the way
bu arada
By the way, he e-mail that Cem wrote came
Bu arada, Cem'in yazdığı eposta geldi.
By the way, this is actually a convention.
Bu arada, bu aslında bir konvansiyondur.
by the words (testimony) of a secret witness
bir gizli tanığın ifadesiyle
by thinking
düşünerek
by touching slightly the mare's flank
kısrağın böğrüne hafifçe dokunarak
by turning
döne döne
by turns
dönüşümlü olarak
by wandering around in villages, markets suchlike places
köy, pazar ve benzeri yerlerde dolaşarak
Bye bye
Güle güle
bölgedeki gerilimi tırmandırmak
to increase the tension in the region
cabbage
lahana
cabin
Kabin
cafeteria
kafeterya
cake (k)
kek
cake / Torte
pasta
calcite Kalkspat
kalsit
Calcium -Ca 20 (Gümüşi beyaz)
Kalsiyum
calculator / Taschenrechner
hesap makinesi
calf
dana
Call an ambulance
bir ambulans çağırın
Call an ambulance !
Ambulans çağırın !
Call the fire department / Rufen Sie die Feuerwehr !
itfaiyeyi çağırın!
Call the police !
Polis çağırın!
called
denen
Calm down !
sakin ol
calyx /Blütenkelch
çanak
camel
deve
camera (f. m)
fotoğraf makinesi
camomile tea
papatya çayı
camper van
kamp arabası
camping equipment
Kamp malzemeleri
campus
yerleşke
can (e.g. coke)
kutu
Can I ask you (pl) a question?
size bir soru sorabilir miyim?
Can I borrow your pencil sharpener?
Kalem tıraşını ödünç alabilir miyim??
Can I buy you a drink?
Sana içecek bir şey ısmarlayabilir miyim?
Can I camp here ? stationary verb goes with locative (übernachten)
Burada konaklayabilir miyim?
Can I have a helmet ? (e.g. bike/motorbike...)
Başlık alabilir miyim?
Can I have sheets ?
Çarşaf alabilir miyim?
Can I have the bill please ?
hesabı alabilir miyim lütfen?
Can I help (you)?
Yardımcı olabilir miyim?
Can I invite you for a coffee?
Sana kahve ısmarlayayım mı?
Can I park here ?
Buraya park edebilir miyim ?
Can I set my tent up here?
Çadırımı buraya kurabilir miyim ?
Can I taste one ?
Bir tane tadabilir miyim?
Can I visit your grandmother on Thursday ?
Perşembe anneanneni ziyaret edebilir miyim?
Can it eliminate / supply for man's lonliness?
Insanın yalnızlığını giderebilir mu?
can we have ... please?
... alabilir miyiz lütfen?
Can we have the menu please ?
menüyü alabilir miyiz lütfen?
Can you /would you help me ? (Simply spoken)
bana yardım eder misin
Can you answer this question?
Bu soruya cevap verebilir misin?
Can you bring it here ?
Onu buraya getirebilir misin ?
Can you buy him a computer ?
Onun için bir bilgisayar alabilir misin ?
Can you buy us a guitar ?
Bize bir gitar alabilir misin ?
Can you call me?
Beni arayabilir misin?
Can you count all the jellybeans in that jar?
Kavanozdaki jöle fasulyelerini sayabilir misin?
Can you describe her ?
Onu betimleyebilir misin ?
can you draw a picture of him?
onun bir resmini çizebilir misin?
Can you drive me to this hotel, please ?
beni bu otele götürebilir misiniz lütfen?
Can you eat them? ( Are you able too?)
Onları yiyebiliyor musun ?
Can you eat them? (Please go ahead)
Onları yiyebilir misin ?
can you evaluate ?
Değerlendirebilir misiniz ?
Can you find us ?
Bizi bulabilir misin ?
Can you fix it now?
Şimdi tamir edebilir misiniz?
Can you give me a glass of water?
Bana bir bardak su verebilir misin?
Can you give me an example?
Bana bir örnek verir - verebilir misin ?
Can you help me (polite)
bana yardım edebilir misin
Can you help me ? Konnen Sie mir helfen? (Very polite)
bana yardım edebilir misiniz?
Can you imagine ?
hayal edebilir misin?
Can you listen to me?
Beni dinleyebilir misin ? - Beni dinler misin?
Can you open it?
Onu açabilir misin ?
Can you open the window ? (Simply spoken)
pencereyi açar mısın
Can you prove these to me?
Bunları bana kanıtlayabilir misin?
Can you recite that old poem?
O eski şiiri ezbere okuyabilir misin?
Can you repeat this ?
tekrarlayabilir misiniz?
Can you see us?
Bizi görebiliyor musun ?
Can you speak slower please ?
daha yavaş konuşabilir misiniz lütfen?
Can you visit us today ?
Bugün bizi ziyaret edebilir misin
can't / unable
gücü yetmez
Can't be /no way /impossible /oops a daisy
olamaz
canaanites
kena(a)niler
Canada
Kanada
cancellation of registration
sicil iptali
candidate
aday
candied fruit
glaze meyeler
candle
mum
candlelight
mum ışığı
candlestick
şamdan
cannot get enough
doyum olmaz
cannot get enough of the view here(abouts)
buranın manzarasına doyum olmaz
cannot get enough of watching
seyretmeye doyum olmaz
capacity /ability /faculty / power
yeti
capital / Hauptstadt
başkent
caprice
değişken istek
Captain Eshref who stood with a sheepish grin in front of the door
Kapının önünde ezik bir gülümseyişle dikilen Yüzbaşı Eşref
car / cart / wagon
araba
Carbon / Kohlenstoff - C 6
karbon
carcass
leş
card
kart
cardamom
kakule
cardigan
hırka
career
kariyer
careful / vorsichtig (d)
dikkatli
careless / listless / heedless
dikkatsiz
carfree
arabasız
Cargo ready / Ready for shipping / versandbereit
Kargoya hazır
carnivorous
etobur
Carpenter
marangoz
carpet
halı
carrot
havuç
carrot juice
havuç suyu
cartoon film / Zeichentrickfilm
çizgi filmler
case file / criminal charge file
iddianame
cases (gram.)
İsim hâliler
cash
nakit para
Cashewnut
hintfındığı
castle / chateau (ş)
şato
castle / stronghold
kale
castle /Turm (chess)
kale
castle ruins / Burgruine
kale kalıntıları
casual /superficial (ü)
üstünkörü
cat
kedi
Catch her!
Yakalayın onu !
caterpillar
Tırtıl
caterpillars that have coloured thorns
renkli dikenleri olan tırtıllar
cats scratching about the ground for sweet potatoes
Toprağı tatlı patates bulmak için eşeleyen kediler
cattle (includes cows, bulls, oxen, and buffaloes)
sığır
caught in the fires
yangınlara yakalanmış
cauldron
kazan
cauliflower
karnabahar
caution /measure /precaution
tedbir
cautiously
ihtiyatla
cautiously (t)
temkinli bir şekilde
cautiously examinating her surroundings
çevresini temkinli bir şekilde inceleyen
Cautiously he lifted his head until he could see with one eye.
İhtiyatla başını tek gözüyle bakabilecek kadar kaldırdı.
cave (m)
mağara
cave / hole / burrow (i)
in
cavity
oyuk
cavity, hole
kovuk
Ceder / Zeder
katranağacı
ceiling
tavan
celebrate / congratulate
kutlamak
celery
kereviz
celery seeds
kereviz tohumu
cell phone
cep telefonu
cellar
mahzen
centaurs
kentaurlar
centimetre
santim
century
yüzyıl
ceramic / porcelain
seramik
cereal flakes / Getreideflocken
tahıl ezmesi
cereal types / Getreidearten
hububat türleri
cereals
hububat
cereals/ cornflakes
kahvaltılık gevrek
certain / determined (b)
belli
certainly / definitely / absolutely
kesinlikle
certainly / yes / with pleasure
baş üstüne
certificate of vaccination
aşı kağıdı
cetacean (a marine mammal of the order Cetacea ; a whale, dolphin, or porpoise)
memeli deniz hayvanı
chain
zincir
chair
sandalye
chair (i)
iskemle
Chairman of the board of directors
yönetim kurulu başkanı
chalcedony (quarz variety)
kalsedon
Chalk
tebeşir
challenging / provoking / impulsive (d)
dürtücü
challengingly /in defiance of
meydan okuyarak
chamberpot / bedpan / Nachttopf
lazımlık
champion
şampiyon
championship
şampiyonluk
chance / coincidence
tesadüf
chance / possibility
ihtimal
chance that ...
... olma ihtimali
chandelier / Kronleuchter
avize
change (little money) /Wechselgeld
üstü
Change /alteration /modification
değişiklik
change /coin / Wechselgeld / Kleingeld
bozuk para
change /coin /Kleingeld
bozukluk
change of page orientation between horizontal and vertical
sayfa yönlendirmesini yatay ile dikey arasında değiştirme
changes are saved (computer)
değişiklikler kaydedildi
chaotic
karmakarışık
chapter / part
bölüm
Characteristics of Expression
Anlatımın Özellikleri
charged
yüklü
charger
şarj aleti
charm /attraction (more used in chemistry)
cazibe
charm /incantation /spell (e)
efsun
cheap
ucuz
Cheap as well as clean. And the fish is very fresh.
Hem ucuz hem de temiz. Balıklar da çok taze.
cheaper
daha ucuz
cheek
elmacık
cheek /Wange
yanak
Cheer up bro/ not all hope is lost (texting / full version)
'Üzülme be olm!' - 'Üzülme be oğlum!'
cheerful / sprighty/ high-spirited /mirthful /merry (n)
neşeli
cheerful thoughts
neşeli düşünceler
cheerfully /merrily
neşeyle
cheese
peynir
Cheese buns
peynirli poğaça
chemical
kimyasal
chemistry
kimya
cherry
vişne
cherry (k)
kiraz
chess
satranç
chess board
satranç tahtası
chessmen /Schachfiguren
satranç taşları
chest
göğüs
Chest of drawers / Kommode (ş)
şifonyer
chest of drawers / Komode
çekmeceli dolap
chestnut
kestane
Chewing gum
sakız
chicken (meat)
tavuk eti
chicken / hen
tavuk
chicken bones
tavuk kemikleri
chicken pie
tavuklu börek
chicken thief
tavuk hırsızı
chicken with soy sauce
soya soslu tavuk
chicklet
civciv
chickpeas / Kichererbse
nohut
chicoree /endive
hindiba
child
çocuk
child (e)
evlat
childhood
çocukluk
childish
çocukça
childish pleasure
çocukça zevk
childishness / childish behaviour
çocukça davranma
chili pepper (ç)
çili biberi
chill /cool(ness)
serinlik
chimney
baca
chimney
şömine
chin / jaw
Çene
China
Çin
chinese (adj. e.g. chinese food / chinese scripture. ..
çin
Chinese (language)
Çince
Chinese (nationality)
Çinli
chinese (person)
Çinli
Chive / Schnittlauch
soğancık
Chlorine / Chlor - Cl 17
Klor
chocolate
çikolata
chocolate cake (t)
çikolatalı turta
choked/husky / dimmed /heiser /belegt (k)
kısık
choking /suffocating /stuffy /stifling
boğucu
Choose realistic goals.
Gerçekçi hedefler seç.
chorus
nakarat
Chromium / Chrom - Cr 24 (geçiş metalleri)
Krom
church
kilise
cigar / cuban cigar
puro
cigarette
sigara
cinema
sinema
cinnamon
tarçın
circle / Kreis (geom)
daire
circumference /Umfang (geom.)
çevre
citizen
vatandaş
Citrusfruit /Zitrusfrüchte
narenciye
city (ş)
şehir
city center
şehir merkezi
civilization / culture
medeniyet
clad in flesh and bone
ete kemiğe bürünmüş hâli
claim for refund
iade talebi
clam /oyster
istiridye
clamp (me...)
mengene
clarinet
klarnet
clarinet player
klarnet çalıcısı
clarion / oboe like reed instrument (slang:penis /drunk)
zurna
clarity / openness
açıklık
clarity / transparency / Durchsichtigkeit
Duruluk
class (school) /classroom
sınıf
class / Klasse (biol.) (e.g. mamalia/ Säugetiere)
sınıf
claustrophobia
kapalı alan korkusu
claw /Kralle (i.e. parrot/ lion)
pençe
clay /mud
kil
clay jar
çömlek
clean
temiz
clean /pure /unstained (p)
pak
cleanish /nearly clean
temize yakın
clear / bright (b)
berrak
clear / open / light (for colours)
açık
clearly/ plainly /manifestly/ distinctly
açıkça
Clementine
Klementin
clerk / shop assistant / salesman
tezgâhtar
click /crack / snap / Laut /Pieps
çıt
Click to change your password
Şifrenizi değiştirmeniz için tıklayınız
cliff /abyss
uçurum
Clipboard /panel / board
pano
cloak
pelerin
clock /watch
saat
clock tower
saat kulesi
close cooperation
sıkı işbirliği
Cloth /Tuch (linen)
bez
cloth pin / Wäscheklammer
mandal
clothes
giysi(ler)
clothes (k)
kıyafet
clothes suiting the cold weather conditions
soğuk hava şartlarına uygun giysiler
clothing
giyecek
cloud
bulut
cloudiness
bulutlanma
Clouding is a kind of cloud clusters that appear(i) in the dark moments of the screen.
Bulutlanma ekranın karanlık anlarında çıkan bir tür bulut kümelerinden ibarettir.
cloudless
bulutsuz
cloudy
bulutlu
cloves / Nelken
karanfil
clown
palyaço
clownfish
palyaço balığı
club
kulüp
clumsily / awkwardly / helplessly
beceriksizce
cluster (k) /flock /pile/ cloud
küme
coach /trainer
antrenör
Coarse / rude / vulgar
kaba
coat (m) not much used word (for woman)
manto
coat / blazer / Jacket
ceket
Cobalt - Co 27 (geçmiş metalleri /Hafif gri tonda metalik)
Kobalt
cobweb / spidernet
örümcek ağı
cobwebs / spidernets
örümcek ağları
cockroach
hamamböceği
cocoa butter
kakao yağı
Coconut
hindistancevizi
coffee
kahve
coffee grounds
kahve telvesi
Coffee is my favourite drink
Kahve en sevdiğim içecek
Coffee keeps you (pl) awake.
Kahve sizi uyanık tutar.
Coffee or tea ?
Kahve mi çay mı?
coffee table
sehpa
Coffee will not increase your creativity.
Kahve yaratıcılığınızı artırmayacak.
coin
akçe
coin cashing machine /Münzautomat
bozuk para bütünleme makinesi
coke
cola
cold
soğuk
cold (icy) sweat
buz gibi ter
cold (noun)
soğukluk
cold / Schnupfen
nezle
collar
yaka
colleague /coworker
meslektaş
collections (brit.: college examinations held at the beginning or end of a term)
vizeler
college /lycée (before university)
lise
colloq for no
yoo
colorful, polished and gold gilded XIV Louis style writing desk
renkli, cilalı ve altın yaldızlı XIV Louis tarzı yazı masası
colour
renk
colour assortment
renk çeşitleri
colourful
rengarenk
colourful / coloured
renkli
colouring pencils /Buntstifte
boyalı kalem
comb (rooster)
ibik
Comb your hair in the shower to save time.
Zamandan tasarruf etmek için saçını duşta tara.
Combine two ideas and create a new one.
İki fikri birleştirip yeni bir fikir yaratın
Come one night suddenly again
Bir gece ansızın gel yine
come close, nestle, snuggle, draw near, wriggle oneself into, infiltrate, come up, creep, edge, edge in, encroach, nuzzle, penetrate, put oneself forward, sidle, sidle up to, worm one's way /sich anschmiegen
sokulmak
Come here at once !
Hemen buraya gel!
come on !
haydı gel !
Come on !
hadi canım !
come on dude (a) tell us
Hadi abi anlatsana !
Come on now stupid machine/tool !
Hadı artık aptal alet !
come on, dude
hadi la
Come to me, hug me!
Gel bana, sarıl bana!
Come to me. I (will) give you rest.
Bana gelin. Ben size rahat veririm.
come to think of it / true that
sahi ya
Come to think of it, does what they are doing (also) happen to be a phenomena?
Sahi ya bunlar ne yapıyorlar da fenomen oluveriyorlar?
comedian
komedyen
comedy
komedi
comet
kuyruklu yıldız
comfortably (ş)
şöyle bir
coming up now
şimdi sırada
commander of the gendarmerie
Jandarma Komutanlığı
commandment
buyruk
Comments will come to you right away. (3 sg imp let comments come...)
anında görüşler gelsin
commercial
ticari
committed to / devoted to
adanmış
common /widespread
yaygın
common bussard /Mäusebussard
bayağı şahin
common name
ortak adı
common name for animals whose body is covered with feathers
Vücudu tüylerle örtülü hayvanların ortak adı
common name for bipedal, two winged volatile/flying animals
iki ayaklı, iki kanatlı uçucu hayvanların ortak adı
common swift /Mauersegler
ebabil
commonly used for Lieferstatus /Delivery Status lit. realization status
temin durumu
communication (h)
haberleşme
communication link
iletişim bağlantısı
communist
komünist
company; firm
şirket
comparatively /relatively
nispeten
compared to / in comparison with a dative
kıyasla
compared to them
onlara oranla
compassionate /tender / caressing / zärtlich
şefkatlı
competition
müsabaka
competitors /concurrents / bidders (in context of competing for a deal)
ihaleciler - ihale girenler
competitors on the way to power /des concurrents sur le chemin vers le pouvoir /Konkurrenten auf dem Weg zur Macht
iktidar yolundaki rakipler
compiler / Verfasser (erson who produces a list or book by assembling information or written material collected from other sources.)
derleyici
completely (b)
büsbütün
completely healed / in perfect health
sapasağlam
completely new
yepyeni
completely opposite / absolutely opposite
tam ters
complicated /confusing / intricate / incomprehensible
çetrefil
compliment
iltifat
composition/ property / Beschaffenheit / Eigenheit
nitelik
compost
organik gübre
compote
komposto
computer hardware
bilgisayar donanımı
computer program
bilgisayar programı
computer software
bilgisayar yazılımı
concept / notion / term
kavram
concept and context
kavram ve bağlam
concern /matter
umur
Concerning Dustfinger, having forgotten about the world,he juggled with colourful balls.
Toz Parmak ise dünyayı unutmuş renkli toplarla hokkabazlık yapıyordu.
Concerning the food I am still undecided.
Yemeğe gelince, henüz kararsızım.
concert
konser
Conciseness / essence / Prägnanz / treffende Art und Weise etwas zu formulieren
Özlülük
conclusion /belief/opinion
kanı
condition / Bedingung
koşul
condition / restriction / requirement / clause
şart
conductor (orchestra)
yönetmen
cone
koni
cone / conical hat
külah
confession
itiraf
confident / self assured
Kendinden emin
confrontation
yüzleştirme
confused
kafası karışık
Congratulations !
tebrikler !
congress (activity)
kurultay
connection / relationship / dealing
ilişki
conquest (f)
fethetme
conscious / sober / wide awake
ayık
consequently / as a consequence / in conclusion 7 ultimately
Sonuç olarak
conservative
muhafazakâr
consideration / idea / observation /opinion
mütalaa
considered as adopted / agreed on
kabul edilmiş sayılır
Considering that you so much dislike me to be in the shop
Madem beni bu dükkânda bu kadar istemiyordunuz
Consistency
Tutarlılık
consistently
mütemadiyen
consolation (t)
teselli
consolation / solace
avuntu
constant care (s.b.)
sürekli bakım
constant / steady (s)
sabit
constant improvent
sürekli gelişme
constant/regular smoking
sürekli içicilik
constantly /incessantly/continuously /always
sürekli olarak
construction / building (i)
inşa
consul
konsolos
consulate
konsolosluk
consultancy
danışmanlık
consultant/ advisor / counselor
danışman
contact
İrtibat
contact / communication /link / dialog
iletişim
Contact us
Bize ulaşın
contagious
bulaşıcı
continent
kıta
Continue straight ahead
dümdüz devam edin
continuous
aralıksız
continuous / non-stop / permanent / incessant
devamlı
continuously (s) / constant / permanent / without ceasing
sürekli
contract
sözleşme
contract /agreement
kontrat
contradiction / discrepancy
çelişki
control requirement / control condition
kontrol şartı
control-freak
sürekli çevresindeki insanları kontrol altında tutmaya çalışan kimse
convenient / suitable/ apropriate for (d.g.)
denk gelmek
convention
konvansiyon
conversation
sohbet
cookie
kurabiye
cool (also for people) / airy
havalı
cool /chilly
serin
cool looking
havalı görünen
cooperation /team work
Işbirliği
copper/ Kupfer - Cu 29 (Geniş metaleri /Metalik kahverengidir)
bakır
coppice /Wäldchen
koruluk
copy of the birth certificate
doğum sicil örneği
Coriander /Koriander (fresh)
kişniş
corinth / Korinthe
kişniş
cork
mantar
cork stopper (bottle) / Flaschenkorken
mantar tıpa
Corn / Mais
mısır
corner / angle
köşe
corolla (petals) / Blüte
çiçek
correct behavior
düzgün davranış
correction
düzeltme
corrections
düzeltmeler
cost / price (b)
bedel
cost/ expense
masraf
costs
maliyetler
Costs are up, revenue is down. What can you do?
Masraflar yükseldi, gelirler düştü. Ne yapabilirsin?
cosy / nice warm
sıcacık
Could I trouble you for another glass of water?
zahmet olmayacaksa sana bir bardak su daha alabilir miyim?
Could uou help me (ultra polite)
Bana yardım edebilir miydiniz?
Could you hand me your plate?
Tabağını bana uzatır mısın?
counselor / adviser
öğütçü
counter / office /guichet
gişe
counter / Theke
tezgâh
counter / workbank
tezgâh
country
Ülke
country /fatherland /home town (m)
memleket
country of first asylum
ilk iltica ülkesi
countryside
kırlık
courage / guts /nerve
cesaret
courageous / fearless / stout (y)
yürekli
court
mahkeme
courteously (n)
nazik bir şekilde
courthouse /justice / court of law
adliye
courtyard / yard / atrium
avlu
cousin
kuzen
cover / lid / top
kapak
cover / sheath / housse
kılıf
covered
kaplı
covered with clouds : cloud covered
bulutlarla kaplı
covered with dust
tozla örtülmüş
covers / capes
örtüler
cow
inek
coward
korkak
coward / fainthearted
ödlek
crab
yengeç
crack
çatlak
crammed /crowdy / full to the brim/clustered (ı t)
ıkış tıkış
cranberry /lingonberry/ Preiselbeere
kırmızı yabanmersini
crane /Kranich
turna
crater / Krater
yanardağ ağzı
craw
karga
crazily / frantically
çılgıncasına
crazy
deli
cream
krem
Create yourself an oasis. Here you think (imp).
Kendinize bir vaha yaratın. Burada düşünün.”
creating (Pres Part) nice looking patterns
göze hoş görünen desenleri oluşturan
creating or modifying slide layouts
Slayt düzenlerini oluşturma veya değiştirme
creating the whole world
bütün dünyayı yaratan
creating unpleasant thoughts
hoş olmayan düşünceler yaratan
creation (artwork /masterpiece) (not very frequently used)
yaratım
creative
yaratıcı
creativity
yaratıcılık
creature
yaratık
credibility
İnandırıcılık
credit
kredi
credit card
kredi kartı
cricket
kriket
crime
suç
crime novel / Krimi
suç romanı
crime scene
olay yeri
criminal
suçlu
criminal organization
suç örgütü
criminal record
suç kaydı
crippled / paralyzed / lame
kötürüm
crisis / misfortune
badire
crisp /knackig (food)
çıtır
critically damaged clothing / torn into many pieces
yırtık pırtık
crocodile
timsah
crocus /Krokus
çiğdem
croissant
kruvasan
Crooked / curved
Çarpık
crop /corn
ekin
cross (Jesus)
Çarmıh
cross (x)
çarpı
cross-cultural communication
kültürlerarası iletişim
crossing /junction / Kreuzung
kavşak
crowd /crowded
kalabalık
crown
taç
cruel
zalim
crust around the eyes
çapak
crystal
kristal
crystal clear water
cam gibi berrak su
cube
küp
cucumber
salatalık
cucumber (h)- word deriving from Farsi
hıyar
culture
kültür
Cumquat
Kankat
cumulus cloud
küme bulut
cunning
kurnaz
cup
fincan
cupboard / closet / cabinet
dolap
cure /remedy
çare
curious
meraklı
curled / twisted (k)
kıvrımlı
curly
Kıvırcık
current network
mevcut ağ
Curry powder
baharat harmanı
curtain (also in theatre)
Perde
curve /Kurve / Biegung
kavis
curved
kıvrık
curved /tilted / bent / leaning over
eğri
custom processing methods special processing methods / benutzerdefinierte Verarbeitungsmethoden
özel işleme yöntemleri
Custom/habit /Gewohnheit
alışkanlık
customs officer / Zollbeamter
gümrük memuru
cut
kesik
cute / charming / lovely/ pretty / fair
sevimli
cynical / mockingly (... b)
alaycı bir biçimde
cypress tree
servi ağacı
czech
çekçe
daffodil / Narcissus
nergis
daisy / marguerite / camomile
papatya
daisy /Gänseblümchen
Çayır papatyası
damage
zarar
damage / havoc / injury (h)
hasar
Damn !
hay aksi!
dance music
dans müziği
Dancers were spinning, twisting, swinging on the stage.
Dansçılar sahnede dönüyor, kıvrıyor, salınıyorlardı.
dandellion / Löwenzahn (lit. dark chicoree )
karahindiba
danger
Tehlike
dangerous
tehlikeli
danser
dansçı
daredevil / bold (g)
gözüpek
daredevil /lion(hearted)
cesur kimse
daring / boldness / temerity / presumption (cü)
cüret
dark
koyu
dark clouds
kara bulutlar
dark red
koyu kırmızı
dark red /ginger
kızıl
dark skinned / tanned / brown
esmer
darkness
karanlık
data
veri
data bank / Datenbank
veritabanı
Date (fruit) Dattel
hurma
date; meet-up (between two) / appointment
buluşma
dating agency
çöpçatanlık ajansı
dating website
çöpçatanlık sitesi
daughter
kız çocuk
dawn / daybreak
şafak
dawnbreak /twilight / blueish colour of the sky (t)
tan
day
gün
day light
gün ışığı
day time (opposite of gece)
gündüz
daydreamer
hayalperest
dazzling
baş döndüren
dead
ölü
deadline
son mühlet
deaf
sağır
dear
sayın
dear spectators
sayın seyirciler
death
ölüm
death (v)
vefat
debate
müzakere
debates about the economy make the Republicans nervous
ekonomi hakkındaki tartışmalar Cumhuriyetçileri endişelendiriyor
debt
borç
deceitfulness / trickiness
aldatıcılık
December
Aralık
decent
nezih
decent /well-bred /cultivated /genteel /civilized
terbiyeli
decent people
terbiyeli insanlar
decision
karar
decision stage / decision phase / decision-making process
karar aşaması
deck (ship)
güverte
deck of cards /card game
iskambil
deep
derin
deer / Hirsch
geyik
defeat
Yenilgi
defense
savunma
Define it however you like
nasıl tanımlarsanız tanımlayın
deformed walls
bel veren duvarlar
degree
derece
delay /respite /Aufschub /Frist / (a fixed period of time for carrying out an action)
mühlet
delayed
gecikmeli
deleted messages
silinen mesajlar
delicious /tasty
lezzetli
delightful/ pleasant (k)
keyifli
deliver / transport / convey
ulaştırmak
delivery / handover
teslim
delivery confirmation (u)
ulaşma bilgisi sunma
delivery confirmation (v)
varış bilgisi sunma
delivery status (correct term)
Teslim durumu
democratic
demokratik
demon possessed
cinli
demonstrations / manifestations
gösteriler
Demonstrations spread to the entire city but were like flash in the pan glowing and extinguished.
Gösteriler bütün kentlere yayılmış ama saman alevi gibi parlayıp sönmüş.
demonstrative pronouns
işaret zamirleri
dense /cramped / crowded/ hard-pressed
sıkışık
dentist
dişçi
deplorable / pathetic / pitiable / lamentable/regrettable
acınacak
deportation / expulsion
sınırdışı
deposit / accumulation
birikinti
depressed
canı sıkkın
depressing / uneasy / distressed
sıkıntılı
depression (psych.)
ruhsal çöküntü
depth ( also geom.)
derinlik
descending / sorted descending
azalan sırada
desert (ç)
çöl
deserves to be X-ed
X-ilesi
designer
tasarımcı
Desist from provoking the innocent's malediction; otherwise, your wrongdoing will be visited upon you by and by, slowly but surely. Don't get the oppressed's curse on you, activating slowly....
Alma mazlumun âhını, çıkar aheste aheste.
Despairingly / hopelessly (u)
umutsuzca
despite (r) all its greatness
bütün azametine rağmen
despite (r) the warning
uyarıya rağmen
despite / in spite of ( a dat.)
karşın
despite his glory
görkemine karşın
Despite the fear prickling in my stomach
Korkunun midemde karıncalanmasına rağmen
dessert
tatlı
destiny
alın yazısı
detachment / impartiality / neutrality / objectivity
tarafsızlık
detail
ayrıntı
detail
detay
detergent
deterjan
determination /resolution / stability
kararlılık
determine your (pl) speed
hızınızı belirleyin
determine your speed
hızını belirle
determining factor
belirleyici unsur
devastated vineyards
harap olmuş üzüm bağları
developed
gelişmiş
developement / evolution
gelişim
Development (k)
kalkınma
device / apparatus / appliance
cihaz
device /aid (pl. equipment)
aygıt
devices dedicated to mining
madencilik adanmış cihazlar
devices dedicated to playing
oynamaya adanmış cihazlar
devil; satan
şeytan
devotion
özveri
devotion /selfsacrifice
fedakarlık
dew
çiy
diagonal
köşegen
diameter
çap
diamond
elmas
diapers
bebek bezi
diary
günlük
diastrous news / disaster news
felaket haberi
dice
zar
dictatorship /bossiness /tyranny /peremptoriness
buyurganlık
Did he suffer much?
Çok acı çekti mi ?
Did he talk to you recently ?
Seninle yakın zamanda konuştu mu?
Did I upset you?
Üzdüm mü seni?
Did the train leave? - No (colloq) it didn't leave (lit.lift) yet, there are still five minutes.
Trenim kalktı mı? - Yoo, kalkmadı henüz, daha beş dakika var.
did you check if we need paint for the ceiling?
tavan için boyaya ihtiyacımız olup olmadığını kontrol ettin mi?
Did you dispute with s. o.?
Biriyle mi tartıştın?
Did you go up all the way to the third floor just to drink water?
Sırf su içmeye ta üçüncü kata mı çıktın?
Did you have a dispute with someone?
Biriyle tartışma mı yaşadın?
Did you have a nice time ?
iyi zaman geçirdin mi ?
Did you hear what I just said?
Demin söylediğimi duydun mu?
Did you like the movie?
Film hoşuna gitti mi?
Did you like the picture?
Resim hoşuna gitti mi?
Did you not get used to getting up early?
Erken kalkmaya alışmadın mı?
did you set the clock correctly?
saati doğru kurdun mu?
Did you solve these problems using a calculator?
Bu problemleri hesap makinesi kullanarak mı çözdün?
Did you swallow your tongue? / You got nothing to say now?
dilini mi yuttun?
Did you throw the unneeded stuff in the trash?
Gereksiz olan eşyaları çöpe attın mı?
Didn't I tell you before?
Sana daha evvel söylemedim mi?
Didn't I tell you that (this)?
Sana bunu söylemedim mi?
diet
diyet
difference
fark
difference between ...
... arasındaki fark
different / divers
farklı
different possibilities
farklı olasılıkları
difficult
zor
difficult (g)
güç
difficulty (g)
güçlük
Dig until you find oil.
Petrol bulana kadar kaz.
digital
dijital
Digital watch/clock
dijital saat
Dill
dereotu
dimmed light
kısık ışık
dimple
gamze
dinner is about ready
akşam yemeği hazır sayılır
direct
doğrudan
direct object
doğrudan nesne
direction / aspect / sense
yön
directorate /management /directorship /headship
Müdürlük
dirt (k)
kir
dirty (k)
kirli
dirty (p)
pis
dirty dishes
bulaşık(lar)
dirty word/slang word for penis / 'Schwanz'
çükün
disability / infirmity
sakatlık
disabled / lame / crippled
sakat
disappointment
hayal kırıklığı
disaster / catastrophy
felaket
disclosure /revelatio/give away /exposure
ifşa
discomfortable /irritating /exasperating /disturbing /annoying /plaguesone
rahatsız edici
discounting the fact that... /putting aside the fact that... /ignoring the fact that...
bir tarafa bırakırsak
discourse / speech
söylev
discover / explore / detect
keşfetmek
discovery
keşif
discussion / debate / argument (mainly used for dispute)
tartışma
discussion / exchange of ideas
fikir alışverişi
disdain / contempt
küçümseme
disease (i)
illet
disguise /costume
kılık
Disgust/ repugnance/ revulsion
tiksinti
disgusting / nasty / revolting /ekelhaft
iğrenç
disharmonious /cacophonical /discirdant /atonal
ahenksiz
dishonest /fraudulent / crooked
sahtekâr
disk defragmentation
disk bütünleme
disobedience
itaatsızlık
disobedient
itaatsız
disorganization /untidyness / mess
dağınıklık
disorganized
dağınık bir hâlde
distance
uzaklık
distant / far off
ırak
distinguished /outstanding /exclusive/exquisite
seçkin
Distract me a bit /Lenk mich etwas ab.
Beni biraz oyala
district
ilçe
district (s)
semt
district bazaar / street market
semt pazarı
Divide and rule (set the others against each other so you rule over them/ org. divide et impera)
Böl ve yönet
divided /:
bölü
divided by a line
bir çizgi ile ayrılmış
Diving headfirst at Harry, he grabbed his ankle
Harry'ye doğru balıklama dalarak onu ayak bileğinden yakaladı.
divorce
boşanma
divorced
dul
Do all of the clients behave kind towards him?
Müşterilerin hepsi ona karşı dost canlısı mı davranır?
Do as we said!
Dediğimizi yap!
Do at least this much today and you can do the rest tomorrow.
Hele bugün bu kadarını yap da gerisini yarın tamamlarsın.
Do I have to delay my plans?
Planlarımı ertelemek zorunda mıyım?
Do I have to remind again and again everytime?
Her zaman hatırlatıp durmak zorunda mıyım?
Do not forget to pay your taxes!
Vergilerini ödemeyi unutma!
do not jump over before the step is given (on a ferry)
iskele verilmeden atlamayınız
Do not lean on a man (= be not dependant on another person), for he is mortal; do not lean against a wall, for it is not 'unfallable'."
Adama dayanma ölür;duvara dayanma yıkılır.
Do not read beyond this page !
Bu sayfadan sonrasını okumayın !
Do not sleep on low ground lest a flood wash you away; do not sleep on high ground lest a storm sweep you off. meaning: Be wise, judicious and provident in your plans and actions; a calculated moderation is the best plan.
Alçak yerde yatma sel alır, yüksek yerde yatma yel alır.
Do the others want to come to the beach(s) this afternoon?
diğerleri öğleden sonra sahile gelmek istiyorlar mı?
Do they have sleeping bags ?
Uyku tulumları var mı ?
Do we always love those around us?
Hep yanımızdakileri mi seviyoruz?
Do you guys have plans for later ?
sonrası için planınız var mı?
Do you have a map?
Bir haritan var mı?
Do you have a moment (lit. a second) ?
Bir saniyen var mı?
Do you have a question?
Bir sorun var mı?
Do you have an idea ?
Bir fikrin var mı?
Do you have another question ?
Başka sorun var mı?
Do you have any desserts?
Hiç tatlınız var mı?
Do you have fire? (A lighter)
çakmağın var mı?
Do you have hot water?
Sicak suyunuz var mı ?
Do you have to question everything?
Her şeyi sorgulamak zorunda mısın?
Do you know where my keys are ?
anahtarlarımın nerede olduğunu biliyor musun?
Do you like cycling (b) ?
Bisiklete binmeyi sever misin ?
Do you like sweets?
Tatlı sever misin?
do you mind if I join you
sana katılmamda sakınca var mı?
Do you mind if I sit down here ?
Buraya oturmamda bir sakınca var mı ?
Do you mind if I sit here ?
Buraya oturmamın bir sakıncası var mı?
Do you mind if I smoke ? is there a problem if / would (will) there be a problem if...
Sigara içmemin bir sakıncası var mı - ... olur mu?
Do you mind if we see her room?
Odasını görmemizin bir mahsur var mı?
Do you mind... /is there any drawback to...?
bir mahsur var mı?
Do you mind...?
Sakınca (sı) var mı ...?
Do you mind?
sakıncası var mı?
Do you provide maps ?
Harita verer misiniz ?
Do you remember the first man who stepped on the moon ?
Aya ilk ayak basan insanı hatırlıyor musun?
do you remember what he looked like?
neye benzediğini hatırlıyor musun?
Do you speak Turkish ?
Türkçe konuşuyor musun?
Do you take cards?
kart alıyor musunuz?
do you think ... ?
sence ... mi?
do you think the President is reliable?
sence Başkan güvenilir mi?
Do you think you should have gone there?
Sence oraya gitmeli miydin?
Do you understand (me)?
Anlıyor musun?
Do you want to come to the party with me ?
benimle partiye gelmek ister misin?
Do you want to come?
gelmek istiyor musun?
Do you want to go for a walk?
yürüyüşe çıkmak istiyor musun?
Do you want to help me?
bana yardım etmek ister misin?
Do you want to see our photos?
fotoğraflarımızı görmek istiyor musunuz?
Do you want to talk about your health?
sağlığından konuşmak ister misin?
Do/did you really believe that
Gerçekten inanıyor musun / inandın mı
doctor
doktor
document / certificate (b)
belge
documentary
belgesel
Does he buy the computer paying cash ? No he doesn't use cash. He buys with credit card.
O, bilgisayarı nakit mi alır? Hayır, nakit kullanmaz. Kredi kartıyla alır.
Does he eat only zucchini, potatoes, cabbage - how (what) should/do I know - carrots and or something?
Yalnız kabak, patates, lahana, ne bileyim, havuç mavuç filan mı yiyecek?
Does he have a girlfriend?
Onun bir kız arkadaşı var mı?
Does he only eat carrots and stuff ?
O yalnız havuç mavuç filan mı yiyecek?
Does he/she not match?
uymadı mı?
Does that sound alright?
Şu doğru mu geliyor ?
Does the coat keep you warm ? No, it doesn't.
Montu seni sıcak tutuyor mu? Hayır, sıcak tutmuyor.
Does your boyfriend have a job ?
Erkek arkadaşının bir işi var mı?
Does your daughter want to study?
kızın okumak istiyor mu?
Does your friend like comedies?
arkadaşın komedileri sever mi?
dog
köpek
dog - breath / jemand mit Mundgeruch (l)
ağız leş gibi kokan kimse
dog /bastard
it
doll
taş bebek
dollar
dolar
dolphine
Yunus
dom /cupola / Kuppel
kubbe
domaine / Domäne (biol.) (e.g. Eucaria / Eukarioten(echter Zellkern/ reiche Kompartimentierung/unlike bacteria)
Üst âlem
domestic /local /einheimisch e.g. wine
yerli
Don't be crazy !/ No kidding!
Dalga geçme !
Don't be friends with them. They are all losers.
Onlarla dost olma. Hepsi ezikler.
Don't be such a fool !
bu kadar saf olma!
Don't bother yourself / machen Sie sich keine Umstände
Zahmet etmeyiniz
Don't build your house on sand.
Evini kum üstüne inşa etme.
Don't come immediately to a final judgement /conclusion
Hemen kesin bir yargıya varma
Don't cross the yellow line.
sarı çizgiyi geçmeyiniz
Don't damage (h. v) the package.
Pakete hasar verme!
Don't deprive me (don't let me lack) your prayers.
Dualarını eksik etme.
Don't do again work according to your head without asking me!
'Bir da ha bana sormadan kafanıza göre iş yapmayın!
Don't ever leave me alone !
Beni hiç yalnız bırakma !
Don't exaggerate, really don't exaggerate!
Abartma, gerçekten abartma!
Don't fear ! Hold on (stay /stand in your place) and wait! See how the Lord will save you today! (Mısır'dan 14:13)
Korkmayın! Yerinizde durup bekleyin, RAB bugün sizi nasıl kurtaracak görün.
Don't fool/deceive yourself.
Kendini kandırma
Don't forget to flush the toilet.
Tuvaletin sifonunu çekmeyi unutma.
Don't forget to have breakfast every morning.
Her sabah kahvaltı yapmayı unutma.
don't freak out /don't go nuts / don't blow up
Tepen atmasın
Don't freak out, but I just lost our entire savings in a poker game.
Tepen atmasın ama, tüm birikmiş paramızı poker oyununda kaybettim.
don't give up your hope
umudunu kaybetme
Don't laugh
Gülme
Don't leave today's work for tomorrow. / Was du heute kannst besorgen, das verschiebe nicht auf morgen.
Bugünün işini yarına bırakma.
Don't leave your room untidy again!
odanı bir daha dağınık bırakma!
Don't let them bully me.
Beni ezdirme onlara
Don't lie to me
bana yalan söyleme
Don't listen to me.
Beni dinleme.
Don't look at him for a long time.
Ona uzun bir süre bakma
Don't look at the flaw - a very sincere way to say Sorry
Kusura bakma
Don't lose your heart on /Don't let your heart get carried away by a fairytale prince. It never ends well.
Kalbini bir peri prensine kaptırma. Sonu asla iyi olmaz.
don't make the same mistake again
aynı hatayı tekrar yapma
don't mention it / you are welcome
estağfurullah
Don't mess/tamper with things you don't know
Bilmediğin şeyleri kurcalama
don't mumble the words in your mouth / don't beat about the bush / don't go around the houses
lafı ağzında geveleme
Don't panic, it's only a fire drill.
Panik olmayın, bu sadece bir yangın tatbikatıdır.
Don't pretend any longer to be so honest.
O kadar dürüstmüş gibi davranmayın artık.
don't pretend you don't know
bilmiyormuş gibi davranma
Don't read !
Okumayın
Don't step on my lawn / Get off my lawn.
Çimlerime basma.
Don't stick your nose into everything.
Her şeye burnunu sokma.
don't stop x-ing
X- ip durma!
Don't take it (anything) personally
Hiçbir şeyi kişisel algılamayın
Don't take it personally! /No offence
Üstüne alınma
Don't take painkillers for a small indisposition.
Küçük rahatsızlık için ağrı kesici ilaçlar içme.
Don't talk to him. He's in a bad mood.
Onunla konuşma. Sinirleri tepesinde.
Don't talk when your mouth is full!
Ağzın doluyken konuşma !
Don't they (these) have any share of humanity.
Bunlar insanlıktan hiç mi nasibini almamış?
Don't vomit (on a dat.)
kusma sakın
Don't worry !
Endişelenme !
Don't worry (k)
kaygılanmayın
Don't worry,it doesn't matter !
merak etme, önemli değil
Don't you agree?
Katılmıyor musun?
Don't you know her/him ?
Tanımıyor musunuz?
Don't you think so?
Hemfikir değil misin?
donkey
eşek
donkey foal
sıpa
dont worry about it too much (let your mind not be more stuck)
fazla aklın takılmasın
doomsday / apocalypse / end of the world /(ressurection)
kıyamet
door handle
kapının kolu
door handle (t)
tutamaç
door knob
tokmak
door mat
paspas
doorstep / theshold
eşik
doppelg¨änger (t.. t)
tıpatıp aynısı
dormitory
koğuş
dormitory / youth hostel
yurt
doubt / uncertainty/ hesitation /perplexion
tereddüt
doubt /skepsis
şüphe
doubtless
kuşkusuz
doubtless
şüphesiz
doubtless (ş) the faithfull(s) sall be exalted in the land (d) (from the Wheel of time)
Şüphesiz ki sadıklar diyarda yüceltilecek
doubtless it is so
kuşkusuz öyledir
dough
Hamur
down south
güneyde
downright / sheer/ merely
düpedüz
downstairs
alt kat
downwards
aşağıya
dowry /trousseau /Mitgift
çeyiz
draft /Durchzug /courant d'air /electric current
cereyan
dragon
ejder(ha)
dragonfly / Grosslibelle
yusufçuk
draining waters
süzülen sular
Drama (theater )
drama
drama / tragedy
dram
draw/ scoreless / unentschieden
berabere
drawer / Schublade
çekmece
Dreadlords
Dehşetlordlar
dream (while sleeping)
rüya
dream job
hayaldeki iş
dreamless
rüyasız
dress
elbise
dressed
giyinmiş
dressed like one of them
bunlardan biri gibi giyinmiş
dried / getrocknet
kurutulmuş
dried fruit / Dörrobst
kurutulmuş meyveler
dried peas / getrocknete Erbsen
kuru bezelye
dried plum /Backpflaume
kurutulmuş erik
dried raisin (pitless) / Sultanine
çekirdeksiz kuruüzüm
dried raisins (with pit) / Rosine
(çevirdekli) kuruüzüm
Drill / Bohrmaschine
matkap
drink
içecek
drink / booze / alcohol
içki
Drink hot lemon tea !
Sıcak limonlu çay iç
dripping from her sword
kılıcından damlayan
driver (s)
sürücü
drizzling rain
çiseleyen yağmur
drop by drop becomes a lake/ steter Tropfen höhlt den Stein
damlaya damlaya göl olur
drop it (drop the subject)
kapat şu konuyu artık!
drug administration
ilaç idaresi
drugs
uyuşturucu
drum / tambour
davul
drunk (k b)
kafayı bulmuş
drunkard /drinking
ayyaş
dry
kuru
dry land /shore / earth / ground
kara
dual helice / having two propellers
çift pervaneli
duchess
düşes
duck
ördek
duckling
ördek yavrusu
dude
Abicim
dude (b)
babo
dude (be)
bebe
dude (h)
hacıpampa
dude (m/fem) (b)
be
dude /bro (k... o)
kardo
Dudley pulled up his trousers which was falling from his fat popo.
Dudley koca poposundan aşağı düşen pantolonunu yukarı çekiştirdi.
Dudley who had a butt so huge that it overflowed from both sides of the kitchen chair (i)
Poposu mutfak iskemlesinin iki yanından taşacak kadar iri olan Dudley
due to a technical problem
teknik bir sorun yüzünden
due to an unknown reason (n)
bilinmeyen bir neden yüzünden
due to reasons out of our control
elimizde olmayan nedenlerden dolayı
due to/ on the strength of / for the sake of an ablative
ötürü
duke / Herzog
dük
dull / inanimate
donuk
dull/ inanimate expression
donuk ifade
During meetings, when he tried to say something, his boss won't allow him to speak.
Toplantılar sırasında, bir şey söylemeye çalıştığı zaman patronu konuşmasına izin vermiyor.
during recreation (school break)
teneffüste
during the creation
yaratım sırasında
During the events of a "car-free day" organized every year in the country on the third sunday of September
Ülkede her yıl eylül ayının üçüncü pazar günü düzenlenen "Arabasız Gün" etkinliklerinde
During the events of a "car-free day" organized every year in the country on the third sunday of September, this year an accident took place.
Ülkede her yıl eylül ayının üçüncü pazar günü düzenlenen "Arabasız Gün" etkinliklerinde bu yıl trafik kazası meydana geldi.
During the meetings, when I tried to say something my boss wouldn't let me talk.
Toplantılar sırasında, birşey söylemeye çalıştığım zaman Patronum konuşmama izin vermezdi.
during/ while (s)
sırasında
dust
toz
dust particles
toz zerreleri
dust particles hanging in the air
havada asılı toz zerreleri
Duty / task / mission / service
görev
dwarf
cüce
dwarfish /short / gedrungen / zwergenhaft
bodur
dynasty /lineage /family (s)
sülale
e mail address
e-posta adresi
e-mail
e-posta
e.g. / such as / for example (m)
meselâ
each and any occurence
beher olay başına
each and every accident
beher kaza başına
each and every loss
beher hasar başına
Each bird flies with its own kind /Birds of a feather flock together
Her kuş kendi türüyle uçar
Each one who steals a book or doesn't return a book he borrowed
Her kim kitap çalar ya da ödünç aldığı kitabı geri vermezse
Each time before going I search for my bathsuit.
Gideceğim her seferinde, önce mayomu ararım.
each to his own (everybody's thoughts belong to himself)
herkesin fikri kendini bağlar
eager for
-e istekli
eager to learn
öğrenmeye istekli
eager to win
kazanmaya istekli
eagle
kartal
ear
kulak
ear (corn) /head of grain / Ähre
başak
early
erken
earring
küpe
earth coloured
toprak rengi
earth crust
yer kabuğu
earthenware kettledrum / tomtom
darbuka
earthquake (d)
deprem
east
doğu
eastwards
doğuya
easy
kolay
easy /at ease / easy going (r)
rahat
easy /painless (z)
zahmetsiz
easy peasy / fast and painless
çabuk ve zahmetsiz
easy to cook / leicht zu kochen
pişirilmesi kolay
Easy to see, hard to foresee
Görmek kolay, önceden görmek zordur
eat sweet talk sweet (let's..)
tatlı yiyelim, tatlı konuşalım
echoing in the arched room
kemerli odada yankılanan
eclair (pastry)
ekler
eclipse
tutulma
economy
ekonomi
Edmund stood still saying nothing.
Edmund hiçbir şey söylemeden sessizce dikildi.
Edmund was sure she was goıng to do something frightful, only it seemed that there was no possibility (for him) to move
Edmund onun korkunç bir şey yapacağına emindi, ancak kıpırdamasına olanak yokmuş gibi görünüyordu
education / instruction
öğrenim
education / training
eğitim
education is a must
eğitim şart!
Eerie / scary / frightening
ürkütücü
eerieness
ürkütücülük
eg.
örn.
egg
yumurta
egg with sausage
sucuklu yumurta
eggplant
patlıcan
Egypt
Mısır
Eibe / yew tree
porsuk ağacı
eiderdown / quilt
Kuş tüyü yorgan
eighty
seksen
ein Ziel anstreben / to head for a goal / to be on target / to target
hedefe yönelmek
einweichen / to soak
yumuşatmak
either describe or draw
ya tarif et ya da çiz
Either you win the competence of dying or you collect the capacity of fear /Either you win mastery of dying, or the ability to amass fear (from a poem of Attila İlhan )
Ya ölmek ustalığını kazanırsın, ya korku biriktirmek yetisini.
either...or...
ya ...ya da...
elated / excited (c) /enthousiastic/ ¨überschäumend / begeistert / stürmisch / feurig
coşkun
elated / glad / proud /joyful
kıvançlı
elbow
dirsek
elderli
yaşlıca
election / choice
seçim
electric saw
elektrikli testere
electromagnetic screen
elektromanyetik siper
electronic clam or handcuff (around hand or foot)
elektronik kelepçe
electronic signal device
elektronik sinyal cihazı
electronics
elektronik
electrons
elektron
elegant / graceful
zarif
elephant
fil
elevation / altitude / ridge
yükselti
elite
seçkin kişiler
elm / Ulme
karaağaç
elvish
peri benzeri
emaciated (abgemagert)
zayıflamış
embarrassed / verschämt / red-faced
mahcubiyetle
embarrassing
utanç verici
Embassy
büyükelçilik
Embrace / Umarmung
kucak
embroidered
nakışlı
emerald
zümrüt
emergency
acil durum
emotional
duygusal
emotional wounds
duygusal yaralar
emotionless
duygusuz
emptiness / gap /space
boşluk
empty talk /clap trap / cod swallow
palavra
encampment / milit.camp
ordugah
Encore / Zugabe
bi daha
encouraging / cheering / aufmunternd / heartening
cesaretlendirici
encrypted / cryptic / ciphered
şifreli
encrypted file
şifreli dosya
encrypted letter
şifreli mektup
encrypted mail
şifreli posta
end
bitiş
end / ending (s)
son
end / extremity
enemy
düşman
energetic /viguoruos
enerjik
energy
enerji
engaged
nişanlı
engineer
mühendis
England
İngiltere
enormous /huge (m)
muazzam
enormous contradictions
muazzam çelişkiler
enough
yeterli
enough is enough
yeter artık!
entertaining
eğlendirici
enthusiam (h) / zeal / desire
heves
Enthusiam without knowledge is good for nothing, hastiness misleads people. (drops them to errors)
Bilgisiz heves işe yaramaz, acelecilik insanı yanılgıya düşürür.
Enthusiasm (h) without knowledge is good for nothing
Bilgisiz heves işe yaramaz
enthusiast
istekli kimse
enthusiastic crowd
coşkulu kalabalık
entrepreneur / Unternehmer
girişimci
entwined /entangled
dolaşık
envelope
zarf
environment / surroundings / milieu
çevre
epic fail
muhteşem fiyasko
epilepsy
peri hastalığı
equal
eşit
equals /=
eşittir
equation
denklem
equator
ekvator
Eragon looked a few more minutes around to see if there was any danger, but the only thing moving was the fog.
Eragon birkaç dakika daha tehlike olup olmadığını görmek için etrafına bakındı, ama hareket eden tek şey sisti.
eraser / Radiergummi
silgi
Erdem who had a soft spot for Elif
Elif'e zaafı olan Erdem
Eriğin fiyatı çok pahalıydı.
The price of the plums was very expensive.
error and defeat
yanılgı ve yenilgi
escalator / Rolltreppe
hareketli merdiven
escape (from a dangerous situation) with little or no harm / to get off cheap
ucuz atlatmak
escape with light scrapes / walk away from the accident with only minor injuries
hafif sıyrıklarla atlatmak
escape- / flight-
kaçış
Especially / particularly
özellikle
especially / particularly /above all
hele
especially /particularly (b)
bilhassa
especially if it conflicted with my strict orders
özellikle de benim kesin emirlerimle çatışıyorsa
Especially ın the evening hours (you) cannot get enough of the view here.
Özellikle akşam saatlerinde buranın manzarasına doyum olmaz.
Especially in the words having the 'ye' sound in Russian
Özellikle Rusçasında 'ye' sesleri olan sözcüklerde
Esra trembled (s) as if she had received a serious blow.
Esra şiddetli bir darbe yemiş gibi sarsıldı.
essay / trial
deneme
essence / extract / soul / marrow
öz
established / set
kurulmuş
esteem /reputation/prestige /respectability / dignity
itibar
estimated damage (h)
tahmini hasar
estimator / Vorhersager / forecaster
tahminci
Estragon
Tarhun
etc.
vs.
etc.etc.
falan filan
eternal/ everlasting
ebedi
eternel / ewig
ezel
Ethic
etik
etiquette
görgü kuralları
Eucalyptustree
sıtmaağacı
euhh what's the name/ truc /Dingsbums /thingy (spoken language)
şey
Euhh, who is this beautiful girl?
Şey, bu güzel kız kim?
Euphrates
Fırat
euro
avro
Europe
Avrupa
Europe of the second generation
ikinci nesil avrupası
European
Avrupalı
evacuation / release / discharge
tahliye
even
bile
even (d)
dahi
even (d) if you dare to touch them
onlara dokunma cüretini dahi göstersen
even (h)
hatta
Even - if for a moment (only)
hatta - bir anlığına olsa da
Even before finishing his talk he steered towards the inn.
Lafını bitirmeden hana yönelmişti bile.
even if / though
- se de
Even if he learned nothing it wouldn't make a difference, as long as everything came to an end.
Hiç öğrenmese bile, her şey sona erdiği sürece fark etmezdi .
Even if he learned nothing it wouldn't make a difference.
Hiç öğrenmese bile fark etmezdi
even if he looked old
yaşlı gösterse de
even if I heard
duysam da
even if it was noticed
fark edilse bile
Even if it was noticed the responsibles were not punished (or) kicked out of school.
fark edilse bile sorumlular cezalandırılmıyordu, okuldan atılmıyordu.
even if many centuries have passed since then
üzerinden çok yüzyıl geçmiş olsa da
even if you think
düşünseniz bile
Even now even with the most powerful microscopes we can't see atoms.
Şu an bile en güçlü mikroskoplarla bile atomu göremiyoruz
even so / nonetheless (y)
yine de
even though / in case they break (the law)
çiğnedikleri hâlde
even though it costs a bit more money
biraz fazla paraya mal olsa bile
even though they X
X-dikleri hâlde
Even when his brain and his heart get fixed he can restore them.
Beyni ve kalbi zedelendiğinde bile onarabiliyor.
Even young 'men' grow tired and weak
gençler bile yorulup zayıf düşer
evening
akşam
event
olay
event/ case (the apostrophe stands for a hamza/glottal stop in the original Arabic word)
vaka - vak'a
ever before
daha önce
Ever since
o zamandan beri
every
her
Every atom that is in neutral state in nature has an equal number of protons and elektrons
Doğada nötr hâlde bulunan her atomun proton sayısı ile elektron sayısı birbirine eşittir.
Every day I do the same things.
Her gün aynı şeyleri yaparım.
Every day's trouble
Her günün derdi
Every day's trouble is sufficient to itself.
Her günün derdi kendine yeter.
Every moment
her an
Every now and then he reminded the mare to continue to walk by touching slightly her flank.
Zaman zaman kısrağın böğrüne hafifçe dokunarak, yürümeye devam etmesini hatırlatıyordu.
Every place was full of the dead.
Her yer ölülerle doluydu.
Every place was scrupulously clean as if its owner spent his free time in digging out out minuscule dirt pieces that were in hidden cracks
Sanki sahibi boş zamanlarını gizli çatlaklardaki minicik pislik parçalarını kazımakla geçiriyormuş gibi her yer tertemizdi.
every weekday
hafta içi her gün
everybody
herkes
everybody exposed to that eyeless look
o gözsüz bakışa maruz kalan herkes
Everybody lies
Herkes yalan söyler
everybody was infested with lice
herkes bitleniyordu
Everybody went to the party but I (me on the other hand I) prefered to stay home.
herkes partiye gitti bense evde kalmayı tercih ettim
everyone / lit. friend -enemy
dost düşman
Everyone agreed on this.
Bu konuda herkes hemfikirdi.
Everyone emptied their chamberpots from the window down.
Herkes lazımlıklarını pencereden aşağı boşaltıyorlardı.
everyone I love / lit. spouse-friend
eş dost
Everyone I love came to the party.
Partiye eş dost geldi.
Everyone who tasted them would always want more
Onun tadına bakan herkes daha fazlasını isterdi.
everything
her şey
Everything is fine/ok
Her şey yolunda
everything is under control
her şey kontrol altında
everywhere
her yerde
evidence
kanıt
evident / pronounced /clear
belirgin
evil / vice /wickedness / harm / malice
kötülük
evolved
evrilmiş
ex boyfriend
eski erkek arkadaş
exactly
aynen öyle
exactly / precisely / completely
tam
exactly / precisely / completely (t.o.)
tam olarak
exactly / to a T / all of a piece
tıpatıp
exam
Sınav
example
örnek
excavation / Ausgrabung
kazı
excellent
mükemmel
except
hariç
except
haricinde
exception (al)
istisna
exceptional/ extraordinary / remarkable / spectacular (...ü)
olağanüstü
exces
artık
excessive / extra / superfluous
fazla
exciting
heyecanlı
exclamation
ünlem
exclamation indicating disgust
iğrenme belirten ünlem
Excuse me ? (to draw attention e.g. to a waiter) (lit. can you look?)
Bakar mısınız ?
excuse-me (a)
Affedersin
exercise
alıştırma
exhausted
bitkin
exhausted (t)
tükenmiş
exhaustion
bitkinlik
Existence / presence / being
varlık
existing infrastructure
mevcut altyapı
exit
Çıkış
exotic
egzotik
Exoticism
egzotiklik
expectations
beklentiler
expected cost
beklenen maliyet
expensive
pahalı
expensive (m)
masraflı
Experience (t) is the best teacher
tecrübe en iyi öğretmendir
experience /Erfahrung (d)
deneyim
experience /Erfahrung (t)
tecrübe
experienced / wise / expert
deneyimli
experiment /try
deney
expert advice (counseling)
uzman danışmanlıklar
expiration date
son kullanım tarihi
explanation
izah
explosion / detonation
patlama
export
ihracat
expression / deposition / statement
ifade
expression / manner of telling
anlatım
extend /degree /rank
mertebe
extra / additional
fazladan
extraordinary (f)
fevkalade
extravagant
savurgan
extreme
aşırı
extremely
son derece
extremely sparse / not densely populated
tek tük
extrovert
dışadönük
eye
göz
eye brows
kaşlar
eye witness / witness
görgü tanığı
eyelashes /Wimpern
kirpikler
fabric / cloth
kumaş
face
Yüz
face /visage (ç)
çehre
face the facts
gerçeklerle yüzleş
face the music / stand up to something /put a brave front on something / resist/grit one's teeth /breast
göğüs germek
facing
dönük
facing the door
kapıya dönük
factor / element
unsur
faint / unconscious
baygın
fair / kermes
panayır
fair /just
adil
fair enough / so be it / amen
öyle olsun
fairy / nymph / pixie
peri
fairy dust / pixie dust
peri tozu
fairy dust / pixie dust
peri tozu
fairytale /Märchen
masal
faith / belief
inanç
faith / belief (im)
iman
faithful as a dog
bir köpek kadar sadık
fake /false
sahte
Fake prince and ambassador arrested in Italy
sahte prens ve büyükelçi İtalya'da yakalandılar
falcon
doğan
fame
ün
familiar
tanıdık
familiar (a)
aşina
familiarity
laubalilik
family
aile
family (biol.) (e.g. Felidae / Katzen)
familya
famous
meşhur
famous
ünlü
famous /renowned (ş)
şöhretli
fan club
fan kulübü
fans
hayranlar
fantastic pictures
muhteşem resimler
far / distant (u)
uzak
far be it from me (lit. it does not fall to me)
bana düşmez
farewell /leave taking /parting
veda
farewell party
veda partisi
Farid's heart beats had begun to get faster again
Farid'in yürek atışları yine hızlanmaya başlamıştı.
farm
çiftlik
farmer
çiftçi
fashion
moda
Fashion /form / mode (ş)
şekil
fashion designer
modacı
fassade / front
cephe
fast food
hazır yiyecek
fast/quickly growing
hızla büyüyen
fat
şişman
fatal / deadly / mortal
ölümcül
fate
kader
Fate brought me here.
Beni buraya kader getirdi.
father
baba
father-in-law
kayınpeder
Fatih is my brother ,I can't beat him.
Fatih benim kardeşim ona vuramam.
fault (k)
kabahat
fault / flaw / defect / failure
kusur
favourite (g)
gözde
fear
korku
Fear the Lord, all you His saints, for the one who fears Him lacks nothing.
RaB'den korkun, ey Onun kutsalları, çünkü Ondan korkanın eksiği olmaz.
feast / banquet (ş)
şölen
Feather / hair /down / long animal hair
tüy
Feather/ plume / down / fluff
Kuş tüyü
February
Şubat
feeling
his
feeling /emotion
duygu
Feelings and thoughts need to be explained open and clearly (net). /in a clear way (ş)
Duygu ve düşüncelerin açık ve net bir şekilde anlatılması gerekir. 
felines
kedigiller
female goat / doe
çebiç
fennel
rezene
fenugrec
çemen
festive clothes / sunday clothes (e/g)
bayramlık elbise - giysi
fever
ateş
fever /feverishness (h)
humma
fewer (number) than in the past
eskisine oranla sayıca daha az
fiction
kurgu
fidgety / restless/ zapplig
yerinde duramayan
field
tarla
Field crow
tarla kargası
field lilies
kır zambakları
fierce / furious / wild
azgın
fifty
elli
fifty times more excited
elli kat daha heyecanlı
fifty times/fold more
elli kat daha
fig /Feige
incir
fight
kavga
fight /strife / struggle (m) / campaign
mücadele
figure / pattern
desen
Fill in the blanks / guess the rest yourself
gerisini sen tahmin et
Fill it up / fill the tank
Depoyu fulleyin !
filled up to the brim (with food) but not satified in the least
tıka basa doymuş ama hiç mi hiç tatmin
filled up to the brim (with food) but not satified in the least
tıka basa doymuş ama hiç mi hiç tatmin
filling /stuffing
dolgu
film / movie
film
filter paper/ Filterpapier
kâğıt filtresi
filth/ dirt
pislik
filthy rich /stinkreich
kalantor
fin /Flosse
yüzgeç
final judgement /final conclusion/ last (absolute) decision
kesin yargı
finally / in the end / at last
sonunda
Finally the bad news spilled quickly from his lips.
Sonunda kötü haber dökülüverdi dudaklarından.
Finally they sickened me
Sonunda bıktırdılar beni
finally we found a road sign
sonunda bir tabela bulduk
finals / play-offs / final exams
finaller
financial damage (h)
maddi hasar
Find a way to help !
Yardım etmenin bir yolunu bul !
fine with me
olur
finger
parmak
finger/foot nail
tırnak
Fire !
Yangın!
fire (chimney / camp fire)
ateş
fire drill /Brandschutzübung /Probealarm
yangın tatbikatı
fire fighters / fire department / Feuerwehr (Organisation)
itfaiye (örgütü )
fire gushing from the depths of the earth crust
yer kabuğunun derinliklerinden fışkıran ateş
Fire is easier to discipline than a cat.
Ateşi terbiye etmek bir kediyi terbiye etmekten daha kolay.
fire wood
çıra
firefly / glowworm / Glühwürmchen
ateşböceği
fireworks
havaifişekler
firm conviction
kesin kanaat
first (of all) / to begin with
ilk olarak
first / top primary
ilk
first class
birinci sınıf
first name / prénom /Vorname (only used in case of confusion, otherwise adı = first name)
ilk adı
first name, middle name and last name
ilk adı, göbek adı ve soyadı
First news of the process: National athlete heard as witness
Duruşmadan ilk bilgiler: Milli sporcu tanık olarak dinlendi.
First of all he looked at the bus schedule.
İlk olarak otobüs programına bakıyor.
first thing tomorrow
yarın ilk iş olarak
firstly / primarily
öncelikle
fish
balık
fish (meat)
balık eti
fisherman
balıkçı
fishery / Fischerei / la pêche
balıkçılık
fishing
balık tutmak
fist / punch
yumruk
fist fight
yumruk dövüşü
fit (z)
zinde
fitted / paved/ ausgelegt /gepflastert
döşeli
fitted/paved with pebble stones
çakıl taşlarıyla döşeli
Five fingers are not one. (Not everybody in a group can be alike)
Beş parmak bir olmaz.
five prayer times
beş vakit namaz
fixedly
dik dik
flag
bayrak
flame
alev
flamingo
flamingo
flank / side
böğür
flapping (its) wings
kanat çırpan
flash
flaş
flashing/hitting (Present Participle) (careful with humans !)
çakan
flashlight
el feneri
flashy / spectacular /showy /dressy / resplendant
gösterişli
flat /platt
yassı
Flat nose (a knick name) / Flachnase
Yassı Burun
flat water
maden suyu
Flatfish/Plattfische
yassı balıklar
flatfoot /Plattfuß
düztaban
flatfooted /plattfüßig (mit einem plattfüßigen Gang)
düztaban bir yürüyüşle
flavour /savour
lezzet
flawlessly / in a perfect way
kusursuz bir şekilde
flea
pire
fleshy leaves
etli yapraklar
flight (airplane)
uçuş
flight ticket
uçak bileti
flight way/ escape route
kaçış yolu
Flintstone / Feuerstein
Çakmak taşı
flirting with the mechanism
mekanizması ile flört ederek
floating/swimming green ducks
yüzen yeşil ördekler
floaty /flowing /(wide /baggy /loose)
dökümlü
flood
su baskını
flood /torrent / deluge
sel
floor
zemin
floor (of a building)/base / sole (shoe)
taban
floor / etage
kat
floor / hallway
koridor
flounder / Flunder (Plattfisch, eyes on the right side., 20 -25 cm, Atlantik., Mediterr, Southsea, Baltik, Karadeniz, Marmara
pisi balığı
flower
çiçek
flowerpot / Blumentopf
saksı
flowershop / florist / flower seller
çiçekçi
flu
grip
Fluency / fluidity / smoothness
akıcılık
Fluorine /Fluor - F 9
flor
flurry/alarm/ hastiness/panic, rush/ whirl/ fuss/ excitement/to-do
telaş
flush /Klospülung
sifon
fly (insect)
sinek
flying in the air
havada uçan
foal
tay
foam
köpük
foamingly
köpük köpük
fog / mist (s)
sis
fogg / mist
pus
foggy
sisli
foggy / misty
puslu
fold / bend / curve / twist (general word - k)
kıvrım
foliage / verdure / green
yeşillik
folk /community / people (a)
ahali
Following (after) the decision to release (him) the man was brought to his home.
Adam tahliye kararının ardından evine getirildi.
following (in accordance with ) the rules of the language
dilin kurallarına uyularak
fond / fan / enthousiast / freak
düşkün
fond of x-ing (... a)
X-maya düşkün
food
Yemek
food (yy)
yiyecek
food / nutrition
gıda
food industry /Lebensmittelindustrie
gıda endüstrisi
food industry /Lebensmittelindustrie (g.s.)
gıda sanayii
Food that has not been cooked properly / Uncooked food is not nice.
Doğru pişirilmemiş yemek güzel olmaz.
Food that is not cooked properly is not/will not be nice.
Doğru pişirilmeyen yemek güzel olmaz.
food/ prey (y)
yem
fool
aptal
fool (b)
budala
foot
ayak
football
futbol
footless
ayaksız
for / because (z) / inasmuch / for as much / likewise
zira
for / in order to
için
For a bachelor it's easy to divorce his wife. (You can't judge a person without being in their shoes)
Bekâra karı boşamak kolay.
for a long time / for ages
uzun zamandır
for a marriage to break down ( lit. one's nest is collapsing)
yuvası yıkılmak
for a moment
bir anlığına
For a moment he looked/appeared surprised/taken aback /estonished. (a)
Bir an afallamış gibi görünüyordu.
For a reason I didn't know, I felt like I had been exposed,
Bilmediğim bir sebeple kendimi ifşa edilmiş gibi hissettim
for a start / to begin with
başlangıç olarak
For a week
Bir haftalık
for a while (m)
bir müddet
For a while(m) he sat on the edge of his bed and thought.
Bir müddet yatağının kenarına oturup düşündü.
for about a year
yaklaşık bir yıl için
For all have sinned and are deprived of the glory (y) of God. (Rom 3:23)
Çünkü herkes günah işledi ve Tanrının yüceliğinden yoksun kaldı.
for all the world to see / (against the stranger and the sun)
ele güne karşı
For also there is nothing covered that will not be revealed (ç)
Çünkü örtülü olup da açığa çıkarılmayacak hiçbir şey yoktur.
For also there is nothing hidden that will not be known
Çünkü gizli olup da bilinmeyecek hiçbir şey yoktur.
For even the Son of Men has not come to be served but to serve and to give his life (soul) as a ransom for many. (Mark 10: 45)
Çünkü İnsanoğlu bile hizmet edilmeye değil, hizmet etmeye ve canını birçokları için fidye olarak vermeye geldi.
for everyone's best
herkesin iyiliği için
for example /e.g. / z.B.
örneğin
for example /e.g. / z.B.
örneğin
for good /completely / through and through /altogether
bütün bütün
for him it's not good enough
onun için yeterince iyi değildir.
For how long ?
Ne kadar süreliğine?
For I am gentle and humble.
Çünkü yumuşak huylu alçakgönüllüyüm.
For I can testify about them that they are zealous for God, but their zeal is not based on knowledge.
Onlara ilişkin tanıklık ederim ki, Tanrı için gayretlidirler; ama bu bilinçli bir gayret değildir.
for life (m)
müebbet
for life / lifelong
ömür boyu
For me, learning a language carries a different meaning than everyone understands.
Benim için bir dil öğrenme herkesin anlayabildiğinden farklı bir anlamı taşır.
For me, learning a language has a different meaning than everyone understands. (can understand)
Benim için bir dil öğrenmenin herkesin anlayabildiğinden farklı bir anlamı vardır.
for my part / for all I care / for what concerns me / (if it remains to me) synonym to bana gelince
bana kalırsa
for my sake
benden ötürü
for my sake (u)
benim uğruma
for obvious reasons
açık nedenlerden dolayı
For one moment he stopped breathing./he gasped (lit. hıs breath was cut)
Bir an nefesi kesildi.
For pragmatists like Arthcamu
Arthcamu gibi pragmatistler için
for rent /rental
kiralık
for shame
ne ayıp
for some other reasons
başka bazı nedenler yüzünden
for some reason
bir sebeple
for some reasons (n)
bazı nedenlerden dolayı
for some unknown reason
bilinmeyen bir sebeple
For the family (household) knew that the tenants' only qualities were to not appear, to be hidden and to appear (surface m. ç.) as late and difficult as possible if not called and even if called.
Çünkü ev halkı, kiracılarının biricik vasfının, görünmemek, gizlenmek, aranmazsa, hatta arandığı zamanlarda bile mümkün mertebe geç ve güç meydana çıkmak olduğunu bilirlerdi.
For the first time since they left (ç) his face was not jet black from worries (k)
Çıktıklarından beri ilk kez yüzü kederden simsiyah değildi.
for the purpose of testimony (t)
tanıklık amacıyla
For the rapidly approaching winter
Hızla yaklaşan kış için
For the rest of your life
ömrünün geri kalan kısmı
for the sake of conversation
laf olsun diye
for the sake of/ due to the Word of God
Tanrı sözünden ötürü
For the zeal for your house has consumed me,
Çünkü evin için gösterdiğim gayret beni yiyip bitirdi,
For this people's heart has grown dull / has hardened
Çünkü bu halkın yüreği duygusuzlaştı
For this Personal Developement Tests or Expert Advice can be prefered. / Personal development tests or specialized counseling may be preferred for this.
Bunun için kişisel gelişim testleri veya uzman danışmanlıklar tercih edilebilir.
for this reason (n)
Bu nedenle
for this reason (s)
bu sebepten dolayı
for thousands of years
binlerce yıllık
for three minutes
üç dakikalığına
for twenty years
yirmi yıldır
for two months
iki ay
for various reasons (n)
birçok nedenlerden dolayı
for work
iş için
for years
yıldır
for years
yıllarca
For you have been a shelter for me
Çünkü sen benim için sığınak oldun.
for your body
bedeniniz için
forbidden love
yasak aşk
force (kd)
kudret
forced / bound /obliged (m)
mecbur
forced / restrained /stiff
zoraki
foreign / abroad
yurtdışı
foreign currency / Devisen
döviz
foreign language teacher
yabancı uyruklu dil öğretmeni
foreign markets
yabancı pazarlar
foreign national
yabancı uyruklu
foreigner / stranger / foreign
yabancı
forelock / lock hanging over the fronthead
perçem
forester /woodsman /ranger / protector/Förster
korucu
forever
sonsuza dek
forgive me
beni affet
fork
çatal
forked
çatallı
forlon /lonely /orphan / all alone (k)
kimsesiz
form
şekil
Format /style / shape / form
biçim
fortunate / beneficial / good
hayırlı
fortune
servet
fortune /luck /chance (b)
baht
fortuneteller
falcı
Forty
kırk
fossile
fosil
Foster child / adoptive child
manevi evlat
foul /rotten
çürük
foul smelling / evil smelling / stinking / putrid (b)
berbat kokan
foulard / scarf (f)
fular
found with disability /injured / laming
sakatlık bulunan
foundation (e.g. charitable foundation)
vakıf
four by four
dörder dörder
fox
tilki
foxglove /digitalis /Fingerhut /(lit. Thimbleweed)
Yüksük otu
frame
çerçeve
France
Fransa
frankly speaking / strictly speaking /to tell the truth
açıkçası
frankly speaking/ to tell the truth/ in fact / actually / strictly
doğrusu
free (available)(s) / unattached /unrestricted
serbest
free / at liberty (ö)
özgür
free / empty
boş
free as a bird
bir kuş kadar özgür
free from defects
ayıpsız
Free vinegar is sweeter than honey.
Bedava sirke baldan tatlıdır.
Free you have received, give for free !
karşılıksız aldınız, karşılıksız verin.
freezer
dondurucu
French fries
patates kızartması
French people like talking about food.
Fransızlar yiyeceklerden konuşmayı çok seviyorlar
frenzied welcome
coşkulu tezahürat
frequency
frekans
frequent /dense /thick/close
sık
frequent guest
sürekli konuk
fresh
taze
fresh strength
taze güç
friday
cuma
Friday he would work until late.
Cuma günü geç saatlere kadar çalışacaktı.
fridge / Eisschrank
buzdolabı
fried egg / Spiegelei
sahanda yumurta
friend
arkadaş
friend (d)
dost
friendless
dostsuz
friendly (to s.o.)
(birine karşı) dost canlısı
Friends and relatives felicitate each other's New year.
Dost ve akrabalar da birbirinin yeni yıllarını kutluyorlar.
frightfully / horrible / in a disgusting fashion (b)
iğrenç bir biçimde
frog
kurbağa
from / through the cracks in the wall
duvardaki çatlaklardan
from ambitious children up to young people thinking that the art of lockpicking might facilitate their career
kilit kırma sanatının, kariyerlerini kolaylaştırabileceğini düşünen hırslı çocuk ve gençlere kadar
from anger / rage
öfkeden
from behind one of those windows
o pencerelerin bir tanesinin arkasından
from children up to young people
çocuk ve gençlere kadar
from different angles
değişik açılardan
from ethical aspects
etik yönden
from everlasting
ezelden beri
From his lips spilled vengeance prophecies.
Dudaklarından intikam kehanetleri döküldü
from its cellar to the roof
bodrumundan çatısına dek harika
from my anger
öfkemden
from my mouth
ağzımdan
from now on / henceforth (b)
bundan böyle
from the air and the water
havadan sudan
from the beginning of Creation
yaratılışın başlangıcından
from the beginning until the end
baştan sona kadar
from the common burglar to the more sophisticated blackmailers
sıradan hırsızdan, daha sofistike şantajcılara
From the day İhsan's mother had held this little shop he had disliked her, despised her.
İhsan'ın annesinin bu küçük dükkanını tuttuğu günden beri beğenmemiş, hor görmüştü.
from the glaciers
buzullardan
from the group of carnivores
etobur takımından
from the inside of his palm
avucunun içinden
from the inside of his palm a red lightening flashed and
avucunun içinden kırmızı bir şimşek çakıp
from the opposite side
karşı taraftan
from the opposite side of the World Sea
Dünya Denizi'nin karşı tarafından
from the other end of the earth
yeryüzünün öbür ucundan
from the piles of snow
kar yığınlarından
From the place where he was
Bulunduğu yerden
From the place where he was he could see the whole forest that was around him.
Bulunduğu yerden etrafındaki bütün ormanı görebiliyordu.
from the underground
yeraltından
from the very beginning
en başından
From this point on, my grandmother would take over.
Bu noktadan sonrasını büyükannem devralacaktı.
from x onwards / from x until now
X-den bu yana
front commander
cephe komutanı
front door
ön kapı
front wall
ön cephe duvarı
frontage/fassade
ön cephe
frontal attack
cephe taarruzu
frontal muscle (moves face expressions)
alın kası
frontal view
cephe görünüşü
frontal view
cephe görünüşü
frost
kırağı
Fruchtfleisch /pulp
etli kisim
Fruchtmark
meyve eti
frugal /genügsam / sparsam
tutumlu
fruit
meyve
fruit basket /Obstkorb
meyve serpeti
fruit out of season / early grown fruit
turfanda meyve
fruitcake (cake with fruit on top) / Obstkuchen
meyveli kek
fruitcake (with dried fruit)
kuru meyveli kek
fuel / combustible / gasoline
yakıt
fuel / petrol
Benzin
full /filled
dolu
full of holes
delik deşik
full of joy
Neşe dolu
full to the brim
tıka basa dolu
fullmoon
dolunay
fully
Tamamıyla
fumble / bustle / fummeln
koşuşturmak
fun
eğlenceli
fun / entertainment / amusement
eğlence
fund
ödenek
fundamentally flawed
temelinden kusurludur
funnel / Trichter
huni
funny
matrak
funny / ridiculous
gülünç
Funny how fear can affect you.
Korkunun seni nasıl etkilediği gülünç.
furious / enraged / adj
öfkeli
furiously / fiercely
cayır cayır
furniture
mobilya
furthermore /and what's more (h)
Hele de
Fussknöchel / ankle
ayak bileği
galaxy
galaksi
gall (liquid)
ödü
gallop
dörtnal
gambling
kumar
game (not sports)
oyun
gang /band/ mob
çete
garden
bahçe
gardener
bahçıvan
Gardeners came and took those accidentally left behind as well away
bahçivanlar gelip istemeden geri kalmış olanları da el arabalarıyla götürdüler
gardening
bahçecilik
garlic
sarımsak
garnet / Granat
lâl taşı
gazelle (c)
ceylan
Geleceğim Slang (I will come)
gelicem
gem / jewel / precious stone
mücevher
general (mil)
komutan
general name
genel ad
general name given to all primates other than man
insandan başka bütün primatlara verilen genel ad
Generally (speaking) books do not cause much harm, except when you read them (that is).
Genellikle kitaplar çok zarar vermez, okuduğun zaman(lar) hariç.
Generally (speaking) books do not cause much harm.
Genellikle kitaplar çok zarar vermez.
generally recognized as safe
genellikle güvenilir kabul edilen
Generally/ on the whole she thinks it would be best to stay in this work.
Genel olarak bu işte kalırsa daha iyi olacağını düşünüyor.
generation (homonym of belt)
kuşak
generation / posterity / Nachwuchs / progeny / descendance / lineage
nesil
generous (ç)
çömert
genista /Ginster
katırtırnağı
Genitive
ilgi hâli
gentle words
kibar sözler
gentleman
beyefendi
gentlemen
baylar
gently / quietly
usul usul
Genus / Gattung (biol.) (e.g. Felis /echte Katzen)
cins
geography
coğrafya
geologist
jeolog
Germany
Almanya
Germany is a place worth visiting. / deserves to be visited
Almanya çok gidilesi bir yer.
get me out ! / take me out !
Çıkar beni !
Get out / fuck off / out
defol
get out of a tight spot / to escape of a great danger
vartayı atlatmak
Get out of here !
Defol buradan !
Get out of my orchard or I´ll set the dogs on you!
Meyveliğimden çık, yoksa köpekleri peşine salarım!
Get out the beans that are in your mouth / spill the beans / let's hear it / let the cat out of the bag
ağzındaki baklayı çıkar
Get permission (a day off) from the boss
Patrondan izin al!
Get the news from a child or a madman. meaning: They chatter away and reveal secrets that we would not normally hear. near equiv: Children and fools speak the truth
Bir çocuktan bir deliden al haberi.
getting out of their hiding place
Gizlendikleri yerden çıkan
gideceksiniz Slang
Gitçeniz
gift / present
hediye
gigantic /colossal
devasa
gigantic aloe plants
devasa sarısabır bitkileri
gilded / vergoldet
yaldızlı
gilded paint / Goldfarbe
yaldızlı boya
gilt-head bream / Goldbrasse (found in the Mediterranean Sea and the eastern coastal regions of the North Atlantic Ocean. It commonly reaches about 35 centimetres (1.15 ft) in length, but may reach 70 cm (2.3 ft) and weigh up to about 7.36 kilograms. It's
çipura
gin
cin
giraffe
zürafa
girl
kız
girlfriend
kız arkadaş
give back with interest
faiziyle iade etmek
Give me a hug.
sarıl bana
Give us today our daily bread. Matta 6 :11
Bugün bize gündelik ekmeğimizi ver.
Giving a glass of cold water to one of these ordinary people
Bu sıradan kişilerden birine bir bardak soğuk su veren
glacier /ice field
buzul
gladly / with pleasure
memnuniyetle
glass jar
cam kavanoz
gloomy / somber (disturbing feeling)/ for weather: too hot/too humid /too cloudy
kasvetli
gloomy/dim/obscure /dark (l)
loş
glory / splendour / magnificence / majesty / brilliance
görkem
gloves
eldiven
Glubschaugen /goggle eyes
patlak gözler
gnat / moskito
sivrisinek
Gneis (rock /metamorphose of granit/ can contain quarts, potassium,feldspar and sosium feldspar)
gnays
Go away (from here)
Buradan git !
Go make me miss you and then come (back) again
Git özlet kendini yine gel
Go to Russia at Christmas.
Noel'de Rusya'ya git.
goal (in a match)
gol
goats
keçiler
God
Tanrı
God created from the beginning of Creation men as men and woman (female). (Mark 10: 6)
Tanrı, yaratılış başlangıcından insanları erkek ve dişi olarak yarattı.
God helps those who help themselves
Tanrı, kendilerine yardım edenlere yardım eder
God is love. Who lives in love lives in God and God in him. 1. Yuhanna 4:16
Tanrı sevgidir. Sevgide yaşayan Tanrı'da yaşar, Tanrı da onda yaşar.
God will also do His own part of the job. (a fact)
Tanrı da kendi üzerine düşeni yapacaktır.
Goddamn /godforsaken
kahrolası
gold
altın
golden cupolas / goldene Kuppeln
altın kubbeler
golden-haired
altın saçlı
Goldfinch / Stieglitz
saka kuşu
golf
golf
good
iyi
Good and how about you ?
peki ya sen
good fairies
iyi periler
good game
iyi maç
good luck with / congrats to
hayırlı olsun
good luck with it
hayırlı uğurlu olsun
Good luck! (lit. Break the devil's leg) / Hals und Beinbruch
Şeytanın bacağını kır!
Good morning
günaydın
good neighborly relations
iyi komşuluk ilişkileri
good news
müjde
good-humoured / smiling
güler yüzlü
Good. Now I know I can trust you.
İyi. Şimdi sana güvenebileceğimi biliyorum.
goodness
iyilik
goodness shines in a girl's smile
iyilik parlar bir kızın gülüşünde
goods / belongings / articles /luggage / baggage
eşya
goose
kaz
goose feathers
kaz tüyleri
gooseberry / Stachelbeere
bektaşiüzümü
gooseberry compote / Stachelbeerkompott
bektaş üzümü kompostosu
gossip (d)
dedikodu
gourmand / glutton / voracious
obur
government (h)
hükümet
governor / prefect
vali
governorship /proconsulate
valilik
gown (lawyers /judges/wizards) Talar
cübbe - cüppe
grace /elegance (i)
incelik
grace /elegance /refinement /tactfulness /kindness (z)
zarafet
gracefully
zarafetle
gradually /more and more (g.. d.)
gitgide
gradually /more and more (g.. d.)
gitgide
graduated
mezun
gram
gram
Granatapfel /pomegranate
nar
grand / majestic
haşmetli
grandfather
dede
grandmother (maternel)
anneanne
grandmother (n)
nine
grandmother (paternel)
babaanne
grape
üzüm
grapefruit
greyfrut
Graphic representation
çizgesel sunuş
graphik display
grafik sunu
graphite
grafit
grass / grass ground
çimen
grass / herb
ot
grassland / pasture
otlak
grateful
minnettâr
Gravel/ Kies / / Kieselsteine
Çakıl
gravitational fields (the region of space surrounding a body in which another body experiences a force of gravitational attraction.)
yerçekimi alanları
gravity
yerçekimi
great misfortune! Bad break / Pech
büyük şanssızlık
great tit /Kohlmeise
büyük baştankara
greatness / awe / Erhabenheit
ululuk
greatness /grandeur / magnificence (a)
azamet
green
yeşil
green olives
yeşil zeytin
greenish (s)
yeşilimsi
greenish (t)
yeşilimtrak
Greetings
selamlar
grey
gri
grey /brown (old word)
boz
grey goose / wild goose
yaban kazı
greyish (s)
grimsi
greyish (t)
grimtrak
grid lines
ızgara çizgileri
grid lines
ızgara çizgileri
grief /sorrow /low spirits
keder
Gries
irmik
grill (also the rost on a barbecue )
ızgara
Grimace/ Grimasse
Yüz buruşturma
ground (y) / (surface of the) earth
Yeryüzü
ground / floor / place
yer
ground meat / Gehacktes
kıyma
ground, soil, earth
toprak
grounds (coffee) / coffee grounds leftover in the cup
telve
group (t)
topluluk
group /set /team
takım
growth
büyüme
grudge / rancour /spite /malice
garez
grumpy / spiteful / vicious / disagreable / ill tempered
huysuz
guard (k)
koruma
guard (m) /bodyguard /escort / guardian
muhafız
guard/watchman /sentinel (n)
nöbetçi
Guave
Guave
guess my age
yaşımı tahmin et
Guess the meaning
anlamı tahmin et
Guess what (b b) spoken
bil bakalım
Guess what (happened)
Tahmin et noldu
Guess what happened (spoken bb)
Bil bakalım ne oldu
Guess who is here (spoken bb)
Bil bakalım kim geldi
Guess whose birthday is today. (spoken b b)
Bil bakalım bugün kimin doğum günü
guest
misafir
guest / visitor
konuk
guest room
misafir odası
guide / handbook /guide book / directory
rehber
guide book / city guide
şehir rehberi
guilty
suçlu
guitar
gitar
gun
tabanca
Gun barrel /Lauf (Gewehr / Pistole) / Rohr (Kanone)
namlu
guy /bloke
herif
Guy fawkes night (English feast 5/11-king James I survived a murder plot)
Şenlik (ateşi) gecesi
gym
spor salonu
gymnastik
cimnastik
habit / temper / nature / character / humor
huy
hail / Hagel
dolu
hairdresser (b)
berber
hairdresser (k)
kuaför
hairdryer
saç kurutma makinası
hairpin /bobby pin
toka
hairy / feathered
tüylü
half (of it) black, half (of it) white
yarısı siyah, yarısı beyaz
half (noun) (also in sport match)
yarı
half a bundle of parsley
yarım demet maydanoz
half a smile (unwanting)
isteksiz bir gülüş
half a year
yarım yıl
half an hour earlier
yarım saat önce
Half of his food was finished.
yiyeceklerinin yarısı bitmişti.
half of the times he tried
denediği zamanların yarısında
half term /semester
yarı yıl
half-time
devre arası
half-way /half-baked /superficial /after a fashion
yarım yamalak
halfway decent (which can be counted as decent)
düzgün sayılabilecek
hall / lobby (h)
hol
hallucination
sanrı
hammer
çekiç
hammerhead shark/Hammerhai
çekiç balığı
hamster
hamster
hand
el
handball
hentbol
handcuff
kelepçe
handcuff /wristlet
kelepçe
handkerchief
mendil
handle /Griff
sap
handle /grip / Griff
kulp
handrail /rail (t)
tırabzan
handsaw
el testeresi
handsome
yakışıklı
hang in there / be patient / grit your teeth /grin and bear it! Lit. Beiß die Zähne zusammen.
sık dişini
hang on
bekleyin
hanging, suspended, dependent, pendant, pendent, pending
asılı
happiness
mutluluk
happy
mutlu
Happy birthday
iyi ki doğdun
Happy Birthday !
Doğum günün kutlu olsun !
Happy holidays !
iyi tatiller!
Happy is the country which has no history !
Ne mutlu tarihi olmayan bir ülkeye !
Happy New Year
Mutlu Yıllar
hard / tough / difficult / rough
çetin
hard working / diligent / fleissig
çalışkan
harder than than (any) the oldest people remembered
en yaşlı kişilerin hatırladığından daha zorlu
hare / Hase
kır tavşanı
harmless
zararsız
harmony /unity /accordance /concord (a)
ahenk
Harry Potter was a magician.
Harry Potter bir büyücüydü .
Harry, who felt that his face was very red for good
Yüzünün resmen kıpkırmızı olduğunu hisseden Harry
harvest (h)
hasat
Has the jury reached a verdict?
Jüri bir karara ulaştı mı?
Has the passport you(pl) lost been found?
Kaybettiğiniz pasaport bulundu mu?
Has the passport you(sg) lost been found?
Kaybettiğin pasaport bulundu mu?
Hasan, as soon as he goes home, he will (immediately) change his Facebook profile.
Hasan evine gider gitmez Facebook profilini değiştirecek.
hashish / secret
esrar
Haste makes waste. transl: "The devil gets involved in things hastily done."
Acele işe şeytan karışır.
hastily
telaşla
Hastily she added at once...
Aceleyle hemen ilave etti...
hastiness / rashness / speediness / impetuosity
acelecilik
Hastiness causes people to make mistakes (drops them to error)
Acelecilik insanı yanılgıya düşürür.
hasty/ impatient / impulsive (i)
ivecen
hat
şapka
hatred
nefret
hatred (k)
kin
haughtiness /disdainfulness
mağrurluk
Have a nice journey
güle güle gidin
Have a nice weekend !
İyi haftasonları !
have a run of bad luck
bir dizi şanssızlık yaşamak
have a safe flight
iyi uçuşlar
Have breakfast in the mornings.
Sabahleyin kahvaltı yap.
Have mercy (pity) on me
Halime acı
have you considered getting glasses?
gözlük almayı düşündün mü?
Have you got lockers ?
Kilitli dolaplarınız var mı ?
have you heard from her since yesterday?
dünden beri ondan bir haber aldın mı?
Have you lost your mind?
aklını mı kaçırdın?
Having tassel (that is) hanging at/from its end
ucundan bir püskülün sallandığı
hawk
şahin
hayloft / Scheune / Heuboden
samanlık
hazelnut
fındık
hazırlayacağım Slang (I will prepare)
hazırlıycam
He (they) regain(s) new/ fresh strength
Taze güce kavuşur
He /she / it / that
o
He a lot (a pile/heap/bunch) of work to do today.
Bugün yapacak bir yığın işi vardı.
He adjusted (a) the wireless frequency.
Telsizin frekansını ayarladı.
He aligned them in a semi circle facing the door
Onları kapıya dönük bir yarım çember şeklinde dizdi.
He allowed him to look at the textbook.
Ders kitabına bakmasına izin verdi.
He allowed me to look at the textbook.
Ders kitabına bakmama izin verdi
He also never understood that peopledid bad things for money, because he didn't care for money. (didn't give importance too)
O da insanların para için kötü şeyler yapmasını hiç anlamıyordu çünkü kendisi paraya hiç önem vermez.
he always criticizes me
o hep beni eleştiriyor
He always had wanted to make sure (now it's too late)/ He would have wanted to make sure (had there been an opportunity)
Emin olmak isterdi
He asked as if for the sake of keeping up the conversation
sanki laf olsun diye soruyormuş gibi
he asked her out on a date
ona çıkma teklif etti
He ate the show breads which only the priests could eat.
O, ancak kâhinlerin yiyebileceği adak ekmeklerini yedi.
He beat the frontdoor with his fists.
ön kapıyı yumrukladı
He became famous in all Europe by this book of him.
Bu kitabıyla tüm Avrupa'da ünlendi.
He began (k) inspecting anxiously the closed shutters.
evhamlı bir şekilde kapalı panjurları incelemeye koyuldu.
He began to (k) inspect / Il se mit à inspecter
incelemeye koyuldu
He began to anxiously examine the closed window shutters as if the landlady was watching them from behind one of those windows
sanki ev sahibesi o pencerelerin bir tanesinin arkasından onları gözetliyormuşçasına evhamlı bir şekilde kapalı panjurları incelemeye koyuldu.
He began to snore
horlamaya başladı
He began to study (examine) the security camera
güvenlik kamerasını incelemeye başladı.
He began to think
düşünür oldu
He began to think of x-ing
x- meyi düşünür oldu.
He began to x
x-ir oldu
he believed /he was convinced (k)
kanısındaydı
He bought that car twenty years ago.
o arabayı yirmi yıl önce aldı
He brushed absentmindedly his completely messy black hair out of his face which fell over his eyes.
Gözlerinin önüne düşen darmadağınık siyah saçlarını dalgınlıkla yüzünden çekti.
He burned the forest piece by piece
Ormanı parça parça yaktı.
He buys two bagels and eats half a bagel, one and a half bagels he throws to the seagulls.
İki simit alıyor ve yarım simidi yiyor, bir buçuk simidi martılara atıyor.
He called me just now
O demin beni aradım
He came to witness to/of the light.
Işığa tanıklık etmeye geldi.
He can't bind books like your father.
O, baban gibi kitap ciltleyemez.
He can't lose weight as easy as he used to.
Eskiden olduğu kadar da kolay kilo veremiyor.
He cannot be compared to ordinary people like you.
Senin gibi sıradan insanlarla kıyaslanamaz
He carefully loosened the tension of the bow and proceeded.
Dikkatle yayın gerginliğini gevşetip ilerledi.
He carried them on his wings
onları kanatları üzerinde taşıdı
He caught Meggie's eye
Meggie'yle göz göze geldiler
He clenched his thin hands to a fist and...
İnce ellerini yumruk yapıp
He climbed onto a high piece of granit.
Yüksek bir granit parçasının üstüne çıktı.
He closed (clapped ) his hand over his mouth.
Elini ağzına kapattı.
He closed the door.
Kapıyı kapattı.
he continued non stop
durmadan devam etti
he could not give more of his attention
dikkatini fazla veremedi
He could not hear what he said.
ne söylediğini duyamadı
He could not hear.
Duyamadı.
he could not stand him / he dislıked him
onu katlanamıyordu
He could only get out a croak.
Ancak bir gıklama çıkarabildi.
He couldn't afford to buy meat.
Et satın almaya gücü yetmezdi.
He couldn't get the result he wanted.
İstediği sonucu elde edemedi
He couldn't see the second part of the way.
Yolunun ikinci kesimini göremiyordu.
He couldn't take the consequence/result
Sonucu göze alamadı.
He decided not to dare it
Bunu göze alamayacağına karar verdi
He decided to leave cigarettes (quit smoking)
Sigarayı bırakmaya karar verdi.
He decided to quit smoking.
Sigara içmeyi bırakmaya karar verdi.
He decided to work.
Çalışmaya karar verdi.
He did not care anymore
Artık aldırmıyordu
He did not even have to be there.
Onun oralarda olması bile gerekmiyordu.
He did not like to think that he loved his little niece merely (s) because he had returned home.
Küçük yeğenini sade eve döndüğü için sevdiğini düşünmek hoşuna gitmiyordu.
He didn't dare
cesaret edemedi
He didn't fancy the others knew it either.
Diğerlerinin de bunu bildiğini sanmıyordu.
He didn't have a light schedule in a long time.
Uzun zamandır hafif bir programı olmamıştı.
he didn't have to (m) wait for him
onu beklemeye mecbur değildi
he didn't mean it
onu demek istemedi
He didn't show any reaction.
Hiçbir tepki göstermedi
He didn't want the girl to worry about him.
Kızın kendisi için endişelenmesini istemiyordu.
He does not have as much as he used to have.
Eskiden olduğu kadar zamanı olmuyor.
he does not have other information than that
bunun dışındaki bilgilere hâkim değil
He does not have poor guy said to himself
'Zavallı' kendine dedirtmez
he does not mention an ablativ
x-den söz etmiyor
He does not seem to like me
benden hoşlanıyor gibi görünmüyor.
He does not seem to like me
benden hoşlanıyor gibi görünmüyor.
he doesn't believe (aorist)
o inanmaz
He doesn't like fish.
balık sevmez
He doesn't like meetings very much.
Toplantılardan çok hoşlanmaz.
He doesn't like this kind of pressure.
Bu tarz bir baskıyı sevmiyor.
he doesn't pour out his heart to anybody
dertleşmez kimseyle
He doesn't speak German or any such thing. (Spoken language)
Almanca Malmanca bilmiyor.
He doesn't talk much (lit. He has a mouth, he doesn't have a tongue)
ağzı var dili yok
he doesn't want
istemez
he doesn't want to wait
beklemek istemez
He doesn't want to pamper/indulge the other.
Karşısındakini şımartmak istemez o.
He drew (g) his bow with a sure (of himself) touch
yayını kendinden emin bir dokunuşla gerdi
He drives as if he were drunk.
O sarhoşcasına arabasını kullanır.
He enjoyed all of them.
O hepsinden zevk alırdı.
He enjoyed all the criminal types who were his usual pupils at the stronghold, from the common burglar to the more sophisticated blackmailers, ambitious children and young people who thought the art and science of lockpicking could facilitate their career
O, kalede kendisinin her zamanki öğrencileri olan tüm suçlu tiplerinden - sıradan hırsızdan, daha sofistike şantajcılara ve kilit kırma sanatının, kariyerlerini kolaylaştırabileceğini düşünen hırslı çocuk ve gençlere kadar - hepsinden zevk alırdı.
He enjoyed all the criminal types who were his usual pupils at the stronghold.
O, kalede kendisinin her zamanki öğrencileri olan tüm suçlu tiplerinden zevk alırdı.
he exposes enormous contradictions
muazzam çelişkileri gözler önüne seriyor
He expressed that, he does not have other information than this.
Bunun dışındaki bilgilere hakim olmadığını ifade etti.
He falls (d) asleep immediately
O hemen uykuya dalar
He feeds (b) the worm to his kids.
Yavrularını solucanla besliyor.
He feeds them
O onları doyurur.
He feels exhausted and frustrated.
O tükenmiş ve sinirli hissediyor.
He feels nervous (g) because he doesn't go to many parties.
Çok fazla partiye gitmediği için gergin hissediyor.
He felt a bit foolish himself for wanting to check that Tam was still there
Tam'ın hâlâ orada olduğundan emin olmak istediği için kendini biraz aptal gibi hissediyordu
he felt much better
çok daha iyi hissetti
he fingered the symbol
simgeyi elledi
He finished (t) his prayer breathlessly as if he had been running ten miles.
duayı, on mil koşmuş gibi, nefes nefese tamamladı.
He fixed his eyes on the mirror-flat watersurface / Er starrte auf die spiegelglatte Wasseroberfläche.
Gözlerini suyun ayna kadar düz yüzeyine dikti.
He forced the voice speaking in the back of his mind to silence.
Zihninin gerisinde konuşan sesi susturdu.
he forgot to adress her as Your Majesty
ona 'Majesteleri' diye hitap etmeyi unutmuştu
He forgot to make
yapmayı unuttu
He frowned even worse (The man's eyebrows were more wrinkled)
Adamın kaşları daha fena çatıldı
He gambles to earn money.
Para kazanmak için kumar oynuyor
he gathered himself
kendini topladı
He gave each a plate with a huge slice of the wood redberry, half an acorn and steamed white maggots inside.
Her birimize içinde kırmızı orman meyvesinden kocaman bir dden kocaman bir dilim, ysrım meşe palamudu ve buharda pişirilmiş beyaz kurtçukların olduğu birer tabak verdi.
He gave me his word of honor
Bana şeref sözü verdi
He gives me a present every day.
bana her gün bir hediye veriyor
He goes to the jeweler
kuyumcuya gider
He got a bunch /heaps of adresses, made (plenty of) phone calls.
Bir yığın adres almış, telefonlar etmişti.
He got excited
Heyecanlandı
He had a conical red hat with a long golden tassel at its end on his head
Başında, ucundan uzun, altın bir püskülün sallandığı kırmızı bir külahı vardı
He had a giant jetblack moustache.
Koskoca kapkara bir bıyığı vardı.
He had a scary face.
Korkutucu bir yüzü vardı.
he had a sor throat
boğazı şişti
He had a very good memory /Il avait une très bonne mémoire /Er hatte ein sehr gutes Gedächtnis.
çok iyi bir hafızaya sahip oldu
He had become our benefactor /guardian
velinimetimiz oldu
he had less hair than that guy
şu adamdan daha az saçı vardı
He had never in his life tasted anything more delicious (lit. seen the taste of...)
hayatında bundan daha lezzetli bir şeyin tadına bakmamıştı
He had never thought ( +-iğini)
Hiç düşünmemişti
He had not (properly) gone out to the street
doğru dürüst sokağa çıkmamıştı
He had plenty of work clothes.
Bol bir iş giysisi vardı.
He had retreated to a cavity where he hoped not to attract attention.
Dikkat çekmeyeceğini umduğu bir oyuğa çekilmişti
He had suffered much.
Çok acı çekmişti.
He had to go to a meeting.
Bir toplantıya gitmesi gerekiyordu
He had woken up from (with) an owl's howl
O, bir baykuş feryadıyla uyanmıştı
He has a lot of meetings with clients.
Müşterileriyle birçok toplantı yapar.
He has a pistol to protect himself.
Kendini korumak için bir tabancası var.
He has already a phone but he wants a new one.
Zaten bir telefonu var ama yenisini istiyor.
he has always treated her well
ona her zaman iyi davrandı
He has become the friend (d) of tax collectors and sinners.
Vergi görevlileri ve günahkârlarla dost oldu.
He has got an analytical mind.
Analitik bir zekası var.
He has lots of homework.
Bir sürü ödevi olur.
He has never time for cleaning.
Temizliğe asla zamanı olmaz.
He has no clean socks.
Hiç temiz çorabı yok.
he has other things to do
yapması gereken başka şeyler var
He has some time off.
Biraz izni var.
he has the intention
niyetinde
He has the intention to graduate.
mezun olmak niyetinde
He hasn't spoken to me in a long time.
Benimle uzun süredir konuşmamıştı.
He hates housework.
O ev işlerinden nefret ediyor.
He hates reading the newspaper.
Gazete okumaktan nefret eder
He heard the click.
tıkırtıyı duydu
He held his spear.
Mızrağını tuttu.
He hopes he won't be late for work.
İşe geç kalmayacağını umuyor.
He hopes his girlfriend will like the neckless.
Kız arkadaşının kolyeyi beğeneceğini umuyor.
He hopes it will last a long time. (not get broken)
Uzun süre dayanacağını umuyor.
He hopes that he will be able to solve this problem.
Bu problemi çözebileceğini umuyor.
He hopes that the boss will give him more opportunities to work.
Patronun ona çalışma daha çok fırsatı vermesini umuyor.
He hopes the boss will give him the apple.
Patronun ona elmayı vermesini umuyor.
He idly played with the idea whether the servants would have to be disposed of after this meeting.
Hizmetkârların bu toplantıdan sonra katledilmesinin gerekip gerekmeyeceği üzerine aylak aylak fikir yürüttü.
He increases the force of the powerless
takati olmayanın kudretini artırır
He is a kind, very calm and romantic man.
O iyi kalpli, çok sakin ve romantik bir adam.
He is a little sad, because he doesn't have a girlfriend.
Biraz üzgün çünkü kız arkadaşı yok.
he is accused of spying
casusluk yapmakla suçlanıyor
He is afraid to be fired if he makes one more mistake
Bir hata daha yaparsa kovulacağından korkuyor.
He is always late for work.
İşe hep geç kalır.
He is at present in the inn.
Şu anda handa.
He is especially good at playing the guitar
özellikle gitar çalmada iyi
He is going to a pub.
Bir bara gidiyor.
He is going to the museum this afternoon.
bu öğleden sonra müzeye gidecek
he is good at piano playing
piyano çalmada iyi
He is in a room.
Bir odada.
He is mad at you
Sana küsmüştür
He is nervous. (g)
gergindir
He is never happy
hiçbir zaman mutlu değil
He is not bored.
O sıkılmıyor.
He is not like his brother. He is very different from him.
O erkek kardeşine benzemez. O ondan çok farklı.
He is obliged by ethical aspects
etik yönden zorunludur
he is obliged to be such
öyle olmaya zorunludur
He is one metre seventy-five centimetres
o bir metre yetmiş beş santim
He is surfing on Internet every evening.
Her akşam intertnette sörf yapıyor.
He is ten years old yet (h) but don't underestimate him. He is very clever.
Henüz on yaşında ama onu küçümseme. Çok zeki.
He is the luckiest person I know
o tanıdığım en şanslı insandır
He is too young to go to school.
O okula gitmek için çok küçük.
He is too young to go to school. (g.k.)
O okula gidemeyecek kadar küçük.
He is trying to start his car.
Arabasını çalıştırmaya çalışıyor.
He is twelve years old.
On iki yaşında.
He is very busy every day. ( Lit. His days pass very busy)
Günleri çok yoğun geçer.
he is very nerveous /uneasy about it
onunla ilgili çok tedirgin
He is wandering around the palace.
O, sarayda dolanıyor.
He is watering the flowers.
O, çiçeklere su veriyor. - O, çiçekleri suluyor .
he isn't very clever, is he?
o çok zeki değil, öyle değil mi?
he jumped (s) back
geriye sıçradı
he jumped and landed.
atlayıp indi
He kept fidgeting /er zappelte unaufhörlich
kıpır kıpır duruyordu
he kept on doing it (just to annoy me)
devam edip duruyordu
he kept repeating
tekrarlayıp duruyordu
He knew from experience
Deneyimlerinden biliyordu
He landed in front of the Elf.
Elfin önüne indi.
He leaned against the tree trunk.
Ağacının gövdesine yaslanmıştı.
He leaned against the wheel of the wagon
Arabanın tekerine yaslandı
He leaned(y) against the cart and reposed (d) his arm on the brandy barrel
Arabaya yaslanıp brendi fıçısına kolunu dayadı.
He let out a bellow like an angry bull
kızgın bir boğa gibi bir böğürtü kopardı
He lifted his right hand up.
Sağ elini kaldırdı.
He likes coffee
kahve sever
He likes to play games on his computer.
Bilgisayarında oyun oynamayı sever.
He looked fixedly at him
Dik dik baktı ona.
he looked like a monster
bir canavara benziyordu
He looked only occasionally at the tracks.
İzlere yalnızca ara sıra bakıyordu.
He looked straight at me.
Doğrudan bana bakıyordu.
He loosed (lit. threw) an arrow at the bounding deer.
oku sekerek koşan geyiğe doğru attı.
He lost himself (got crazy) uttering ( the name of ) Hadiye
Hadiye deyince deli olurdu.
He loves/adores (b) icecream.
Dondurmaya bayılır.
He lowered his voice.
Sesini alçalttı.
He made a bunch of plans
Bir sürü plan yapmıştı
He made me a bed from squirrel furs (p)
Bana sincap postlarından bir yatak yaptı.
He makes a living from this.
Bununla geçiniyor.
he mentionned that the store was closed at noon
mağazanın öğlen kapandığını belirtti
He missed the castle (ş) with its hidden passages and its ghosts
Gizli geçitleri ve hayaletleriyle şatoyu özlüyordu.
he moved his lips and whispered a single word
dudaklarını kıpırdatıp tek bir kelime fısıldadı
He moved the balls so fast (ç) in the air that Meggie's head turned when she watched (i) him.
topları havada o kadar çabuk hareket ettiriyordu ki onu izlerken Meggie'nin başı döndü.
He moved the collar of his wool garment closer to his neck.
Yün giysisinin yakasını boynuna yaklaştırdı.
he moved with a swiftness/an agility that denied his age
yaşını inkâr edecek bir çeviklikle hareket ediyordu.
He narrowed (squeezed) his eyes and smiled
Gözlerini kısıp gülümsedi
He needed to see a lot of clients.
Birçok müşteriyi araması gerekiyordu.
He needs a new computer.
Yeni bir bilgisayara ihtiyacı var.
He neither grows tired nor weak
Ne yorulur ne de zayıflar
He never forgets to say please and thank you.
Asla lütfen ve teşekkür ederim demeyi unutmaz.
He never goes there in particular.
Hele oraya hiç gitmez.
He never leaves me alone.
Beni hiç yalnız bırakmaz.
He never looses hope and believes that everything is going to be all right.
Hiçbir zaman umudunu kaybetmez ve her şeyin yoluna gireceğine inanır.
He noticed that he forgot his pen.
kalemini unuttuğunu fark etti.
He only is my rock.
Tek kayam Odur.
He only is my salvation.
Tek kurtuluşum Odur.
He only is my stronghold
Tek kalem Odur.
He only looked at me. (The only thing he did was to look at me)
Tek yaptığı bana bakmıştı.
He opens the radio to listen to the news.
Haberleri dinlemek için radyoyu açar.
he pissed me off / it made me nervous
beni sinir etti
He pissed me off.
Beni gıcık etti.
He pointed out that the claims do not reflect the truth.
iddiaların gerçeği yansıtmadığını belirtti.
He pointed out that the deal (agreement) would not only be on paper.
Anlaşmaların yalnızca kağıt üzerinde kalmayacağını söylediklerini belirtti.
He pointed out that the person was an employe working at the city hall
O, kişinin belediyede çalışan bir işçi olduğunu belirtti.
He prefered rather driving by car than to walk.
Yürümekten ziyade araba sürmeyi tercih etti.
He prepares food for hungry customers.
Acıkan müşterilere yemek hazırlar.
He pressed his teeth together, so they would not rattle.
takırdamasınlar diye dişlerini sıktı.
He proceeded (d) towards the door
kapıya doğru davrandı
He pulled his earplugs off
kulaklıklarını çıkardı
He pushed the door open.
Kapıyı iterek açtı.
He put his hands on them and blessed them.
Ellerini üzerlerine koyup onları kutsadı.
He put out the fires on his way
Yolundaki yangınları söndürdü
He ran all the way to school.
Ta okula kadar koştu.
He rang the door bell.
O kapı zili çaldı.
he reaps
biçer
He requested that one of the gentlemen or the lady should come (t. e.) by all means.
O, beyefendilerden birinin veya hanımefedinin behemsal teşrif etmelerini rica ediyordu.
He ressembled the squirrels of a cartoon.
çizgi filmlerindeki sincaplara benziyordu
he robbed the bank in broad daylight
bankayı güpegündüz soydu
He rolled his eyes.
Gözlerini yuvarladı.
He rubbed his head.
Kafasının üstüne ovaladı.
He runs but doesn't grow weak
Koşar ama zayıf düşmez
He said he did not need this.
buna ihtiyaç duymadığını söyledi
He said I could work
çalışabileceğimi söyledi
he said I was qualified
kalifiye olduğumu söyledi
He said she should not spend her strength.
kadının gücünü harcamaması gerektiğini söyledi.
he said slyly
dedi sinsi sinsi
He said that he never intended such a thing
Hiç de böyle bir şey kastetmediğini söyledi.
He said that the success of the new product was in her hands.
O, yeni ürünün başarısının onun elinde olduğunu söyledi.
He said the same things again and again since the beginning of his lecture.
Konuşmasının başından beri aynı şeyleri söyleyip durdu.
He sat down and loosened his tie.
Oturup, kravatını gevşetti.
He sat down at the queen's feet
kraliçe'nin ayaklarının dibine oturdu
He sat like frozen to his chair.
Koltuğunda donakalmıştı
He sat on the lounge chair (Liegestuhl)
Şezlonga oturdu
He saw that they wanted to go out.
Dışarı çıkmak istediklerini gördü.
He saw the dace expression of those who wanted to go out.
Dışarı çıkmak isteyenlerin yüz ifadesini gördü.
He saw the dace expression of those who wanted to go out.
Dışarı çıkmak isteyenlerin yüz ifadesini gördü.
he saw them falling down
Düştüklerini gördü
He saw this drop shining like a diamond in the air.
Havada elmas gibi parlayan bu damlayı gördü.
He saw those who wanted to go out.
Dışarı çıkmak isteyenleri gördü.
He saw three of his men falling down
adamlarından üçünün düştüklerini gördü
He scanned the tracks
izleri taradı
He scared me.
Beni korkuttu.
He scratched his nose.
Burnunu kaşıdı.
He searched for an answer that his mind would be able to grasp without getting split in two.
Zihninin ikiye bölünmeden kavrayabileceği bir yanıt aradı.
He secretly threw a slice of Salami into his backpack.
Sırt çantasına gizlice bir dilim salam attı.
He seemed a little troubled. I asked if there was anything; He did not share. I did not put my nose into it.
Biraz sıkıntılı görünüyordu. Bir şey olup olmadığını sordum; paylaşmadı. Ben de daha fazla kurcalamadım.
He seemed refreshed
tazelenmiş görünüyordu
He seemed to never grow up.
O asla büyümüyor gibiydi.
he seems to be a clever politician, doesn't he?
zeki bir politikacı gibi görünüyor, öyle değil mi?
He seized/ grapped the desk lamp
masa lambasını kavradı
He seized/ grapped the desk lamp
masa lambasını kavradı
He seized/ grapped the desk lamp
masa lambasını kavradı
He shook his head disapprovingly
onaylamayarak başını salladı.
He shook his head.
Başını salladı.
he sighed
iç(ini) çekti
he skillfully was keeping his balance
beceriyle dengesini koruyordu
He slept during the day and worked at night.
Gündüz uyuyup gece çalışıyordu.
He smiled mysteriously.
Esrarengiz bir şekilde gülümsedi.
He sniffed /turned up his nose at the murmur echoing in the arched room like the gabbling of geese
kemerli odada kazların usul gevezelikleri gibi yankılanan mırıltıya burun kıvırdı
he sows
eker
He spoke Turkish very well.
Türkçe'yi çok iyi konuşurdu.
He spun around cursing.
küfrederek döndü.
he started despising the house
evi yadırgar olmuştu
he still cares about his ex girlfriend
eski kız arkadaşını hâlâ umursuyor
he stood a few steps behind (g) them and
o onların birkaç adım gerisinde durup
He stood a few steps behind (g) them and began (k) to anxiously inspect the closed window shutters.
o onların birkaç adım gerisinde durup evhamlı bir şekilde kapalı panjurları incelemeye koyuldu.
He stooped to hide (g) his height.
Boyunu gizlemek için kamburunu çıkardı.
He straightened quickly.
Çabucak dikleşti.
He strengthens the tired
Yorulanı güçlendirir
he struggled to his feet
zorlanarak doğruldu
He takes them to pieces, puts a spell on them (and)reassembles them again.
Parçalarına ayırır, büyü yapar, yeniden birleştirir.
He talked quietly.
sessizce konuştu.
He talks as if he knows everything.
Her şeyi bilircesine konuşuyor
He thinks (s) I was trying to deceive/trick him.
Onu kandırmaya çalıştığımı sanıyor.
He thinks it's boring
(Onun) sıkıcı olduğunu düşünüyor.
He thinks of buying a motorbike instead of the car.
O araba yerine motorsiklet almayı düşünüyor.
He thinks they are boring.
Onların sıkıcı olduğunu düşünüyor.
He thought he might have been going north instead.
Onun yerine kuzeye gidiyor olabileceğini düşündü.
He thought he might have been going north instead.
Onun yerine kuzeye gidiyor olabileceğini düşündü.
He threw a quick glance/ He quickly glanced
hızlı bir bakış fırlattı
He threw a snowball at me.
Bana bir kartopu attı.
He told me to go / He told me that I should go
bana gitmem gerektiğini söyledi
He took a deep breath
Derin bir nefes aldı.
He took another breath.
Bir nefes daha aldı.
He took his backpack that was standing at his feet
ayaklarının dibinde duran sırt çantasını aldı.
He took my backpack and took every bit and piece out scrutinizing.
Şırt çantamı almış içindekileri didikliyordu.
He took one (glass) , having no intention to drink it.
Bir tanesini, içmeye hiç niyetlenmeden aldı.
He tossed his sword at a tree.
Kılıcını bir ağaca doğru savurdu.
He treated him like a bomb that might explode any moment.
O ona her an patlayacak bir bombaymış gibi davranıyordu.
He trembled crouched in the figure's shadow.
figürün gölgesine sinmiş, titriyordu.
He tried not to be rude
bir kabalık yapmamaya çalışıyordu
He tried to behave normal (as usual)
olağan davranmaya çalıştı
He tried to imagine it.
Hayal etmeye çalıştı.
he tried to laugh
kahkaha atmaya çalıştı
He twisted his lip in a fashion.
Dudağını bir şekilde büktü.
he used it in a speech (n)
nutkunda kullanmıştı
He uses his computer a lot.
O, bilgisayarını çok kullanır.
He waited for the pain that would never leave completely to subside.
Hiçbir zaman tam olarak terk etmeyecek olan acının dinmesini bekledi.
he walked and walked
gide gide .... vardı
He walked to the narrow valley where he was sure the deers would rest.
geyiklerin dinlendiğinden emin olduğu dar vadiye doğru yürüdü.
He walked with a steady stride without paying attention to the wind.
Rüzgâra aldırış etmeden telaşsızca yürüyordu.
he wanted rather meat than bread
ekmekten ziyade et istedi
he wanted the help of a classmate
sınıf arkadaşının yardımını istedi
He wanted to see the textbook of a classmate.
Sınıf arkadaşının ders kitabına bakmayı istedi.
He wants his beer rather cold than lukewarm
Birasını ılıktan ziyade soğuk istiyor
He wants to be alone.
yalnız kalmak istiyor
he wants to see the world
dünyayı görmek istiyor
he wants to travel the world
dünyayı gezmek istiyor
He warned them not explain (that would not explain) who he was
Kim olduğunu açıklamamaları için onları uyardı.
He was (from now on / at that) to confused to understand what was asked.
Artık ne sorulduğunu anlamayacak kadar şaşkındı.
He was a great borrower of books but did not care much to return them.
O, bol bol kitap ödünç alan ama geri vermeye pek yanaşmayan biriydi.
he was a little disappointed
birazcık hayal kırıklığına uğradı
He was a minister
bakanlık yapmış
He was a regular (constant) client here.
O, buranın devamlı müşteri.
He was always in his corner, always starting to despise the house.
Daima köşesinde, daima evi yadırgar olmuştu
He was as far as possible from being normal.
O normal olmaktan alabildiğine uzaktı.
He was clad in black and silvery tones
Siyah ve gümüşi tonlarda giyinmiş
He was cled in black clothes that didn't sway, that remained motionless when he moved
hareket ederken dalgalanmadan kımıltısız duran siyah giysilere bürünmüştü
He was completely harmless
O tamamen zararsızdı
He was confused by what was said in the lesson. / He mixed up...
Derste anlatılanlardan kafası karışmıştı.
he was covered (Pqpf) with soot
kurumla örtülmüştü
He was determined not to say a thing
bir şey söylememekte kararlıydı.
He was excitedly moving / Er zappelte aufgeregt
kıpır kıpırdı
He was fired because he prayed.
namaz kılıyor diye işten atıldı
He was gorgeous (magnificent) More than gorgeous, he was beautiful.
Muhteșemdi. Muhteşemden de öte, çok güzeldi.
He was grateful that the fires were cold, otherwise ...
Ateşlerin soğuk olmasına şükretti, aksi hâlde...
He was held under house arrest.
ev hapsinde tutuluyor.
He was her only relative (y)
Tek yakını oydu.
he was in the middle of x-ing
X-maktaydı x- mekteydi
He was in the world, the world came to being through him (with his mediation) but the world did not know him.
O, dünyadaydı, dünya Onun aracılığıyla var oldu, ama dünya Onu tanımadı
he was keeping his balance
dengesini koruyordu
he was man of the match
maçın adamıydı
He was one of You Know Who's closest supporters
Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'in en sıkı destekçilerinden biriymiş
He was ready to draw the arrow in a single movement
Tek harekette oku çekmeye hazırdı.
he was shot (not: he was beaten)
vuruldu
He was talking about that stupid(s) dinner party.(d)
O salak akşam yemeği davetinden söz ediyordu.
He was the only hunter near Carvahall who had the courage to track game.
av izi sürme cesareti gösteren Carvahall yakınındaki tek avcıydı o.
He was the only hunter near Carvahall.
Carvahall yakınındaki tek avcıydı o.
He was very pleased with my compliment.
O, iltifatımdan çok hoşnuttu.
He was very pleased with that compliment.
O iltifattan çok hoşnuttu.
He was watching the path.
patikayı gözlüyordu
He watched the car approaching
arabanın yaklaşmasını izliyor
He watched the situation with disapproval but he did not dare to intervene.
Bu durumu onaylamadan seyretti ama müdahale etmeye cesaret edemedi.
he weakens
zayıflar
He wears his glasses like a power charm, like a magical weapon, behind this glass curtain he becomes almost invisible.
gözlüğünü, bir kudret tılsımı, büyülü bir silâh gibi gözlerine takar, bu cam perde arkasında adeta görünmez olur
he weighed the possibilities and....
olasılıkları tartıp
He went to a place as far as possible from his home.
O, kendi evinden alabildiğine uzak bir yere gitti.
He who does not load/take his cross and come after me is not worthy (l) of me.
Çarmıhını yüklenip ardımdan gelmeyen bana layık değildir.
He who looks for a friend without blemish remains friendless.
Ayıpsız dost arayan dostsuz kalır.
He who loves his mother or his father more than he loves me is not worthy (l) of me.
Annesini ya da babasını beni sevdiğinden çok seven bana layık değildir.
He who must not be named (the person whose name must not be mentionned/commemorated)
Adı Anılmaması Gereken Kişi
He who searches will find his master and his trouble (b). -a warning
Arayan mevlasını da bulur, belasını da.
He who steals a little will also steal a lot.
Azı çalan çoğu da çalar.
He who steals a little will also steal a lot.
Azı çalan çoğu da çalar.
He will bring forth justice with/in faithfulness
Adaleti sadakatle ulaştıracak
he will come back in a week
Bir haftaya dönecek
He will come to you (whether he likes it or not)
O, sana tıpış tıpış gelecek.
He will disturb continuously
rahatsız edip duracak
He will find a way to help
yardım etmenin bir yolunu bulacak
He will have to go more often to the dentist.
Dişçiye daha çok gitmesi gerekecek.
He will not break the crushed reed (k)
Ezilmiş kamışı kırmayacak
He will not quarrel and shout.
çekişip bağırmayacak
He will not quench the fuming/smoldering wick
Tüten fitili söndürmeyecek.
He will talk nonsense and disturb us continuously
Boş boş konuşup bizi rahatsız edip duracak.
He wiped off the sweat on his face with his sleeve
Yüzündeki teri koluna sildi.
He wiped the counter with an old (worn) rag (piece of cloth)
Tezgâhı eskimiş bir bez parçasıyla siliyordu.
he wished that he had worn
o giymiş olmayı isterdi
He won't give up on his plans without a fight
Savaşmadan planlarından vazgeçer.
He worked as a prefect
valiliklerde bulunmuş
He worked as a prefect many times in many locations
önceleri birçok valiliklerde bulunmuş
He works in an office.
Bir ofiste çalışıyor.
He would continue to be in many films and remain popular.
Birçok filmde olmaya devam edecek ve popüler olarak kalacaktı.
He would continue to eat until exploding
çatlayana kadar yemeye devam ederdi
he would find it inappropriate, unacceptable, weird
Yadırgar
He would have to go home empty-handed.
eve eli boş dönmek zorunda kalacaktı.
He's a shit(ty guy)
Bok(tan) herif o
he's a very talented player
çok yetenekli bir oyuncu
he's allergic to nuts
fındık-fıstığa alerjisi var
he's always in the way, isn't he?
o her zaman ayak altında, öyle değil mi?
He's going to take the Ankara plane tonight. (lit. He'll board tonight's Ankara airplane.)
Bu akşamki Ankara uçağına binecek.
He's having some problems with his boss.
Patronuyla bazı sorunlar yaşıyor.
He's hoping the boss will give him the opportunity to work.
Patronun ona çalışma fırsatı vermesini umuyor.
He's interested in languages.
Dillere ilgisi var .
he's the player of the year
o yılın oyuncusu
he's the player of the year
o yılın oyuncusu
he's tired, so he wants to stay at home
yorgun, bu yüzden evde kalmak istiyor
he/they would be discussing (+acc. object)
konuşuyor olacaktı
head
baş
head (k) / mind
kafa
head (ke..)
kelle
head hunter
kelle avcısı
Head of staff / chief
Genelkurmay
head phone
baş kulaklığı
Head physician / Medical superintendent / Consultant / Chief physician
baştabib
headache
baş ağrısı
headfirst / headlong / thoughtlessly / Hals über Kopf
balıklama
headquarters
karargâh
Headquarters
Karargah
heads (ke...) will role
çok kelle gidecek
healing /curing
şifalı
health
sağlık
health (sı)
sıhhat
health care system
sağlık hizmetleri sistemi
healthy
sağlıklı
Hear my cry , O God
Ey Tanrı, yakarışımı işit
Heart (cards)
kupa - kör
heart (k)
kalp
heart / (soul) (y)
yürek
heart / soul / feelings (g)
gönül
heart attack
kalp krizi
heart beats
yürek atışları
heartache /heartbreak
yürek sancısı
heartburn /Sodbrennen (lit. stomach burning)
mide yanması
heat (ı)
ısı
heather / Heidekraut
funda
heavenly
göksel
heavy / weighty / grave / severe
ağır
heavy/ deep sleep
ağır uyku
hedgehog
kirpi
heel / Ferse /Hacken
topuk
height
yükseklik
height (i) /altitude
irtifa
helicopter
helikopter
helium - He 2
Helyum
hell
cehennem
Hello cutie!
Merhaba şekerim!
helmet
miğfer
helmet (k) e. g. for bike riding /work
kask
Help !
Yardım !
help !!! (i) (rarely used else)
imdat !!!
Help yourself / Make yourself comfortable /enjoy yourself (positive /invitation)
Keyfine bak
Help yourselves (positive /invitation)
keyfinize bakın
helper
yardımcı
helpless / incapable / inept / impotent / powerless / weak
aciz
helpless /desperate / irremediably
çaresiz
helter-skelter / headlong / hurriedly
apar topar
hemosphere
yarım küre
Her (own) computer is old and slow.
Kendi bilgisayarı eski ve yavaş.
Her beauty being fascinating to any mortal man
Herhangi ölümlü erkeği büyüleyecek olan güzelliği
Her birthday is on February third
onun doğum günü Şubatın üçünde
her eyes swollen from crying
ağlamaktan şişmiş gözleri
Her eyes were focussed on his lips.
Gözleri adamın dudaklarına odaklanmıştı
Her father did not like fire at all.
Ateşten hiç hoşlanmıyordu babası.
her father's furious temperament had passed on to her.
Babasının öfkeli mizacı ona geçmişti.
her golden-haired beauty was spoiled (rep)
altın saçlı güzelliği bozulmuş
Her guards changed/swobbed places.
Korumaları yer değiştirdi.
Her hair was combed in the most fashionable style (t) of Paris.
Saçları Paris'da en revaçta olan tarzda taranmıştı.
Her hands clasped the edges of his chair tightly.
Elleri sandalyesinin kenarlarını sıkıca kavramıştı
her head is constantly turning
başı sürekli sürekli dönüyor
her health (sı) was not so smooth either
onun sıhhati de öyle düzgün değildi.
Her heart (y) was beating madly.
Yüreği delice çarpıyordu.
Her heart was beating so fast that she could hardly breath.
Yüreği nefes alamayacak kadar hızlı atıyordu.
Her house is, as usual, very well decorated (d) .
Her zaman olduğu gibi evi iyi dekore edilmiş.
her open eyes frozen in disbelief
açık gözleri inanmazlıkla donmuş
her still open eyes
hâlâ açık gözleri
Her unemployed husband is looking for a new job.
İşsiz olan kocası, yeni bir iş arıyor.
Her words stuck like a knife into his heart / Ihre Worte gaben ihm einen Stich ins Herz.
Sözleri kalbine bıçak gibi saplanmıştı.
here (it is)/ now / as you see
işte
here (locative)
Burada
here / (kindly) step in/ installez-vous
şöyle buyurun
Here is a tip !
Bahşiş burada.
Here is how the event/ it usually takes place: /the event usually develops as follows
Vak'a genelde şu şekilde gelişir:
here is the situation...
durum şöyle ...
Here too, I don't want to see reckless (too familiar behaving) people.
Burada da laubali insan görmek istemiyorum
Here, he put on again that mysterious sad and in the same time proud smile.
İşte yine o gizemli, hüzünlü ve aynı zaman kibirli gülümsemesini takınmıstı.
Here, I make everything new.
işte her şeyi yepyeni yapıyorum.
herein /avec ça /daran /darin /damit
bunda
hero / character (in a story)
kahraman
hey / man / how the hell / for god's sake / what on earth is that / hullo / look there
yahu
Hi /hello
selam
hidden / sheltered /secluded/ snug (k)/ işsiz, sessiz, göze çarpmayan
kuytu
hidden defect
gizli ayıp
hidden passages
gizli geçitler
hide and seek
saklambaç
high / loud
yüksek
high contrast
yüksek karşıtlık
high five
çak bir beşlik
high lofty mountains
yüksek, yüce dağlar
high lofty mountains inhabited by thousand and one living species
bin bir canlı türünün yaşadığı yüksek, yüce dağlar
high resolution
yüksek çözünürlük
high treason
krala hainlik
highway (a) main road
anayol
highway (o)
otoyol
hiking / wandern
arazi yürüyüşü
hill
tepe
hill / slope (b)
Bayır
Hills remain apart forever, (but) people do meet (someday). meaning: Parting is not forever.
Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur.
hinge / Scharnier
menteşe
hint
ipucu
hint / allusion
ima
hints
ipuçlar
hip /Hüfte /Gesäß
kalça
his /her
onun
His ability to sudddeny pop up in every visible sight of the house, to be able to move silent like a cat were respect rising talents.
Onun evin her görülebilen her yerinde ansızın ortaya çıkıvermek, kedi gibi sessiz hareket edebilmek gibi gerçekten de saygı uyandıracak yetenekleri vardı.
His answers were ridiculous.
Onun cevapları gülünçtü.
His arrival was followed by a large number of national and international press members.
onun gelişini de ulusal ve uluslararası çok sayıda basın mensubu takip etti.
his back
sırtı
his bag hang(a) loosely on one shoulder
çantası bir omuzunda gevşekçe asılıydı
his bag was full to the brim 4/crammed with illegal sleeping pills
çantası tıka basa yasadışı uyku ilaçlarıyla doluydu.
his belly
göbeği
his belly shook with laughter
göbeği kahkaha ile salladı
His book reveals immense contradictions about foods consumed in the United States and other English-speaking Western countries.
Kitabında ABD ve diğer İngilizce konuşulan Batı ülkelerinde tüketilen gıdalarla ilgili muazzam çelişkileri gözler önüne seriyor.
His boss told him that it was very important to do a good job.
Patronu ona, iyi bir iş çıkarmasının çok önemli olduğunu söyledi.
His car does not start. (not work)
Arabası çalışmıyor.
his chest
göğsü
His cloak has many patches. (sarkastic / more patches than cloak)
Pelerinden çok yama var.
His cloak was hooking to his quiver.
Pelerini sadağına takılıyordu.
his clothes (sg)
giysisi
His clothes once were spectacular /resplendant, (but / wheras) now they were torn and dirty.
Giysileri bir zamanlar gösterişliydi, şimdiyse yırtık ve kirliydi.
His clothes once were spectacular /resplendant.
Giysileri bir zamanlar gösterişliydi.
His clothes were spectacular /resplendant.
Giysileri gösterişliydi.
His clothes were torn and dirty.
Giysileri yırtık ve kirliydi.
His deeds were praiseworthy
Hareketleri övgüye değerdi
His deeds were praiseworthy
Hareketleri övgüye değerdi
His disciples came and asked Jesus: 'Why do you talk in parables to the people?'
Öğrencileri gelip İsa'ya 'Halka neden benzetmelerle konuşuyorsun ?', diye sordular.
his enormous beard
koskocaman sakalı
His eyebrows gracefully tilted
kaşları zarif bir şekilde yana yatmış
His eyes caught (t) his reflection.
Gözleri yansımasına takıldı.
His eyes pierced her almost like two ice crystals
gözleri adeta iki buz kristali onu delip geçiyordu.
His eyes were shining like steel.
Gözleri çelik gibi parlıyordu.
His eyes were shining like steel.
Gözleri çelik gibi parlıyordu.
His eyes were shining.
Gözleri parladı.
His face was all red.
Yüzü kıpkırmızıydı
His face was wrinkled like a tree.
Yüzü bir ağaç gibi boğum boğumdu.
his family is poor, so he wants to be rich
ailesi yoksul, bu yüzden zengin olmak istiyor
His family needed this meat for the rapidly approaching winter.
Hızla yaklaşan kış için ailesinin bu ete ihtiyacı vardı.
His family needed this meat for the rapidly approaching winter.
Hızla yaklaşan kış için ailesinin bu ete ihtiyacı vardı.
His friends shrieked in anger
Arkadaşları öfkeyle ciyakladılar.
his hair and his skin
saçları ve derisi
his huge beard which was spread over his knees functionned as a blanket
koskocaman sakalı dizlerine dökülmüş, bir battaniye işlevi görüyordu.
His intention was good, but he too just talked like any person starting to give a sermon.
Niyeti iyiydi, ama nasihat etmeye başlayan her insan gibi, o da sadece konuşuyordu.
his intention was good, but...
niyeti iyiydi, ama...
His jacket ( blouson)
Montu
His lazy brown eyes, like those of a cow, looked with a mild surprise
Miskin kahverengi gözleri bir ineğinkiler gibi hafif şaşkınlıkla bakıyordu.
his life (ö)
ömrü
His lips twisted in disgust
Dudakları tiksintiyle büküldü
His men distribute fear like mail
Adamları korkuyu posta gibi dağıtır.
His men slip in fear from under the doors
Adamları korkuyu kapıların altından sürer.
His men throw fear into the mailboxes
Adamları korkuyu posta kutularına atar.
his most beloved/ his favourite
en sevdiği
His mother wants him to eat salad, not fries.
Annesi salata yemesini ister, patates kızartması değil.
His mother wants him to eat salad.
Annesi salata yemesini ister.
his mother who died
ölmüş olan annesi
his mother who dies / died (if context is clear)
ölen annesi
his mother who is dying
ölmekte olan annesi
his mother who will die
ölecek olan annesi
His mouth and fingers were sticky.
Ağzı ve parmakları yapış yapıştı.
Hıs muscles ache
Onun kasları ağrır.
his name (i)
ismi
his name was uttered
onun adı telaffuz ediliyordu
His new invention exploded within minutes.
Yeni icadı birkaç dakika içinde patladı.
his only (b) quality
biricik vasfı
his opinion on the merits /on the principle
esas hakkındaki mütalaası
his own
kendi
his own reflection
kendi yansıması
his presence reassuring people
varlığı insana güven veren
his reflection (which was) in the mirror
aynadaki yansıması
His reign
Onun egemenliği
His righteousness
Onun doğruluğu
His serious expression wiped off my last remnants of doubt.
Onun ciddi ifadesi beni son şüphe kırıntıları da silip süpürdü.
His shift starts at seven thirty am.
Mesaisi sabah yedi buçukta başlar.
his smile broadened
gülümsemesi genişledi
His sudden uprise in the latest public opinion polls
onun son kamuoyu yoklarmalarındaki ani yükselişi
His support could be worse than not having any.
Onun desteği hiç yoktan daha kötü olabilirdi.
his talking / his lecture / his speech (k)
konuşması
his thin lip
ince dudağı
his top-of-the-line Nimbus 2000 broomstick
pek kaliteli Nimbus İki Bin sürpürgesi
his uncle (e) having (rep) a very purple face
yüzü mosmor olmuş eniştesi
his uncle's son whom he called his older brother
ağabeyi dediği amcasının oğlu
His understanding cannot be grasped.
Onun bilgisi kavranamaz.
His voice changed into a hoarse whisper.
Sesi boğuk bir fısıltıya dönüştü.
his voice trembling as if he were startled by the size of the promise he had made
yaptığı vaadin büyüklüğünden ürkmüş gibi sesi titreyerek
His voice was soft yet its fluctuating (up and down going) melody made me think of raging oceans and wild storms.
Sesi yumuşaktı, yine de iniş çıkışlı ezgisi bana hırçın okyanusları ve vahşi fırtınaları düşünürdü.
his whole body was trembling
bütün bedeni titriyordu
His whole world consisted of this girl.
Bütün dünyası bu kızdan ibaretti.
his wool garment's collar
yün giysisinin yakası
his words got drowned by Dudley's long,noiseful burp
sözcükleri Dudley'den çıkan uzun, gürültülü bir geğirmenin içinde boğulup gitti
His works
işleri
His works are perfect ( fact)
işleri kusursuzdur
historical artifact
tarihî eser
History
tarih
Hitch hiker
otostopçu
Hmm, it's so yummy! Hmmm it's so delicous !
Hmm, çok nefis!
Hoarfrost /Rauhreif
kırağı
hoarse
boğuk
Hobbit holes had as a matter of fact (z) a tendency to get clustered
Hobbit oyuklarının ıkış tıkış olma eğilimleri vardı zaten
hobby horse / Schaukelpferd
sallanan at
Hogwarts School of Witchcraft and Wizardry
Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu
hold on/ stay online
hatta kalın
holding my breath
soluğumu tutarak
Holding my breath I struggled to get my face out (of the water).
Nefesimi tutarak yüzeye çıkmak için debelendim.
hole /slot (for coins)
delik
holiday (t)
tatil
holiday /feastday /day off /festive /festlich
bayramlık
holistic (characterized by the belief that the parts of something are intimately interconnected and explicable only by reference to the whole. / medicine : treating the whole person- body and soul)
bütünsel
Holly /Stechpalme
dikenli defne
home country
yurt
homeless
evsiz
homeless people
evsizler
homelessness
evsizlik
honest / sincere
dürüst
honestly
dürüstçe
honey
bal
honey and beewax making insects
bal ve bal mumu yapan böcekler
Honour
onur
honour / dignity
şeref
honouring / treat
ikram
hood
başlık
hook
çengel
hook / Haken (k)
kanca
hooked
çengel biçiminde
hooppe /Wiedehopf
ibibik
hope
umut
hope/ aspiration/dream /fantasy/delusion/ fiction/ reverie
düş
hopeful / expectant
umutlu
hopelessness / despair
ümitsizlik
Hoping that Allah will change the direction/course of human history they pray and go out on their pilgrimages.
Allah'ın dinleyeceğini ve insanlık tarihinin yönünü değiştireceğini umarak dua eder ve haç yolculuklarına çıkarlar.
horn
boynuz
horned
boynuzlu
horned beetles
boynuzlu böcekler
horoscope
yıldız falı
horrible / wretched /lousy / disgusting
berbat
horse
at
hostel / guest house / boarding/ bed and breakfast
pansiyon
hot
sıcak
hot / warm /spicy
acı
hot chocolate
sıcak çikolata
hotel
otel
hour
saat
hours
saatler
house-cleaning
ev temizliği
How
Nasıl
How about (at) 6.30 ?
Altı otuza ne dersin ?
How are things at home? (Is everything ok at home?)
Evde her şey yolunda mı?
How boring would life be without any challenges. (if there were not any challenges)
Hayat, zorluklar olmasa ne kadar da sıkıcı olurdu.
How can you say these words to şe?
Bu sözü bana nasıl söyleyebilirsin?
How cold you look !
Ne de çok üşümüş görünüyorsun !
How cool is Apple's new product!
Apple'ın yeni ürünü ne harika!
How cool!
Ne harika!
How could I miss such an opportunity?!?
Bu fırsatı nasıl kaçırırım?!?
How cute
ne hoş
how did you break your nose?
burnunu nasıl kırdın?
How do children learn to talk ?
Çocuklar konuşmayı nasıl öğrenirler?
How do I get to the deck?
Güverteye nasıl ulaşırım ?
How do I know ?/No freaking idea
Ne bileyim (ben) ?
How do say ... in Turkish ? (s) (lit. is it said)
Türkçede ... nasıl söylenir?
How do we fit (where is our place) in the big universal concept (plan) ?
Büyük evrensel plandaki yerimiz ne?
How do you know ?
Nereden biliyorsun ?
How do you say? /Wie sagt man
Nasıl diyorsunuz
How does the fridge work ?
Buzdolabı nasıl çalışıyor?
How does the water clogging /blocking the sink get out (go) ?
lavaboya dolan su nasıl gider
how fast you jumped onto the idea / how fast you accepted the idea
Fikre nasıl atladın
How funny.The zebra is like a donkey in pyjamas.
Ne komik. Zebra pijamalı eşek gibi.
How happy is he who can say I am a Turk
ne mutlu türküm diyene
how hard can it be?
ne kadar zor olabilir?
how helpless
ne kadar aciz
How helpless is the power called life in the hand of chance (pl)
Hayat denilen kudret tesadüflerin elinde ne kadar aciz
How is it going (for you) ?
(Senin) nasıl gidiyor?
How is it going (for you) ?
(Senin) nasıl gidiyor?
how long (time)
ne kadar süre
How long can you keep them ? / Wielange halten sie sich ?
Ne kadar süre dayanır ?
How long is the film?
film ne kadar sürüyor?
How many
kaç tane
How many
kaç
How many (persons) are you ?
Kaç kişisiniz ?
how many chairs are in the living room.
oturma odasında kaç sandalye var?
How mistaken he was
Nasıl da yanılıyordu
how much
ne kadar
How much damage is there?
Ne kadar zarar var?
How much do I owe you ?
Borcum ne kadar ?
How much free time do you have in the evening?
Akşamları ne kadar boş vaktin olur?
How much is it per day ?
Günlüğü ne kadar ?
How much is it?
bu ne kadar?
How much is the damage ?
Zarar ne kadar ?
How much is the rent?
Kira ne kadar?
How much milk is there in the fridge?
buzdolabında ne kadar süt var?
How much money do you have ?
Ne kadar paran var ?
How much money do you have(s) ?
Ne kadar paraya sahipsin?
How much of our time does the the time you spent in the past take (comprise) ?
Geçmişte geçirdiğin zaman günümüzdeki zamanın ne kadarını kapsıyor ?
How much per kilometre ?
Kilometre başına ne kadar ?
How much would you like ?
Ne kadar istersiniz ?
how nice
ne kadar hoş
How often
Ne sıklıkta
how often do you come here
Ne sıklıkta buraya gelirsiniz ?
How old do I look?
Kaç gösteriyorum?
How old is he?
Kaç yaşında ?
How the field lilies grow
kır zambaklarının nasıl büyüdüğü
How the rhinoceros's skin got creased / wie das Nashorn seine Falten bekam
gergedan'ın cildi nasıl buruştu
How to ask for help / How help is asked for ?
Nasıl yardım istenir?
How to deal with insomnia? / How insomnia is dealt with?
Uykusuzlukla nasıl baş edilir?
How to make a web page?
web sayfası nasıl yapılır
How unsatiable are you!
Ya sen ne doyumsuz
How was your holiday?
tatilin nasıldı?
How would I survive?
Nasıl hayatta kalacaktım?
However (a) he has to make do with the room on the loft. (on the roof floor)
Ancak çatı katındaki odayla idare etmesi gerek
However (n)
Ne var ki
However (whereas) Your heavenly Father knows
Oysa göksel Babanız bilir
however / but
gelgelelim
however /peu importe comment
nasıl olursa olsun
However much / although
her ne kadar
however whatever the means /wie und wodurch auch immer
ne şekilde ya da nasıl olursa olsun
However wisdom is confirmed by the works it produces.
Ne var ki bilgelik ortaya koyduğu işlerle doğrulanır.
howl / outcry / scream / bellow / wail
feryat
huge
kocaman
huge / giant / enormous
koskocaman
huge / giant adj (k)
koskoca
human rights
insan hakları
human science / humanities
beşeri bilimler
Human trafficking
İnsan Ticareti
humor / witticism / spirit / joking remark
espri
hump / Höcker
hörgüç
humpbacked / gehöckert
hörgücü olan
hunchback
kamburu
hundred
yüz
Hundred dark masks and hundred pairs of eyes trying to see who was (lying) behind them.
Yüz kara maske ve arkalarında yatanı görmeye çalışan yüz çift göz
hundreds of
yüzlerce
hunger
açlık
hungry
hunter
avcı
hunting / huntsmanship / Jagd
avcılık
hunting knife
avcı bıçağı
hurricane /Orkan
kasırga
Hurry up !
Acele et !
husband
koca
husband and wife / Ehepaar
karıkoca
husband of an aunt (also used among close friends for the other's boyfriend)
enişte
hustle and bustle / commotion
koşuşturma
Hyazinthe
sümbül
hydrogene H 1
hidrojen
hymenoptera / Hautflügler (highly specialized insects with complete metamorphosis that include the bees, wasps, ants, ichneumon flies, sawflies, gall wasps, and related forms, often associate in large colonies with complex social organization)
zarkanatlı
Hör mich an / just listen once
Beni bir dinle
Hülse
kabuk
Hülsenfrüchte
Bakliyat
I
ben
I can come at ten o"clock on Sunday.
Pazargünü saat onda gelebilirim.
I (will) cry to you
Sana seslenirim
I actually like all food
Aslında bütün yiyecekleri severim
I adore the coffee
Kahveye bayılıyorum.
I almost collapsed
Yıkıldım adeta
I almost had a car accident. (formal)
Az kalsın bir kaza geçirecektim.
I almost had a car accident. (spoken)
Az kalsın bir kaza geçiriyordum.
I almost made a car accident.
Az kalsın bir kaza yapıyordum.
I almost made a car accident. (formal)
Az kalsın bir kaza yapacaktım.
I also enjoyed living there
orada yaşamaktan da keyif aldım
I always dreamed of being a professional golf player
her zaman profesyonel bir golf oyuncusu olmayı hayal ettim
I am (become) like a fish out of water.
Sudan çıkmış bir balık olurum.
I am a clownfish.
palyaço balığıyım
I am a foreigner
yabancıyım
I am a journalist.
bir gazeteciyim
I am a little confused
kafam biraz karışık
I am a passionate fotographer.
Tutkulu bir fotoğraçıyım.
I am about to go
Gitmek üzereyim
I am all for it / Ich bin dabei.
(ben) varım
I am angry because I'm hungry
kızgınım çünkü açım
I am bad at telling jokes.
fıkra anlatmakta kötüyüm
I am bored at work and home.
İşte ve evde sıkılırım.
I am bored. (s)
Sıkıldım.
I am crazy about this song
Bu şarkının hastasıyım
I am crazy about this song
Bu şarkının hastasıyım
I am doing what I can/the best I can
elimden geleni yapıyorum
I am done (for) / I am fucked
mahvoldum
I am drinking coffee.
Kahve içiyorum.
I am fasting (n)
niyetliyim
I am fine (spoken) (b)
Bomba gibiyim
I am fine for now
Ben şimdelik iyiyim
I am fine. / It's going well
İyi gidiyor
I am forty
Kırk yaşındayım
I am free (available ) (s)
serbestim
I am from England
İngiltereliyim
I am glad you could come
geldiğinize çok memnun oldum
I am going to this address
Bu adrese gidiyorum.
I am harming myself
kendime zarar veriyorum
I am having dinner.
Akşam yemeği yiyorum.
I am her question'Doesn't he match?'
Uymadı mı sorgusuyum.
I am hungry = I've become hungry. I wasn't before, but now it's changed
Acıktım
I am hungry too
Ben de açım
I am in the middle of x-ing
x- maktayım - x-mekteyim
I am in trouble (b.d.)
başım dertte
I am just trying to help.
Ben sadece yardım etmeye çalışıyorum
I am just trying to remember.
Hatırlamaya çalışıyorum.
I am legally obliged
Yasal olarak yükümlüyüm
I am legally obliged to keep away from x
Yasal olarak x-dan uzak durmakla yükümlüyüm
I am living alone
Yalnız yaşıyorum
I am living with my family
Ailemle birlikte yaşıyorum
I am not (just) a brainless eating machine. (quotation from the shark in Nemo)
Beyinsiz yemek makinesi değilim.
I am not a victim.
Ben kurban değilim.
I am not ashamed to admit this
bunu itiraf etmekten utanmıyorum
I am not busy at weekends.
Hafta sonları meşgul değilim.
I am not familiar with technical information. (lit. not a judge of)
Ben teknik bilgilere hâkim değilim.
I am not free (available) (s)
serbest değilim
I am not overweight, I am slim.
Ben kilolu değilim, zayıfım.
I am not sure
Emin değilim
I am not sure why this is necessary/required.
Bunun neden zorunlu olduğundan emin değilim.
I am obliged
yükümlüyüm
I am priviledged
ayrıcalıklıyım
I am proud of you
seninle gurur duyuyorum
I am rather good at it
O konuda oldukça iyiyim.
I am really in love with you
vuruldum sana
I am scared / I am terified (lit. my gall broke out)
ödüm koptu
I am seasick.
Beni deniz tutar.
I am so /such
öyleyim
I am so glad (Nice to meet you)
çok memnun oldum
I am so relieved that I confessed this.
İtiraf ettiğim çok rahatladım.
I am so tired, I could sleep standing.
O kadar yorgunum, ki ayakta uyuyabilirim.
I am sorry (to hear that)
üzgünüm
I am sorry to have troubled you (pl)
size zahmet verdiğim için üzgünüm
I am struck by his/her love /I am crazy by her love/ I fell in love with her (poetic way)
ona vuruldum
I am sure
eminim
I am sure he will win
Eminim ki kazanacak
I am sweating
terliyorum
I am tactless
patavatsızım
I am the youngest of three brothers.
Ben üç kardeşin en küçüğüyüm.
I am thinking about today
bugünü düsünüyorum
I am thirsty
susadım
I am throwing the book at you.
Sana kitabı fırlatıyorum.
I am trying on a pair of shoes.
Bir çift ayakkabıyı deniyorum.
I am trying to do my best to get permission
izin alabilmek için elimden geleni yapmaya çalışacağım
I am trying to stay calm.
Sakin olmaya çalışıyorum.
I am trying to study
öğrenmeye çalışıyorum
I am vegetarian.
Vejetaryenim
I am wrong (h)
haksızım
I assume you know the way
yolu bildiğini varsayıyorum.
I believe /don't you know / don't you remember (spoken language) (at sentence end)
ya
I believe you have a problem
Bir problemin var galiba - sanırım
I believe/suspect that they are a couple (lovers)
Sevgili olduğunu şüpheleniyorum
I belong to your World - to the one's that are in Hogwarts ( Hogwarts'ta olan dünyaya.)
Ben sizin dünyanıza aidim - Hogwarts'takine.
I bet it was not yet invented.
Bahse girerim ki, henüz icat edilmemiştir.
I boast in the Lord
RaB'le övünürüm
I burned myself / Ich habe mich verbrannt
Bir yerimi yaktım
I came to say goodbye
Veda etmeye geldim
I came to see you.
Seni görmeye geldim.
I came, I saw, I conquered/ Veni vidi vici
Geldim, gördüm, yendim
I can go to Switzerland in Summer.
Yazın İsviçre'ye gidebilirim.
I can help you
Sana yardım edebilirim
I can trust you.
Sana güvenebilirim.
I can't e (a)
-emem (-amam)
I can't (help it)
elimde değil
I can't accept myself the defeat.
Yenilgiyi kabullenemem.
I can't afford to buy her a new dress.
Ona yeni bir elbise almaya gücüm yetmez.
I can't answer this question. Ask someone who knows.
Bu soruya cevap veremem. Bir bilene sor.
I can't believe it. Are you kidding? (ş)
İnanamıyorum. Şaka mı yapıyorsun?
I can't call him at this hour.
Bu saatte onu arayamam.
I can't decide. Let's flip a coin.
Karar veremiyorum. Yazı tura atalım.
I can't do miracles.
Mucizeler yaratamam ya.
I can't even afford to buy a used car.
Kullanılmış bir araba bile almaya gücüm yetmez.
I can't explain /tell
anlatmak elimde değil
I can't get the thing off my mind. (I remember it again and again.)
Şey aklımdan çıkmıyor.
I can't go this weekend, I am on duty.
Bu hafta sonu gidemem, nöbetçiyim.
I can't hear you.
Seni duyamıyorum.
I can't kill it (I'm trying and trying, but it's not working)
Onu öldüremiyorum.
I can't kill it. ( I could never manage to do it even if I tried to)
Onu öldüremem.
I can't listen to you now.
Şu anda seni dinleyemem.
I can't shoot him.
Onu vuramam.
I can't stand/take/endure this word
Bu kelimeye tahammül edemiyorum.
I can't start the car
Arabayı çalıştıramıyorum
I can't stop yawning.
esnemeden duramıyorum.
I can't take you (pl) to the park today.
Bugün sizi parka götüremem.
I can't thank you enough
ne kadar teşekkür etsem az
I can't understand you.
Seni anlayamıyorum.
I can't wait until tomorrow but don't worry (m.e.) it will be worth the effort
Yarına kadar bekleyemem ama merak etme emeğine değecek
I can't work with these people
Bu insanlarla çalışamam!
I casually /superficially refered to /touched
üstünkörü değinmiştim
I chewed /bit my lower lip
Alt dudağımı kemirdim.
I cleaned the house whole day.
Tüm gün evi temizledim.
I come to you either today or tomorrow
Sana ya bugün ya ( da) yarın geleceğim.
I come to you today or tomorrow
Sana bugün ya da yarın geleceğim.
I come to you today or tomorrow
Sana bugün veya yarın geleceğim.
I comforted myself with this
Bununla kendimi avuttum
I continuously see it and like it every time
Seviyorum
I could cope with this.
Bununla bas edebilirdim.
I could go if you go.
Sen gidersen,gidebilirim.
I could go if you want me to go.
Benden gitmemi istersen,gidebilirim.
I could never work that hard.
Ben asla o kadar çok çalışamazdım .
I could not manage
beceremedim
I could not manage to be (+ adj)
olmayı beceremedim
I could swear
yemin edebilirdim
I could swear he wanted to kill me.
Beni öldürmek istediğine yemin edebilirdim.
I couldn't catch (ye) the train
trene yetişemedim
I couldn't close my eyes.
Gözlerimi kapayamadım.
I couldn't contain myself /my heart lifted /I was overjoyed
içim içime sığmıyordu
I couldn't find anything for a decent price.
Uygun fiyatlı birşey bulmayı başaramadım
I couldn't go out (of the house) because I was ill.
Hasta olduğumdan evden çıkamadım.
I couldn't hide my disappointment over the defeat.
Yenilgimizden dolayı, hayal kırıklığımı saklayamadım.
I couldn't imagine how such a disgusting thing could be as valuable as he claimed.
böyle iğrenç bir şeyin nasıl olup da onun iddia ettiği kadar değerli olabileceğini aklım almıyordu
I couldn't imagine how the man could claim that something so disgusting was valuable
böyle iğrenç bir şeyin değerli olduğunu nasıl olup da adamın iddia edebileceğini aklım almıyordu
I couldn't make sure
Emin olamadım
I crossed my arms
kollarımı kavuşturdum
I cut myself / Ich habe mich geschnitten
Bir yerimi kestim.
I decided to look on Internet
internetten bakmaya karar verdim
I did my part of the job.
Ben üzerime düşeni yaptım.
I did not like (+abl)
hoşlanmadım
I did not like the way (t) he looked at me
Bana bakma tarzından hoşlanmadım.
I did not manage
becermedim
I did what I could
elimden geleni yaptım
I didn't bring food from home.
Evden yemek getirmedim.
I didn't bring my toothbrush
diş fırçamı getirmedim
I didn't go to work or any such sort. (spoken language)
İşe mişe gitmedim.
I didn't quite grasp (o) this topic.
Bu konu bende tam oturmadı.
I didn't take it personally. /No offense taken
üstüme alınmadım
I didn't understand this
Bunu anlamadım
I didn't want to believe it at first
önceleri inanmak istemedim
I discovered another way to x
x-menin başka bir yolunu keşfettim
I do not allow them to do this
bunu yapmalarına izin vermiyorum
I do not need to know
Benim bilmeme gerek yok
I don't - didn't really believe that.
Ben de aslında inanmıyorum - inanmadım
I don't agree with you
seninle aynı fikirde değilim
I don't believe him
ona inanmıyorum
I don't belong here.
Ben buraya ait değilim.
I don't break the school rules
okulun kurallarını çiğnemem
I don't care
umrumda değil
I don't care / it's none of my concerns
umurumda değil
I don't care about money
para umrumda değil
I don't feel well.
iyi hissetmiyorum
I don't have a lot of free time in the evening
Akşamları çok fazla boş zamanım yok
I don't have a teacher. I am learning Turkish independently.
Öğretmenim yok. Bağımsız olarak Türkçe öğreniyorum.
I don't have any cash
Hiç nakit param yok.
I don't have any water
Hiç suyum yok
I don't have anything
hiçbir şeyim yok
I don't have enough money.
yeterince param yok
I don't have someone to do this for me (formal)
Bunu bana yapacak kimsem yok
I don't have someone to do this for me (informal)
Yapanım yok
I don't have the intention to tell you (pl) a school story.
Size bir okul hikâyesi anlatmaya niyetli değilim.
I don't have the intention to embarrass her and draw her fury upon me.
Onu utandırıp da gazabını üzerime çekmeye niyetim yok.
I don't know him.
Onu tanımıyorum
I don't know what I should do / I don't know what to do.
Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum.
I don't know whether you learned German or not.
Senin Almanca öğrenip öğrenmediğini bilmiyorum
I don't know why (my) life is without fairytales
Hayat neden masalsız bilmem
I don't know, whether you ever had an idea before, but if you have, then you know very little in how much trouble an idea can get you
Daha önce bir fikrinin olup olmadığını bilmiyorum, ama varsa, o zaman bir fikrin seni ne kadar sıkıntıya sokabileceğini çok az biliyorsundur.
I don't know, whether you ever had an idea before.
Daha önce bir fikrinin olup olmadığını bilmiyorum.
I don't like gossip (d) , but..
Ben dedikoduyu sevmem ama...
I don't like my neighbour. He is a meddler.
Komşumdan hoşlanmıyorum. İşgüzar biri.
I don't like to do homeworks.
Ben ödev yapmayı sevmem.
I don't mind telling you this
sana bunu söylemekte (bir) sakınca görmüyorum
I don't miss going to school
okula gitmeyi hiç özlemiyorum
I don't see why not
bence bir sakıncası yok
I don't share my food with anyone.
Yemeğimi kimseyle paylaşmam.
I don't think it is right.
Bunun doğru olduğunu düşünmüyorum.
I don't think so
öyle düşünmüyorum
I don't think so
Sanmam
I don't think the broken laptop is mine
bence bozuk dizüstü bilgisayar benim değil
I don't think they let the underage/minors in.
reşit olmayanları içeri soktuklarını sanmıyorum
I don't understand
Anlamıyorum
I don't want an offering (a victim), I want mercy.
Ben kurban değil, merhamet isterim.
I don't want to be a spoilsport
Oyunbozan olmak istemem
I don't want to be single forever
sonsuza dek bekâr olmak istemiyorum
I don't want to do anything.
hiçbir şey yapmak istemiyorum
I don't want to say that this book will end with a bad end.
Bu kitabın kötü bir sonla biteceğini söylemek istemiyorum
I don't want to talk about my love life.
Aşk hayatımdan konuşmak istemiyorum
I don't want to tell much. / Ich will nicht viel erzählen
Pek bir şey anlatmak istemiyorum.
I doubt that very much.
Çok şüpheliyim.
I drink tea without sugar.
Çayı şekersiz içiyorum.
I enjoy playing basketball
basketbol oynamayı severim
I entirely agree
Kesinlikle katılıyorum
I even watered the azalee
açelyayı bile suladım
I f we won't go now
Şimdi gitmeyeceksek
I f you are tired you can't join us.
Yorgunsan, bize katılmayabilirsin.
I feel like eating (My stomach is getting scratched through)
Midem kazınıyor
I feel sick
midem bulanıyor
I feel sleepy
uykum geldi
I feel sleepy too
benim de uykum geldi
I gave him a hard look, challenging/daring him to continue...
Devam etmesi için meydan okuyarak sert bir bakış attım.
I get frustrated when people don’t understand what I’m trying to say.
İnsanlar ne demek istediğimi anlamayınca sinirlenirim.
I get on the train every day from/at the same station.
Her gün aynı istasyondan trene binerim.
I get on the train.
Trene biniyorum.
I go quite often, maybe once a week.
Oldukça sık giderim, belki haftada bir.
I got flu.
Nezle oldum.
I got so scared, I dropped my ice cream
o kadar korktum ki, dondurmamı düşürdüm
I grieve and cry, I have fun and laugh.
Üzülüp ağlar,eğlenip gülerim.
I guess so
sanırım öyle
I guess you're busy
meşgulsün herhalde
I had forgotten how tiny babies can be.
Bebeklerin ne kadar küçük olabileceğini unutmuşum.
I had installed myself newly at the hospital
hasta(ha)neye yeni yerleşmiştim.
I had just recently arrived
daha hemen gelmiştim
I had read a sentence similar to this.
Buna benzer bir cümleyi okumuştum.
I had to upset you for reasons out of my control.
Elimde olmayan nedenlerden dolayı da üzmek zorunda kaldım sizi.
I happen to be (become like) one of the characters.
Ben de karakterlerden biri oluveririm.
I hate doing laundry
çamaşır yıkamaktan nefret ederim
I hate queuing (waiting in a queue)
Kuyrukta beklemekten nefret ediyorum.
I hate to enter a queue.
Kuyruğa girmekten nefret ediyorum.
I have (s) ten dollars.
On dolara sahibim.
I have a flat tyre.
Patlak lastiğim var.
I have a stomachache .
karnım ağrıyor
I have a suggestion.
Bir önerim var.
I have a very long night ahead.
Upuzun bir gece beni bekliyor.
I have already a phone.
Zaten bir telefonum var.
I have an awful bad conscious. / Ich habe ein entsetzlich schlechtes Gewissen.
Müthiş bir vicdan azabı içindeyim.
I have an idea.
Bir fikrim var.
I have been attacked / Ich bin überfallen worden
saldırıya uğradım
I have big expectations from life and myself
Hayatımdan ve kendimden büyük beklentilerim var
I have decided to first save some more money.
İlk önce biraz daha para biriktirmeye karar verdim
I have dreams that will never come true. So I'm just dreaming and hoping.
Asla gerçekleşmeyecek hayallerim var. Bu yüzden sadece hayal etmekle ve ümit etmekle kalıyorum.
I have hope for you / I believe in you
Senden umutluyum
I have never known my father.
Ben babamı hiç tanımadım.
I have no choice.
Başka seçeneğim yok.
I have no complaints.
Şikayetim yok.
I have no doubt.
Şüphem yok.
I have no objection
İtirazım yok
I have no respect for her / I don't give any credit to her.
Ona hiç itibar etmem
I have no words
söyleyecek sözüm yok
I have other things to do
yapmam gereken başka şeyler var
I have said already in the first sentence
Daha ilk cümlede söylemiştim
I have said already in the first sentence,that this book is my favoured book.
Daha ilk cümlede,bu kitabın en sevdiğim kitap olduğunu söylemiştim
I have spared no expense for her dowry
Çeyizi için hiçbir masraftan kaçınmadım
I have ten dollars.
On dolarım var.
I have the intention to go
gitmeye niyetim var
I have to buy a present for my mum
annem için bir hediye almam gerekiyor
I have to examine your chest
göğsünüzü muayene etmem gerekiyor
I have to go. / I must go.
Ben gitmek zorundayım.
I have to go. I have no choice.
Ben gitmek zorundayım.Başka seçeneğim yok.
I have to have...
... -m olması gerekiyor
I have to make a choice.
Bir seçim yapmak zorundayım.
I have to x
X-mem gerek
I haven't eaten any fish for three weeks straight (shark in Nemo)
Tam üç haftadır hiç balık yemedim.
I haven't seen him for rather a long time
Nice zamandır onu görmedim.
I hear him coming: let's withdraw, my lord.
Onun geldiğini duyuyorum; geri çekilelim efendim.
I heard the cat's purr.
Kedin mırlamasını duydum.
I heard the door shutting behind me.
Arkamdan kapının kapandığını duydum.
I heard the results over the radio
sonuçları radyodan duydum
I heard you didn't want to go to the invitation
duyduğuma göre davet katılmak istememişsin
I helped
yardım ettim
I helped my dad in the kitchen yesterday
dün mutfakta babama yardım ettim
I helped to change the diapers
Bezini değiştirmeye yardım ettim.
I hesitate to take my umbrella
yanıma şemsiyemi almakta çekinirim
I hope I won't be late for work.
İşe geç kalmayacağımı umuyorum.
I hope it won't break easily
Kolayca kırılmamasını umuyorum
I hope it's no trouble
umarım zahmet olmaz
I hope it's ok with you
umarım senin için bir sakıncası yoktur
I hope my girlfriend likes the necklace.
Umarım kız arkadaşım kolyeyi beğenir.
I hope so
öyle umuyorum
I hope that's ok
umarım sakıncası yoktur
I hope we won't have to go to court.
Mahkemeye gitmek zorunda kalmayacağımızı umuyorum.
I hope we won't have to ressort to legal means. (lit. to apply for legal ways)
Yasal yollara başvurmak zorunda kalmayacağımı umuyorum.
I hope you are not too disappointed
Çok hayal kırıklığına uğramadığını umuyorum
I hope you are ok with it.
umarım ... -de bir sakınca yoktur
I hoped that I could solve this problem.
Bu problemi çözebileceğimi umuyordum.
I improved my German
Almancamı geliştirdim.
I intend to go
gitmeye niyetliyim
I just called to say “I love you”.
'Seni seviyorum,' demek için aradım sadece.
I just went outside without saying anything.
Hiç birşey demeden hemen dışarıya çıktım.
I just woke up
Yeni uyandım
I keep wondering (if...)
... (diye) merak edip duruyorum
I kicked the puddle on the ground and splashed water on him.
yerdeki su birikintisine tekme atıp üzerine su sıçratım.
I kind of like it here
burayı sevdim sayılır
I knew her sleep was heavy (past progr)
Onun uykusunun çok ağır olduğunu biliyordum.
I knew it was not going to be easy
Kolay olmayacağını biliyordum.
I know I am right
Ben haklı olduğum biliyorum.
I know it sucks
berbat olduğunu biliyorum
I know much better than anybody else that
herkesten çok daha iyi biliyorum ki
I know that on open sea captains have the authorization to perform a marriage ceremonial.
Kapıtanların açık denizde nikâh kıyma yetkisine sahip olduklarını biliyorum.
I know thwre are things between heaven and earth that we can't explain.
Yer ve gök arasında açıklayamadığımız bir şeylerin var olduğunu biliyorum.
I know who he is.
Onun kim olduğunu biliyorum.
I leaned away from him
ondan uzağa kaykıldım
I learned that the history exam was cancelled.
Tarih sınavının iptal olduğunu öğrenmiştim.
I like cooking.
Yemek yapmayı seviyorum
I like drama, but I prefer comedy
dramayı severim, ama komediyi tercih ederim
I like fish cooking on the grill.
Mangalda pişen balığı seviyorum.
I like German - I know a bit and it is nice
Almancayı seviyorum
I like German. - Very first impression only
Almancayı sevdim
I like it/ I got a satisfactory impression - a one time thing
sevdim
I like my mother's cooking / the meals my mother cooks best
En fazla annemin pişirdiklerini severim.
I like the dress. I will wear it every day.
Elbiseyi seviyorum; onu her gün giyiyorum.
I like the dress; I will buy it.
Elbiseyi sevdim; onu alacağım.
I like this trend.
Bu akımı seviyorum.
I like to cast an eye on the newspapers in the mornings before breakfast
Sabahları kahvaltıdan önce gazetlere göz gezdirmeyi severim.
I like to cast an eye on the newspapers.
Gazetlere göz gezdirmeyi severim.
I like to go for a run and then take a shower
koşuya çıkmayı ve sonra duş almayı severim
I live in a rented flat
dairede kirada oturuyorum
I live in the farthest house.
En uzak evde yaşıyorum.
I ll have an exam next week
Haftaya sınavım var
I look good but my legs are cold.
İyi gözüküyorum ama bacaklarım üşüyor.
I looked at the looming (huge) skyscrapers
devasa gökdelenlere baktım
I lost 3 kilos of weight within two weeks.
İki haftada üç kilo zayıfladım.
I lost my appetite (lit. my appetite had escaped)
iştahım kaçmıştı
I love seafood, but my friend is allergic to it.
Deniz ürünlerini seviyorum, ama arkadaşımın alerjisi var.
I love this place.
burasını seviyorum
I love you like crazy.
Seni delicesine seviyorum!
I loved him.
onu sevdim
I made a list of the places I went to on holidays.
Tatilde gittiğim yerlerin listesini yaptım.
I made a mistake
bir hata yaptım
I made a mistake by dating him.
Ben onla çıkmakla hata yaptım.
I made many friends there.
Orada çok arkadaş edindim.
I made sure / I assured myself
emin oldum
I managed to catch myself unawares.
Ben kendimi gafil avlamayı başardım.
I messed up
mahvettim!
I miss all the free time I had in my childhood.
Çocukluğumda sahip olduğum boş zamanlarımı özlüyorum.
I missed dinner.
Yemek saatini kaçırdım.
I missed the airplane by a few minutes (by a hair's breadth)
uçağı kıl payı kaçırdım
I must be getting old
yaşlanıyorum herhalde
I need a napkin .
Peçeteye ihtiyacım var.
I need a new hat
yeni bir şapkaya ihtiyacım var
I need half a kilo of ground meat.
Yarım kilo kıymaya ihtiyacım var.
I need help
yardıma ihtiyacım var
I need to arrive home before it gets dark.
Eve hava kararmadan varmam gerek.
I need to buy an umbrella
şemsiye satın almam gerekiyor
I need to decrease my mistakes.
Hatalarımı azaltmam gerek.
I need to go to toilet.
Tuvalete gitmem gerekiyor .
I need to know
bilmem gerek
I need to pee
çişim geldi
I need to read the book and write its summary.
Kitabı okuyup özetini yazmam gerek.
I need to think a little
biraz düşünmeye ihtiyacım var
I need to write an essay.
deneme yazmam gerekiyor
I never received good grades in mathematics.
Matematikten hiçbir zaman iyi not alamadım.
I never stopped (gave up on) loving you, not even one day.
Ben seni sevmekten bir gün bile vazgeçmedim.
I never would have guessed
asla tahmin edemezdim
I noticed that I forgot my pen.
Kalemimi unuttuğumu fark ettim.
I personally reasoned with the wind
Bizzat rüzgâr ile görüştüm
I picked up (took) a bagel from the top of the fridge and began to eat it sullenly.
Buzdolabının üzerinden bir çörek aldım asık suratla yemeye başladım.
I purposely lied.
İnadına yalan söyledim.
I pushed esc
esc tuşuna bastım
i pushed the bowl towards him.
Kâseyi ona doğru ittim.
I put my foot into it / Ich bin ins Fettnäpfchen getreten
Gerçekten pot kırdım.
I read in order to learn
Öğrenmek için okuyorum.
I read twice from beginning to end
Baştan sona kadar iki kez okudum.
I realize I am really lucky to have you as a friend
sana sahip olduğum için şanslı olduğumun farkındayım
I regret that I ever made/did....
yaptığıma yapacağıma pişman oldum
I regret that I ever went
gittiğime gideceğime pişman oldum
I remember, but not very well.
Hatırlıyorum, ama çok iyi değil.
I said I ll come to you at five, remember/I believe?
Size saat beşte geleceğim demiştim ya?
I sat there for a while glued to the spot staring at where the creature had been and disappeared.
Bir an yaratığın görünüp kaybolduğu yere bakarak oturduğum yerde kalakaldım.
I saw all what happened.
Bütün olanları gördüm.
I saw her in the library yesterday.
onu dün kütüphanede gördüm
I screamed and leaped (s) away (from my place)
çığlık atıp yerimden sıçradım
I see...
anlıyorum ...
I serve with humility
tevazu ile hizmet ediyorum
I set the alarm to wake up.
Uyanmak için alarmı kurdum.
I set the chessmen back on their board
satranç taşlarını tahtasına geri yerleştirdim
I should have guessed
Tahmin etmeliydim
I shouldn't have told you a thing to stimulate (fuel) your curiosity/interest (i)
Senin ilgini körükleyecek bir şey anlatmamalıydım
I solved that / I figured out
hallettim
I speak a little Turkish
biraz Türkçe konuşuyorum
I speak English
İngilizce konuşuyorum
I studied in Japan for two months
Japonya'da iki ay okudum
I suggest that it /they should be x-ed...
X- ilmesini öneriyorum
I suggest that taxes should be lowered(d)
vergilerin düşürülmesini öneriyorum
I suggest you go to bed now
yatmanı öneririm
I summoned called you here for an important business
Seni önemli bir iş için buraya çağırdım
I suppose / in any case / presumedly / anyway
herhalde
I suppose it's broken. /Probably it's broken
Bozuk herhalde.
I suppose you're wondering why you are here
herhalde neden burada olduğunu merak ediyorsundur
I swear I know nothing!
yemin ederim hiçbir şey bilmiyorum!
I swear I'm fine, thanks
Vallahi, iyiyim, sağ ol.
I take (buy) French fries and eat.
Patates kızartmasını alır ve yerim.
I take some soup to begin with
başlangıç olarak biraz çorba alayım
I think (b)
bence
I think (g)
galiba
I think (s) everyone in this family is dreaming (h. k.) a little too much
Bu ailede herkesin biraz fazla hayal kurduğunun sanıyorum
I think (s) everyone's dreaming (h. k.) a little too much
herkesin biraz fazla hayal kurduğunun sanıyorum
I think (s) it will be good if we go/pass another time over the program.
Sanırım programın üstünden bir daha geçsek iyi olacak.
I think / I fancy
sanırım
I think a printed book is more comfortable than e-books and can provide a reasonable reading experience.
Bence basılı bir kitap, e-booklarından daha komforlu ve makul bir okuma tecrübesini verebilir.
I think a way to reduce diseases is to eat more fresh vegetables , because due to this way there will be more vitamins in the body.
Hastalıkları azaltmanın bir yolunun daha taze sebze yemek olduğunu düşünüyorum bu şekilde bedende daha vitamin olacağından dolayı.
I think he lost his mind.
Aklını kaçırmış galiba!
I think I am about to understand
Anlamak üzere olduğumu düşünüyorum
I think I am going to try it
Sanırım, ben deneyeceğim
I think I didn't hear your knocking at the door ?
Kapıya vurduğunu duymadım galiba ?
I think I hurt his feelings
galiba onun duygularını incittim
I think I should write this down / I think I should put this on paper (lit. I think: Let me write this down)
yazıya dökmeliyim diye düşünüyorum.
I think it was the guy to the left
galiba soldaki adamdı
I think it's cool.
bence havalı
I think it's the right moment / I think the moment is right
şu anın doğru olduğunu düşünüyorum
I think it's too big
Bence fazla büyük
I think maths is difficult
bence matematik zor
I think my team may win tomorrow
bence takımım yarın kazanabilir
I think polls are often unreliable
bence anketler çoğu kez güvenilmez
I think so too.
Bence de öyle.
I think they'll go shopping instead.
galiba bunun yerine alışverişe gidecekler
I think this bracelet is my mum's
galiba bu bilezik annemin
I think you have some knowledge about the atomic structure.
Atomun yapısı hakkında birtakım bilgilere sahipsindir, diye düşünüyorum.
I thought so
ben de öyle tahmin etmiştim
I thought he could be the Dark One.
Karanlık Varlık olabileceğini düşündüm.
I thought it was his fault
Onun kabahati sandım
I thought it would be better to stay in this work.
Bu işte kalırsam daha iyi olacağını düşünüyordum.
I thought that more robust (drastic/sound) measures should be taken.
Daha sağlam tedbirlerin alınması gerektiği düşündüm.
I told you all I wanted to say.
Bütün söylemek istediğimi size anlattım.
I told you I was out of credit on my phone
sana telefonumda kredi kalmadığını söyledim
I took my I pod which Luke called superfluous brain numbing gadgets and despised
Luke'un gereksiz beyin uyuşturucu cihazlar olarak adlandırıp küçümsediği Pod'umu aldım
I took my iPod which Luke called superfluous brain numbing gadgets and despised, which I had bought with my savings of a year.
Luke'un gereksiz beyin uyuşturucu cihazlar olarak adlandırıp küçümsediği, bir yıllık birikimimle aldığım iPod'umu aldım.
I took my iPod which Luke called superfluous brain numbing gadgets and despised, which I had bought with my savings of a year.
Luke'un gereksiz beyin uyuşturucu cihazlar olarak adlandırıp küçümsediği Pod'umu aldım
I took my iPod which Luke called superfluous brain numbing gadgets and despised, which I had bought with my savings of a year.
Luke'un gereksiz beyin uyuşturucu cihazlar olarak adlandırıp küçümsediği Pod'umu aldım
I took my iPod which Luke called superfluous brain numbing gadgets and despised, which I had bought with my savings of a year.
Luke'un gereksiz beyin uyuşturucu cihazlar olarak adlandırıp küçümsediği iPod'umu aldım
I took my iPod which Luke called superfluous brain numbing gadgets and despised, which I had bought with my savings of a year.
Luke'un gereksiz beyin uyuşturucu cihazlar olarak adlandırıp küçümsediği Pod'umu aldım
I took off the pipe of the sink / I took the pipe of the sink into pieces
lavabonun borusunu söktüm
I tried to keep myself away from work
Kendimi işten uzak tutmaya çalıştım.
I tried to keep work away from me
işi kendimden uzak tutmaya çalıştım
I tried to stretch my legs.
Bacaklarımı esnetmeye çalışırım.
I trried hard but I couldn't catch (ya) the train.
Çok uğraştım, ama treni yakalayamadım.
I try to fall asleep
uykuya dalmaya çalışıyorum.
I try to think positive
olumlu düşünmeye çalışıyorum
I turned towards the Lord and he answered (y) me.
RaB'be yöneldim, yanıt verdi bana.
I understand increasingly better
giderek daha iyi anlıyorum
I used to run a café, but not anymore
kafe işletirdim, ama artık işletmiyorum
I used to succeed
başarırdım
I usually don´t watch tv
Genellikle televizyon izlemem.
I waited for you yesterday, a pity (it was bad) that you could not find time.
Dün seni bekledim; ama zaman bulamaman kötü oldu.
I want (let me) first speak with you alone
Önce seninle yalnız konuşalım.
I want a wife.
Bir eş istiyorum
I want long side burns / Ich m¨öchte lange Koteletten
favorileri uzun istiyorum.
I want retaliationm it's my right...
Ben kısas istiyorum, bu hakkım...
I want to be a member of the fan club
fan kulübün bir üyesi olmak istiyorum
I want to buy some clothes (k)
Birkaç kıyafet satın almak istiyorum
I want to buy something for you.
Senin için bir şey satın almak istiyorum.
I want to change my address
Adresimi değiştirmek istiyorum
I want to change my password
Şifremi değiştirmek istiyorum
I want to declare a theft / Ich möchte einen Diebstahl melden
bir hırsızlık rapor etmek istiyorum
I want to eat French fries.
Patates kızartması yemek istiyorum
I want to find the theatre.
Tiyatroyu bulmak istiyorum
I want to go to swim in the afternoon.
öğleden sonra yüzmeye gitmek istiyorum
I want to go. I love to go.
Gitmek istiyorum. Gitmeyi severim.
I want to hear that story again
şu hikâyeyi tekrar duymak istiyorum
I want to rent a bike.
Bisiklet kiralamak istiyorum.
I want to rent a house.
Ben ev kiralamak istiyorum.
I want you to be more interested in my ideas / I want you to pay more attention to my ideas.
Fikirlerimle daha çok ilgilenmeni isterim.
I want/ ask to shelter in the shadow of your wings
kanatlarının gölgesine sığınmak isterim
I wanted advise from them.
Olardan tavsiye istedim.
I wanted everyone to know
Herkes bilsin istedim
I wanted to become a famous writer my whole life
tüm hayatım boyunca ünlü bir yazar olmak istedim
I wanted to pinch myself
kendimi çimdiklemek istedim
I wanted to pinch myself to see (understand)whether this was a nightmare or hallucination.
Bunun bir kâbus ya da sanrı olup olmadığını anlamak için kendimi çimdiklemek istedim
I was about to go
Gitmek üzere idim
I was astonished
şaşakaldım
I was battling him
savaştım onunla
I was busy in the morning.
Sabah yoğundum
I was buying his present (h) when he walked (g) into the shop (m)
markete girdiğinde hediyesini alıyordum
I was confused by what was said in the lesson / I mixed up what was told in the lesson
Derste anlatılanlardan kafamı karışmıştı.
I was fond of my comfort/my peace
rahatıma düşkündüm
I was late at work today.
Bugün işe geç kaldım.
I was more of a coward.
Ben daha ödlek biriydim.
I was not aware of
farkında değildim.
I was not aware of that I forgot the tv on.
Televizyonu açık unuttuğumun farkında değildim.
I was robbed (by a thief) / (lit pealed)
(bir hırsız tarafından soyuldum
I was rude
kabaydım
I was softening right away / I would soften right away
hemencecik yumuşayıveriyordum
I was suspected of drug trafficking.
Uyuşturucu kaçakçılığı yaptığımdan şüphe ediliyordu.
I was tired, cranky and the last thing I wanted was more hiking.
Yorgundum, sinirliydim ve istediğim son şey, biraz daha yürüyüştü.
I was too lazy
üşendim
I was under the impression that
bana öyle geliyordu ki
I washed plates, goblets, pots and pans piling up like mountains.
Dağ gibi biriken tabak, kadeh, tencere ve tavaları yıkadım.
I watched it at least 100 times.
En az 100 kez izledim.
I watched television continuously the whole day.
Tüm gün televizyon izleyip durdum.
I weigh three kilo too much (There are three kilos of me too much)
üç kilo fazlam var
I went four, five times
Dört, beş defa gittim
I will all the time offer praises to the Lord
Her zaman RaBb'e övgüler sunacağım
I will appreciate it
memnun olurum
I will be coming (spoken) very late tonight. There is also a chance that I don't come at all.
Bu akşam çok geç gelcem. Hiç gelmeme ihtimali de yok değil.
I will be glad if you come
gelirsen(iz) memnun olurum
I will be glad to help you
sana yardımcı olmaktan memnun olacağım
I will be his first speech
onun ilk konuşması olacak
I will be home at four.
saat dörtte evde olacağım
I will continue to think that my favorite actor is more handsome than his.
Ben, benim favori aktörümün onunkinden daha yakışıklı olduğunu düşünmeye devam edeceğim.
I will do it myself
Ben yapacağım kendi ellerimle
I will do my best
elimden geleni yaparım - yapacağım
I will examine your homeworks tomorrow.
Ödevlerinizi yarın inceleyeceğim.
I will get fat if I go on eating like this.
Çok yemeye devam edersem şişmanlayacağım.
I will have you killed. I make sb kill you / I order sb to...
Seni öldürteceğim.
I will kill you
Seni öldüreceğim.
I will make you decrease your mistakes.
Sana hatalarını azalttıracağım.
I will not (cannot) tolerate this insult.
Bu hakarete katlanamam!
I will not leave my future to chance
Geleceğimi şansa bırakmıyorum.
I will proclaim
duyuracağım
I will proclaim the name of the Lord
RABbin adını duyuracağım
I will put My Spirit upon Him.
Ruhum'u Onun üzerine koyacağım.
I will revenge (a gen from an abl.)
öcünü alacağım
I will serve him whole heartedly
ona canı gönülden hizmet ederim
I will serve him whole heartedly to the last shred of my very soul
ona ruhumun en son zerresine kadar canı gönülden hizmet ederim
I will sign (it ) some time in the day
Gün içinde imzalarım.
I will tell you the truth
ben size gerçeği söyleyeceğim
I will transmit this.
Bunu ileteceğim
I will x - Slang x-(lay)acağım x-(ley)eceğim
x-(l)ıcam x-(l)iycem
I wiped the little table with a wet cloth /Ich wischte den Wohnzimmertisch nit einem feuchten Tuch ab
Nemli bir bezle sehpanın üzerine sildim.
I wished (+if verb form)
keşke
I wished I had come earlier...
Keşke daha önce gelseydim...
I wished I were there.
Keşke orada olsaydım.
I withdrew to my corner
köşeme çekildim
I woke up (got up) early not to be late for the class.
Derse geç kalmamak için erken kalktım.
I won't be at school tomorrow.
yarın okulda olmayacağım
I won't get stuck on the details
detaylara takılmayacağım
I wonder if he is in trouble
acaba onun başı dertte mi ?
I wonder if he'll get too angry
Çok kızar mı acaba
I wonder should one sleep (with) open or closed windows at night?
Acaba geceleri pencere açık mı yatmalı, kapalı mı?
I wonder what is next.
Sırada ne var acaba.
I wonder when they'll come back.
Acaba ne zaman dönecekler ?
I wondered if you were in trouble
Acaba senin başın dertte mi
I worked all day. I am exhausted.
Bütün gün çalıştım; bitkinim.
I would be very bad at it.
O konuda çok kötü olurdum.
I would go if I had the time.
Zamanım olsa,giderdim.
I would go if you went.
Sen gidersen,ben de giderdim.
I would have told
söylerdim
I would have told him - gleeman or not...
Âşık ya da değil, ona söylerdim.
I would have told him to take his horse himself to the stable
Atını ahıra kendisinin götürmesini söylerdim
I would like (I'll have) (a) - Let me take
alayım
I would like a glass of tea (have) - Let me take ...
bir bardak çay alayım
I would like her to care for my ideas.
Fikirlerimi önemsemesini isterdim .
I would like some breakfast
biraz kahvaltılık istiyorum
I would like some milk (have) Let me take some milk
biraz süt alayım
I would love to
... çok isterim
I would love to
memnun kalırım
I would love to but I have to get up early tomorrow.
çok isterim, ama yarın erken kalkmam gerekiyor
I would love to see you soon.
Seninle en yakın zamanda görüşmeyi çok isterim.
I would x (a)
x -ardım
I write stories every day.
Her gün hikâyeler yazarım .
I wrote a book two years ago.
iki yıl önce bir kitap yazdım
I'd advise to smoke electric cigarettes rather than real cigarettes.
Gerçek sigara içmektense e-sigarayı tavsiye ederim.
I'd appreciate it if we just pretend that this never happened
bu hiç yaşanmamış gibi davranırsak çok memnun olurum
I'd prefer rather to go to the bar than going to the cinema
Sinemaya gitmektense bara gitmeyi tercih ederim.
I'd rather die than surrender.
Teslim olmaktansa ölmeyi tercih ederim.
I'l probably make it over there in July
temmuz'da oraya gelirim herhalde
I'll phone you.
Sana telefon açacağım.
i'll thank you to mind your own business
sen kendi işine bakarsan memnun olurum
I'm an actor playing in movies and TV series.
Ben film ve dizilerde oynayan bir aktörüm.
I'm an actor playing in movies and TV series.
Ben film ve dizilerde oynayan bir aktörüm.
I'm copying and pasting.
Kopyalayıp yapıştırıyorum.
I'm drinking the longing
hasretini içiyorum
I'm going to hit the hay/ I'm going to sleep
kafayı vurup yatacağım
I'm losing it! I'll lose my mind / I"m getting crazy
aklımı kaçıracağım!
I'm not happy about it either
ben de bundan memnun değilim
I'm sure everything will be okay
eminim her şey düzelecek
I'm sure you'll be very successful
eminim çok başarılı olacaksın
I'm trying to do my best, but it doesn't seem to like me.
Ben elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum,ama benden hoşlanıyor gibi görünmüyor.
I've never been so scared in my life.
Hayatımda hiç bu kadar korkmamıştım.
ice
buz
ice coffee (with creme on top)
kremalı soğuk kahve
ice cream with whipped cream
kremşantili dondurma
ice hockey
buz hokeyi
icecream
dondurma
Ich habe keine Lust zu x-en / I don't want to/feel like x-ing
X-mek içimden hiç gelmiyor
icicle
saçak buzu
iciness
buzlanma
identical / replica
tıpatıp aynı
idiot / jerk /retarded
gerizekalı
idiot /fool (...k)
Ahmak
idiot /fool / lummox
bön
idle / vagabond / hobo / flaneur / wanderer
avare
idly
aylak aylak
if he is not sick (open conditional /it is possible)
hasta değilse
if he x'es (open conditional /it is possible) a
x-sa
if / in case of / supposing that
takdirde
if /that (i) / but / as for
ise
if and only if
gerek ve yeter şart
if anyone had turned up with a good house, property, an estate and a nice title
Herhangi biri iyi bir ev, mal, mülk ve güzel bir unvanla çıkagelseydi
if anyone had turned up with a good house, property, an estate and a nice title Edith would have still clung (continued to remain attached) to Captain Lennox.
Herhangi biri iyi bir ev, mal, mülk ve güzel bir unvanla çıkagelseydi Edith yine de Yüzbaşı Lennox'a bağlı kalmayı sürdürüyor olurdu
If anyone steals a book or does not return a book he borrowed, may the book that is in his hand turn into a poisonous snake.
Her kim kitap çalar ya da ödünç aldığı kitabı geri vermezse, elindeki o kitap zehirli bir yılana dönüşsün
If brains were put to sale in the bazaar, everyone would choose his own.
Akılları pazara çıkarmışlar, herkes kendi aklını beğenmiş.
If by looking one can become a master the dog would be a butcher.
Bakmakla usta olunsa köpek kasap olurdu.
If from now on you make the least little noise you would wish you never were born.
Bundan sonra çıtın çıkarsa, keşke hiç doğmamış olsaydım dersin.
if he does not come until tomorrow
Yarına kadar gelmezse
if he doesn't bring his umbrella he'll get soaked
şemsiyesini getirmezse sırılsıklam olacak
if he doesn't feel well I will give him an aspirin. (lit. let me give) (open conditional /it is possible) a
Kendini iyi hissetmezse, aspirin vereyim.
if he doesn't return the book he borrowed
ödünç aldığı kitabı geri vermezse
If he had gone west he should have come to a lake by now.
Eğer batıya gidiyor olsaydı, şu ana kadar bir göle gelmiş olmalıydı.
If he makes a mistake
Eğer bir hata yaparsa
If he makes a mistake he will be fired.
Eğer bir hata yaparsa kovulacak
if his shoulders wear not hanging down (collapsed) he would tall
omuzları çökmüş olmasa uzun boylu olacaktı
if I am
olsam
if I am alone
yalnızsam
If I am lying I hope they'll chop me and make a soup out of me.
Yalanım varsa beni doğrayıp çorba yapsınları
If I am lying I hope they'll chop me and make a soup out of me.
Yalanım varsa beni doğrayıp çorba yapsınları
If I am lying, let them chop me and make a soup out of me. (shark in Nemo)
Yalanım varsa beni doğrayıp çorba yapsınlar.
If I am not there, they 'll eat you alive (lit. raw) / Si je ne suis pas là, ils te mangeront tout cru.
Ben olmazsam seni çiğ çiğ yerler.
If I am to get involved, it might as well be big (let it sound at least)
bir işler karıştıracaksam, ses getirsin bari.
If I could x (e) I would x (i)
x-ebilseydim x-irdim
if I could fly I would reach the stars
uçabilseydim yıldızlara ulaşırdım
if I could know for sure
kesin olarak bilebilseydim
if I disappoint him another time...
Onu bir daha hayal kırıklığına uğratırsam....
if I do so
öyle yaparsam
if I don't catch my plane, I will sue the bus company. (open conditional /it is possible) a
Uçağıma yetişemezsem, otobüs şirketini mahkemeye vereceğim.
If I don't eat something for 5 hours, I get very hungry - habit / happens every time
Beş saat bir şey yemezsem çok acıkıyorum
If I don't use a hairdryer my hair won't look good.
Eğer saç kurutma makinası kullanmazsam saçım güzel durmuyor.
If I find time (v), I'll call you.
Vakit bulursam, seni arayacağım.
If I get a diplom, I would get a good job.
Bir diploma alırsam, iyi bir işim olur.
If I get any news I'll call you.
Bir haber alırsam, seni arayacağım.
If I go to the english course (k) I can succeed it
ben İngilizce kursuna gidersem bunu başarabilirim
If I go to the market I will buy vegetables.
Pazara gidersem sebze alacağım.
if I had a spaceship I would fly to the edge of the universe
bir uzay gemim olsaydı evrenin kıyısına uçardım
if I hurry, I'll catch the train. (open conditional /it is possible)
Acele edersem, trene yetişeceğim.
If I thought for example of someone complaining
Örneğin birinin şikayet ettiğini düşünseydim
If I upset you in any way, I sincerely apologize.
Seni herhangi bir şekilde üzdüysem, içtenlikle özür dilerim.
if I want to change my image, I have to (should) change myself first. (the Sharks in Nemo)
Eğer imajımı değiştirmek istiyorsam, önce kendimi değiştirmeliyim
if I were an astronaut I would go to outer space
astronot olsaydım dış uzaya giderdim
If I were in your place I would not touch that little monster.
Yerinde olsam o küçük canavara dokunmazdım.
If I write it down I can forget it and sleep peacefully.
Yazıya dökersem unutup rahat rahat uyuyabilirim.
if I x I can x
x-ersem x-ebilirim
if I x (open conditional /it is possible) a
x-sam
if I x then I ll y
x-ersem y-eceğim
if I'm going to do something /if I am getting involved
bir işler karıştıracaksam
If I'm having a bad day, I'll tell all my Facebook friends!
Kötü bir gün geçiriyorsam, tüm Facebook arkadaşlarıma söylerim!
if it doesn't inconvenience you
eğer zahmet olmazsa
if it is good I'll take it. (lit. let me take it) (open conditional /it is possible)
iyiyse alayım.
if it rains you'll get wet
yağmur yağarsa ıslanacaksın
if it snows we can make a snowman
kar yağarsa kardanadam yapabiliriz
if it were that the attraction /charm (being in love) had ended
cazibe sona ermiş olsaydı
if it's not too much trouble
çok zahmet olmayacaksa
If looks could kill I would have died now
Bakışlar öldürebilseydi şu an ölmüştüm.
if necessary
gerektiği takdirde
if no agreement is reached / in case of non agreement
anlaşma olmadığı takdirde
if not called and even when called
aranmazsa, hatta arandığı zamanlarda bile
if nothing goes wrong
bir terslik olmazsa
If one would look at this door / seen this door
Bu kapıya bakılacak olursa
if only I could remember
bir hatırlasam
if only I could remember what it was
bir de ne olduğunu hatırlasam.
if only I could remember where I put my bag
Çantamı nereye koyduğumu bir hatırlasam!
if required / if requested
istenildiği takdirde
if s.o. x-ed or not ; whether s.o. x-ed or not
x -ip x -mediğini
if so / then / in that case
öyleyse
if somebody doesn't throw the book at you
biri sana kitabı fırlatmazsa
if someone throws a book at you
biri eğer sana bir kitap fırlatırsa
if they are tired
yoruldularsa = yorulduysalar
if they ever knew
bir bilseler
if they had been tired (but they never were /unreal past)
yorulsaydılar
if they knew hell would break loose
bilseler kıyamet kopardı
if they were tired, (but they are not /unreal present)
yorulsalar
if they win this match they'll win the league
bu maçı kazanırlarsa lig şampiyonu olacaklar
if they x (open conditional /it is possible) a
x-larsa
if they'll get tired
yorulurlarsa
If they're late, they'll miss the train.
Daha fazla geç kalırlarsa, treni kaçıracaklar.
if things like making phone calls from the neighbour's house were left aside, he spent this week pretty much on reading books.
Komşunun evinden telefon etmek gibi şeyler bir tarafa bakılırsa, bu haftayı hemen hemen kitap okuyarak geçirmişti.
if things like x are/were left aside
x gibi şeyler bir tarafa bakılırsa
If this were true, it should have been easier.
Eğer bu doğruysa, daha kolay olmalıydı.
if we are going to do this
bunu yapacaksak
If we are to do this let's get done with it as soon as possible.
Bunu yapacaksak bir an önce halledip kurtulalım.
if we ask him for directions (for the way)
yolu ona sorasak
If we have somebody who loves us, it is not important who we are or how we look.
Bizi seven biri varsa, kim olduğumuzun ya da nasıl göründüğümüzün hiç önemi yok.
If we won't go now, when will we go ?
Şimdi gitmeyeceksek ne zaman gideceğiz?
If we work faster the quality certainly does not stay.
Daha hızlı çalışırsak, kalite kesinlikle kalmaz.
if we x (open conditional /it is possible) a
x-sak
if you don't have time (open conditional /it is possible)
vaktin yoksa
if you have time (open conditional /it is possible)
vaktin varsa
if you (pl) buy a new leather bag in this shop, they give you a wallet for free. (open conditional /it is possible)
Bu dükkanda yeni deri bir çanta alırsanız, cüzdan bedava verilir.
if you (pl) x (open conditional /it is possible) a
x-sanız
if you (sg) are at home, write me a letter. e(open conditional /it is possible)
Evdeysen bana bir mektup yaz.
if you (sg) x (open conditional /it is possible) a
x-san
If you are close to here, visit me too.
Buraya yakınsan, bana da uğra.
If you are going to steal my time with unnecessary things
gereksiz şeylerle zamanımı çalacaksanız
If you are going to waste (steal) my time with unnecessary things you had better go now (your returning now would be better)
Gereksiz şeylerle zamanımı çalacaksanız şimdiden geri dönmeniz daha iyi olur.
If you are ready, I'm ready too.
Sen hazırsan, ben de hazırım.
If you call me tonight, we'll make plans then.
Bu akşam beni ararsan bir plan yaparız
If you come all at the same time we ll go together.
Hepimiz aynı saatte gelirsek, birlikte gideceğiz.
If you continue to work like this you surely will succeed.
Böyle çalışmaya devam edersen, mutlaka başarılı olursun.
If you dig among the stones
taşların arasını kazarsan
If you dig among the stones surely (m) you will come up with a few bones or smashed helmets.
taşların arasını kazarsan mutlaka birkaç kemiğe, ezilmiş miğferler rastlarsın.
If you don't come back home late we cant chat a bit.
Eve geç dönmezsen, biraz sohbet ederiz.
If you don't feel like answering me you can leave it. / Wenn du keine Lust hast mir zu antworten, kannst du ez auch sein lassen.
Bana cevap vermek hiç içinden gelmiyorsa, vermesen de olur.
if you don't mind me asking
sormamda bir sakınca yoksa
if you don't mind me saying
söylememde bir sakınca yoksa
if you ever have time
zamanın olursa
if you fully (completely) understood
Tamamıyla anladıysanız
if you had done it = You didn't do it. But if we imagine you had done it...
Yapsaydın = Yapmadın. Ama yapmış olduğunu hayal etsek, ...
if you had done it correctly, you wouldn't have to do it all over again
düzgün yapsaydın sil baştan yapmana gerek kalmazdı
if you have done it = Did you do it? If yes, no problem.
Yaptıysan = Yaptın mı? Evetse, sıkıntı yok.
if you heat up
ısıtırsan
if you insist
ısrar edersen
if you insist on reading
okumakta ısrar edersen
if you insist on reading this book despite my warning
uyarmama rağmen bu kitabı okumakta ısrar edersen
if you knew
bir bilsen
If you knew how (much) I love you !
Seni nasıl seviyorum,bir bilsen!
if you make a noise /the least little sound (lit. If your click is getting out)
çıtın çıkarsa
If you open the door I can come in.
Kapıyı açarsan, içeri girebileceğim.
If you refuse to cooperate...
Işbirliği yapmayı reddedersen
if you say so
öyle diyorsan
if you shake your hand there are fifty of them / there are lots of other possible boy or girlfriends / there are lots of fish in the sea
elini sallasan ellisi
If you sleep late you can't get up early.
Geç yatarsan, erken kalkamazsın.
If you take care it will become a vineyard if you don't take care it will become a mountain.
Bakarsan bağ olur bakmazsan dağ olur.
if you try hard everything will be alright
çok uğraşırsan her şey düzelecek
if you want
isterseniz
If you want to say/tell it I have no objection
Söylemek istiyorsan itirazım yok
If you want, I can post it via e-mail.
İstersen e-postadan yollayabilirim.
If you want, you can explore mountain roads with your car and find hiking trails and start to embrace nature.
İsterseniz arabanızla dağ yollarını keşfedip, yürüyüş parkurlarını bularak, doğayla kucaklaşmaya başlayabilirsiniz.
If you'll only be quiet for a minute.
Hele sus bir dakika!
if you've lready done it, you don't need to do it again
yaptıysan bi daha yapmana gerek yok
If you(pl) want you can go (in)to the sea and cool off
İsterseniz denize girip serinleyebilir
ignorance / unawareness
bilgisizlik
ignorant / uneducated / illiterate
cahil
Ignore that last part.(or chapter)
O son bölümü göz ardı et.
ill-disposed / mean spirited /malicious 7 malevolent
kötü niyetli
illegal
yasadışı
illegal border crossing
yasa dışı sınır geçişi
illegal transition / illegal passage
yasa dışı geçiş
illness /disease
hastalık
illogical
mantıksız
Im Winter fischt man nicht. / One doesn't fish in Winter.
Kışın balık tutulmaz.
image / picture / display / view
görüntü
Imagination / Einbildungskraft
hayal gücü
imagination / fantasy /fancy/ reverie/ (day)dream
hayal
imaginative
hayal gücü kuvvetli
imagine your dream job
hayalindeki işi düşün
imigration
göç
immaculate / very clean / spotless
tertemiz
immediately /at once
hemen
immediately after
hemen sonra
immediately/ right away /at once (d)
derhal
immigration and asylum
göç ve iltica
immoral
ahlaksız
immorality
ahlaksızlık
immunity /exemption / dispensation
bağışıklık
impact / shock
darbe
impatience
sabırsızlık
imperativ mood / Befehlsform
emir kipi
impersonal
kişiliksiz
importance (e)
ehemmiyet
important / chief /key /major
önemli
impossible
imkânsız
impossible (o)
olanaksız
impractical
kullanışlı olmayan
impression /effect /feeling /seemingness /Anschein
izlenim
impressive
etkileyici
improper / inappropriate
uygunsuz
impulse / sudden passion
anı bir istek
Impulsive (daring/kühne) people are expected to also (show) respect (to) the rights of others.
Atılgan kişilerden başkalarının haklarına da saygı göstermeleri beklenir.
Impulsive (daring/kühne) people are expected to be able to express their rights in a clear manner.
Atılgan kişilerden haklarını net olarak ifade edebilmeleri beklenir.
Impulsive (daring/kühne) people are expected to defend the rights of others.
Atılgan kişilerden başkalarının haklarını savunmaları beklenir.
impulsive / foolheardy /unflinching (g.k.)
Gözü kara
impulsiveness / Being impulsive/ initiative / boldness / Kühnheit / Verwegenheit / Wagemut
atılganlık
Impulsiveness is to become the favourite of the group of friends/new people which is entered (= which one has entered)
Atılganlık girilen ortamın favorisi olmaktır.
Impulsiveness is, feelings and thoughts expressed in a clear and open manner.
Atılganlık,duygu ve düşüncelerin net ve açık bir şekilde ifade edilmesidir.
in a clumsy way
beceriksiz bir şekilde
in a fashion/ way (ş)
bir şekilde
in a manner ready to use
kullanmaya hazır bir şekilde
in a mess /disheveled /very messy /messed up
darmadağınık
in a methode to create food addiction
Gıda bağımlılığı yaratacak şekilde
in a neighbourhood (m) they didn't like (b)
beğenmedikleri muhitlerde
in a place where people could hear
insanların duyabileceği bir yerde
in a raid effected (made) on pre-determined adresses
Önceden belirlenen adreslere yapılan baskında
in a safe place
güvenli yerde
in a sharp contrast to
kesin bir karşıtlık içinde
in a single movement
tek harekette
in a slightly grayish shade
hafif gri tonda
in a vulgar language
adi bir dilde
in a vulgar language only known to him
yalnızca kendisinin bildiği adi bir dilde
in a well-behaved manner / like a good boy
uslu uslu
In a written statement from the Ministry
Bakanlıktan yapılan yazılı açıklamada
in accordance with a dative
uyularak
in accordance with international law
uluslararası hukuka uygun
in accordance with the known and accepted rules of the language
dilin bilinen ve kabul edilen kurallarına uyularak
in accordance with the rules
kurallara uyularak
in an undammaged state
zarar görmemiş bir hâlde
in any case /no matter what happens (b)
behemehal
In both the European and the Asian continent
hem Avrupa hem de Asya kıtasında
In box
gelen kutusu
in broad daylight
güpegündüz
in case it snows / supposing it snows
kar yağdığı takdirde
in common language
Halk dilinde
in default of payment
ödenmediği takdirde
in fact / actually / originally
aslında
In fact, he was amazed at how she endured so much fatigue.
Hatta bu kadar yorgunluğa nasıl tahammül ettiğine şaşıyordu.
in favor of
lehine
in flesh and bone / in Fleisch und Blut / incarnate
vücut bulmuş hâli
in form of
durumunda
in front of / before
önünde
in front of a lock
bir kilidin önünde
in her / in him
onda
In his bag were tools banging at each other and tinkling.
Çantasında birbirine çarpıp tıngırdayan aletler vardı.
in his bed
yatağında
in his belt
kemerinde
in his other hand
diğer elinde
in his right hand
Sağ elinde
in its nest
yuvasında
in life
hayatta
in logical order
mantıksal sırada
in my youth
gençliğimde
in neutral state
nötr hâlde
in one go / all at the same time / in one lump / all at once
tek seferde
in open places where the (number of) trees thinned down
ağaçların seyreldiği açıklık yerlerde
in order to / with the purpose to
amacıyla
in order to find something to wear I searched through every corner of my cupboard
giyecek bir şeyler bulmak için dolabımı didik didik ettim.
in order to find the shoe thieves
ayakkabı hırsızlarını bulmak için
in order to find the thief stealing shoes
ayakkabı çalan hırsızı bulmak amacıyla
in order to justify their desire to conquer people who do not harm anyone
kimseye zararı dokunmayan insanları fethetme arzularını haklı çıkarmak için
in order to keep up appearances
ele güne karşı rezil olmamak için
in order to make continue (.tir) the generation /progeny of poultry (winged animals)
kanatlı hayvanların nesillerini devam ettirebilmek için
in order to make continue (.tir) the generation /progeny of poultry (winged animals) incubation is the natural and physiological desire they exhibit (show )
Kuluçka, kanatlı hayvanların nesillerini devam ettirebilmek için gösterdikleri doğal ve fizyolojik arzu hali.
in order to monitor (follow) the juridicial process
yargı sürecini takip etmek için
In order to reach the cattle and horses they tore the stable walls with their teeth apart.
sığır ve atlara ulaşmak için ahır duvarlarını dişleriyle parçalamıştı.
in our home country (m)
bizim memlekette
In our house for some unknown reason the flies began to multiply.
Evimizde bilinmeyen bir sebeple sinekler çoğalmaya başladı.
in proportion / at a rate of
oranında
In respect to the black woolen garnents, descending until the floor the environment would have been to hot.
Yere kadar inen siyah yünlere göre etraf fazla sıcak olacaktı.
in shame
utanç içinde
in short / in brief / in a word
kısacası
in some regions
bazı bölgelerde
In that case / therefore (h)
O hâlde
In that case they need to find another arrangement.
Öyle olduğunda başka bir düzenleme bulmaları gerekir.
In that case they need to find another arrangement.
Öyle olduğunda başka bir düzenleme bulmaları gerekir.
In that case we are colleagues from now on
O zaman biz de artık iş arkadaşıyız
in that freaky place
o ucube yerde
In that period I got promoted twice.
Bu dönemde iki kez terfi aldım.
in the back of his mind
zihninin gerisinde
In the back of his mind a voice kept talking/saying with fear.
Zihninin gerisinde bir ses korkuyla konuşup duruyordu.
in the belief that it will alleviate her eerie feeling a little
ürkütücülüğünü biraz olsun hafifletir düşüncesiyle
in the blink of an eye
göz açıp kapayıncaya kadar
in the blood (plural)
kanların içinde
In the break snacks were served.
Molada ara öğün sunuldu.
in the case of a complete refusal
bütünüyle reddetmesi durumunda
in the case/prosecution of Pastor Brunson
Rahip Brunson davasında
In the country of the blind, the one-eyed man is king (Erasmus)
Körler ülkesinde tek gözlü adam kraldır
In the darkness appeared people with torches in their hands.
Karanlığın içinde ellerinde meşalelerle insanlar belirdi.
In the darkness she (k. ) knocked her knee several times against a chair or a coffee table.
Kız karanlıkta birkaç kez dizini bir sandalyeye ya da sehpaya çarptı.
In the darkness vague shades appeared and...
Karanlıkta belli belirsiz gölgeler belirip
in the dead (lit. blind) of the night
gecenin köründe
In the dim light, the silhouettes playing across the curtain looked confusing and strange.
Loş ışıkta perde üzerinde oynaşan silüetler kafa karıştırıcı ve tuhaf görünüyordu.
In the distance a horse whinnied.
Uzaklarda bir at kişnedi
in the district of x
x ilçesinde
in the evening
akşamleyin
in the forty years of / vierzigjährig
kırk yıllık
in the government service
devlet hizmetinde
in the hand of chance (pl)
tesadüflerin elinde
in the hand of toys called coincidence/chance (an addition which is incorrectly making a double passive /common mistake)
tesadüf den(il) en oyuncakların elinde
In the icy air the breath coming coming out of there nostrils looked like smoke.
Buz gibi havada burunlarından çıkan nefesleri duman gibi görünüyordu.
In the kitchen,inthe living room -as if they wanted to run us crazy (ç) - a big swarm of flies flew non stop back and forth.
Mutfakta, oturma odasında sanki bizi çıldırtmak istercesine büyük bir sürü sinek durmadan ileri geri uçuyordu.
In the light of the torches she saw men, their fists raised to the sky and in the darkness undulating green flags.
Meşalelerin ışığında adamların gökyüne usanmış yumruklarını, karanlıkta dalgalanan yeşil bayraklarını gördü.
In the marketplaces
çarşı meydanlarında
in the meantime
bunlar olduğu sırada
in the morning
sabahleyin
in the morning hours
sabah saatlerinde
In the mornings everyone emptied without looking whether there was anybody or not, their chamberpots from the window down.
Sabahları aşağıda birisinin olup olmadığına bakmaksızın herkes, lazımlıklarını pencereden aşağı boşaltıyorlardı.
In the mornings I get generally ill-tempered.
Sabahları genelde huysuz olurum.
in the narrator's mind
anlatıcının zihninde
in the night / by night
geceleyin
in the other hand
diğer elde
in the past
evvelden
in the period he had lived in
yaşadığı devirde
In the period in which he had lived ladies' calves and knees were hardly seen (kept out of sight ).
Yaşadığı devirde kadınların baldırları ve dizleri pek görünmüyordu.
In the places which were not reached by its light
Işığının ulaşmadığı yerlerde
in the process of decision-making
karar aşamasında
in the real estate agent's brochure
emlakçının broşüründe
In the real estate agent's brochure the house seemed comfortable and romantic.
Emlakçının broşüründe ev konforlu ve romantik görünüyordu.
in the school where I teach
öğretmenlik yaptığım okulda
in the shadow of your wings
kanatlarının gölgesine
in the sheath at his belt
kemerindeki kının içinde
in the sky
gökte
in the statement he made (gave)
verdiği ifadede
in the status / position of prey - hunted
av konumunda
In the trees the voice of the birds had ceased
Ağaçlarda kuşların sesi dinmişti
in this case (t)
bu takdirde
In this case they cause all kinds of problems.
Bu durumda her tür soruna neden olurlar.
in this day and age ... / in our age
çağımızda
In this world there are no ghosts and such.
Bu dünyada hayalet filan yok.
in trouble (b.d.)
başı dertte
in turns / one by one
sırayla
in villages, markets and suchlike places
köy, pazar ve benzeri yerlerde
In what way ? (form)
ne şekilde?
in winter
kışın
In winter there is only snow. (!it It always snows in winter. There's no way it's winter and it's not snowy)
Yalnızca kışın kar var.
in wonder
şaşkınlık içinde
In wonder he looked at his own reflection.
Şaşkınlık içinde kendi yansımasına baktı.
in(side)
içinde
in/after ten minutes
on dakikadan sonra
in/during the events of / in the activities of
etkinliklerinde
inactivity
durgunluk
inanimation / dullness /opaqueness / dimness
donukluk
inauthentik
otantik olmayan
Inbetween the two
ikisinin arasında
inborn /natural /(to have) by nature
doğuştan sahip olmak
incessant / everlasting /non stop
ardı arkası kesilmeyen
inclined / predisposed
meyilli
inclusive
dahil
inclusive
dahil
income / earning /revenue
gelir
incomparable
kıyaslanamaz
inconsistency
tutarsızlık
inconsistent
tutarsız
inconvenience / malaise / embarrassment /indisposition / unwellness / trouble
rahatsızlık
incorporeal / unsubstantial
cisimsiz
increasing / on the upgrade
artmakta
incredulously / with/in disbelief
inanmazlıkla
incubation (nest)
kuluçka
incubation (nest) ist the natural and physiological desire they exhibit (show)
Kuluçka, gösterdikleri doğal ve fizyolojik arzu hali.
independant
bağımsız
index (finger) / Zeigefinger
işaret parmağı
India
Hindistan
Indian
Hintli
indicate / suggest
sezdirmek
indicative /stating
belirten
indirect
dolaylı
indirect object
dolaylı nesne
indiscretion (indiscrete behaviour)
düşüncesiz bir davranış
indivisible
bölünemeyen
industry
sanayi
inequal
eşit değildir
infection
enfeksiyon
infested / haunted
musallat
infiltrating / who is infiltrated / seeping (present participle)
sızan
infiltrating bundles of sunlight
sızan güneş ışığı demetleri
infinitive (gram. )
mastar
infinitive verb ending /infinitive suffix
mastar eki
inflation
enflasyon
influence / effect
etki
information other than this
bunun dışındaki bilgiler
infrared
kızılötesi
ingredients
malzemeler
inhabitant
sakin
injured
yaralı
injury
yaralanma
inn
han
innkeeper
hancı
innocent
masum
innovative approach
yenilikçi yaklaşım
innovative solutions
yenilikçi çözümler
innovative technology
yenilikçi teknoloji
innovative thinking
yenilikçi düşünme
innovatively
yenilikçi bir şekilde
inquietude / worry / concern / fear (e)
endişe
insan beyinin tuhaflığından istifade etmek
to exploit the quirks of the human brain
insanely /madly
delicesine
inscription/legend /Inschrift
yazıt
insect / bug
böcek
Insecurity
güvensizlik
insecurity, resentment (indignation,), hesitation and fear
güvensizlik, içerleme, tereddüt ve korku
inside me
içimde
insidious / sneaky /sly / heimtückisch / hinterhältig
sinsi
inspite of my warning (verb)
uyarmama rağmen
instantly / in an instant / right away /immediatly
anında
instead
bunun yerine
instead (off)
yerine
instead of dancing let's sing.
Dans etmektense şarkı söyleyelim.
instead of the overwhelming/ suffocating noise of the city life you can hear birds singing in the trees
boğucu şehir hayatının gürültüsü yerine ağaçlarda öten kuşların ezgilerini duyabilirsin
instinct
içgüdü
instinctive
içgüdüsel
instinctively he nocked another arrow
içgüdüsel olarak yaya bir ok daha taktı.
institution
kurum
insult / Beleidigung
hakaret
integration / replenishment / completition / condition / make up exam
bütünleme
integrity / wholeness / completeness
bütünlük
intelligent (z)
zeki
intelligent / smart
akıllı
intenioned/having the intention to x (e)
x- meye niyetli
intense / heavy / busy / hectic
yoğun
intensive security measures
yoğun güvenlik önlemi
intention
niyet
interest / concern
ilgi
interest in / paying attention to
ile ilgilenme
interested (i) / eilling / eager / inclined
istekli
interested/curious / concerned
İlgili
interesting
ilginç
international
uluslararası
internet connection
İnternet bağlantısı
interpretation / exegesis / commentary / explanation / paraphrase
yorum
Intervention
müdahale
interview
röportaj
into her nightdesk drawer
komodinin çekmecesine
intricate
girift
Intricate stone works
girift taş işlemeler
introduction
Giriş
introvert
içe dönük
intuition / instinct / perception
sezgi
invention
Buluş
invention (i)
icat
investigation / inquiery
soruşturma
investment
yatırım
investor
yatırımcı
invisible
görünmez
Invisible eyes seemed to watch me from every angle, piercing (i) into my skin (t)
Görünmeyen gözler beni her açıdan izliyor, tenime işliyor gibiydi.
involuntarily /unwillkürlich
istemsizce
Ireland
İrlanda
iron (household) Bügeleisen (ü)
ütü
iron /Eisen -Fe 26
demir
iron age
demir devri
ironmonger / Eisenwarenhändler
nabur
irregular /unsteady
düzensiz
irresponsably / recklessly
sorumsuzca
irritable / excitable /touchy (person)/ thin-skinned/ squeamish /easily offended / überempfindlich
alıngan
irritable / nervous (a)
asabi
Is everybody ok ? / Geht es allen gut ?
herkes iyi mi?
Is everything allright in here?
Burada her şey yolunda mı?
Is everything allright?
Her şey yolunda mı?
Is everythıng there ?
Her şey var mı?
Is it /can it be because he doesn't trust you ?
Size güvenmediği için olabilir mi?
Is it for me ?
O benim için mi ?
Is it possible that he didn't eat?
Yememiş olması mümkün mü?
Is it possible that he didn't eat?
Yememiş olması mümkün mü?
Is it possible that I didn't try this on?
Bunu üstümde denememiş olmam mümkün mü?
Is it possible that I don't try this on?
Bunu üstümde denememem mümkün mü?
Is it possible that I quickly eat something before we go?
(Biz) gitmeden önce hızlıca bir şey yemem mümkün mü?
Is it possible to try this on?
bunu üstümde denemem mümkün mü?
Is it possible?
Bu mümkün mü ?
is not proper / gehört sich nicht
yakışık almaz
is not very manly
pek de erkeksi değil
Is that an insult now ?
Bu bir hakaret mi şimdi ?
Is the school far from it ?
Okul ondan uzakta mı ?
is the soup hot?
çorba sıcak mı?
Is there a country that seems more beautiful ( to you) than the others?
Diğerlerinden daha güzel gelen özel bir ülke var mı
Is there a king in the United States?
Amerika Birleşik Devletleri'nde bir kral var mı?
Is there a museum near here?
buralarda bir müze var mı?
Is there a point you don't understand?
Anlamadığınız bir nokta var mı?
Is there any soup ?
hiç çorba var mı?
Is there anything to drink ?
İçecek birşey var mı?
Is there anything to eat?
Yiyecek birşey var mı?
Is there someone who can help me?
Bana yardım eden var mı?
Is there this much damage?
Bu kadar zarar var mı ?
Is this seat free?
Bu koltuk boş mu ?
Is this the first time you've been (you came) here?
Buraya ilk defa mı geliyorsunuz?
Is this why you came here?
Buraya gelme nedenin bu mu ?
Is this yours?
Bu seninki mi?
Is your wife a jealous woman?
karın kıskanç bir kadın mıdır?
island
ada
isn't it / aren't you / n'est-ce pas
değil mi
isolated
mahsur kalan
isolation / loneliness
tenhalık
Istanbul suffers from traffic problems.
İstanbul trafik derdinden muzdariptir.
It (there) is the only place I've got.
Sahip olduğum tek yer orası.
it will be given
verilecek
it (this) was a highly developed music that could not be fully understood in the first hearing
ilk duyuşta tam olarak algılanamayan oldukça gelişmiş bir müzikti bu
It amazed him a lot.
Onu çok şaşırtıyordu.
It begins with a decision to change
değişime karar vermekle başlar
it can create all sorts of problems
her tür sıkıntı yaratabilir
it can facilitate
kolaylaştırabilecek
It cannot be understood /inconceivable
kavranamaz
It costs a fortune
bir servete mal oluyor
It dashed quickly ahead
hızla ileri atıldı
It did not look / seem (...k) very inviting
O hiç davetkâr gözükmüyordu.
it does not comply with (fact) / it is not compatible
bağdaşmamaktadır
It doesn't concern you / this is none of your business
seni ilgilendirmez
It doesn't create a good impression.
Hiç iyi bir etki yaratmiyor.
it doesn't hurt to ask
sormakta bir sakınca yok
It doesn't make any sense.
Hiçbir anlam ifade etmiyor.
It drives Mum mad.
Bu durum annemi çıldırtıyor .
it finished later than I expected
tahmin ettiğimden daha geç sona erdi
It gives us happiness to please you.
Sizi memnun bırakmak bize mutluluk verir.
It had a door having a handle of shining brass right in the middle
tam ortasında parlak pirinçten bir kolu olan kapısı vardı
It had been exhibited particularly for us.
bilhassa bizim için sergilenmişti
It has been a pleasure chatting with you.
Seninle sohbet etmek bir zevkti.
It has been an hour since I last ate.
Ben yemeyeli bir saat oldu.
it has been finished/ completed (t)
tamamlanmıştır
It has to be your oasis, your thought environment where nobody, no outside factor will disturb you.
Sizi kimsenin, hiçbir dış faktörün rahatsız etmeyeceği bir düşünme ortamınız, vahanız olmalıdır.
it has two barrels (Läufe) and takes two bullets
iki namluya sahıp ve iki kurşun alıyor
it hurts
acıyor
it ignored the things at the side
kenardaki şeyleri görmezden gelmişti
It is (possible) / (es) kommt vor
olur
it is a piece of cake!
çocuk oyuncağı!
it is a piece of cake!
çocuk oyuncağı!
It is a pleasure for us to entertain you.
Sizi ağırlamaktan zevk duyarız.
It is always crowded here.
Burası hep kalabalıktır.
It is an inconsequential condition / it is unimportant / it is of no consequence
ehemmiyetsiz bir vaziyettedir
it is being made (fact)
yapılmaktadır
It is better to study fifteen minutes each day than to study two hours once a week.
Her gün on beş dakika çalışmak, haftada bir kez ,iki saat çalışmaktan daha iyidir.
It is better you go (verbal noun) back now
şimdiden geri dönmeniz daha iyi olur
It is clear (k) that there is something fishy.
Bir bityeniği olduğu kesin
It is easy (for a person) to become discouraged while looking for a job.
İş ararken insanın hevesi hemen kırılabiliyor.
It is enough for x to be like y
X'in y gibi olması yeterlidir.
It is enough if the slave is/for the slave to be like his master
Kölenin efendisi gibi olması yeterlidir
It is enough if the student is like his teacher
Öğrencinin öğretmeni gibi olması yeterlidir.
It is essential that the news are about topics like X.
Haberin X-mesi gibi temalar işlemesi esastır.
It is essential.
esastır
It is for you.
O senin için.
It is immorality
Ahlaksızlıktır
It is impossible
Bu imkânsız
it is impossible / unlikely
mümkün değil
it is impossible not to be astonished
hayret etmemek mümkün değil
it is in no way compatible
hiçbir şekilde bağdaşmamaktadır
it is in no way compatible with the international rules of law
uluslararası hukuk kurallarıyla hiçbir şekilde bağdaşmamaktadır.
it is necessary that you x (e)
x-mek zorundasın(ız)
it is necessary that you quit smoking
sigara içmeyi bırakmak zorundasın(ız)
it is necessary to x (e)
x-mek zorunda
It is no longer important. / It doesn't matter anymore.
Artık önemli değil.
it is not /it doesn’t exist
yok
It is not for me to say
bunu söylemek bana düşmez
it is not good enough
yeterince iyi değildir.
It is not that I don't want to help you but right now I am very busy.
Sana yardım etmek istemiyor değilim ama şu anda çok meşgulüm.
it is obliged / he is obliged
zorunludur
It is part of an English tradition (g) that doesn't attract me.
Beni cezbetmeyen bir İngiliz geleneği parçası.
it is possible
bu mümkün
It is quite a long time since I last saw you.
Seni son gördüğümden beri uzun zaman oldu.
It is quite common these days
günümüzde oldukça yaygın
It is quite common these days to live together.
Birlikte oturmak,günümüzde oldukça yaygın.
It is really expensive.
gerçekten pahalı
It is the red (= ripe and juicy) apple that gets a lot of people throwing stones at it. meaning: Successful people are often a target for envious and slanderous criticism.
Al elmaya taş atan çok olur.
It is the worms that (eat up and) destroy a tree; it is his worries that (eat up and) "finish" a man.
Ağacı kurt, insanı dert yer.
It is time for food.
Vakit yemek vakti.
It is time for x (noun)
vakit x vakti
It is time to eat.
Vakit yeme vakti.
It is time to x
vakit x-me vakti
It is very cold outside.
Dışarısı soğuk.
It is vulgarity
basitliktir
It isn't that simple
o kadar da basit değil
It kept sparkling like a firefly
bir ateşböceği gibi parıldayıp duruyordu.
it kept us fit
bizi zinde tuttu.
It led to disappointment
hayal kırıklığına uğramasına yol açtı.
it left a nasty / foul smell
pis bir koku bıraktı
It lightened the trees with a blood coloured light.
Ağaçları kan rengi bir ışıkla aydınlattı.
It makes no difference (slang)
farkmaz
It makes no sense. /It doesn't seem logic.
Hiç mantıklı gelmiyor.
It makes/renders everything so extremely shabby.
Her şeyi son derece seviyesiz kılıyor.
it might snow this evening
bu akşam kar yağabilir
It must be clearly and net fixed / determined (b) in the narrator's mind
anlatıcının zihninde açık ve net biçimde belirlenmelidir.
it needs to x
x-mesi gerek
it occurred to me that ...
aklıma şöyle bir şey geldi ...
It probably won't hurt you at all.
Muhtemelen seni hiç yaralamayacak.
It rained cats and dogs in Istanbul
İstanbul'da gök delindi
It rained here too today, for three minutes
buraya da bugün biraz yağmur yağdı üç dakikalığına
It rained that night, a fine gently drizzling rain.
O gece yağmur yağıyordu, ince, usul usul çiseleyen bir yağmur.
it remained in flames
alevler içinde kaldı
It requires me to change my habits.
Alışkanlarımı değiştirmemi gerektiriyor.
it seemed there was no possibility to x (rep)
X- mesine olanak yokmuş gibi görünüyordu
it seems /to my surprise
meğer
it seems /to my surprise it was a dream
rüyaymış meğer
it seems to me / I have a feeling that / I am under the impression that
bana öyle geliyor ki
it seems to me that / it strikes me that / I'm under the impression that / I have an idea that
bana öyle geliyor ki
It seems to me that whenever I don't take my umbrella, it's raining and I get wet.
Bana öyle geliyor ki ne zaman şemsiyemi almazsam yağmur yağıyor ve ben ıslanıyorum.
It seems very strange to me.
Bana çok garip geliyor.
It smells fishy.
Burnuma kötü kokular geliyor.
it snowed so much we couldn't go outside
o kadar çok kar yağdı ki dışarıya çıkamadık
it sounded (was) to her ear as if a familiar melody was played
aşina olduğu bir ezgi çalınır gibi oldu kulağına
It sounds like great fun
büyük bir eğlence gibi geliyor
It stayed vibrating where it was
titreyerek olduğu yerde kaldı
It stayed where it was
olduğu yerde kaldı
It suffered severe damage (h)
ciddi hasar gördü.
It takes petrol.
Benzin alır.
It took me the whole day.
Bütün günümü aldı
it was merely showing off
düpedüz caka satmaktı
it was / they were related to... (+dat)
İlişkindi
It was a bad day, it passed...
Kötü bir gündü, geçti...
It was a depressing / troublesome morning
Sıkıntılı bir sabahtı.
it was a dream (r)
rüyaymış
It was a great pleasure to meet you again.
Sizinle yeniden karşılaşmak büyük bir keyifti.
it was a masterpiece
başyapıttı
it was a music that could not be fully understood on the first hearing
ilk duyuşta tam olarak algılanamayan bir müzikti bu
It was a nightmare.
Bir kâbuştu.
It was a noble beauty, like the one belonging to (peculiar to) a prince of a foreign nation.
Soylu bir güzellikti, yabancı bir ulusun prensine özgü
It was an absurd idea / it was a crazy joke
saçma bir fikirdi
It was an uneasy morning creating unpleasant thoughts.
hoş olmayan düşünceler yaratan sıkıntılı bir sabahtı.
It was beyond me /I couldn't believe it
aklım almıyordu
It was beyond me how such a disgusting thing could be valuable
böyle iğrenç bir şeyin nasıl olup da değerli olabileceğini aklım almıyordu
it was canceled
iptal oldu
It was certain that some of those next to him would have no objection to reduce the number of their competitors on the way to power
Yanındakilerden bazılarının, iktidar yolundaki rakiplerinin sayısını azaltmaya itirazi olmayacağı kesindi.
It was certain, that they were not going to have any objection.
Onların itirazı olmamayacağı kesindi.
It was different, completely different
Başkaydı, bambaşka.
It was five to eight.
beşe sekiz kalaydı
it was great
harikaydı
It was half the price of the others.
Diğerlerinin yarı fiyatındaydı
it was in a sheltered /secluded (k) place (nothing happens there ever)
kuytu bir yerdeydi
it was in a stupid /unreasonable way catching/contagious
Bu, mantıksız bir şekilde bulaşıcı bir durumdu
It was like apart from a few touches he didn't care to bother for the details. /As for the details he didn't seem to have cared enough for more than just a few taps.
Ayrıntı olarak da birkaç dokunuştan öte bir zahmete girecek kadar umursamamış gibiydi.
It was like the feeling I had on July 15th.
15 Temmuz'da yaşadığım his gibiydi.
It was like the feeling when we first met.
İlk tanıştığımız zaman duygu gibiydi.
It was long time since the girl had last seen the sea (from a story told in past tense)
Kız denizi görmeyeli çok olmuştu.
it was murder
cinayetti
it was my knowing / the fact was that I knew
bilmemdi
It was neither noticed nor prevented in this school.
Bu okulda ne fark ediliyor ne de önleniyordu.
It was no longer safe to be outside after it got dark.
Artık hava karardıktan sonra dışarıda olmak güvenli değildi.
It was no longer safe.
Artık güvenli değildi.
It was not my fault.
Benim hatam değildi.
It was not worth the risk. ( lit to enter such risk)
Ama böyle bir rizikoya girmeye değmezdi.
it was not/ it did not exist
yoktu
it was pleasant (k)
keyifliydi
it was robbery
soygundu
It was scary enough. / It was horrible enough.
Yeterince korkunçtu.
It was so much fun (e)
Çok eğlenceliydi.
It was something he had never tasted before
Daha önce böyle bir şey tatmamıştı
It was that kind of day.
Bu o tür bir gündü.
it was the natural choice
olağan bir seçimdi
It was the third night of the hunt.
Avın üçüncü gecesiydi.
it was true that he preferred not to take
almamayı tercih ettiği doğruydu
It was very cold outside.
Dışarısı soğuktu.
it was vexing
eziyetliydi
It weighs a ton!
bir ton ağırlığında!
it will be given ( by law / as reward)
verilecektir
It will happen sooner or later, we should be prepared/ready for that moment.
Bu er ya da geç olacak, o an için hazırlıklı olmaliyiz.
it would appear that / likely enough
öyle görünüyor ki
It would not make a difference
fark etmezdi
It wouldn't be appopriate for us to do that.
Böyle yapmamız yakışık almaz
It wouldn't be good at all if he lost control now.
Şu anda kontrolü kaybetmesi hiç iyi olmazdı
It wouldn't be good at all.
Hiç iyi olmazdı.
it'll be wet tomorrow so they'll need their raincoats
yarın yağışlı olacak bu yüzden yağmurluklarına ihtiyaçları olacak
It's a bit windy.
Esiyor.
It's a deal!
anlaştık!
It's a long journey.
bu uzun bir yolculuk
It's a quarter to one
saat bire çeyrek var
It's a quarter to...
...-e çeyrek var
It's a very good offer.
bu çok iyi bir teklif
It's all that keeps me going. / Das einzige was mir hilft weiterzumachen. / Das einzige was mich auf den Beinen hält.
Beni ayakta tutan tek şey bu.
It's always best to lead by example. (of behaviour)
Her zaman davranışlarla örnek olmak en iyisi.
it's an order!
bu bir emirdir!
It's between the kitchen and the living room.
mutfak ve oturma odası arasında
It's beyond me /I can't believe it /cela me dépasse
aklım almıyor
It's certain what he will do.
Ne yapacağı belli
It's easier to ask forgiveness than permission.
Af dilemek, izin almaktan daha kolaydır.
It's enough that you WANT to eat (= If you want to eat there is plenty of food go ahead)
Sen yemek iste yeter ki.
It's for free !
bedava!
It's four lira.
dört lira
It's half past eight
saat sekiz buçuk
It's in this street (c)
bu cadde üstünde
it's kind of weird
tuhaf sayılır
it's my dream to become a musician
hayalim bir müzisyen olmak
It's nice
o hoş
It's nice here.
burası güzel
it's nice to meet you too
ben de tanıştığımıza memnun oldum
it's not a good time to joke
şaka yapmak için hiç uygun bir zaman değil
it's not that I don't speak German, but not as much as English
Almanca konuşmuyor değilim; ama İngilizce kadar değil
It's not that I won't help you. I will, but not now.
Sana yardım etmeyecek değilim; ama şimdi değil.
It's not the first time, and won't be the last.
İlk defa değildi, son defa da olmayacak.
It's not time to stop but to stop it.
Vakit durma değil durdurma vakti.
It's not worth to tire your jaw. (not worth talking about)
Çeneni yorduğuna değmez.
it's not worth to x
x-diğine değmez
It's ok with me!
Bana uyar!
It's six past five
saat beşi altı geçiyor
It's ten to two
saat ikiye on var
It's terrible here
burası berbat
It's time to stop
Vakit durma vakti.
it's too hot
çok sıcak oldu
It's twenty past seven
saat yediyi yirmi geçiyor
It's two o'clock.
Saat iki.
it's up to me
bana bağlı
It's very cheap because it is on sale
çok ucuz çünkü indirimde
It/He will bite your head off
Başını ısırarak koparacak.
Italy
İtalya
itinerant / traveling / ambulant / umgerziehend
gezici
its being thicker / it to be thicker (acc. case)
onun daha kalın olmasını
its edible tubers
yenebilen yumruları
Its left front foot was stretched in a weird angle
sol ön ayağı garip bir açıyla uzanmıştı.
Its super power is to have developed an unbelievable imune system.
Süper gücü, bağışıklık sisteminin inanılmaz gelişmiş olması.
ivory
fildişi
Jack the Ripper
Karındeşen Jack
Jackdow /Dohle
küçük karga
Jade
yeşim taşı
jagged / notched
çentikli
Japan
Japonya
Japanese (language)
Japonca
Japanese (nationality)
Japon
jaw bone
çene kemiği
jealous
kıskanç
jealous husband
kıskanç koca
jealousy
kıskançlık
jelly beans
jöle fasulyeleri
jellyfish
denizanası
Jesus healed them all.
İsa hepsini iyileştirdi.
Jesus said : You will know the truth and the truth will set you (pl) free. (Joh 8: 31)
İsa, 'Gerçeği bileceksiniz ve gerçek sizi özgür kılacak' dedi.
jetblack / pitch dark
kapkara
Jew's belt / money belt / pouch
Yahudi çıkını
jeweler /jewelry store
kuyumcu
jewelry /ornament (t)
takı
Jews (m)
Museviler
Jill was of those lucky people who don't have a fear of height.
Jill, yükseklik korkusu olmayan şanslı insanlardandı.
jingle / ringing / klingeln (ş)
şıngırtı
job interview
iş görüşmesi
joggler
hokkabaz
joint/ articulation /knuckle
eklem
joke
fıkra
Jordan river (ş)
şeria ırmağı
journalist
gazeteci
journey / trip / travel (y)
yolculuk
joyful / mirthful / happy
sevinçli
joyous spectators (i)
coşkulu izleyiciler
Juan Carlos abdicated (from the throne) in favor of his son Felipe
Juan Carlos tahttan oğlu Felipe lehine feragat etti
jubilant / "flying to the airs from joy"
mutluluktan havalara uçan
Jubilant / exultant / over the moon
Çok sevinçli
jubilation
coşkulu sevinç
judge (h)
hakim
Judge (y)
yargıç
judgement /conclusion /decision
yargı
judgeship / magistracy / Magistratur / Richteramt
hakimlik
judicial council (from yargılamak)
yargıtay
Jugglery / das Jonglieren / Gaukelei
Hokkabazlık
juice
meyve suyu
Juicy /saftig
sulu
July
Temmuz
jumper
kazak
June
Haziran
Jungle book/ das Dschungelbuch
Ormanın kitabı
junk food
abur cubur
Junk food is harmful to health.
Abur cubur yemek sağlığa zararlıdır.
junk mail folder
önemsiz posta klasörü
juridical / foresenic / gerichtlich
adli
jury
jüri
Just / if only ( with imp. or subj.)
Hele bir...
just / only / merely (s)
sadece
just /if only (h) ( with a imperative or subjunctive verb) (h)
hele
just /sooner
daha hemen
just as I guessed
tam tahmin ettiğim gibi
just at that moment / then /in the meantime /inzwischen/ mittlerweile (d)
derken
just for the sake of decoraration
sırf süs olsun diye
just for the sake of x
sırf x olsun diye
just happen to
oluvermek
Just let her try !
Hele bir denesin!
Just let him do it (imp 3sg) I tear him to pieces!
Hele yapsın, parçalarım onu!
Just let him not come!
Hele bir gelmesin !
Just let me finish my book, and then we'll talk.
Hele bir kitabımı bitireyim,o zaman konuşuruz.
Just let me tell (you)/( I should tell you) how happy /pleased I am
ne kadar mutlu - memnun olduğumu söylemeliyim
Just let...
Hele bir...
just like / just as/ ebenso / genauso wie
tıpkı ... gibi
Just like the iron street gate
tıpkı demir sokak kapısı gibi
just like this
öylesine
just like this / motionless
öylece
just like tightly closed lips / sowie zusammengepreßte Lippen
tıpkı sımsıkı kapalı dudaklar gibi
Just look at how our Ahmet has grown!
Hele bak, Ahmet'imiz nasıl büyüdü!
Just look at...
Hele bak...
just now
demin
just now /a short time ago /a little earlier
az önce
just outside the village
köyün hemen dışında
Just then she fell asleep.
Derken uyuyakaldı.
Just win this prize, and I' ll buy you a car!
Bu ödülü kazan hele, sana araba alacağım.
justice
adalet
Justice and Development Party
Adalet ve Kalkınma Partisi
Kakadu
kakatuva
Kaki
trabzon hurması
Kanada ranks second. (comes in second place)
İkinci sırada Kanada yer alır.
Kannst du mir einmal zuhören. / Can you just listen once to me ?
Beni bir kerecik olsun dinler misin
Kannst du mir mal zuhören / Can you just listen to me.
Beni bir dinler misin.
Karo (cards)
karo
Keep the change, friend.
Üstü kalsın dostum.
keep well / Goodbye
Hoşça kal(ın )
Kerngehäuse
çekirdek yatağı
kestrel /Turmfalke
kerkenez
ketchup
ketçap
key
anahtar
key hole
anahtar deliği
Keyboard /Tastatur (computer)
Klavye
ki onunla ilk defa tanışabilsinler
so they could meet him (get to know him) for the first time.
Kidney beans / rote Bohnen
kırmızı fasulye
kilo
kilo
kilometre
kilometre
kind / friendly / gentle / polite
kibar
kind / soft /tender (m)
müşfik
kind of ... / type of ...
bir tür...
kind, thoughtful and sensitive
müşfik, düşünceli ve hassas
kind/ sort/variety (ç)
çeşit
kindergarden
anaokulu
kindly / polıtely / amiably / mildly
nezaketle
kindness / politeness / courtesy (n)
nezaket
kindness / refinement /mannerly / politeness
nezaket
king
kral
king (cards)
papaz
King /König ( chess)
Şah
kingdom
krallık
kingdom / Reich (biol.) (e.g. animalia/ vielzellige Tiere)
âlem
kinship /Verwandschaft
akrabalık
kiosk
büfe
kiss
öpücük
kitchen
mutfak
Kiwi
Kivi
Klatschmohn / poppy
gelincik
Klee / clover / trefoil
yonca
Kleie
kepek
knallrot
kıpkırmızı
knee
diz
knickname
lakap
knife
bıçak
knife scar (from fight)
faça
knight /Bube /valet (cards) (o)
oğlan
knight /Bube /valet (cards) (v)
vale
Knight Pferd (chess)
at
knowledge / information/ understanding
bilgi
knowledgeable
bilgili
known as the most durable animal in the world
dünyanın en dayanıklı hayvan olarak biliniyor
knuckle
boğum
kolibri
sinekkuşu
kore element / key element
ana unsur
Korea
Kore
Kress
tere
Kuskus
kuskus
Kümmel
kimyon
Kürbiskern / pumpkin seed
kabak çekirdeki
laboratory
laboratuvar
labour / toil
emek
lack of confidence
güven eksikliği
lack of manners /ill breeding
görgüsüzlük
lack of means / despair / impuissance
çaresizlik
ladies and gentlemen
hanımefendiler ve beyefendiler ...
ladies' hairdresser (b)
kadın berberi
Lady (b)
bayan
lady (h)
hanımefendi
lake
göl
lamb
kuzu
lament / cry / Flehen
yakarış
lamentation /wail
ağıt
lamp
lamba
lampost / street lantern
sokak lambası
land/ territory/ terrain
arazi
Landlady
ev sahibesi
landscape (opposite to portrait)
yatay
landscape page orientation
yatay sayfa düzeni
Langkorn
uzun (taneli ) tahıl
language / tongue
dil
Language studies interest me.
Dil çalışmaları beni ilgilendiriyor.
lantern
fener
lantern / Seemannslaterne
gemici feneri
lap
kucak
lapislazuli
lacivert taşı
laptop (d)
Dizüstü
larch / Lärche
karaçam
Lark /Feldlerche
toygar
laser sighting system / Laservisiersystem
lazerli nişan alma sistemi
last
son
last / past / previous
geçen
last generation technology
eski nesil teknoloji
last meal before fasting in Ramdan (around 3/ 4 am)
sahur
last night
geçen gece
last night
dün gece
last time
geçen sefer
Last time we took a taxi.
geçen sefer bir taksi tuttuk
Last week we went to the cinema.
Geçen hafta sinemaya gittik.
last year (s)
geçen sene
late
geç
later (than)
sonrası
latitude /Breitengrad (distance from the equator)
enlem
laugh /laughter
kahkaha
Laughing coarsly he was pushing me around.
Kaba kahkahalar atarak beni itip kakıyordu.
Laughing he did the same.
o da kahkaha atarak aynısını yaptı
laundry (dirty wash)
kirli çamaşırlar
laundry /Wäsche / washing
çamaşır
laurel / Lorbeerblatt
defne yaprağı
law
kanun
law / statutes
yasa
law and order
kanun ve düzen
law suit / case / legal act / proceeding
dava
lawnmower
çim biçme makinası
lawyer
avukat
lazy /sluggish /sleepy
miskin
lead /Blei
kurşun
leader
lider
leaf
yaprak
league
lig
Leaning(rep) against the ancient city's stone wall
Antik kentin taş duvarına yaslanmış
left
sol
left aside
bir tarafa bakılırsa
leg
bacak
legal / lawful / legitimate
yasal
legal concept
yasal kavram
legal obligation
kanuni yükümlülük
legend
efsane
lemon
limon
lemon drops (candy) Zitronenbonbons
limonlu şeker
lemon juice
limon suyu
lemonade
limonata
length
boyu
length
uzunluk
Length width and height
Uzunluk, genişlik ve uzunluk
lense
mercek
lentghwise /continually / on and on
boyuna
leper (person suffering from leprosy)
cüzamlı
leprosy
cüzam
Leslie would definitely go crazy if she saw that telefon laying on a silver tray.
Leslie telefonun gümüş bir tepsi içinde durduğunu görseydi kesinlikle çıldırırdı.
less
daha az
less / fewer
daha az
less fortunate (t)
daha az tâlihli
less is more
az ama öz
less than the usual amount
alışılmış miktardan az
lesson
ders
let alone / besides / then again
kaldı ki
Let everybody know
herkes bilsin
Let him die/wear out - May he die
canı çıksın
Let him who has ears hear!
Kulağı olan işitsin !
Let it drop / may it drop (imp. 3 sg)
damlasın
let it sound at least / (let it be a big thing)
ses getirsin bari
Let me explain it to you !
Bak, sana anlatayım !
Let me get this straight (us - this subject)
Bu konuyu açıklığa kavuşturalım
let me give you a little hint
size küçük bir ipucu vereyim
let me give you some advice
sana biraz tavsiye vereyim
let me introduce
tanıştırıyım
let me introduce
tanıştırıyım
Let me make you an offer !
size bir teklifte bulunayım
Let me pass
geçeyim
Let me pass immediately to the events
Hemen olaylara geçeyim.
Let me tell you
söyleyeyim
Let me write that down / Let me put this on paper
yazıya dökmeliyim
let me x (e)
x-eyim
Let my teaching drop like rain
öğretişim yağmur gibi damlasın
Let my words fall like dew
sözlerim çiy gibi düşsün
Let the oppressed hear (i) and rejoice
Mazlumlar işitip sevinsin !
Let them be able to get acquainted with / that they can get to know him (imp / potential / 3pl)
tanışabilsinler
Let them do what they want !
istediklerini yapsınlar
Let tomorrow's worry be for tomorrow
Yarının kaygısı yarının olsun.
Let us exalt his name together !
Adını birlikte yüceltelim !
Let's clarify a few things
Birkaç şeyi açıklığa kavuşturalım
Let's come to the subject
konuya gelelim
Let's divide the cake into equal parts.
Pastayı eşit parçalara bölelim.
Let's eat outside today
Bugün dışarıda yiyelim
let's get back to the subject
konumuza geri dönelim
Let's get something straight.
Bir şeyi açıklığa kavuşturalım.
Let's go
gidelim
Let's go !
Hadi gidelim!
Let's go ! / Let's leave !
Kalkalım !
Let's go shopping (g)
Alışverişe gidelim.
Let's go to the bank.
Bankaya gidelim.
Let's go, it's late.
Gidelim artık, geç oldu.
Let's gossip !
Biraz dedikodu yapalım.
Let's have it ! Let'hear it !
Anlat bakalım!
Let's hurry up !
Çabuk olalım !
Let's keep in touch
irtibatı koparmayalım
Let's keep this in mind.
Bu konuyu aklımızda tutalım.
Let's loot the guardians depots and find some money. / Lass uns die Depots der Wächter plündern und uns decken mit Geld eindecken.
Muhafızların depolarını yağmayalıp para bulalım.
Let's make a deal
bir anlaşma yapalım
Let's not talk about this here/in this place (in the presence of these people)
Bu ortamda bunu konuşmayalım.
Let's say we are good then we'll be fine. (lit Let's say we are good, let's become good)
iyi diyelim iyi olalım
Let's sit tilted (lean over) and talk straight !
Eğri oturup doğru konuşalım !
Let's stop making gossip, for God's sake.
Dedikodu yapmayı bırakalım, Allah aşkına.
Let's surprise x
X-e sürpriz yapalım
Let's talk everything over from the very beginning
Her şeyi en başından konuşalım.
Let's talk straight !
doğru konuşalım !
Let's think about it.
Düşünelim bakalım.
let's try
deneyelim
Let's walk a bit around
Biraz dolaşalım
letter
mektup
lettuce
marul
level / alignment (h)
hiza
lever pate
ciğer pate - ciğer ezmesi
Libelle / damselfly /odonata
Kızböceği
Libellen /damselflies
Kızböcekleri
Libellen /damselflies
Kızböcekleri
library
kütüphane
lieutnant (t)
teğmen
life (y)
Yaşam
life (ö)
ömür
life / life time
hayat
Life belt / Rettungsring
can kurtaran simidi
life boat
filika
Life comes through the food pipe.
Can boğazdan gelir.
Life forms
Yaşam biçimleri
Life goes through the food pipe. (mocking of the proverb saying the opposite /warning from obesity)
Can boğazdan gider.
life imprisonment (m)
müebbet hapis
life imprisonment / life sentence
ömür boyu hapis
Life is full of difficult choices.
Hayat zor seçtimlerle dolu.
Life is not just pink. /Life is not a bed of roses.
Tozpembe değil hayat.
life jacket
cankurtaran yeleği
Lifeless / inanimate
cansız
lifelong sentence
ömür boyu hapis cezası
lifetime warranty
ömür boyu garanti
light
ışık
light /slight
hafif
light /sunlight (ş)
şavk
light blue
açık mavi
lightening (y)
yıldırım
lightening / flash
şimşek
lighthouse / Leuchtturm
deniz feneri
lightning flashing in the hallways
koridorlarda çakan şimşekler
like
gibi
like / and so on
falan
like a bomb that might explode any moment
her an patlayacak bir bombaymış gibi
like a downpour raining on plants
bitkilere yağan sağanak gibi
like a flash in the pan / wie ein Strohfeuer​ (something that happened only once or for a short time and was not repeated)
saman alevi gibi
like a fool / foolish
aptal gibi
like a lifeless puppet
cansız bir kukla gibi
Like a rock in the middle of a dream.
Bir düşün ortasındaki kaya gibi.
like an angry bull
kızgın bir boğa gibi
like drizzling rain upon the grass
çimen üzerine çiseleyen yağmur gibi
like having attempted to walk away
yürüyüp gitmeye kalkışmış gibi
like I did now
şimdi yaptığım gibi.
like liquid silver
sıvı gümüş gibi
like me apologizing
özür dilediğimi falan
like the other
diğeri gibi
like water running down a slope
yokuş aşağı akan su gibi
Like what for example?
Meselâ ne gibi ?
Like what for example?
Meselâ ne gibi ?
like-minded
hemfikir
lily
zambak
Lime /Limone
Misket limonu
Limestone /Kalkstein
kireçtaşı
limit (h) boundary / measure
had
limited / stuck
mahsur
limply / loosely / flabbily / schlaff
gevşekçe
Linde /lime
ıhlamur
line
hat
lion
aslan
lion-hearted
aslan yürekli
lip
dudak
liquid
sıvı
list
liste
literary-minded / unimaginative
hayal gücü olmayan
literature
edebiyat
Lithium - Li 3
Lityum
litlle one /shorty /kiddo
ufaklık
Litschi
liçi
little / peu / kaum / not enough
az
little boat (size of a rowing boat)
kayık
Little hill / mound / knoll
tepecik
live / alive
canlı
Live broadcast
canlı yayın
livelihood / living / Unterhalt
Geçim
liver
karaciğer
liver / lung
ciğer
living in mild and warm seas
ılık ve sıcak denizlerde yaşayan
living in the form of pods (group of dolphins) /herds /swarms
sürüler durumunda
living room / sitting room
oturma odası
load
yük
Load of codswallop /empty talk/a load of shit
palavranın daniskası
lobby / entrance hall /antechamber
fuaye
lobster /homard /Hummer
istakoz
Locative
bulunma hâli - -de hâli
lock
kilit
lock picking
kilit kırma
locker
kilitli dolap
lofty (of imposing height)
yüce
log /stump /block
kütük
logical
mantıklı
London is rainy on April four.
Londra 4 Nisan'da yağmurlu.
loneliness
yalnızlık
long
uzun
long distance communication (intercity - beyond the country)
şehirlerarası iletişim - uzak mesafe iletişim
long haired / shaggy
uzun tüylü
long lunch breaks
uzun öğle yemeği araları
longing
hasret
longitude / Längengrad /meriadian
boylam
look / regard
bakış
Look at that
şuna bak
Look at the powerful expressions on the face of that statue !
Şu heykelin yüzündeki güçlü ifadelere bakın !
Look at this fool. He's reading the newspaper but it's upside down.
Şu aptala bak. Gazeteyi başaşağı okuyor.
Look I have a wineglass in my hand
bir kadehim var bak elimde
Look what a coincedence !
Tesadüfe bak!
looks/appearance
görünüş
looney / mental / crank / nuts
kaçık
lopsided / askew standing
yamuk duran
lose /limb
gevşek
losely woven
seyrek dokunmuş
loss / waste /bereavement
kayıp
lost
Yitik
lots of kids
çoluk çocuk
lottery
piyango
loud speaker
hoparlör
Louis XIV style
XIV Louis tarzı
Lounge chair /Liegestuhl / chaise longue
şezlong
love (romantic)
aşk
Love conquers all / Amor omnia vincit
Aşk her güçlüğü yener
love life
aşk hayatı
love of the home country (being lovesick of the homecountry)
vatan sevdalısı
lovesick
sevdalı
low (d)
düşük
low contrast
düşük karşıtlık
low fat cream
az yağlı krem
low spirits / out of form
keyfi yerinde değil
low weight (boxing)
Düşük sıklet
loyal /devoted
sadık
loyality/ allegiance / devotion / adherence / attachment
bağlılık
luck (u)
uğur
luck (ş)
şans
lucky (ş)
Şanslı
lucky / fortunate (t)
tâlihli
lucky guess
şanslı tahmin
Lucky guess
şanslı tahmin
lucky me
ne mutlu bana
lucky number
şanslı sayı
lucky you
ne mutlu sana
luggage
bagaj
Luke ignored me and took a sip of his coffee.
Luke beni görmezden gelip kahvesinden bir yudum aldı.
lukewarm / mild
ılık
lullaby (n)
ninni
lunch
öğle yemeği
lunch break
öğle yemeği arası
lung
akciğer
Lupinen
acıbakla
lust /sensuality /sexual desire
şehvet
Lust haben zu x-en / to want to x
x- mek içinden gelmek
luxury
lüks
lyrics
güfte
mad
çılgın
made for smashing
ezmek için yapılmış
made from the same mold / cut from the same cloth (b.t.b.)
birbirinin tıpatıp benzeri
madly
delice
madness
çılgınlık
magazine
dergi
magic
büyü
Magic (noun)
büyücülük
magic (s) adj
sihirli
magical / enchanted
büyülü
magically / with /by magic
sihirle
magician
büyücü
magician /illusionist / (someone doing magic tricks)
sihirbaz
Magnesium - Mg 12
Magnezyum
magnificence /splendour /grandeur (i)
ihtișam
magnificent /spectacular / splendid /brilliant / glorious / great
muhteşem
magnificent beauty
muhteşem güzellik
magnificently/ resplendently / spellbindingly
muhteşem bir şekilde
magpie / Elster
saksağan
maid of honour (servant of a king)
nedime
mail box
posta kutusu
main course
ana yemek
main meal (ö)
ana öğün
main suppliers / key suppliers
ana tedarikçiler
mainly/mostly because of the weather
çoğunlukla hava yüzünden
make a cracking noise / snap
şaklamak
Make it short !
Uzatma !
Make me miss you
özlet kendini
Make me miss you
özlet kendini
make-believe / pretended /mock
yapmacık
make-up examination (to allow students, with legitimate reasons for missing a scheduled exam, to fulfil the requirements of a course, and hence avoid being penalized for factors beyond their control)
bütünleme sınavı
making drowsy /sleepy (m) /schläfrig machen
mayıştırıcı
malachite
bakır taşı
malaria /Tropenfieber
sıtma
malicious intentions
art niyet
mammal
memeli
Mammalian species
memeli türü
man
adam
man /male
erkek
man of the match
maçın adamı
manager (being a manager)
menajerlik
manager (m)
menajer
manager / Geschäftsführer
yönetici
manager / producer / director (film)
yönetmen
manatee/sea cow / Seekuh (Australia)
deniz ineği
mandarin
mandalina
mane /Mähne (e. g. horse)
yele
Manganese /Mangan Mn 25 (geçiş metalleri /metalik)
mangan
Mango
Mango
Mangold
Pazı
manly
erkeksi
manners
görgü
manufacturing
imalat
Many a man has breathed his last in this desert!
Nice adamlar bu çölde son nefeslerini vermişlerdir.
many a... / a great many / rather a lot / how many
nice
Many happy returns !
Nice senelere !
map
harita
Maple / Ahorn
akçaağaç
Marabou stork
marabu
marathon
maraton
marble
mermer
march
Mart
mare
kısrak
marine mammal of the whales living in pods(groups) in mild and warm seas that can reach a length of three meters
Balinalardan,ılık ve sıcak denizlerde sürüler durumunda yaşayan, boyları üç metreye kadar erişebilen, memeli deniz hayvanı
marjory
mercanköşk
marker /highlighter
(fosforlu) işaret kalemi
market
pazar
market (ç)
çarşı
marketing
pazarlama
marketing expert
pazarlama uzmanı
marketing opportunity
pazarlama olanağı
marketing presentation
pazarlama sunumu
marketing ressearch
pazarlama araştırması
marketing strategy
pazarlama stratejisi
marketing tactic
pazarlama taktiği
marriage /Ehe
evlilik
marriage counseling
evlilik danışmanlığı
married
evli
marten / weasel / Marder
sansar
martyrdom
şehitlik
mask
maske
mass / heap / bulk/ chunk /pile
yığın
mass /bulk /block (k)
kütle
mass media
kitle iletişim
mass media and public opinion
kitle iletişim araçları ve kamuoyu
massive /big
iri
master / god
mevla
master /maestro /topflighter /virtuoso
üstât
masterpiece
başyapıt
mat (foto)
mat
match (sport)
maç
match / Streichholz
kibrit
match-making
çöpçatanlık
match-making service
çöpçatanlık hizmeti
matchless (e)
eşsiz
matchstick /Streichholzstäbchen
kibrit çöpü
material / fabric /cloth in the length of a tailor's span
bir terzi karışı boyu kumaş
maths
matematik
matter/ issue/ problem
mesele
maximum
azami
maximum dependable capacity
azami güvenilir kapasite
May
Mayıs
May he come quickly to rule over the world forever
dünyaya ebediyen egemen olmak için tez gelsin
May his light not blind and burn (roast) you.
şavkı sizi kör edip kavurmasın diye.
May the Day of his return come quickly(t) !
Dönüş Günü tez gelsin!
May these savages receive the severest punishment !
Bu vahşiler en ağır cezayı alsın.
may you grow old on one pillow / have a long lasting marriage
bir yastıkta kocayın
maybe
belki
maybe I have a lack of confidence
belki de güven eksikliğim var
Maybe if he had some sleep, he could figure out tomorrow.
Belki biraz uykusunu alırsa, yarın çözebilirdi.
Maybe it was good (fitting /useful) for Caroline's playing hide and seek with her friends (fem.).
Belki kız arkadaşlarıyla birlikte saklambaç oynayan Caroline'in işine yarıyordu.
Maybe the green window shutters were closed.
Belki de yeşil panjurlar kapalıydı.
Maybe the green window shutters were only closed because the night was now 'falling' behind the mountains..
Belki de yeşil panjurlar, gece artık dağların arkasına çöktüğü için kapalıydı.
Maybe they'll go to the theatre.
belki tiyatroya giderler
Maybe this book is holding (hosting) a secret inside.
Belki de bu kitap, içinde bir sır barındırıyor.
maybe tonight, maybe tomorrow
Belki bu akşam, belki yarın.
Maybe we were much more cunning than him after all.
belki yine de ondan çok daha kurnazdık
maybe.. I disguise myself
belki... kılık değiştiririm
mayonnaise
mayonez
mayor / maire
belediye başkan
Me too / me neither / so do I / neither do I
Ben de
meal (ö)
öğün
meaning / significance / sense / point
anlam
meanwhile / at that time / around that time / thereabouts
o sıralarda
measuring beaker / Messbecher
ölçme beher
meat
et
meat pie
etli börek
meatball-bread
köfte-ekmek
mechanism
Mekanizma
medal
madalya
meddler /meddlesome
işgüzar
media
medya
mediation / intercession
aracılık
medical science
Tıp bilimi
medicine
ilaç
Medicine (science)
tıp
mediocrity
orta hal
Mediterranean
akdeniz
medium size
orta boy
medium size pizza
orta boy pizza
meek / sheepish / insecure / always bullied / looser
ezik
meeting
toplantı
meeting /encounter (k)
karşılaşma
Meggie adored to read books by candlelight.
Meggie, mum ışığında kitap okumaya bayılıyordu.
Meggie kept turning in her bed from one side to the other, somehow she couldn't sleep.
Meggie yatağında bir o yana bir bu yana dönüp duruyor, bir türlü uyuyamıyordu.
Meggie threw bread crumps to them that had remained in her pocket from a picnic she had gone on a long (already) forgotten day
Meggie onlara montunun cebindeki, artık çoktan unuttuğu bir gün gittiği bir piknikten kalan ekmek kırıntılarını atmıştı
Meggie threw bread crumps to them that had remained in her pocket from a picnic she had gone on a long (already) forgotten day,when suddenly the door opened.
Meggie onlara montunun cebindeki, artık çoktan unuttuğu bir gün gittiği bir piknikten kalan ekmek kırıntılarını atmıştı ki kapı bir anda ardına kadar açıldı.
Meggie used to think that this first sound that came out of every book was different according to the story the book would tell.
Meggie her kitabın çıkardığı bu ilk sesin, kitabın anlatacağı öyküye göre değiştiğini düşünürdü.
Meggie was pondering at least one hour over what this answer could mean.
Meggie, en az bir saat bu yanıtın ne anlama geldiği konusunda kafa yordu.
melon
kavun
member
Üye
membership
Üyelik
Membrane / skin
zar
memory
anı
memory / recollection (b) / Gedächtnis
bellek
memory /Gedächtnis /mémoire
hafıza
Memory stick / flash memory
taşınabilir bellek
Men usually would come from there with ill boding (with the feeling that something bad was going to happen)
erkekler genellikle kötü bir şey olacağı hissiyle gelirlerdi oralardan.
men's hairdresser
erkek berberi
Men, even in stormy weather do not give up their habits and what they want to do.
Erkekler, fırtınalı havalarda bile alışkanlıklarından ve yapmak istedikleri şeylerden vazgeçmez.
men, women and children struck by lightning flashing in the hallways
erkekler, kadınlar ve çocuklar koridorlarda çakan şimşeklerle çarpılmış
menu
menü
merchant / trader / dealer (t)
tüccar
Merciless / cruel / pitiless / grim/ brutal
acımasız
mercilessly / cruelly/ pitilessly / grimly
acımasızca
mercury /Quecksilber
cıva
merely / only / exclusively / just to (s)
sırf
merely to set them off (fire them)
sırf onları ateşlemek için
meringue
mereng
meringue / creamy pastry
kremalı pastacık
Mermaid/Meerjungfrau
deniz kızı
merriment / cheerfulness / mirth / carnaval / kermes / festivity/ Heiterkeit /Fröhlichkeit
şenlik
merry / jolly / sprightly (ş)
şen
merry / jolly / sprightly / çok neşeli (ş)
şen şakrak
Merry Christmas
Mutlu Noeller
mess / chaos
rezalet
message
Mesaj
message (i)
ileti
message title /header
ileti başlığı
messy hair / uncombed
dağınık saç
messy looking
dağınık görünen
messy room
dağınık oda
messy/ untidy / dispersed / coll. a sad sight
dağınık
Metallic and silver mixed with bright, light gold color
Parlak, hafif altın rengi ile karışık metalik ve gümüş
method / procedure (u)
usul
metre
metre
mica /Glimmer (of the group of silicate minerals easily slicable)
mika
microwave
mikrodalga
microwave
mikrodalga
mid afternoon (i)
ikindi
middle class / bourgeoisie
orta sınıf
middle ear
orta kulak
middle finger
orta parmak
middle name
göbek adı
middle-size /medium
orta
might/may have x-ed
X-miş olabilir
migrant smuggling
Göçmen Kaçakçılığı
migrant/ migrating /migratory (animals)
göçücü
mile
mil
military
askeriye
milk
süt
milk rice
sütlaç pirinci
milkman
s¨ütçü
milky way
samanyolu
Millet/ Hirse
darı
millimetre
milim
million
milyon
mind (z)
zeka
mind / intellect / wisdom
akıl
mind twisting / mind boggling
akıllara durgunluk veren
mine
mayın
mined
mayın döşenmiş
minimal
asgari
minimum cost
asgari maliyet
minister
bakan
minor of age /underage person
reşit olmayan
minority
azınlık
minors (of age)
reşit olmayanlar
minus / lacking / missing / insufficient/ incomplete
eksik
minus / negative
eksi
minus 13
eksi on üç
minute
dakika
miracle
mucıze
mirror
ayna
mischief / malice / complot
fesat
misconception
kavram hatasi
miserable / wretched
sefil
miserable /unfortunate (b)
bedbaht
miserly / scabbily /ungenerously
cimrice
misfortune (t)
tâlihsizlik
misfortune / bad luck
şanssızlık
misfortune / bad luck
şanssızlık
misfortune / ill luck
terslik
Misfortunes come always one upon another. It never rains but pours. Misfortunes never come singly.
Aksilikler hep üst üste gelir.
mishap /misfortune
aksilik
mission
misyonerlik
missionary activity
misyonerlik faaliyeti
mist / steam / Beschlag / condensation / vapor
buğu
Mist wrapped around my ankles as if alive, stroking/caressing my skin with his wet fingers.
Sis canlıymış gibi ayak bileklerimi sardı, ıslak parmaklarıyla tenimi okşadı.
mistake (h)
hata
mistake / error (y)
yanılgı
mistake /error
yanlış
mistrusting /insecure
güvensiz
mixed with shadow
gölgeyle karışmış
Mo had forbidden her to lighten candles at night.
Mo, geceleri mum yakmasını yasaklamıştı.
moaning / whimpering / groaning
inilti
mob /crowd / mass
güruh
mobile device
mobil cihaz
mobile/moving camera
hareketli kamera
mocking behaviour / Spott (a t)
alaycı tavır
mode / mood
kip
model
model
Moiraine kneeled down next to each one in turn.
Moiraine sırayla her birinin yanında diz çöktü.
mold / pattern (k)
kalıp
mold /mildew /mouldiness
küf
molten
erimiş
moment
an
moments of horror
dehşetin anları
monday
pazartesi
money
para
monkey
maymun
monotonous /monotone / uniform
tekdüze
monsoon
muson
monster
canavar
monster / freak (u)
ucube
month
ay
monthly
aylık
monument
anıt
moon
ay
moon light
ay ışığı
moonstone /Mondstein (pearly white /consisting of alkali feldspar)
aytaşı
moral obligation
manevi yükümlülük
more / already
daha
more colours than you can imagine
hayal edebileceğinizden daha çok renk
more interest in his ideas / more paying attention to his ideas
fikirleriyle daha çok ilgilenme
more opportunities to speak
konuşmasına daha çok fırsat
More or less / approximately
aşağı yukarı
more than bad / by far the worst
kötüden de öte
more than enough
fazlasıyla
more than good / by far the best
iyiden de öte
more than mysterious / by far the most mysterious
gizemliden de öte
more than one
birden fazla
more than one moaning was heard (s. d.)
birden fazla inleme sesi duyuldu
more than x / above x / beyond x
X-den öte
More work will be done.
Daha çok çalışılacaktır.
moreover (d)
dahası
moreover /also (a)
ayrıca
morning
sabah
morning star
sabah yıldızı
mortal
ölümlü
Moses
Musa
Mosquito buzz is music enough to those who (choose to) comprehend; drums and trumpets will not be adequate for those who do not (choose not to) comprehend. equiv: A word to the wise is enough.
Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az.
mosquito net
cibinlik
mossy /lichenous /moosbewachsen
yosunlu
mossy-ish/lichenous /moosbewachsen
yosunumsu
most likely
büyük bir ihtimalle
Most likely he is too busy to write to you.
Büyük bir ihtimalle size yazamayacak kadar meşgul.
most of
çoğu
most of / majority
çoğunluk
most of the grass
otun çoğunluğu
Most of the herbs were nettles.
Otun çoğunluğu ısırgandı.
Most of the men and women here could have the same philosophy ve
Buradaki erkek ve kadınların çoğu aynı felsefeye sahip olabilirdi
Most of the pine's needles had burned.
Çamların çoğunun iğneleri yanmıştı.
Most of what the Ogers had made was preserved.
Ogerlerin yaptıklarından çoğu korunmuştu.
Most people think this is a waste of time.
Çoğu kişi bunun zaman kaybı olduğunu düşünür.
Most technical knowledge he does not dominate.
Çoğu teknik bilgilere hakim degil.
mother
anne
mother-in-law
kayınvalide
mother-in-law (slang)
kaynana
mothertongue / native language
anadil
motion / slight movement
kımıltı
motionless
kımıltısız
Motorbike
Motosiklet
mountain
Dağ
mountain range
sıradağlar
Mountain side / cliff /Bergwand /Abhang
Yamaç
mournfully
kederle
mouse /also:computer mouse
fare
mouse button / Maustaste
fare düğmesi
mouse hole
fare deliği
mousse (dessert)
köpük tatlısı
mousse au chocolat (ç)
çikolatali mus
mouth
ağız
move!
kımılda!
movement
hareket
movie star
film yıldızı
moving /mobile/ animated/restless (h)
hareketli
Moving out is like starting from scratch.
Evden taşınmak en baştan başlamak gibi.
mp3 player (pronunciation)
mp3 çalar (m p üç çalar)
Mr. X
X Bay
Mrs. X
X Bayan
much more valuable than they
onlardan çok daha değerli
much and even too much
çok hem de çok fazla
much water has passed under the bridge since / Many things have changed since then
köprünün altından çok sular geçti
mud / muck
çamur
mud huts
kilden kulübeler
muffin
muffin
multimedia presentation
çoklu ortam sunuşu
Mungbohnen
mung fasulyesi
mural paintings
duvar resimleri
murder
cinayet
murder weapon
cinayet silâhı
murderer
katil
murids / Mäuseartige
sıçangiller
muscle
kas
muscle pain
kas ağrısı
muscular
adaleli
museum
müze
mushroom
mantar
music
müzik
music instrument
enstrüman
musical instrument (s)
saz
musical note
nota
musician
müzisyen
mussel (seashell/ the animal inside)
midye
mustache / Schnurrbart
bıyık
mustard
hardal
Mustard seed / Senfkorn
hardal tohumu
My (own) computer ıs old and slow.
Kendi bilgisayarım eski ve yavaş.
my account
Hesabım
My address information
Adres bilgilerim
My arm hurts
kolum acıyor
My arm turned purple because you hit so hard.
Çok sert vurduğun için kolum morardı.
My arms and legs were revolting.
Kollarım ve bacaklarım isyan etti.
My birthday is the fifth of May.
Doğum günüm beş Mayısta.
My bones are too old for this wind.
Kemiklerim bu rüzgâr için fazla yaşlı.
My brother studies at university
erkek kardeşim üniversitede okuyor
My brother will graduate in a month.
Erkek kardeşim bir aya kadar mezun olacak.
my brother's team have a pretty good chance of winning
kardeşimin takımının kazanma ihtimali oldukça yüksek
My car broke down.
Arabam bozuldu.
My car doesn't start because it is very cold outside.
Dışarısı çok soğuk olduğu için arabam çalışmıyor.
My car was broken in / Mein Auto wurde aufgebrochen
arabama hırsız girdi
My cat is very old.
Kedim çok yaşlı.
my children don't need another video game
çocuklarımın başka bir video oyununa ihtiyacı yok
My class is on Friday.
Dersim cuma.
My classmatte said I could have a look at the textbook.
Sınıf arkadaşım ders kitabına bakabileceğimi söyledi.
my computer is running out of power
bilgisayarımın şarjı bitiyor
my corner
köşem
my dad doesn't know anything about technology
babam teknoloji hakkında hiçbir şey bilmiyor
my darling (my life)
hayatım
my darling / my dear (s)
sevgilim
My daughter goes to kindergarden
kızım anaokuluna gidiyor
my daughter wants to be a popstar
kızım bir pop yıldızı olmak istiyor
my destiny
alın yazım
My dog is barking.
Köpeğim havlıyor.
My dog will not bite you
Köpeğim seni ısırmaz.
my everything / 'corner of my liver' (outdated)
ciğerimin köşesi
My ex-husband, as soon as we divorced, he (immediately) found a new love!
Eskı kocam boşanır boşanmaz yeni bir aşk buldu!
My eyes speed up your loneliness (from a poem of Attila İlhan )
gözlerim hızlandırır tenhalığını
my father is weary (because of age) /physically and mentally tired (not: collapsed!)
babam çöktü artık
My father isn´t considering the same political ideas his own as my uncle .
Babam amcamla aynı siyasî düşünceleri benimsemiyor.
My father thinks I was frightened of the shadows of the trees.
Babam ağaçların gölgesinden ürktüğümü düşünüyor.
My father works together with his younger brother. (lit. my young uncle)
Babam küçük amcamla beraber çalışıyor.
my favoured
en sevdiğim
My friends and I are going out for dinner.
arkadaşlarım ve ben akşam yemeğine çıkacağız
My German improved.
Almancam gelişti.
My girlfriend hates art and music.
Kız arkadaşım sanat ve müzikten nefret eder .
my grandma and grandpa still go skiing
büyükanne ve büyükbabam hâlâ kayağa giderler
my grandma and grandpa went to Africa when they were young
büyükanne ve büyükbabam gençken Afrika'ya gittiler
My hairs have started to turn white.(a)
Saçlarım ağarmaya başladı.
my heart
yüreğim
My heart skipped a beat.
Kalbim duraksadı.
my honour
onurum
my hope
umudum
my hope is in Him
umudum Ondadır
My house has one room
Evim tek odalı
My house has two rooms
Evim iki odalı
My house is for rent.
Benim evim kiralık.
my husband said "I hope we don't get lost"
kocam 'umarım kaybolmayız' dedi
my inside keeps stirring >I am really excited about something (e. g exam)
içim kıpır kıpır
my iPod which I bought with my savings of a year
bir yıllık birikimimle aldığım iPod'um
My joy in some way does not carry your joy. (from a poem of Attila İlhan )
Sevincim bir türlü tutmaz sevincini.
my knowing
bilmem
My laptop has been stolen.
dizüstü bilgisayarım çalındı
my learning /my instruction (not much used)
öğrenişim
my leg throbbed
bacağım zonkluyordu
my loneliness
tenhalığım
My Lord is the Master of death. I will serve Him without expecting any reward towards the Day of his coming. (from the Wheel of time)
Benim Efendim ölümün Efendisidir. Hiçbir karşılık beklemeden onun geleceği Gün için hizmet ederim.
my love
aşkım
My luggage is too heavy
bagajım çok ağır
my mighty rock / rock of my strength
güçlü kayam
My mother also wants a watch.
Annem de bir kol saati istiyor
My mother and I are going to watch my favoured TV show.
annem ve ben en sevdiğim TV programını izleyeceğiz
My mother wants me to eat salad.
Annem salata yememi ister.
my mother's cooking / the meals my mother cooks
annemin pişirdikleri
my mum and dad got divorced
anne ve babam boşandılar
my mum and dad will retire in about three years
anne ve babam yaklaşık üç yıl içinde emekli olacaklar
My nose is bleeding.
Burnum kanıyor.
My orders in process
İşlemde olan Siparişlerim
my other half; my soulmate
ruh ikizim
my people, the Kenaanians - were named by the False Romans as Phoenicians
benim insanlarım olan Kenaani'ler - yalancı Romanlılar tarafından Fenikeliler olarak isimlendirilmişlerdi
my phone number
telefon numaram
my previous offer is still valid.
önceki teklifi hâlâ geçerli
my shame
utancım
my shelter
sığınağım
my soul / my darling
canım
my stomach twisted (not a very common expression)
midem bukuldu
my stomach twisted(k) so much that a lump sat in my throat
midem o kadar kasılmıştı ki boğazıma bir yumru oturdu
my sweatheart
tatlım
my table / my desk
masam
My teacher, can you read and evaluate the story I wrote?
Hocam, yazdığım hikâyeyi okuyup değerlendirebilir misiniz?
my teaching /lit. the way I teach
öğretişim
My train takes you to the wrong cities ( from a poem of Attila İlhan )
Yanlış şehirlere götürür trenlerim.
My uncle who isn't very rich works a lot.
Zengin olmayan amcam, çok çalışır.
My wallet has been stolen
cüzdanım çalındı
Mysterious / geheimnisvoll
esrarengiz
myth
mit
Mümtaz, who had been very lonely for an important period of his childhood, liked to talk to himself.
Çocukluğunun mühim bir devrinde çok yalnız kalan Mümtaz, kendi kendisiyle konuşmayı severdi.
naivety / innocence
saflık
naked
çıplak
name
isim
Name/title
ad
named / called
adlı
namely / so / that is
yani
Nandu
nandu
nanny
dadı
nape / back of the neck / Nacken
ense
napkin
peçete
narrator
anlatıcı
narrow /tight / constricted
dar
narrow minded
dar kafalı
nation / People
ulus
national
ulusal
national and international
ulusal ve uluslararası
national and international press members
ulusal ve uluslararası basın mensubu
national lottery
milli piyango
national lottery ticket
milli piyango bileti
national lottery ticket
milli piyango bileti
national park
ulusal park
nationality (m)
milliyet
nationality (u)
Ulusluluk
natural
doğal
natural /normal / usual/ common
olağan
natural and chemical drugs
doğal ve kimyasal ilaçlar
natural rice / Naturreis (brown /unpeeled)
doğal pirinç
naturalness / spontineity / unaffectedness /Natürlichkeit
Doğallık
nature
doğa
naturlovers /Naturfreunde
doğa severler
naughty / good for nothing / lazy
haylaz
near /close
yakın
near here / dans les environs
buralarda
nearly / almost
Az kalsın
Nearly / almost (a)
az daha
necessary
gerekli
necessity /requirement
icap
neck /Nacken
boyun
necklace
kolye
need (g)
gereksinme
need little / have little need of
az ihtiyaç duymak
needle / sting
iğne
needle eye
iğne deliği
negative
olumsuz
negatively charged / negative geladen
eksi yüklü
neighbour
komşu
neighbourhood /surroundings
muhit
neither good nor wicked
ne iyi ne de aşağılık
Neither nor
Ne... ne de
Neither team won the game; they drew.
İki takım da oyunu kazanamadı; berabere kaldılar.
Neon- Ne 10
neon
nerve /sinew / anger / temper
sinir
nervous / irritable / pissed off
sinirli
nervous /worried / uneasy
endişeli
nest
yuva
net /web
net/ clearly / sharp
net
nettle
ısırgan
network services dedicated devices
ağ hizmetleri adanmış cihazlar
never (a)
asla
Never /no time
hiçbir zaman
never mind
boşver
Never tell a lie.
Hiçbir zaman yalan söyleme.
Nevernever (Faeryland)
Olurolmaz
new / early grown / out of season
turfanda
new and stunning views / surprising landscapes / amazing sights at every turning
her dönemeçte yeni ve şaşırtıcı manzaralar
new moon
Yeniay
New year
yeni yıl
news
haberler
news speaker (tv) /anchorman
haber spikeri
newspaper
gazete
Newton's law of gravity
Newton'un yerçekimi kanunu
Next I will try to go before the busses stop runnıng.
Bir sonraki sefer, otobüsler sona ermeden gitmeye çalışacağım.
next (point in time); the future
gelecek
next / following
ertesi
next month
bir dahaki ay
next month (ö)
önümüzdeki ay
Next stop is Ankara
Bir sonraki durak Ankara.
next to / near
yanında
Next to the door there was a small barred window. / Neben der Tür war ein kleines vergittertes Fenster
Kapının yanında parmaklıklı küçük bir pencere vardı,
next week / in a week
haftaya
next year
bir dahaki yıl
Nice (to meet) you too
ben de memnun oldum
nice looking / appearing pleasant to the eye
göze hoş görünen
Nice to meet you
(sizinle) tanıştığıma memnun oldum
Nice to see you
Seni görmek ne güzel.
nıche /bay / Nische
niş
Nickel - Ni 28 (Parlak, hafif altın rengi ile karışık metalik ve gümüş)
Nikel
nicknamed / called
adlandırılan
night
gece
nightdesk / Nachttisch
komodin
Nightingale
bülbül
Nightingale's nest, is a Turkish phyllo dough dessert. It takes its name from its hollow and circular shape. Having been baked, warm syrup is sprinkled, and the hollow center is filled with pistachios before being served.
Bülbül yuvası
nightmare
kâbuş
nine
dokuz
nine energy flashes
dokuz enerji şimşeği
nineteen
on dokuz
ninety
doksan
Nitrogen / Stickstoff - N 7
azot
no
Hayır
no that has nothing to do with it / rien à voir
hayır ne alâka
No entry / kein Zutritt
Girilmez
No kidding /I'm not kidding
Dalga geçmiyorum.
no longer / no more / from now on
artık
no matter what (the) … is
... ne olursa olsun
no matter what, come what may, at all costs, regardless / unbedingt /besonders / vor allem
illa - ille
No microbe can harm him.
Hiçbir mikrop ona zarar veremiyor.
no more no less
ne fazla ne (de) eksik
No need to fear (you don't need to fear)
Korkmana gerek yok.
No need to fear (you don't need to fear)
Korkmana gerek yok.
No need to worry
Endişelenme gerek yok.
No news is good news.
Hiç haber olmaması, iyi haber demektir.
no offense / no hard feelings
darılmak yok ama
No one wants to hang out with me.
hiç kimse benimle takılmak istemiyor
No pain no gain (a k y)
Acısız kazanç yoktur
no pain no gain (lit. without labour there is no food)
emeksiz yemek olmaz
no pain no gain (z)
zahmet olmadan rahmet olmaz
No parking
Park edilmez
No problem
sıkıntı yok
no problem
sorun yok
No problem. Everything is fine.
Sıkıntı yok, her şey yolunda
No publishing house wanted to print it again.
Hiçbir yayınevi onu tekrar basmak istemedi.
No smoking /Rauchen verboten
Sigara içilmez
No use to wait
beklemenin yararı yok
No use to work / study / try
çalışmanın bir faydası yoktur
No use to x
x-menin yararı yok
No user like this have been found (e.g. facebook)
Böyle bir kullanıcı bulunamamıştır.
no voice came out
hiç ses çıkmadı
no way /under no circumstances
hiçbir suretle
No! (slang/rude / like Fuck off!)
Git ya!
No, go ahead ( answer to eg Do you mind if I sit here?)
Yo, buyurun
no, I didn’t (do that)
hayır, öyle değil
No, it won't blow up in your face or bite off your head.
Hayır, yüzüne patlamayacak veya başını ısırarak koparmayacak.
No, it won't blow up in your face.
Hayır, yüzüne patlamayacak.
no/any
hiç
Nobility / aristocrazy / noblesse
soylular
nobility /dignity (a)
asalet
noble (with lineage)
soylu
nobleman / aristocrat
asilzade
nobody / no one /anyone
hiç kimse
Nobody called me.
Beni arayan yoktu.
nobody came
kimse gelmedi
Nobody seems to have enough money.
Kimsede yeterince para yok gibi.
Nobody suspected him
Kimse ondan şüphelenmezdi.
Nobody went there at night especially (not) alone.
Kimse geceleyin oraya gitmezdi, hele yalnız.
Nobody would have to x
kimsenin x-mesi gerekmeyecekti
nomade
göçebe
Nominative
Yalın hâl
non stop phone calls
ardı arkası kesilmeyen telefonlar
Non stop/ without ceasing/ continuously / on and on
durmadan
non-stop
aktarmasız
none
hiçbir
none (of them) came
hiçbiri gelmedi
nonsense /bullshit / rubbish (s)
saçmalık
Normally I would wear whatever cleanish was on thefloor, but today was special.
Normalde, yerde temize yakın ne varsa alır giyerdim, ama bugün özeldi.
north
kuzey
North Amerika
Kuzey Amerika
Northpole
kuzey kutbu
Norway
Norveç
nose / muzzle /snout
burun
nose bleeding
burun kanaması
nostril
burun deliği
not / it is not
değil
not any more
artık hayır
not anymore/no more
artık yok
Not at all / not to worry / it doesn't cause a problem
Sorun değil
Not bad
fena değil
Not edited by the author either
Yazarı tarafından da kurgulanmamıştır
Not even one
tek bir tane bile
not fitting for anything / someone useless
hiçbir şeye yaramayan
not in a million years ! (lit. not in life)
hayatta olmaz!
not in the least / not ever / so far from
hiç mi hiç
not intending to (without intending to)
hiç niyetlenmeden
not knowing what to say / talk gibberish
kem küm etmek
not long time ago /recently
az zaman önce
not quite / not much
pek değil
not refraining (particip pres act) from any sacrifice
hiç fedakarlıktan kaçınmayan
not straight / bumpy
eğri büğrü
Not that I won't x, but...
x-meyecek değilim, ama...
Not that I don't x.... but
x-miyor değilim, ama...
not to be (can 't be) bothered about
yapmaya istekli olmamak
not to be alone in this
bunda yalnız olmamak
not to be superior to x / not to be higher than x
x-den üstün değil(dir)
Not to have all one's marbles
kafası dağınık olmak
not to mind / not to pay any attention to a dative
aldırış etmemek
not to pay the slightest attention / pano heed to something
(hiç) olmalı olmamak
not to ressemble in the least
hiç mi hiç benzememek
not to ressort to unlawful rules
hukuk dışı kurallara tevessül etmemek
not very friendly
pek de dostça
notch / nick /chip/ Kerbe
çentik
note /memo
not
notebook /Heft
defter
nothing but / just / nothing else
yalnızca
Nothing can save me anymore.
Artık beni hiçbir şey kurtaramaz.
Nothing is sadder than the tears of a clown.
Hiçbir şey bir palyaçonun gözyaşlarından daha hüzünlü değildir.
Nothing ventured, nothing gained.
Riske girmeden kazanılmaz.
Nothing. Absolutely nothing!
Hiçbir şey. Kesinlikle hiçbir şey!
novel
roman
novelties / haberdashery / Kurzwaren
tuhafiye
November
Kasım
now
şimdi
now and again/ now and then / every so often/from time to time/ occasionally
zaman zaman
Now he behaves himself.
Artık uslu duruyor.
Now let's see what's in the box. Nothing! Absolutely nothing!
Şimdi kutuda ne olduğuna bakalım. Hiçbir şey! Kesinlikle hiçbir şey yok!
Now the truth comes out !
Şimdi gerçek ortaya çıkıyor !
Now they were torn.
Şimdi onlar yırtıktı.
Now, therefore (henceforth/from now on (b)) the sword shall never depart from (lack in) your house (root)
Bundan böyle, kılıç senin soyundan sonsuza dek eksik olmayacak.
Nowadays
Günümüzde
Nowadays preparations are being made to build (make) a thitd bridge to İstanbul.
Bugünlerde, İstanbul'a üçüncü bir köprü yapılması için hazırlıklar yapılmaktadır.
Nowadays, in order to find a job, it is necessary to know a foreign language.
Günümüzde iş bulmak için yabancı dil bilmek gerekiyor.
nowhere
hiçbir yerde
nuclear waste
nükleer atık
numb (limb) / stagnant /still (water)/calm /quiet / untroubled / serene
durgun
number
sayı
number plate (car)
plaka
numbered/counted
sayılı
numbness / drowsiness /somnolence / lethargy
uyuşukluk
nurse (ha)
hastabakıcı
Nuthatch /Kleiber
sıvacı kuşu
nuts (k)
kuruyemiş
o dear
aman allahım
O you of little faith
Ey kıt imanlılar
oak
meşe
oak / Hafer
yulaf
oasis
vaha
oatmeal /porridge
yulaf lapası
obedience
itaat
obedient
itaatkâr
Obelix (the greedy /gourmand)
Oburix
object (gram.)
nesne
objection
itiraz
objection /inconvenience
sakınca
obligation /responsibility /liability
yükümlülük
obligatory / necessary / unavoidable
zorunlu
obligatory /absolutely necessary
şart
observation
gözlem
obsession
sürekli endişe
Obsidian (black shining stone) (o)
obsidyen
Obsidian (black shining stone) (v)
volkan camı
obstacle
engel
obtained
elde edilen
obvious (a)
aşikâr
obviously
belli ki
occurence /phenomenon /incident /happening (h)
hadise
occuring as (big) blocks (k)
kütleler hâlinde bulunan
ocean
okyanus
ockergelb
koyu sarı
October
Ekim
octopus
ahtapot
oddly enough / strangely enough
Tuhaftır ki
of a good reputation / of high standing / important / estimable / creditable
İtibarlı
of all criminal types
tüm suçlu tiplerinden
of course /sicher
tabii ki
Of course he likes salad.
Tabii ki salata sever.
Of course I have some water.
tabii ki biraz suyum var
Of course I speak English
tabii ki İngilizce konuşuyorum
of old
çok önceleri
of size / tall /high / long
boylu
of the murids - M¨¨äuseartigen, a rodent, a mammal
sıçangillerden, kemirgen, memeli hayvan
of/ from this (abl)
bundan
off from work
işten izinli
off his hand
elinden
off shore / in the open (naut. term) here: away from
açığında
off you go (go ahead / get started)
artık başlayın!
offended / resentful / mimosa
küskün
offer
teklif
offer /bidding/ tender /Angebot / Preisvorschlag
ihale
officer (fonctionnaire)
memur
officer (military rank)
subay
official vehicles
resmi araçlar
officially / openly / for good
resmen
offline
çevrimdışı
often / frequently
sık sık
often /mostly /most times / frequently
çoğu kez
Often, I would see that the weather is nice and sunny.
Sıklıkla, havanın güzel ve güneşli olduğunu görürdüm.
Oh Lord you are our Father. Your name is 'our Saviour' from time everlasting. (Is.63: 16)
Ya Rab, Babamız Sensin. Ezelden beri adın 'Kurtarıcımız'dır
Oh my soul
Ey canım
Oh no!
eyvah!
Oh really ?
(Ya) öyle mi?
ohrenbetäubend
kulakları sağır eden
oil
yağ
oil filter (car)
yağ filtresi
ok / complete
tamam
old (i)
ihtiyar
old /former /ancient
eski
old age / Alter
yaşlılık
old and dirty boots
eski ve pis çizmeler
old fashioned
eski kafalı
Old – for people
Yaşlı
older brother
ağabey
Oleander
zakkum
olive
zeytin
olive oil
zeytinyağı
on / at his hip
kalçasında
on / in the ground
toprağın içinde
on a book auction
bir kitap müzayedesinde
on a higher seat
daha yüksek bir oturakta
on a silver tray
gümüş bir tepsi içinde
on a silver tray
gümüş bir tepsi içinde
On account of/ by implication / because of
dolayısıyla
on all of them (slang)
alayında
on charges of "qualified plundering and criminal organization"
"nitelikli yağma ve suç örgütü kurma" iddiasıyla
on charges of / alleged to (s)
suçlamasıyla
on charges of making organized migrant trafficking
"Örgütlü olarak göçmen kaçakçılığı yapmak" suçlamasıyla
on Chinese soil
Çin topraklarında
on duty /on guard
nöbetçi
On Friday he would do a presentation.
Cuma günü bir sunum yapacaktı.
on her left foot
sol ayağında
on her left front foot
sol ön ayağında
on his back
Sırtında
on judgement day
yargı günü
on markets on fairs
pazarlarda, panayırlarda
on Mondays
Pazartesileri
on one condition ...
tek bir koşulla...
On places where tight groups of trees dropped a deep shadow
Sıkı ağaç topluluklarının derin bir gölge düşürdüğü yerlerde
on sale
indirimde
on sunday
pazar günü
on the back
sırtüstü
on the brigdes the traffic is blocked (clogged/stuck)
köprülerde trafik tıkanıyor
on the first hearing
ilk duyuşta
on the Gravelstone way/ auf dem Kiesweg
Çakıl yolunda
on the grill
mangalda
on the north side
kuzey tarafında
on the opposite side
karşı tarafta
on the other hand
öte yandan
on the other side of / on the far end of / beyond
ötesinde
on the other side of Bela
Bela'nın öbür yanında
On this page you can view, change or convert your orders into a single order.
Bu sayfada siparişlerinizi görebilir, değiştirebilir veya tek bir siparişe dönüştürebilirsiniz.
on time
zamanında
on top (...z)
üzerinde
on top of it / in addition/ moreover / plus / also (b)
bir de
on top of it / moreover / what's more
üstelik
on top of the trees in the east
doğudaki ağaçların üzerine
once (being) bright
bir zamanlar parlak olan
once (upon a time)
bir zamanlar
Once a thief always a thief / The addict is more desperate and dangerous than the rabid. ("Addiction" here has no special reference to drugs; it merely points to "one who is used to".)
Alışmış kudurmuştan beterdir.
once a week
haftada bir
once and for all
ilk ve son olarak
once in a lifetime
hayatta bir kere
Once there used to lodge a merciless band of robbers there.
Orada bir zamanlar acımasız bir eşkıya çetesi barınıyormuş.
once upon a time / at one time (z. b.)
zamanın birinde
once upon a time / es war einmal (Wahrscheinlich gab es ein, wahrscheinlich gab es kein)
bir varmış bir yokmuş
One (i) could think some times that one is invisible, right?
İnsan bazen görünmez olduğunu düşünebiliyor değil mi
One (of +gen) (t)
teki
one and a half miles away from
bir buçuk mil açığında
one and a half miles away from the trap area
tuzak alanının bir buçuk mil açığında
one by one
birer birer
one by one
teker teker
One day dear Mother duck swam crying. Mother duck said (rep) quack quack, five ducks came back. (from a children's song)
Bir gün annecik ördek ağlıyormuş yüzerek Anne ördek vak vak demiş, beş ördek geri gelmiş.
One day five small ducks secretly hid. Mother duck said (rep) quack quack, four ducks have come back. (from a children's song)
Bir gün beş küçük ördek saklanmışlar gizlice. Anne ördek vak vak demiş, dört ördek geri gelmiş.
One day one small duck secretly hid. Mother duck said (rep) quack quack, the last duck didn't come back either. (from a children's song)
Bir gün bir küçük ördek saklanmışlar gizlice Anne ördek vak vak demiş, son ördek de gelmemiş
one day you'll end up in a madhouse
bir gün tımarhaneyi boylayacaksın
One flower is not proof that summer has arrived. equiv: One swallow doesn't bring the summer.
Bir çiçekle yaz gelmez.
one for each
birer tane
One hand washes the other. / manus manum lavat.
Bir el diğerini temizler
One magpie as if she wanted to scold opened her wings and...
Bir tane saksağan azarlarcasına kanat çırpıp...
One of the beautiful fictional fantasy novels
güzel kurgulanmış fantastik romanlardan biri
one of the brandy barrels
brendi fıçılarından biri
one of the important cities in history
tarihteki önemli şehirlerden biri
one of the most important events in history
tarihteki en önemli olaylardan biri
one of these
bunlardan biri
One of these ordinary people
Bu sıradan kişilerden biri
one quarter / a fourth
çeyrek
One should remain seated until the plane lands.
Uçak yere inene kadar herkes yerinde oturmalı.
one step (stair) from the top
en üstten bir alttaki basamak
one upon another / one after the other / successively
üst üste
One way / one direction
Tek yön
one's fingers itch to do sthg
bir işi yapmaya çok heveslenmek
one's lucky day
şanslı günü
one(of)
biri
onion
soğan
online
çevrimiçi
Only (s) his huge grey eyes revealed the restless (h) fire burning beneath this calm appearance.
Bu sakin görünüşün altında yanan huzursuz ateşi sadece iri gri gözleri açığa vuruyordu.
only / lediglich / but / however
ancak
only a fool / an idiot / just a fool
yalnızca bir aptal
Only at the sea there was a little bit of wind. (At that moment, there was some wind only on the sea, and nowhere else.)
Yalnızca denizde biraz rüzgâr vardı.
only he didn't dare to disobey
fakat itaatsizlik etmeye cesaret edemedi
Only in winter there is snow. !it If it ever snows, it happens only in winter. (There may be winters when it doesn't.)
Yalnızca kışın kar olur.
Only it seemed that there was no possibility (for him) to move
ancak kıpırdamasına olanak yokmuş gibi görünüyordu
Only official and public transport vehicles were allowed at the event
Sadece resmi ve toplu taşıma araçlarına izin verilen etkinlikte
Only on the trees were some leaves.
Yalnızca ağaçlarda biraz yaprak vardı.
Only one magpie from inside one of the rhododendron bushes growing around the house...
Yalnızca, evin çevresinde büyüyen ormangülü çalılarının birinin içinden bir tane saksağan
Only those who have a lot of money can buy a yacht.
Yalnız çok parası olanlar, bir yat alabilir.
Only, there is one condition
Sadece, bir şartı var.
onto his chest
göğüsüstü
Onyx
oniks
ooops ! / oh !
aman!
opal
opal
Opal (p)
panzehir taşı
Open the window that we get a little air. (lit. open the window and let it blow)
Pencereyi aç da essin.
open to change / innovation
yeniliğe açık
opera
opera
operation (med)
ameliyat
opinion / conviction
kanaat
opinion / idea
görüş
opponent /competitor / Konkurrent
rakip
opportunity
fırsat
opposite / adverse / spiteful (a)
aksi
opposition /contrast / hostility
karşıtlık
Oppossum / Beutelratte
keseli sıçan
oppressed
mazlum
optical trick
optik hile
optician
gözlükçü
optimism
iyimserlik
optimistic
iyimser
option / choice / alternative
seçenek
or
veya
Or (rather not)/ otherwise
Mi yoksa mı
or (y)
ya da
Or (y) should it never change
Yoksa hiç değişmemeli mi
or caught in the fires pursuing them
veya onları kovalayan yangınlara yakalanmış
or I will lose my patience
yoksa sabrım taşacak
or perhaps
belki de
oral presentation
sözlü sunum
orange
portakal
orange (colour)
turuncu
orange juice
portakal suyu
orangeish (s)
turuncumsu
orangeish (t)
turuncumtrak
orbit
yörünge
orchard
meyvelik
order (command)/ Befehl
emir
order (tidiness)
düzen
Order / Ordnung (biol.) (e.g. Carnivora/Raubtiere)
takım
order /Bestellung
Sipariş
order /comnand
komuta
ordinary / common
sıradan
ordinary people
sıradan kişiler
oregano
yabanı mercanköşk
organisation
organizasyon
organization
örgüt
organizations
kuruluşlar
organized (ö)
örgütlü
original
özgün
ornated / decorated
süslü
ostrich
devekuşu
Others think that Allah made use of evolution to create our earth.
Başkaları Allah'ın dünyamızı yaratmak için evrimden yararlandığını düşünür.
otherwise / if not / or else
aksi takdirde
our ancestores
atalarımız
Our customs must seem strange to you.
Geleneklerimiz size yabancı görünüyor olmalı.
our family ties
aile bağımız
Our love of our homeland never changed.
Vatan sevgimiz hiç değişmedi.
Our meals are very varied.
Yemeklerimiz çok çeşitlidir.
Our mother always watches the news.
Annemiz haberleri her zaman izler
our obligations and ties
yükümlülüğümüz ve bağlarımız
Our teacher is not a/ the man to be fired.
Bizim hocamız kovulacak adam değil.
our tour guide was suddenly gone
tur rehberimiz aniden yok oldu
our unwavering faith
sarsılmaz inancımız
out east
doğuda
Out of (in) the silence he thought that he heard tiny bare feet running
sessizliğin içinden minik çıplak ayakların koştuğunu duyduğunu sandı
out of my spite
huysuzluğumdan
out of print (not being present in a book publisher's)
kitap yayımcısında mevcut olmamak
out of the blue / without any rhyme/reason / ohne Hand und Fuss /sans rime ni raison
durup dururken
Out of the blue I stumbled over/came across the following :
Durup dururken şuna rastladım :
Out of use / out of order / außer Betrieb
Kullanım dışı
out west
batıda
outbox
giden kutusu
outer space
dış uzay
outgoing messages
giden mesajlar
outline
ana hat
outlit
priz
outside factor
dış faktör
Outside the burning area the grass was flattened.
Yanan alanın dışındaki çimenler düzleşmişti.
oval
elips
Oven / stove / furnace (january)
ocak
over winter
kış boyunca
over-zealous
çok istekli bir biçimde
overall average / with good and bad sides
iyi kötü
overcrowded /chock-full
tıklım tıklım
overenthousiastic
aşırı coşkulu bir hâlde
overestimated
fazla tahmin edilmiş
overjoyed (in a state full of joy)
neşe dolu bir hâlde
overjoyed / grin from ear to ear (lit his mouth is in his ears)
Ağzı kulaklarında
overlapping
örtüşen
overseas
denizaşırı ülkelerde
overtime
fazla mesai
overview
genel bakış
overweight
kilolu
overweight
kilolu
overweight
kilolu
overwhelming
kahretici
owl
baykuş
owner
sahip
owners
sahipler
oxygen / Sauerstoff - O 8
oksijen
ozone hole
ozon deliği
pack /package /bundle
bohça
pack up and leave
tası tarağı toplayıp gitmek
padlock / Vorhängeschloß
asma kilit
page
sayfa
pain
ağrı
pain /twinge / pang /ache (s)
sancı
pain that will never leave
hiçbir zaman terk etmeyecek olan acı
pain that will never leave completely
hiçbir zaman tam olarak terk etmeyecek olan acı
painful
acı verici
painkiller
ağrı kesici
paint
boya
painting
tablo
paintings and mural paintings
tablolar ve duvar resimleri
pair (+ sg) / couple
çift
palace
saray
pale (...g)
solgun
pale (...k)
soluk
pale (a)
akça
pale coloured
soluk renkli
pale skinned
soluk tenli
Pale(ly)
Solgun solgun
Pale(ly) it had sat on top of the trees in the east
Solgun solgun doğudaki ağaçların üzerine oturmuştu
palm ( hand)
aya
Palm (hand)
avuç
palmtree /Palme
palmiye
palpitation / throb
çarpıntı
pancake
krep
Papaya
Papaya
paper
kağıt
paper / document (e)
evrak
paper pieces
kağıt parçaları
paper tissue /tissue
kağıt mendil
paperclip /Büroklammer
ataş - ataç
Paprika
(toz) kırmızıbiber
parable / comparison
benzetme
parachute /Fallschirm
paraşüt
parachuting
paraşütle atlama
paradise
cennet
parallel / Paralele
paralel
Paranuss
brezilyacevizi
parasite
asalak
parasitic (by being a parasite)
asalak olarak
parcel / package
paket
parent(s)
ebeveyn
parents (a)
anababa
park
park
parking permit
park müsaadesi
parking permit
park müsaadesi
parliament
meclis
parrot
papağan
parsley
maydanoz
part /section /segment / cut (k)
kesim
partially /teilweise / une partie
bir kısmi
participation / joining /contribution / taking part
iştirak
particle
parçacık
particle / speck / atom
zerre
particle used at sentence beginning to signify 'what if'
ya
partly / partially / to a certain extend / teilweise / zum Teil
kismen
partly also because of the horrific nature of the events / und teilweise wegen der schrecklichen Natur der Ereignisse
kısmen de olayların dehşetengiz tabiatı nedeniyle
partly to keep the identity of victims secret / teilweise, um die Identität der Opfer geheim zu halten
kısmen kurbanların kimliğini gizli tutmak amacıyla
partner (o)
ortak
Partridge /Rebhuhn
keklik
party
parti
Pass me the salt
Tuzu uzat
passage
geçit
passenger
yolcu
passenger car /Personenwagen
binek aracı
passion /ambition
tutku
passionate
tutkulu
passionate desire
aşırı istek
Passionsfrucht (fortune wheel /catherine's wheel)
Çarkıfelek
passport
pasaport
password
Şifre
pasta
makarna
pastries (h.i.)
Hamur işleri
pastry filled with cheese or meat / palm sized buns with or without filling
poğaça
patch (piece of cloth for mending/Flicken) / informatic:a small piece of code inserted into a program to improve its functioning or to correct a fault. "a program patch that fixes a bug"/a language patch
yama
pate de foie gras
kaz ciğeri ezmesi
path / footpath / trail / track
patika
Patience /forbearance/ steadfastness/ endurance
sabır
Patience had marked a big part (b) of his life. (y)
Sabır, yaşamının büyük bir bölümüne damgasını vurmuştu.
Patience is a virtue.
Sabır bir erdemdir.
patriot (Heimatliebend)
yurtsever
Pause (button )
durdur (düğmesi - butonu )
pavement / sidewalk / trottoir
kaldırım
Payment method
Ödeme Şekli
payment status
Ödeme Statüsü
pea / Erbse
beselye
peace
barış
peaceful /restful /at ease
huzurlu
peach
şeftali
peacock /Pfau
tavuskuşu
peacock feather
tavuskuşu tüyü
peak / height / climax
doruk
peak traffic hours
trafiğin en sıkışık olduğu saatler
pealed / geschält
(Kabukları) soyulmuş
peanut
fıstık
pear
armut
pearl
inci
Pecannuss
Pekan cevizi
pectoral (chest muscle)
göğüs kası
peddlar
çerçi
peddler (g e)
gezici esnaf
peddler (t)
tuhafiyeci
pedestrians
yayalar
Peewit /Kiebitz
kız kuşu
pelican
pelikan
pencil sharpener /Bleistiftanspitzer
kalem tıraş
penetrating look /piercing look /steel gaze
delici bakış
penguin
penguen
Penny /sou / brass farthing
metelik
people /folk
halk
People like Yana always looked for exceptions, different possibilities and exoticism.
Yana gibi kişiler; kuraldışılıkları, farklı olasılıkları ve egzotikliği ararlardı.
People like Yana always looked for exceptions.
Yana gibi kişiler hep kuraldışılıkları ararlardı.
people who are always longed for (who are always missed)
hep özlenen kişiler
People who do not harm anyone
kimseye zararı dokunmayan insanlar
people who have the possibility of either dying of pest or being killed by traveling soldiers
ya vebadan ölmek ya da gezici askerler tarafından öldürülmek gibi olasılıkları olan insanlar
pepper
biber
pepper shaker
biberlik
peppercorn
tane karabiber
peppermint
nane
per / apiece /each
beher
per kilometre
Kilometre başına
per year
beher yıl
percent / in hundred
yüzde
perch /Barsch
levrek
Perch, turbot (Steinbutt), red mullet (Rotbarbe), lobster, shrimps and mussels
Levrek, kalkan, barbunya, istakoz, karidesler ve midyeler
perfect / faultless / impeccable
kusursuz
perfect/competent /mighty (y)
yetkin
perform a marriage ceremony
nikâh kıymak
perform five time islamic prayer in a day
günde beş vakit namaz kılmak
Perhaps the ocker coloured (b) wall plaster looked/seemed only (s) by twilight so dirty.
Belki de koyu sarı boyalı duvar sıvası sadece alacakaranlık vakti bu kadar kirli görünüyordu.
period (menstruation)
regl
period /cycle /turnover /age
devir
periodic table / Periodensystem
Periyodik tablo
periodical (newspaper)
belirli aralıklarla çıkan gazete
periodocally / at certain intervals
belirli aralıklarla
permanent job
sürekli iş
permanent damage (h)
kalıcı hasar
persecution
zulüm
persistant watchfulness/vigilance
ısrarlı uyanıklık
persistingly
inatla
person /human being
insan
personal
Kişisel
Personal development tests
Kişisel gelişim testleri
personally / in person
bizzat
pessimism
kötümserlik
pessimistic
kötümser
pessimistic (k)
karamsar
pest (ilence) /plague
veba
pet shop
evcil hayvan dükkanı
Petal / Blütenblatt /('crown leaf') biol. otherwise ciçek yaprağı
taçyaprak
pharmacy
eczane
pheasant /Fasan
sülün
philosophy
felsefe
phoenicians
Fenikeliler
Phosphorus /Phosphor-P 15
Fosfor
photo
fotoğraf
photo album
fotoğraf albümü
photo enthusiasts /photo freaks
fotoğraf düşkünleri
photo frame
fotoğraf çerçevesi
photographer
fotoğrafçı
phrase /expression /locution
tabir
Phylum /Stamm (biol.) (e.g. Chordata /Chordatiere (Wirbeltiere/ Schädellose /Manteltiere)
şube
physics
fizik
physiological
fizyolojik
piano
piyano
piccolo flute
pikolo flüt
picnic
piknik
picture / painting
resim
piece
parça
piece /grain / seed
tane
piece by piece
parça parça
pig
domuz
pigeon
gücercin
piggy
domuzcuk gibi
piglet
domuz yavrusu
pike /pickaxe
kazma
pill
hap
pillow /Kissen
yastık
pin /Reisszwecke
raptiye
Pine nut / Pinienkern
Çamfıstığı
pine tree
çam
pineapple
ananas
pinetree / Kiefer
fıstık çamı
pink
pembe
pink tinted /rose coloured /bed of roses /rosarot
tozpembe
pinkish (s)
pembemsi
pinkish (t)
pembemtrak
pipette (p)
pipet
pique (cards)
maça - pik
Pistazie
Antepfıstığı
pit / (big) hole / hollow / Grube
çukur
pitch darkness
zifiri karanlık
place /environment ( where you are / not surroundings) / atmosphere (o)
ortam
place /space /sight /locality
mekân
plain / meadow
ova
plain / prairie
düzlük
plainness / simplicity / Nüchternheit
yalınlık
plan
plan
planed / gehobelt
rendelenmiş
planet
gezegen
planning
planlama
plant
bitki
plants / vegetation
bitkiler
plaster
sıva
plateau (geographical term)
plato
Platin
platin
playcard
oyun kağıdı
player /actor
oyuncu
pleasant
hoş
please (slang)
nolur
please - If you do this for me, I'll do anything for you / lit. Let me be your slave and disciple !
Kulun kölen olayım !
Please accept my apology.
Lütfen özrümü kabul edin.
Please answer the question honestly.
Lütfen soruyu dürüstçe cevaplayın.
Please close the door when you get out.
Lütfen,çıkarken kapıyı kapatın.
Please complete your exercise.
Lütfen eğitimini tamamla.
Please consider me for the job.
İş için, lütfen beni göz önünde bulundurun.
Please don't be offended
Lütfen şimdi bana darılma
Please don't disturb him while he is studying.
Lütfen, ders çalıştığı zaman onu rahatsız etme.
Please don't show us those pictures again
lütfen şu fotoğrafları bize tekrar gösterme
Please leave me in peace !
lütfen beni rahat bırak
please let me know
lütfen haberdar edin
Please repeat !
Tekrar et lütfen !
please sit down
lütfen oturun
Please text me !
Lütfen bana mesaj at !
Please, have your boarding pass ready at the counter
Gişeye geldiğinizde, lütfen uçuş kartınız hazır olsun.
pleased / satisfied / delighted (h)
hoşnut
pleasing /gratifying / satisfactory
memnuniyet verici
pleasurably/satisfactorily / pleasingly
memnun edici bir şekilde
pleasure / delight
zevk
pleasure / delight / bliss / merriment (k)
keyif
pleasure /gratification
haz
pleated /folded /Falten-
pilili
plentiful / abundantly / generously / plenty
bol bol
plenty
bol
pliers /Zange
pense
plum
erik
plump /fat (t)
tombul
plump /tactless /blunt
patavatsız
plunder / looting / robbery
yağma
plunder / looting / robbery
yağma
plus / positif (e.g. electrons)
artı
pneumonia
zatürree
pocket
cep
pocket knife
çakı
point
puan
point (in numbers)
nokta
point / issue / matter (h)
husus
point of view
bakış açısı
poison
zehir
poisonous
zehirli
polar bear
kutup ayısı
polar bear fur / Eisb¨arfell
kutup ayısı kürkü
Pole / polar /terminal
kutup
pole star
kutup yıldızı
police
polis
police (z)
Zabıta
police headquarters / police department / security directorate
Emniyet Müdürlüğü
police hotline
155 polis imdat
police officer
polis memuru
police record / criminal record
adli sicil
polished / glazed / finished
cilalı
political asylum
siyasal iltica
politician
siyasetçi
politicians actually control nothing
siyasetçiler aslında hiçbir şey kontrol etmiyorlar
politicians always promise to change the law
siyasetçiler her zaman kanunu değiştirmeye söz verirler
politics
siyaset
poll
anket
pollen
polen
polls (y) /inspections /examinations
yoklamalar
poltergeist
afacan peri
pond /small lake
gölet
pony
midilli
poor (y)
yoksul
poor /needy
yoksul
poor you /poor soul /die /der Ärmste /das arme Ding
zavallıcık
popcorn
patlamış mısır
poplar / Pappel
kavak
popstar
pop yıldızı
population
nüfus
porc
domuz eti
porcelain (p)
porselen
portable
taşınabilr
porthole /bull's eye / Bullauge
lomboz
portrait
portre
portrait drawing
portre çizimi
portrait fotography
portre fotoğraf
portrait page orientation
dikey sayfa düzeni
portrait painting
portre resim
portray (opposite to landscape)
dikey
position / posture / stance / condition (v)
vaziyet
positive
olumlu
positively charged / positive geladen
artı yüklü
possibility
olasılık
possibility
olanak
possible
mümkün
possible but not necessarily
olabilir ama şart değil
possible to be eaten / edible
yenebilen
possible to be grasped/ understood
kavranabilmek
Poste code
Posta Kodu
Potassium / Kalium - K 19 (Gümüşümsü beyaz / alkali metaller)
potasyum
potato
patates
potion / elixir
ikisir
potplants
saksı bitkileri
poultry / Geflügel (specific)
kümes hayvanları
poultry (very general /winged animals)
kanatlı hayvanlar
pound
pound
pounds (kilos) of
kilolarca
pounds (kilos) of the best kind of Turkish delight
kilolarca en iyi cins Türk lokumu
powdered sugar
pudra şekeri
power
güç
power (..v)
kuvvet
power (t)
takat
power /potential /capacity /capability (i)
iktidar
power switches / Lichtschalter
elektrik düğmesi
powerful
güçlü
powerful/ violent/ furious/ hard / difficult
zorlu
PowerPoint Presentation
PowerPoint sunuşu
Powerpoint slide show
Powerpoint slayt gösterisi
pragmatists
pragmatistler
prairie / field
kır
praise
övgü
Praise !
Övün!
Praise (thank) the Lord for He is good ! (Ps 106:1)
RAB'be şükredin, çünkü O iyidir.
prank / teazing remark /Streich
şaka
prayer
dua
prayer (islamic)
namaz
prayer call
ezan
prayer rug
namaz seccadesi
prayer time
namaz vakti
precaution /vigilance /prudence
ihtiyat
precious stones
değerli taşlar
precipitation (rain)
yağış
precise / clearcut
kesin
predatory
yırtıcı
prediction /estimation / Einschätzung /Hochrechnung/ Vorhersage
tahmin
pregnant
hamile
preparations are (being) made
hazırlıklar yapılmaktadır
preposition
edat
present study
mevcut çalışma
presentable ( with smooth appearance)
düzgün görünüşlü
presentation /supply / offer (...m)
sunum
presentation software
sunum - sunuş yazılımı
presenting (verbal noun)
sunuş
presenting /feature/ presentation /introduction (...ş)
sonuş
president / chairman
başkan
press members
basın mensubu
pressure
basınç
pressure / impression / print
baskı
presumably / in any case / sans doute
her halde
pretext / Vorwand
bahane
Pretty much / considerably / quite a bit (b)
bayağı
Pretty much / considerably / quite a bit (still in use but oldfashioned)
hayli
prevention / measure / precaution
önlem
previous / before
önceki
previously unknown
önceleri bilinmeyen
prey (a)
av
price (to pay)
fiyat
prickly pear/ Kaktusfeige
dikenli incir
pride
gurur
priest / pater / clergymen
rahip
priesthood
rahiplik
primary elections /Vorwahlen
önseçimler
primary elections held in different states
farklı eyaletlerde yapılan önseçimler
primates
primatlar
prime minister / chancellor
başbakan
primitive (cultures/ not technically advanced)
ilkel
primitive /simple / easy / lowleveled
basit
primitive culture
ilkel kültür
primitive society
ilkel toplum
Primitive tribe /clan
ilkel kabile
primitivity / vulgarity
basitlik
Prince of Peace
Esenlik Önderi
principally / originally / true
asıl
principle
prensip
principle /guideline /rule /doctrine /precept /motto
ilke
print layout
baskı sayfa düzeni
printer
yazıcı
printing shop
matbaa
prison
hapis(hane)
prison (t)
Tutukevi
prison cell
hücre
prisoner (m)
mahkum
prisoner(..s)
tutsak
prisoner(kl)
tutuklu
privacy
mahremiyet
private / special
özel
priviledge
ayrıcalık
probably
büyük olasılıkla
probably / likely/ most likely
muhtemelen
probably I have a lack of confidence
Herhalde güven eksikliğim var
probation /supervised liberty / supervised release
Denetimli Serbestlik
Probation Bureau teams (controlling people released on probation)
Denetimli Serbestlik Bürosu ekipleri
problem
sorun
Problem/ grievance / distress / nuisance / trouble
dert
procedure, operation, transaction, process, proceeding, processing, treatment
işlem
process
süreç
Proclaim it from the rooftops
Damlardan duyurun
product / fruit (ü)
ürün
production / program
yapım
Products are manufactured to whet the appetite (in a way to whet the appetite) / Produkte werden hergestellt, um den Appetit anzuregen (auf eine den Appetit anregende Weise)
Ürünler iştahını kabartacak şekilde imal ediliyor
profession
meslek
professional
profesyonel
professor
profesör
profile
profil
program
program
progressively / steadily / more and more
gittikçe
prologue
Öndeyiş
promise (s) / word (saying)
söz
promise (v)
vaat
Promise me to come back
döneceksin diye söz ver
promontory /headland / Landzunge
burun
pronunciation / utterance /articulation
telaffuz
proper / properly
doğru dürüst
properly
düzgün bir şekilde
prophecy / oracle / divination
kehanet
prosescutor / sollicitor
savcı
protect it /keep an eye on it
ona göz kulak ol
proton
proton
proud / haughty
mağrur
proverb / saying
atasözü
province / county / provincial
il
provincial directorate of security
il emniyet müdürlüğü
Provincial Gendarmerie Command(er)
İl Jandarma Komutanlığı
provision
karşılık
provocative /tantalizing
kışkırtıcı
prudent / cautious (t)
temkinli
pry about, spy outkolaçan etmek, prowl, walk about
kolaçan etmek
psychiatric hospital / madhouse / asylum
tımarhane
psychologist
psikolog
pub / bar
bar
puberty
ergenlik
public opinion
kamuoyu
public opinion polls
kamuoyu yoklamaları
public transport vehicles
toplu taşıma araçları
publicity
reklam
publishing house
yayınevi
puddle /flaque d'eau /Pfütze
su birikintisi
pufferfish /Kugelfish
balon balığı
puffy /blown up / bulgy
şişkin
Pumice/ Bimsstein (poröses glasiges Vulkangestein)
ponza
Punch /Locher
delik zımbası
punishment
ceza
Puppet
kukla
pure /innocent / naive/ fool
saf
purple
mor
purpose/goal / objective
amaç
purposely
inadına
purr (sound of a cat) Schnurren /ronronnement
mırlama
pursuing (Pres Participle)
kovalayan
pursuit / chase /Verfolgung
takip
Push !
itin(iz) !
Push pause !
Durdura bas !
push play !
playe bas !
Push reset !
Resete bas!
push stop !
Stopa bas !
pushing the door handle (k)
kapının koluna bastırarak
put in / cut in /connect / activate / enable
devreye sokmak
Put on your life jacket.
Can yeleklerinizi giyin.
put what has passed aside / put your past behind you
geçmişi bir kenara koy
put your foot down (on the gas)!
Ayağını gaza bas !
putrid / evil smelling /malodourous (l)
leş gibi kokan
puzzle / jigsaw
yap-boz
qn impish look
muzip bir bakış
Qnd his blood is used as fuel for the time travel machine (the time machine to send back into the past)
Onun kanı da geçmişe yollayacak olan zaman makinesi için yakıt olarak kullanılıyormuş
qualified
kalifiye
qualified / elligible / meritable / sufficient / having the quality of
nitelikli
qualified looting and establishing a criminal organization
nitelikli yağma ve suç örgütü kurma
qualified plunder /qualified robbery
nitelikli yağma
qualitative
nitel
quality
kalite
quality /characteristic /qualification
vasıf
quantity
miktar
quarts (stone)
kuvars
queen (cards)
kız
Queen (chess)
vezir
query /inquiry /question
sorgu
question
soru
quick / rapid/fast / hasty (adj)
hızlı
Quick Order Line
Hızlı Sipariş Hattı
quick/fast thinking
hızlı düşünme
quickly (adv) all of a sudden fast
hızla
quickly (adv) in no time (ç)
çabucak
quickly (t)
tez
quicksand /Treibsand
hareketli kum
quiet / calm / serene
sakin
quietly / noiselessly
sessizce
quietness / calmness / serenity
dinginlik
quilt /duvet
yorgan
quinoa
kinoa
quite / rather /pretty
oldukça
quite elaborated /quite developed
oldukça gelişmiş
quite wealthy(v) relatives
oldukça varlıklı akrabalar
Quitte
ayva
quiver (o)
okluk
quiver (s)
sadak
rabbit
tavşan
race (biological)
ırk
race (competition)
yarış
race track / route / parcours
parkur
Racoon / Waschbär (r)
rakun
Racoon / Waschbär (regional)
çamaşırcıayı
radio
radyo
radish
turp
radius
yarıçap
raging /combattive /ill-tempered
hırçın
rain
yağmur
rainbow
gökkuşağı
raincoat
yağmurluk
raindrop
yağmur damlası
rainfall / downpour / shower
sağanak (yağış)
rainforest
yağmur ormanı
Rand touched his arrow.
Rand okuna dokundu.
random / casual
gelişigüzel
ransom
fidye
ransom
fidye
rape / assault
tecavüz
rapid improvement (d)
hızlı düzelme
rapid improvement (g)
hızlı gelişme
rapidly changing
hızla değişen
rapidly increasing
hızla artan
rapist
tecavüzcü
rare (adj)
nadir
rare /scarce /few and far between
seyrek
rare /unusual /exeptional (e)
ender
rare books
nadir bulunan kitaplar
rare diseases
seyrek görülen hastalıklar
rarely encountered
seyrek rastlanan
rarer /sparesely
seyrek
raspberry
ahududu
rat /mouse
sıçan
rate
oran
Rather / more correctly
daha doğrusu
rather small / dwarfish (k)
küçümen
Rather than believing this I'd prefer to believe in the magic craw.
Buna inanmaktansa sihirli bir kargaya inanmayı yeğlerdim.
rather than believing this /instead of believing this
buna inanmaktansa
Rather than waiting 20 minutes for the bus let's go by taxi.
Yirmi dakika otobüsü beklemektense, taksiyle gidelim. Sinemaya
rather than x
x- den ziyade
rather than x-ing /instead off x-ing
x-maktansa - x-mektense
ration /portion (t)
tayin
raven
kuzgun
raving /craving
doymak bilmez iştah
ray (fish)
vatoz
rayon / section / department
reyon
re-confrontational procedure
yeniden ve yüzleştirme usulü
reaction
tepki
ready
hazır
real estate agent /Makler
emlakçı
realistic /down to earth / practical
gerçekçi
reality
gerçeklik
Really ! You shouldn't have (bothered yourself)
gerçekten! bu kadar zahmet etmeseydin!
really / actually /honestly (s)
sahiden
really / tatsächlich
sahi
really / truly / indeed
gerçekten
really / very (with adj / adv but not for verbs)
gayet
Really ?
Sahi mi?
realm (a) / world / jollificatian / party / boooze-up
alem
rear (a)
art
reason
sebep
reason / cause
neden
reason / motive (y)
yüz
Reasoning with an ignorant is a lot more difficult than making a camel jump over a ditch
Cahile söz anlatmak, deveye hendek atlatmaktan zordur.
reasonnable
makul
receiver (receiving person) /Empfanger
alıcı
recently
son zamanlarda
recently / the other day
geçenlerde
receptive / innovative / progressive
Yenilikçi
reckless / careless / fearless / unrestrained (p)
pervasız
record /registration / enrolement
kayıt
rectangle
dikdörtgen
recycling /recyclable /biodegradable
geri dönüşümlü
red
kırmızı
red / rosy / scarlet
al
red coral / Edelkoralle (for gems)
mercan
red coral jewelry
mercan takı
red currants / rote Johannisbeere
kırmızı frenküzümü
red lentils
kırmızı mercimek
red mullet / Rotbarbe (20cm (max 30cm) perchlike Mediterr,N.E Atlantik, Karadeniz. Live on muddy or sandy grounds)
barbunya
red wine
kırmızı şarap
red-handed
suçüstü
reddish (s)
kırmızımsı
reddish (t)
kırmızımtrak
reed
saz
reed (k) / Schilfrohr
kamış
reedpipe / flute
kaval
refectory / dining hall
yemekhane
referee
hakem
reflection
yansıma
refreshing (f)
ferahlatıcı
refuge
sığın
refuge /asylum /Asyl
iltica
region
bölge
register /record / credentials
sicil
registered / recorded / listed / enrolled
kayıtlı
registration file
sicil dosyası
registration number
sicil numarası
Regretfully she puts the shoes back (in their place)
Üzülerek ayakkabıları yerine koyar.
regular / usual / common / accustomed (a)
alışılmış
reign / sovereignity
egemenlik
rein / Zügel (d)
dizgin
related to the consumed food
tüketilen gıdalarla ilgili
release (button) / trigger / timer /shutter (camera)
deklanşör
relevance / relation /connection / interest /concern
alâka
relevant
alakalı
reliable / trustworthy / dependable /faithful / treu
Güvenilir
reliance on a man
adama dayanma
Relief / embossment
kabartma
religion
din
religion is an important topic
din önemli bir konu
religious (person)
dindar
reluctant / inwilling/ ungern
isteksiz
remarkable
dikkat çekici
remboursement account
iade hesabı
reminiscent
geçmişten konuşmaya istekli
reminiscent/ reminding of (a)
andıran
remote / obscure/ out of the way
ücra
remote control
uzaktan kumanda
renewed
yenilenmiş
rent (fee to pay for renting e.g. a flat)
kira
repairman / mechanic
tamirci
reparation works
tamir işleri
repelling
itici
replacement / Ersatz-
yedek
replacement shirt / Ersatzhemd (y.m.)
yedek mintan
report was saved (computer)
rapor kaydedildi
reported /announced
bildirilen
representative
temsilci
republic
cumhuriyet
republican
cumhuriyetçi
repulsiveness /being disgusting/ Widerwärtigkeit
iğrençlik
Request/ appeal / prayer
Rica
researchers
araştırmacılar
resentment /indignation /Groll
içerleme
reserve / disinterest / coldness / indifference / negligence / listlesness / lukewarmness
kayıtsızlık
residential
yerleşim
resignation /demission/Rücktritt
istifa
resistant
dayanıklı
resolution (pixel)
çözünürlük
respect
saygı
respect (h)
hürmet
response; answer
yanıt
responsibillity
sorumluluk
responsible
sorumlu
Ressearchers explain its reason as follows :
Araştırmacılar, bunun sebebini şöyle açıklıyor:
restaurant
restoran
restless
huzursuz
restlessly /with steadily excited fidgeting movements /little by little but always moving
kıpır kıpır
retaliation
kısas
retired
emekli
return / refund / restoration / repayment / giving back
iade
return adres
iade adresi
return date
iade tarihi
Return it !
bunu iade et
return something to its real owner
asıl sahibine iade etmek
return without opening
açılmadan iade
returned item / good
iade mal
revenge
öç
revenge / vengeance
İntikam
revolt /rebellion /uprising / riot
isyan
reward / prize
ödül
Rhabarber /rhubarb
Ravent
Rhododendron
ormangülü
Rhombus /Raute / diamond (geometr)
eşkenar dörtgen
rib
kaburga
ribbon (k)
kurdele
rice
pirinç
rich
zengin
rich in vitamines
vitamince zengin
rider
binici
Riding bareback is not fun at all, especially if you don't have the control of the horse or its direction.
Eyersiz ata binmek hiç de eğlenceli değildir, özellikle de atın ya da gittiği yönün kontrolü sizde değilse.
rifle / Jagdgewehr - a gun, especially one fired from shoulder level, having a long spirally grooved barrel intended to make a bullet spin and thereby have greater accuracy over a long distance. "a hunting rifle"
tüfek
right (h)
haklı
right (not left)
sağ
right / true / correct
doğru
right along / besides
yanı sıra
right away
hemencecik
right away /without thinking much
pat diye
rıght here
tam burada
Right in the center of the explosion lay a blue polished stone.
Patlama çapının tam ortasında cilalı mavi bir taş yatıyordu.
right in the middle
tam ortasında
Right in the middle (diameter) of the explosion
Patlama çapının tam ortasında
right of asylum / Asylrecht /Asylanspruch/ droit d'asyl
iltica hakkı
right on time / exactly on time / pünktlich
tam zamanında
rim (inner part of a wheel) / Felge
jant
ring (for the finger)
yüzük
ring/cercle (h)
halka
riot /turmoil /uproar /disturbance
kargaşa
rip /tear /something torn /Riss /Laufmasche
sökük
ripe / reif
olgun
rise / uptrend
yükseliş
risk
risk
river (ı)
ırmak
river (n)
nehir
river rafting (Wildwasserschlauchbootfahren)
rafting
ro repeat / quote
yinelemek
road /way
yol
road sign
tabela
road signs /Verkehrsschilder
trafik levhaları
roasted / geröstet
kavrulmuş
Rob ignored (d) me.
Rob beni duymazdan geldi.
robber
soyguncu
robber stories / Räubergeschichten
eşkıya öyküleri
robbery
soygun
robin (k)
kızılgerdan
robin (n)
nar bülbülü
rock
kaya
rodent
kemirgen
roe deers and deers / Rehe und Hirsche
karacalar ve geyikler
Roggen /rye
Çavdar
Roggenmehl / rye flour
Çavdar unu
Roggenmischbrot /rye mixed bread
Çavdar ekmeği karışık
Roggenvollkornmehl / rye wholemeal flour
Çavdar kepekli un
roh /uncooked
çiğ
romantic / dreamy / poetic
romantik
roof
çatı
roof (d)
dam
room
oda
rooster
horoz
root
kök
root (d)
dip
rope /string
ip
roquette / rocket /kind of watercress / Garten-Senfrauke
roka
rose
gül
rosehip /églantier /Hagebutte
kuşburnu
rosmary
biberiye
rotor /propeller
pervane
rotten
çürümüş
rotten / foul / fetid / rancid (k) childish expression
kokuşmuş
rough / turbulent
çalkantılı
rough / uneven / bergig (with hills)
engebeli
roughly (k)
kabaca
roughly (k) / about what time ?
kabaca ne zamandı ?
round
yuvarlak
routine
yordam
row (number...)
sıra
rowan /sorbier /Eberesche
üvez ağacı
rowanberry / Vogelbeere
üvez
rubber boots / Wellingtons / Gummistiefel
lastik çizme
rubberband /elastic / Schießgummi
paket lastiği
ruby
yakut
rude / impolite /mannerless/ discourteous
nezaketsiz
rudeness
kabalık
rug / carpet
kilim
ruined /collapsed
yıkık
ruined /devastated /ramshackle/ broken down / kaputt
harap
rule
kural
ruler /Lineal
cetvel
rules of international law
uluslararası hukuk kuralları
rumour
söylenti
runaway / fugitive
firari
Rundkorn
yuvarlak taneli tahıl
rural
kırsal
rush hours
sıkışık zaman
Russia constitutes 17 million square kilometers of this.
Rusya bunun 17 milyon kilometre karesini oluşturmaktadır.
Rustle/ rustling /crackling
hışırtı
rusty
paslı
Sable /Zobel (marder kind living in Sibiria /Mongolia)
samur
sack (ç)
çuval
sacrifice (rel.)
tanrıya sunma
sad (h) / melancholic / gloomy
hüzünlü
sad / sorry
üzgün
saddle
eyer
saddle girth /Sattelriemen/Sattelgurt
eyer kolanı
safe
güvenli
safe/ secure
güvencede
safely / safe and sound
sağ salim
safety
emniyet
safety /security
güvenlik
Safran
safran
sage (herb)
adaçayı
sailing (sport)
yelken sporu
sailor/ Matrose
gemici
salad
salata
Salami
salam
salary (= monthly payment)
aylık
sale
indirim
sales representative
pazarlama mümessili
salesman
satış görevlisi
salinization /Versalzung (soil)
tuzlanma
saliva /Speichel
salya
salt
tuz
saltiness
tuzluluk
salto / summersault /Purzelbaum
takla
salvation
kurtuluş
Samaritan
Samırıyeli
Samaritans
Samırıyeliler
same (t)
tıpkı
sand
kum
sandal (shoe)
çalık
sandstone
kumtaşı
Sandwich
Sandviç
sapphire
safir
sapphire (g)
gökyakut
satellite
uydu
satisfaction / pleasure
memnuniyet
Satisfied (t)
Tatmin olarak
satisfied / content / delighted /pleased
memnun
saturday
cumartesi
sauce
sos
sausage (su...)
sucuk
savage
yaban adam
savages
vahşiler
saved (k) computer
kaydedildi
saving (b)
birikim
saving /economy /retrenchment
tasarruf
saviour
kurtarıcı
saw
testere
saxophone
saksafon
scalp (s. d.)
saç derisi
scalpel
neşter
scandalous
çok ayıp
Scandium - Sc 21 (geçiş metalleri /metalik gri)
Skandiyum
scar
yara iz
scarce / limited
kıt
scarcely any /little if any /so little that it could be called not existing
yok denecek kadar az
scared to death
ödü kopmuş
scarf
atkı
scary
korkutucu
scary / terrifying / awful / terrible
korkunç
scatterbrain
dağınık fikirli
scattered stones
saçılmış taşlar
schneeweiss
bembeyaz
Schneewittchen und die sieben Zwerge
Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler
Schnitzel
şnitzel
school direktor
okul müdürü
schoolboy humour
çocukça espri
Schreibwarenhandlung
kırtasiyeci
science
bilim
science fiction films
bilim kurgu filmler
science lessons
fen dersleri
Scientists
bilimadamları
Scientists were very surprised when they noticed this.
Bilimadamları bunu fark edince çok şaşırmışlar.
scorch marks
yanık izleri
Scotland
İskoçya
scoundrel
alçak
scrap /junk /completely worn out/ready for the scrap heap /Schrott
hurda
scrape / dangerous situation / tight spot
varta
scratch / Kratzer
çizik
scratch / scar /(light wound)
sıyrık
scratch about / grub up / scharren
eşelemek
scratch and win (coupons)
kazı-kazan
scream (ç)
çığlık
scream for help
imdat çılığı
screaming and shouting
çığlık çığlığa
screen
ekran
screw
vida
screw driver
tornavida
scrubb / rubb /massage
ovmak
sculptured / chiseled
yontulmuş
sea
deniz
sea otter
susamuru
sea urchin /Seeigel
deniz kastanesi
seafood
deniz ürünleri
seagull
martı
seal
fok
seam /stitch /sewing
dikiş
Seashell (shell)
kabuk
season (s - e.g a sport season)
sezon
seasonal
mevsimlik
seat / potty (Nachttopf)
oturak
seat belt
emniyet kemeri
seaweed
deniz yosunu
second generation cordless telephone
ikinci nesil kablosuz telefon
Second next stop is Ankara.
iki sonraki durak Ankara.
secondary school
orta dereceli okul
secret (s)
sır
secret / hidden (adj)
gizli
secretly
gizlice
secretly
için için
secretly / sneaky
gizliden gizliye
security camera
güvenlik kamerası
security guard
güvenlik görevlisi
security in an abstract way e.g. insurance policy / plan B
güvence
See you later
sonra görüşürüz
See you next week
Haftaya görüşürüz
See you soon !
yakında görüşmek üzere!
seed / germ
tohum
Seek ye first His Reign and righteousness
Siz öncelikle Onun egemenliğinin ve doğruluğunun ardından gidin.
seemingly / apparently /within sight
görünürde
seen (Pres Part)
görülen
seen (Pres Part) from different angles
değişik açılardan görülen
seen by / to judge from the number of wolves
kurtların sayısına bakılırsa
seen how you jumped
nasıl atladığına bakılırsa
seen that / considering that/since/ étant donné que, vu que
Madem
Seen/compared to the outside it is very warm inside.
Dışarıya göre içerisi çok sıcak.
seine gedrungene Gestalt / his short stature
bodur yapısı
seldom /rarely
nadiren
self confidence
özgüven
self portrait
otoportre
selling tiny haberdashery articles
ufak tefek tuhafiye eşyası satan
send box
gönderilen kutusu
send him off!
onu oyundan at!
sensitive /tender/ delicate (h)
hassas
sentence
cümle
separation
ayrılık
seperate / dissimilar / distinct
ayrı
seperated by / divided by...
... ile ayrılmış
seperately
ayrı ayrı
September
Eylül
serious / severe
ciddi
seriously?
cidden mi?
serpentine
yılansı
service (h)
hizmet
sesame seed /Sesamkorn
susam
Set down the wireless frequency to one hundred kilohertz.
Telsiz frekansın yüz kilohertze indir.
set square / Dreieck (tool for drawing)
gönye
settlement
yerleşim merkezi
seventy
yetmiş
severe
şiddetli
sewing machine
dikiş makinesi
sewing room /Nähstube
dikiş odası
sexy
cinsel istek uyandıran
shabby / common
pespaye
shabby /illbred / rude
seviyesiz
shade (of a colour)
ton
shadow
gölge
Shaking his shoulders he smiled much more embarrassed.
Omuzlarını silkerek daha çok mahcubiyetle gülümsedi.
Shall I close the door?
Kapıyı kapatayım mı ?
Shall we add garlic to this yoghurt and then hide it? Or shall we not add garlic and hide it?
Şu yoğurdu sarımsaklasak da mı saklasak? Yoksa sarımsaklamasak da mı saklasak?
Shall we organize another festival?
Bir festival daha mı düzenleyeceğiz?
Shall we x ? (e)
x -elim mi?
shame
utanç
shame / reproach /blemish / fault
ayıp
Shame on you
ayıp sana
shameful / vile / crappie / shitty / dishonourable
rezil
shamelessness
utanmazlık
Share ! (also information/ experiences)
Paylaş !
share /part / portion
pay
shark
Köpekbalığı
sharp / keen
keskin
sharp / pointed
sivri
sharp and thorny vegetation
sivri ve dikenli bitkiler
sharp eyed / sharp sighted / pungent
keskin bakışlı
sharp reflexes
keskin refleksler
sharp-witted / quick-witted / elvish
cin gibi
She also was covered up to her throat with white fur.
O da boynuna kadar beyaz kürklerle kaplıydı.
She always makes him do his homework.
Ona her zaman ödevlerini yaptırtır.
She always makes me do my homework.
Bana her zaman ödevlerimi yaptırtır.
She asks (what is ) the price of the brown shoes.
Kahverengi ayakkabıların fiyatını (fiyatının ne olduğunu) sorar.
She backed off panicking.
Panikleyerek geriledi.
She began to run barefoot in the dark corridor
Karanlık koridorda yalınayak koşmaya başladı.
She boiled water in a teapot.
Bir demlik su kaynattı.
she cautioned us not to talk to anyone
kimseyle konuşmamayı bize tembihledi
She clıcked her tongue / Sie schnalzte mit der Zunge.
Dilini şaklattı.
she collects the dirty wash
kirli çamaşırlarını toparlayacak
She could have bet everything that even during the day they were seldom opened
Onların gün boyunca bile nadiren açıldığına her iddiasına girebilirdi.
She could have bet everything that they were opened
Onların açıldığına her iddiasına girebilirdi
She couldn't hinder her voice to tremble from anger.
Sesinin öfkeden titremesini engelleyemedi.
she couldn't interprete it
yorumlayamıyordu
she couldn't move from her place
yerinden kıpırdayamıyordu
she couldn't stand it / she couldn't resist/ endure
dayanamadı
She crouched down beside one of the trees. /Sie kauerte sich neben einen der Bäume.
Kız ağaçlardan birinin yanında çömeldi.
She cursed her ennemis and
Düşmanlarına küfredip
she didn't mean to hurt you
seni incitmek istemedi
She doesn't like tea or coffee
çay veya kahve sevmez
She dripped a drop on the snow
karın üzerine bir damla damlattı.
she enjoys playing badminton, but she likes sailing more
badminton oynamayı sever ama yelkeni daha çok sever
She felt her grief lightened.
Kederinin haflediğini hissetti.
She felt that her entire body tensened with fear.
Bütün bedeninin korkuyla gerildigini hissetti.
She had a beauty that didn't reveal itself on first sight but is slowly discovered.
İlk bakışta kendini ele vermeyen ağır ağır keşfedilen bir güzelliği vardi
She had a beauty that didn't reveal itself on first sight.
İlk bakışta kendini ele vermeyen bir güzelliği vardi
She had a beauty that is slowly discovered
ağır ağır keşfedilen bir güzelliği vardı
she had a pretty good career five years ago
beş yıl önce oldukça iyi bir kariyeri vardı
She had a serious grudge against me.
O bana karşı ciddi bir garezi vardı.
she had cautioned/charged me so many times
bunu bana defarlarca tembihlemişti
She had difficulty to understand what was happening
Neler olduğunu anlamakta güçlük çekiyordu.
She had gathered the hair loosely with hairpins
saç tokalarıyla gevşek bir biçimde toplamıştı.
She had hid a box of matches in the drawer of her night desk .
Komodinin çekmecesine bir kutu kibrit saklamıştı.
She had not been mistaken
yanılmamıştı
She has a comical way of saying things
Her şeyi komik bir şekilde söylüyor.
She has a house in Istanbul.
İstanbul'da bir evi var.
She has been my girlfriend for two months.
O, iki aydır kız arkadaşım.
She has brown eyes and grey hair.
kahverengi gözleri ve gri saçları var
She has too much money.
çok fazla parası var
She herself had grown up between stacks of books
Kendisi kitap istifleri arasında büyümüştü
She hopes that the Internet connection will be good.
İnternet bağlantısının iyi olmasını umuyor.
She invited me for tea (colloq.)
çaya davet etti
She is a pretty cute girl with dimples on her cheek(s) when she laughs.
Güldüğünde, yanağında beliren gamzeleriyle, oldukça sevimli bir kız.
She is accustomed to fly outside.
Dışarıda uçmaya alışkın.
She is afraid of water.
Sudan korkar.
She is at least seventy years.
Hele yetmiş yaşında var.
She is cleaning under her bed.
Yatağının altını da temizliyor.
She is my friend I can't hurt her.
O, arkadaşım, onu incitemem.
She is wonderful
o harika
She kept a bag on her lap
Kucağında bir kese duruyordu.
She kept pestering at me, what shall I do ?
Başımın etini yedi, ne yapayım ?
she landed lightly on the ground and...
hafifçe yere inip
She lay on ( her ) back, her mouth was half open
sırtüstü yatıyordu, ağzı yarı açıktı.
She looked back
geriye baktı
She looked back at her guards
geriye, korumalarına doğru baktı.
She looked from one guilty face to the next.
Bir suçlu yüzden diğerine baktı.
She loved the stories in which were evil spells and good fairies
Kötü büyüler ve iyi perilerin olduğu hikâyeleri seviyordu.
She lowered her voice as she said the man's name, as if she believed that this would alleviate her eerie feeling a little.
Sanki ürkütücülüğünü biraz olsun hafifletir düşüncesiyle adamın adını söylerken sesini alçalttı.
she never listens to me
beni hiç dinlemiyor
She noticed the uneasiness (t) that was in his face.
yüzündeki tedirginliği fark etti.
she obviously made a mistake
belli ki bir hata yaptı
she obviously made a mistake
belli ki bir hata yaptı
She photographed a rare bird.
Ender bir kuşun resmini çekti.
she prefers thrillers
gerilimleri tercih eder
She pretended to have fallen asleep /Sie tat so als wäre sie eingeschlafen.
uykuya dalmış gibi yaptı
She reads a book but she falls asleep.
Bir kitap okur ama uyuyakalır.
she rubbed her eyes and...
gözlerini ovuşturup
she shouldn't tell anyone
hiç kimseye anlatmamalı
She started to count the windows (lit. And if she tried...) she soon (immediately) gave up.
Pencereleri saymaya çalıştıysa da bundan hemen vazgeçti.
She stood before them, her hands on her hips.
Onların önünde durdu, elleri belinde
She stood upright/ firm
dimdik durdu.
She talks even to the milkman about her visions.
O da vizyonlarından sütçüye bile söz ediyor.
She thought she needed to go one or two steps backwards.
Bir-iki adım geri çekilmesi gerektiğini düşündü.
She thought she ought to be more careful of herself
Kendi kendine daha dikkatli olması gerektiğini düşündü
She took a sip of tea.
Bir yudum çay aldı.
She tried to speak with an unconcerned voice.
Umursamaz bir ses tonunda konuşmaya çalışıyordu.
She tries to stretch her legs.
Bacaklarını esnetmeye çalışır.
She want to climb onto the table and perforate him with a fork.
Masanın üstüne çıkıp onu çatalla delik deşik etmek istedi.
She was a bit chatty and inclined to say everything four times
biraz geveze ve her şeyi dört kez söylemeye meyilliydi
She was bothered /uncomfortable by a light pneumonia.
Hafif bir zatürreeden rahatsızdı.
She was crying, because they were arrogant to her.
Ağlıyordu, çünkü ona kabadayılık taslıyorlardı.
She was disappointed to learn that her friend was not coming back.
Arkadaşının geri dönmeyeceğini öğrendiğinde hayal kırıklığına uğradı.
She was keen to live this experience.
O, bu deneyimi yaşamaya hevesliydi
She was like a lifeless marionette (puppet) whose strings had been cut (snatched off) ..
İpleri koparılmış cansız bir kukla gibiydi.
She was not just pale, she was snowwhite as powdered sugar
sadece soluk renkli değil, pudra şekeri gibi bembeyazdı
she was old enough
yaştaydı
She was precisely the kind of student
O tam olarak öğrenci türüydü
She was sure it was the latter.
sonuncusu olduğundan emindi
She was the kind of...
O ... türüydü
She was very pleased about my gift.
O, hediyemden çok hoşnuttu.
She washes the laundry in the washing machine.
çamaşırlarını çamaşır makinesinde yıkayacak.
She weighs sixty kilos
o altmış kilo
She went abroad to learn English, I think
Yurt dışına İngilizce öğrenmeye gitti, diye düşünüyorum.
She will go to Turkey next winter.
gelecek kış Türkiye'ye gidecek
she won because she was better
kazandı çünkü daha iyiydi
She wrapped the shawl even more tightly
şalına daha da sıkı sarındı
she's always two steps ahead of me
her zaman benim iki adım önümde
She's blond.
o sarışın
sheath / scabbard
kın
sheep
koyun
sheep fold/ sheep pen
ağıl
shelter
sığınak
shelter /hiding place (of low quality e.g. a dog's hut / place for homeless people )
barınak
Shelter is one of the (our) three basic needs.
Üç temel ihtiyaçlarımızdan birisi barınaktır.
shelves
raflar
shingel /Schindel (wooden plates used for roofing)
padavra
ship
gemi
Shipping Costs / Versandkosten
Kargo masrafları
shirt (old word -m)
mintan
shit
sıç
shoe
ayakkabı
shoe (p)
pabuç
shoe sole
ayakkabı tabanı
shoebill / Schuhschnabel
pabuç gagalı
shooting star /Komet
kayan yıldız
shop
dükkân
shopkeeper
dükkâncı
shopping
alışveriş
shopping list
alışveriş listesi
shore
kıyı
short
kısa
short for 'No' (spoken)
Yo
shortly after
kısa bir süre sonra
shorts
şort
Should he know, should he not know or should he never learn at all
Bilmeli mi bilmemeli mi yoksa hiç öğrenmemeli mi
Should he love, should he not love or should he not like it at all ?
Sevmeli mi sevmemeli mi Yoksa hiç beğenmemeli mi
Should he see, should he not see or should he better not look around at all
Görmeli mi görmemeli mi yoksa hiç bakınmamalı mı
should I forgive my boyfriend?
erkek arkadaşımı affedeyim mi?
should it be or not
Olmalı mı olmamalı mı
should it be or not or should it never change
Olmalı mı olmamalı mı yoksa hiç değişmemeli mi
should we get a meatball-bread at half-time?
devre arasında bir köfte-ekmek alalım mı
Should we have done that much shopping ?
Bu kadar çok alışveriş yapmalı mıydık?
Should we tell them about the argument?
onlara tartışmadan bahsedelim mi?
shoulder
omuz
shouts/ grudges
bağrışmalar
show breads (OT) /offering breads
adak ekmekleri
Show my orders
Siparişlerimi göster
show us that video again
şu videoyu bize tekrar göster
shower
duş
showing his teeth (lit. in a fashion that his teeth would emerge)
dişleri ortaya çıkacak şekilde
shredded wheat (cakes) egypt. kunafa
kadayıf
shrill / high pitched / strident
tiz
shrimp / crevette / Krabbe
karides
shrine
türbe
shrubbery/ bushes / Gebüsch
çalılık
Shut up !
Sus !
Shut up ya stupid dogs/bastards
Çeneler kapansın sizi ahmak itler!
shy / fearful / timid / mousy / schreckhaft
ürkek
sich in eine Decke wickeln
bir battaniyeye sarınmak
sick
hasta
sickening
mide bulandırıcı
side (k)
kenar
side burns / Koteletten
favoriler
sideways / edgewise
yan yan
sigh /curse
ah
sign / signal
işaret
sign language
işaret dili
signal mixer
sinyal karıştırıcı
Silence (lit. voiceless-ness)
sessizlik
Silicon /Silicium -Si 14
Silisyum
silk
ipek
silky
ipeksi
silky hair (fur)
ipeksi tüyler
sill /(Fenster)Rahmen
pervaz
silly
aptalca
silly (s) jokes (e)
saçma espriler
silver
gümüş
silver coin (lit. white coin)
ak akçe
silver white
Gümüşümsü beyaz
silvery
gümüşi
similarity / ressemblance /Ähnlichkeit
benzerlik
simple /plain / einfach /schlicht
sade
sin
günah
since (+abl) (referring to a completed action)
beri
since a week
bir haftadan beri
since about a year
yaklaşık bir yıldan beri
Since his uncle fell ill he hadn't (properly) out to the street
amcasının hatalandığından beri doğru dürüst sokağa çıkmamıştı
Since I came here (old form) I have been working a lot.
Buraya geleli çok çalıştım
since I last X-ed
X- meyeli
Since I moved we live so far away from each other.
Taşındığımdan sonra birbirimizden çok uzakta yaşıyoruz.
since last year
geçen yıldan beri
since she had last seen
görmeyeli
since the beginning of his lecture
konuşmasının başından beri
since the coming of winter (old form)
kış geleli beri
since the coming of winter (recent form)
kış geldiğinden beri
Since the region in which (this language) is spoken is on Chinese soil.
Konuşulduğu bölge Çin topraklarında olduğundan
since the very beginning
en başından beri
since then x years passed / x years ago
üzerinden x yıl geçmiş
Since we are together (for once) ...
Madem bir aradayız...
Since we are together (for once) I want to say a few things.
Madem bir aradayız bir şeyler söylemek istiyorum.
since yesterday
dünden beri
Since you are so curious...
Madem bu kadar merak ediyorsun ...
sincerely
içtenlikle
single
bekâr
single / exclusive / only / solitary / unique / one
tek
sinister /evil /unlucky
uğursuz
sinner
günahkâr
sip
yudum
sip by sip
yudum yudum
sister
kız kardeş
six meters down (lower)
altı metre aşağı
sixty
altmış
size / magnitude / greatness
büyüklük
size /dimension
boyut
skillfully
beceriyle
skillfully (m)
maharetle
skills
beceriler
skin / hide / cover / binding
cilt
skin /peels/ Schale (fruit)
kabuk
skin (d)
deri
skin (t)
ten
skin /hide /fur (p)
post
skinny /mager (s)
sıska
skirt
etek
sky
gök
sky
gökyüzü
skyscraper
gökdelen
slang for: penis
sik
slang for:vagina
am
slanting eyes /schräge Augen (unteres Augenlid hat eine Falte, die einen Teil des Auges bedeckt / häufig bei Asiaten)
çekik gözler
slate /Schiefer
kayağan taşı
slaughtered by traitors
hainlerin katlettiği
slave
köle
slave (auch im religiösen Sinne)
kul
sledge
kızak
sleep
uyku
sleep something off e.g; sıkıntıyı/üzüntüyü
bir şeyi uyuyarak atlatmak
sleeping bag
uyku tulumu
sleepless
uykusuz
sleepy
uyku sersemi
sleeve
yen
slide (e.g. Power point)
slayt
slide view
slayt görünümü
slightly sour/ tart / süßsauer /piquant /pungent
mayhoş
slippers / flip flaps
terlik
slippery
kaygan
Slope /incline (y) Anstieg / a road/way going uphill
yokuş
slot /slit /cleft / fissure
yarık
slowly (a)
aheste aheste
Slowly, painfully he pushed the panic to the back of his mind, locked it there and kept it there, though it tried to come out screaming.
Yavaşça, acıyla, paniği zihnin gerisine itti, oraya kapattı ve çığlık çığlığa dışarı çıkmaya çalışmasına rağmen orada tuttu.
slug
Sümüklüböcek
slut / Schlampe
sürtük
small
Küçük
small (u)
ufak
small circles (d)
küçük daireler
small forest / grove
koru
small pasty / patty (usually filled with minced meat) / pie
börek
smallpox
çiçek hastalığı
smart ass / know-it-all / bighead
ukala
Smell /scent /odor
koku
smile
gülümseme
smile (... y..)
gülümseyiş
smile / laughter /cackle
gülüş
smiling / cheerful / merry
Güleç
Smiling a girl in white extended a tray full of crystal wine glasses towards him.
Gülümseyen, beyazlı bir kız ona kristal kadehlerle dolu bir tepsini uzattı.
smilingly
güler yüzlü bir şekilde
smokeless / rauchfrei
dumansız
smoking /fuming
tüten
Smoking again and again (participle) he got a headache.
Sigara içe içe başı ağrıdı.
smooth (p)
pürüzsüz
smooth / fluent /straight
düzgün
smooth shaven
düzgün tıraşlı
smug / bigheaded / arrogant / haughty
kendini beğenmiş
smuggling / trafficking / fraud
Kaçakçılık
snack
atıştırmalık
snacks (fruit /soup / a 'meal' inbetween/not used for aperitive)
ara öğün
snacks(chips /chocolat /nuts...)
çerez
snail (with house)
salyangoz
snake
yılan
snappish /ein Stinker
gıcık
snappishly
gıcık bir şekilde
Sniffing I backed away and wiped my eyes with my palms, I was shaking.
Burnumu çekerek gerileyip avuçlarıma gözlerimi sildim, titriyordum.
snob/ pretentious asshole / Schnösel /Lackaffe /Arschloch
züppe
snout beetle (weevil) / Rüsselkäfer
hortumlu böcek
snow
kar
snow-capped
karla kaplı
snow-capped peaks
karla kaplı zirveler
snowball
kartopu
snowman
kardan adam
snowstorm / blizzard
tipi
so
Öyle
So (by implication) I always should have thought like this from the beginning.
Dolayısıyla benim baştan beri hep böyle düşünmem gerekiyordu.
so far
Şimdiye dek
So it was said," As many as there are protons and neutrons, that is the weight of the atomic nucleus."
O yüzden, 'kaç proton ve nötron varsa, atom çekirdeği o ağırlıktadır,' deniyordu.
so little
amma az
So long as any life remains in the body, we should not cease hoping.
Çıkmayan candan umut kesilmez.
so many questions
çok fazla soru
so much
amma
so much /many
amma çok
so much less
amma az
so much longer
amma uzun
so that / that / so
diye
so that / that /as/which
ki
so that /such that / in fact
öyle ki
So that we could meet him for the first time.
onunla ilk kez tanışabilelim diye.
so the holiday had passed relatively wonderful
bu yüzden tatil nispeten harika geçmişti
So what ?
Ne olmuş?
So what if you don't love me
ne çıkar beni sevmesen de
So what's the obstacle in front of Burak?
Peki Burak'ın önündeki engel ne?
So, the weight of an atom nucleus should be equal to the number of it's protons. But it is not.
Dolayısıyla, bir atom çekirdeğinin ağırlığı proton sayısına eşit olmalı. Ama değil.
So/by implication we know how many protons and electrons are in an atom.
Dolayısıyla, bir atomda kaç proton ve elektron olduğunu biliyoruz.
so; in order for ... ; thus / In this way
bu sayede
soaked
sırılsıklam
soaked by the rain
yağmurdan ıslanmış
soap
sabun
soap opera
arkası yarın (diziler)
social
sosyal
social media
sosyal medya
social network
sosyal iletişim ağı
social security registration number / insurance number
sigorta sicil numarası
Socialize !
Sosyalleş !
socially expected
toplumca beklenen
socks
çorap
soda lid /crown cork / crown cap
gazoz kapağı
Sodium / Natrium - Na 11
Sodyum
soft /nice /gentle
yumuşak
soft /tenderhearted (y.k.)
yumuşak kalpli
soft or loud
yumuşak veya yüksek
Solanaceae, or nightshades /Nachtschattengewächse (potatoes / eggplants/ chili /tomato / tobacco/petunia)
patlıcangiller
soldier
asker
soldier /pawn/ Bauer(chess)
piyon
Sole / Seezunge ( Plattfisch - eyes on the right side / 60-70 cm / Northsea ,Mediterr,Marmara, Karadeniz
dil balığı
solid / hard/ rigid/ stiff - for an object opposed to soft - hart (German)
sert
solution / answer / remedy
çözüm
solution to open a blocked/clogged sink
tıkalı lavabo açma için çözüm
some (k)
kimi
some - some (pl) (ba)
Bazı - Bazıları
some /several / a certain number of
birtakım
Some believe that God created the world with an instant miracle.
Bazıları Tanrı'nın dünyayı anlık bir mucızeyle yarattığına inanır
Some clients are not very kınd.
Bazı müşteriler hiç nazik değildir.
Some fishermen go to the Black sea to fish.
Bazı balıkçılar balık tutmak için Karadeniz'e gidiyorlar.
some of the seeds
tohumlardan kimi
Some of the seeds he sowed fell to the wayside.
Ektiği tohumlardan kimi yol kenarına düştü.
some of the x
x-den kimi
some people (bi)
birileri
Some people apply a more religious approach.
Bazıları daha dindar bir yaklaşım uygular.
Some people believe in destiny.
Bazı insanlar kadere inanır.
Some people look at coffee grounds to learn about the future.
Bazıları gelecek öğrenmek için kahve telvelerine bakar.
Some people try to change their fate.
Bazı insanlar kadelerini değiştirmeye çalışılar.
some spots (places) not understood (o)
oturmayan bazı yerler
some words quickly spilled from her lips
dudaklarından hızla bazı sözcükler döküldü.
somebody I didn't know
tanımadığım bir kimse
somehow / in one way or another (t)
bir türlü
somehow she couldn't sleep
bir türlü uyuyamıyordu
someone
birisi
Someone came to the side of a cold and hungry dog staying in the cold air in front of an apartment block opposite the street.
Sokağın karşısındaki apartmanın önünde soğuk havada üşüyen ve aç kalan bir köpeğin yanına bir kişi geldi.
someone I know
tanıdığım biri
someone intelligent
akıllı biri
someone stole the drugs
birisi uyuşturucuyu çaldı
someone who is said not to be able to succeed to become anything
hiçbir şey olmayı başaramamış biri
someone who is the centre of conversation at every table (lit the man of the place)
ortam adamı
something about calculating non-divisible values
bölünemeyen değerlerinin hesaplanmasıyla ilgili bir şeyler
something essential
esas olan bir şey
something fishy (b)
bityeniği
something like that
öyle sayılır
Something weird happened to me.
Başıma garip bir olay geldi.
sometimes
bazen
sometimes / occasionally / from time to time
ara sıra
Sometimes also they (it) were (was) ornamented (b) with reliefs.
Kimi zaman da kabartmalarla bezeliydi.
Sometimes also they were ornamented (b) with reliefs that he decorated with gilded paint
Kimi zaman da yaldızlı boya ile süslediği kabartmalarla bezeliydi.
Sometimes conflicts arise from overlapping job duties.
Çatışmalar bazen örtüşen görev dağılımı yüzünden olur.
Sometimes he gives bagels to the sea gulls.
O bazen martılara simit veriyor.
Sometimes I fall in love, sometimes I die.
Bazen aşık olur,bazen ölürüm.
Sometimes it has also some practical advantages that our memory is not as powerful as (the one) of books.
Bazen belleğimizin kitaplar kadar güçlü olmamasının pratik yararları da var.
Sometimes she wears a red dress
bazen kırmızı bir elbise giyer
Sometimes when I watch moves I am as if I were inside the film.
Bazen film seyrederken,ben de filmin içindeymişim gibi olur.
Sometimes you can hear their laughter.
Siz de bazen onların gülüşünü duyabilirsiniz.
Sometimes, when I am ready to go, the weather is cloudy!
Bazen, tam gitmeye hazır olduğum zaman hava bulutlanır!
son
oğul
song
şarkı
soon / close
yakında
soot / Ruß
kurum
sophisticated
sofistike
sorrow / grief
keder
Sorry for the mess
ortalık dağınık kusura bakmayın
Sorry I didn't understand what you just said. Can you repeat it please.
Özür dilerim. Az önce ne söylediğini anlamadım. Bir daha söyler misiniz lütfen.
Sorry to have bothered you
sana da zahmet oldu
sort / kind (t)
tür
sort of / kind of
sayılır
sort of / kind of (n)
bir nevi
Soul / life (c)
can
sound
ses
soup
çorba
sour /sauer
ekşi
south
güney
South America
Güney Amerika
Southpole
güney kutbu
souvenir / Reiseandenken
hediyelik eşya
sow
dişi domuz
sower / farmer
ekinci
soy sauce
soya sos
space
uzay
spaceship
uzay gemisi
spade (b)
bel
spaghetti (s) with ready-made sauce / Spaghetti mit Fertigsoße
hazır soslu spagetti
Spam
gereksiz
sparesely furnished
seyrek eşyalı
sparesely populated
seyrek nüfuslu
sparkling / foamy / fizzy
köpüklü
sparkling / foamy / fizzy
köpüklü
sparkling / glittering / radiant
ışıl ışıl
sparkling water
gazlı su
sparrow
serçe
Sparse plants were gone(ended) on the rocky ground.
Kayalık zeminde seyrek bitkiler bitmişti.
sparse vegetation (plant cover)
seyrek bitki örtüsü
spatula / Spatel
spatül
Speak in a manner that is becoming on you.
Sana yaraşır şekilde konuş
speak slowly
yavaş konuş
speaker
spiker
speaking of which (lit. While the subject is being opened)
konusu açılmışken
spear
mızrak
special / specific to (preceded by dat)
has
special police force /S. W. A. T team /more qualified police officers used for raids(e. g. drugs)
çevik kuvvet
special to / peculiar to / particular (+ dat)
özgü
species / Art (biol.) (e.g. wildcats)
tür
specific to village people
vadililere has
spectators / watchers
seyirciler
spectators of another world
öbür dünyanın seyircileri
speech /discourse
nutuk
speech disorder
konuşma bozukluğu
speed
hız
sphare /Kugel (geometr.)
küre
spice mixture / Kräutermischung
baharat torbası
spices /Gewürze
baharatlar
spicy / seasoned
baharatlı
spicy dishes
baharatlı yemekleri
spider
örümcek
spinach pie
ıspanaklı börek
spiral
sarmal
spiritual / moral
manevi
Spit downwards, but your beard gets in the way; spit upwards, but your moustache is there. : facing a situation in which one has to choose between two equally disaster-spelling options.
Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık.
Spittle /Spucke (t)
tükürük
spoiled
şımarık
spoiled by the horror of her last moments
son anlarının dehşeti ile bozulmuş
spoilsport / Spielverderber
oyunbozan
spooky / haunted
tekin olmayan
spoon
kaşık
Spoonbill / Löffler ( Löffelibis)
kaşıkçı(kuşu)
sport
spor
sport club
spor kulübü
sport shoes
spor ayakkabı
spotted / dotted / speckled
benekli
spotted dalmatian
benekli dalmaçyalı
Spring (b)
bahar
Spring (i)
ilkbahar
spring balance /Federwaage
el kantarı
sprout / shoot/ bud
filiz
spurge /euphobia /Wolfsmilch
sütleğen
square / exposure /frame (=foto)
kare
square kilometer
kilometre kare
squirrel
sincap
stable
ahır
stack (orderly)/ Stapel
istif
stacks of books / Bücherstapel
kitap istifleri
stade
stadyum
staff (music) Notenlinien
porte sistemi
staff / personnel
personel
staff /stick (d)
değnek
stage /podium /Bühne
sahne
stain / spot
leke
stallion
aygır
stand /Stativ
statif
Stand up! Everybody(all of you) stand up!
Ayağa kalkın! Hepiniz ayağa kalkın!
Standing on one leg (foot) he caught the balls without making any effort, even without having (feeling) the need to look at them.
Tek ayağının üzerinde durarak, hiç çaba sarf etmeden, onlara bakmaya bile gerek duymadan topları yakalıyordu.
Stapler /Klammeraffe /Hefter
tel zımba
star
yıldız
star light
yıldız ışığı
starch
nişasta
starfish /Seestern
deniz yıldızı
starling
sığırcık
Start by saying your name. (colloq.)
adını söyleyerek başla bakalım
starter / apéritive
aperatif
State (e. g. of America) /province
eyalet
state / government
devlet
state / position/ status / location
konum
state agency
Devlet dairesi
statement of purpose (intention and goals)
niyet ve hedefler açıklaması
station
istasyon
stationary / Schreibwaren
kırtasiye
statue/ sculpture
heykel
Status /condition / situation
Hâl
Staubgefäss (Blume) /stamen
çiçektozu borusu
Stay at home until your dad comes.
Babanı gelene kadar, evde kal.
Stay by yourself (alone)
Kendinizle kalın
steadily / increasingly / ever
giderek
steam baths / Dampfbäder
buhar banyoları
steam baths / Dampfbäder were heated (rep)
buhar banyoları ısıtılmış
steel
çelik
steep
sarp
steering wheel
direksiyon simidi
Steinobst / fruit with stones
çekirdekli meyveler
stem (plant) / Stängel /Stiel
sap
step
adım
step / Stufe
basamak
step father
üvey baba
step on / press / print / stamp
basmak
step(of a ferry)/ gangway / scaffold / Anlegebrücke / Pier / Steg
iskele
Steppe (flat unforested grassland)
bozkır
Sternfrucht
Yıldızmeyvesi
stew / ragout (y)
yahni
sticky
yapış yapış
Sticky tape /Tesafilm
seloteyp
stiff
kasıntı
stiff /solid /rigid / firm - for an object opposed to liquid / fest
katı
stiffly / sharply
sertçe
still
hâlâ
still / yet / even so / nevertheless (g)
gene de
stinker (l)
leş gibi kokan kimse
stomach
karın
stomach /Magen
mide
stomachache
karın ağrısı
Stomachripper (piercing through the stomach)
karındeşen
stone
taş
Stone (fruit) /pit / Kern
Çekirdek
stone age
taş devri
stony / rocky
taşlık
Stop !
Dur !
stop / arrêt / Haltestelle
durak
stop / stand / stay
durmak
Stop asking the same questions over and over
sürekli aynı soruları sorup durmayı kes
Stop by the office sometime and say hi.
Bir ara ofise uğrayıp bir merhaba de.
Stop here !
Burada durun!
stop it (d/k)
dur artık - kes artık
Stop talking gibberish!
kem küm edip durma!
Stop the thief ! / Haltet den Dieb !
Hırsızı durdurun !
stop watch /timer
kronometre
stop worrying
endişelenmeyi bırak
store
mağaza
stork
leylek
storm
fırtına
story (h)
hikâye
story (ö)
öykü
storyteller /poetrysinger with long flute /lover
âşık
straight
düz
straight (e.g. a straight line)
doğru
straight ahead
dümdüz
strange
tuhaf
strange (a) /weird /odd /bizarre /grotesk/outlandish
acayip
strange / odd / poor / helpless (g)
garip
strange things
tuhaf şeyler
straw /wicker / Stroh
hasır
strawberry
çilek
stream / Bach/ ruisseau
dere
stream /current (a)
akıntı
street
sokak
street (c)
cadde
Stress
Stres
Stressful people are prone to get ill
Stresli kişiler hastalığı davet ediyor
Stretch your feet according to your quilt / Don't spend more than you can afford.
ayağını yorganına göre uzat
stricken by /suffering from
muzdarip
Strike (against) /slap / hit/ bang / knock/ smash / bump into / crash
Çarpmak
striking /stunning
çarpıcı
striking ginger (colour) / bloodred
kıpkızıl
strikingly handsome
çarpıcı derecede yakışıklı
stripe / band
şerit
striped / gestreift
çizgili
striped / tabby / getigert cat
tekir kedi
strong / powerful (k)
kuvvetli
strong ties
güçlü bağlar
structure/build / nature / form / texture / disposition
yapı
struggling to understand
anlamak için çabalamak
strutting / playful
çalımlı çalımlı
stubborn / insistent / needs to always get his way
dediğim dedik
stubborn / persistent (adj)
inatçı
student
öğrenci
stuff like that
onun gibi şeyler
stuffy /oppressing/overwhelming
bunaltıcı
stuffy nose
tıkalı burun
stunning views / surprising landscapes / amazing sights
şaşırtıcı manzaralar
stunning/ terrific / devasting /fabulous / entsetzlich / fürchterlich
müthiş
stupid / blöd
salak
stupid me
ah aptal kafam
subject (gram)
özne
subject of / citizen of / national of
uyruklu
submission / confirmation / presentation / offering (...a)
sunma
submission of evidence (court)
kanıt sunma
submissive
uysal
submissively
uysal uysal
substance / essence / base
esas
success
başarı
successful
başarılı
successful
başarlı
Such (the following)/ like that
şöyle
such a one that
öyle biri ki
such an enthousiastic person
Öyle coşkun bir insan
Such things / that sort of thing
bu tür şeyler
such things did not happen
bu tür şeyler olmazdı
suchlike /quasi / seinesgleichen/ihresgleichen/dergleichen
benzeri
suchlike places
benzeri yerler
suddenly
bir anda
suddenly (a) I got very scared
aniden çok korktum
suddenly (a...d)
aniden
suddenly (a...z)
ansızın
suddenly / all of a sudden (lit. from one to one)
birdenbire
suddenly / at once (b)
birden
sufficiently
yeterli miktarda
sufficiently
yeterince
Suffix
eki
suffix
son ek
sugar / candy
şeker
sugar tongue
şeker tutacağı
suggestion
öneri
suit (clothes)
takım elbise
suitability /compatibility
uygunluk
suitable to queens / that would befit queens (aorist makes it hypothetical)
kraliçelere yaraşır
suitcase
bavul
sulfur / Schwefel -S 16
kükürt
summer
yaz
summit
zirve
sun
güneş
sun cream
güneş kremi
sun light
güneş ışığı
Sunday
pazar
sundial /Sonnenuhr
güneş saati
sunflower (lit. moonflower)
ayçiçeği
sunflower oil
ayçiçek yağı
Sunflowerseed
ayçiçek çekirdeği
sunken
battı
sunlight made the dust particles hanging in the air glitter
güneş ışığı havada asılı toz zerrelerini parlatıyordu
sunrise
güneşin doğuşu
sunrise / daybreak
gündoğumu
superfluous brain numbing gadgets (devices)
gereksiz beyin uyuşturucu cihazlar
supper / dinner
akşam yemeği
supplier
tedarikçi
supply
tedarik
Supply Processing / in Arbeit /Beschaffung
Temini İşlemde
support /Unterstützung
destek
supporter
destekçi
supreme /fantastic
fevkaladenin fevkinde
supreme court of public accounts (From saymak)
Sayıştay
supremecy / glory/ highness / sovereignity (y)
yücelik
sure / certain / confident /positive / secure / reliable
emin
surely / absolutely /without fail (m)
mutlaka
Surely not
Kesinlikle hayır
surface
yüzey
surface / floor space
yüzölçümü
surface / Fläche (geom)
alan
surprise
sürpriz
Surprising traffic accident on the carfree day in Brussels
Brüksel'de "Arabasız Gün"de şaşırtan trafik kazası
surrounded
çevrili
surroundings /environment (e)
etraf
suspect
şüpheli
suspended flowerpot / hängender Blumentopf
asma saksı
suspicicion / distrust / fear
kuşku
swallow
kırlangıç
swamp
bataklık
swan
kuğu
sweat
ter
Sweden
İsveç
sweet
tatlı
sweet apple cider
tatlı elma şırası
sweet natured / civilized / obliging /kind/ gentle (n)
Nazik
sweet-tempered / gentle
yumuşak huylu
sweetness
tatlılık
sweetness / cuteness / loveliness
sevimlilik
Swimming is the healthiest sport.
Yüzmek en sağlıklı spordur.
swimsuit
mayo
Switzerland
İsviçre
swollen /puffy / inflated
şişmiş
sword
kılıç
symbol
sembol
symbol / token / emblem
simge
sympathetic (Understand and share one's feelings)
birinin duygularını anlayıp paylaşan
sympathetic / warm hearted / likeable/ appealing
Sempatik
symphony
senfoni
synagogue
havra
synonym
eşanlamlı
syringe
şırınga
system
sistem
T-shirt
tişört
table
masa
table (s)
sofra
tablecloth (m)
masa örtüsü
tablecloth (s)
sofra örtüsü
tactfully (n) (lit. in a polite and understanding manner)
nazik ve anlayışlı bir şekilde
tag (game of)
kovalamaca
tail / cue / Schwanz /Schweif
kuyruk
tailor /seanstress /Schneider(in)
terzi
Take (load) my yoke and learn from me.
Boyunduruğumu yüklenip benden öğrenin
take a day off
bir gün izin al
take a weekend off
hafta sonu izin al
take away
paket-servis
Take care
kendine iyi bak
take care of somebody /manage /come to grips with /slang: to kill
icabına bakmak
Take it easy. / Be at ease. / may it be easy for you!
Kolay gelsin
Take me out to a high rock !
Yüksek bir kayaya çıkar beni!
taken aback /astonished
afallamış
taking a deep breath (s. a.)
derin bir soluk alarak
Taking his bundle he proceeded(d) towards the door.
Bohçasını alarak kapıya doğru davrandı.
talent /skill /ability
yetenek
Talent/skill/ adeptness/ cunning / know how/ proficiency
beceri
talented
yetenekli
talısman /amulet /charm /spell
tılsım
Talk to me
benimle konuş
talkative /chatty
geveze
talking about his relationships makes him embarrassed
ilişkilerinden konuşmak onu utandırıyor
Tall oaks intermingled with somber walnut trees
uzun meşelerle kasvetli ceviz ağaçlarının birbirine karıştı
tall oaktrees
uzun meşeler
tank
depo
tap / Wasserhahn / robinet
musluk
tar / Teer
katran
targeted / gezielt
hedeflenmiş
task distribution
görev dağılımı
tassel / Quaste
püskül
Taste / switch (e.g.computer)
düğme
tasteless / unenjoyable / of poor taste / styleless
Zevksiz
tattoe
dövme
tax
vergi
tax collector
vergi görevlisi
tax collectors
vergi görevlileri
taxi
taksi
te ruined remains of a house
bir evin harap olmuş kalıntıları
tea
çay
tea bag
çay poşeti
tea seller
çaycı
tea set /Teeservice
çay takımı
tea with plenty of sugar
bol şekerli bir çay
teacher
öğretmen
teacher (h)
hoca
teaching
öğretim
teaching (profession) Lehramt enseignement
öğretmenlik
teapot
demlik
technique
teknik
technology
teknoloji
teddy bear
oyuncak ayı
teleconference
telekonferans
television
televizyon
Tell her that (correct) / (Ankara dialect)
Öyle söyle - öyle de
Tell me about your family
bana ailenden bahset
Tell me about your relationship
bana ilişkinden bahset
Tell me that !
Bana bunu söyle!
Tell me who are your friends and let me tell you who you are.
Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.
Tell me/ give me a little cheaper price please
Biraz ucuz fiyat söyleyin, lütfen!
temizleyeceğim -Slang (I will clean)
temizliycem
tempel / Schläfe
şakak
temperament /nature
mizaç
temple
tapınak
temple /sanctuary /chapel /shrine (m)
mabet
temporarily
geçici bir süre
temporary
geçici
ten
on
tenderhearted / easily forgiving / (someone compassionate who doesn't get angry)
yufka yürekli
tennis
tenis
tensely / nervously
gergin gergin
Tension
Gerginlik
tent / tabernacle
çadır
term /rule / judgement
hüküm
terminal
terminal
terms and conditions
hükümler ve koşullar
terrible times
berbat zamanlar
terror / horror
dehşet
test tube / Reagenzglass
deney tüpü
testament
vasiyet
testimony / witness (t)
tanıklık
Text
metin
Teşekkür ederim" demek için en A smile is the best way to say "thank you".
Teşekkür ederim" demek için en iyi yol bir gülümsemesi.
Thai food
Thai yemeği
Thailand / Thai
Tayland
than /in comparison to / in proportion to
oranla
than everybody
herkesten
Thank God (b) owner of the voice was persistent.
Bereket sesin sahibi inatçıydı.
Thank goodness !
Hele şükür !
thank you
teşekkür ederim
thank you for the compliment
iltifat için teşekkür ederim
thank you for the compliment, that you made
yaptığınız iltifat için teşekkür ederim
thank you for the compliment, that you made to my intelligence /wit
zekâma yaptığınız iltifat için teşekkür ederim
Thank you for your help; you're an angel.
Yardımın için teşekkür ederim, sen bir meleksin.
thankful (...kk..)
Müteşekkir
thanks
Teşekkürler
Thanks /Dank
Teşekkür
Thanks to the 3D front design
3 boyutlu yüz tasarımı sayesinde
Thanks to you I love Turkish a lot.
Sayende Türkçeyi çok sevdim.
that (refers to an object at distance / something to come up in the next sentence / an example not mentioned yet)
şu
that asshole /that sneaky looking fellow (h)
şu sinsi suratlı herif
That doesn't seem very interesting
Bu çok ilginç görünmüyor.
that doesn't prove (i) anything
bu hiçbir şey ispatlamaz
That he /they should
gerektiği
that he didn't know whether the Fowler couple helped wounded PKK members
Fowler çiftinin yaralı PKK'lılara yardım edip etmediğini bilmediğini
that he met with them in the club because he also was a manager
kendileriyle kulüpte menejerlik de yaptığı için tanıştığını,
That house is ours.
O ev bizim(ki)
That is a different pair of shoes/ that's another story
o başka
that is between two hills
iki tepe arasındaki
That is my friend from the States.
Bu Amerika'dan arkadaşım
That isn't my daughter.
O kızım değil
That isn't my grandma's necklace
o büyükannemin kolyesi değil
that isn't my mum’s favourite car
o annemin en sevdiği araba değil
That just means that your team has to work faster.
Yalnız bu demektir ki, senin ekibinin daha hızlı çalışması lazım.
That one is actually bigger
aslında şu daha büyük
that suits / that fits for / worthy of (pres part.)
Yaraşan
that they wanted to come out
dışarı çıkmak istedikleri(ni)
that they fell down
düştükleri(ni)
That was a wise choice.
akıllıca bir seçimdi
that was around (e) him
etrafındaki
that was my top choice as well
benim de ilk seçimimdi
That way our production will increase.
O şekilde üretimimiz artacak.
that were under thick eyebrows
kalın kaşların altındaki
that which sees / qui voit
Gören
that would be fantastic
muhteşem olurdu
That would be great.
bu harika olur
that would be x
x olurdu
that you have a need
gereksinmeniz olduğu
that you have a need for these
bunlara gereksinmeniz olduğu
That's a load of crap. / that's thoroughgoing stupidity
saçmalığın daniskası
That's a mess
rezalet ya
That's all
Hepsi bu
That's enough
Bu kadar yeter!
that's exactly what i'm saying
ben de öyle diyorum zaten
That's great
bu harika!
that's how it goes
bu işler böyle yürür
that's just the way it is
durum bundan ibaret
That's life
Hayat böyle işte
that's right / exactly / precisely
aynen öyle
that's true but ...
öyle, ama ...
That's why I came here today.
Bugün buraya bu sebeple geldim.
That's why you're gonna sit here and be good.
Bu yüzden burada uslu uslu oturacaksın.
thatcher /Dachdecker
çatı tamircisi
the 'flames' (lit. fire) of the fire
yangının ateşi
the 'Gifted' (ones)
Yetenekliler
The (top of the) lawn was covered with faded crocusses.
çimenlerin üzeri solmuş çiğdemlerle kaplanmıştı
The (whole) day over
Gün boyunca
the 2 Iraqi nationals detained for organizing illegal crossing
yasa dışı geçişi organize ettikleri iddiasıyla gözaltına alınan 2'si Irak uyruklu
the accidant in which 23 irregular migrants lost their lives
23 düzensiz göçmenin hayatını kaybettiği kaza
the actions carried out
gerçekleştirdiği faaliyetler
The actors improvised the entire scene.
Aktörler tüm sahneyi doğaçlama yaptı.
the actual cost
gerçek maliyet
The aloe plants set/were established with their fleshy leaves like spiders on the road.
Sarısabır bitkileri etli yapraklarıyla örümcek gibi yola kurulmuslardı.
The American priest Brunson was released after a last-minute decision by the court.
Mahkemenin son dakika kararı ile ABD'li rahip Brunson serbest bırakıldı.
the Angel of the Lord / Jesus
RaB'bin meleği
The Angel of the Lord encamps around those who fear Him, he delivers them.
RaB'bin meleği Ondan korkanların çevresine ordugah kurar, kurtarır onları.
the angle of the the cold fire coming from the beacon (signal tower)
işaret kulesinden gelen soğuk ateşin açısı
the angle of the the cold fire coming from the beacon (signal tower) showed (rep) the surface of the north waters like glass
işaret kulesinden gelen soğuk ateşin açısı kuzey sularının yüzeyini cam gibi gösteriyormuş
The answer that uncle (a) gave with a/his disagreeing voice
Amca'nın onaylamayan sesiyle verdiği cevap
The answer was very monotone.
Cevap gayet tekdüzeydi.
the applicants
başvuranlar
the area where her father was a priest
babası rahipliğini yapmakta olduğu bölge
the area where her father was a priest
babası rahipliğini yapmakta olduğu bölge
The arm is broken, it remains inside the sleeve (prov. When something shameful happened, tge family will cover it up. > We have doubts about, but we will never fibd out...)
Kol kırılır, yen içinde kalır.
The arrival (coming) of Spring (b)
Baharın gelmesi
the arrivals / the people coming
gelenler
the arrow hasleft the bow / the dies are cast
ok yaydan çıktı
The arrow plunged hissing into the darkness.
Ok tıslayarak karanlığa daldı.
The arrow was ready to be pulled
Ok çekilmeye hazırdı.
the art of lockpicking
kilit kırma sanatı
the assumed weakness
farz edilen zaaf
the athlete getting acquainted with the Fowler couple which is in the case file at the tennis club
iddianamedeki Fowler çifti ile tenis kulübünden tanışan milli sporcu
the atmosphere was more pessimistic (k)
atmosfer daha karamsardı
The audience applauded the juggler.
Seyirciler hokkabazı alkışladı.
the autumn full moon
güz dolunayı
The autumn rain started again. It's as if it competes with my crying.
Sonbahar yağmuru yine başladı. Gözyaşımla yarış yaparcasına.
the azalee that was in a flowerpot standing on the small table in the corner
köşedeki sehpanın üzerinde duran saksıdaki açelya
The bad twitching inside of me turned with slow but sure steps into a frightening reality.
içimdeki kötü kıpırtı yavaş ama kesin adımlarla korkunç bir gerçeğe dönüştü.
the balcony of the minaret
şerefe
the ball is in your court now
artık top sende
The bank is open.
banka açık
the barren land a.. z)
kıraç arazı
The beach was at a one hour distance by car.
Plaj arabayla bir saatlik mesafedeydi.
The bear knows as many means of escape as the multitude of tricks that the hunter knows.
Avcı ne kadar hile bilirse, ayı da o kadar yol bilir.
the beginning of his lecture
konuşmasının başı
The best is not to go there at all.
En iyisi oraya hiç gitmemek.
the best kind
en iyi cins
The best step about/on developement
Gelişim üzerine en iyi adım
The best step on development begins with making a decision to change .
Gelişim üzerine en iyi adım değişime karar vermekle başlar.
The best way to come up with / bring out new ideas
Yeni fikirler ortaya çıkarmanın en iyi yolu,
The best way to come up with / bring out new ideas is to get really bored.
Yeni fikirler ortaya çıkarmanın en iyi yolu, gerçekten sıkılmaktır.
The bird gas a worm in its beak.
Kuşun gagasında solucan var.
The bird is sitting on a branch.
Kuş dalda oturuyor.
the birds flying in the sky
gökte uçan kuşlar
the black cloaked rider
siyah pelerinli binici
the black wooden (a) house door / the house door (made)out of dark wood
Kara ahşaptan ev kapısı
the blue of 'I am so deep in shit' - (term used by students who have exam in the morning and didn't study enough)
sıçtım mavisi
The book called 1001 nights
'Bin Bir Gece' adlı kitap.
the book cover
kitap kapağı
the book he borrowed
ödünç aldığı kitap
The book she had read was under her head.
Okuduğu kitap başının altındaydı.
the bookshop has a sale on
kitapçıda indirim var
the bottomless cleft we opened ourselves
Kendi açtığımız dipsiz yarık
the bought product getting cheaper after a week
alınan ürünün bir hafta sonra ucuzlaması
The bow's arrow was nocked.
Yayın oku takılmış.
The brain when it gets bored wants to fill this emptiness/gap.
Beyin sıkılınca bu boşluğu doldurmak ister.
The branches spread brown webs over the stones.
Dallar taşların üzerine kahverengi ağlar yayıyordu.
the bridge is very close
köprü çok yakın
The brightness and warmth of the sun
Güneşin aydınlığı ve ısısı
the brutally slaughtered martyr
hunharca katledilen şehit
the bulgy folds of the cloak
pelerinin şişkin kıvrımları
the bulgy folds of the cloak hi d (g) that he stooped/slouched to desguise (g) his height
Pelerinin şişkin kıvrımları, boyunu gizlemek için çıkardığı kamburunu gizliyordu.
The bus waiting at the station was ours.
Durakta bekleyen otobüs, bizimkiydi.
The bus waiting at the station was ours.
Durakta bekleyen otobüs, bizimkiydi.
The bus we waited for came late.
Bizim beklediğimiz otobüs çok geç geldi.
the buses stopped running
otobüsler çalışmayı bıraktı
The butterfly did not move from its place.
Kelebek yerinden kımıldamadı.
The butterfly landed (perched) on her palm.
Kelebek avucuna kondu.
the cacophonical echoes created (o) by the voices rising from cell phone conversations
cep telefonu görüşmelerinden yükselen seslerin oluşturduğu ahenksiz yankılar
the cafeteria was noisy and dim.
Kafeterya gürültülü ve loştu.
The car stood
Araba duruyordu.
The car stood on the gravel in front of the big house.
Araba büyük evin önündeki çakılın üstünde duruyordu.
the car stopped
Araba durdu.
the case has already been solved by the police
vaka polis tarafından çoktan çözüldü
the castle(ş) with its ghosts
hayaletleriyle şato
the cat is out of the bag /the secret is no longer a secret
sır ifşa oldu
The cat is playing with the trash.
Kedi çöp kutusu ile oynuyor.
The ceiling was deteriorated with scorch marks (Plqpf)
Tavan yanık izleriyle bozulmuştu
the center /Mittelpunkt
merkez
the chair at her bedside
yatağın başucundaki iskemle
the cheese boat is not walking with words /actions speak louder than words
lafla peynir gemisi yürümez
the cheese boat is not walking with words /actions speak louder than words
lafla peynir gemisi yürümez
The chef provides for you
şef sizi geçindirir
The chef provides for you
şef sizi geçindirir
the chick comes out of the egg (hatches)
civciv yumurtadan çıkıyor
The child is busy (by) doing his homework.
Çocuk ödevini yapmakla meşgul.
The child ran home shouting (participle)
Çocuk bağıra bağıra evine koştu.
The children held (commanded over) the dark corner under the stairs.
Çocuklar merdivenin altındaki karanlık köşeye el koymuşlardı.
The children skate on the pond once it is frozen solid.
Çocuklar gölet tamamen donunca paten kayıyor.
The cinema is far away.
sinema uzak
the classmate said he could take a look at the textbook
sınıf arkadaşı ders kitabına bakabileceğini söyledi.
the click emitted by something hard
sert bir şeyin çıkardığı tıkırtı
the cloudless night sky
bulutsuz gece göğü
The cold began to penetrate the rain coat.
Soğuk, yağmurluğun içine işlemeye başladı.
The cold stars looked at him without blinking their eyes.
Soğuk yıldızlar gözlerini kırpmadan ona bakıyordu.
The colour of the sky had changed /turned to pink and lemon yellow.
Gökyüzünün rengi pembe ve limon sarısına dönmüştü.
the colourful tapestries and paintings distorted by the deformed walls
bel veren duvarların çarpıttığı renkli duvar halıları ve tablolar
the common thief
sıradan hırsız
the consequences
sonuçlar
the constructor / builder and his wive
insaatcıyla karısı
The contents (matters -h) to be explained described must be arranged in accordance with the known and accepted rules of the language.
Anlatılacak, betimlenecek hususlar, dilin bilinen ve kabul edilen kurallarına uyularak düzenlenmek zorundadır.
The continous side by side standing books
Aralıksız yan yana duran kitaplar
the continuation of good neighborly relations
iyi komşuluk ilişkilerinin sürmesi
the cook
aşçı
the coolest person ever
gelmiş geçmiş en havalı kişi
the coolness of the forest that even on the hottest days in summer can cool/chill people
yazın en sıcak gününde bile insanı üşütebilecek orman serinliği
The country which has the largest surface in the world is Russia.
Dünyanın en büyük yüzölçümüne sahip ülkesi Rusya'dır.
the countryside
kırsal kesim
the cover of the book
kitabın kapağı
the cover of the book pressed against the girl's ear
kitabın kapağı kızın kulağına baskı yapıyordu.
The cover of the book pressed against the girl's ear as if it wanted to pull her again into its pages.
Kitabın kapağı, onu tekrar sayfalarının içine çekmek istercesine kızın kulağına baskı yapıyordu.
the cracking whip of the dwarf
cücenin şaklayan kırbacı
the creaking
gıcırtı
the creaking of the axle
aksın gıcırtısı
the creaking sounded loud
gıcırtı yüksek geliyordu
the Creation
yaratılış
the Creator
Yaratıcı
The creatures began with grunts to descend the path.
Yaratıklar homurtuyla patikadan aşağı inmeye başladılar.
The creatures clung faster to their weapons.
Yaratıklar silâhlarına daha sıkı sarıldılar.
The criminal was sentenced (ç) to life imprisonment (m)
Suçlu müebbet hapis cezasına çarptırıldı.
the crushed reed
ezilmiş saz
The custom officer paid no heed and put the suitcase on a table.
Gümrük memuru oralı olmayıp bavulu bir masanın üzerine koydu.
The customer is always right.
müşteri her zaman haklıdır
The damage was minimal.
Hasar asgariydi.
the Dark One
Karanlık Varlık
The dark wooden house door just like lips tightly pressed together was so repellent that Meggie as they walked towards it involantarily gripped Mo's hand.
Kara ahşaptan ev kapısı, tıpkı sımsıkı kapalı dudaklar gibi öylesine itici duruyordu ki, Meggie oraya doğru yürürken istemsizce Mo'nun elini tuttu.
The dark wooden house door just like lips tightly pressed together was so repellent that...
Kara ahşaptan ev kapısı, tıpkı sımsıkı kapalı dudaklar gibi öylesine itici duruyordu ki,
the dark yellow (ocker) coloured (b) plaster(pl)
koyu sarı boyalı sıvalar
the day after tomorrow / übermorgen
yarından sonraki gün
the day before yesterday (e/ö)
dünden evvelki - önceki gün
the day before yesterday/ vorgestern
önceki gün
The dead are raised
ölüler diriliyor
The deadly arrows of the Urgal dismounted the two Elves.
Urgalların ölümcül okları iki Elfi yere indirdi.
the deaf hear (are hearing)
sağırlar işitiyor
the deceitfulness of wealth
zenginliğin aldatıcılığı
The deep dark sky was speckled with stars.
Kapkara gök yıldızlarla beneklenmişti.
The deer that he pursued was still with the herd.
Peşinde olduğu geyik hâlâ sürüdeydi.
The deer was with the herd.
Geyik sürüdeydi.
the deers had nearly the size of ponies
Geyikler yaklaşık bir midilli büyüklüğündeydiler
the demand for the products of the company in foreign markets is increasing.
yabancı pazarlarda şirketinin ürünlerine olan talep artmakta
the dentist is looking at her tooth right now
şu anda dişçi onun dişine bakıyor
The doctor had said he was coming at ten.
Doktor onda geleceğini söylemişti.
The doctor says "Don't smoke any more, you are going to die", but he still doesn't care.
Doktor 'Artık sigara içme, öleceksin'diyor, ama o hâlâ umursamıyor.
the doctor thinks he needs medicine
doktor ilaca ihtiyacı olduğunu düşünüyor
The doctor thinks your leg is broken.
Doktor bacağının kırıldığını düşünüyor .
The doe was still with the herd.
Dişi geyik hâlâ sürüdeydi.
The dog who barks doesn't bite
havlayan köpek ısırmaz
The dogs being on alert growled/snarled.
Tetikte duran köpekler hırladılar.
The door closed.
Kapı kapadı.
The door led to / opened up to a hall (h) reminding of a tube shaped tunnel
Kapı, tüneli andıran, boru şekilli bir hole açılıyordu.
The door was closed with a bang.
Kapı vurularak kapandı.
the dudes whistled (and) said
ıslık çaldı bebeler dediler
the dust covering (k) his hair and his skin
saçlarını ve derisini kaplayan toz
The eagle rises (k) the branch hangs down. The branch hangs down, the eagle rises.
Kartal kalkar, dal sarkar; dal sarkar, kartal kalkar.
the edges of his cloak
pelerininin etekleri
the edges of his pale grey cloak were dragged in the blood(pl)
solgun gri pelerininin etekleri kanların içinde sürüklendi
the eighth
sekizinci
The election was rigged./frauded
Seçime hile karıştırılmıştı.
The electric charge can be calculated.
Elektrik yükü hesaplanabiliyor.
The Elf seeing her dead friends
Ölü arkadaşlarını gören Elf
the Elve's despair
Elfin çaresizliği
The email may have accidentally gone into the junk mail folder.
E-posta, kazara önemsiz posta klasörüne gitmiş olabilir.
the end of the sentence
cümlenin sonu
The ends (of your hair) are split. (broken) Do you see the splits ?
Uçlarında kırıklar var. Çatalları görüyor musunuz?
the essence of the event / the chief point of the incidence
olayın özü
the evening air
akşam havası
The evening air was quite cool.
Akşam havası oldukça serindi.
the evening news
akşam haberleri
the evening star (a y)
akşam yıldızı
the evening star (ç y)
çoban yıldızı
the everlasting God
Ebedi Tanrı
the evidence indicates that you're guilty
kanıtlar suçlu olduğunuzu gösteriyor
The exhaustion drained away
bitkinlik tükendi
The exhaustion drained away like water running down a slope.
Bitkinlik, yokuş aşağı akan su gibi tükendi.
the expense to bring him here
onu buraya getirme masrafı
The experts at La Sapienza University in Rome put forward an equation to measure the power of the Internet to spread gossip. According to the equation, the spread rate of gossip can be calculated.
Roma’daki La Sapienza Üniversitesi uzmanları dedikodunun yayılması konusunda internetin gücünü ölçmek için bir denklem ortaya koydu. Denkleme göre dedikodun yayılma hızı hesaplanabilecek.
The explosion frightened the people away.
Patlama, insanları korkutup kaçırdı.
The extending ups and downs offered a new amazing view at every turn.
Uzanan inişler ve çıkışlar her dönemeçte yeni ve şaşırtıcı manzaralar sunuyordu.
The eyes of the blind are being opened
Körlerin gözleri açılıyor
The faces of those looking to Him are (shining) radiant
Ona bakanların yüzü ışıl ışıl parlar
the fact that it is impossible to understand (lit. cannot be understood)
anlaşılamamasıdır
the faint smell (pl) of oleander (pl)
zakkumların baygın kokuları
the faithful will be exalted above the unbelievers (from the Wheel of time)
sadıklar inanmayanlardan yüce kılınacaktır
the faithful will be exalted above thrones(from the Wheel of time)
sadıklar tahtlardan yüce kılınacaktır
the fast(ing)
oruç
The father gives to his son a vineyard, the son doesn't give to the father a bunch of grapes.
Babası oğluna bir bağ bağışlamış, oğul babaya bir salkım üzüm vermemiş.
the fear of the Lord is pure(p)
RAB korkusu paktır
the feeling that something bad is goingto happen / ill boding
kötü bir şey olacağı hissiyle
the feelings and thoughts to be expressed
dile getirilecek duygu ve düşünce
the feelings and thoughts to be expressed must be clear and net in the narrator's mind.
dile getirilecek duygu ve düşünce anlatıcının zihninde açık ve net biçimde belirlenmelidir.
the fifth
beşinci
The fight ended when one hit the other with a club hard on his head and left with the trophy.
Biri diğerini başına sopayla sertçe vurup ganimetle oradan ayrılınca kavga bitti.
the figures of humans and animals
insan ve hayvan desenleri
The file is too heavy, I can´t post it via Facebook.
Dosya çok ağır, Facebook'tan yollayamam.
the final cost
kesin maliyet
the fine woven fabric brought by merchants
tüccarların getirdiği ince dokunmuş kumaş
the fine woven fabric of his clothes
giysilerinin ince dokunmuş kumaşı
the finest / the best / thoroughgoing (d)
daniska
The fire narrowed the area.
Yangın alanı daralttı.
The fire thickening the band
Yangın şeridi kalınlaşarak
the firm conviction I reached
vardığım kesin kanaat
the first
birinci
The first man who stepped on the moon
Aya ilk ayak basan insan
the first president of Turkey was ...
Türkiye'nin ilk cumhurbaşkanı ...
the first thing I am going to say
ilk olarak söyleyeceğim
The fish that has sunk will swim on the side ( what is done is done / you can't save the situation/in for a penny in for pound)
Battı balık yan gider.
The fishermen are fishing until the evening.
Balıkçılar akşama kadar balık tutuyor.
The flames were dancing on the logs in the fireplace.
Şöminedeki kütüklerin üzerinde alevler dans ediyordu.
the flats of a building
apartmandaki daireler
The flight (lit. plane) ticket costs too much.
Uçak biletinin ücreti çok fazla.
The flight is delayed
uçuş gecikmeli
the floor was covered with a mossy-ish rug
zemin yosunumsu bir kilimle kaplıydı.
The floor was spread (s) with loose straw.
Yere gevşek hasır serilmişti.
The fog glided by turning from the parched/scorched area towards the stone.
Sis kavrulan alanın üstünden döne döne taşa doğru süzüldü.
the force of gravity
yerçekimi kuvveti
the forlorn street
ıssız sokak
the Forsaken
Terkedilmişler
The fortune teller predicted your success. (that you will be successful)
Falcı, başarılı olacağını tahmin etti.
the fossiles at the museum
müzedeki fosiller
the fourth
dördüncü
The Fowler couple in the case file
iddianamedeki Fowler çifti
the from Eibe / yew tree made bow
porsuk ağacından yapılma yayı
The fuel price went up.
Petrole zam geldi.
the future generation (n)
gelecek nesil
the gabbling of geese (gabbling like geese have the habit of doing)
kazların usul gevezelikleri
the gasket (rubber sealing ring) / washer / Dichtungsring (aus Gummi)
conta
the gasket (rubber sealing ring) of the tap / Dichtungsring des Wasserhahns
musluğun contası
the General Staff Headquarters
Genelkurmay Karargahı
The gentleman took of his gloves and his top hat (Zylinder)
Beyzade, eldivenlerini ve silindir şapkasını çıkardı.
The girl hugged her father.
Kız babasına sarıldı.
the girl who works in the cinema
sinemada çalışan kız
The girl would spend hours in front of a lock prodding it with her wires and flirting with its mechanism
Kız, bir kilidin önünde, onu telleriyle dürtüp mekanizması ile flört ederek saatler harcardı.
The girl would spend hours in front of a lock, prodding at it with her wires, flirting with the mechanism, exploring the lock with a casual fascination that is unknown to criminals.
Kız, bir kilidin önünde, onu telleriyle dürtüp mekanizması ile flört ederek, suçlular tarafından bilinmeyen gelişigüzel bir hayranlıkla keşfetmeye saatler harcardı.
The girl would spend hours in front of a lock.
Kız, bir kilidin önünde saatler harcardı.
The goblin who took the beating lay stunned for ashort while, but then he leaped to his feet in pursuit. (lit. he quickly rose to his feet and fell behind the other.)
Dayak yiyen goblin kısa bir süreliğine sersemledi ama sonra hızla ayağa kalkıp diğerinin peşine düştü.
The goblins crouched and fled in all directions.
Goblinler büzülerek kaçıştılar.
the god of our forefathers
atalarımızın Tanrı'sı
The gospel is preached to the poor.
Müjde yoksullara duyuruluyor..
The government does not have much power/ authority.
hükümetin çok yetkisi yok
the grass of the field
kır otu
the great Lord of the Dark
Karanlığın Yüce Efendisi
The great Lord of the Dark is my Master and I will serve him whole heartedly to the last shred of my very soul (from the Wheel of Time)
Karanlığın Yüce Efendisi benim Efendimdir ve ona ruhumun en son zerresine kadar canı gönülden hizmet ederim.
the growth of export / the increase of export
ıhracat artması
the gym is right here
spor salonu tam burada
the habitual criminal
alışılmış suçlu
the Haunted Court / the Unseelie Court (Court of Dark Pixies/Feries)
Tekinsiz Divanı
the head of the hospital('s medical stuff)
hasta(ha)ne baştabibi
the hearing / trial
duruşma
the hearing started again.
Duruşma yeniden başladı
The hearing was suspended for 1 hour
Duruşmaya 1 saat ara verildi
the heat / temperature
sıcaklık
the helicopter descended drawing a curve
helikopter kavis çizerek alçalıyordu.
The hen is laying an egg.
Tavuk yumurtlamış
The highway is too crowded to move.
Otoyol hareket edemeyecek kadar kalabalık.
the holy law
Kutsal yasa
The horned creatures
boynuzlu yaratıklar
the horror of the last moments
son anların dehşeti
The horse fell with his chest hard to the ground
At göğüsüstü yere gömüldü.
the horse hit by the lightening stumbled and...
Şimşeğin çarptığı at tökezleyip
The horse was a huge(d) black horse with a mane and a tail that rippled behind it.
At, yelesi ve arkasında dalgalanan kuyruğuyla devasa siyah bir attı.
The horses snorted nervously and...
Atlar telaşla homurdanıp
the hospital was closed by the authorities
hastane yetkililer tarafından kapatıldı
The images obtained from security cameras
güvenlik kameralarından elde edilen görüntüler
The images obtained from the security cameras of the General Staff Headquarters revealed that the martyrs were brutally murdered.
Genelkurmay Karargahı'nın güvenlik kameralarından elde edilen görüntüler şehitlerin hunharca katlettiğini ortaya çıktı.
the impact hit the center (rep)
darbe merkezi vurmuş
the importance
önem
The Indian restaurant was definitly the best one.
Hint restoranı kesinlikle en iyisiydi
the initiated investigation
başlatılan soruşturma
the inside
içeri
the interest that you showed
göstermiş olduğun(uz) alâka
the intricate patterns on the mosaic floor
mozaik zeminindeki girift desenler
the investigation launched after the accident
kaza sonrası başlatılan soruşturma
The investigation revealed a scandal.
Soruşturma bir skandalı ortaya çıkardı.
the Iraki born migrant smuggler
Irak uyruklu göçmen kaçakçısı
the jingling of the bells
zillerin şıngırtısı
the judge gave the robber five years in prison
hakim soyguncuya beş yıl hapis verdi
the judicial court of Izmir.
İzmir Adliyesi
the juridicial process (y.s.)
yargı sürecini
the key to this (spoken)
bunun püf noktası
the keypoint / the delicate point of a matter
işin püf noktası
the king and queen stated that they were going to be parents
kral ve kraliçe ebeveyn olacaklarını açıkladılar
the lame walk (are walking)
kötürümler yürüyor
the last but not the least (but not the worst)
sonuncusu ama en kötüsü değil
the last but not the least (the most important)
sonuncusu ama en önemlisi
The last Gen carrier in Charlotte's lineage (family) was a lady by the name Miss Margret.
Charlotte'un sülalesindeki son Gen Taşıycı Magret adında bir hanımdı.
the last moment
son an
The last rider
Son binici
The last thing I wanted was for my expensive thing(e) to get wet.
İstediğim son şey pahalı bir eşyamın islanması olurdu.
the last word of the sentence
cümlenin son kelimesi
the latter (of the two)
(ikisinden) sonuncusu
The Law of the Lord is perfect
RABbin yasası yetkindir
The Law of the Lord is perfect, it refreshes the soul
RABbin yasası yetkindir, cana can katar,
The lawnmower needs gasoline.
Çim biçme makinası için benzin gerekli.
the lead singer
esas şarkıcı
the least
en küçük
The lepers are cleansed
cüzamlılar temiz kılınıyor
the letter I wrote this morning
Bu sabah yazdığım mektup
The library is near the pub.
kütüphane barın yanında
The light shines in the darkness. The darkness could not overcome it.
Işık karanlıkta parlar. Karanlık onu alt edemedi.
The line (phone) is very bad.
Hat çok kötü.
the lion's den
aslanın ini
The little hills/ mounds had turned into mountains and also the cliffs on both sides of the street steadily steepened.
Tepecikler dağlar hâline gelmiş, yolun iki tarafındaki yamaçlar da giderek dikleşmisti.
the longest delay (waiting time)
en uzun bekletme
the Lord
Rab
The Lord has done great things for us. We are filled with joy. Mezmur 126: 3
Rab bizim için büyük işler yaptı, sevinç doldu içimiz.
The Lord is our salvation. Trusting in Him we shall not be discouraged. Jes. 12:2
Tanrı kurtuluşumuzdur. Ona güvenecek, yılmayacağız.
The Lord will fight for you. It is enough for you to be calm. Mısır'dan 14 : 14
RAB sizin için savaşacak, siz sakin olun yeter
the magnificent century
muhteşem yüzyıl
the male half of the True Source (magic power/wheel of time) had been corrupted
Gerçek Kaynak'ın eril yarıs>nı yezlaştırmıştı
the man breaking out in sweat in his parka
parkasının içinde ter basan adam
The man drummed / tapped with his finger on the counter.
Adam parmağıyla tezgâhta tempo tuttu.
the man fell with his face flat to the ground
adam yüzüstü kapaklandı
the man fell with his face flat to the ground an grunted because he hit the stone and hurt himself
adam yüzüstü kapaklandı ve taşa çarpıp yaralandığı için homurdandı.
The man having a very busy week at work
Bu işte yoğun bir haftası olan adam
the man of my dreams
hayallerimin erkeği
the man of my dreams is brave and gentle
hayallerimdeki erkek cesur ve nazik
the man who sees
Gören adam
The man whom he sees
Gördüğü adam
The man's lying was twice as painful
Adamın yalancılığı iki kat acı veriyordu.
the maples at the mountain foot 'whose leaves had been dropped'
eteklerindeki yaprakları dökülmüş akçaağaçlar
the mare's flank
kısrağın böğrü
the mass/crowd of people
insan güruhu
the matters to be covered (explained, described)
Anlatılacak, betimlenecek hususlar,
the meeting has officially started
toplantı resmen başlamış bulunuyor
The meeting is at nine.
Toplantı dokuzda.
The metal expands if you heat it.
Metali ısıtırsan genişler.
the Middleages
Ortaçağlar
the mind twisting impact
akıllara durgunluk veren darbe
The mischievous /naughty (h) student was warned by the teacher.
Haylaz öğrenci, öğretmen tarafından uyarıldı.
The Misty Mountains
Puslu Dağlar
The moment I am happy you get upset. (from a poem of Attila İlhan )
Sevindiğim anda sen üzülürsün.
The money transfer is completed
Havale tamamlanmıştır
The moonlight reflected in the eyes of the hobby horse/Schaukelpferd
Sallanan atın gözlerine ay ışığı yansıyordu.
The moonlight reflected in the eyes of the hobby horse/Schaukelpferd; this reflection was also in the eye(s) of the mouse when Tolly pulled her out from under her pillow to look at her.
Sallanan atın gözlerine ay ışığı yansıyordu; ayrıca ona bakmak için Tolly onu yastığının altından çıkardığında farenin gözünde de vardı bu yansıma
The moonlight was illuminating a motionless lump (stack) consisting of up to twenty deers on the grass.
Ay ışığı, yirmi kadar geyiğin çimenlerin üstünde oluşturduğu hareketsiz yığını aydınlatıyordu.
the more he ate
yedikçe
The more he ate the more he wanted to eat.
Yedikçe, daha fazla yemek istiyordu.
the more he got older
yaşlandıkça
the more he got older the more it began to be difficult
yaşlandıkça daha zor olmaya başladı
The more I study Turkish the more I understand (lit. I increasingly understand better) how to use the suffixes.
Türkçe çalıştıkça,son ekleri kullanmayı,giderek daha iyi anlıyorum.
The more the darkness thickened the more also the humming approached.
Karanlık koyulaştıkça uğultu da yaklaşıyordu.
The more the number of fireflies increased the more also the darkness deepened.
Ateşböceklerinin sayısı arttıkça, karanlık daha da koyulaşıyordu.
The mosquitoes will not leave me alone!
Sivrisinekler beni rahat bırakmıyor!
the most/ the X-est
en
The mural paintings were defiled.
Duvar resimleri kirletilmişti.
the murmur echoing in the arched room like the gabbling of geese
kemerli odada kazların usul gevezelikleri gibi yankılanan mırıltı
the Name of the Lord
RABbin adı
The name of this book is secret
Bu kitabın adı gizli.
The nape is fine. Please cut the sides and the top a bit more.
Ense iyi.Yanları ve üstü biraz daha kesin, lütfen.
the nature of my work
işimin niteliği
the needed changes
ihtiyaç duyulan değişiklikler
the new one
yenisi
the news speaker's finishing the sentence smiling. (as a habit)
Haber spikerinin cümleyi gülümseyerek bitirmesidir.
the news speaker's closing her eye
haber spikerinin gözünü kapatması
the news speaker's closing her eye at the second last word of the sentence
haber spikerinin cümlenin sondan ikinci kelimesinde gözünü kapatması
the news speaker's closing her eye at the second last word of the sentence and opening her eye after having said the word
haber spikerinin cümlenin sondan ikinci kelimesinde gözünü kapatması, kelimeyi söyledikten sonra gözünü açması
the news speaker's opening her eye
haber spikerinin gözünü açması
the news speaker's opening her eye after having said the word
haber spikerinin kelimeyi söyledikten sonra gözünü açması
The newspaper issued a small (u) correction.
Gazete, ufak bir düzeltme yayınladı.
the next
sonraki
the next day / the following day
ertesi gün
the next election is in two years
sonraki seçim iki yıl içinde
The next two days passed in the blink of an eye.
Sonraki iki gün göz açıp kapayıncaya kadar geçti.
the ninetenth
on dokuzuncu
the ninetenth century
on dokuzuncu yüzyıl
the ninth
dokuzuncu
the noble horse
soylu at
the nothern hemosphere
kuzey yarım küre
the number of protons
proton sayısı
The objections against it did not change the verdict.
Hakkındaki itirazlar mahkeme kararını değiştirmedi,
The ocker coloured (b) wall plaster seemed so dirty.
Koyu sarı boyalı duvar sıvası bu kadar kirli görünüyordu.
the old generation (n)
eski nesil
The one having the helm on his head
Başında miğfer olan
The one who took the horse passed Üsküdar (part of Istanbul ) - you waited too long. Can't change anything now.
Atı alan Üsküdar'ı geçti.
the one's covering their faces
çehreyi örtenler
the ones connecting
bağlayanlar
the only meaning that I can see in this event
bu olayda benim görebildiğim yegâne mana
the only thing he did
tek yaptığı
the only thing she could perceive in the dark(ness)
Karanlıkta algılayabildiği tek şey
The only thing that ghosts really could do was to scare people.
Hayatlerin gerçekten yapabilecekleri tek şey insanları korkutmakta.
the operations in the Anti human traffic branch
İnsan Ticareti ile Mücadele Şubesindeki işlemler
the other
diğer
the other / the far
öbür
the other day /any past day including önceki gün (the day before yesterday) except yesterday which is dün
geçen gün
The other day I replace the seal/ gasket of the tap.
Geçen gün musluğun contasını değiştirdim.
the other end / the far end
öbür uç
the other hand
diğer el
the others
diğerleri
the outcoming/resulting consequences
doğacak sonuçlar
the outlet is broken
priz bozuldu
the outside
dışarı
the oven
fırın
the overwhelming / suffocating city life
boğucu şehir hayatı
The package I waited for came yesterday.
Beklediğim paket dün geldi.
the parable of the seed
Tohum benzetmesi
the party has an excellent leader
partinin mükemmel bir lideri var
The party that had the majority in the Parliament, formed the government.
Mecliste çoğunluğu olan parti, hükümet kurdu.
The pasha's wife (h) died and he had only one daughter remaining
Paşa'nın hanımı ölmüş, bir kızı kalmıştı.
The passenger of the vehicle was unharmed.
Aracın yolcusu sağ salimdi.
The passports of people who go abroad are controlled.
Yurt dışına gidenlerin pasaportları kontrol edilir.
the past
geçmiş
the patient has to rest for at least a week
hastanın en az bir hafta dinlenmesi gerekiyor
the patient should avoid unhealthy food
hasta sağlıksız yiyeceklerden kaçınmalı
the pear falls to the root /the apple never falls far from the tree
armut dibine düşer
The people being proud/happy of the arrival (coming) of the Ottoman forces to the region proclaimed their loyality (attachment) to the sultan.
Osmanlı güçlerinin bölgeye gelmesinden kıvançlı olan halk padişaha bağlılığını duyurdu
the people want peace
halk barış istiyor
The people were packed (crowded) shoulder to shoulder to the sides even to the windows and rooftops.
halk omuz omuza kenarlara, hattâ pencerelere ve çatılara yığılmıştı
The person loving the hungry and cold dog gave him food and taking off the coat that was on him covered him.
Aç ve üşüyen köpeği seven kişi köpeğe yemek verip üstündeki montu çıkararak üstüne örttü.
the person must be his own doctor
kişi kendisinin doktoru olmalıdır
The person must first identify the aspects (sides) that need to be developed,
kişi, öncelikle geliştirmesi gereken yanlarını tespit etmeli
the person taking off his jacket (which was on him)
üstündeki montu çıkaran kişi
the person taking off his jacket (which was on him) and covering (upon) the dog who felt cold
üstündeki montu çıkarıp üşüyen köpeğin üzerine örten kişi
the person to drive back home should not drink alcohol
eve dönüşte kullanacak olan kişi alkol içmemelidir
The person who for a while stayed with (watched over) the dog later left the dog.
Bir süre köpeğin başında duran kişi daha sonra köpeğin başından ayrıldı.
the person who is the one to drive back home
eve dönüşte kullanacak olan kişi
The person you meet will never stay the same as you first knew.
Tanıştığınız insan, hiç bir zaman ilk tanıdığınız gibi kalmaz.
The pillar of cloud by day and the pillar of fire by night did not depart from before the people.
Gündüz bulut sütunu, gece ateş sütunu halkın önünden eksik olmadı.
the place was in a complete chaos/mess
Ortalık darmadağınıktı.
The places gnawed by the worms had looked like tiny bullet holes.
Kurtların kemirdiği yerler minik mermi delikleri gibi görünmüştü.
The police arrived late at the robbery scene.
Polis soygun yerine geç ulaştı.
the police can't arrest the suspect without evidence
polis şüpheliyi kanıt olmadan tutuklayamaz
the police caught the murderer red-handed
polis katili suçüstü yakaladı
The police couldn't find the criminal in the swamp but the insects did.
Polis bataklıkta suçluyu bulamadı ama böcekleri buldu.
The poor
yoksullar
The poor girl started to cry bitterly.
Zavallı kız içli içli ağlamaya başladı.
the potion master / teacher
ikisir hocası
the powerless
takati olmayan
the presence of others
başkalarının varlığı
the presence of others can hinder your creativity.
başkalarının varlığı yaratıcılığınızı engelleyebilir.
the present state / the current situation /present condition
mevcut durum
the president who was in deep waters
güç durumdaki başkan
The price of the brown shoes is 500 liras.
Kahverengi ayakkabıların fiyatı beş yüz lira.
The printer is out of paper.
Yazıcının kağıdı bitti.
the priviledge to know
bilme ayrıcalığı
the priviledge to know the secrets
sırları bilme ayrıcalığı
the priviledge to know the secrets of the Kingdom of heavens
Göklerin Egemenliği'nin sırlarını bilme ayrıcalığı
the problem growing (with) each passing day
her geçen gün büyüyen problem
The program lasted (extended) until the night / Das Program zog sich bis in die Nacht hinein
Program geceye sarktı
The program was very intense.
Programı çok yoğundu.
The prosecutor asked for(wanted the) removal of control requirement
Savcı kontrol şartının kaldırılmasını istedi
The prosecutor began to give his deliberation on the merits/principles
Savcı esas hakkındaki mütalaasını vermeye başladı
The protons are in the nucleus, the electrons in the orbit.
Protonlar çekirdekte; elektronlar yörüngededir.
the Provincial Security Directorate teams
İl Emniyet Müdürlüğüne bağlı ekipler
The purpose/aim of the American food industry
Amerikan gıda sanayiinin amacı
the quiver swinging at his hip
kalçasında sallanan sadak
the rain stopped so we went outside
yağmur durdu bu yüzden dışarıya çıktık
the random (uncontrolled) oscillation of creeks
derelerin başıboş salınımı
The rangers maintain the hiking trails (p) in the forest.
Korucular, ormandaki patikaların bakımını yapacak.
the reason for this / this is because
bunun nedeni
The reason(n) was not only (s) Prince Ash, though (g) he had sparked my desire not to be noticed.
Nedeni sadece Prens Ash değildi, gerçi fark edilmeme isteğimi tetiklemişti.
The red shoes are too tight.
Kırmızı ayakkabılar çok sıkı.
the refreshing clean night air
ferahlatıcı temiz gece havası
The region in which (this language) is spoken is on Chinese soil.
Konuşulduğu bölge Çin topraklarında
the remainder / rest
kalan
The Republic of Turkey is the northern hemisphere
Türkiye Cumhuriyeti, kuzey yarım kürededir
The Republican People's Party
Cumhuriyetçi Halk Partisi
the Republican People's Party is pretty big
Cumhuriyetçi Halk Partisi oldukça büyük
The ressemblance (likeness) is obvious. (a)
Benzerlik aşikâr.
the rest (g) of the forest
ormanın gerisi
the rest of (g)
gerisi
the rest of the herbs
otun kalanı
The rest of the herbs were sharp and thorny vegetation.
Otun kalanı sivri ve dikenli bitkiler idi.
the revival of nature
doğanın yeniden canlanması
The rider was tall and lean (thin)
Binici uzun ve zayıftı.
The riders gallopped towards the trap
Biniciler tuzağa doğru eşkin gidiyordu.
The riders stiffened
Biniciler kaskatı kesildi
the right amount of (lit. in the suitable number)
uygun olan sayıda
the ringleader / gang-leader / chief
elebaşı
the ringleader / gang-leader / chief of the criminal organization
suç örgütü elebaşı
the rising/new generation/ the younger generation (n)
yeni nesil
the room used to be rarely (s) ventilated/aerated
oda seyrek havalandırılırdı
the rugged plains
engebeli düzlükler
the ruined walls of the city
kentin yıkık surları
the rules of the LORD are true, and righteous altogether.
RABbin ilkeleri gerçek, tamamen adildir.
the same (adj)
aynı
the same / ditto / exactly / just the same ( adv)
aynen
the same dull beech leaves
aynı donuk kayın ağacı yaprakları
the same thing
aynı şey
The scalp of the bald man is visible.
Kel adamın saç derisi görünüyor.
the scariest
en korkunç
the school she went to
gittiği okul
the scratches on the mailbox
posta kutusundaki çizikler
the screen was blurred and cracked
ekran bulanık ve çatlamıştı
The sea is very rough.
Deniz çok çalkantılı.
The seagulls follow the steamboat and eat the bagels.
Martılar vapuru takip ediyorlar ve simitleri yiyorlar.
the season (s) always begins in August
sezon her zaman Ağustos'ta başlar
the second
ikinci
the second last word of the sentence / (lit. second word from the end...)
cümlenin sondan ikinci kelimesi
the second section of the way
yolunun ikinci kesimi
The secret has not been solved yet
Sırrı henüz çözülemedi
the security camera's pictures
güvenlik kamerasının görüntüleri
the security cameras of the General Staff Headquarters
Genelkurmay Karargahı'nın güvenlik kameralar
The servants were gone, and the Trollocs as well , though he had not seen them go.
Hizmetkârlar gitmişti, gittiklerini görmemesine rağmen Trolloclar da.
the seventh
yedinci
The ships (t) pass slowly
Tekneler yavaş yavaş geçiyor.
The shoes are not comfortable. They are too tight.
Ayakkabılar rahat değil. Onlar çok sıkı.
The shopkeeper enjoys chatting with the customers.
Dükkâncı müşterilerle sohbet etmekten keyif alır.
the shutter of a camera taking a picture
fotoğraf çeken fotoğraf makinesi deklanşörü
the side (t)
taraf
the sides of my eyes had become crusted
gözlerimin kenarları çapaklanmıştı
The sight /view of the sled was great
kızağın görüntüsü harikaydı
the sight was great
görüntü harikaydı
The silver coin is for dark days. ( Save something for a rainy day)
Ak akçe kara gün içindir.
The sin of someone talking a lot is not lacking (=When words are many, transgression is not lacking)
Çok konuşanın günahı eksik olmaz,
The sink blocked, how can I open it ?
Lavabo tıkandı nasıl açabilirim
the sink is filled with water, it does not go...
lavabo su ile doldu, gitmiyor...
The situation and the event to be explained /told
Anlatılacak hâl ve olay,
The situation and the event to be explained, must be clearly and net defined in the mind of the narrator.
Anlatılacak hâl ve olay anlatıcının zihninde açık ve net biçimde belirlenmelidir.
The situation and the event to be explained, the view and the intuition to be described
Anlatılacak hâl ve olay, betimlenecek görüş ve sezgi,
The situation and the event to be explained, the view and the intuition to be described, must be clearly and net defined in the mind of the narrator.
Anlatılacak hâl ve olay, betimlenecek görüş ve sezgi, anlatıcının zihninde açık ve net biçimde belirlenmelidir.
The situation and the event to be explained, the view and the intuition to be described, the feelings and thoughts to be expressed must be clearly and net defined in the mind of the narrator.
Anlatılacak hâl ve olay, betimlenecek görüş ve sezgi, dile getirilecek duygu ve düşünce anlatıcının zihninde açık ve net biçimde belirlenmelidir.
the situation is as follows / the situation is this
durum şöyle
the sixth
altıncı
the sixty-third
altmış üçüncü
the size (greatness) of his promise
vaadin büyüklüğü
The skirt looks good but my legs are cold.
Etek iyi gözüküyor ama bacaklarım üşüyor.
the sky is clouded over
gökyüzü bulutlanıyor
the sky is clouded over
gökyüzü bulutlanıyor
The sky was clear and dark
gökyüzü berrak ve karanlıktı
The slope was steep and led to the side(shore) of a big lake. (Der Abhang war sehr steil und fiel zum Ufer (zur Seite) eines grossen Sees herab .
Yamaç dimdikti ve büyük bir gölün kenarına iniyordu.
the slopes were steadily rising/getting steeper (d) rep.
yamaçlar giderek dikleşmişti
the small sunspots on top of its varnish
Cilasının üstündeki ufak güneş lekeleri
The smallest dog is also the smartest.
En küçük köpek aynı zamanda en akıllı olan.
The smoke coming out of the chimneys gave a woody smell to the air.
Bacalardan çıkan duman havaya odunsu bir koku veriyordu.
The smoke rising to the air carried a burning (scorched) odor.
Havaya doğru yükselen duman yanık kokusu taşıyordu.
the snow melted (lit. lifted) (spoken language)
kar kalktı
the soft creaking of the axle
aksın yumuşak gıcırtısı
the sole /the only
yegâne
the solid rows of the Queen's soldiers
Kraliçenin Askerleri'nden katı sıralar
the Son of man
insanoğlu
The song is stuck in my brain. (lit. the song is tangled around my tongue)
Şarkı dilime dolandı
The sooner the better. /Je früher desto besser.
Ne kadar erken olursa o kadar iyi.
the sound of my heart (beat) was ringing in my ears
kalbimin sesi kulaklarımda çınlıyordu
The sources from whom you took this information instructed you (pl) wrong./misinformed you
Bu bilgiyi aldığınız kaynaklar sizi yanlış bilgilendirmiş.
the sources informed you (pl) wrong
kaynaklar sizi yanlış bilgilendirmiş.
the speaker came up with an emotionless expression until the end of the news
spiker donuk bir ifadeyle haberin sonuna kadar geldi
The spider is weaving a net.
Örümcek ağ örüyor.
the spitting image of / Doppelgänger (t..k.. a... )
tıpkısının aynısı
The squat (dwarfish/gedrungen) ugly creatures were gnawing on bones.
Bodur, çirkin yaratıklar kemik kemiriyordu.
the squirrels of a cartoon
çizgi filmlerindeki sincaplar
the story can be something real or fictional
hikâye gercek veya kurgulanmış bir şey olabilir
the stranger coming at night
gece gelen yabancı
the strangest
en garip
The stuffed animal's head had been torn off, and cotton spilled from the ( hole in the) neck.
Pelüş oyuncağın başı kopmuştu ve pamukları boynundan dışarı saçılmıştı
the summary
özet
The sun is giving light and warmth.
Güneş ışık ve ısı veriyor.
The sun was giving a bright light.
Güneş aydınlık bir ışık veriyordu.
the surface of the waters
suların yüzeyi
the suspect (z)
zanlı
the suspect has no alibi
şüphelinin gerekçesi yok
The suspects were referred to the judicial court of Izmir.
Zanlılar İzmir Adliyesine sevk edildi.
The sweetness of a friend comes from the counsel of the soul. (Prov 27 : 9)
Dostun tatlılığı candan gelen öğüttendir.
the tag (game of purchase) kept us fit
kovalamaca bizi zinde tuttu
the taste of victory
zaferinin tadı
The teacher explained to me the answer of the question.
Öğretmen sorunun cevabını bana açıkladı
The teacher answered my questions as if he was mocking me.
Öğretmen sorularıma alay edercesine cevap veriyordu.
The teacher caused sb to explain the answer of the question to me.) (namely: he told someone else to explain it to me, and that person did.
Öğretmen sorunun cevabını bana açıklattırdı
The teacher made me explain the answer of the question.
Öğretmen sorunun cevabını bana açıklattı
The teacher tells her to stretch her legs.
Öğretmen ona bacaklarını esnetmesini söyler.
The teacher told me to stretch my legs.
Öğretmen bacaklarımı esnetmemi söyler.
The technician will connect the wires /cables (k)
Teknisyen kabloları bağlayacak.
The telephone is ringing.
Telefon çalıyor.
the temperature of this place/location
ortam sıcaklığı
the tension in the region
bölgedeki gerilim
the tenth
onuncu
The text is easier to understand.
Metnin anlaşılması daha kolaydır.
the thing is / the trouble was
mesele şu ki ...
the things at the side
kenardaki şeyler
the third
Üçüncü
the third generation (n)
üçüncü nesil
the times he tried
denediği zamanlar
the times he tried to tug
çekiştirmeyi denediği zamanlar
the tiny winzy caves hidden in the heights of the mountains
dağların yükseklerine gizlenmiş minik minik mağaralar
the tip of his sword
kılıcının ucu
the tired one / the fading
yorulan
the tool had turned into scrap(totally ruined)
alet hurdaya dönmüştü
the tools on the workbench
Tezgâhtaki aletler
the trace / track / trail
iz
The traces showed that the deer had been on the grassland only half an hour before.
İzler geyiğin yalnızca yarım saat önce otlakta olduğunu gösteriyordu.
the traffic is dense the whole day
trafik b¨ütün gün sıkışık
the transactions / the procesdures / operations have been completed
işlemleri tamamlandı
the trap area
tuzak alanı
the treatment doesn't seem to have an effect, does it?
tedavinin etkisi yok gibi görünüyor, öyle değil mi?
The trees will flower in a few weeks.
Ağaçlar birkaç haftaya kadar çiçek açacak.
the trial of the case
davanın duruşması
the trial of the case is held at this campus.
davanın duruşması bu yerleşkede yapılıyor.
The trollocs having already fallen their bellies to the ground were writhing as if they wanted to dig and enter into the ground.
Trolloclar kendilerini çoktan karın üstü yere atmışlar, yeri kazıp içine girmek istemiş gibi kıvranıyorlardı.
the Troyan war
Truva Savaşı
the truck driver
kamyonun sürücüsü
The truth is (in a place) out there (= for you to be discovered)
Gerçek orada (bir yerde)
The truth will set you (sg) free / Veritas vos liberabit
Gerçek seni özgür kılar
the Turkic language spoken in China's Xinjiang (Sincan) region.
Çin'in Sincan bölgesinde konuşulan Türki dil.
The Turkish language patch of the game cane out.
Oyunun Türkçe yaması çıktı.
the Turkish Republic
Türkiye Cumhuriyeti
The twigs (thin branches) looked like fine sharpened blades.
İnce dallar iyi bilenmiş ince bıçaklar gibi görünüyordu.
The two teams tied. (were even)
İki takım berabere kaldı.
The ugly duckling grew up to be a beautiful swan.
Çirkin ördek yavrusu, büyüyünce güzel bir kuğu oldu.
the unavoidable costs
kaçınılamaz maliyet
The United Kingdom
Birleşik Krallık
The United States of America
Amerika Birleşik Devletleri
the up and down going melody
iniş çıkışlı ezgi
The uprising brought about the needed (social) changes.
Ayaklanma, ihtiyaç duyulan değişiklikleri getirdi.
the ups and downs
inişler ve çıkışlar
the Urgals' deadly arrows
Urgalların ölümcül okları
the usual thing
alışılmış şey
the value of rare books
nadir bulunan kitapların değeri
the veranda had a shabby and unused look
Verandanın pespaye ve kullanılmayan bir hali vardı
the verdict / court order
mahkeme kararı
The victim got /took revenge on the wrongdoer.
Olayın kurbanı, suç failinden intikam aldı.
the view and the intuition to be described
betimlenecek görüş ve sezgi
The wages (sg) of sin are death but (whereas) the gift of God is eternal life (fact) in our Lord Jesus Christ. (Rom 6:23 )
Çünkü günahın ücreti ölüm, Tanrı'nın armağanı ise Rabbimiz Mesih İsa'da sonsuz yaşamdır.
The walking leaflet said there wouldn't be any phone reception in the mountains.
Yürüyüş broşüründe dağlarda telefonun çekmeyeceği yazıyordu.
the walls were made out of smooth turkish pine
duvarlar pürüzsüz kızılçamdan yapılmıştı
The walls were/had been deteriorated (Plqpf)
Duvarlar bozulmuştu
the warmth that was in his smile
gülümseyişindeki sıcaklık
the warning (u)
uyarı
the water surface, flat as a mirror / die spiegelglatte Wasseroberfläche
suyun ayna kadar düz yüzeyi
the waters were flowing down the mountains in streams
sular dereler hâlinde dağlardan aşağıya akıyordu
the way he looked at me
bana bakma tarzı
The way made (drew) a curve
Yol bir kavis çizdi.
the way of teaching
öğretiş
The way passed the forest and the rugged plains.
Yol ormandan ve engebeli düzlüklerden geçiyordu.
the way to power
iktidar yolu
The weather became very cold.
Hava çok soğudu.
The weather is cold in February.
Şubatta hava soğuktur.
the weather will probably clear up down south
güneyde büyük olasılıkla hava düzelecek
The wedding guests start to arrive.
Düğün misafirleri gelmeye başladı!
the weight of the nucleus
Çekirdek ağırlığı
the White House (lit. white palace)
Beyaz Saray
the whizzing trafic
vızır vızır akan trafik
the wind breezing on her skin (t)
teninde gezinen rüzgâr
the wind changed direction and...
rüzgâr yön değiştirip
The wind snatched the coat off his hand.
Rüzgâr ceketi elinden kopardı.
the wind that caused his cloak to sway like a flag
pelerinini bayrak gibi dalgalandıran rüzgâr
The wind was howling (like wolves)
Rüzgâr uluyordu.
the witness saw the suspect
görgü tanığı şüpheliyi gördü
The witness who pointed out that he had made these statements feeding himself with hatred becaused they had sacked him on grounds of removing the unrest from the Manisa
Manisa kilisesinden huzursuzluk çıkardığı gerekçesiyle kovdukları için kendisinin düşmanlık besleyerek bu ifadeleri verdiğini belirten tanık
The witnesses at Manisa were connected to the court via teleconferencing
Manisa'daki tanıklar telekonferans yöntemi ile mahkemeye bağlandı
the witnesses listened to so far/ up till today
bugüne kadar dinlenen tanıklar
the witnesses were confronted
tanıklar yüzleştirildi
The wolf was howling
Kurt uluyordu.
The woman got pregnant and bore him (k) a son.
Kadın hamile kalıp kendisine bir oğul doğurdu.
the woman of my dreams
hayallerimin kadını
The woman stood on one step from the top
Kadın en üstten bir alttaki basamakta durdu.
the woman who fainted in the bus
otobüste bayılmış kadın
the words from something like an incantation (e)
bir efsun kabilinden sözcükler
the words he said
Söyledikleri
the words hung temporarily in space
kelimler geçici bir süre boşlukta asılı kaldı
the World
Dünya
The world's surface area is approximately 510 million square kilometers.
Dünyanın yüzölçümü yaklaşık 510 milyon kilometre karedir.
the writing desk whose surface we were not allowed to touch under any cicumstances
yüzeyine hiçbir süretle dokunmamıza izin verilmeyen yazı masası
The young man could hardly stand it./ The young man could hardly bear it.
Genç adam buna pek dayanamıyordu
the zeal of the Lord
Rabb'in gayreti
the zipper is broken
fermuar bozuldu
theater play
tiyatro oyunu
theatre
tiyatro
theft / shoplifting/ robbery
hırsızlık
Their capes shining in the moonlight.
Örtüleri ay ışığında parlayarak
their desire to conquer people who do not harm anyone
kimseye zararı dokunmayan insanları fethetme arzuları
their desire to conquest (f)
fethetme arzuları
Their faces don't turn red from shame
Yüzleri utançtan kızarmaz
their forked horns (ihr Geweih)
çatallı boynuzları
their hair (fur) was so white that compared to them even the snow seemed less white
tüyleri öylesine beyazdı ki kar bile onlara oranla daha az beyaz görünmekteydi
their heads upright
başları dik
Their hides have a vivid and shiny colour, with reddish yellow and black spots.
Canlı ve parlak renge sahip postları kırmızımsı sarı ve siyah benekli.
their numbers could be calculated
onların sayıları hesaplanabiliyordu
their presence was obvious, even if they did not manifest themselves (show themselves openly) once
kendilerini bir kere bile açıkça göstermeseler de varlıkları barizdi
theme / subject / topic (t)
tema
then / in that case
o zaman
then again I shouldn't even know these things myself
kaldı ki bunları ben bile bilmemeliyim
Then for a while nothing happened.
Sonra bir süre için hiçbir şey olmadı.
then giggling and whispering
sonra kıkırdamalar ve fısıldamalar
Then he is stuck where he was. / Dann sitzt er fest.
O zaman olduğu yere çakılıp kalır.
Then he took three arrows and nocked the first, the two others he held in his left hand.
sonra üç tane ok alıp birini yaya taktı, diğer ikisini sol elinde tuttu.
Then I hope to be able to go the following day to the beach.
O zaman plaja ertesi gün gidebilmeyi umarım.
then let me convince you
o zaman seni ikna etmeme izin ver
then surely
sonra kesinlikle
then take off your coat
öyleyse paltonu çıkar
there
Orada
There almost happened a car accident
Az kalsın trafik kazası oluyordu!
There are advertisements on the board.
Panoda ilanlar var.
There are Chinese influences in the language.
dilde Çince etkisi var
There are clients from every country.
Her ülkeden müşterisi vardır.
there are hundreds of people trying all to leave at once
tek seferde gitmeye çalışan yüzlerce insan var
There are no problems, there are only challenges (difficulties).
Sorunlar yoktur, sadece zorluklar vardır.
there are no toilets available
müsait tuvalet yok
There are particles inside the atom that we call proton.
Atomun içinde proton dediğimiz parçacıklar var.
There are those people who are always longed for (who are always remembered/missed)
hep özlenen o kişiler vardır
There are those people who are always longed for (who are always remembered/missed) (even) loved for an unknown reason
Hep özlenen o kişiler vardır ya sebebi bilinmeden sevilirler
there are/ there is / gibt es
var
There has not been any accident on the road for many years, this road seems to be used.
Yolda herhangi bir kaza yaşanmamış yıllardır bu yolu kimse kullanmamış gibi gözüküyor.
there is a chance that it will be sunny today
bugün güneşli olma ihtimali var
There is a crack in the cup.
Fincanda bir çatlak var.
There is a fine (massive/solid) crystal chandelier hanging in the room.
Odada som kristalden bir avize asılı.
There is a lot more to life than just breathing. (Life doesn't flow by breathing alone)
Hayat sadece nefes almakla akmaz.
there is a need for my x-ing /for me to x
x-meme gerek var
There is a noise downstairs (lit. There are noises coming from downstairs.)
Aşağıdan gürültüler geliyor.
there is a risk of lightning
yıldırım riski var
There is a thief! Stop him!
Hırsız var ! Durdurun!
there is always hope
her zaman umut vardır
there is no case without evidence
kanıtsız bir vaka yoktur
there is no exeption (to this)
istisnası yoktur
There is no food.
yiyecek yok
there is no goal in / no use to...
yararı yok
There is no king or queen in the United States.
Amerika Birleşik Devletleri'nde kral veya kraliçe yok.
there is no limit to the account of his wealth
servetinin haddi hesabı yokmuş
there is no need
gerek yok
There is no night, it's always day, what the heck ...
Gece yok, hep gündüz yahu.
There is no permanent damage. (h)
kalıcı hasar yok.
There is no shame in not knowing, shame lies in not finding out.
Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp.
There is no snow or any such thing (spoken language)
Kar mar yok.
there is nothing strange about that
bunda bir gariplik yok ki
There is nothing to say actually.
Söyleyecek bir şey yok aslında.
There is one more (another) essential thing
esas olan bir şey daha vardır
there is some truth in that
bunda doğruluk payı var
There is something fishy about. / something isn't right about this
Bu işte bir iş var.
There ıs something I have to do.
yapmam gereken bir şey var
There is sthg I didn't fully understand (a thing got stuck to my mind)
bir şey(e) aklıma takıldı
there is/was no possibility to x (rep)
X- mesine olanak yokmuş
There used to be some wind only on the sea,( and not elsewhere.) (It's not the case now. Now there's wind everywhere.)
Yalnızca denizde biraz rüzgâr olurdu.
there was
vardı
There was little (p) laughter to be heard.
Pek az kahkaha duyuluyor.
there was (a sound of) dictatorship in his voice
sesinde bir buyurganlık vardı
there was a chance of sunshine
güneş açma ihtimali vardı
There was a door at each end of the room.
Odanın iki ucunda birer tane kapı vardı.
there was a fight
kavga cıktı
There was a long straight wand of gold in her right hand (and) a golden crown on her head,
sağ elinde uzun, düzgün, altından bir asa, başında altın bir taç vardı.
there was a lot of snow on the ground
yerde çok kar vardı
there was a risk of strong wind
kuvvetli rüzgâr riski vardı
There was also compassion in his voice.
Sesinin tonunda merhamet de vardı.
There was no star (to be seen) in the inky night.
Zifiri karanlıkta hiç yıldız yoktu.
there was not even one
tek bir tane bile yoktu
There was the real light that came to earth, illuminating every human being.
Dünyaya gelen, her insanı aydınlatan gerçek ışık vardı. 
There were at least fifty people in the party.
Partide en az(ından) elli kişi vardı.
There were few (p) people not getting their share
payını almayan pek az kişi vardı
There were no good films to watch.
izleyecek iyi film yoktu
There were no squirrels crackling in the branches.
Dallarda çıtırdayan sincaplar yoktu.
there were witnesses everywhere
her yerde görgü tanıkları vardı
there will be showers out west
batıda sağanak yağışlar olacak
There's inflammation in your tonsils. (Mandeln)
Bademciklerinizde iltihap var.
There's little time, (but nonetheless) you go out
Vakit az çıkarsın
therefore
bu yüzden
therefore
bu yüzden
Therefore (o.i.) do not fear.
Onun için korkmayın.
therefore /for this (reason) /because of this
bundan dolayı
Therefore do not fear them.
Bu yüzden onlardan korkmayın
Therefore Dobby will shut his ears in the oven door.
Dobby bu yüzden kulaklarını fırın kapağına kıstıracak.
Therefore don't look at the law all of you = so sorry for all of you
o yüzden kusura bakmayın hepiniz
Therefore Jesus entered a boat and sat down.
Bu yüzden İsa tekneye binip oturdu.
Therefore she participated in the conversation with twice as much interest.
Bu nedenle sohbete iki kat fazla ilgi ile iştirak ediyordu.
Therefore they thought of a trick.
Bu yüzden bir hile düşündüler.
thermometer
termometre
these (following) words proclaimed by the prophet Isaiah
Peygamber Yeşaya aracılığıyla bildirilen şu söz
These are not things one can actually see.
Bunlar aslında görülebilen şeyler değil.
These are tough times.
bunlar zor zamanlar
These consist of a king, a queen, two bishops (Läufer), two knights (Pferde), two rooks (Türme) and eight pawns (Bauern).
Bunlar bir şah, bir vezir, iki fil, iki at, iki kale ve sekiz piyondan oluşur.
These flowers are for my mum
bu çiçekler annem için
These images revealed the true face of these murderers.
Bu görüntüler bu katillerin asıl yüzünü ortaya koydu.
these products leave you hungry for more / Diese Produkte machen hungrig nach mehr
bu ürünler sizi daha fazlasına da aç bırakıyor
These shoes are very comfortable.
Bu ayakkabılar çok rahat.
These trees are ours.
Bu ağaçlar bizimki.
they
onlar
they began to stay (d) away
uzak durur oldular
They ( will ) do it without blinking their eyes.
Bunu gözlerini kırpmadan yerine getirirler.
They (these) were so shiny, that Jill couldn't decide whether they were jewels or butterflies.
Bunlar öylesine parlakti ki, Jill mücevher mi, kelebek mi karar veremedi.
They / it ressembled a crown.
bir taca benziyordu
They all come from the sea merrily, giggling loudly, shouting.
Hepsi şen şakrak, sesli sesli gülüşerek, haykırışarak denizden geliyorlar.
They all take to the same door / all roads lead to Rome
hepsi aynı kapıya çıkar
They applauded me, they accompanied my songs.
Beni alkışlıyor,şarkılarıma eşlik ediyorlardı.
They are expected to defend the rights of others.
Başkalarının haklarını savunmaları beklenir.
They are fishing with barques.
Onlar sandallarla balık tutuyorlar.
They are following us. /We are being followed /Sie sind hinter uns her.
peşimizdeler
They are frıendly to him.
Onlar ona karşı dost canlısı
They are good at many things.
birçok şeyde iyiler
They are making fun of me.
Bunlar da bana bakıp eğleniyorlar.
They are robbing the bank.
Bankayı soyuyorlar.
They are swimming in the sea at the moment.
Şu anda denizde yüzüyorlar.
They are thirsty
Onlar susamışlar.
They are thirsty, they want to drink
susamışlar,su istiyorlar.
They are thirsty, they want to drink
susamışlar,su istiyorlar.
They are watching like hawks.
şahin gibi gözlüyorlar
They began to gallop away
dörtnala uzaklaşmaya başladılar
They believe in what they can see, hear, touch, taste and smell.
Görebildikleri, işitebildikleri, dokunabildikleri, tadabildikleri ve koklayabildikleri şeylere inanıyorlar.
They bought a plane ticket to go to Istanbul.
İstanbul'a gitmek için uçak bileti aldılar.
They call you "generous" and cause you to lose your property and possessions; they call you "valiant; brave-hearted" and cause you to lose your life. meaning: People mislead you by flattery.
Çömert derler maldan ederler, yiğit derler candan ederler.
They called the lady a pilgrim and all her neighbours respected (her.)
Hacı hanım diyorlar ve bütün komşuları hürmet ediyorlardı.
they chose to spend the money on a new lamp
parayı yeni bir lambaya harcamayı seçtiler
they claim they were only protecting the children
sadece çocukları koruduklarını iddia ediyorlar
They closed the only escape route.
Tek kaçış yolunu kapadılar.
they collect food
yiyecek biriktirirler
They couldn't share and began to quarrel
paylaşamayıp didişmeye başladırlar
They decide on a restaurant.
Bir restorantta karar kıldılar.
They did not want to load the responsablity on one single person.
Sorumluluğu tek bir kişi üzerine yüklemek istememişler.
They didn't eat dinner with us.
bizimle akşam yemeği yemediler
They didn't pay any attention to us
bize pek aldırmazlardı
They didn't see anything.
Hiçbir şey görmediler.
they differ in kind
çeşitleri ayrı
they disappeared (were lost from sight) one by one
teker teker gözden kayboldular
they don't get along (well)
iyi geçinmiyorlar
they don't have a chance
hiç ihtimalleri yok
they don't speak to each other anymore
artık birbirleriyle konuşmuyorlar
They fell of their noble horses (to the ground) and...
Soylu atlarından yere düşüp
They formed a blood lake
bir kan gölü oluşturdular
They gave away more (secrets) than they knew.
Bildiklerinden daha fazlasını ele veriyorlardı.
They go to bed at eight.
Saat sekizde yatarlar.
they got engaged after three weeks
üç hafta sonra nişanlandılar
they had been buried under the stones of the palace
sarayın taşlarının altına gömülmüşlerdi
They have an impressive climate-controlled wine cellar.
Etkileyici, iklim kontrollü bir şarap mahzenleri var.
they have developed a new computer program
yeni bir bilgisayar programı geliştirdiler
They help each other with homework.
Birbirlerine ev ödevlerinde yardım ederler.
They live in Ankara.
Ankara'da yaşıyorlar
They lived in China for eight years.
sekiz yıl Çin'de yaşadılar
they made our hearts bleed
yüreğimizi kanattılar
They make themselves get noticed. ( They attract attention to themselves)
Kendilerini fark ettirirler.
they might win the league, but it's unlikely
lig şampiyonu olabilirler, ama çok olası değil
they must not forget their rubber boots
lastik çizmelerini unutmamalılar
they nearly sat down
oturayazdılar
they need to find another arrangement
başka bir düzenleme bulmaları gerekir
They neither sow nor reap
Ne eker ne de biçerler
They never gave (rep.) him proper gifts (a) for his birthday.
Ona doğum gününde hiç doğru dürüst armağan vermemişlerdi.
they open (their) wings and rise
Kanat açıp yükselirler
They opened the door, and the Spartan army entered the castle.
Kapıları açtılar ve Sparta ordusu kaleye girdi.
They prefer (y) Turkish
Türkçeyi yeğliyorlar.
They put their heads together. rep. ( lit. They extended their heads to one another)
Başlarını birbirlerine uzatmıştı.
They put their son to bed at eight.
Oğullarını saat sekizde yatağa yatırırlar.
they realized they couldn't afford it
paralarının yetmeyeceğini anladılar
they relax
rahatlar
They shot black arrows after them.
peşlerinden siyah oklar fırlattılar.
they should be defined as (being)
olarak tanımlanmalıdırlar
they should have been here a month ago
bir ay önce burada olmalıydılar
they should not rattle /let them not rattle (imp neg pl)
takırdamasınlar
THey showed an archive image from the mobile phone
cep telefonundan bir arşiv görüntüsü gösterdiler
They showed an archive image of previous passages by sea from the mobile phone
cep telefonundan deniz yoluyla önceki geçişlere ait bir arşiv görüntüsü gösterdiler
they spin yarn
iplik eğirirler
they stood biting on their bits (Kandare) and panting
gemlerini ısırıp soluyarak dikildiler.
They surrounded her.
Etrafını sardılar.
they take advantage of an oddity the human brain of making him addicted to the product sold
insan beyinin, insanı satılan ürüne bağımlı hale getirmek tuhaflığından istifade ediyorlar
they take advantage of an oddity the human brain of making him addicted to the product sold
insan beyinin, insanı satılan ürüne bağımlı hale getirmek tuhaflığından istifade ediyorlar
They think that if we sacrificed an animal God would approve of us.
Hayvan kurban edersek Allah bizden razı olur diye düşünürler.
They think they own the world.
Dünya onların sanıyorlar.
they thought I made up these stories to attract attention
bu hikâyeleri ilgi çekmek için uydurduğumu düşünüyorlardı
They threw the blabbermouth into Hell; he shouted "The logs are wet!"
Boşboğazı cehenneme atmışlar; "odun yaş" diye bağırmış.
They tossed their heads(k) left and right (to the two sides)
Kafalarını iki yana savurdular.
They used to embarass me
Utandırıyorlardı beni
they used to torment me
acı çektiriyorlardı bana
They walk but don't get tired
Yürür ama yorulmazlar
They went (proceeded) straight ahead without talking.
Konuşmadan dosdoğru ilerlediler.
They were a group of nomades
göçebe bir gruptu
They were afraid, but they also afraid to say no.
korkuyorlardı, ama hayır demeye de korkuyorlardı.
They were at the edge of a cliff.
Bir uçurumun kenarındaydılar.
they were covered (ö) with the same dust which covered (k) his hair and his skin
saçlarını ve derisini kaplayan aynı tozla örtülmüştü
They were hoping we would be all in the same dormitory.
Hepimizin aynı koğuşta kalacağını umuyorlardı.
They were imprisoned by the Creator.
Yaratıcı tarafından tutsak edildiler.
They were making some weird (a) sounds
acayip sesler çıkarıyorlardı
They whirled their horses around (d)
Atlarını döndürdüler
they will find us and unleash their guards on us
bizi bulup muhafızları üzerimize salacaklar
they will remain imprisoned
tutsak kalacaklar
They will stay with us for three or four days.
Üç-dört gün bizde geceleyecekler.
They work hard and are successful at school.
Sıkı çalışırlar ve okulda başarılıdırlar.
they would feel fifty times as bad/worse
elli kat daha kötü hissederlerdi
they would find
bulurlardı
they would find a place to sleep
uyuyacak bir yer bulurlardı
they're arriving in Ankara right this second
tam şu anda Ankara'ya varıyorlar
they're for example pretty good at maths
mesela matematikte oldukça iyiler
they're six points ahead now
şimdi altı sayı öndeler
They/he would be discussing this festival.
Bu festivalı konuşuyor olacaktı.
thick
kalın
thick arms
kalın kollar
thickness
kalınlık
thief
hırsız
thigh /Oberschenkel
Uyluk
thin
ince
thing
şey
things (e)
eşyalar
things that are none of your business
işin olmayan şeyler
think positively
olumlu düşün
thinking about what he should say
ne söylemesi gerektiğini düşünerek
thinking it might be able to facilitate their careers
kariyerlerini kolaylaştırabileceğini düşünen
thinking the art of lock picking might be able to facilitate their careers
kilit kırma sanatının, kariyerlerini kolaylaştırabileceğini düşünen
thirstily / to one's heart content
kana kana
thirty
otuz
Thirty years ago, lightning struck that clock tower.
Otuz yıl önce saat kulesine yıldırım çarptı.
this
bu
this afternoon he would go to the place he every month grudgingly avoided to visit.
O gün öğleden sonra da her ay istemeye istemeye uğramaktan çekindiği yere gidecekti.
This afternoon I will take care of it.
Bu öğleden sonra icabına bakacağım.
This alone (even this) is worth the expense.
Bu bile masrafına değer.
This banquet looks nice.
Ziyafet güzel görünüyor.
This can happen
Bu olabilir
This can spoil everything.
Bu her şeyi berbat edebilir.
This cliff could not be compared /was uncomparable to any cliff in our world.
Bu uçurum dünyamızdaki hiçbir uçurumla kıyaslanamazdı.
This clown is not funny at all.
Bu palyaço hiçte komik değil
This country is not theirs.
Bu ülke onların değil.
This dress suits you.
Bu kıyfate sana yakışıyor.
this early in the morning /at this time of the morning
sabah sabah
This emotions they kept merging/fusing inside of me
Bu duygular içimde kaynaşıp dururlardı
this event happened
bu olay olmuştu
this grief that she wouldn't dare to disclose towards her aunt
teyzesinin karşısında ifşa etmeye cesaret edemeyeceği bu keder
This happened so that the (following) words proclaimed by the prophet Isaiah would be fullfilled:
Bu, Peygamber Yeşaya aracılığıyla bildirilen şu söz yerine gelsin diye oldu:
This happened, so that the word/promise would be fullfilled
Bu söz yerine gelsin diye oldu.
this hidden paradise
bu gizli cennet
This hidden paradise also gives (offers) photographers a chance to capture beautiful frames.
Bu gizli cennet, aynı zamanda fotoğraf düşkünlerine de çok güzel kareler yakalama fırsatı sunar.
This image did not seem odd at all.
Bu görüntü hiç de yadırganmıyordu.
this is (the thing) what I always (saw and) dreamed of
Bu hep (görüp) hayal ettiğim şey
this is a matter of opinion
bu bir görüş meselesi
this is a once in a lifetime experience
bu hayatta bir kere yaşayacağın bir tecrübe
This is a photo of me
bu benim bir fotoğrafım
This is an emergency.
bu acil bir durum
this is beneath you
bu sana yakışmıyor
This is delicious.
Bu lezzetli
this is how it happens I've seen it before
bu işler böyle oluyor daha önce de gördüm
this is how it works / that's the way the cookie crumbles
bu işler böyle
this is just a silly argument
bu sadece aptalca bir tartışma
This is my last offer.
bu son teklifim
this is my principle
bu benim prensibim
This is nothing that can be called food.
Yiyecek denebilecek bir şey değil
This is one of my favorite songs.
Bu benim favori şarkılarımdan biri.
this is so unfair
bu o kadar adaletsiz ki
this is the best way
en iyisi böyle
this is the biggest stadium in Europe
bu Avrupa'daki en büyük stadyum
This is the highway (a) to Ankara.
Burası Ankara anayolu.
this is the match of the century
bu yüzyılın maçı!
this is the safest way
en emniyetlisi böyle olur
This is the thing I 've been longing for for years (s) .
Senelerdir özlemini duyduğum şey işte buydu.
This is unbearable./ This is irresistible.
Bu dayanılmaz.
This is very good. / It's good
Bu çok iyi
this isn't fair
bu adil değil
this kind of behaviour wasn't becoming on you (it was too low for you. You shouldn't have done that.)
Bu davranış sana yakışmadı.
This kind of polite compliment
bir neyi kibar bu iltifat
this kind of pressure
bu tarz bir baskı
This kind of stuff is on the market.
Bu tip şeyler pazarda var.
This luxury he also withheld from himself and...
Bu lüksü kendisinden de esirgeyip
This means that (the distance) between home and work is far.
Bu da ev ile iş arasının uzak olması demek.
This milk's expiration date has come and gone!
Sütün son kullanım tarihi geldi de geçti bile!
This mocking behaviour of his burned like nettels.
Onun bu alaycı tavrı ısırgan otu gibi yakıyordu.
This morning there are many fishermen in the Bosporos.
Bu sabah Boğaz'da çok balıkçı var.
This much is enough for introduction.
Bu kadar giriş için yeterlidir.
This one is cheaper
bu daha ucuz
This oppressed (man) cried out (to God). the Lord heard him, he saved him from all his troubles. (s)
Bu mazlum yakardı, RaB duydu, bütün sıkıntılarından kurtardı onu.
this plant's starchy rich edible tubers
bu bitkinin nişastaca zengin, yenebilen yumruları
this reflection was also in the eye(s) of the mouse
farenin gözünde de vardı bu yansıma
this reflection was also in the eye(s) of the mouse when Tolly pulled her out from under her pillow
Tolly onu yastığının altından çıkardığında farenin gözünde de vardı bu yansıma
This song is very long, can you sing it ?
Bu şarkı çok uzun, onu söyleyebilir misin?
This symbol had a meaning.
Bu simgenin bir anlamı vardı.
This thought was only a little less painful.
Bu düşünce de yalnızca biraz daha az acı vericiydi.
this time /for once (s)
bu sefer
This time you will have to go without me.
Bu kez bensiz gitmek zorunda kalacaksın.
this treatment works immediately
bu tedavi hemen işe yarıyor
this very moment / a minute ago / just right now
daha demin
this vision petrified her
Bu görüntü aklını başından alıyordu .
this was (rep) my destiny
buymuş benim alın yazım
this was a great success!
müthiş bir başarıydı!
This was a laughter of relief.
Bir rahatlama kahkahasıydı bu
this was an overwhelming loss
Bu kahretici bir kayıptı.
this was an overwhelming loss, of which the emotional wounds in her heart (k) still were unclosed.
Bu kalbindeki duygusal yaraları hâlâ kapanmayan kahretici bir kayıptı.
this was extremely vexing
bu son derece eziyetliydi
This was our first visit to that restaurant. (here: restorant = restoran - depending on pronunciation)
Bu bizim o restoranta ilk gidişimizdi.
This was their first visit to that restaurant. (here: restorant = restoran - depending on pronunciation)
Bu onların o restoranta ilk gidişleriydi.
This weak I wore myself out. (exhausted myself/got very tired)
Bu hafta kendimi çok yıprattım.
This year a traffic accident occured.
Bu yıl trafik kazası meydana geldi.
this year the Democratic Party will get better results
bu yıl Demokrat Parti daha iyi sonuçlar alacak
This year the prices are higher than last year.
Bu senenin fiyatları geçen seneninkilerden daha yüksek.
thistle /Diestel (lit camel thorn)
devedikeni
thorny
dikenli
thorougly / quite / fully / completely (i)
iyice
Those are your earrings
şunlar senin küpelerin
those organizing illegal transition
yasa dışı geçişi organize ettikleri
Those streets were kept open by the red-cloaked (coat - c) pikemen.
O sokaklar kırmızı ceketli mızraklı askerlerle açık tutuluyordu.
Those streets were kept open.
O sokaklar açık tutuluyordu.
those who claim
iddia edenler
Those who claim that the reason why they don't believe in God is science
Allah'a inanmama sebebinin bilim olduğunu iddia edenler
Those who do not have time don't watch tv.
Vakti olmayanlar, televizyon seyretmiyor.
those who wanted
istedikleri
though /although (g)
gerçi
though a bit strange
biraz tuhaf da olsa
though he was ashamed to admit it to himself
kendisine itiraf etmeye utansa da
Though it is the hand (=man) that grabs the credit, it is in fact the tool that does the work. This is the inverted way of saying, "A bad workman (always) blames his tools. A poor workman blames his tools."
Alet işler, el övünür.
Though it was a beautiful house,it seemed as little inviting as the iron street gate.
Çok güzel bir ev olmasına rağmen, tıpkı demir sokak kapısı gibi o da hiç davetkâr gözükmüyordu.
Though the trees grew longer/tall
Ağaçlar uzasa da
Though the trees grew longer/tall and the sky shone brightly
Ağaçlar uzasa ve gökyüzü pırıl pırıl parlasa da
Though the trees grew longer/tall and the sky shone brightly very (ç) few people could stay there for long without having an accident.
Ağaçlar uzasa ve gökyüzü pırıl pırıl parlasa da çok az insan bir kaza geçirmeden orada uzun süre kalabilirdi.
thought
düşünce
thought /thinking
düşünme
thoughtless / unthinking / unconsiderate / tactless / impulsive /headlong/ incautious (d)
düşüncesiz
thoughts (e)
efkâr
thousand
bin
Thousand enemies outside are better than one enemy inside. - Arabic saying
Dışarıdaki bin düşman içerideki bir düşmandan daha iyidir. - Arap atasözü
thousands
binlerce
Thousands of books disappeared in the Middleages, because with their pages steam baths were heated.
Ortaçağda binlerce kitap yok olmuş, çünkü sayfalarıyla buhar banyoları ısıtılmış.
Thousands of books disappeared in the Middleages.
Ortaçağda binlerce kitap yok olmuş.
thousands of fair stars
binlerce sevimli yıldız
thousands of times
binlerce kere
threatening / bedrohlich
tehditkâr
three
üç
three by three
üçer üçer
three of his men
adamlarından üçü
three weeks ago
üç hafta önce
Three white horses with their riders on top
Üzerinde binicileri olan üç beyaz at
thriller (literature) / tension (e.g politics)
gerilim
throat /Hals
boğaz
Through this door no child ever passed.
Bu kapıdan asla hiçbir çocuk geçmedi.
thrush nightingale (dotted nightingale)
benekli bübül
Thumb /Daumen
başparmak
thunderstorm
gökgürültülü fırtına
Thursday
Perşembe
Thus / so
Böylece
Thus your souls (will) find (reunite with) rest.
Böylece canlarınız rahata kavuşur.
thyme
kekik otu
ticket
bilet
Tickets please
Biletler lütfen
tide /Gezeiten (g)
gelgit
tie
kravat
ties /bindings /bonds
bağlar
tiger
kaplan
tight / fast / firm / strict
sıkı
tight / narrow / short
sıkı
tight groups of trees
sıkı ağaç toplulukları
tight groups of trees dropped a deep shadow on the places
sıkı ağaç toplulukları yerlere derin bir gölge düşürdü
tight schedule
sıkışık program
tighten /cramp /contract (k)
kasılmak
tightly closed lips / zusammengepreßte Lippen
sımsıkı kapalı dudaklar
tiled walls
seramik kaplı duvarlar
time / while
süre
time (v)
vakit
time (z)
zaman
time / Mal
defa
time and space
zaman ve mekan
time before sunrise / sky is getting light blue / sun not yet to be seen ('whitening')
ağarma
Time seemed to slow down.
Zaman yavaşlamış gibiydi.
time to go for supper
akşam yemeğine gitme zamanı sayılır
Time to go!
Gitme zamanı geldi!
times / mal (calculation )
çarpı
Tin / Zinn
Kalay
tinsy winsy
ufak tefek
tinsy winsy (m)
minicik
tiny (m)
minik
tiny (m) naked feet
minik çıplak ayaklar
tip / trick
püf noktası
tips (how) to make salty patries (h)
Tuzlu hamur işi yapmanın püf noktaları
tips / Trinkgeld / pourboire
bahşiş
tired
yorgun
tissue /texture
doku
Titanium / Titan -Ti 22 ( geçiş metalleri / Gümüş gri metalik beyaz)
Titanyum
to approach s.o. / sich an jemanden wenden / auf jemanden zusteuern
birisine yönelmek
to confuse sb (z k)
zihni karıştırmak
to organize / arrange / line up
düzenlemek
to sigh
ah çekmek
to 'go' shopping
alışverişe gitmek
to (also) enjoy x-ing
x-mekten (de) keyif almak
to (do) harm / to damage
zarar vermek
to (quickly) soften
yumuşayıvermek
to /at what (dat. of what)
neye
to abandon / to put/leave on the ground
yere bırakmak
to abdicate / to stand down / to disclaim / to rennounce
feragat etmek
to abdicate in favour of
lehine feragat etmek
to accelerate
hızlandırmak
to accept for yourself/ accept, seize, settle for, concede, confess, give in, own, stand for / eingestehen / nicht länger bestreiten
kabullenmek
to accept s.o.'s wedding proposal
evlilik teklifini kabul etmek
to accompany /to take s. o. out / to keep s. o. company /to escort
eşlik etmek
to accompany a song
bir şarkıya eşlik etmek
to accompany songs
bir şarkılara eşlik etmek
to accredit/ esteem
itibar etmek
to accumulate (intransitive) sich anhäufen
birikmek
to accuse
suçlamak
to acknowledge / affirm /confirm
onaylamak
to act / strutt / to play a role / to show off
caka satmak
to act bravely/courageously
cesur davranmak
to act fast
hızlı davranmak
to act jealous
kıskanç davranmak
to add
eklemek
to add (+)
toplamak
to add (i)
ilave etmek
to add dimension
boyut kazandırmak
to add distraction
ayrıcalık kazandırmak
to add fuel to the fire (increase a dispute)
kızgınlığını körüklemek
to add meaning to / to give a new meaning to
anlam kazandırmak
to adjust /regulate /set (a)
ayarlamak
to admire
hayranlık duymak
to adress s.o. (dative) as (x-i diye
hitap etmek
to advance/ to progress / proceed
ilerlemek
to advice /sermon /counsel (n)
nazihat etmek
to aerate/ ventilate / fan (out)
havalandırmak
to affect / influence /impress
etkilemek
to agree / bargain/ settle (a)
anlaşmak
to agree; to be of the same opinion
aynı fikirde olmak
to aim at (in order to hit) (n)
nişan almak
to allow / to render possible
mümkün kılmak
to allow a dative
izin vermek
to almost cover his feet
neredeyse ayaklarını örtmek
to an extreme degree / extremely
aşırı derecede
to animate / move
hareketlendirmek
to another / to the other / to the far(ther)
ötekine
to answer (c)
cevap vermek
to answer (y)
yanıt vermek
to answer; to respond
yanıtlamak
to answer; to respond
yanıtlamak
to apologize
özür dilemek
to appear (b)
belirmek
to appear in person
şahsen icap etmek
to appear in person
şahsen mevcut olmak
to applaud
alkışlamak
to apply
uygulamak
to apply (e.g. for a job)
başvurmak
to apply for a park permit
park müsaadesi için başvurmak
to appoint s. o. as a heir /to designate a heir
mirasçı tayin etmek
to appoint s. o. as an arbitrator
hakem tayin etmek
to approach /to go next to (to the side of)
yanaşmak
to approach/ to get closer
yaklaşmak
to arrange /line up (shape)
dizmek
to arrest
tutuklamak
to ask
sormak
to ask for / to demand / to claim
talep etmek
to ask for a fee
ücret talep etmek
to ask for an appointment
randevu talep etmek
to ask for compensation / to claim damages
tazminat talep etmek
to ask for God's forgiveness (b)
bağışlanması için Tanrı'ya yalvarmak
to ask for help
yardım talep etmek
to ask for reduction
indirim talep etmek
to ask in
buyur etmek
to ask slyly
sinsi sinsi sormak
to ask somebody out on a date
çıkma teklif etmek
to aspire / to long for /to desire
heveslenmek
to assign someone to do some job
birini işe koşmak
to assume
varsaymak
to assure/ make (someone) feel sure/ to obtain, get, procure
temin etmek
to attach (a file)
eklemek
to attack / assail / assault
saldırmak
To attack was still the best defense.
Saldırmak hâlâ en iyi savunmaydı.
to attempt
kalkışmak
to attempt / try /dare /move to
yeltenmek
to attempt to walk away
yürüyüp gitmeye kalkışmak
to attend / give ear / pay attention/ listen carefully / hark(en)
kulak vermek
to attend / join - to be added / slipped in
katılmak
to attend the meeting
toplantıya katılmak
to avoid
kaçınmak
to avoid / beware/ refrain / be cautious of + Abl
sakınmak
to avoid drinking / to not drink /lit. to flee from drinking
içkiden kaçınmak
to awaken interest / to stimulate interest
ilgi körüklemek
to award / reward / recompense
ödüllendirmek
to back off / to fall back
gerilemek
to bake in the oven
fırında pişirmek
to barely escape drowning
boğulma tehlikesi atlatmak
to bark
havlamak
to battle / struggle / fight / make war
savaşmak
to be given
verilmek
to be a couple
beraber olmak
to be a living example
canlı bir örneği olmak
to be able to come until here
buraya kadar gelebilmek
to be about to understand
anlamak üzere olmak
to be accused by
suçlanmak
to be accused of fraud
sahtekarlıkla suçlanmak
to be accused of fraud
sahtekarlıkla suçlanmak
to be alone (stay alone)
yalnız kalmak
to be angry
kızmak
to be arrogant towards x
X-e kabadayılık taslamak
to be ashamed / embarrassed
utanmak
to be ashamed / to lose face (r)
rezil olmak
to be astonished / surprised
hayret etmek
to be awestruck (n)
nutku tutulmak
to be bad at ...
... -de kötü olmak
to be banged shut /zugeknallt (e. g. door/the door was banged )
vurularak kapanmak
to be blessed
kutsanmak
to be bored
sıkılmak
to be bored / to get bored (s)
sıkılmak
to be born
doğmak
to be brave
cesur olmak
to be broadcasted live
canlı yayınlanmak
to be brought (out) / expelled / to be taken
çıkarılmak
to be bullied
Kendini ezdirmek
to be buried / to sink into +dat
gömülmek
to be buried alive
canlı canlı gömülmek
to be calculated
hesaplanmak
to be called
denmek
to be captivated /mesmerized / bewitched /to be under a spell
büyülenmek
to be charged with drunk driving
alkollü araç kullanmakla suçlanmak
to be charged with leaving the scene of an accident
kaza mahallini terk etmek ile suçlanmak
to be charged with murder
cinayetle suçlanmak
to be charged with property damage
mala zarar vermekle suçlanmak
to be charged with rape
tecavüzden suçlanmak
to be cheated/fooled / to be satisfied / to fall for a lie
kanmak
to be commemorated / refered to / mentionned
anılmak
to be concerned about how safe it is to travel by plane
uçakla seyahat etmenin ne kadar güvenli olacağından endişeli olmak
to be confirmed
doğrulanmak
to be confronted
yüzleştirilmek
to be connected via teleconferencing
telekonferans yöntemi ile bağlanmak
to be convenient / suitable/ apropriate for (u.o.)
uygun olmak
to be convenient / suitable/ apropriate for (y) / that would befit (aorist makes it hypothetical)
yaraşır
to be counted
sayılmak
to be covered by an instrumental case (ile/la)
örtülmek
to be crazy about
hastası olmak
to be crushed / grinded
ezilmek
to be cultivated
yetiştirilmek
to be cursed for one's cruelty
ah almak
to be cut
kesilmek
to be decribed / characterized
nitelenmek
to be defiled
kirletilmek
to be deported / expulsed
sınırdışı edilmek
to be deprived of an ablativ
-den yoksun kalmak
to be determined
saptanmak
to be determined / defined
belirlenmek
to be devastated
harap olmak
to be disappointed
hayal kırıklığına uğramak
to be discovered
keşfedilmek
to be dispersed /to be driven away / to be scattered (s)
savrulmak
to be dissatisfied with
-den memnun olmamak
to be divorced
boşanmak
to be dragged into an undiscovered unknown world
keşfedilmemiş bilinmeyen dünyaya sürüklenmek
to be drawn (painted)
çizilmek
to be easy on s.o. / to treat s.o. kindly
birisine nazik davranmak
to be eaten
yenmek
to be eaten alive
canlı canlı yenmek
to be emphasized / to be underlined
vurgulanmak
to be engraved (script) e. g. on a stone
kazınmak
to be engulfed
yutulmak
To be enterprising (impulsive) improves your life.
Atılgan olmak, hayatınızı geliştirir.
to be enthousiastic about (sthg / a subject)
(bir konuda) istekli olmak
to be exalted (to be rendered high) above an ablative
yüce kılınmak
To be expected
beklenmek
to be expected to defend the rights of others
başkalarının haklarını savunması beklenmek
to be exposed / displayed
sergilenmek
to be exposed to a dative
maruz kalmak
to be expressed
ifade edilmek
to be expressed / to be voiced
dile getirilmek
to be expressed in a clear and open manner
net ve açık bir şekilde ifade edilmek
to be fed
beslenmek
to be fed for guardian work
bekçilik işler için beslenmek
to be fed for hunting purposes /work
avcılık işler için beslenmek
to be few and far between
çok seyrek olmak
to be fictionalized /to be made up / to be composed / to be formulated
kurgulanmak
to be finished/ completed (t)
tamamlanmak
to be fixed / determined in the narrator's mind
anlatıcının zihninde belirlenmek
to be focussed /to focus on work
çalışmaya odaklanmak
to be focussed on a dative /to stay focussed /to concentrate /to set sight on sthg
odaklanmak
to be forced to / to sweat to / to have difficulties to / to suffer violence / to be bullied
zorlanmak
to be found / to be (somewhere) / to exist
bulunmak
to be glad to meet you
tanıştığına memnun olmak
to be going
... gidiyor olmak
to be gone / to disappear
yok olmak
to be grasped /understood
kavranmak
to be grateful
minnettâr olmak
to be green with envy
hasetten çatlamak - kıskançlıktan çatlamak
to be happy with / to be pleased with
- den memnun olmak
to be haughty
mağrur olmak
to be heard
duyulmak
to be heated
ısıtılmak
to be hit / shoot
vurulmak
To be honest I didn't do much.
Açıkçası pek bir şey yapmadım.
to be honest with you ... / if it is needed to say the truth
doğruyu söylemek gerekirse ...
to be impressed
etkilenmek
to be imprisoned / to be held captive
tutsak edilmek
To be impulsive is/means a socially expected number of social skills to be found in flesh and bone
Atılgan olmak, toplumca beklenen birtakım sosyal becerilerin vücut bulmuş, hâlidir
to be in a bad mood (lit. one's nerves are on the hill)
sinirleri tepesinde olmak
to be in a bad mood/ to feel out of sorts
keyfi yerinde olmamak
to be in a embarrasing situation/"in a mess despite the money
parasıyla rezil olmak
to be in a tight corner / to have one's back against the wall /to be trapped / cornered/ in Schach gesetzt
köşeye sıkışmak
to be in control of one's destiny
kendi kaderini tayin etmek
to be in finanacial difficulties
paraya sıkışık olmak
to be in good spirits
keyfi yerinde olmak
to be in luck (t)
tâlihli olmak
to be in need of
ihtiyaç duymak
to be in need of someone to talk to
konuşacak birine ihtiyaç duymak
to be in pain
ağrısı olmak
to be in the mission
misyonerlik yapmak
to be in the need of the help of others / to end up in the poorhouse
ele güne muhtaç olmak
to be in the seventh heaven /to not be able to contain oneself (because of an ablativ e. g. sevinçten)
içi içine sığmamak
to be in the way
ayak altında olmak
to be in touch with (i - h)
iletişim içerisinde olmak - iletişim halinde olmak
to be in trouble
hapı yutmak
to be in trouble (b.d.)
başı dertte olmak
to be in urgent need of
acil ihtiyaç duymak
to be indicted / to be charged with crime / angeklagt sein
hakkında soruşturma açılmak
to be infested with lice
bitlenmek
to be inherited from generation to generation
kuşaktan kuşağa aktarılmak
to be injured
zedelenmek
to be interested
ilgisi olmak
to be interested in / to look after
ile ilgilenmek
to be introuble /to be on deep waters /to be in a tight corner /to in an awkward situation
güç durumda (olmak)
to be involved in an activity / to be engaged in / to operate
faaliyette bulunmak
to be kept open
açık tutulmak
to be kidding
şaka yapıyor olmak
to be known
bilinmek
to be late
gecikmek
to be late
geç kalmak
to be left dumbstruck / to be left open-mouthed
kalakalmak
to be left in a helpless state (frozen/speechless...)
x-akalmak
to be liked
beğenilmek
to be locked (in)
kilitlenmek
to be looked for
aranmak
to be lost in thought
dalgın olmak
to be lost in thought
düşünceye dalmak
to be mistaken
yanılmak
to be nailed
çivilenmek
to be named
isimlendirilmek
to be necessary
icap etmek
to be obliged (m)
mecbur olmak
to be offended ) to be angry
küsmek
to be on diet
diyet yapmak
to be on edge
sinirleri gerilmek
to be on guard /to be alert (lit. to be on the trigger)
tetikte durmak
to be on the safe side / to err on the side of caution
tedbiri elden bırakmamak
to be on the verge /brink of x-ing
x-menin eşiğine gelmek
to be out of ...
... kalmamak
to be out of control
kontrolden çıkmak
to be outside
dışarıda olmak
to be over the moon / for the mouth to reach the ears
ağzı kulaklarına varmak
to be packed (crowded) shoulder to shoulder
omuz omuza yığılmak
to be painted / to make-up
boyanmak
to be petrified (by fear)
korkudan donakalmak
to be piled up
yığılmak
to be pleased (h)
hoşnut olmak
to be pleased / to feel pleased
memnuniyet duymak
to be pleased with oneself
kendinden memnun olmak
to be postponed until next (g h) week
gelecek haftaya ertelenmek
to be predicted
öngörülmek
to be prevented
önlenmek
to be promoted (...e)
terfi edilmek
to be pronounced / uttered
telaffuz edilmek
to be protected / preserved
korunmak
to be proud of ...
...-le gurur duymak
to be publicly disgraced
konu komşuya rezil olmak
to be punctured / to be pierced / to be worn through
delinmek
to be punished
cezalandırılmak
to be put to bed
yatırılmak
to be put under house arrest
ev hapsine alınmak
to be refreshed /replenished
tazelenmek
to be registered / recorded
kaydedilmek
to be required
zorunlu olmak
to be revealed/ to be brought into the open (ç)
açığa çıkarılmak
to be right (h)
haklı olmak
to be roasted (meat) / scorch (e.g. grass)
kavrulmak
to be sad / to be sorry
üzülmek
to be satiated / to get satisfied (not hungry)
doymak
to be satisfied
doyum olmak
to be saturated
doygun hale gelmek
to be scared / to be frightened
ürkmek
to be scattered / spilled (s)
saçılmak
to be seen
görülmek
to be seized with / to be taken by / to abandon oneself to
kapılmak
to be sent to court
adliyeye sevk edilmek
to be sentenced
cezaya çarptırılmak
to be shaken / shattered (e.g. by an earthquake)
Sarsılmak
To be shaken / to shake oneself / to jerk oneself out of a somnolent state
silkelenmek
to be sharpened / honed / gewetzt werden
bilenmek
to be shot /to be struck by love (poetic way)
vurulmak
to be shot /to be struck by love (poetic way)
vurulmak
to be shot /to be struck by love (poetic way)
vurulmak
To be so close as to feel(d) his warmth
Onun sıcaklığını duyumsayacak kadar yakınında olmak
to be soaked in blood
al kanlara boyanmak
to be someone's side / to take sides with
birinden yana olmak
to be started /initiated/ launched
başlatılmak
to be stranded in the desert
çölde mahsur kalmak
to be struck by lightning (living beings only/electrocuted)
şimşeklerle çarpılmak
to be stuck
çakılıp kalmak
to be stuck / to be blogged
tıkanmak
to be stuck /limited /isolated /stranded /besieged /shut up
mahsur kalmak
to be stuck in / to sink into / to get stuck
saplanmak
to be stuck in the middle of nowhere
dağ başında mahsur kalmak
to be sufficient / genügen
yetmek
to be suggested / proposed / recommended
önerilmek
to be sunny
güneşli olmak
to be superior to x / to be higher than x
x-den üstün(dür)
to be superstitious and ignorant
batıl inançlı ve cahil olmak
to be supposed to
farz edilmek
to be taken into custody
gözaltına alınmak
to be talked
Konuşulmak
to be talking through one's hat / to talk ignorantly ./ to talk about something without understanding what you are talking about
cahil cahil konuşmak
to be thirsty / to feel thirsty
susamak
to be thrilled / his skirts ring bells
etekleri zil çalmak
to be thrown into the furnace
ocağa atılmak
to be thrown/to plunge / dash
atılmak
to be thunderstruck / paralyzed / shocked by surprise / dumbstruck
donakalmak
to be told / to be explained
anlatılmak
to be too familiar / unceremonius
laubali olmak
to be too lazy to
üşenmek
to be transferred
aktarılmak
to be turned (ç)
çevrilmek
to be unable to handle the pressure
baskıyı kaldıramamak
to be unable to sleep at night- pres. part. fut.
geceleri uyuyamayacak
to be understood (a)
anlaşılmak
to be used to / to be accustomed to
alışmış bulunmak
to be very good at ...
... -de iyi olmak
to be very miserable (the world coming down on one's head)
dünya başına yıkılmak
to be well disposed towards s.o.
birine karşı iyi - nazik olmak
to be worried about how safe it will be
ne kadar güvenli olacağından endişeli olmak
to be worth(y) of a dative / to touch a dative
değmek
to bear / endure
katlanmak
to bear a striking resemblance to
tıpatıp benzemek
To beat / hit (d) / several times / to knock out
dövmek
to beautify / to embellish
güzelleştirmek
to become
olmak
to become / to get / to turn
hale gelmek
to become a nuisance / to become unbearable / to become obnoxious
çekilmez bir hale gelmek
to become addicted
bağımlı hale gelmek
to become available
mevcut hale gelmek
to become available / usable
kullanılabilir hale gelmek
to become curved / to warp
eğrilmek
to become debatable /to become a highly controversial topic
tartışılır hale gelmek
to become different / to change / sich verändern
farklılaşmak
to become discouraged
hevesi kırılmak
to become efficient
verimli hale gelmek
to become familiar
tanıdık hale gelmek
to become famous
ünlenmek
to become frostbitten
kırağı çalmak
to become helpless
aciz hale gelmek
to become important /signification
önemli hale gelmek
to become known
bilinir hale gelmek
to become legend(ary)
efsaneleşmek
to become lighter/ to become/turn white
ağarmak
to become lofty (of imposing height)
yücelmek
to become mentally ill
ruhen yıkılmak
to become more independent
daha bağımsız hale gelmek
to become necessary
gerekli hale gelmek
to become open / to get lighter(heller) / to open up into... / to lead to
açılmak
to become operative
işler hale gelmek
to become pointed / to advance rapidly
sivrilmek
to become risky
riskli hale gelmek
to become smaller (k)
küçülmek
to become smaller (u)
ufalmak
to become steamed up, become misted over / se couvrir de buée / sich beschlagen / anlaufen
buğulanmak
to become the favourite of the group of friends/new people which is entered (= which one has entered)
girilen ortamın favorisi olmaktır.
to become the league champion; to win the league
lig şampiyonu olmak
to become thin / to slim / to slim down / to thin
incelmek
to become unrecognizable
tanınmaz hale gelmek
to become useless /disfunctional / unusable
kullanılamaz hale gelmek
to become wide-spread
yaygın hale gelmek
to become/turn purple
morarmak
to befit
yakışmak
to beg / to ask for alms
dilenmek
to beg for forgiveness
affetmesi için yalvarmak
to begin
başlamak
to begin to / se mettre à (k)
koyulmak
to behave shamefully /disgrace
ayıp etmek
to believe
inanmak
to believe that everything will be fine
her şeyin yoluna gireceğine inanmak
to belittle /to underestimate / to despise / to look down on (k)
küçümsemek
to bend / bow / double up / stoop
eğilmek
to bend / lean (something) to (one side)/ to crook, bend/ to set or make (sthg) askew/put (sthg) at an angle/ to distort, willfully to misinterpret / verzerren
çarpıtmak
to beseem / to be proper / sich gehören
yakışık almak
to bet / enter a wager (b)
bahse girmek
to bet everything
her iddiasına girmek
to bet that
-e iddiaya girmek
to betray
ihanet etmek
to beware / to abstain from/ to fear / to hesitate / to shy away from
çekinmek
to bind / bond / connect
bağlamak
to bind books
kitap ciltlemek
to bite
ısırmak
to bite off
ısırarak koparmak
to bite on one's bit (Kandare/ piece of the rein that is in the horses mouth)
gemini ısırmak
to blame
sorumlu tutmak
to bleed
kanamak
to bless
kutsamak
to blink
göz açıp kapamak
to blink / clip / crop
kırpmak
to blister / swell / surge / heave
kabarmak
to block / blockieren
bloke etmek
to block / hinder / obstruct
engellemek
to blossom / to come into flower / to bust out
çiçeklenmek
to blow
esmek
to blow (chewing gum) bubbles
(sakız) balon şişirmek
to blow one's nose
burnunu sümkürmek
to blow out / to errupt / to spout (p) - (either air or a force behind the movement /movement has a concrete target) intransitive
püskürmek
to blow out / to errupt / to spout (p) - (either air or a force behind the movement /movement has a concrete target) transitive
püskürtmek
to blow up / explode
patlamak
to blow-dry/ fönen
fön çekmek
to boast / pride on / sing one's own praises
övünmek
to boil with rage / to be hopping mad / to be pissed off
sinir(in)den kudurmak - öfkeden kudurmak
to bold / burst / jump / spring /fling
fırlamak
to borrow
ödünç almak
to bother / to take the trouble to / Sich sie Mühe machen
zahmet etmek
to bother /to take the trouble (z. g) /to enter into trouble to...
zahmete girmek
to bound /run ricocheting
sekerek koşmak
to brag /boast
böbürlenmek
to break (+acc)
kırmak
to break / interrupt / suspend / lay off / discontinue
ara vermek
to break down / to get out of order / to deteriorate
bozulmak
to break loose a storm in a glas of water / much ado about nothing
bir bardak suda fırtına koparmak
to break one's neck to do something (lit the bloodvessel on one's forehead)
alnının damarı çatlamak
to break out (prison)
özgürlüğünü kazandırmak
to break out / explode /erupt
patlak vermek
to break out in sweat
ter basmak
to break the spell
tılsımı bozmak
to breath heavily (fast)
çok hızlı solumak
to brighten / to lighten
aydınlatmak
to bring closer/ to move closer
yaklaştırmak
to bring down the cost / to keep down the cost / to reduce the cost
maliyet düşürmek
to bring down the cost / to keep down the cost / to reduce the cost
maliyet düşürmek
to bring s.o/sthg in /to make gain
kazandırmak
to broadcast
yayın yapmak
to broadcast live
canlı yayınlamak
to brood
kuluçkaya yatmak
to build / construct / erect
inşa etmek
to bully (k)
kabadayılık etmek
to burn
yanmak
to burn furiously
cayır cayır yanmak
to burn something
yakmak
to burp
geğirmek
to burst into laughter / to laugh out loud
kahkaha atmak
to burst out laughing
gülmekten çatlamak
to bury s.o. / dig in s.o. /to commit s.o. to the ground
gömmek
to bustle about / to cause to run
koşturmak
to buy
satın almak
to buy some extra time
fazladan zaman kazandırmak
to cackle
kesik kesik gülmek
to calculate
hesaplamak
to call (out)/ to shout
çağırmak
to call / search / seek / look for / to call (someone on the phone)
aramak
to camp
konaklamak
to cancel
iptal etmek
to care / to attach importance to / emphasize/ to pay attention to
önem vermek
to care / to consider important (u)
umursamak
to care a lot for X
X'in üstüne titremek
to care about / für wichtig halten / beachten
umursamak
to carry
taşımak
to carry loads
yük taşımak
To carry my yoke is easy, my burden is light.
Boyunduruğumu taşımak kolay, yüküm hafiftir.
to catch (ye) the train
trene yetişmek
to catch / catch up with / keep up with
yetişmek
to catch / get hold of / seize
yakalamak
to catch a breath (s)
soluklanmak
to catch a glimpse / den Blick streifen / to catch s.o.'s eye
gözüne ilişmek
to catch s.o. 's eye (x'yle...pl verb)
göz göze gelmek
to catch the last evening news
son akşam haberlerini yakalamak
to catch unguarded / to catch by surprise
gafil avlamak
to cause
neden olmak
to cause
sebep olmak
to cause a storm / to break loose a storm
fırtına koparmak
to cause s.o. to feel cold / to chill / to catch cold / to go crazy
üşütmek
to cause s.o. to worry a lot / to perturb s. o. strongly (much more than telaşlandırmak)
kaygılandırmak
to cause sb to cause sb to cause sb to make sb explain sth
açıklattırttırmak
to cause sb to cause sb to make sb explain sth
açıklattırtmak
to cause sb to make sb explain sth
açıklattırmak
to cause someone to do a thing
bir şeyi birine yaptırmak
to cause someone to x a thing (a)
bir şeyi birine x-tırmak
to cease / to be soothed / to pass into a calmer state (rain, snow, hail)
dinmek
to change
değiştirmek
to change channels
kanalı değiştirmek
to change the diapers
bezini değiştirmek
to characterize / to describe / to qualify / to specify (n)
nitelendirmek
to charge /to caution
tembihlemek
to charm / attract faszinate
cezbetmek
to check
kontrol etmek
to check (d)
denetlemek
to check if s.o. x-ed or not / to check whether s.o. x-ed or not
x -ip x -mediğini kontrol etmek
to cheer up / aufheitern
keyiflendirmek
to chew chewing gum
sakız çiğnemek
to choke s.o/ to strangle/ to suffocate s.o. / erwürgen
boğmak
to choose / opt / prefer / favour / give preference to (y)
yeğlemek
to choose / select
seçmek
to chop /cut to pieces (d)
doğramak
to chuckle
kısık sesle gülmek
to claim; to assert /allege
iddia etmek
to clarify /to bring in clarity (a.k.)
açıklık kazandırmak
to clash /conflict / be on conflict
çatışmak
to clean out /sweep away /mop up /clean away /slang: to gulp down /garbage down food
silip süpürmek
to clean the house
evi temizlemek
to clean up /array /spruce up
çeki düzen vermek
to clean, to make sth clean
temizlemek
to cleanse (r.g. from sin)
arındırmak
to cleanse (to render clean)
temiz kılmak
to clear / absolve /purge
temize çıkarmak
to clear one's throat
boğazını temizlemek
to clear up; to be okay; to be alright
düzelmek
to click (computer)
tıklamak
to click / tap
tıkırdatmak
to climb
tırmanmak
to climb / ascend / to go out/ to go with a specific purpose / to be off/ to date
çıkmak
to clink / clank (sword)
şakırdatmak
to close (get closed)
kapamak
to close / to be closed / to close down /to cicatrize
kapanmak
to close sth / to turn off
Kapatmak
to coil (up)/ to wind / to meander /to get wound around / to wander around without purpose
dolanmak
to collapse / cave in / sink / give way
çökmek
to collect / to put aside / accumulate / save
biriktirmek
to collect food
yiyecek biriktirmek
to collect sth / gather sth/ hoard (t)
toplamak
to combine /associate (b) / assemble
birleştirmek
to come
gelmek
to come back to life (from death)
dirilmek
to come back; to get back; to return
geri gelmek
to come in handy
kullanışlı olmak
to come one after the other
üst üste gelmek
to come to an end / to be exhausted / to run out / to be consumed
tükenmek
to come/go somewhere even though you hate it and you dont want to do it, but you know that you have to do it whether you like it or not
tıpış tıpış gelmek / gitmek
to communicate / correspond
haberleşmek
to communicate / pour out one's grief to each other / to have a heart-to-heart talk
(biriyle) dertleşmek
to complain
şikayet etmek
to complete /to finish (t)
tamamlamak
to completely ignore (b.b.g.)
büsbütün bilmezlikten gelmek
to completely refuse
bütünüyle reddetmek
to concentrate
konsantre olmak
to concern (to involve)
ilgilendirmek
to condem /sentence
çarptırmak
to confess / admit
itiraf etmek
to confirm / support (d)
doğrulamak
to confront / expose
yüzleştirmek
to confuse sb/ perplex / puzzle (a k)
aklını karıştırmak
to conquer (f)
fethetmek
to conquer / capture / seize / lay hands on
ele geçirmek
to consent / to approve
razı olmak
to consider
göz önünde bulundurmak
to consider (feel) oneself lucky
kendini şanslı hissetmek
to consider harmful /risky
sakınca görmek
to consider one´s own, to feel one´s own
benimsemek
to consider sth/sb important (ö)
önemsemek
to consist of / to be formed by
oluşmak
to console / comfort / cheer up / delude
avutmak
to continue (d)
devam etmek
to continue to say the same things
aynı şeyleri söyleyip durmak
to contort
çarpılmak
to contradict
çelişmek
to control /master onself
Kendine hâkim olmak
to convert
dönüştürmek
to cook / bake
pişirmek
to cool down / to become cold
soğumak
to cool off / to cool down
serinlemek
to cooperate (lit. give head to head)
Baş başa vermek
to cooperate / collaborate
Işbirliği yapmak
to copy
kopyalamak
to correct /improve
düzeltmek
to correspond by e-mail
e-posta ile haberleşmek
to corrupt
yezlaştırmak
to cost
mal olmak
to count
saymak
to count oneself lucky
kendini şanslı saymak
to cover
örtmek
to cover (k)
kaplamak
to crack / to die from overeating / exhaustion/ zerspringen / bersten
çatlamak
to crack a whip
kamçı şaklatmak
to crack one's skull
kafatası çatlamak
to crackle
çıtırdamak
to creak
gıcırdamak
to create
yaratmak
to create problems
sıkıntı yaratmak
to create/ form / constitute
oluşturmak
to criticize
eleştirmek
to cross one's arms
kollarını kavuşturmak
to cross one's arms
kollarını kavuşturmak
to cross; to exceed
aşmak
to crouch (down) / kauern
çömelmek
to crouch / shrink (usually more for objects /for persons rather çömelmek)
büzülmek
to crouch /duck /cringe (s)
sinmek
to crown all / worst of all
üstelik en kötüsü
to cry
ağlamak
to cry one's eyes out
hüngür hüngür ağlamak
to cry out to God
Tanrı'ya yakarmak
to cultivate
yetiştirmek
to curse (s)
sövmek
to curse a dative / swear
küfretmek
to cut
kesmek
to dance
dans etmek
to dare
cüret göstermek
to dare / to venture
cesaret etmek
to dash / to quickly run
hızla koşmak
to dazzle / bedazzle the eye
göz kamaştırmak
to deal with / to cope with
ile baş etmek
to deal; to do business
iş yapmak
to deceive /to lose
yitirmek
to decide
karar vermek
to decide / determine
kararlaştırmak
to decide on/ settle / opt pour un locative
karar kılmak
to decorate (d)
dekore edilmiş
To decorate (s) with gilded paint / mit Goldfarbe verzieren
yaldızlı boya ile süslemek
to decorate / adorn (b)
bezemek
to decoy away from
hile ile uzaklaştırmak
to decrease / reduce (intransitive)
azalmak
to decrease / reduce sthg
azaltmak
to deepen / darken / thicken
koyulaşmak
to defend
savunmak
to defend the rights of others
başkalarının haklarını savunmak
to delight /satisfy / make happy / charm
memnun etmek
to deliver / to hand over
teslim etmek
to demand a guarantee
garanti talep etmek
to demand money from someone
birinden para talep etmek
to demand revenge
intikam talep etmek
to deny (to deny something whether it is claimed that it is true, or not)
inkâr etmek
to deny something which is claimed that it is true
yalanlamak
to depend on
bağlı olmak
to derive
türemek
to describe (a quality nice /beautiful /newly constructed - not for giving directions !)
betimlemek
to describe (tf) (also for way directions - turn left, second to the right..)
tarif etmek
to describe (tv) (a quality nice /beautiful /newly constructed - not for giving directions !)
tasvir etmek
to desire
arzu etmek
to despise
hor görmek
to despise, to run sb down, to degrade /humilate
aşağılamak
to destroy (i)
imha etmek
to destroy / ruin /to mess up
mahvetmek
to destroy /extinguish
yok etmek
to determine /to name /to designate
tayin etmek
to devastate /to inflict damage on
hasar vermek
to develop / evolve / progress /take place
gelişmek
to develop at a ... rate
... oranında artmak
to develop something / improve / cultivate / advance / build up
geliştirmek
to deviate /detour / divert from /lead away from
sapmak
to die
ölmek
to die to know something / vor Neugierde platzen
meraktan çatlamak
to differentiate
ayırt etmek
to dig
kazmak
to dig a grave
mezar kazmak
to dig a trench
siper kazmak
to dillute / thin down / rarify
seyrelmek
to dirty, to make sth dirty
kirletmek
to disappear (y. g.)
Yitip gitmek
to disappear / to be lost / to get lost
kaybolmak
to disappear / vanish/ to fly off / fly away
uçup gitmek
to disassemble / to take apart/ to pull out / to take down / to disconnect
sökmek
to discharge / frei werden / sich entladen
boşalmak
to discipline /housebreak /teach manners / bändigen
terbiye etmek
to discourage / to argue out of an Ablativ/X-maktan
vazgeçirmek
to discuss / to argue
tartışmak
to disguise / to masquerade /sich verkleiden
kılık değiştirmek
to disgust / sicken/bore
bıktırmak
to dispute
tartışma yaşamak
to dissatisfy
memnun edememek
to distract /divert /ablenken
oyalamak
to distribute / hand out
dağıtmak
to distrust / suspect / fear / worry/ smell a rat/ be suspicious/ disbelieve
kuşkulanmak
to disturb / to break / to spoil /to disrupt
bozmak
to disturb / to offend
rahatsız etmek
to divide
bölmek
to do / make
etmek
to do a robbery
vurgun yapmak
to do as one pleases (negative)
keyfi bilmek
to do by halves /to make a half-assed-attempt /to fudge
yarım yamalak yapmak
to do dishes
bulaşıkları yıkamak
to do laundry
çamaşır yıkamak
to do one's part
üzerine düşeni yapmak
to do overtime
fazla mesai yapmak
to do prayer
namaz kılmak
to do shopping
alışveriş yapmak
to do something through gritted teeth
istemeye istemeye yapmak
to do the work right
işi düzgün yapmak
to dodge / avoid / slide over/ to pass off
geçiştirmek
to dominate / triumph over (b.g.)
baskın gelmek
to dominate / triumph over (b.ç.)
baskın çıkmak
to doodle (draw things absent mindedly)
dalgın dalgın şekiller çizmek
to doubt / suspect / be skeptical about
şüphe etmek
to drag / to sweep
sürüklemek
to draw
çizmek
to draw /tie (sport) / unentschieden spielen
berabere kalmak
to draw a cross
bir çarpı çizmek
to draw a picture
bir resim çizmek
to draw attention
dikkat çekmek
to draw attention
ilgi çekmek
To draw much attention / to stick out / hit one in the eye
göze batmak
to draw s. o.' s fury upon oneself
birinin gazabını üzerine çekmek
to dread / be intimidated / despair / verzagen /désespérer / to get frustrated (fed up and wanting to give up)
yılmak
to dream /imagine (h. k.)
hayal kurmak
to dress somebody / to robe
giydirmek
To drink
içmek
to drink to one's heart content/ to guzzle down
kana kana içmek
to drip / drop /trickle from an ablative
damlamak
to drive (s)
sürmek
to drive crazy / to make s.o. mad
delirtmek
to drive crazy /to run nuts
çıldırtmak
to drive s.o. nuts
sinir etmek
to drive s.o. nuts
sinir etmek
to drive too fast (s/k)
biraz hızlı sürmek - kullanmak
to drizzle
çiselemek
to drop / to lower / to download/ bring down / let down / dismount
indirmek
to drop to (e. g. on one's knees / to throw / to lower
düşürmek
to drop/drip sthg
damlatmak
to drown
suda boğulmak
to drum (with one's fingers)
(Parmaklarıyla) tempo tutmak
to dry oneself / to wipe oneself / to be dried
kurulanmak
to dwell in your tent
çadırında oturmak
to dye hair
saçları boyamak
to dynamize
dinamizm kazandırmak
to easily get broken
kolayca kırılmak
to eat
yemek
to eat like a pig / to tug in like a pig
domuz gibi tıkınmak
to economize / save
tasarruf etmek
to embarrass / to shame
utandırmak
to embitter a quarrel
bir kavgayı körüklemek
to embrace / hug (k)
Kucaklamak
to embrace nature
doğayla kucaklaşmak
to empty /to dump / to unload
boşaltmak
to empty /to dump / to unload
boşaltmak
to empty into something/ a place (e.g. a river)
yere dökülmek
to encamp
ordugah kurmak
to enclose /surround / encircle
çevrelemek
to encounter / experience persecution
zulme uğramak
to encounter; to face
yüzleşmek
to encourage to / incite / motivate
teşvik etmek
to end
bitmek
To end / expire / come to an end / discontinue
Sona ermek
to end /to finish something
bitirmek
to end up / to land in
boylamak
to endeavour/to struggle / make an effort
çabalamak
to engage in missionary activities
misyonerlik faaliyetlerinde bulunmak
to enjoy (z) an ablative
zevk almak
to enjoy / drink in / relish
tadını çıkarmak
to enjoy a good family life
iyi bir aile hayatının keyfini sürmek
to enjoy oneself / attend to one's pleasures (positive)
Keyifine bakmak
to enter / to get in / insert (g)
girmek
to enter a group of friends/ to be around new people
ortama girmek
to enter by mistake
yanlışlıkta girmek
to enter the countryside
kırlığa girmek
to enter the new year
yeni yıla girmek
to entertain
eğlendirmek
to entertain / welcome / receive / show hospitality
ağırlamak
to entitle / to put a name
isimlendirmek
to erect /straighten also to get stubborn
dikleşmek
to escalate
tırmandımak
to escape / run away
kaçmak
to escape with one's life
canlı kurtulmak
to establish a criminal organization
suç örgütü kurmak
to establish an open communication
açık iletişim kurmak
to establish; to discover; to conclude
saptamak
to esteem
değer vermek
to evaluate
değerlendirmek
to exaggerate
abartmak
to exalt / glorify / promote / aggrandise
yüceltmek
to examine
muayene etmek
to exercise
egzersiz yapmak
to exist
var olmak
to exist / to become available / to subsist
mevcut olmak
to expand the company
şirkete genişletmek
To expect / wait for
beklemek
to explain
açıklamak
to explain (i. e.)
izah etmek
to explain who he is
Kim olduğunu açıklamak
to explode /effervesce /bubble over
köpürmek
to exploit / take advantage off
-den istifade etmek
to explore mountain roads
dağ yollarını keşfetmek
to expose / exhibit / display
sergilemek
to expose /display (s)
gözler önüne sermek
to expose /exhibit /display (t)
teşhir etmek
to expose /reveal /betray (a secret)
ifşa etmek
to express an idea or opinion /to ponder over an idea (to make an idea walk through your mind)
fikir yürütmek
to express sth / to mention / to make a statement
ifade etmek
to extend
uzatmak
to extend /last until next week
gelecek haftaya sarkmak
to extend his/one's life
ömrünü uzatmak
to extinguish / to put out / to dampen
söndürmek
to fabricate
uydurmak
to facilitate / to simplify / to ease
kolaylaştırmak
to fade / wither / wilt
solmak
to fail a class / to fail an exam / sitzen bleiben
kalmak
to faint / to adore
bayılmak
to faint /to pass out
yere yığılmak
to fall
düşmek
to fall asleep
uyuyakalmak
to fall asleep (d)
uykuya dalmak
to fall flat to the ground
kapaklanmak
to fall for s.o.'s words / to be cheated by them into doing sthg / to let s.o. deceive you to do sthg stupid/to be seduced
birine uymak - birinin aklına uymak
to fall in love
aşık olmak
to fall like dew
çiy gibi düşmek
to fall on the ground (d)
yere düşmek
to fall to the ground /prostrate oneself /grovel
yere kapanmak
to fan / blow up / waken / instigate / embitter / "put oil into the fire"
körüklemek
to fan the flames (to make the fire bigger)
ateşi körüklemek
to fascinate / to cast a spell on
büyülemek
to fast
oruç tutmak
to fear / to be afraid of
korkmak
to feast /regale
ziyafet çekmek
to feed/ to satisfy
doyurmak
to feel (d) literary verb
duyumsamak
to feel / to sense
hissetmek
to feel cold / to be cold
üşümek
to feel fit
kendini zinde hissetmek
to feel love
Sevgi duymak
to feel pleasure
haz duymak
to feel pressure
baskıyı hissetmek
to feel sleepy
uykusu gelmek
To feel the wind breezing on her skin much more she closed her eyes
Teninde gezinen rüzgâr çok daha hissetmek için gözlerini kapadı.
to feel very stressed
çok stresli hissetmek
To fetch/ bring
Getirmek
to fight
kavga etmek
to fill / to get full /to clog / to swell
dolmak
to fill s.o. with pride
gururlandırmak
to fill up
fullemek
to fill with water / to moisten (eyes gözleri/ trees)
yaşarmak
To filter something/ to infiltrate/ to drain
süzmek
to find
bulmak
to find hiking trails
yürüyüş parkurlarını bulmak
to find odd /to find strange (y)
yadırgamak
to find strange
garipsemek
to fire (k)
kovmak
to fire / to dismiss from work / to discharge / to give the sack
işten atmak
to fit /match
uymak
to fit like a glove
tıpatıp uymak
to fit the car into a tight space (parking lot)
arabayı sıkışık bir yere yerleştirmek
to flap / ripple / undulate/ flattern / wogen / schlingern (Boot)
dalgalanmak
to flatten
düzleşmek
to flirt
flört etmek
to flow down the mountains
dağlardan aşağıya akmak
to flow in streams
dereler hâlinde akmak
to flow over /to bubble over / effervesce /gush
coşmak
to flower /bloom
çiçek açmak
to flush the toilet
tuvaletin sifonunu çekmek
to fly
uçmak
to fly at an arrow speed
bir ok hızıyla uçmak
to fly back and forth /hin und herfliegen
ileri geri uçmak
to focus
odaklamak
to focus (be focussed) on the main points
en önemli şeylere odaklanmak
to follow
takip etmek
to follow a hint
ipucu izlemek
to forage /delve into /pull to shreds/taking out and examinating every bit and piece
didiklemek
To forbid / ban /prohibit / interdict
yasaklamak
to forget
unutmak
to forgive
affetmek
to freak out /see red /blow up /flip one's handle
tepesi atmak
to freeze
donmak
to fry (in oil)
kızartmak
to fulfill / carry out / execute / complete
yerine getirmek
to fullfill a promise
sözü yerine getirmek
to function / to act as
işlevi görmek
to function properly
düzgün çalışmak
to fuse / melt / merge
kaynaşmak
to gallop
eşkin gitmek
to gallop (away)
dörtnala uzaklaşmak
to gamble
kumar oynamak
to gasp for breath
soluğu tutulmak
to gather / to come together / to assemble /to swarm together
toplanmak
to gather food in barns
ambarlara yiyecek biriktirmek
to gather mushrooms
mantar toplamak
to gawp / gawk /gaze
bön bön bakmak
to get accustomed to / to get trained to
alıştırılmak
to get deadly injuries / take fatal wounds
ölümcül yaralar almak
to get a bad reputation
adı çıkmak
to get a beating
dayak yemek
to get a new job
yeni bir işe girmek
to get a promotion
terfi almak
to get along (well)
iyi geçinmek
to get away from
bir şeyi birinden uzak tutmak
to get caught
yakalanmak
to get cheaper
ucuzlamak
to get crazy /to get mad
delirmek
to get crusted (eyes)
çapaklanmak
to get decompression sickness (diving /when getting upwards to quickly)
vurgun yemek
to get dirty, to become dirty
kirlenmek
to get done with / en finir avec
halledip kurtulmak
to get drowned by x (e.g. a sound)
X- menin içinde boğulup gitmek
to get drunk
sarhoş olmak
to get drunk as a skunk
zurna olmak
to get engaged
nişanlanmak
to get excited / to get thrilled
heyecanlanmak
to get fat
şişmanlamak
to get filled up to the brim with things /to get crowdy /to get clustered
ıkış tıkış bir hâl almak
to get fired / to get dismissed from work
işten atılmak
to get frustrated (angry)
sinirlenmek
to get grumpy / ill-tempered
huysuz olmak
to get heavy / to get harder / to get serious / to spoil (food)
ağırlaşmak
to get heavy with the smell of the Urgals
Urgalların kokusuyla ağırlaşmak
to get hungry / to be hungry / to feel hungry
acıkmak
to get ill
hastalanmak
to get in somebodies good graces / to get on the good side of someone /to get into someone's favour /to be into someone's good book
birinin gözüne girmek
to get in trouble
sıkıntıya sokmak
to get infected / be transmitted by / catch
bulaşmak
to get irrititated (g)
gıcık olmak
to get on a dativ (bus -train - horse - bicycle) from an ablativ (station- platform..)
binmek
to get on well with / to comply with / to consort / to agree with
bağdaşmak
to get one's share
payını almak
to get out alive somewhere
bir yerden canlı çıkmak
to get out of its burrow/den
ininden çıkmak
to get out of the hinges /aus den Angeln geraten
menteşelerinden çıkmak
to get out/to go out
dışarı çıkmak
to get over (btw a shock)
üzerinden atmak
to get over / to bypass / to survive
atlatmak
to get pregnant
hamile kalmak
to get ready
hazır hale gelmek
to get ready / to get prepared
hazırlanmak
to get really bored
gerçekten sıkılmak
to get revenge
intikam almak
to get rich / to become rich
zenginleşmek
to get rid of (to avoid) this thought
bu düşünceden kurtulmak için
to get rid of the braces / die Zahnspange loswerden
diş tellerinden kurtulmak
to get s.o. adopt a habit
alışkanlık kazandırmak
to get satiated /to get filled up to the brim
tıka basa doymak
to get shaved / to shave
tıraş olmak
to get someone's hackles on /to drive s.o. crazy /to give s.o. the pip
gıcık etmek
to get stranded / to get stuck
yolda kalmak
to get stranded/ stuck in the park
parkta yolda kalmak
to get strangled / choke /ersticken
boğulmak
to get up
kalkmak
to get used to
alışmak
to get used to getting up early
Erken kalkmaya alışmak
to get wet / to soak / dampen
ıslanmak
to get what one deserves / lit. to find one's punishement
cezasını bulmak
to get worse
daha da kötü bir hale gelmek
to giggle
kıkırdamak
to give
vermek
to give a lot of joy and health /to enliven /to revive/to refresh
cana can katmak
to give a point of view
bakış açısı kazandırmak
to give a promise
söz vermek
to give a speech / to lecture to a dat.
söylev çekmek
to give away / betray
ele vermek
to give birth
doğurmak
to give confidence / to reassure a dative
güven vermek
to give full satisfaction
tamamen memnun bırakmak
to give full satisfaction / to literally (in the strict sense) satisfy
tam anlamıyla memnun etmek
to give insight to
anlayış kazandırmak
to give pleasure / satisfaction / to gratify
memnuniyet vermek
to give prizes
ödül vermek
to give rein to (k) /to get carried away by
kaptırmak
to give up / to surrender
pes etmek
to give way to a dat.
yerini bırakmak
to glance /skim / cast an eye on
göz gezdirmek
to glitter / sparkle / twinkle/ scintillate
parıldamak
to glue / to fix / to stick / to paste sthg
yapıştırmak
to glue /stick/ adhere (intrans)
yapışmak
to gnaw
kemirmek
to go
gitmek
to go (out) shopping
alışverişe çıkmak
to go abroad
yurtdışına çıkmak
to go after these things
bu şeylerin peşinden gitmek
to go beserk / to freak out
çılgına dönmek
to go down/descend /land
(yere) inmek
to go for a run
koşuya çıkmak
to go for a walk
yürüyüşe çıkmak
to go home
eve gitmek
to go in for / to rank / to be situated / to enter
yer almak
to go into detail
detaya girmek
to go on on outing (around the city)
gezmeye çıkmak
to go out for dinner
akşam yemeğine çıkmak
to go out for lunch
öğle yemeğine çıkmak
to go skiing
kayağa gitmek
to go swimming
yüzmeye gitmek
to go the extra mile
biraz daha çabalamak
to go to bed
yatmak
to go to toilet
tuvalete gitmek
to go wrong /to backfire
ters gitmek
to go/get ahead/to pass to the front
öne geçmek
to google - or more common...
gugıllamak - google'lamak
to graduate from
mezun olmak
to grant
nasip etmek
to grant a delay
mühlet vermek
To grasp / understand / clutch / grip
kavramak
to grill
ızgara yapmak
to grin / smirk
sırıtmak
to grind / grit / gnash (teeth)
gıcırdatmak
to groan
ah etmek
to grow
büyümek
to grow by ... percent
yüzde ... büyümek
to grow impatient
sabırsızlanmak
to grow longer
uzamak
to grow old
kocamak
to grow old
yaşlanmak
to grudge / begrudge / withhold
esirgemek
to grumble 1. to mutter angrily to oneself, grumble in low tones. 2. (for a bear) to growl.
homurdanmak
to guess /estimate
tahmin etmek
to gurgle
çağlamak
to gush out from / spring from/ errupt / spurt (f) (not with much force /randomly /accidentally /splashing water with the hand/intransitive)
fışkırmak
to gush out from / spring from/ errupt / spurt (f) (not with much force /randomly /accidentally /splashing water with the hand/transitive)
fışkırtmak
to hammer /bang
küt küt vurmak
to handle / to be about /to deal with a subject
konu işlemek
to handle the situation
durumun icabına bakmak
to hang
asmak
to hang (on) / to be suspended
asılmak
to hang down / to dangle/ to drop (s) / hängen / bammeln/ to last - dauern (often in a negative sense)
sarkmak
to hang out (with)
-le takılmak
to hang out / to stick around / to jam in / to hook / to fit / to attach / to install / to insert
takılmak
to hang out with many people (to flow into the places/environments)
ortamlara akmak
to happen (to s.o.)
Başa gelmek
to harden / to grow dull
duygusuzlaşmak
to harm / do harm (z. d.)
zararı dokunmak
to harness
koşmak
to harvest /reap (h)
hasat etmek
to hate (+ abl) n.e. (most common term)
Nefret etmek
to hate (n.d.)
nefret duymak
to hate (slang) (g)
gıcık almak
to haunt / to impost oneself / to pester
musallat olmak
to have a chance ...
... ihtimali olmak
to have a dream /a fancy
düş görmek
to have a frog in one's throat
boğazında gıcık olmak
to have a red carpet spread out in front of s.o.
önüne kırmızı halı serilmek
to have a soft spot for s.o.
birine (karşı) zaafı olmak
to have a talk with / confer / discuss / reason / argue /powwow
görüşmek
to have basic knowledge about a subject
bir konu hakkındaki temel bilgilere sahip olmak
to have breakfast
kahvaltı yapmak
to have difficulty to x
x-mekte güçlük çekmek
to have difficulty to x (z)
x-mekte zorluk çekmek
to have difficulty to x (z)
x-mekte zorlanmak
to have dinner
akşam yemeği yemek
to have it said
dedirtmek
to have it's source in/ to root in / to be derived from / to originate
kaynaklanmak
to have no objection
itirazı olmamak
to have one's head in the clouds
sürekli düş kurmak
to have one's luck run out (it no longer smiles to your face)
artık şans yüzüne gülmemek
to have one's share (n.a.)
nasibini almak
to have something signed (double causative to increase interest of speech)
imzalattırmak
to have the authorization to perform a marriage ceremonial
nikâh kıyma yetkisine sahip olmak
to have the stomach getting scratched / 'damaged' by hunger = to be hungry / to feel like eating
Midesi kazınmak
to head back home
Eve (doğru) yönelmek
to head for / to steer towards / sich wenden / to turn towards / to direct oneself towards + Dat
yönelmek
to head towards a crisis
bir krize yönelmek
to heal
iyileştirmek
to hear
duymak
to hear / vernehmen
işitmek
to hear from ...
...-den haber almak
to heat up / to warm up
ısıtmak
to help
yardım etmek
to hesitate
tereddüt etmek
to hesitate to visit /to avoid going to
uğramaktan çekinmek
to hide oneself / to be concealed / to disguise / to be kept secret / to take cover
gizlenmek
to hide oneself / to take cover (s)
saklanmak
to hide something (s)
saklamak
to hide sthg (g)
gizlemek
to hinder / prevent
engel olmak
to hint / to imply
ima etmek
to hire / rent
kiralamak
to his back
sırtına
to his neck
boynuna
to hiss
tıslamak
to hit /strike (v) / one strike + dative / kick the ball
vurmak
to hobble /limp / hinken / humpeln (a )
aksamak
To hold /grip/ keep / take
tutmak
to hold one's breath
soluğunu tutmak
to hold together
bir arada tutmak
to hold/ hesitate /hobble
duraksamak
to hold/ support/ lean on (d)
dayamak
to hold/stand one's ground
davasından vazgeçmemek
to honour
teşrif etmek
to honour s.o. / to treat to/ to offer
ikram etmek
to hope / to expect
ummak
to hope in a dat.
umut bağlamak
to howl
ulumak
to howl /roar
uğuldamak
to hug / cuddle / clasp / cling
sarılmak
to hug / embrace (k)
kucaklaşmak
to hum / to be buzzing with activity (v.v.ç. / v.v.i)
vızır vızır çalışmak - vızır vızır işlemek
to hunt for prey (a)
av aramak
to hurt (to be painful); to pity
acımak
to hurt s.o.
incitmek
to hurt someone/something
yaralamak
to ice over / to frost over
buzlanmak
to ice skate
paten kaymak
to identify
tespit etmek
to identify (someone) (s)
kimliğini saptamak
to identify / define (math/ chemistry/NOT: in criminology)
tanımlamak
to identify who he is
kim olduğunu saptamak
to identify whose it is
kimin olduğunu saptamak
to idle / to hang around / to potter / to linger
oyalanmak
to ignite / fire /set off / let fly
ateşlemek
to ignore
göz ardı etmek
to ignore (b )
bilmezlikten gelmek
to ignore/ to pretend not to see / to turn a blind eye on
görmezden gelmek
to imagine / daydream/ phantasieren / sich ausmalen / to picture
hayal etmek
to imitate
taklit etmek
to immunize
bağısıklık kazandırmak
to imprison / to hold captive
tutsak etmek
to improve oneself (morals/ skills)
kendini geliştirmek
to improvize
doğaçlama yapmak
to include / to cover / to contain
kapsamak
to increase
artmak
to increase something
artırmak
to increase the cost
maliyet artırmak
to increase the pressure on someone
birinin üzerindeki baskıyı artırmak
to increase the tension / to escalate the tension
gerilimi tırmandırmak
to increase your creativity
yaratıcılığını artırmak
to indicate (in traffic)
sinyal vermek
to infect / spread infection / transmit infection
bulaştırmak
to infiltrate / leak / to seep/ drain (ı) (e.g. water/ light/ a secret)
sızmak
to inflame the crisis / to escalate the crisis
krizi tırmandırmak
to inform / instruct
bilgilendirmek
to ingurgitate / tuck in / stuff oneself
tıkınmak
to injure / to bruise
zedelemek
to insist
ısrar etmek
to intend
niyeti olmak
to intend / mean /imply
kastetmek
to intend / to aim at / to target + acc
amaçlamak
to intermingle
birbirine karışmak
to internalize
özümsemek
to interprete/ explain
yorumlamak
to interrupt
sözünü kesmek
to intervene in /to enter a conversation / se mêler à une conversation
söze karışmak
to introduce a new word into a language
bir dile kelime kazandırmak
to invent (i)
icat etmek
to investigate / search research/ explore/ survey / study
araştırmak
to involve sb in sth (affair)/ drag sb into sth (discussion /dispute)
birini bir şeye karıştırmak
to involve; to require
gerektirmek
to iron / bügeln (ü)
ütü yapmak
to isolate
mahsur bırakmak
to itch /jucken colloquial : to provoke s. o.
kaşınmak
to jam (in) / tighten / squeeze (s)
sıkışmak
to jam / to be clamped in place / (for one´s hands) to be firmly clasped together /(for one´s jaws) to be locked.
kenetlenmek
to join /participate / chip in
iştirak etmek
to join the story
hikayeye katılmak
to joke around with one another /to fool around with
şakalaşmak
to judge (y)
yargılamak
to juggle / jonglieren
Hokkabazlık yapmak
to juggle with coloured balls
renkli toplarla hokkabazlık yapmak
to jump (over)
atlamak
to jump / splash / leap / bounce (once)
sıçramak
to jump at something /to fling oneself at something / to dive headfirst into something (d/a)
balıklama dalmak - balıklama atlamak
to jump at the opportunity
firsata balıklama atlamak
to jump from (the top of) the horse
atın üstünden atlamak
to jump on a trampolin
trambolinde zıplamak
to jump onto X
X’e atlamak
to jump to one's feet
ayağa fırlamak
to keep a promise
sözünü tutmak
to keep an eye on sthg /to protect sthg
göz kulak olmak
to keep at s.o. (for doing sthg)
birine sürekli bir şeyi yapması için dırdır etmek
to keep awake
ayık tutmak
to keep away from / to keep out of / to get away from + Abl
uzak tutmak
to keep fit
zinde tutmak
to keep hanging
asılı durmak
to keep one's balance
dengesini korumak
to keep one's eyes on the prize
sonuca odaklanmak
to keep out of harm's way
birini kötülüklerden uzak tutmak
to keep s.o. in ignorance
cahil bırakmak
to keep secret / to cover up / verheimlichen / vertuscheln
örtbas etmek
to keep the change
üstü kalmak
to keep the flame(fire) alive in our hearts
kalplerimizde ateşi canlı tutmak
to keep warm
sıcak tutmak
to keep X-ing / to do something continuously/again and again
X-ip durmak
to kick
tekmelemek
to kick (s. o.) senseless
bilinci kaybolana kadar tekmelemek
to kick /give a kick
tekme atmak
to kick against smthg
bir şeyi tekmelemek
to kick s.o.'s ass. / jem. in den Hintern treten
kıçını tekmelemek
to kid (slang)
dalga geçmek
to kill
öldürmek
to kindly request
nazikçe talep etmek
to kneel
diz çökmek
to knock one's head against a brick wall / get blood out of a stone (lit. to cause the camel to jump over/ to bypass the ditch.)
deveye hendek atlatmak
to know
bilmek
to know/learn from a reliable source
güvenilir bir kaynaktan öğrenmek
to lament / beat one's chest
dövünmek
to land (on the ground)
yere inmek
to laugh
gülmek
to laugh out loud
kahkahayla gülmek
to lay an egg
yumurtlamak
to lead a life of crime
suç hayatı sürmek
to leak out (secret information )
ifşa olunmak
to lean against a dative / to rest against a dative
yaslanmak
to lean back
kaykılmak
to lean forward /to stoop /to duck down
öne doğru eğilmek
to leap for joy
sevinçten zıplamak
to leave (behind) / to stop / to quit
bırakmak
to leave / to abandon (t)
Terk etmek
to leave behind / to outdistance
geride bırakmak
to leave for good /für immer weggehen
bütün bütün gitmek
to leave one's mark on /to mark /to label /to stigmatize
damgasını vurmak
to leave s.o. / sthg
başından ayrılmak
to leave the shop
mağazayı terk etmek
to leave; to depart; to break up
ayrılmak
to lecture / give a speech
bir nutuk atmak
to legitimize
meşruluk kazandırmak
to lend / loan
ödünç vermek
to let out a bellow / to break out into a bellow
bir böğürtü koparmak
to let s.o. sleep / to put s.o. to sleep / to anesthesize / hypnotize
uyutmak
to let someone get bullied by others
Birini ezdirmek
to let sth prey on ones mind / to trouble / occupy oneself with (a worrying problem)
dert etmek
to let the chance slip by
fırsatı yitirmek
to lick
yalamak
to lick boots /to bow and scrape
yaltaklanmak
to lie (in bed)
uzanmak
to lie / to tell a lie
yalan söylemek
to lift up/ to erect / to raise
kaldırmak
to lift weights
ağırlık kaldırmak
to light a fire
bir ateş yakmak
to lighten up / to brighten / to become enlighted
aydınlanmak
to like
beğenmek
to like (+abl)
hoşlanmak
to like to do
yapmayı sevmek
to limp / hobble (t)
topallamak
to line up /array
sıralamak
to listen (d)
dinlemek
to listen live
canlı dinlemek
to live
yaşamak
to live a simple life
sade bir hayat yaşamak
to live by begging (to be in need for a slice of bread)
bir dilim ekmeğe muhtaç olmak
to live from hand to mouth / to make both ends meet / to earn a bare living
kıt kanaat geçinmek
to live through lively times (days)
hareketli günler yaşamak
to load
yüklemek
to locate (s)
yerini saptamak
to locate someone by following s.o.'s hints / to trace
bazı ipuçlarını izleyerek birinin yerini saptamak
to lock up / detain / einsperren
hapsetmek
to long for x ( more common expression)
x'in özlemini duymak
to long for x (less common expression)
x'e özlem duymak
to look
bakmak
to look after / to mastermind /manage / run a business / keep the homefires burning
çekip çevirmek
to look around / to look about
bakınmak
to look at s.o. with misty eyes
birine sisli gözlerle bakmak
to look at something in detail
süzmek
to look back on one's accomplishments with satisfaction
geriye dönüp baktığında başarılarından memnun olmak
to look brave
cesur görünmek
to look carefully at / to stare / to scrutinize / to set (beedy) eyes on
dikkatle bakmak
to look for exceptions
kuraldışılıkları aramak
to look forward to ... (lit. to wait for impatiently)
... -i sabırsızlıkla beklemek
to look in every nook and corner /to comb through with a fine comb /to ramble through
didik didik etmek
to look nice
güzel görünmek
to look on Internet
internetten bakmak
to look/appear cheerful
neşeli görünmek
to loosen up
gevşetmek
to lose (leaves/needles) / to pour /dump /effuse /diffuse
dökmek
to lose (to not find)
kaybetmek
to lose (to stop having)
kaçırmak
to lose consciousness
bilincini yitirmek
to lose control
kontrolü kaybetmek
to lose face / to become disreputable
rezil rüsva olmak
to lose hope
umudunu yitirmek
to lose it's value
değerini yitirmek
to lose its charm
cazibesini yitirmek
to lose its meaning
anlamını yitirmek
to lose one's balance
dengesini yitirmek
to lose one's case (law suit)
davasını kaybetmek
to lose one's clear mind
akıl sağlığını yitirmek
to lose one's faith /confidence
inancını yitirmek
to lose one's influence
etkisini yitirmek
to lose one's life
yaşamını yitirmek
to lose one's memory
belleğini yitirmek
to lose one's passion(h)
hevesini yitirmek
to lose one's patience
sabrı taşmak
to lose one's patience with s.o.
birine olan sabrını yitirmek
to lose sight of
gözden uzak tutmak
to lose weight
kilo vermek
to love
sevmek
to love one's privacy
mahremiyetini sevmek
to lower (a)
alçaltmak
to lower / to descend (intransitive)
alçalmak
to lower the costs
maliyet azaltmak
to madly love / to adore / to be infatuated with
delicesine sevmek
to maintain / save / keep / protect
korumak
To maintain /sustain / keep up / carry on
sürdürmek
to maintain /to service
bakımını yapmak
to make
yapmak
to make (chewing gum) bubbles explode
(sakız) balon patlatmak
to make ... angry
kızdırmak
to make ... nervous
endişelendirmek
to make /cause a difference
fark ettirmek
to make a barbecue
mangal yapmak
to make a deal / to make an agreement
bir anlaşma yapmak
to make a decision to change
değişime karar vermek
to make a living from / to live from / to get along with a gen+la
geçinmek
to make a mistake
hata yapmak
to make a pounce /jump/ move
Bir hamle yapmak
to make a proposal (marriage)
evlilik teklif etmek
to make a tremendous effort
çok çabalamak
to make a wish
dilek tutmak
to make a wrong move
yanlış bir hamle yapmak
to make addicted
bağımlı hale getirmek
to make an effort
emek vermek
to make an effort (s)
çaba sarf etmek
to make an offer / to offer
teklif etmek
to make contact
İrtibat kurmak
to make dissimilar / to differentiate / to diversify
farklılaştırmak
to make do / content oneself/manage
idare etmek
to make efforts in vain / to beat one's head against the wall / to run one's head against a brick wall
boş yere çabalamak
to make friends
arkadaş edinmek
to make fun of an acc / to laugh about an acc/ sich lustig über /jem. auslachen
alay etmek
to make no noise / sound / mucksmäuschenstill sein
çıt çıkarmamak
To make oneself get noticed / to attract attention
kendini fark ettirmek
to make organized human trafficking
Örgütlü olarak göçmen kaçakçılığı yapmak
to make people dependent on the product sold
insanı satılan ürüne bağımlı hale getirmek
to make point of / to fuss / to take pains to /to take care to
özen göstermek
to make s. o. drowsy
mayıştırmak
to make sense
anlam ifade etmek
to make sense of /to catch the meaning /to interprete
anlamlandırmak
to make somebody explain something
açıklatmak
to make someone feel
hissettirmek
to make someone miss /to make someobe long for
özletmek
to make something bleed
kanatmak
to make something valuable
bir şeye değer kazandırmak
to make sth flap /to cause (water) to break into waves/to cause (sth) to undulate; to cause (sth) to wave/sway (as in a wind)/ripple
dalgalandırmak
to make strong / to strengthen
güçlendirmek
to make sure
emin olmak
to make the most spectacular show of your life / to put on the performance of a life time
hayatının en muhteşem gösterisini yapmak
to make things worse (lit. To take out the eye when saying 'let me do the eyebrow' )
kaş yapayım derken göz çıkarmak
to make up
barışmak
to make your life beautiful
hayatınızı güzelleştirmek
to make/have someone sign something /ı,a/ to have (someone) sign (something); to get (someone) to sign (something); to have (someone) autograph (something); to have (someone) endorse (a check); to get (someone) to endorse (a check).
imzalatmak
to manage / to get something done (careful- not use with human direct object)
becermek
to manhandle /jostle /push and shove/ push around /rough handle
itip kakmak
to manifacture / produce / fabricate
imal etmek
to marry
evlenmek
to marry
evlilik yapmak
to match / pair
eşlemek
to match / to marry off
evlendirmek
to match-make
çöpçatanlık yapmak
to me (dat)
bana
to mean / to intend
demek istemek
to meet / to introduce (t)
tanışmak
to meet /come across /fall upon
rastlamak
to meet /receive / welcome
karşılamak
to meet s.o.
buluşmak
to meet the conditions
koşulları sağlamak
to meet the requirements for graduation
mezun olması için gereken şartları karşılamak için
to mend / repair / restore
onarmak
to mess up sthg / to make a mess of / to screw up / to muck up /to make a pig's ear out of
eline yüzüne bulaştırmak
to mesure
ölçmek
to miss (to feel sad)
özlemek
to miss / be off target
ıskalamak
to mix /blend / merge
karışmak
to mix sth /stir sth / liquidize (in a blender)
karıştırmak
to mix sth together with sth
bir şeyi bir şeyle karıştırmak
to mix the cards
oyun kartları karmak
to mix up sth / mistake / confuse /
karıştırmak
to moan
inlemek
to moan / complain / whine
sızlanmak
to mock about s. o. /sthg. /to make s. o. /sthg a laughing matter
birini /bir şeyi dalga konusu yapmak
to mount /to build 7 to fictionalize
kurgulamak
to mourn / lament / wail
ağıt yakmak
to move (from somewhere)
taşınmak
to move /stir something
kıpırdatmak
to move very fast
çok hızlı hareket etmek
To move/ act
hareket etmek
to mow / to reap
biçmek
to multiply (fig. )
çoğalmak
to multiply (×)
çarpmak
to mumble
gevelemek
to mumble
gevelemek
to murder /slaughter (k)
katledilmek
to murmur / mutter
mırıldanmak
to nag at s.o. (for sthg) / to pester /keep on someone (about something)/to badger someone to death / plague somebody's life out
başının etini yemek
to nail
çivilemek
to narrow / constrict / bother
daraltmak
to nearly x / faillir de x-er
x-eyazmak
to need a dictionary
sözlüğe ihtiyaç duymak
to need like a hole in the head
hiçbir şekilde ihtiyaç duymamak
to neglect
ihmal etmek
to neutralise / counteract / desactivate / cancel
etkisiz hale getirmek
to never omit / to always have
eksik etmemek
to never take more than one's right
hiçbir zaman hakkından fazlasını almamak
To nick/sneak /walk away with /make away with
yürütmek
to not appeal
çekicilik arz etmemek
to not be able to get over the shock
şoku üzerinden atamamak
to not believe one's eyes / to be rooted to the spot
şaşkınlıktan donakalmak
to not explain
açıklamamak
to not explain who he is /was
Kim olduğunu açıklamamak
to not give an inch to /to fail to
yanaşmamak
to not have the intention to X
X-maya niyetli değil
To notice / to make a difference
Fark etmek
to obey a comnand /to comply to a command
komuta uymak
to object /contest /protest
itiraz etmek
to obtain
elde edilmek
to obtain / acquire
edinmek
to offer / proffer / introduce / present
sunmak
to offer an unforgettable experience
unutulmayacak bir deneyim sunmak
to offer praises
övgüler sunmak
to offer wine
şarap ikram etmek
To open (one's ) wings
kanat açmak
to open / to turn on/up
açmak
To open that door you need to give it (li. you'll give it) a good kick.
Kapıyı açmak için, güzel bir tekme atacaksın.
to oppress / ho overwhelm / to weigh down / stupefy
bunaltmak
to order / bestellen
sipariş vermek
to organize illegal transition
yasa dışı geçişi organize etmek
to outdistance
daha hızlı gitmek
to overcome / beat / overwhelm
alt etmek
to overcome the difficulties / to surmount the difficulties / to resolve the problems
sorunları atlatmak
to overdo
fazla özen göstermek
to overturn
devrilmek
to owe / to have debt
borcu olmak
to paint (a wall) + Dat. in ... colour (e.g. yeşilE)
boyamak
to paint a picture
resim yapmak
to park
park etmek
to pass
geçmek
to pass / spend / undergo
geçirmek
to pass away / decease (v)
vefat etmek
to pass something (food) around
bir şeyi (herkese) ikram etmek
to pass the most difficult part of something
birşeyin en sıkıntılı kısmını atlatmak
to pay
ödemek
to pay attention
dikkat vermek
to pay attention
dikkatini vermek
to pay attention/ mind/ heed/ take heed of/ bother about/ care
aldırmak
to pay back
iade etmek
to pay sth off/ to pay and get rid of debt
ödeyip kurtulmak
to penetrate /to work (its way into) /perpetrade / operate / process /indwell /travel
işlemek
to perceive /wahrnehmen
algılamak
to perforate
delik deşik etmek
to persecute / bully / tyrannise
zulmetmek
to persist / to be obstinate
inat etmek
to petrify
aklını başından almak
to pick (birds) / picken
gagalamak
to pick one's nose
burun karıştırmak
to pick out /sort out /pluck /extract
ayıklamak
to pierce /penetrate /transfix (d g)
delip geçmek
to pierce through
Deşmek
to pile something up
yığmak
to pinch
çimdiklemek
to pinch / jam in / shut in (k) / einquetschen
kıstırmak
to pinpoint the ennemy ('s location)
düşmanın yerini saptamak
to pity and lower expectations /make it easier for someone /relent (eg. a boss towards his employee)
insafa gelmek
to plan to give a kick /to intend to kick
tekme atmayı planlamak
to play
oynamak
to play a game
oyun oynamak
to play a trick / to deceive / to manoeuver / to manipulate / to play dirty
hile yapmak
to play along (cooperate)
Işbirliği etmek
to play guitar
gitar çalmak
to play hide and seek
saklambaç oynamak
to play music
çalmak
to play tag
kovalamaca oynamak
to play with / to finger / to handle / to touch
ellemek
to plead / flehen
Yalvarmak
to please everyone
herkesi memnun etmek
to plunder / to loot (y)
yağmalamak
to point out / indicate
işaret etmek
to point out / to specify / to note / to mention
belirtmek
to poison
zehirlemek
to polish / shine / brighten / make glitter
parlatmak
to ponder / to puzzle one's brains/ to wear one's head / to think hard / to chew
kafa yormak
to pop out / to burst into scene
ansızın ortaya çıkıvermek
to pop up /to turn up / to show up /to happen to
çıkagelmek
to position / to situate / to locate
konumlanmak
to possess / to dominate / to master / to control / to rule over
hâkim olmak
to post (on social media) (i)
ileti bırakmak
to post / to send
yollamak
to pour out of/ to come out of / to spill
dökülmek
to praise
övmek
to predetermine /to predestine
önceden tayin etmek
to predict
öngörmek
to preen /get oneself into shape /make oneself presentable /get one's act together/to adapt /sich zurechtmachen
kendine çeki düzen vermek
to prefer
tercih etmek
to prefer expert advice
uzman danışmanlıklar tercih etmek
to prefere one thing over another
bir şeyi başka bir şeye yeğlemek
to prepare / to make ready
hazırlamak
to prepare the table / lay out the table cloth
sofrayı hazırlamak
to present / make a presentation
sunum yapmak
to press / make pressure / squeeze / bear against
baskı yapmak
to press together /to tighten /to squeeze / to hold tight zusammenbeißen
sıkmak
to presume /assume /suppose /imagine
farz etmek
to pretedetermine
önceden saptamak
to prevent /avoid
önlemek
to prickle /to tickle
karıncalanmak
to proclaim/ announce / advertise
duyurmak
to prod
dürtmek
to prod (continously)
dürtüklemek
to produce
üretmek
to produce / bring forth / yield
ürün vermek
to produce / bring forth / yield hundredfold
yüz kat ürün vermek
to profit / benefit / utilize / take advantage of / make use of / exploit
yararlanmak
to promise (v)
vaat etmek
to promote
terfi ettirmek
to pronounce / utter
telaffuz etmek
to prophesy / to inform in advance
olacakları önceden bildirmek
to protect from the fog
sisten korumak
to prove (i)
ispatlamak
to prove (i)
ispat etmek
to prove (k)
kanıtlamak
to prove right / to justify /to legitimize
haklı çıkarmak
to provide experience
deneyim kazandırmak
to provide for
geçindirmek
to provoke / agitate / incite / excite
kışkırtmak
to provoke its nestlings to fly
yavrularını uçmaya kışkırtmak
to provoke to fly
uçmaya kışkırtmak
to prowl /lurk /sneak
sinsi sinsi dolaşmak
to publish
yayımlamak
to puff up / to blow up / cause to swell
kabartmak
to pull (at both hands)/ to tug / ( to backbite /criticize maliciously)
çekiştirmek
to pull / draw / tow /haul / attract / absorb
çekmek
to pull oneself together / sich fassen / sich aufrappeln
toparlanmak
to pull up
yukarı çekiştirmek
to punch / thump
yumruklamak
to punch / thump (lit to throw a fist)
yumruk atmak
to punish
cezalandırmak
to purchase / chase / go after (p g)
peşinden gitmek
to purchase / chase / go after (p.o.)
peşinde olmak
to purify (a) (chemically )
arıtmak
to pursue / chase / give chase / run after
kovalamak
to put
koymak
to put age on s.o.
yaşlandırmak
to put forth / to produce
ortaya koymak
to put it another way
bir de şu şeklide ifade edersem
to put it kindly (k/n)
en kibar - nazik ifadeyle
to put on / settle / perch
konmak
to put on paper / to write down / to transcribe / to redact
yazıya dökmek
to put s.o. to bed
yatırmak
to put something into something
sokmak
to put the effort / to try hard
çaba göstermek
to put to sleep
bayıltmak
to quarrel / bicker
çekişmek
to quarrel /bicker /squabble
didişmek
to quickly /suddenly realize/ grasp
kavrayıvermek
to quickly stand/get up
hızla ayağa kalkmak
to quickly x
x-ivermek
to quit smoking
sigara içmeyi bırakmak
to quit x-ing
x-meyi bırakmak
to rage / rave / go mad / boil over / get furious
kudurmak
to raid
baskın yapmak
to rain
Yağmur yağmak
to rain / pour / fall
yağmak
to rain cats and dogs
gök delinmek
to raise / increase something
yükseltmek
to raise a child
çocuk yetiştirmek
to raise awareness /consciousness
bilinç kazandırmak
to raise concern about
bir şey hakkındaki endişeleri dile getirmek
to rasp (voice)
törpülemek
to rattle /clatter (e. g. teeth)
takırdamak
to raze / shave completely /to take a tattoo off
kazıtmak
to reach (e)
erişmek
to reach / attain / achieve (e)
ermek
to reach / come to an end
sona ermek
to reach / get to / attain / arrive
varmak
to reach a compromise
orta yol bulmak
to reach a final judgement /to reach a final conclusion
kesin yargıya varmak
to reach a judgement / pass judgement on
yargıya varmak
to reach/ arrive (u)
ulaşmak
to react
Tepki vermek
to read
okumak
to read books on mobile devices
mobil cihazlarda kitap okumak
to really jnderstand sthg/to grasp sthg (o)
oturmak
to REbound / hop / skip (keep bouncing)
sekmek
to receive a nasty blow
acı bir darbe yemek
to receive a wedding proposal
evlilik teklif almak
to receive e-mails
e-posta almak
to recite
ezbere okumak
to recite/do the prayer call
ezan okumak
to recoil / to get startled
irkilmek
to recover
iyileşmek
to recover from shock
şoku atlatmak
to recover quickly / to overcome quickly (ç)
çabuk atlatmak
to reduce
indirgemek
to reduce the number of competitors on the way to power
iktidar yolundaki rakiplerin sayısını azaltmak
to refer to /to touch (upon) / to speak about /to deal with
değinmek
to reflect
yansıtmak
to refresh / renew / freshen up (replenish drinks / strength)
tazelemek
to refund
iade yapmak
to regret to have ever said
dediğine diyeceğine pişman olmak
to regret to have ever x-ed
x-diğine x-eceğine pişman olmak
to regularize
devamlılık kazandırmak
to reign /to possess /to have control over /to dominate
egemen olmak
to reintegrate s.o. into society
birisini topluma kazandırmak
to release / discharge / deliver
serbest bırakmak
to remain imprisoned
tutsak kalmak
to remain sober
ayık kalmak
to remember
hatırlamak
to remember /to commemorate / to mention / gedenken
anmak
to remind again and again/continuously
hatırlatıp durmak
to remind oneself
kendine hatırlatmak
to remind s.o. (Dat)
hatırlatmak
to remove /to emit / issue / extract /ausziehen
çıkarmak
to rename
yeniden isimlendirmek
to render (h.g.)
hale getirmek
to render (make/transform)
kılmak
to render impossible / to make impossible
imkânsız kılmak
to renew the contract
kontratı yenilemek
to renovate / reintegrate
restore etmek
to repair
tamir etmek
to repatriate
ülkesine iade etmek
to repeat
tekrarlamak
to report
bildirmek
to represent
temsil etmek
to request /ask /desire / beg
rica etmek
to request a lawyer
avukat talep etmek
to request an autopsy
otopsi talep etmek
to require
icap ettirmek
to require attention
ilgiye muhtaç olmak
to rescue / recover
kurtarmak
to reserve / to book
ayırtmak
to respect (h)
hürmet etmek
to respect /to esteem a dat.
saygı duymak
To ressemble /look like /remind of
benzemek
to ressort to
tevessül etmek
to rest / relax
dinlenmek
to restore / to make regain /to bring together
kavuşturmak
to restore clarity / to get straight
açıklığı kavuşturmak
to restore something to its owner
bir şeyi sahibine iade etmek
to retire
emekli olmak
to retrieve / reunite / meet / regain
kavuşmak
to return (something)
geri vermek
to reveal
ortaya çıkarmak
to reveal
açığa vurmak
to reveal / to bring to the open (ç)
açığa çıkarmak
to reveal oneself
kendini ele vermek
to revenge /avenge
öcünü almak
to revive
canlandırmak
to revive/ revitalize / to make lively
canlılık kazandırmak
to revolt against / to rebel
isyan etmek
to ride a bike (s)
bisiklet sürmek
to rig /fraud /cheat
hile karıştırmak
to rise / increase
yükselmek
to rise in price / to get more expensive
zam gelmek
to risk /dare / der Gefahr ins Auge sehen
göze almak
to roar / thunder
gürlemek
to roast / parch / bake / parboil - meat
kavurmak
to rob (e.g. bank)
Soymak
to roll over / to around in (dog/horse) intransitiv
yuvarlanmak
to roll sthg (transitiv)
yuvarlamak
To rot / decay / go bad (ç)
Çürümek
to rot / to go bad (k) / childish expression
kokuşmak
to rotate
dönüşümlü olmak
to row against the tide
güçlüklere karşı çabalamak
to rubb (against each other)
ovuşturmak
to rubb (over)/ massage
ovalamak
to ruin /devastate / ravage / make havoc of (h)
harap etmek
to rule over
hükmetmek
to run
koşmak
to run / manage / maintaian a household
evi çekip çevirmek
to run / race / rush (s)
seğirtmek
to run a coffee shop
kafe işletmek
to run a red light / to jump a red light / bei rot durchfahren
kırmızı ışıkta geçmek
to run around like crazy
deli gibi koşturmak
to run fast
hızlı koşmak
to sail
yelken açmak
to salt
tuzlamak
to satisfy / eliminate / supply for
gidermek
to say
demek
to say / speak / tell
söylemek
to say goodbye / to take one's leave
veda etmek
to scan /sweep /comb
taramak
to scare
ürkütmek
to scare / intimidate
korkutmak
to scatter / spill (s)
saçmak
to scatter / to run in different directions / auseinanderlaufen
kaçışmak
to scold
azarlamak
to score
sayı yapmak
to scowl /frown / knit one's brows
kaşlarını çatmak
to scratch (damaging the surface / to see what is underneath)
kazımak
to scratch (the body)
kaşımak
to scream / yell (h) monolog
haykırmak
to scream for ice cream
çığlık çığlığa dondurma istemek
to scrubb one's eyes
gözlerini ovmak
to scrubb the bathtop
banyo küveti ovmak
to scrubb with a brush
fırça ile ovmak
to sculpture /chisel
yontmak
to search for a house for rent
kiralık ev aramak
to secrete / excrete
salgılamak
to secretly rejoice
için için sevinmek
to see
görmek
to see the world through rose coloured glasses
dünyayı tozpembe görmek
to see through rose coloured glasses
tozpembe görmek
to see to / to manage / to take care of
icabına bakmak
to see whether there was any danger
tehlike olup olmadığını görmek
to seem / to appear / to show up / to see (a specialist);
(gibi) görünmek
to seem /look / appear (...k)
gözükmek
To seep / filter/ be filtered/ drain / float
süzülmek
to seize /capture/confiscate /hold/ command (a place) /usurp a dative
el koymak
to sell
satmak
to send
göndermek
to send off (the game)
... oyundan atmak
to serve tea
çay ikram etmek
to set /lay down /put conditions
şart koşmak
to set a target /to set a goal
hedef tayin etmek
to set foot on
ayak basmak
to set the dogs on s. o. /die Hunde auf jemanden hetzen
köpekleri (birinin) peşine salmak
to set up a tent
bir çadır kurmak
to set; to establish; to found
kurmak
to settle / to install oneself
yerleşmek
to settle down / ease up
rahatlamak
to sew
dikiş dikmek
to sew /to erect (e. g. a building /a tower) /to plant (e. g. a flower)
dikmek
to shake / agitate / shatter (e.g. earthquake)
Sarsmak
to shake a disease or illness off
hastalığı atlatmak
to shake all over / to tremble like an aspen leaf
tir tir titremek
to shake hands
el sıkışmak
to shake sth (e.g. hands)
sallamak
to shape /give form
şekillendirmek
to share /partake
paylaşmak
to share the rent
kirayı paylaşmak
to sharpen a pencil
kalem açmak
to shatter/ to tear to pieces / to tear apart /to make mincemeat of
paramparça etmek
to shave / cut short
tıraş etmek
to shelter / to take refuge
sığınmak
to shine
parlamak
to shine (ı)/glitter /sparkle
ışıldamak
to shiver (for one second)
ürpermek
to shiver / tremble (constantly) / quake / shake
titremek
to shoot a ball high (football)
topa yükselik kazandırmak
to shoot an accusative
vurmak
to shoot straight
düzgün ateş etmek
to shorten / to become shorter
kısalmak
to shout / cry/ yell / call
seslenmek
to shove / push / thrust
itmek
to show / to indicate (g)
göstermek
to show good will
iyi niyet göstermek
to show interest
alâka göstermek
to show one's best endeavours
elinden geleni eksik etmemek
to show up / come into the open
ortaya çıkmak
to show what you are made of / to show your true face
asıl yüzünü göstermek
to shuffle (cards)
karmak
to shuffle one's feet / schlurfen
ayaklarını sürümek
to shut /close (eyes/hands only)
yummak
to sigh
iç çekmek
to sigh over sthg / s.o.
ah vah etmek
to sign something
imzalamak
to sin
günah işlemek
to sing
şarkı söylemek
To sing / crow / caw/ hoop /warble / whistle
ötmek
to sink (soleil)
batmak
to sink into silence
sessizliğe gömülmek
to sip
yudumlamak
to sit
oturmak
to sit around (do nothing)
avare avare oturmak
to sit tilted / leaning towards so
eğri oturmak
to skim /skip a stone - Steine flitschen / ditschen (to throw a stone in a way that it hits a watersurrface multiple times )
taş sektirmek
to slaughter /kill /slay
katletmek
to sleep
uyumak
to sleep in
geç kalkmak
to slip / slide / glide
kaymak
to slow down (lit. to give inactivity to the minds)
akıllara durgunluk vermek
to smack / snap / click / swish / flick / crack / schnalzen
şaklatmak
To smash
ezmek
to smell (of)
kokmak
to smell / sniff /stink
koklamak
to smell /catch a smell
koku almak
to smell nice
güzel kokmak
to smile
gülücük atmak
to smirk
kendinden memnun bir şekilde sırıtmak
to smirk / verschmitzt lachen
bıyık altından gülmek
to smoke
sigara içmek
to smoke (e.g. cigarettes)
tüttürmek
to smoke (intrans) /fume
tütmek
to snack
atıştırmak
to snatch
koparmak
to sneeze
hapşırmak
to sniff (after crying) /schniefen
burnunu çekmek
to sniff at/to consider unimportant / to turn up one's nose / die Nase rümpfen
burun kıvırmak
to snigger / to laugh in one's sleeve
kıs kıs gülmek
to snore
horlamak
to snort
homurtuyla gülmek
to snow
kar yağmak
to snuggle down with something / sich in etwas einwickeln
bir şeye sarınmak
to sob / hiccup / schluchzen
hıçkırmak
to solve / figure out / untangle / puzzle out / unravel
çözmek
to solve / to settle /figure out
halletmek
to some of them
kimilerine
to sow
ekmek
to spark /trigger /set off /induce
tetiklemek
to speed up
hız kazandırmak
to spell
hecelemek
to spend / use up/ expend
harcamak
to spend /consume /use up (s)
sarf etmek
to spend hours
saatler harcamak
to spend money irresponsably
para sorumsuzca harcamak
to spin
eğirmek
to spin one's head / to go to s. o. 's head / to carry away / to bedazzle
başını döndürmek
to spit
tükürmek
to spoil / coddle / indulge
şımartmak
to spoil / to make mess of
berbat etmek
to spoor / to track (game) /eine Spur verfolgen
av izi sürme
to spot /dapple /dot /freckle /speck
beneklemek
to sprain /twist /get twisted
burkulmak
to sprain /twist one's ankle
ayağı burkulmak
to spray / spit / versprühen / ausspucken /speien
püskürtmek
To spread (intransitive)/ to get diffused
yayılmak
to spread /to unfold / to lay out
sermek
to spread out (y)
yaymak
to spread over /to sprawl
serilmek
To spread/ disperse / scatter (*usually has to do with destruction of something)
dağılmak
to sprout / shoot out/ bud
filizlenmek
to spy
casusluk yapmak
to spy on / pry / watch / observe / peek
gözetlemek
to squander an opportunity
bir fırsatı yabana götürmek
to stab
bıçaklamak
to stab in the back/ to betray / to play foul
hainlik etmek
to stabilize
istikrar kazandırmak
to stagger / stumble (s)
sendelemek
to stagger / stumble / trip
tökezlemek
to stain
lekelemek
to stalk
sinsi sinsi izlemek
to stand (stay standing)
ayakta durmak
to stand guard / monter la garde
bekçilik etmek
to stand next to something in order to watch it / protect it
başında durmak
to stand s. o. up (to not come to an appointment) jemanden versetzen
birisini ekmek
to stand sth /to put up with sth / to bear/ endure
dayanmak
to stand trial
yargılanmak
to stand up
ayağa kalkmak
to stand up to / to face / resist /die Stirn bieten (lit. die Brust aufspannen)
göğüs germek
to start /initiate / launch
başlatmak
to start from scratch /to start from the very beginning
en baştan başlamak
to startle oneself / sich selbst erschrecken
kendi kendine ürkütmek
to stay / remain / keep
kalmak
to stay at the edge of the mob/crowd of people
insan güruhunun kıyısında kalmak
to stay cool / to keep up appearances
istifini bozmamak
to stay hopeful
umudunu korumak
to stay motionless
kımıltısız durmak
to stay overtime
mesaiye kalmak
to stay somewhere (only) at night
gecelemek
To stay this long in one place is dangerous.
Bir yerde bu kadar uzun süre durmak tehlikelidir.
to stay up
uyanık kalmak
to steal
çalmak
to step on top of
üstüne basmak
to step up / to work one's way up / to advance
terfi etmek
to stew / cook on a low fire / dämpfen
kısık ateşte pişirmek
to stick to the point
konuya odaklanmak
to stiffen / raidir
kaskatı kesilmek
to sting
iğne sokmak
to stink (p)
pis kokmak
to stir / flap / shake something/flutter
çırpmak
To stir / move / toss / wriggle
kıpırdanmak
to stir /move (k)
kımıldamak
To stir up/ to whip up/ to whisk / to flutter/ to struggle/ to flail
çırpınmak
to stoop /to arch the back /to slouch
kamburunu çıkarmak
To stop someone/ something
durdurmak
to stop/hinder the continuerons flow of words I pushed Ctrl /Alt/Del. Nothing happened.
Kelimelerin sürekli akışını engellemek için Ctrl Alt Del'e bastım. Hiçbiri işe yaranadı.
to straighten up (intransitive)
doğrulmak
to stretch / (also : to cause to yawn)
esnetmek
to stretch (oneself)
gerinmek
to stretch the law
yasayı esnetmek
to stretch the rules
kuralları esnetmek
to stroll / stray / wander about (g) breeze (wind)
gezinmek
to stuff oneself
tıka basa yemek
to stumble and fall
tökezleyip düşmek
to stutter /stottern
kekelemek
to substract (-)
çıkarmak
to suffer
acı çekmek
to suffer damage / hurt
zarar görmek
to suggest / propose / recommend
önermek
to suit for / to do for / to fit for / nützen / sich eignen/taugen (y)
(işe) yaramak
to sunbathe
güneşlenmek
to supply / offer
arz etmek
to support a team (t)
takım tutmak
to suppress
bastırmak
to surprise / amaze
şaşırtmak
to surround / to ring in
etrafını sarmak
to survive a crisis / to weather the storm / endure the difficult situation
badire atlatmak
to swallow / to gulp
yutmak
to swear + dat
yemin etmek
to sweep
süpürmek
to swim
yüzmek
to swing / to rock / to shake
sallanmak
to swing / toss / flap
savurmak
to swob /exchange
takas etmek
to tack/strike / drive in / hammer/ flash
çakmak
to take
almak
to take a breath /to breath in (s. a.)
soluk almak
to take a foto
fotoğraf çekmek
to take a French leave (to go without saying goodbye)
veda etmeden gitmek
to take a great pleasure in
büyük zevk almak
to take a hot bath
sıcak banyo yapmak
to take a nap
şekerleme yapmak
to take a picture (r) of
resmini çekmek
to take a shot
bir yudum almak
to take a shower
duş almak
to take a step
bir adım atmak
to take a taxi
taksi tutmak
to take along
Yanına almak
to take an interest in / to be interested in
alâka duymak
to take away / remove / to drive someone (somewhere)
götürmek
to take away /remove /kill /eliminate / to do away with
ortadan kaldırmak
to take away the meaning/sense
manayı ortadan getirmek
to take bribes
rüşvet almak
to take care
iyi bakmak
to take great pain (to do something) / große Mühe haben(z. ç.)
(bir şeyi yapmak için) çok zahmet çekmek
to take into pieces / to seperate / to disassemble
ayırmak
to take it personally
üstüne alınmak
to take much trouble to do sthg / to take great pain to do a thing
bir şeyi yapmak için büyük zahmete girmek
to take offense
darılmak
to take over / to absorb
devralmak
to take painkillers
ağrı kesici içmek
to take roots
kök salmak
to take shelter / harbour / lodge /unterkommen / hausen (longer than sığınmak which is only looking for a temporary shelter)
barınmak
to take shelter / to take cover
siper almak
to take the consequences
sonuçlarını göze almak
to take the horse to the stable
atı ahıra götürmek
to take the pressure of someone
üzerindeki baskıyı almak
to take upon oneself / to take over / to be stuck with / to be loaded with
yüklenmek
to take vaccination
aşı tutmak
to talk about ... ; to speak about ...
... -den konuşmak
to talk about / to mention / to speak off
söz etmek
to talk about everything and anything (chitchatting)
havadan sudan konuşmak
to talk in front of a great audience
büyük bir seyirci önünde konuşmak
to talk in whispers
fısır fısır konuşmak
to talk inappropriate / curse ( lit. to festively open one's mouth)
bayramlık ağzını açmak
to talk nonsense, to prate, to talk about unnecessary things stupidly
boş boş konuşmak
to tamper witb / to irritate
kurcalamak
to taste
tatmak
to teach
öğretmek
to teach / ein Lehramt ausüben / être dans l'enseignement
öğretmenlik yapmak
to tear into pieces (p)
parçalamak
To tear into pieces/ to rip /to slash
yırtmak
to tell (in conversation)
bahsetmek
to tell about ...
... -den bahsetmek
to tell in all colours /to go in raptures about
ballandıra ballandıra anlatmak
to tell on and on / to describe in all details
(enine) boyuna anlatmak
to tense / to strain / to tighten
gerilmek
to text
mesaj atmak
to thank
teşekkür etmek
to thank / praise /to be grateful for
şükretmek
to the back / backwards
geriye
to the best of my ability
elimden geldiğince
to the last shred of my very soul
ruhumun en son zerresine
to the left
soldaki
to the right
sağdaki
to the side of the cart /wagon
arabanın kenarına
to thicken
kalınlaşmak
to think
düşünmek
To think / suppose /fancy
sanmak
to threaten
tehdit etmek
to threaten the national security
milli güvenliği tehdit etmek
to throb /pulsate
zonklamak
to throw
atmak
to throw caution to the wind
tedbiri elden bırakmak
to throw into the mailbox
posta kutusuna atmak
to throw into the mailboxtes
posta kutularına atmak
to throw mud
çamur atmak
to throw something (acc.) at someone (dat) / to fling (f) / / shoot / catapult
fırlatmak
to throw yourself at the feet of s.o. / to plead to s.o.
birine yalvarmak
to thump violently
güm güm atmak
to tick all the boxes (to satisfy all of the apparent requirements for success ) (lit.to be a cure in/for every pain)
her derde deva olmak
to tidy up the kitchen
mutfağa çeki düzen vermek
to tilt / to lean to the side / to be lopsided
yana yatmak
to tinkle /clatter
tıngırdamak
to tire / o wear out / to exhaust
yorulmak
to tire / o wear out / to exhaust s.o.
yormak
to tolerate /to suffer /to endure
tahammül etmek
to torment / agonize / persecute
acı çektirmek
to torture
işkence yapmak
to toss / to shake off / to shake oneself
silkinmek
to totter /stagger (under a burden) / wobble
yalpalamak
to touch / to be woven
dokunmak
to towel oneself / to dry oneself with a towel
havluyla kurulanmak
to train /to start (a machine)
çalıştırmak
to train s.o. to accept sth / to make sth go smooth / to allow s.o. to get addicted
alıştırmak
to transmit / to convey
iletmek
to travel (g)
gezmek
To treat /act / to behave /to conduct oneself /to proceed
davranmak
to treat /cure
tedavi etmek
to treat s.o. to / invite s.o. for / to order
ısmarlamak
to trick / cheat/ deceive / fool
kandırmak
to trust / to count on
güvenmek
to try
denemek
to try hard
uğraşmak
to try on
üstünde denemek
to try to get into someone's favour by licking boots
yaltaklanarak, gözüne girmeye çalışmak
to try to purge
temize çıkarmaya çalışmak
to try to x
x-meye çalışmak
to tuck in *to stuff one's mouth
ağzını tıka basa doldurmak
to tuck in /to overcrowd /to fill to ocerflowing /to clutter/
tıka basa doldurmak
to turn
dönmek
to turn / translate / convert
çevirmek
to turn a summersault / einen Purzelbaum schlagen
takla atmak
to turn around / spin / whirl / rotate
döndürmek
to turn back / to return
geri dönmek
to turn black / to get dark
kararmak
to turn colourless / to become transparent
şeffaflaşmak
to turn down the volume
sesini kısmak
to turn from one side to the other (lit. to turn once to that side once to this side)
bir o yana bir bu yana dönmek
to turn green, to become green
yeşermek
to turn into
dönüşmek
to turn into a mess
berbat bir hal almak
to turn into a mess
berbat bir hal almak
to turn red in the face (from shame)
(utançtan) yüzü kızarmak
to turn red, to redden, to be fried, to toast (intransitive)
kızarmak
to turn to a threat
tehdit eder hale gelmek
to turn up the volume
sesini açmak
to turn white as chalk /to turn pale from fear
beti benzi atmak
to turn yellow
sararmak
to turn/transform into a poisonous snake
zehirli bir yılana dönüşmek
to twist / distort
bükmek
to undergo / experience / run against / incur
uğramak
to understand (a)
anlamak
to undress
soyunmak
to unfold/ stretch (one's) wings and take off
kanat germek
to unleash / to release / to let out / to unbind
salmak
to upset s.o.
üzmek
to us (dat)
bize
to use / to drive
kullanmak
to use a x pattern
x-in kalıbını kullanmak
to use as a shield
siper etmek
to vacuum (the house)
(evi) elektriklemek
to veil oneself / to cover oneself
örtünmek
to venture /to take a risk
riske girmek
to verify (s)
doğrusunu saptamak
to violate (a law) /break / run over
çiğnemek
to violate /infringe
ihlal etmek
to visit
ziyaret etmek
to visit / call on
uğramak
to visualize / picture / imagine
gözünde canlandırmak
to voice / to put into words / utter
dile getirmek
to vomit
kusmak
to wake up
uyanmak
to wake up sb
uyandırmak
To walk
Yürümek
to walk along
yanı sıra yürümek
to walk and go = to walk away
yürüyüp gitmek
to walk on the sidewalk / auf dem Bürgersteig gehen
kaldırımda yürümek
to walk past a place / to pass in front of a place walking
bir yerin önünden yürüyerek geçmek
to walk up the stairs
basamakları çıkmak
to walk up the stairs one by one
basamakları tek tek çıkmak
to wander /to circulate/ with purpose / precise parcours
dolaşmak
to wander around idly / to roam / ramble / fool about
avare avare dolaşmak
to want
istemek
to want /lack / to need / to require
-e muhtaç olmak
to want to fill this space
Bu boşluğu doldurmak istemek
to warn
uyarmak
to warn (i)
ikaz etmek
to wash
yıkamak
to waste
ziyan etmek
to watch
seyretmek
to watch / observe / spy
gözlemek
to watch / to keep a good lookout for (k)
kollamak
to watch / track / trace / follow
izlemek
to watch live
canlı izlemek
to watch on the screen (telephone/pc )
ekranda izlemek
to watch tv
televizyon seyretmek
to water / sprinkle
sulamak
to wave
el sallamak
to waver /flounder /get confused /hesitate
bocalamak
to weaken / to grow weak ( because of illness)
zayıf düşmek
to weaken / to grow weak ( to get thin)
zayıflamak
to wear
giymek
to wear braces / eine Zahnspange tragen
diş teli takmak
to wear oneself out
kendini yıpratmak
to wear out / get exhausted / die
Canı çıkmak
to weave
dokumak
to weave / braid
örmek
To weigh (out) / deliberate
tartmak
to welcome guests / to host
konuk ağırlamak
to whet s.o.'s appetite / das Wasser im Munde zusammenlaufen lassen
iştahını kabartmak
to whine / to whimper
sızlamak
to whine /heulen /quengeln
mızmızlanmak
to whinny / to neigh (horse) / hennir / wiehern
kişnemek
to whip / lash
kamçılamak
to whirl / to whizz (through)
vızır vızır geçmek
to whisper
fısıldamak
to whistle
bir ıslık çalmak
to widen / broaden / extend / spread out (g)
genişlemek
to widen sthg / to spread out sthg / to expand sthg
genişletmek
to wiggle / to worm
kıvrıla kıvrıla gitmek
to win
kazanmak
to win a competition (get the deal)
bir ihaleyi kazanmak
to win points
puanlar kazanmak
to win the lottery (k)
piyango kazanmak
to win the lottery (ç)
piyango çıkmak
to wipe off / delete / efface / cross out
silmek
to wipe one's nose
burnunu silmek
to wish / want
istemek
to wish / yearn (i.d.)
istek duymak
to withdraw /to fall back
geri çekmek
to withdraw /to retreat /to be pulled / to quit
çekilmek
to withdraw money
para çekmek
to withdraw money from the bank
Bankadan para çekmek
to withraw money from the account
Hesaptan para çekmek
to withraw money from the bank account
Banka hesabından para çekmek
to witness / testify (t)
tanıklık etmek
to work / to try
çalışmak
to work /function
işe yaramak
to work like a beaver
harıl harıl çalışmak
to worm one's way
hile ile sokulmak
to worry (k)
kaygılanmak
to worry / bother / mind / to feel uneasy about / to fret about(e)
endişelenmek
to worry s.o. / jem. beunruhigen / perturb a bit (not as strong as kaygılandırmak)
telaşlandırmak
to worship / serve
kulluk etmek
to wrap / to take on
bürünmek
to wrap / twine/ encircle / surround /wind /embrace
sarmak
to wrap into the cloth /in das Tuch einwickeln
beze sarmak
to wrap oneself up / to gird oneself
sarınmak
to write
yazmak
to writhe /struggle /flounder
debelenmek
to yabber ( speak so fast that it won't be understood)
anlaşılmayacak şekilde hızlı konuşmak
to yawn
esnemek
to yell at someone
bağırmak
to yelp /squeak /squawk
ciyaklamak
to you all
sizlere
to zoom (airplane)
dikine yükselmek
to zoom (airplane)
dikine yükselmek
to) sprint
tam hızla koşma(k)
to/at them
onlara
toastbread
kızarmış ekmek
today
bugün
Today is Monday, so tomorrow is Tuesday
bugün Pazartesi yani yarın Salı
Today is the second of January
bugün iki Ocak
Today we will handle complex numbers.
Bugün karmaşık sayılar konusunu işleyeceğiz.
toe
ayak ucu
toes
ayak parmakları
together (with)-
(-le) birlikte
Together we walked down the stone staircase that lead to the niche where James always sat.
Birlikte James'in her zaman oturduğu nişe giden taş merdivenleri indik.
together with it
onunla beraber
together with the outlines
ana hatlarla birlikte
together with this / at the same time /however
Bununla birlikte
toilet
tuvalet
toilet break / pause pipi
tuvalet molası
toilet paper
tuvalet kâğıdı
tomato
domates
tomb / sepulchre
kabir
tomorrow
yarın
tomorrow morning
yarın sabah
tong /Greifzange (to hold e.g. cotton balls/medicin)
tutma pensesi
tongue twister / (nursery) rhyme
tekerleme
tonight
bu gece
tonne
ton
tonsilitis / Mandelentzündung
bademcik iltihabı
tonsils / Mandeln (body)
Bademcikler
too many / too much (ç)
çok fazla
too many emotions
çok fazla duygu
too much (p)
Pek fazla
too old (f)
fazla yaşlı
tool / equipment /instrument /devise / outfit / gadget
alet
tool / means (could be a car e.g.)
araç
tooth
diş
toothbrush
diş fırçası
top hat /Zylinder
silindir şapka
topaz
sarı yakut
topic /subject
konu
torch
meşale
torn
yırtık
tornado /hose
hortum
torture (noun)
işkence
tossing cloud (pile /heap-k) of power like snow into the air
toz gibi kardan bir kümeyi havaya savurarak
totalitarian (relating to a system (or a person belonging to it ) of government that is centralized and dictatorial and requires complete subservience to the state.
bütüncül
touchiness /squeaminess / sensitiveness / Empfindlichkeit
alınganlık
tour guide
tur rehberi
tourist
turist
tournament
turnuva
towards me / against me / in front of me
karşımda
towards the end
sonuna doğru
towards the jagged granit block (piece)
çentikli granit parçasına doğru
towards/ into (+ dat)
doğru
tower
kule
town (small)
kasaba
town people / city people (k)
kentliler
town people / city people (ş)
şehirliler
toy
oyuncak
toy tank / Spielzeugpanzer
oyuncak tank
trade secret / Berufsgeheimniss
Meslek sırrı
tradesman /artist
esnaf
traditional coffee shop
kahve
traditionnel / conventionnel
geleneksel
Traffic has continued to deteriorate steadily/ progressively in the past years.
Geçen yıllarda trafik gittikçe kötüleşmeye devam etti.
train
tren
train station
tren istasyonu
train station (more commonly used)
gar
train whistle
tren düdüğü
train whistles
tren düdükleri
training
antrenman
traitor
hain
transfer (e.g. money)
havale
transformation / alteration / transmutation
dönüşüm
transient
çabuk gelip geçen
transition point / crossing point /
geçiş noktası
transparent
şeffaf
transport /freight
nakliye
transportation (u)
ulaşım
transported with joy / impassioned / exhilarated /enthousiastic (c)
coşkulu
trap
tuzak
trapezoid / irregular / skewed / schief
yamuk
trash (box) /garbage bin
çöp kutusu
trash / garbage
Çöpü
Travelling tradesman selling small haberdashery items by traveling in villages, markets and similar places
Köy, pazar ve benzeri yerlerde dolaşarak ufak tefek tuhafiye eşyası satan gezici esnaf
tray
tepsi
treason / treachery /betrayal / foulplay / nastiness / disloyality
hainlik
treatment (m)
muamele
treatment / cure
tedavi
tree
ağaç
tree which is partially seen / arbre dont on voit une partie
bir kısmi görünen ağaç
trees that keep (do not lose) their needles
iğnelerini dökmeyen ağaçlar
trees that lose their leaves
yapraklarını döken ağaçlar
trees that lose their leaves in winter
kışın yapraklarını döken ağaçlar
trefle / Kreuz (cards)
sinek
trench (Schutzgraben) / shield / bulwark
siper
trend
akım
triangle
üçgen
trick / deception cheating / gimmick / decoy / subterfuge
hile
trickster / prankster / mischievous / teasing /impish
muzip
trigger / Auslöser
tetik
trip (g)
gezi
troll
muzip cüce
trollocs (half human half animal creatures from the Wheel of time)
trolloclar
trophy /plunder / loot / booty
ganimet
tropical belt / tropics
tropikal kuşak
tropical fruit /Südfrüchte
tropikal meyveler
trouble (b)
bela
trouble magnet
sürekli olarak başını belaya sokan kimse
troublemaker
baş belâsı
troublesome / inconvenient / painful /hard (z)
zahmetli
trousers
pantolon
trumpet
trompet
trunk /stem /body /Rumpf
gövde
trust /confidence / faith
güven
truth; fact; real
gerçek
Try not to forget.
Unutmamaya çalış.
try something (lit: just look once at its taste)
bir tadına bak
trying to appear as strong as possible
olabildiğince güçlü görünmeye çalışarak
trying to find a flight way
bir kaçış yolu bulmaya çalışarak
trying to prevent the actions to be carried out
gerçekleştirdiği faaliyetlerin engellenmeye çalışılması
trying to prevent the activities carried out in accordance with international law
uluslararası hukuka uygun gerçekleştirdiği faaliyetlerin engellenmeye çalışılması
tuber
yumru
tubular / röhrenförmig
boru şeklinde
tuesday
salı
tulip
lale
tulips
laleler
tumble / collapse / fall down
yıkılmak
tuna /thon /Thunfisch (o)
orkinos
tuna/thon /Thunfisch (t)
tonbalığı
tune / timber
tını
Turbot / Steinbutt - Plattfisch 50-70 cm, eyes on the right side, Northsea, Estsea,Mediterr.,Atlantik, Marmara, Karadeniz
kalkan
turkey (bird)
hindi
Turkey has territories in both the European and the Asian continent.
Türkiye'nin hem Avrupa hem de Asya kıtasında toprakları vardır.
Turkey is on 37 th place. (refers to surface)
Türkiye ise 37. sıradadır.
Turkey is surrounded by seas on three sides.
Türkiye’nin üç tarafı denizlerle çevrilidir.
Turkish
Türkçe
turkish currency
lira
Turkish Dative (used for directions)
Yönelme hâli - -e hâli
turkish pine /Türkische Kiefer /Kalabrische Kiefer /Pinus brutia /found in the Aegean region, mainly in Southern Turkey
kızılçam
turn left
sola dön
Turn on the air conditioner, please.
Klimayı aç lütfen.
Turn on the television at ten o'clock today.
Bugün onda televizyonu aç.
Turn the TV off
TV'yi kapat
Turning around (to my back) I prepared to run, my mind was full of rapists and murderers.
Arkamı dönüp koşmaya hazırlandım, zihnim tecavüzcüler ve katillerle doluydu.
turning to his followers/grovelers/bootlickers he puffed up his chest.
yalakalarına dönerek göğsünü kabarttı
Turns out the guy I watched was my husband. / Seems like the man I watched was my husband.
İzlediğim adam meğer eşimmiş.
turquoise (f)
firuze taşı
turquoise (t)
turkuaz
turtle
kaplumbağa
tutoyer
senli benli konuşmak
tv program
televizyon programı
tweezers / Pinzette
çımbız
Twelve animals rule over this kingdom.
On iki hayvan bu krallığa hükmeder.
twenty
yirmi
twig / Zweig
sürgün
twilight
alacakaranlık
twitch /wriggle/ motion /unsteadiness
kıpırtı
two
iki
two by two
ikişer ikişer
two hours, twenty minutes and five seconds
iki saat yirmi dakika beş saniye
two middle-size cups of coffee
iki tane orta şekerli kahve
two sacks (ç) of potatoes
iki çuval patates
two thousand
iki bin
two thousand and one
iki bin bir
two thousand seventeen
iki bin on yedi
Two watermelons will not fit in one armpit; One cannot carry two watermelons under one armpit. meaning: This is meant to be a warning against doing more than one thing at a time.)
Bir koltuğa iki karpuz sığmaz.
two winged
iki kanatlı
Two years earlier he had passed away and left her alone.
İki sene evvel vefat etmiş, onu yalnız bırakmıştı.
types of cement
çimento çeşitleri
types of cheese
peynir çeşitleri
types of dessert
tatlı çeşitleri
types of salad
salata çeşitleri
ugliness / Häßlichkeit
çirkinlik
ugly /unattractive /hideous
çirkin
ultimately /after all / at length / at last / finally
eninde sonunda
ultramarine / darkblue
lacivert
umbrella
şemsiye
un cercle(ç) half black, half white
yarısı siyah, yarısı beyaz bir çember
unagitated/ unruffled/ calm/ steady
telaşsız
unaware / unguarded
gafil
unbearable/unendurable /irresistible /intolerable
dayanılmaz
unbelievable !
inanılmaz!
uncle (maternel)
dayı
uncle (paternel)
amca
Uncommon/ unusual /extraordinairy/ abnormal (d)
olağandışı
unconcerned / gleichgültig
umursamaz
unconsconcious
bilinçsiz
uncontrolled / unpredictable / random
başıboş
uncooperative
Işbirliği yapmayan
undammaged
zarar görmemiş
under
altında
under (dat.) the stones of the palace
sarayın taşlarının altına
under a gigantic oak tree
devasa bir meşe ağacının altında
Under a huge(d) oak tree stood a horse with its rider and they were as immobile/motionless as the trees.
Bir at ile binicisi devasa bir meşe ağacının altında duruyordu ve ağaç kadar sabittiler.
under a mossy cypress tree
yosunlu servi ağacının altında
under bad weather conditions
Kötü hava şartlarında
under everybody's nose
herkesin burnunun dibinde
under house arrest
ev hapsine
under no circumstances
hiçbir koşulda
under no circumstances
hiçbir şart ve koşulda
under present circumstances
mevcut koşullarda
under whatever condition /under any circumstance(s) whatsoever
her ne şart altında olursa olsun
underground
yeraltı
Underneath it hang another sign.
Onun altında bir tabela daha asılıydı.
underpants
külot
understanding/ comprehensive
anlayışlı
understood / roger
anlaşıldı
uneasiness (t)
tedirginlik
uneasy (t)
tedirgin
uneasy/ uncomfortable /sick
rahatsız
unemployed (jobless)
işsiz
unemployed(not used) / forlorn /forsaken / deserted / einsam / leer /verödet
ıssız
Unexpected /Unforeseen /surprise
beklenmedik
unfailing
(hiç) eksilmeyen
unfair
adaletsiz
unforgettable experiences
unutulmayacak deneyimler
unfortunate
kötü tâlihli
unfortunate /illfated (b)
bahtsız
unfortunately
maalesef
unfortunately
ne yazık ki
unfortunately not / unfortunately there are none
maalesef yok
unfortunately the police couldn't find the murder weapon
maalesef polis cinayet silâhını bulamadı
Unfortunately there was no free seat
maalesef boş koltuk yoktu
unhappiness
mutsuzluk
unhappy
mutsuz
unhealthy
sağlıksız
Unhurriedly / steadily
telaşsızca
unimportant (e)
ehemmiyetsiz
uninformed /ignorant / unlearned
bilgisiz
unique (b)
benzersiz
uniqueness /incomparability / dissimilarity
benzersizlik
universal
evrensel
universe
evren
university
üniversite
Unknown / strange/ obscure / mysterious / that is not known
bilinmeyen
unmixed /unblended /pure /entire /clean
katışıksız
unnecessary things
gereksiz şeyler
unperturbed
istifini bozmadan
unpleasant
hoş olmayan
unpretentiousness /modesty
tevazu
unprovided / for free (no provision in return)
karşılıksız
unregistered / reckless / carefree / careless / lightheaded / unreserved
kayıtsız
unreliable
güvenilmez
unreliable /untrustworthy alliances
güvenilmez ittifaklar
unrewarding
memnuniyet vermeyen
unripe grape
koruk
unsatiable / rapacious
doymak bilmez
unshakable faith / unwavering faith
sarsılmaz inanç
unsociable /reserved / shy
çekingen
Unsubstantial fog winding/curling like ivy branches
Cisimsiz sarmaşık dalları gibi kıvrılan sis,
unsympathetic/ unsympathisch
sevimsiz
Unterarm /forearm
ön kol
until + dat
dek
Until Frodo comes the safest place for it will be there.
Frodo gelinceye kadar onun için en emniyetli yer orası.
until I come (...in.. d)
Ben gelinceye dek
until I come (...ne k)
ben gelene kadar
until I/you(...) come(s)
gelinceye dek
Until our next meeting
Bir dahaki karşılaşmamıza kadar
until that day
o güne kadar
until the end
sonuna kadar
until the end of the news
haberin sonuna kadar
until the end of time
zamanın sonuna
until the Son of man comes (...in.. d)
insanoğlu gelinceye dek
until they formed a ring of fire
bir yangın halkası oluşturana dek
Until tonight I had hoped that everything was just a joke (ş)
bu akşama kadar her şeyin sadece bir şaka olmasını ummuştum.
Until we are drowning in the water of the bottomless cleft we opened ourselves
Kendi açtığımız dipsiz yarıktaki suda boğulana kadar
unusual / unconventional / eccentric
alışılmamış - alışılmadık
unusual / unordinary
alışılmış olmayan
unwillingly /grudgingly /halfheartedly
istemeye istemeye
up
yukarı
up ahead / in the future
ileride
up and down (lit. Down and up)
aşağı ve yukarı
Up and down / seesaw / Wippe
iniş çıkış
up north
kuzeyde
up to a week
bir haftaya kadar
up to his cheek
yanağına kadar
update
güncelle
Upon this answer (y) Mo had pinched her nose.
Bu yanıt üzerine Mo kızın burnunu sıkmıştı.
Upon(following) his release he has been viewed while preparing his suitcases at home.
Tahliyesinin ardından evinde bavullarını hazırlarken görüntülendi.
upright / rigid / erect
dimdik
upright /erect
dik
uprising /riot /revolt
ayaklanma
upsetting / depressing
moral bozucu
upside down /topsy turvy
başaşağı
upstairs
üst kat
urgent request
acil istek
urine/ pee
çiş
use / benefit / exploitation
istifade
Use it with pleasure
güle güle kullan
used to / accustomed (..k..)
alışkın
useful
kullanışlı
useful / helpful / beneficial
faydalı
useless /unfitting
yaramayan
useless stuff / anything and everything /a bit of this and that
öteberi
user
kullanıcı
using his spear as being a walking stick
mızrağını yürüyüş asası olarak kullanarak
usually (g)
genellikle
usually /generally (g)
genelde
Usually I (would) look outside to check the weather.
Genellikle, havayı kontrol etmek için dışarıya bakardım.
Usually I am tired during weekdays.
Genellikle hafta içi yorgun oluyorum.
Usually I find my bathsuit finally in my wardrobe.
Genellikle sonunda mayomu gardrobumda bulurum.
Usually they dress black like field crows
Genelde tarla kargaları gibi kara giysiler giyerler
utterly ignorant
zır cahil
vaccination
aşı
vacuum cleaner
Elektrikli süpürge
vacuum cleaner dust bag / Staubsaugerbeutel
Elektrikli süpürge toz torbası
vaguely / indistinctly / faint / nebulous
belli belirsiz
valiant , hero
yiğit
valid
geçerli
valley
vadi
valuable / precious / dear
değerli
value
değer
Vanadium - V 23 (Geçiş metalleri /gümüşi gri)
Vanadyum
vanilla
vanilya
varnish / Lack
Cila
vegetable
sebze
vegetable section
sebze reyonu
vegetarian
vejetaryen
veine / Vene
damar
venes(to) pulsate
damarlar atmak
vengance prophecies
intikam kehanetleri
verb
fiil
verbforms / structures
fiil yapıları
version
sürüm
very (ç)
çok
Very /quite/ much (p)
Pek
very black beady eyes
simsiyah boncuk gözler
very different / utterly different / quite different
bambaşka
very green
yemyeşil
very little / few (p)
pek az
very long
upuzun
very old and rusty
eski püskü
very purple
mosmor
very round
yusyuvarlak
very x
x mi x
vest / waistcoat / Weste
yelek
vexing
eziyetli
victim
kurban
victory / triumph ( z)
zafer
video
video
video game
video oyunu
Video games? They were invented by the devil, they were leading kids into crime and turning them into serial-killers.
Video oyunları? Onlar şeytan icadıydı, çocukları suça yönlendiriyor ve seri katillere dönüştürüyordu.
video teleconferencing
görüntülü telekonferans
view
gör
view / sight / landscape
manzara
view menu (computer)
sunuş menüsü
vigilance /watchfulness
uyanıklık
vigorously /energisch
kuvvetlice
Vikings lived on these soils.
Vikingler bu topraklarda yaşamış.
vile / wicked / mean
aşağılık
villa
konak
village
köy
villager / village man
vadili
villagers /village people
vadililer
vinegar
sirke
vineyard
bağ
Vintage /Weinlese/ vendange
Bağ bozumu
violent /intensive snowstorm
yoğun tipi
violet /purple
menekşe rengi
violin
keman
viper
engerek
virgin
bakire
virtue
erdem
visa
vize
visible /in sight / observable
gözle görülür
Visit my Facebook profile.
Facebook profilimi ziyaret et.
visitors per weekday
hafta içi günlerindeki ziyaretçi
voice / sound / volume
ses
voiceless / silent
sessiz
volcano
yanardağ
Vollkorn /complete (e.g. rice)
tam (taneli ) tahıl
volume
hacim
vote
oy
vouvoyer
sizli bizli konuşmak
vow / offering
adak
vulgar / lowly
adi
vulgarly /coarsely /abjectly
adice
Wad / Stapel /Bündel (e.g. banknotes, letters)
tomar
Wade /Unterschenkel /shank
baldır
wage
ücret
waist /loins /Taille
bel
Wait a minute
bir dakika bekleyin
Wait here !
Burada bekleyin !
waiter
garson
walk / pace
yürüyüş
walking stick
yürüyüş asası
wall
duvar
wall (s)
sur
wall carpets/ tapestries
duvar halıları
wallet
cüzdan
walls, ceilings and floor
duvarlar, tavanlar ve zemin
walnut
ceviz
walnut trees
ceviz ağaçları
walrus/Walross
mors
wand
asa
Wanted: nanny for two kids.
İki çoçuk için dadı aranıyor.
war
savaş
war is never necessary
savaş hiç gerekli değil
wardrobe
elbise dolabı
warehouse / storage / barn / storehouse
ambar
Warn me!
Beni uyar!
was / were ( defect Verbform)
idi
was it ?
miydi ?
Was the car he showed you new?
Gösterdiği araba yeni mi?
Wash them now.
Şimdi yıka onları.
washing line
çamaşır ipi
washing machine
çamaşır makinesi
washing powder
çamaşır tozu
waste
atık
Wastepaper basket / Papierkorb
kağıt sepeti
Watch out !
dikkat et !
Watch your development and celebrate your success.
Gelişimini izle ve başarını kutla.
watchman / guard
bekçi
watchman´s duty / Aufsicht/ la garde
bekçilik
Watchtower (Jehovah witnesses)
gözcü kulesi
water
su
watercourse /channel / conduct / media
mecra
waterfall
çağlayan
waterfall (ş)
şelale
watermelon
karpuz
waterpipe
nargile
wave (slang:hashish/ love affair / darling/thingummy)
dalga
way / manner (t)/ style /fashion
tarz
wayside
yol kenarı
we
biz
We are addicted to sugar.
şekere bağımlıyız
We are doing our best (not lacking..)
elimizden geleni eksik etmiyoruz
We are filled with joy
sevinç doldu içimiz
We are going for a run tomorrow night.
yarın gece koşuya gideceğiz
We are going to France in the summer.
yazın Fransa'ya gideceğiz
we are going(out) to the mountain.
dağa çıkıyoruz
We are in France over Christmas.
Biz Noel boyunca - Noel'de Fransa'dayız.
We are in trouble.
hapı yuttuk
We are living in the twenty-first century.
Biz yirmi birinci yüzyılda yaşıyoruz.
We are lost
kaybolduk
We are not technophobic people.
Teknofobik insanlar değiliz.
We are selling our house.
Biz evimizi satıyoruz.
We are shaping the future
Geleceği şekillendiriyoruz
We are six (persons).
Altı kişiyiz.
we are taking(going) a shortcut
kestirmeden gidiyoruz
We are the only one's to spoil/disrupt his plans. / Wir sind die Einzigen, die seine Pläne durchkreuzen können
Onun planlarını bozabilecek olan yalnızca bizleriz.
We arrived without any mishap.
Hiçbir aksilik olmadan vardık.
we both stepped (went) a little backwards and smiled sweetly with a respectful expression.
ikimiz de biraz geriye gidip, tatlı tatlı, saygılı bir ifadeyle gülümsedik.
we broke up
ayrıldık
We came to this country years ago.
bu ülkeye yıllar önce geldik
we can always talk about the weather
her zaman havadan konuşabiliriz
We can call him and his friend. (phone)
Onu ve arkadaşını arayabiliriz.
We can go to the library to read a book, but of course we can read at a café, too.
Kitap okumak için kütüphaneye gidebiliriz; ama tabii bir kafede de okuyabiliriz.
We can meet on September 10th.
10 Eylül'de buluşabiliriz
We can't e (a)
-emeyiz (-amayız)
We can't go fishing in Winter.
Kışın balık tutmaya gidemeyiz.
We can't spend all of our money.
bütün paramızı harcayamayız
We could feel the watching us. (We could feel their eyes upon us)
Gözlerini üzerimizde olduğunu hissedebiliyorduk.
We could go to the cinema
sinemaya gidebiliriz
We did not decide yet
henüz karar vermedik.
We did not decide yet what we will do.
Ne yapacağımıza henüz karar vermedik.
We did not decide yet where we will go.
Nereye gideceğimize, henüz karar vermedik.
we did what was right
doğru olanı yaptık
we didn't score in the first half
ilk yarıda hiç sayı yapmadık
we didn't take it personally
üstümüze alınmadık
We don't agree
aynı fikirde değiliz
We don't deal with this now. /We do not mention for now
Hiç değinmiyoruz şimdilik
We don't know whether our bluff will function or not
Blöfümüzün işe yarayıp yaramayacağını bilmiyoruz
We don't know whether our bluff will function or not and we will never get a chance to find out.
Blöfümüzün işe yarayıp yaramayacağını bilmiyoruz ve bunu öğrenmek için asla bir şansımız olmayacak.
We don't negotiate
Pazarlık yapmıyoruz.
We don't want to attract attention.
Dikkatleri üzerimize çekmek istemeyiz.
We drank too much last night.
dün gece çok fazla içtik
we followed the river(n) so (s) we didn't get lost
nehiri takip ettik bu sayede kaybolmadık
We got (won) a great deal from the government.
Devletten büyük bir ihaleyi kazandık
We got another problem. / Another problem arose (took shape) for us.
bizim başka bir sorunumuz oluştu.
We got hungry. Come on let's go and eat !
Biz acıktık,hadi yemek yiyelim.
We have a large selection / Wir haben eine grosse Auswahl
Çeşitlerimiz çok.
We have a problem
Bir sorunumuz var
We have to be brave to win this war.
Bu savaşı kazanmak için cesur olmalıyız.
We have to continue to fight for human rights.
İnsan hakları için savaşmaya devam etmemiz gerek.
We have to fly to Japan tonight.
bu gece Japonya'ya uçmamız gerekiyor
We have to take a taxi.
Bir taksi tutmamız gerekiyor .
We help each other with homework.
Birbirimize ev ödevlerinde yardım ederiz.
We live in a new flat.
Yeni dairede yaşıyoruz.
We ll talk later
sonra konuşuruz
we look forward to meeting you (pl) / we are waiting impatiently....
sizinle tanışmayı sabırsızlıkla bekliyoruz
We need to talk about iur feelings.
Hislerimiz hakkında konuşmamız gerek.
We need to talk about our feelings.
Hislerimiz hakkında konuşmamız gerek.
We need to think outside the box (mold /pattern)
Kalıpların dışında düşünmeliyiz.
We ordered four starters (food)
dört aperatif siparişi verdik
We played guitar and sang songs.
Gitar çalıp şarkı söyledik.
we recommend that you stay away from any interference
her türlü girişimden uzak durmasını tavsiye ediyoruz
We see each other tomorrow if nothing goes wrong /See you tomorrow...
bir terslik olmazsa yarın görüşürüz
We shall be happy to welcome you in our hotel.
Sizleri otelimizde ağırlamaktan mutlu olacağız
We shook(squeezed) hands as if we knew each other from before.
Pek eskiden tanışırmışcasına el sıkıştık.
we should have met her by now
onunla şimdiye kadar tanışmış olmalıydık
we should make up
barışmalıyız
we shouldn't have left (b)
bırakmamalıydık
We shouldn't have left her in trouble.
Onu zor durumda bırakmamalıydık.
we still play badminton together on Wednesdays
Çarşambaları hâlâ birlikte badminton oynuyoruz
We suspected him to order Italian or chinese food and regaling himself.
Onun Italyan ya da Çin yemeği siparişi verip kendine ziyafet çektiğinden şüpheleniyorduk.
We think the bazaar police should check the tradesmen everyday
Zabıtaların esnafları her gün denetlemesi gerektiğini düşünüyoruz.
We too belong to the Lord (M) 2 Korintiler 10:7
Biz de Mesih'e aitiz.
we tried walking towards the waterfall, but it was too dangerous
şelaleye doğru yürümeye çalıştık, ama fazla tehlikeliydi
we used to be a couple, but not anymore
beraberdik, ama artık değiliz
we used to live abroad
yurtdışında yaşardık
we used to live in America, but we moved
Amerika'da yaşardık, ama taşındık
we usually go abroad in the winter
genellikle kışın yurtdışına çıkarız
we waited for two weeks
iki hafta bekledik
we walked and walked (until we reached..) /in story telling
az gittik uz gittik
we walked into the jungle
ormana girdik
We want you to transmit an official emergency cal.... l.
Acilbbir resmi bildiri iletmeni istiyoruz.
We want you to transmit an official emergency call /announcement.
Acil bir resmi bildiri iletmeni istiyoruz.
we went to a nice hotel by the sea
deniz kenarında güzel bir otele gittik
We went to a remote village
ücra bir köye gittik
We were a family which barely made both ends meet, never taking more than our rights and living with honour
Biz kıt kanaat geçinen, hiçbir zaman hakkından fazlasını almayan, onuruyla yaşayan bir aileydik.
We were arguing about whether the man was a thief spying out the neighbourhood, a privat detective or an evil magician.
Adamın çevreyi kolaçan eden bir hırsız, özel dedektif ya da kötü bir büyücü olup olmadığı konusunda tartışmıştık.
We were eating like crazy.
Deliymişcesine yiyorduk.
We were friends.
Biz arkadaştık.
we were on the side of the detective
dedektiften yanaydık
We will be living far away from each other after I move.
Ben taşındıktan sonra birbirimizden çok uzakta yaşayacağız.
We will do our best
elimizden geleni yapacağız
we will spread light on / flash on some not understood spots
oturmayan bazı yerleri ışık tutmuş olacağız,
we will wait for you ( lady) / we'd like to see you anytime/again / we hope to see you again / come qgqin
yine bekleriz (hanımefendi)
We will watch the girls run away/ scatter
Kızların kaçışmasını seyredeceğiz
We would like some food
yiyecek bir şey istiyoruz
We'll go to the market and the pub
markete ve bara gideceğiz
We'll have to take care of him now. (can mean to beat him down /even kill)
Artık onun icabına bakmamız gerekecek.
We'll make big money
Büyük para kazanacağız
we're in big trouble
büyük bir beladayız
We're invited to dinner tonight.
Bu akşam yemeğe davetliyiz.
we're looking forward to seeing you (pl) /we are waiting impatiently....
sizi görmeyi sabırsızlıkla bekliyoruz
We've been living too far from each other since I moved.
Taşındığımdan sonra birbirimizden çok uzakta yaşıyorduk.
weak (g)
güçsüz
weak / thin
zayıf
weakness
zaaf
wealth
zenginlik
wealthy ( v)
varlıklı
weapon / arm
silâh
Wear your helmet when you ride your bike.
Bisikletine binerken kaskını tak.
weary
çökmüş
weather forecast
hava tahmini
weather forecaster
hava tahmincisi
weather report
hava raporu
Website
web sayfası
wedding
düğün
wedding (n)
nikâh
wedding day
evlilik günü
wedding invitation
evlilik davetiyesi
wedding reception
evlilik resepsiyonu
wedding ring
evlilik yüzüğü
wedding vows
evlilik sözü
wednesday
çarşamba
week by week
haftadan haftaya
weekday(s)
hafta içi
weekends
Hafta sonları
weight
ağırlık
weight lifting
ağırlık kaldırma
weight lifting
ağırlık kaldırma
weird /eerie /unlucky (t)
tekinsiz
Weird stories were told about (i) these mountains
Bu dağlarla ilgili garip hikâyeler anlatılırdı
Weird stories were told about (i) these mountains
Bu dağlarla ilgili garip hikâyeler anlatılırdı
weiße Bohnen / white beans (lit. dry beans)
kuru fasulye
Weizenschrot
buğday kırması
welcome
hoş geldin(iz)
welcoming / inviting/ einladend
davetkâr
well / ok / good /alright - interjection / 'denn (so)' in Fragesatz
peki
well /jolly well / well enough
pekâla
well behaved /well mannered
edepli
Well done ! /Bravo
Aferin !
well kept / snug / geplegt
Bakımlı
well played ! / But it was a good game
iyi maçtı ama!
Well, how many books do you have? / Wieviele Bücher haben Sie denn?
Peki kaç kitabınız var?
Well, yes, Alihan is difficult and all, but...
Yani evet , Alihan zordur mordur ama...
well-being/ soundness (peace)
esenlik
west
batı
westwards
batıya
wet
ıslak
wet (y)
yaş
wet (y)
yağışlı
wet / damp (n)
nemli
whale
balina
what ?
ne
What a chilly day!
Ne serin bir gün!
What a coincidence !
Ne tesadüf !
What a coincidence ! Me, too!
Ne tesadüf ! Ben de !
What a determination
Bu ne kararlılık
What a difference a day makes!
Bir gün nasıl fark ettiriyor!
What a haughtiness / disdainfulness
Bu ne mağrurluk
what a lot of things there are that you can do / there is so much you can do
yapabileceğin ne de çok şey var
What a mess !
Bu ne dağınıklık.
What a shame / pity
çok yazık!
what an idiot!
ne aptal!
What an ordinary day this has been!
Ne kadar da sıradan bir gün oldu!
What an x
bu ne x
What are the charges against this man?
Bu adam hakkındaki suçlamalar ne?
What are we doing ? Slang
Nabıyoruz
What are we going to do with the fireworks ?
havaifişekleri ne yapacağız ?
What are you doing bro (slang)
Napıyon krdş
what are you doing on the weekend ?
Hafta sonu ne yapıyorsun ?
What are you getting ready for this much? / What are you preparing (e. g. dressing) for this much?
Neye hazırlanıyorsun ki bu kadar?
What are you getting ready for? / For what are you preparing (e. g. dressing)?
Neye hazırlanıyorsun?
What are you getting ready for? / For what are you preparing (e. g. dressing)?
Neye hazırlanıyorsun?
What are you interested in ?
Neye ilgin var?
What are you talking about in whispers over there?
Fısır fısır ne konuşuyorsunuz orada?
What are you(sg) doing ? Slang
Nabıyon ?
What beautiful girls especially Ayşe.
Ne güzel kızlar, hele Ayşe.
What can I get you?
sana ne ikram edebilirim?
What comes to you (pl) even every hair on your (pl) head is counted. Matta 10:30
Size gelince, başınızdaki bütün saclar bile sayıldır.
What desserts do you have?
Tatlı olarak ne var?
What did he tell you ? Was hat er dir erzählt?
Sana ne anlattı?
What did I just say to you ?
Sana demin ne dedim?
what did I just tell you?
sana az önce ne dedim ben?
What did you cook?
Ne yemek yaptın?
What did you do after our last meeting?
Neler yaptın en son görüşmemizden sonra?
what did you just say?
az önce ne dedin sen?
What did you say?
Ne dedin?
What did you say? I'm sorry, I was lost in thought.
Ne dedin? Özür dilerim, düşünceye dalmışım.
What do you call this? / What are you saying?
Buna ne diyorsunuz?
What do you like to do in the morning?
sabahleyin ne yapmayı seversin?
What do you mean (when you said), that was not your brother?
O kardeşin değil derken ne kastettin?
What do you think the speech implied?
Konuşma sence neyi kastetti?
What do you think?
ne düşünüyorsun
What do you want to buy ?
Ne almak istiyorsun?
what do you want to do (slang)?
napmak istersin
What do you want to do in life ?
hayatta ne yapmak istiyorsun?
What do you(sg) want to do today ?
bugün ne yapmak istiyorsun?
What does he like to eat ?
Ne yemeyi sever?
What does he love to do?
Ne yapmayı çok sever?
What does it matter ?!?
Ne önemi var ki?
What does it mean? /was bedeuted das?
Bu ne anlama geliyor ?
What else would he do on Friday?
Cuma günü başka ne yapacaktı?
What exactly do you want?
Tam olarak ne istiyorsun?
what for (spoken)
neyden
What happened?
Ne oldu?
what happens (to s.o.) has to be endured (is endured)
Başa gelen çekilir.
What has this got to do with me?
Bunun benimle ne alâkası var ki ?
what he said
ne söylediği
what he sees / qu'il voit
Gördüğü
what I say to you in the dark
Size karanlıkta söylediklerim
What I say to you in the dark, tell it in the daylight.
Size karanlıkta söylediklerimi, siz gün ışığında söyleyin.
What if he does not love me?
Ya o beni sevmiyorsa?
What if we can't finish the project on time?
ya projeyi zamanında bitiremezsek?
What if you go out ?
Ya dışarı çıkarsan ?
what is happening ? what is going on?
neler dönüyor ?
What is his crime ? / What is he accused of ?
Neyle suçlanıyor ?
What is next
Sırada ne var
What is that (this) supposed to mean?
Bu ne demek oluyor.
What is that to me ? Qu'est- ce que cela peut me faire ?
Bana ne ?
What is the meaning of tbese symbols (i)?
Bu işaretlerin anlamı ne?
What is whispered into your ear, proclaim it from the rooftop
Kulağınıza fısıldananı damlardan duyurun
What is whispered to your ear, proclaim it from the rooftops.
Kulağınıza fısıldananı, damlardan duyurun.
What is with one hand, two hands have a voice / two heads are better than one / it takes two to tango
bir elin nesi var iki elin sesi var
What is your favoured song ?
En sevdiğin şarkı nedir?
What is your job?
Ne iş yapıyorsun?
What is your phone number ?
Telefon numaran ne ?
what just happened
az önce yaşadığımız şey
what kind of films does your friend prefer?
arkadaşın ne tür filmler tercih eder?
What languages do you speak ?
Hangi dilleri biliyorsun?
What liitle grass remained was yellow and dying.
Tek tük kalan otlar sararmış, ölüyordu.
what part of me
nerem
what part of you
Neren
What places do you want to see ?
Nereleri görmek istiyorsun?
what shall we do (slang)?
Napalım
What should I do for my child who is sick?
Hasta olan çocuğuma, ne yapmalıyım?
what things (a lot of things) can happen before sunrise /every cloud has a silver lining / tomorrow is another day
gün doğmadan neler doğar
What time shall we meet ?
Ne zaman buluşacağız ?
What was he confused about ? (spoken)
Onun neyden kafası karışmıştı?
What was he supposed to do?
Ne yapması gerekiyordu
What was his name?
Neydi adı ?
what was told in the lesson confused him
derste anlatılanlar kafasını karıştırmıştı
What was told in the lesson confused me
derste anlatılanlar kafamı karıştırmıştı
What was your best experience ?
En iyi tecrüben neydi?
What were you confused about ? (spoken)
Senin neyden kafanı karışmıştı?
What will the others do this afternoon ?
öğleden sonra diğerleri ne yapacak?
What will we drink?
Ne içeceğiz ?
What will we eat ?
Ne yiyeceğiz ?
What will we eat and what will we drink?
Ne yiyip ne içeceğiz ?
What would happen if the parachute doesn't open?
Eğer paraşüt açılmazsa ne olur
What would they usually do together?
Birlikte genellikle ne yaparlardı?
What would they usually do together?
Birlikte genellikle ne yaparlardı?
What would you hope for ? / What did you hope for ?
Ne umardın ?
what would you like to eat?
ne yemek istersiniz?
what would you like? (have / take)
ne alırsınız?
what would you like? (want)
ne istersiniz?
What would you recommend to us?
Bize ne tavsiye edersiniz?
what you just said to me
az önce bana söylediklerin
What's inside the box?
Kutuda ne var?
What's on your mind?
aklında ne var?
What's that ?
Şu ne ?
What's the date today?
bugünün tarihi ne?
What's the difference ?!?
Ne farkı var ki?
What's the magic word?
Sihirli kelime neydi ?
what's the man of your dreams like?
hayallerindeki erkek nasıl birisi?
What's the matter ?
mesele ne?
What's the plan ?
plan ne?
What's the point? / What's the meaning?
ne anlamı var?
what's the point?!?
Ne anlamı var ki?
What's the problem ? / Whats the matter ?
Sorun ne?
What's the time ?
Saat kaç ?
what's wrong with that
ne var bunda?
What's your complaint?
Şikayetiniz ne?
What's your hurry ?
Acelen ne böyle?
What's your opinion ?
görüşün ne?
whatever
her neyse
Whatever floats your boat / Whatever makes you happy
seni ne mutlu edecekse
whatever I do
yaparsam yapayım
whatever I do it's not good enough
ne yaparsam yapayım yeterince iyi değildir.
whatever I do it's not good enough for him
ne yaparsam yapayım onun için yeterince iyi değildir.
whatever I say
ne söylersem söyleyeyim
whatever I x (e)
ne x-ersem x-eyim
whatever the methodes/ egal durch welche Methoden
ne şekilde olursa olsun
whatever you say
ne dersin de
whatever you say
öyle diyorsan öyledir
Whatever you say / I don't care what you say, I liked it
Ne dersin de. Beğendim
wheat
buğday
wheat flour
buğday unu
wheel
çark
wheel (t)
teker(lek)
wheelbarrow
el arabası
When
ne zaman
when /while (i)
iken
When are you going to leave ?
ne zaman ayrılacaksın?
When can we see him?
Ne zaman onu görebiliriz?
When do you lock up / close ?
Ne zaman kapatacaksınız ?
When does the bus leave?
Otobüs ne zaman kalkar ?
when he came
geldiğinde
When he experiences persecution because of (due to) the Word of God
Tanrı sözünden ötürü zulme uğrayınca
When he looked at her pale bandaged face he freaked out and insisted to go immediately to the hospital.
Onun solgun, bandajlı yüzüne bakınca çılgına döndü ve hemen hastaneye gitmek için ısrar etti.
when he moved with the grace of a viper
engerek zarafetiyle hareket ederken
When he was beginning to snore in the back.
O, arkasında horlamaya başladığında
when he was/had made completely sure (...c.) that she had fallen asleep
onun uykuya daldığından iyice emin olunca
when he was/had made completely sure (...c.) that she had fallen asleep he made a move about to enter her room.
Onun uykuya daldığından iyice emin olunca odasına girmek üzere hareket geçti.
when he was/had made sure (...c.)
emin olunca
when he x-ed
x-diği zaman
when he x-ed (-e)
x- diğinde
When his disciples were hungry they plucked heads of grain and began to eat.
Öğrencileri acıkınca başakları koparıp yemeye başladılar.
When I got a bad grade in the turkish exam yesterday I was very sad.
Dün Türkçe sınavında kırık not alınca çok üzüldüm
When I had decided for this reason (s)
Bu sebeple kararlaştırmışken
When I had decided to live a few more years in the city where I have been the last six months
altı aydan beri bulunduğum bu şehirde, daha birkaç sene için oturmayı kararlaştırmışken
When I passed a short while ago the place where I had gone only one time (before)
Az önce, sadece bir kez gittiğim yerin önünden geçerken
When I passed a short while ago the place where I had gone only one time (before), the place was exactly as I remembered.
Az önce sadece bir kez gittiğim yerin önünden geçerken yeri tam olarak hatırladım,
When I reached the bustop I was soaking wet. s
Otobüs durağına vardığımda sırılsıklam olmuştum.
When I saw the images, I was very sad and cried.
Görüntüleri izleyince çok üzüldüm ve ağladım.
when I was young
gençken
When I'm done we feed the pigs together, ok?
işim bitince birlikte domuzları besleriz, tamam mı?
When in Rome do as the Romans do / si fueris Rōmae, Rōmānō vīvitō mōre; si fueris alibī, vīvitō sīcut ibī
Roma'daysan, Romalılar gibi davran
When is he going to come?
Ne zaman gelecek?
When is her birthday?
onun doğum günü ne zaman?
when is the next election?
sonraki seçim ne zaman?
When is your date/appointment ?
Buluşman ne zaman?
when it collapses / sinks/grows weary - gerund
çökünce
when it comes to me /concerning me
bana gelince
when it hit
çarparken
When it is like this
öyle olduğunda
When it is like this I usually decide to go to the beach.
Öyle olduğunda, genellikle plaja gitmeye karar veririm.
When it needed to be kept secret/to be a secret
sır olması gerekirken
when it was so unnecessary
bu kadar gereksizken
When John came he fasted and didn't drink
Yahya geldiği zaman oruç tutup içkiden kaçındı
when Mo and Meggie arrived at (came to) the door
Mo'yla Meggie kapının önüne gelince
when Mo and Meggie arrived at (came to) the door he stood a few steps behind (g) them and...
Mo'yla Meggie kapının önüne gelince o onların birkaç adım gerisinde durup
When one of them managed to open the soda pop and to spray bubbling soda everywhere, his friends squawked angrily. .
Bir tanesi gazoz kapağını açmayı başarıp köpüren gazozu her yere püşkürtünce arkadaşları öfkeyle ciyakladılar.
When one opens the handle the trigger emerges
tutma yerini açınca tetiği ortaya çıkıyor
When our neighbour Emre was young he had a big family.
Komşumuz Emre'nin gençken büyük bir ailesi vardı.
When protons and electrons were discovered for the first time they were believed to be the smallest particles found in nature.
Protonlar ve elektronlar ilk kez bulundukları zaman, onların doğada bulunan en küçük parçacıklar olduğuna inanılıyordu.
When scientists noticed this they realized that there were also other substances than the protons in the nuclear.
Bilimadamları bunu fark edince, çekirdekte protonlardan başka maddelerin de olduğunu anlamışlar.
When she got tired she leaned against a tree.
Yorulunca bir ağaca yaslandı.
When she is unhappy she is irritable.
Mutsuz olduğu zaman asabidir.
when she opened the book
kitabı açtığında
When she opened the book, the pages rustled as if they promised a lot of things.
Kitabı açtığında sayfalar çok şeyler vaat edercesine hışırdadı.
When she pushed the doors open hot and smoky air blasted out.
Kapıları iterek açınca sıcak ve dumanlı hava dışarı püskürdü.
When she saw me, she kissed me twice on the cheeks.
Beni görünce, yanaklarımdan iki kez öptü.
When she saw that there was no way
Bir yol olmadığını görünce
When she talked about lords and kings a romantic glance/glow appeared in those always ice cold looking eyes of hers
Lordlar ve krallardan söz ederken, o her zaman buz gibi soğuk bakan gözlerinde romantik bir parıltı beliriyordu.
When she was taking shelter next to her father after a bad dream
kötü bir düşten sonra babasının yanına sığındığında
when she was tired
yorulunca
When Spring comes the surroundings turn green
Bahar gelince ortalık yeşerir
when taking his talent for imitation into consideration
taklit yeteneği dikkate alındığında
when taking his talent for imitation into consideration, this image did not seem strange at all
taklit yeteneği dikkate alındığında bu görüntü hiç de yadırganmıyordu.
when taking his talent for imitation into consideration, this image did not seem strange at all
taklit yeteneği dikkate alındığında bu görüntü hiç de yadırganmıyordu.
when taking his talent for imitation into consideration, this image did not seem strange(y) at all
taklit yeteneği dikkate alındığında bu görüntü hiç de yadırganmıyordu.
when taking into consideration
dikkate alındığında
When the brain gets bored
Beyin sıkılınca
When the craw said let me imitate the partridge (Rebhuhn) it confused its own walk.
Karga kekliği taklit edeyim derken kendi yürüyüşünü şaşırmış
when the daylight reflected
günışığı yansıdığında
When the door closed behind him
Kapı arkasından kapanırken
When the girl gracefully moved away...
Kız zarafetle ulaşırken
When the Great Lord of the Dark returns he will choose new Dreadlords and you will cower(s) before them.
Karanlığın Yüce Efendisi geri döndüğünde yeni Dehşetlordlarını seçecek ve se onların önünde sineceksin.
when the helicopter gained altitude
helikopter irtifa kazanırken
When the helicopter went up (ç) to thousand three hundred meters, it zoomed over the ice canyons and crevices.
Helikopter bin üç yüz metreye çıkarken, buzul kanyonları ve yarıkları üstünden dikine yükseliyordu.
When the iman farts the public shits./ Wenn der Imam furzt, scheißt das Publikum. -meaning, the people who are the experts of something should do it correctly, otherwise everyone else will take their example and do even worse things
İmam osurursa cemaat sıçar.
When the research (pl) is complete, I hope that diabetics will not need to make insulin injections.
Araştırmalar tamamlandığında, şeker hastalarının insülin iğnesi yapmasına gerek kalmayacağını umuyorum
When the rising light indicates the birth of a new world will you close your eyes ?
Yükselen ışık yeni bir dünya'nın doğuşunu işaret ederken gözlerinizi mi kapayacaksınız ?
When the soul does not leave, the habit won't leave. /Bents and habits live on till one's dying moment, implying, usually as a negative comment, that it is futile to expect an improvement.
Can çıkmayınca huy çıkmaz.
When the Urgals dashed ahead..
Urgallar ileri doğru atılırken
When the Urgals ran towards the dead Elves
Urgallar ölü Elflere doğru koşarken
When they passed in front of a burned down castle red spots appeared on Elinor's face from excitement.
Yakıp yıkılmış bir kalenin önünden geçerken Elinor'un yüzünde heyecandan kırmızı lekeler beliriyordu.
when they persecute you
zulmettikleri zaman
When they realized this it was understood that there were also materials other than the protons in the nucleus.
Bunu fark edince, çekirdekte protondan başka maddeler de olduğu anlaşıldı.
when they went up
çıkar(lar)ken
when Tolly pulled her out from under her pillow
Tolly onu yastığının altından çıkardığında
When was the paper tissue invented and by whom ?
Kağıt ne zaman ve kimler tarafından icat edilmiştir?
When we saw the picture, we laughed out loud.
Resmi gördüğümüzde kahkahayla güldük.
When were you born ? slang
Kaç doğumlusun?
When will that be?
Ne zaman olacak?
When women said a wrong word they were burned being declared to be witches.
Kadınlar yanlış bir söz söylediğinde cadı ilan edilerek yakılıyorlardı.
When X were discovered for the first time
X ilk kez bulundukları zaman
When you enter this year God wants to be also your Father
Tanrı bu yıla girerken senin de baban olmak istiyor.
When you get to know him you (will) like him a lot
tanıyınca çok seversin
Whenever a washing rope dropped its wash in the dirt
Ne zaman bir çamaşır ipi çamaşırları çamura düşürse
whenever he fancied to have determined (found) a weakness in the people he now served)
Artık hizmetinde olduğu kişilerde ne zamanbir zaaf saptadığını sansa,
Where / what part of
nere
Where / where is he / where is it
nerede
Where are the matches ?
Kibritler nerede ?
Where are you from?
Nerelisin ?
Where are you going?
nereye gidiyorsun?
Where are you?
Neredesin?
Where does his claustrophobia come / originate from ?
Kapalı alan korkusunu nereden kaynaklanıyor ?
Where does it hurt?
neresi acıyor?
where I (we) live
bizim orası
Where is everybody hiding ? (Where did everybody hide?)
Herkes nereye saklandı ?
Where is our cabin?
Kabinimiz nerede?
Where is the toilet ?
tuvalet nerede?
Where is theirs?
Onlarınki nerede ?
Where on earth did this come from now?
şimdi durup dururken nereden çıktı bu?
Where shall we go ?
Nereye gidelim?
Where shall we meet ?
Nerede buluşacağız ?
where the sun touches the horizon
güneşin ufka değdiği yer
whereas / however
oysa
whereas now / but now
şimdiyse
whereupon / upon this
bunun üzerine
whether far or close
ister uzak ister yakın
whether I will ever x
asla x-ip x-eceğim
whether or / either
ister
Whether our bluff will function or not
Blöfümüzün işe yarayıp yaramayacağı
whether you have an idea
bir fikrinin olup olmadığı
whether you return now or not
artık dönsen de dönmesen de
whether you want or not
isteyip istemediğiniz
Which
hangi
Which boots are mine?
hangi çizmeler benim?
Which bus do we need (l) to take to go to the hospital?
Hastaneye gitmek için hangi otobüse binmemiz lazım?
Which city should we visit ?
Hangi şehri ziyaret edelim?
which day of the week is today?
bugün haftanın hangi günü?
which is a possibility that should not be ignored
ki göz ardı edilmemesi gereken bir olasılık
which is an option
ki bir olasılık
which is at the foot (lit. seam) of a mountain
eteklerindeki
which is why / that's why / schon allein deshalb
işte bu yüzden
Which is your favoured Turkish food?
Senin en sevdiğin Türk yemeği hangisi?
Which one of you
Hangi biriniz
Which team do you support?
Hangi takımı destekliyorsun?
While a number of representatives from the United States is expected to attend the hearing, especially the foreign journalists are interested in the case.
Duruşmaya, ABD tarafından da bir takım temsilcilerin katılması öngörülürken, özelikle yabancı basın mensuplarının da davaya ilgisi dikkat çekiyor.
while having started to relish
tadını çıkarmaya başlamışken
While he ate
O yerken
While he ate the Queen continued to ask questions.
O yerken, Kraliçe soru sormaya devam etti.
While he dressed /while he put on his clothes
elbisesini giyinirken
While he had already started to relish the taste of his victory
şimdiden zaferinin tadını çıkarmaya başlamışken
while he x-ed
x-diği sırada
while her heart thumped violently
yüreği güm güm atarken
while I /he/she/it(etc.) had determined/decided
kararlaştırmışken
while I was trying to make myself a way through the overcrowded hallway
tıklım tıklım koridorlarda kendime yol açarken
while moaning (ken- Gerund)
inlerken
While my stomach lurched, I held my breath.
Midem bulayınca nefesimi tuttum.
While reading a book she had fallen asleep.
Kitap okurken uyuyakalmıştı
While standing in front of the stone, the moon light gave him a pale shadow.
Taşın önünde dururken ay ışığı ona solgun bir gölge veriyordu.
While the attendance of a number of representatives is being predicted (envisaged)
bir takım temsilcilerin katılması öngörülürken
while the ground was swelling
zemin kabarırken
While the two of us are alone here /While we both ...
Burada ikimiz yalnızken
While the young girl dropped on her knees and began to cry
Genç kız diz çökerek ağlamaya başladığı sırada
while they were always interested in simple solutions
Onlar hep basit çözümlerle ilgilenirken
While they were always interested in simple solutions, the easy way
Onlar hep basit çözümlerle, kolay yolla ilgilenirken
while they were looking for the easy way
Onlar kolay yolla ilgilenirken
while trying to escape
kaçmaya çalışırken
while trying to escape
kaçmaya çalışırken
while waiting for the bus I took refuge under a mossy cypress tree
otobüsü beklerken yosunlu servi ağacının altında sığındım
whip / scourge / horsewhip / Gerte
kırbaç
whip /Geissel / Peitsche
kamçı
whipped cream
krem şanti
whipped cream syphon
krem şanti sifonu
whirlpool /swirl
girdap
whisper
fısıltı
white
beyaz
white currants / weiße Johannisbeere
beyaz frenküzümü
white paper (presentation paper)
sunuş belgesi
white rice
beyaz pirinç
white wine
beyaz şarap
white-skinned / fair
beyaz tenli
white/close to white
ak
whitewash /Putz
duvar sıvası
who
kim
Who are they?
onlar kim?
Who are you?
siz kimsiniz?
Who asked you! /Nobody asked you!
Sana soran olmadı.
who cares (spoken)
kimi bağlar
who crackles / crackling (Present Participle)
çıtırdayan
Who doesn't ! / Wer würde würde das nicht tun!
Kim etmiyor ki?
Who exalts himself will be humiliated but who humiliates himself will be exalted. Matta 23: 12
Kendini yücelten alçaltılacak, kendini alçaltan yüceltilecektir.
who forgives all your sins (s), who heals all your disease (Ps. 103:3)
Bütün suçlarını bağışlayan, Bütün hastalıklarını iyileştiren,
Who he is /was
Kim olduğu
Who is at the door?
Kapıda kim var?
Who is the tallest between us?
İçimizde en uzun boylu olan kim?
Who is this boy?
bu erkek çocuk kim?
Who is your favoured singer?
En sevdiğin şarkıcı kim?
who knows / who can know
kim bilebilir
Who loves the rose endures its thorn.
Gül seven, dikenine katlanır.
Who wants to join me ?
Kim bana katılmak ister?
Who wants to kill/slaughter (k) me ? (a bit unnatural though)
Beni kim katletmek ister ?
Who wants to live forever?
Kim sonsuza dek yaşamak ister?
Who wants to play a game ?
Kim oyun oynamak ister?
who was the first president of Turkey?
Türkiye'nin ilk cumhurbaşkanı kimdi?
whoever
her kimse
whoever the unfortunates might be
bahtsızlar kim olsa olsun
whole heartedly
canı gönülden
Whom to fear /whom you should fear
Kimden korkmalı
whose
kimin
Whose notebook is this ?
Bu kimin defteri ?
whose pillow is this?
bu yastık kimin?
Whose satellite am I ?
Ben kimin uydusuyum?
whosoever / anyone
kim olsa
why
neden
Why are you finding strange that I tell this?
Bunu anlatmamı niye garipsiyorsun?
Why are you going to Berlin. Go to Vienna instead.
Berlin'e gideceğine Viyana'ya git
Why are you so sad ?
Neden o kadar üzgünsün?
why are you worrying
neden kaygılanıyorsunuz
Why are you worrying about clothing?
Giyecek konusunda neden kaygılanıyorsunuz ?
Why did he have to stop?
Neden durması gerekti?
Why did you block me on Twitter my friend ?
Beni Twitter'da neden engelledin arkadaşım?
why did you fall in love?
neden aşık oldun?
Why did you go to Europe?
Neden Avrupa'ya gittin?
Why didn't you tell (s) us ?
Neden bize söylemediniz ?
Why do I have to tell (a) you (pl) ?
Neden size anlatmak zorundayım?
Why do I say that ?!?
Neden mi böyle söylüyorum ?
Why do you ask all these questions?
Bütün bu soruları neden soruyorsunuz?
why do you hang out with me all this time
neden bunca zamandır benimle takılıyorsun
Why do you say that?
Neden böyle söylüyorsun?
Why do you talk in (with) parables to the people ?
Halka neden benzetmelerle konuşuyorsun ?
why don't you come /do come! (sg/pl)
gelsene - gelsenize
why don't you eat /go on eat (sg/pl)
yesene - yesenize
Why don't you go / come on go (insisting imp.) (Pl)
gitsenize
Why don't you go / come on go (insisting imp.) (Sg)
gitsene
Why don't you go ahead and say something too!
Sen de bir şeyler söylesene!
Why don't you go ahead and understand my hopelessness
Ümitsizliğimi olsun anlasana
why don't you quit /go on quit (sg/pl)
bıraksana - bıraksanıza
Why don't you sit / come on sit down (insisting imp.) (Pl)
otursanıza
Why don't you sit / come on sit down (insisting imp.) (sg)
otursana
Why don't you x / come on x (insisting imp.) (Pl)
x-sanıza x-senize
Why don't you x / come on x (insisting imp.) (Sg)
x-sana x-sene
Why is this important to you? Why does this matter to you?
Bu sizin için neden önemli?
Why not ?
neden olmasın?
why not?
olamaz mı?
Why you ask out of the blue such a question ?
Durup dururken niye böyle bir soru sordun?
wick / Docht
fitil
width
genişlik
wife / husband / spouse
Wife of an uncle (also used among close friends for the other's girlfriend)
Yenge
wild / brutal / barbaric / vicious
vahşi
wild / untamed / uncultivated
yabanı
wild /uninhabited /uncultivated/ wilderness
yaban
wild rice (black)
yabanı pirinç
Wild/ uncontrollable fire
yangın
will / desire / yearn / motivation
istek
Will Lebanon's snow be missing from rocky hills (b)?
Kayalık bayırlardan Lübnanın karı hiç eksik olur mu?
Will she now get transparent?
Şimdi şeffaflaşacak mı ?
Will you be back before or after dinner?
akşam yemeğinden önce mi sonra mı döneceksin?
Will you marry me?
Benimle evlenir misin?
Will you not be sad that you'll have to pass the rest of your life as a mouse ?
ömrünün geri kalan kısmını bir fare olarak geçirmek zorunda kalacağına üzülmeyecek misin ?
willow /Weide
söğüt
win/earn Xpert points
Xper puanlar kazan:
wind
rüzgâr
Wind (y)
yel
winding / turn / curve / bend (only for roads)
dönemeç
winding streams /meandering streams
kıvrıla kıvrıla akan dereler
windmill
yel değirmeni
window
pencere
window pane
cam
window shutters
panjurlar
windy
rüzgârlı
wine
şarap
wine cellar
şarap mahzeni
wings
kanatlar
winter
kış
Winter had passed hard enough on the farms
Kış çiftliklerde yeterince zorlu geçmişti.
wiping the last crusts from my eyes
gözlerimde kalan son çapakları silerek
wire
tel
wireless communication
kablosuz iletişim
wires
teller
wisdom
bilgelik
wise
akıllıca
wish /request /petition (t)
temenni
wishlist
istek listesi
witch (c)
cadı
witchcraft
cadılık
with
ile
with / by worrying
kaygılanmakla
with / of little faith
kıt imanlı
with a casual fascination unknown to criminals
suçlular tarafından bilinmeyen gelişigüzel bir hayranlıkla
with a big body/ big sized
iri gövdeli
with a bone handle
kemik saplı
With a casual fascination
gelişigüzel bir hayranlıkla
with a clear authority
belirgin bir otoriteyle
with a contempt befitting queens
kraliçelere yaraşır bir küçümsemeyle
with a disagreeing voice
onaylamayan bir sesle
With a flourish of trumpets / with a lot of toedoe
davul zurna ile
with a husky voice (k) /in a low voice
kısık sesli
with a military skill(fulness)
askeri maharetle
with a mock smile(t) /with a make-believe smile
yapmacık bir tebessümle
with a monthly salary
aylıkla
with a mournful voice
acılı bir sesle
with a not very friendly smile
pek de dostça olmayan bir gülümsemeyle
with a piece of fried egg hanging down from his brush-like moustache
fırça gibi bıyığından sarkan bir parça sahanda yumurtayla
with a record that is hardly reliable / mit einer nicht sehr Vertrauen erweckenden Bilanz (Register)
pek de güvenilir sayılmayan bir sicille birlikte
with a relaxed attitude (impolite)
rahat tavırlı
with a repelling power
itici bir güçle
with a sheepish grin /insecure smile
ezik gülümseyişle
with a sullen /gloomy face
asık suratla
with a sure/confident touch
emin bir dokunuşla
with a swift movement
çevik bir hareketle
with a very strident voice
tiz mi tiz bir sesle
with all his might
olanca kuvvetiyle
With all of / with the utmost of
olanca ... ile
with all the heavyness (impact/weight) of his task/office
görevinin olanca ağırlığı ile
with amber and gold ornated
kehribar ve altınla süslü
with an extraordinary speed (...ü)
olağanüstü bir hızla
with an instant miracle
anlık bir mucızeyle
with appetite / heartily / hungrig / mit Lust und Laune
iştahlı
with authority
otoriteyle
with care / sorgfältig
dikkatle
with dust
tozla
with estonishment
hayretle
with faith
imanlı
with four huge doors sculptured from ivory, pearl, jade and bones.
fildişi, inci, yeşim ve kemikten yontulmuş dört kocaman kapılı
with great difficulty / hardly
zar zor
with grunts
homurtuyla
with her dimples appearing on her cheek(s) when she laughs
Güldüğünde, yanağında beliren gamzeleriyle,
With her hand she scrubbed her eyes, that were puffy from crying.
Eliyle ağlamaktan şişmiş gözlerini ovdu.
with her wires
telleriyle
with him
onunla
with his broad chest and face
geniş göğsü ve yüzüyle
with his experienced eyes / with his expert eyes
deneyimli gözleriyle
With his hand he pointed at his knee level. (h) Er deutete mit der Hand auf seine Kniehöhe.
Eliyle diz hizasını işaret etti.
with ingenious ways /auf geniale Art und Weise
ustaca yollarla
with long black forelocks
uzun siyah perçemlerle
with me
benimle
with my coat (m - not often used word for fem. coat)
mantomla
with one hand only / with a single hand
tek elle
with plenty of sugar
bol şekerli
with pointed ears (adj.)
sivri kulaklı
with pure(k) fear in his gaze / its very gaze fear
bakışlarında katışıksız korkuyla
with purple flowers in your hand
elinde mor çiçeklerle
with raven-black hair / mit rabenschwarzen Haar
kuzguni saçlı
with soot
kurumla
With surprise (ş) I noticed that it was the man on the horse who had watched me that day from the forest.
Şaşkınlıkla onun o gün beni ormandan izleyen at üzerindeki adam olduğunu fark ettim.
with the banner of Andor waving on each altitude
her yükseltide dalgalanan Andor bayrağı ile
with the consolation (t)
teselliyle
with the first peddlar of the year
yılın ilk çerçisi ile
with the grace of a viper
engerek zarafetiyle
with the hand
elle
with the security forces
Emniyet güçleri eşliğinde
with the sugar tongue clamped to his nose
burnuna kenetlenmiş şeker tutacağıyla
with the whole family
evcek
with them
onlarla
With this I gain (ensure) my lifelihood.
Geçimimi bununla sağlıyorum.
with us
bizimle
with wheelbarrows
el arabalarıyla
with white (snow) all around
beyaz içinde
with who(m)
kiminle
With whom are you (pl) going?
kiminle gideceksiniz?
with x-ing /by x-ing
x-makla x-mekle
with you
seninle
with you (pl)
sizinle
with/at the speed of an animal
hayvanı bir hızla
within / within the scope of / within the context of
kapsamında
within four hours
dört saat içinde
within ten minutes
on dakika içinde
within the possible extend especial to / for ( a dativ)
mümkün mertebe ... özgü
without
olmadan
without a fight /kampflos
savaşmadan
without a hidden purpose/agenda
gizli bir amacı olmaksızın
without any doubt
kuşkulanmaksızın
without appetite / appetitlos
iştahsız
without being/becoming a prey
yem olmadan
without blinking
kırpmadan
without doubting anything
hiçbir şeyden kuşkulanmaksızın
Without eating anything the drink has no taste
Bir şeyler yemeden, içmenin tadı olmaz.
without fairytale
masalsız
without me
bensiz
Without noticing he approached the wine glass to his lips.
Fark etmeden kadehi dudaklarına yaklaştırdı.
without seeing / before seeing
görmeden
without stones / kernlos
çekirdeksiz
Without thinking of any other reason (s)
Başka herhangi sebepten düşünmeden
without waiting to see whether there was someone else moving
Hareket eden başka birinin olup olmadığını görmek için beklemeden
witness (t) / Zeuge
tanık
wobbling
yalpalaya yalpalaya gelmek
wolf
kurt
Wolves attacked the sheep pens (rep)
Kurtlar koyun ağıllarına saldırmış
woman
kadın
Women and men are completely equal!
Kadınlar ve erkekler tamamen eşit!
women in magnificent dresses
görkemli giysiler içinde kadınlar
Women on the other hand are more careful about it.
Kadınlar ise bu konuda daha dikkatli.
Won't she wake up ?
Uyanmaz mı?
wonder / confusion / surprise / astonishment / amazement (ş)
Şaşkınlık
wonderful / fantastic
harika
wonderful / fantastic (ş)
şahane
Wonderful Counselor
Harika Öğütçü
wood (t) floor
tahta zemin
wood / forest / jungle
orman
wood / wooden (t)
tahta
wooden (a)
ahşap
woody / holzig
odunsu
wool / woolen
yün
woolen cloth
yün kumaş
word (l)
lâkırdı
word /talk (l)
laf
word at a sentence end to express an urge. ex. Where THE HECK is he ?/Wo bleibt er BLOSS?
sanki (Nerede kaldı sanki?)
word by word / Wort für Wort
Kelimesi kelimesine
word order
sözcük dizimi
Words are fleeting, writing stays
Söz uçar, yazı kalır
Words borrowed (passed) from Russian)
Rusçadan geçmiş sözcükler
Words from something like an incantation against danger came to the tip of his tongue.
Dilinin ucuna tehlikeye karşı bir efsun kabilinden sözcükler geldi
words to say
söyleyecek söz
work of an idiot
bön iși
worker
işçi
Working all day long I run out of energy.
Gün boyu çalışmaktan enerjim tükeniyor.
working iron glitters / a rolling stone gathers no moss /wer rastet rostet
işleyen demir ışıldar
workmanship / maitrise
işçilik
workshop (activity)
çalıştay
workshop (place)
atölye
world cup
dünya kupası
worldly / earthly
dünyasal
worldly cares
dünyasal kaygılar
worm
Solucan
worse
daha kötü
worse (b)
beter
worse (d.f)
daha fena
worse than not having any
hiç yoktan daha kötü
worst
en kötü
worst-case scenario (not idiomatic) - idiomatic
en kötü durum senaryosu - en k¨ötü
worth the expense
masrafına değer
worth the paid money / das Geld wert, das wir bezahlt haben / ein gutes Preis-Leistungs-Verhältnis
ödenen paraya değer
worthy (l)
layık
would you be friends with me?
Benimle arkadaş olur musun?
Would you close the door ! / close the door !
kapıyı kapar mısın
Would you like a bottle or a glass?
Bir şişe mi yoksa bir bardak mı istersiniz?
Would you like some more beer ?
biraz daha bira istiyor musunuz?
Would you like some water or anything?
Su mu içer misin?
Would you like to hike through the woods(coppice/Wäldchen) ?
Korulukta yürüyüşe çıkmak ister misin?
would you mind / if there's no objection
sakıncası yoksa
WOuld you mind if I sat here? / If there is no objection can I sit here?
Bir sakıncası yoksa buraya oturabilir miyim?
Would you please write it down somewhere !
Lütfen bir yere yazar mısınız.
Would you put the volume down
Sesi kısar mısın lütfen
wound / injury
yara
woven (passive form)
dokunmuş
wrath / rage /fury (g)
gazap
wrench / Schraubschlüssel / clef anglaise
ingiliz anahtarı
wrestling
güreş
wrestling competition
güreş müsabakası
wrist /ankle
bilek
wristwatch
kol saati
Write when you get there
gidince yaz
writer / author
yazar
writing desk /Schreibtisch
yazı masası
written
yazılı
wrong (h)
haksız
Invalid character in entity name Line: 0 Column: 10 Char:
x ve Ortakları
X consists only of Y / x is just y
X Y-den ibaret
x is very stubborn / x needs to always have his way
X çok dediğim dedik biri.
Y that he/she Xed (Y is the object of X)
X-diği Y
Y that X'es (Y is the subject of X)
X-en Y
Yana was precisely the kind of student her mentor Arthcamu despised:'the professional amateur'.
Yana, 'profesyonel amatör' olarak, öğretmeni Arthcamu'nun tam olarak nefret ettiği öğrenci türüydü.
Yaralı bir hayvanın çaresız sesini benzer bir sesle hıçkırdı.
She sobbed with a voice similar to the desperate sounds of a wounded animal
yarn
iplik
Yay ! Hooray!
yaşasın!
year
yıl
year (s)
sene
yeast
maya
yellow
sarı
yellowish (s)
sarımsı
yellowish (t)
sarımtrak
yes
evet
Yes a little
Evet biraz
yes in many ways / lit from many angles
Evet pek çok açıdan
Yes of course
Evet tabii
Yes please ? (e.g. Waiter asking for orders)
Buyurun?
Yes, I am cold
Evet,üşüyorum.
yes, I did (do that)
evet, öyle
yesterday
dün
Yet/ still
Henüz
yet; by now
şimdiye kadar
yoghurt
yoğurt
yoke (agricul.)
boyunduruk
You (pl) will go Slang
Gitçeniz
You (pl) will like this discovery quite.
Bu keşif oldukça hoşunuza gidecektir.
You (pl) will x Slang (x-eceksiniz)
X-çeniz
you all /royal plural (thou) / describing a whole generation
sizler
You are a lucky guy
şanslı bir adamsın
You are always happy
her zaman mutlusun
You are always welcome. (May it be, I always wait)
Olsun, her zaman beklerim.
You are an example to all of us!
Hepimize örnek oluyorsun.
You are brave.
cesursun
you are continously yawning
esneyip duruyorsun
You are curious.
Meraklısın.
You are driving me crazy. (D)
Beni delirtiyorsun
you are in a mess despite the money (e. g. you bought an expensive plain ticket and still got late)
Paranla rezil oldun.
You are looking for thrill (h) in the wrong place.
Yanlış yerde heyecan arıyorsun.
You are my Fatger, my God and the Rock of my salvation. (Ps 89: 27)
Babam sensin ... Tanrım, kurtuluşum kayası !
You are not afraid to lead a life of crime.
Suç hayatı sürmekten korkmuyorsun.
You are not afraid. (You don't fear.)
Korkmuyorsun.
You are not helping me very much.
Bana çok fazla yardım etmiyorsun.
You are smoking too much inside the room , the curtains have started to turn yellow.
Odanın içinde çok sigara içiyorsun, perdeler sararmaya başladı.
You are so kind
Çok kibarsın
You are so rude
Çok kabasın
You are very young.
çok gençsin.
You are welcome
Rica ederim
You are welcome / It's nothing
bir şey değil
You are wrong (h)
haksızsın
you aren't going to die
ölmeyeceksiniz
You ask questions about things that are none of your business.
İşin(iz) olmayan şeyler hakkında soru soruyorsun(uz).
You ate up my life and you are not satisfied. I am done.
Ömrümü yedin de doymadın. Bittim ben ya.
You attend the meeting
toplantıya katılırsın
You begin to think strange things
tuhaf şeyler düşünmeye başlıyorsun
You can ask me
Bana sorabilirsin
You can be more creative
daha yaratıcı olabilirsiniz
you can count on me
bana güvenebilirsin
You can cut your ties with the rest of the world.
Dünyanın geri kalanıyla bağınızı kesebilirsiniz.
You can easily find a pretext to do this
Bunu yapmak için kolaylıkla bir bahane bulabilirsin
you can either describe the woman or you can draw a picture of her
kadını ya tarif edebilirsin ya da bir resmini çizebilirsin
you can get in trouble
sıkıntıya sokabileceksin
You can go out on the balcony to get fresh air.
Temiz hava almak için balkona çıkabilirsin.
You can play until lunch is cooked.
Yemek pişirilene kadar, oynayabilirsin.
you can see how much impressed everybody is
Herkesin nasıl etkilendiğini görebiliyorsunuz
You can tell a lion from its lair. meaning: How well one cares for and maintains the place where he lives is the real tell-tale account of his habits.
Aslan yattığı yerden belli olur.
You can't please everyone.
herkesi memnun edemezsin
you can't walk idly around here
burada aylak aylak dolaşamazsın
you cannot blame me / you cannot hold me responsable
beni sorumlu tutamazsın
you cannot blame me for the outcoming consequences / results
doğacak sonuçlardan beni sorumlu tutamazsın
You cannot teach an old dog new tricks
Yaşlı köpeğe yeni numara öğretemezsin
You don't care, especially if in the end you get what you want.
umursamazsın özellikle de sonunda istediğini elde edeceksen.
you don't know much about the nature of my work
işimin niteliği hakkında çok şey bilmezsin
you don't understand (pl)
anlamıyorsunuz
You don’t necessarily need to ask your teacher to find an answer to this question; it’s enough to google it.
Bu soruya cevap bulmak için illa hocana sormana gerek yok; gugıllamak yeter.
You draw a cross on the floor with that chalk and run home
O tebeşirle yere bir çarpı çizip eve koşarsın
You drive me crazy (ç)
Beni çıldırtıyorsun.
You forgot the magic word
Sihirli kelimeyi unuttun
you get up
kalkarsın
you get up at seven in the morning
Sabah yedi(de) kalkarsın
You go back home, you go to bed
Ev döner, yatarsın
you go to bed
yatarsın
you got that right /you are right in that /damit hast du recht
bunda haklısın
you have a rare disease
nadir bir hastalığınız var
You have been a tower of strength against the enemy
Düşmana karşı güçlü bir kule oldun.
You have been yawning continuously, I fell sleepy, too.
Esneyip duruyorsun, benim de uykum geldi.
you have crossed the line
çizgiyi aştın
You have given me joy. In peace (e) I lay down and sleep. For you alone,Lord keep me in safety. (Ps.4: 7-8)
Bana sevinç verdin. Esenlik içinde yatar uyurum. Çünkü yalnız Sen, ya Rab, beni güvenlik içinde tutarsın.
You have to (l) explain some circumstances to your mother.
Annene bazı durumları izah etmen lazım.
You have to comply with the desired conditions.
Sen istenilen şartlara uymak durumundasın.
You have to do something. At least call him and tell him that there is a problem.
Bir şeyler yapman lazım. En azından onu arayıp bir sorun olduğunu söyle.
You have to have a ticket and a visa .
bir biletin ve vizen olması gerekiyor
You have to have...
... -n olması gerekiyor
You have to look professionel for the interview.
Görüşmesi için profesyonel görünmek zorunda
you have to make an effort
emek vermen gerekiyor
You have to show your passport in the airport.
havaalanında pasaportunu göstermen gerekiyor
You have to work hard to be successful
Başarılı olmak için çok sıkı çalışmak zorundasınız
you hurt him
onu incittin
you just made the biggest mistake of your life
az önce hayatının en büyük hatasını yaptın
you know very little
çok az biliyorsundur
You learn non-stop new things
Devamlı yeni şeyler öğreneceksin
you lined up so many more things not to do
yapılmaması gereken amma çok șey sıraladın
You ll never guess whom I ran across a few days ago
birkaç gün önce kime rastladım tahmin bile edemezsin
you look like a mess
berbat görünüyorsun
You look lost
dalgın görünüyorsun
You make it sound like
öyle bir konuşuyorsun ki
you make me sick (slang)
Beni gıcık ediyorsun
You might have heard me tell this before
önceden anlattığımda duymuşsun herhalde
you might have to change (right now)
değişiklik yapmak zorunda olabilirsin
you might have to decide (right now)
karar vermek zorunda olabilirsin
you might have to x (in the future)
x-mek zorunda kalabilirsin
you might have to x (right now)
x-mek zorunda olabilirsin
You misunderstood
Yanlış anladınız
You must be joking /kidding.
Şaka yapıyor olmalısın.
you need to decide whether or not you want more responsabilities
daha fazla sorumluluk isteyip istemediğiniz hakkında bir karar vermek zorundasınız
You need to find something to kill the time.
Zaman öldürecek bir şey bulman gerek.
you never know ( nothing is clear)
hiç belli olmaz
you never speak to each other
birbirinizle hiç konuşmuyorsunuz
You open your laptop
Laptopu açarsın
You organize (make) a meeting
toplantı yaparsın
you pl (or formal)
siz
you reap what you sow
ne ekersen onu biçersin
You run to your kid, you get it from school
Çocuğuna koşarsın, okuldan alırsın
you sg
sen
You should be more alone with your own thoughts.
Kendi düşüncelerinizle daha fazla yalnız kalmalısınız.
you should forget him
onu unutmalısın
you should forgive him
onu affetmelisin
you should listen to yourself
kendini dinlemelisin
You should see a doctor.
bir doktora görünmelisin
You should taste every dish of Turkish cuisine.
Türk mutfağının her yemeğini tatmalısınız.
You should(will) kiss the wrist you could not twist. meaning: This is really an invitation to acknowledgement and respect when you are beaten or bested, physically or otherwise.
Bükemediğin bileği öpeceksin.
you shouldn't have! (What a trouble you made to yourself)
ne zahmet ettin!
you shouldn't have! (Why did you trouble yourself)
niçin zahmet ettiniz
You snack a bit
Biraz atıştırsın
You speak (the) English very well
İngilizceyi çok iyi konuşuyorsun
You speak too fast.
çok hızlı konuşuyorsunuz
You stay in the traffic
trafiğe kalırsın
You stay overtime
Mesaiye kalırsın
you stepped right on top of it / you hit the nail on the head
tam üstüne bastın
You stood me up (you didn't come to our appointment) Du hast mich versetzt
Beni ektin.
you stupid dogs /you stupid bastards
sizi ahmak itler
You tore my nerves to pieces / you shattered my nerves
paramparça ettin sinirlerimi
you were hindering my letters ?
Sen mektuplarıma engel mi oluyordun?
You were really (s) such.
Sahiden öyleydin.
You were so helpful
Çok yardımcı oldun
You were very young (small) /du warst sehr klein
küçücüktün
you weren't supposed to see any of these
bunların hiçbirini görmemeliydin
you weren't supposed to see this
bunu görmemeliydin
You will have to wait until next (g h) week
Gelecek haftaya kadar beklemeniz gerekecek.
You will need to study to pass the exam.
Sınavı geçmek için çalışman gerekecek.
You wouldn't believe it if I told you
size anlatsam herhalde inanmazdınız
You'd better learn to control yourself.
Kendine hâkim olmayı öğrensin iyi edersin.
you'll get wet
ıslanacaksın
You're setting a bad example
Kötü örnek oluyorsunuz
You(formel) are certainly / presumably a doctor?
Siz her halde doktorsunuz ?
You-Know-Who
Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen
young
genç
young ones / young men
gençler
your (pl) need
gereksinmeniz
Your are full of happy thoughts
neşeli düşüncelerle doluysun
Your basket is empty
sepetiniz boş
your gender
Cinsiyetiniz
Your head (acc. ke...) , on a pike (on the end of a pike)
Kelleni, bir kazmanın ucunda.
your heavenly Father
Göksel Babanız
your idea
fikrin
your interest in your environment
sizin çevrenize olan ilginiz
Your keys are under the sofa.
anahtarların koltuğun altında
Your surname / Ihr Nachname
Soyadınız
your wife is pregnant
eşiniz hamile
yours / lit. I kiss (at the end of a letter)
Öptüm
youth
gençlik
yummy
nefis
Zahnarzt
diş hekimi
zeal / effort / endeavour
gayret
zero gravity
sıfır yerçekimi
Zest /white skin /weiße Haut - zwischen Fruchtfleisch und Schale
beyaz kabuk
Zinc -Zn 30 (geçiş metalleri /Mavimsi açık gri)
çinko
zinc coating /zinc plating /galvanizing
çinko kaplama
zipper / Reissverschluss
fermuar
Zoo
hayvanat bahçesi
İleride, Türkçe öğretmeni olmak istiyor.
In the future he wants to become a Turkish teacher.
İstanbul is a city that connects two continents.
İstanbul iki kıtayı bağlayan bir şehirdir.
İt depends / lit. it changes according to the situation
duruma göre değişir
şirkete denizaşırı ülkelerde genişletmek
to expend the company overseas
… right? ; … is it?
- öyle değil mi?