| Question | Answer |
|---|---|
| passive voice | pasif yapı |
| to say | demek |
| I want to say hello every morning. | Ben her sabah merhaba demek istiyorum. |
| grammar | dilbilgisi |
| The grammar book is useful. | Dilbilgisi kitabı faydalı. |
| to focus | odaklanmak |
| I am focusing. | Ben odaklanıyorum. |
| Today we will focus on the grammar topic called the passive voice. | Bugün pasif yapı dediğimiz dilbilgisi konusuna odaklanacağız. |
| In the passive structure, verbs are performed not by the subject, but by another force or factor. | Pasif yapıda fiiller özne tarafından değil, başka bir güç veya etken tarafından gerçekleştirilir. |
| wide | geniş |
| My friend is riding a bicycle in the wide street. | Arkadaşım geniş sokakta bisiklet kullanıyor. |
| the river | nehir |
| last night | dün akşam |
| Last night, my friend cooked food at home. | Dün akşam arkadaşım evde yemek pişirdi. |
| to overflow | taşmak |
| Water is overflowing in the kitchen. | Mutfakta su taşıyor. |
| This wide river overflowed with heavy rain last night. | Bu geniş nehir, dün akşam kuvvetli yağmurla taştı. |
| the municipality | belediye |
| by | tarafından |
| to clean | temizlemek |
| I am cleaning the kitchen. | Ben mutfağı temizliyorum. |
| The riverbank was cleaned by the municipality early in the morning. | Nehir kıyısı sabah erkenden belediye tarafından temizlendi. |
| the coast | kıyı |
| along | boyunca |
| I am walking along the river. | Ben nehir boyunca yürüyorum. |
| and | hem de |
| relaxing | rahatlatıcı |
| Tea is relaxing. | Çay rahatlatıcı. |
| Walking along the coast is both calm and relaxing. | Kıyı boyunca yürümek hem sakin hem de rahatlatıcıdır. |
| to relax | rahatlamak |
| light | hafif |
| The wind is light. | Rüzgar hafif. |
| I bring some light music with me to relax on the coast. | Ben kıyıda rahatlamak için yanımda hafif bir müzik getiriyorum. |
| the store | mağaza |
| to open | açmak |
| the cash register | kasa |
| yet | henüz |
| My friend hasn't arrived yet. | Arkadaşım henüz gelmedi. |
| to make active | aktif hale getirmek |
| The store was opened in the morning, but the cash register has not yet been made active. | Mağaza sabah açıldı, fakat kasa henüz aktif hale getirilmedi. |
| the key | anahtar |
| I lost the key. | Ben anahtarı kaybettim. |
| to be needed | gerekmek |
| to be completed | tamamlanmak |
| The project is being completed. | Proje tamamlanıyor. |
| A special key is needed to open that cash register, otherwise the shopping cannot be completed. | O kasayı açmak için özel bir anahtar gerekiyor, yoksa alışveriş tamamlanamaz. |
| rich | zengin |
| the collection | koleksiyon |
| reasonable | uygun |
| the price | fiyat |
| The price is very expensive. | Fiyat çok pahalı. |
| to exist | bulunmak |
| Old books are in the library. | Kütüphanede eski kitaplar bulunuyor. |
| In this store, there are both rich collections and reasonable prices. | Bu mağazada hem zengin koleksiyonlar hem de uygun fiyatlar bulunuyor. |
| most | en |
| The school is the most important. | Okul en önemli. |
| the person | kişi |
| last night | dün gece |
| Last night, I cooked food in the kitchen. | Dün gece mutfakta yemek yaptım. |
| One of the richest people in our city came to this store last night. | Şehrimizin en zengin kişilerinden biri dün gece bu mağazaya geldi. |
| poor | yoksul |
| the region | bölge |
| The region is calm. | Bölge sakin. |
| social | sosyal |
| My friend is social. | Arkadaşım sosyal. |
| the support | yardım |
| Some poor families in this region need social support. | Bazı yoksul aileler ise bu bölgede sosyal yardıma ihtiyaç duyuyor. |
| between | arasında |
| I am walking between school and home. | Okul ile ev arasında yürüyorum. |
| the difference | fark |
| There is a difference. | Fark var. |
| to understand | anlamak |
| I understand you. | Ben seni anlıyorum. |
| the courtesy | nezaket |
| It is important to show courtesy to understand the difference between rich and poor. | Zengin ve yoksul arasındaki farkı anlamak için nezaket göstermek önemlidir. |
| anybody | kimse |
| My friend always speaks with great courtesy and doesn’t hurt anybody. | Arkadaşım her zaman büyük bir nezaketle konuşur ve kimseyi kırmaz. |
| tense | gergin |
| to make feel | hissettirmek |
| I want to make my friend happy. | Ben arkadaşımı mutlu hissettirmek istiyorum. |
| the breath | nefes |
| I am breathing. | Ben nefes alıyorum. |
| possible | mümkün |
| The plan is possible. | Plan mümkün. |
| Even though life sometimes makes us feel tense, it is possible to relax every morning with breathing exercises. | Hayat bazen gergin hissettirse de, her sabah nefes egzersizleriyle rahatlamak mümkün. |
| the workplace | iş yeri |
| I am working at the workplace. | Ben iş yerinde çalışıyorum. |
| the atmosphere | atmosfer |
| The atmosphere is very calm. | Atmosfer çok sakin. |
| despite | rağmen |
| Despite the wind, I am running outside. | Rüzgara rağmen ben dışarıda koşuyorum. |
| Despite the tense atmosphere at work today, everyone finished their tasks on time. | Bugün iş yerinde gergin atmosfere rağmen, herkes zamanında işini bitirdi. |
| the surprise | sürpriz |
| My friend is making a surprise. | Arkadaşım sürpriz yapıyor. |
| them | bunlar |
| to meet | karşılamak |
| I am meeting my friend at the station. | Ben arkadaşımı istasyonda karşılıyorum. |
| Life sometimes offers unexpected surprises; we should meet them with courtesy. | Hayat bazen beklenmedik sürprizler sunar, bunları nezaketle karşılamak gerekir. |
| the factory | fabrika |
| the night | gece |
| The night is long and calm. | Gece uzun ve sakin. |
| late | geç |
| I wake up late. | Ben geç kalkıyorum. |
| until | kadar |
| to operate | çalıştırmak |
| to bother | rahatsız etmek |
| The nearby factory was operated until late at night yesterday, and this situation bothered some people. | Yakındaki fabrika dün gece geç saatlere kadar çalıştırıldı, bu durum bazı kişileri rahatsız etti. |
| the year | yıl |
| ago | önce |
| to build | inşa etmek |
| I am building a house. | Ben ev inşa ediyorum. |
| modern | modern |
| the device | cihaz |
| I am operating a modern device in the factory. | Ben fabrikada modern cihaz çalıştırıyorum. |
| to renew | yenilemek |
| The bridge was renewed. | Köprü yenilendi. |
| That factory was built many years ago, but now it has been renewed with modern devices. | O fabrika uzun yıllar önce inşa edildi, fakat şimdi modern cihazlarla yenilendi. |
| the middle | orta |
| The dog is playing in the middle of the park. | Köpek parkın ortasında oynuyor. |
| the sculpture | heykel |
| to place | yerleştirmek |
| I am placing the book on the table. | Ben kitabı masaya yerleştiriyorum. |
| to like | beğenmek |
| I like the film. | Ben filmi beğeniyorum. |
| A big sculpture was placed in the middle of the park, and people liked it a lot. | Parkın ortasına büyük bir heykel yerleştirildi, insanlar onu çok beğendi. |
| the art | sanat |
| closely | iç içe |
| to live | yaşamak |
| I live here. | Ben burada yaşıyorum. |
| the community | topluluk |
| The community is working together. | Topluluk birlikte çalışıyor. |
| carefully | özenle |
| I carefully add salt while cooking. | Ben yemek yaparken özenle tuz ekliyorum. |
| The sculpture was carefully made by a community that lives closely with art. | Heykel sanatla iç içe yaşayan bir topluluk tarafından özenle yapıldı. |
| the car | araba |
| problem-free | sorunsuz |
| My car was repaired early in the morning, and now it runs without any problems. | Benim arabam sabah erkenden tamir edildi, şimdi sorunsuz çalışıyor. |
| careful | dikkatli |
| I am driving carefully. | Ben dikkatli araba kullanıyorum. |
| You should always be careful when driving a car, because the roads can be crowded. | Araba kullanırken her zaman dikkatli olmalısın, çünkü yollar kalabalık olabilir. |
| the magic | sihir |
| Magic is very beautiful. | Sihir çok güzel. |
| like | gibi |
| The dog is as fast as a train. | Köpek, tren gibi hızlı. |
| to appear | görünmek |
| Today everything looks problem-free. | Bugün her şey sorunsuz görünüyor. |
| the event | olay |
| The event is interesting. | Olay ilginç. |
| to believe | inanmak |
| I believe you. | Ben sana inanıyorum. |
| the reality | gerçek |
| Reality can sometimes be difficult. | Gerçek bazen zor olabilir. |
| Some people believe in events that seem like magic, but reality is sometimes different. | Bazıları sihir gibi görünen olaylara inanıyor, ama gerçek bazen farklıdır. |
| the poison | zehir |
| We do not add poison to the food. | Yemeğe zehir eklemiyoruz. |
| therefore | bu nedenle |
| The weather is cold, therefore I do not go outside. | Hava soğuk, bu nedenle ben dışarı çıkmıyorum. |
| chemical | kimyasal |
| The water is chemical. | Su kimyasal. |
| the substance | madde |
| The substance is important. | Madde önemli. |
| the precaution | önlem |
| I take precautions to stay healthy. | Ben sağlıklı kalmak için önlem alıyorum. |
| Poison is dangerous, therefore we must take precautions when dealing with chemical substances. | Zehir tehlikelidir, bu nedenle kimyasal maddelerle çalışırken önlem almak gerekir. |
| magic | sihir |
| but | ancak |
| I am working at the factory, but my friend is resting at home. | Ben fabrikada çalışıyorum, ancak arkadaşım evde dinleniyor. |
| them | onlara |
| poisonous | zehirli |
| The fish is poisonous. | Balık zehirli. |
| the content | içerik |
| The content is very useful. | İçerik çok faydalı. |
| never | asla |
| I never forget. | Ben asla unutmam. |
| Children love magic books very much, but we should never show them poisonous content. | Çocuklar sihir kitaplarını çok sever, ancak onlara zehirli içerikleri asla göstermemeliyiz. |
| the emotion | duygu |
| Emotion makes you happy. | Duygu seni mutlu ediyor. |
| freely | özgürce |
| I run freely in the park. | Ben parkta özgürce koşuyorum. |
| to reflect | yansıtabilmek |
| Art is a unique field for people to freely reflect their emotions. | Sanat insanların duygularını özgürce yansıtabilmesi için eşsiz bir alandır. |
| the orchestra | orkestra |
| the concert | konser |
| I am going to the concert. | Ben konsere gidiyorum. |
| the ticket | bilet |
| I am buying a ticket for the cinema. | Ben sinemaya bilet alıyorum. |
| to run out | tükenmek |
| The tea is running out. | Çay tükeniyor. |
| We will go to an orchestra concert this evening; the tickets sold out very early. | Bu akşam bir orkestra konserine gideceğiz, biletler çok erken tükendi. |
| the instrument | çalgı |
| I am playing an instrument. | Ben çalgı çalıyorum. |
| passive | pasif |
| all the time | sürekli |
| active | aktif |
| I am active. | Ben aktifim. |
| During orchestra rehearsals, instruments are not passive; they are used actively all the time. | Orkestra provaları sırasında çalgılar pasif değil, sürekli aktif olarak kullanılır. |
| the dress | elbise |
| to sew | dikmek |
| high-quality | kaliteli |
| The laptop is high-quality. | Dizüstü bilgisayar kaliteli. |
| the fabric | kumaş |
| to choose | seçmek |
| I am choosing fruit. | Ben meyve seçiyorum. |
| the result | sonuç |
| While the new dress was being sewn, very high-quality fabrics were chosen, and the result turned out really nice. | Yeni elbise dikilirken çok kaliteli kumaşlar seçildi, sonuç gerçekten güzel oldu. |
| blue | mavi |
| The bicycle is blue. | Bisiklet mavi. |
| to suit | yakışmak |
| the jacket | ceket |
| I want to sew a jacket, therefore I am buying fabric. | Ben ceket dikmek istiyorum, bu yüzden kumaş alıyorum. |
| to wear | giymek |
| I am wearing a red jacket. | Ben kırmızı ceket giyiyorum. |
| The blue dress suits me very well, but I want to wear a jacket today. | Mavi elbise bana çok yakışıyor, fakat bugün ceket giymek istiyorum. |
| the pocket | cep |
| There is a pen in the pocket. | Cepte kalem var. |
| convenient | kullanışlı |
| the wallet | cüzdan |
| I am buying a wallet. | Ben cüzdan alıyorum. |
| there | oraya |
| I am going there. | Ben oraya gidiyorum. |
| to be able to put | koyabilmek |
| I want to be able to put the book on the table. | Ben kitabı masaya koyabilmek istiyorum. |
| The jacket’s pockets are very convenient, so I can comfortably put my wallet there. | Ceketin cepleri çok kullanışlı, bu yüzden cüzdanımı oraya rahatça koyabiliyorum. |
| sparkling | ışıltılı |
| The dress is sparkling. | Elbise ışıltılı. |
| the jewelry | takı |
| This jewelry suits you. | Bu takı sana yakışıyor. |
| to wear | takmak |
| I want to wear this sparkling jewelry. | Ben bu ışıltılı takıyı takmak istiyorum. |
| to like | hoşlanmak |
| I like the cinema. | Ben sinemaya hoşlanıyorum. |
| My sibling likes to wear sparkling jewelry on special occasions. | Kardeşim özel günlerde ışıltılı takılar takmaktan hoşlanıyor. |
| to design | tasarlamak |
| I am designing a new jacket. | Ben yeni ceket tasarlıyorum. |
| the design | tasarım |
| The design is interesting. | Tasarım ilginç. |
| to admire | beğenmek |
| She designed a new piece of jewelry, and this design was greatly admired. | O, yeni bir takı tasarladı ve bu tasarım çok beğenildi. |
| dry | kuru |
| to walk | yürüyüş yapmak |
| comfortable | rahat |
| I am comfortable. | Ben rahatım. |
| Because the weather is dry today, it will be more comfortable to walk outside. | Bugün hava kuru olduğu için dışarıda yürüyüş yapmak daha rahat olacaktır. |
| the leaf | yaprak |
| The leaf is outside. | Yaprak dışarıda. |
| autumn | sonbahar |
| the ground | yer |
| to accumulate | birikmek |
| Ideas accumulated. | Fikirler birikti. |
| pleasant | hoş |
| The kitchen is pleasant. | Mutfak hoş. |
| the sound | ses |
| The sound is very nice. | Ses çok güzel. |
| Dry leaves accumulate on the ground in autumn and make a pleasant sound. | Kuru yapraklar sonbaharda yerde birikiyor ve hoş bir ses çıkarıyor. |
| the show | gösteri |
| I am watching a show. | Ben gösteri izliyorum. |
| flying | uçan |
| The flying fish is in the sky. | Uçan balık gökyüzünde. |
| the object | nesne |
| the decor | dekor |
| The decor is very beautiful. | Dekor çok güzel. |
| the performance | gösteri |
| significant | önemli |
| the part | parça |
| The flying objects in the show were not passive décor, but a significant part of the performance. | Gösteride uçan nesneler pasif birer dekor değil, gösterinin önemli bir parçasıydı. |
| strange | garip |
| I am making strange food. | Ben garip yemek yapıyorum. |
| on | üzerinde |
| The pen is on the table. | Kalem masanın üzerinde. |
| This strange object has been waiting for days to be moved on the table. | Bu garip nesne, masanın üzerinde günlerdir hareket ettirilmeyi bekliyor. |
| the verb | fiil |
| the end | son |
| The end has come. | Son geldi. |
| -l or -n | -l veya -n |
| for example | örneğin |
| For example, the dog and the cat are playing together. | Örneğin, köpek ve kedi birlikte oynuyor. |
| When using the passive voice, –l or –n is added to the end of the verb, for example “yazmak” -> “yazılmak.” | Pasif yapıyı kullanırken fiilin sonuna –l veya –n ekleniyor, örneğin “yazmak” -> “yazılmak”. |
| the toy | oyuncak |
| The toy is blue. | Oyuncak mavi. |
| The toys were repaired yesterday, and now the children are playing happily. | Oyuncaklar dün tamir edildi ve şimdi çocuklar mutlu bir şekilde oynuyor. |
| the speech | konuşma |
| The speech is short and beautiful. | Konuşma kısa ve güzel. |
| even more | daha da |
| The film is even more fun. | Film daha da eğlenceli. |
| fluent | akıcı |
| I speak fluent Turkish. | Ben akıcı Türkçe konuşuyorum. |
| As you practice the new words and the passive voice, your Turkish speech will become even more fluent. | Yeni kelimeleri ve pasif yapıyı pratik ettikçe Türkçe konuşman daha da akıcı olacak. |
| to flow | akmak |
| The water is flowing. | Su akıyor. |
| The river flows slowly. | Nehir yavaş akıyor. |
| to plan | plan yapmak |
| We want to plan to go to the cinema on the weekend. | Biz hafta sonu sinemaya gitmek için plan yapmak istiyoruz. |
| The municipality is planning. | Belediye plan yapıyor. |
| to contain | içermek |
| The collection contains books. | Koleksiyon kitaplar içeriyor. |
| to pass | geçmek |
| I am passing the bridge. | Ben köprüden geçiyorum. |
| The year is passing quickly. | Yıl hızlı geçiyor. |
| good | güzel |
| I am working, the result is good. | Ben çalışıyorum, sonuç güzel. |
| easily | kolay |
| I am finishing the project easily. | Ben projeyi kolay bitiriyorum. |
| The verb is easily learned. | Fiil kolay öğreniliyor. |
| three | üç |
| Three dogs are running. | Üç köpek koşuyor. |
| This house contains three rooms. | Bu ev üç oda içeriyor. |
Your questions are stored by us to improve Elon.io
