the boot | bot |
gray | gri |
The gray cat is climbing the tree. | Gri kedi ağaca tırmanıyor. |
brown | kahverengi |
The brown bag is on the table. | Kahverengi çanta masada duruyor. |
the color combination | renk kombinasyonu |
This color combination is simple but stylish. | Bu renk kombinasyonu basit ama şık. |
My boots are gray and brown; this color combination looks wonderful. | Botlarım gri ve kahverengi; bu renk kombinasyonu harika görünüyor. |
my | -ım |
to be able to put on | giyebilmek |
Being able to comfortably put on my boots in the morning chill is a wonderful feeling. | Sabahın serinliğinde botlarımı rahatça giyebilmek harika bir his. |
Did you update your résumé and take a copy with you while preparing for the interview? | Mülakata hazırlanırken özgeçmişini güncelleyip bir kopyasını yanına aldın mı? |
the messaging app | mesajlaşma uygulaması |
I often use a messaging app. | Ben sık sık mesajlaşma uygulaması kullanıyorum. |
the chat | yazışma |
informal | gayriresmi |
even if | kalsa bile |
the confidentiality | gizlilik |
Even if chats in the messaging app remain informal, confidentiality is maintained. | Mesajlaşma uygulamasında yazışmalar gayriresmi kalsa bile gizlilik korunuyor. |
It can be difficult to share barcode information in an informal group chat with your friends. | Arkadaşlarınla gayriresmi bir grup sohbetinde barkod bilgisi paylaşmak zor olabilir. |
advertising | reklam |
the brand’s | markanın |
the logo | logo |
to appear | yer almak |
The brand’s logo and symbol appear together on the new advertising poster. | Yeni reklam afişinde markanın logo ve simgesi birlikte yer alıyor. |
the label | etiket |
the emblem | simge |
The company’s logo is also found as an elegant emblem on the product labels. | Şirketin logosu, ürün etiketlerinin üzerinde de şık bir simge olarak bulunuyor. |
barcoded | barkodlu |
There are barcoded books on the library shelves. | Kütüphane raflarında barkodlu kitaplar var. |
the container door | konteyner kapısı |
to be affixed | yapıştırılmak |
The digital barcode label was easily affixed to the container door. | Dijital barkodlu etiket konteyner kapısına kolayca yapıştırıldı. |
You can track the location of the materials inside the container via the transfer checkpoints. | Konteynerin içindeki malzemelerin konumunu geçiş noktalarından izleyebilirsiniz. |
The roof of the vehicle has been painted gray and adorned with brown stripes. | Aracın tavanı gri renge boyanmış ve kahverengi şeritler eklenmiş. |
the exhibit table | sergi masası |
the unit | birim |
The unit price is reasonable. | Birim fiyatı uygun. |
its own | kendine ait |
to be labeled | etiketlenmek |
On the exhibit table, each unit has been labeled with its own small logo. | Sergi masasında her birim kendine ait küçük bir logo ile etiketlenmiş. |
the series | dizi |
A new series will start tomorrow. | Yarın yeni bir dizi başlayacak. |
the character | karakter |
Character is very important. | Karakter çok önemli. |
to eagerly await | dört gözle beklemek |
Every variation of the characters in the series is eagerly awaited by viewers. | Dizideki karakterlerin her varyasyonu izleyiciler tarafından dört gözle bekleniyor. |
the interview | mülakat |
to tag | etiketlemek |
I am tagging my friends in the photos. | Ben fotoğraflarda arkadaşlarımı etiketliyorum. |
During research, we tagged the interview questions in informal chats and jotted down short notes. | Araştırma sırasında gayriresmi sohbetlerde mülakat sorularını etiketleyip kısa notlar tuttuk. |
messaging | mesajlaşma |
to speed up | hızlanmak |
I am speeding up in the park. | Ben parkta hızlanıyorum. |
intra-team | ekip içi |
Intra-team communication is important. | Ekip içi iletişim önemli. |
coordination | koordinasyon |
to become stronger | güçlenmek |
As messaging speeds up, intra-team coordination also grows stronger. | Mesajlaşma hızlandıkça ekip içi koordinasyon da daha da güçleniyor. |
canyon | kanyon |
trail | patika |
to be able to walk | yürüyebilmek |
boot | bot |
sport | spor |
Sports shoes are very comfortable. | Spor ayakkabılar çok rahat. |
shoe | ayakkabı |
We must wear appropriate boots and sneakers to be able to hike the canyon trail. | Kanyon patikasında yürüyebilmek için uygun bot ve spor ayakkabılar giymeliyiz. |
to be able to borrow | ödünç alabilmek |
the library card | kütüphane kartı |
to present | ibraz etmek |
You must present your library card first in order to be able to borrow books from the library. | Kitapları kütüphaneden ödünç alabilmek için önce kütüphane kartınızı ibraz etmelisiniz. |
to be able to buy | alabilmek |
I can buy fresh bread from the market tomorrow morning. | Yarın sabah marketten taze ekmek alabilirim. |
pleasure | keyif |
Being able to buy ice cream to cool off in the summer heat is a great pleasure. | Yazın sıcak havada serinlemek için dondurma alabilmek büyük keyif. |
During the panel discussion, participants were able to listen carefully to each other’s views. | Panel tartışması sırasında katılımcılar birbirlerinin görüşlerini dikkatle dinleyebildiler. |
to be preserved | korunmak |
Confidentiality should be preserved when sending an email. | E-posta gönderirken gizlilik korunmalı. |
to take place | yapılmak |
The interview will take place tomorrow morning at nine o’clock. | Mülakat yarın sabah dokuzda yapılacak. |
friend | arkadaş |
communication | iletişim |
Messaging speeds up communication with friends. | Mesajlaşma arkadaşlarla iletişimi hızlandırıyor. |
in the project | projede |
Coordination is needed in the project. | Projede koordinasyon gerekiyor. |
when | -dıkça |
As I exercise regularly, I grow stronger. | Düzenli egzersiz yaptıkça güçleniyorum. |
sports | spor |
We should wear sports shoes in order to be able to walk in the park. | Parkta yürüyebilmek için spor ayakkabı giymeliyiz. |
for (in order to) | için |
permission | izin |
You should politely ask permission to borrow your pen. | Senin kalemini ödünç alabilmek için nazikçe izin istemelisin. |
to be unable to enter | girememek |
I cannot enter the library without a library card. | Kütüphane kartı olmadan kütüphaneye giremem. |
at customs | gümrükte |
I am presenting my passport at customs. | Ben gümrükte pasaportumu ibraz ediyorum. |
friend | dost |
tea | çay |
Pleasure comes from drinking tea with friends. | Keyif, dostlarla çay içmekten gelir. |