| the alarm clock | çalar saat |
| suddenly | aniden |
| the slipper | terlik |
| The alarm clock rang suddenly, I woke up and put on slippers. | Çalar saat aniden çaldı, ben uyanıp terlik giydim. |
| mostly | çoğunlukla |
| the sandwich | sandviç |
| My sister mostly wakes up early and prepares a sandwich. | Kız kardeşim çoğunlukla erken kalkıp sandviç hazırlıyor. |
| with vegetables | sebzeli |
| I am making vegetable soup. | Ben sebzeli çorba yapıyorum. |
| Today I especially want a vegetable sandwich. | Bugün özellikle sebzeli sandviç istiyorum. |
| the relative | akraba |
| Relatives are coming home tomorrow. | Akrabalar yarın eve geliyor. |
| to introduce | tanıştırmak |
| to seat | oturtmak |
| I am seating the guest on the balcony. | Ben misafiri balkona oturtuyorum. |
| My mother introduced my relatives and seated us at the table. | Annem akrabalarımı tanıştırıp bizi masaya oturttu. |
| the announcement | ilan |
| The announcement is hanging on the wall. | İlan duvarda asılı duruyor. |
| just now | az önce |
| The bus just arrived. | Otobüs az önce geldi. |
| to be published | yayımlanmak |
| The report is being published today. | Rapor bugün yayımlanıyor. |
| The meeting announcement was just published; I saved it and shared it. | Toplantı ilanı az önce yayımlandı, ben onu kaydedip paylaştım. |
| to postpone | ertelemek |
| My manager wanted to postpone the meeting to tomorrow. | Müdürüm toplantıyı yarına ertelemek istedi. |
| just | sırf |
| because | diye |
| I don’t want to postpone the meeting just because the rain isn’t stopping. | Sırf yağmur dinmiyor diye toplantıyı ertelemek istemiyorum. |
| twice | iki kez |
| I watched the film twice. | Ben filmi iki kez izledim. |
| to be postponed | ertelenmek |
| The exam was postponed to tomorrow. | Sınav yarına ertelendi. |
| impatient | sabırsız |
| The meeting was postponed twice; everyone became impatient. | Toplantı iki kez ertelendi, herkes sabırsız oldu. |
| We calmed the impatient guests and served coffee. | Sabırsız misafirleri sakinleştirip kahve ikram ettik. |
| the ID | kimlik |
| The ID is on the table. | Kimlik masada duruyor. |
| neither ... nor | ne ... ne de |
| Today it’s neither windy nor rainy. | Bugün ne rüzgar esiyor ne de yağmur yağıyor. |
| Without an ID, you enter neither the room nor the hall. | Kimlik olmadan ne odaya ne de salona girilir. |
| by | yanında |
| The slippers are by the door. | Terlikler kapının yanında duruyor. |
| the register | kasa |
| in cash | nakit |
| I am paying in cash. | Ben nakit ödüyorum. |
| the receipt | fiş |
| I am keeping the receipt. | Ben fişi saklıyorum. |
| I paid in cash at the register and took the receipt. | Kasada nakit ödeyip fişi aldım. |
| to return | iade etmek |
| I am returning the package to the store. | Ben paketi mağazaya iade ediyorum. |
| The shoes were small; I want to return the shoes. | Ayakkabılar küçük geldi, ben ayakkabıyı iade etmek istiyorum. |
| The female student forgave her teacher; the atmosphere in class relaxed. | Kız öğrenci öğretmenini affetti, sınıfta hava rahatladı. |
| the job ad | iş ilanı |
| I am looking for a job ad. | Ben iş ilanı arıyorum. |
| also | ayrıca |
| the remote work | uzaktan çalışma |
| Thanks to remote work, I am more productive at home. | Uzaktan çalışma sayesinde evde daha verimli oluyorum. |
| The new job ad is very clear; also there is remote work. | Yeni iş ilanı çok açık; ayrıca uzaktan çalışma var. |
| the salary | maaş |
| The salary is low, but I am working. | Maaş düşük, ama ben çalışıyorum. |
| Also, the salary will be lower especially in the first month. | Ayrıca maaş özellikle ilk ayda daha düşük olacak. |
| to register | kayıt yapmak |
| Please wait at the door; until the doctor arrives, we’ll register you and organize the line. | Lütfen kapıda bekleyiniz; doktor gelene kadar biz kayıt yapıp sırayı düzenleyeceğiz. |
| I won’t go out either; until the rain stops, I’ll read a book and drink tea. | Ben de dışarı çıkmayacağım; yağmur durana kadar kitap okuyup çay içeceğim. |
| sad | üzgün |
| My friend is sad. | Arkadaşım üzgün. |
| her | ona |
| to forgive | affetmek |
| Please forgive me. | Lütfen beni affet. |
| My friend is sad just because she was late; I told her “forgive yourself.” | Arkadaşım sırf geç kaldığı için üzgün; ben ona “kendini affet” dedim. |
| her | onu |
| to calm down | sakinleştirmek |
| I calm myself by drinking tea. | Ben çay içerek kendimi sakinleştiriyorum. |
| She suddenly started crying; I calmed her down and gave her water. | O aniden ağlamaya başladı, ben onu sakinleştirip su verdim. |
| English | İngilizce |
| I am learning English. | Ben İngilizce öğreniyorum. |
| then | ardından |
| to go for a walk | yürüyüşe çıkmak |
| I am going for a walk this evening. | Ben bu akşam yürüyüşe çıkıyorum. |
| In the morning I especially study English and then go for a walk. | Sabah özellikle İngilizce çalışıp ardından yürüyüşe çıkıyorum. |
| to set | kurmak |
| to set | hazırlamak |
| Until you set the alarm clock, let’s cook and set the table. | Siz çalar saati kurana kadar biz yemek yapıp masayı hazırlayalım. |
| The guide introduced us to another group in the museum and did a short tour. | Rehber bizi müzede başka bir grupla tanıştırıp kısa bir tur yaptı. |
| In the evening my father and I sit on the balcony and mostly watch the cats. | Akşam babamla ben balkonda oturup çoğunlukla kedileri izliyoruz. |
