Reading Turkish: İstanbul Hatırası - Ahmet Ümit

QuestionAnswer
"Oh brother of Zeus and Hades."
'Ey Zeus'un ve Hades'in kardeşi.'
"Oh God of the earthquakes"
'Ey yer sarsıntılarının tanrısı.'
"Oh God of the seas"
'Ey denizlerin tanrısı.'
"Oh God of the seas, the earthquakes, the horses"
'Ey denizlerin, yer sarsıntılarının, atların tanrısı.'
"Oh Immortal of the Strongest"
'Ey en güçlülerin ölümsüzü'
"Oh Poseidon," he boomed with a submissive voice.
'Ey Poseidon,' diye gürledi, itaatkâr bir sesle.
"Oh Poseidon," he boomed with a submissive voice. "Oh God of the seas, the earthquakes, the horses."
'Ey Poseidon,' diye gürledi, itaatkâr bir sesle. 'Ey denizlerin, yer sarsıntılarının, atların tanrısı.'
"Oh Poseidon," he boomed.
'Ey Poseidon,' diye gürledi.
"Oh Son of Kronos and Rheia."
'Ey Kronos ile Rheia'nın oğlu.'
"Oh Strongest of the Immortals."
'Ey ölümsüzlerin en güçlüsü.'
'Oh God of the horses'
'Ey atların tanrısı.'
(ancient name of İstanbul)
Byzantion
(by) being /as
olarak
(by) gently lifting up his sword
Kılıcını usulca kaldırarak
(inner) peace
huzur
(on) three sides surrounded
üç yanı çevrili
(the inside of) the palms
avuç içleri
(the one) loving us most
bizi en çok seven
/to bend /bow down /give in /agree/conform
boyun eğmek
a /one
bir
a bit more
biraz daha
a divine gift
kutsal bir armağan
a greying beard
kırçıl bir sakal
a lasting curse
kalıcı bir lanet
a little bit
bir parça
a scimitar (a short sword with a curved blade that broadens towards the point, used originally in Eastern countries.)
enli kılıç
a storm to break out
fırtına çıkmak
a woman
bir kadın
absolute
mutlak
again (y)
yeniden
again (y)
yine
against /opposite / before /towards
karşı
against us
bize karşı
All four warriors who barely held back the young bull shuddered, too, but the King didn't tremble.
Genç boğayı güçlükle zapt eden dört savaşçının dördü de ürperdi, ama Kral ürpermedi.
All four warriors who barely held back the young bull shuddered, too, the priest who was one step behind (g) the bull shivered, too, but the King didn't shiver.
Genç boğayı güçlükle zapt eden dört savaşçının dördü de ürperdi, boğanın bir adım gerisindeki kâhin de ürperdi ama Kral ürpermedi.
All four warriors who barely held back the young bull shuddered, too.
Genç boğayı güçlükle zapt eden dört savaşçının dördü de ürperdi.
alone
yalnız
already
çoktan
also after this /also hereafter
bundan sonra da
altar
sunak
always
her zaman
an ancient motive
kadim bir güdü
an eagle's head
bir kartal başı
ancient /very old (k)
kadim
and /also(following noun, participle...)
da - de
and /with
ile
and a bit sad(m)
bir parça da mahzun
and a little bit
bir parça da
and we want to offer you our gratitude
biz de sana şükranlarımızı sunmak istiyoruz
And we want to offer you our gratitude, by sacrifing this bull.
Biz de sana şükranlarımızı, bu boğayı kurban ederek sunmak istiyoruz
angrily
öfkeyle
angrily he began to fume
öfkeyle burnundan solumaya başladı
animal
hayvan
Are you saying they sacrificed the man to Atatürk?
Adamı Atatürk'e kurban mı ettiler diyorsun?
area / field /space
alan
arm
kol
as a divine gift
kutsal bir armağan olarak
as if he hadn't heard
sanki duymamış gibi
as if he hadn't heard these words (s)
sanki bu sözleri duymamış gibi
as if it wanted
sanki istercesine
as if it wanted to inform about the approaching disaster
sanki yaklaşmakta olan felaketi haber vermek istercesine
as if it wanted to inform about the disaster
sanki felaketi haber vermek istercesine
as if it wanted to understand the things that were going to be
olacakları anlamak istercesine
at Byzas, the young king of this young country
bu genç ülkenin genç kralı Byzas'a
at every side of it/all over
her yanına
baby blue/milk blue
süt mavisi
beard
sakal
beautiful
güzel
because
çünkü
because he was bound
bağlandığı için
because I have started
başladığımdan
because I have started to get old
yaşlanmaya başladığımdan
before / in front of (dat > direction)
önüne
before /earlier
önce
before the king
kral'dan önce
Before the King the bull noticed his sword.
Boğa kral'dan önce kılıcını fark etti.
Before the king walking towards him, the bull noticed his sword.
Boğa kendisine doğru yürüyen Kral'dan önce kılıcını fark etti.
behaviour /attitude /manner
tavır
behind (g)
gerisinde
behind him / following him /afterward
peşi sıra
beige
bej
being about to approach / being in the middle of approaching
yaklaşmakta olan
black
siyah
blood
kan
boat
gemi
body (b)
beden
both on land and at sea
karada da denizde de
bottom
dip
bowl /pot /çalyx
çanak
broad
geniş
brother
kardeş
bull
boğa
but
ama
but again the muscled arms didn't allow it
ama kaslı kollar yine izin vermedi
but for some reason
ama nedense
but for some reason somehow he also couldn't take his eyes (looks) off his victim's black eyes getting dull
ama nedense, o da bakışlarını kurbanının donuklaşan siyah gözlerinden bir türlü alamıyordu.
But the four warriers didn't allow it
Ama dört savaşçı izin vermedi ona
But the four warriers didn't allow it, they clung very tight to the ropes holding the strong animal.
Ama dört savaşçı izin vermedi ona, sımsıkı sarıldılar güçlü hayvanı tutan iplere.
but the King didn't tremble.
ama Kral ürpermedi.
but without using his sword
ama kılıcını kullanmadan
by also dragging the soldiers along
askerleri de sürükleyerek
by offering you this bull as a sacrifice
bu boğayı kurban ederek
Byzas gently approached the bull.
Byzas, usulca boğaya yaklaştı.
Byzas stood majestically in front of the nice animal, but without using his sword, without offering the bull with his own hands to god he looked respectfully at his victim.
Byzas, görkemli, güzel hayvanın önünde durdu ama kılıcını kullanmadan, boğayı Tanrı'ya kendi elleriyle sunmadan, saygıyla kurbanına baktı.
Byzas stood majestically in front of the nice animal.
Byzas, görkemli, güzel hayvanın önünde durdu
cause of death /Todesursache
ölüm nedeni
ceremony /celebration
tören
chest (body)
göğüs
children
çocuklar
chin /jaw
çene
city (k)
kent
city line ferry
şehir hatları vapuru
collar /Kragen
yaka
colour
renk
coloured
renkli
companionship/camaraderie
yoldaşlık
consecration ceremony
kutsanma töreni
coolness
serinlik
corps
cesede
country / land
ülke
curse
lanet
cut /incision /slash
kesik
day
gün
death
ölüm
deep
derin
delectable /delicious (n)
nefis
delicious (l)
lezzetli
delicious (n) fruit (pl/y)
nefis yemişler
difficulty /hardship (g)
güçlük
direction
yön
disaster /catastrophy
felaket
docile /tame /submissive
uysal
dried
kurumuş
eagle
kartal
earlier / just now/a short while ago
az önce
earth quakes
yer sarsıntıları
earthen
toprak
easily /with ease (r)
rahatlıkla
eerie /scary /frightening (ü)
ürkütücü
effect
etki
eighty
seksen
end /point /tip
Ensure that the other (ö) gods have pity on us
öteki tanrıların bize acımasını sağla
escape /evade
kurtulmak
everything
her şey
eye
göz
far /remote /distant (u)
uzak
fear
korku
fearful /terrible/ dreadful /gruesome /horrifying
korkunç
feather, hair
tüy
fertile
doğurgan
fertile /abundant
bereketli
fifty
elli
fire
ateş
fire spreading /red hot
ateş saçan
first
ilk
first it collapsed (ç) on its trembling knees
önce titreyen dizlerinin üzerine çöktü
first(ly) (ö)
önce
fish
balık
fixed /attached (t)
takılı
foam
köpük
foot /leg
ayak
for some reason (n)
nedense
For some reason, to look at the corpse distressed me.
Nedense, cesede bakmak canımı sıktı.
For you are just...
Çünkü sen adilsin....
For you are powerful
Çünkü sen güçlüsün
For you are the one loving us most.
Çünkü bizi en çok sevensin.
forty
kırk
four
dört
four of the warriers
savaşçının dördü
four warriers
dört savaşçı
frequently /time after time/ repeatedly
defalarca
from down /from the bottom /from below
alttan
from dried blood
kurumuş kandan
from its wrists
bileklerinden
from the people
halkından
from the sword's bright surface
kılıcın parlak yüzeyinden
from us
bizden
front (part of the face) /forehead/Stirn
alın
fruit (y)
yemiş
garden
bahçe
generous
çömert
gently (u)
usulca
gift (a)
armağan
glory /splendour /magnificence
görkem
glow /glimmer / shimmer
parıltı
God (t)
Tanrı
God had kept trouble away
Tanrı, belayı uzak tutmuştu
God had kept trouble away from the people.
Tanrı, belayı uzak tutmuştu halkından.
God had offered offered to them as a divine gift
Tanrı kutsal bir armağan olarak sunmuştu onlara
God had offered this beautiful country to them as a divine gift
Tanrı kutsal bir armağan olarak sunmuştu bu güzel ülkeyi onlara
God had offered to them
Tanrı sunmuştu onlara
God had offered to them as a divine gift this beautiful country reaching out to the sea like an eagle's head
Tanrı kutsal bir armağan olarak sunmuştu bir kartal başı gibi denize uzanan bu güzel ülkeyi onlara.
God had offered to them this beautiful country
Tanrı sunmuştu bu güzel ülkeyi onlara
God looked at the King.
Tanrı Kral'a bakıyordu.
God looked at the King.
Tanrı Kral'a bakıyordu.
God was looking at the king.
Tanrı, Kral'a bakıyordu.
gradually /slowly
giderek
gratitude /blessing /thanksgiving
şükran
greyish /greying /flecked with grey /grau meliert
kırçıl
hair (pl)
saçlar
hand
el
handle /grip / hilt /Griff (k)
kabza
have mercy on us
bize acı
hayfork
yaba
He approached gently lifting his sword.
Kılıcını usulca kaldırarak yaklaştı.
he began to pant
solumaya başladı
he cared about the invisible touch of the wind
rüzgârın görünmez dokunuşuna aldırdı
He clutched his sharp scimitar.
Enli, keskin kılıcını kavradı.
He continued (s) to look
bakmayı sürdürüyordu
He couldn't make God wait /Er durfte Gott nicht warten lassen
Tanrı'yı bekletmek olmazdı
He couldn't make the victim wait
kurbanı bekletmek olmazdı
He couldn't wait more. /it was impossible to...
Daha fazla beklemek olmazdı.
He didn't pay attention to the invisible touch of the wind nor to the cold that made his hair stand on end
Ne rüzgârın görünmez dokunuşuna aldırdı, ne tüylerini diken diken eden serinliğe.
He felt a coolness.
Bir serinlik hissetti.
He felt a damp coolness on his broad like fire burning forehead.
Ateş gibi yanan geniş alnında nemli bir serinlik hissetti.
He felt a damp coolness.
Nemli bir serinlik hissetti.
He fixed his eyes on the trident that was in God's hand.
Tanrı'nın elindeki üç uçlu yabaya dikti gözlerini.
He had accomplished his task.
Görevini yerine getirmişti.
He had the peace of someone who has accomplished his task.
Görevini yerine getirmiş birinin huzuru vardı.
He headed towards the black bull, barely held back by the four soldiers.
Dört askerin güçlükle zapt ettiği siyah boğaya yöneldi.
he headed towards the bull
boğaya yöneldi
he held an earthen bowl in his hand
elinde toprak bir çanak tuttu
he knelt, he bowed, he greeted
diz çöktü, boyun eğdi, selam verdi
He looked like fifty, his arms were extended upwards, in a way that the palms faced each other, the hands were tied at the wrists with neylon string.
Elli yaşlarında gösteriyordu; kolları yukarı uzatılmış, avuç içleri birbirine bakacak şekilde, elleri naylon iple bileklerinden bağlanmıştı.
He looked like fifty.
Elli yaşlarında gösteriyordu.
he looked respectfully to his victim
saygıyla kurbanına baktı
He neither cared about the invisible touch of the wind nor about the coolness.
Ne rüzgârın görünmez dokunuşuna aldırdı, ne serinliğe.
he respectfully lifted his head
saygıyla başını kaldırdı
He should do
yapmalıydı
He should immediately start talking.
Hemen söze başlamalıydı.
He stroke the bull's throat. (g)
Boğanın gırtlağına çaldı.
He took a step towards the bull.
Boğaya doğru bir adım attı.
he wanted
istedi
He wanted to flee from these ropes.
Bu iplerden kurtulmak istedi.
He would have fled and dragged the four soldiers (too) behind him.
Dört askeri de peşi sıra sürükleyip kaçacaktı.
he would have fled spreading his blood around until he ran out of power(t)
Kanını etrafa saçarak takati tükenene kadar kaçacaktı.
head
baş
heart (y)
yürek
his arms were extended upwards
kolları yukarı uzatılmış
his arms were extended upwards, in a way that the palms faced each other
kolları yukarı uzatılmış, avuç içleri birbirine bakacak şekilde
his black skin(d)
siyah derisi
his chin decorated with a thin greying beard
ince, kırçıl sakalın süslediği çenesi
his eyes (looks) remained fixed on the bull
bakışları boğaya takılı kalmıştı
his eyes (looks) remained fixed on the bull, he had just killed
bakışları az önce öldürdüğü boğaya takılı kalmıştı
his hands had been tied at the wrists with neylon string
elleri naylon iple bileklerinden bağlanmıştı
his hands were tied
elleri bağlanmıştı
his legs (a) were turned towards the sea
ayakları deniz yönüne çevriliydi
his silver coloured straight, long hair
gümüş renkli, dalgasız, uzun saçları
His silver coloured, straight, long hair was spread onto the marble that was on the ground,the collar of his tan (ginger) coloured leather jacket and the chest of his beige shirt were blackened from dried blood.
Gümüş renkli, dalgasız, uzun saçları yerdeki mermerin üzerine yayılmış, taba rengi deri ceketinin yakasıyla bej gömleğinin göğsü kurumuş kandan siyahlaşmıştı.
His silver coloured, straight, long hair was spread onto the marble that was on the ground.
Gümüş renkli, dalgasız, uzun saçları yerdeki mermerin üzerine yayılmıştı.
his spread legs (a)
iki yana açılmış ayakları
His spread legs (a) were turned towards the sea.
İki yana açılmış ayakları deniz yönüne çevriliydi.
His sword in his hand stroke the bull's throat (g) from down.
Elindeki kılıcı, alttan boğanın gırtlağına çaldı.
His sword in his hand stroke the bull's throat (g).
Elindeki kılıcı, boğanın gırtlağına çaldı.
his tan (ginger) coloured leather jacket
taba rengi deri ceketi
his tan (ginger) coloured leather jacket and the chest of his beige shirt
taba rengi deri ceketinin yakasıyla bej gömleğinin göğsü
his victim's black eyes ebbing away
kurbanının donuklaşan siyah gözleri
holy /sacred /divine
kutsal
horse
at
hours
saatler
huge (k)
koca
hundred
yüz
I could have seen
görebilecektim
I easily could have seen
rahatlıkla görebilecektim
I easily could have seen the deep cut in his throat, which probably led to the death of the man
muhtemelen adamın ölümüne neden olan boğazındaki derin kesiği rahatlıkla görebilecektim
I turned to the sea whose colour was gradually getting lighter.
Rengi giderek açılan denize döndüm.
I turned to the sea.
Denize döndüm.
I was disturbed
canımı sıktı
if he waited
beklerse
if he waited a bit more
biraz daha beklerse
if he waited a bit more, he would make God angry.
biraz daha beklerse, Tanrı'yı öfkelendirecekti.
if he waited a bit more, this silence would turn into a lasting curse
biraz daha beklerse, bu sessizlik kalıcı bir lanete dönüşecekti
If he waited a bit more, this silence would turn into a lasting curse, if he waited a bit more, he would make God angry.
Biraz daha beklerse bu sessizlik kalıcı bir lanete dönüşecek, biraz daha beklerse Tanrı'yı öfkelendirecekti.
If his chin decorated with a thin greying beard hadn't fallen on his chest, I could have seen easily (r) the deep cut in his throat which probably led to the death of the man.
İnce, kırçıl sakalın süslediği çenesi göğsüne düşmese, muhtemelen adamın ölümüne neden olan boğazındaki derin kesiği rahatlıkla görebilecektim.
if his chin didn't fall on his chest
çenesi göğsüne düşmese
if his chin didn't fall on his chest I could have seen the cut in his throat
çenesi göğsüne düşmese boğazındaki kesiği görebilecektim
if they were taken unawares
eğer boş bulunsalar
If they were taken unawares, he would have dragged the four soldiers (too) behind him and fled spreading his blood around until he ran out of power(t) , but again the muscled arms didn't allow it.
Eğer boş bulunsalar dört askeri de peşi sıra sürükleyip kanını etrafa saçarak takati tükenene kadar kaçacaktı ama kaslı kollar yine izin vermedi.
If they were taken unawares, he would have dragged the four soldiers (too) behind him and fled spreading his blood around until he ran out of power.
Eğer boş bulunsalar dört askeri de peşi sıra sürükleyip kanını etrafa saçarak takati tükenene kadar kaçacaktı.
If they were taken unawares, he would have dragged the four soldiers (too) behind him and fled.
Eğer boş bulunsalar dört askeri de peşi sıra sürükleyip kaçacaktı.
if you had not been
Sen olmasaydın
If you had not been we could not have found this land on three sides surrounded by the sea (pl)
Sen olmasaydın, üç yanı denizlerle çevrili bu ülkeyi bulamazdık.
If you had not been we couldn't exist both on land or on sea.
Sen olmasaydın, karada da, denizde de var olamazdık.
If you had not been we couldn't have built our young city rising like a monument on these fertile grounds.
Sen olmasaydın, bu bereketli toprakların üzerinde bir anıt gibi yükselen genç kentimizi kuramazdık.
immediately
hemen
immigrant
göçmen
immortal
ölümsüz
in a short time
kısa sürede
in a way facing each other
birbirine bakacak şekilde
in front of our ships
gemilerimizin önüne
in his heart
yüreğinde
in one blow
bir vuruşta
in order to collect the blood which will flow
akacak kanı toplamak için
in the least /at all
zerrece
indifferent /apathetic
kayıtsız
into the bowl
çanağa
into the bowl held by the priest
kâhin tuttuğu çanağa
Introduction /prologue
önsöz
invisible
görünmez
Is it because it's still only the first hours of the morning?
Daha sabahın ilk saatleri olduğundan mı?
it did not last long
çok sürmedi
It didn't last long, suddenly it was startled with pain, it wanted with all of its strength to leap forward.
Çok sürmedi, birden acıyla irkildi, bütün gücüyle ileri atılmak istedi.
It pried nervously as if it wanted to understand the things that were going to happen.
Olacakları anlamak istercesine gergin bir merakla bakıyordu.
it struggled to get out
çıkmaya çabaladı
It struggled to get out of this difficult situation by dragging the soldiers along.
Askerleri de sürükleyerek bu cendereden çıkmaya çabaladı.
It was the celebration of consecration: Thanksgiving day, the moment of cost, the time of respect.
Kutsanma töreniydi: Şükran günü, bedel anı, saygı zamanı.
It was the consecration ceremony
Kutsanma töreniydi
it will flow
akacak
jacket
ceket
judge /ruler
hâkim
just (like that)
öylece
just /fair
adil
just as
nasıl ki
Just as he couldn't let God wait, he couldn't let the victim wait, either.
Nasıl ki Tanrı'yı bekletmek olmazsa, kurbanı da bekletmek olmazdı.
kindness /affection /compassion /tenderness/
şefkat
king
kral
King Byzas's Legendary City
Kral Byzas'ın Efsanevi Kenti
land /ground /terra firma (k)
kara
leather
deri
legendary
efsanevi
light
ışık
light /brightness
aydınlık
like
gibi
like a fertile woman
doğurgan bir kadın gibi
like a monument
bir anıt gibi
like a warrier sure of his target
hedefinden emin bir savaşçı gibi
like an eagle's head
bir kartal başı gibi
like his own children
kendi çocukların gibi
like you have done until today
bugüne kadar yaptığın gibi
line
hat
long
uzun
long, silver coloured hair
Gümüş renkli, uzun saçlar
long-suffering /stoic /vielgeplagt /schwergeprüft /leidend
çilekeş
look /glance /view /(eye)
bakış
love /affection
sevgi
loving (particip pres. act.)
seven
magic
büyü
magical
büyülü
marble /marbre /Marmor
mermer
memory/ remembrance/reminiscene
hatıra
merciful
merhametli
moment
an
moment
an
monument
anıt
more
daha fazla
morning
sabah
most
en çok
motive / drive /motivation
güdü
muscled
kaslı
muscled arms
kaslı kollar
neither... nor...
ne... ne (de)...
nervous
gergin
next to
yanında
next to the altar
sunağın yanında
neylon
naylon
ninety
doksan
noisily
gürültüyle
now
şimdi
Now it was his turn.
Şimdi sıra ondaydı.
O protector of the Megara immigrants
Ey Megaralı göçmenlerin koruyucusu
oh absolute ruler of the seas
Ey denizlerin mutlak hâkimi
Oh most magnificent of the gods
Ey tanrıların en görkemlisi
Oh most magnificent of the gods, oh absolute ruler of the seas, oh protector of the Megara immigrants.
Ey tanrıların en görkemlisi, ey denizlerin mutlak hâkimi, ey Megaralı göçmenlerin koruyucusu.
Oh Poseidon
Ey Poseidon
Oh protector of the immigrants
Ey göçmenlerin koruyucusu
on his broad forehead
geniş alnında
on his forehead
alnında
on these fertile grounds
bu bereketli toprakların üzerinde
on three sides surrounded by the sea(pl)
üç yanı denizlerle çevrili
One moment a frightening silence descended all around.
Bir an ürkütücü bir sessizlik çöktü her yana.
One moment a frightening silence descended.
Bir an ürkütücü bir sessizlik çöktü.
One moment everything on the square stopped
Bir an meydanda her şey durdu
One moment everything on the square stopped, the wind blowing from the sea, the bull whose black skin twitched angrily, the soldiers holding the bull.
Bir an meydanda her şey durdu, denizden esen rüzgâr, siyah derisi öfkeyle seğiren boğa, boğayı tutan askerler.
one step behind (g) the bull
boğanın bir adım gerisinde
one who has accomplished his task
Görevini yerine getirmiş biri
one's own
kendi
onto the marble that was on the floor
yerdeki mermerin üzerine
opened to two sides /spread /gespreizt
iki yana açılmış
or /otherwise /or else
yoksa
or is it because I have now started to get old
yoksa artık yaşlanmaya başladığımdan mı
our city
kentimiz
our thanksgiving /gratitude
şükranlarımız
our young city rising like a monument
bir anıt gibi yükselen genç kentimiz
oversee / watch /guard/look out for
gözetmek
palm
avuç
pant /blow /breathe
solumak
perform /fullfill
yerine getirmek
permanent /lasting /persistent
kalıcı
person from Megara
Megaralı
piece /grain - used after number word (not obliged) / Stück
tane
please
lütfen
Please accept our offering(a) .
Lütfen adağımızı kabul et.
Please ensure that also the other (ö) gods have pity on us.
Lütfen öteki tanrıların da bize acımasını sağla.
Please have mercy on us, protect us, look out for us also hereafter like you have done until today.
Lütfen bugüne kadar yaptığın gibi bundan sonra da bize acı, bizi koru, bizi gözet.
power (t)
takat
power /force /strength
güç
prayer
dua
predestination /fate
yazgı
press / Presse /Wäschemangel /here: difficult situation
cendere
price /cost(b)
bedel
priest
kâhin
probably
muhtemelen
protect us
bizi koru
protector
koruyucu
quickly
hızla
quickly he turned his eyes away from God
bakışlarını hızla kaçırdı Tanrı'dan.
rage /anger
öfke
reaching out to the sea like an eagle's head
bir kartal başı gibi denize uzanan
Reminiscence of İstanbul
İstanbul Hatırası
respect
saygı
respect
saygı
restless /uneasy /anxious (h)
huzursuz
right in front of me
hemen önümden
rope / string
ip
sad /downcast (m)
mahzun
sail
yelken
same
aynı
seeds
tohumlar
seventy
yetmiş
sharp
keskin
shiny /bright /brilliant
parlak
shirt
gömlek
side (y)
yan
silence
sessizlik
silver
gümüş
silver coloured
gümüş renkli
since
beri
since we departed
yola çıktığımızdan beri
since we departed from Megara
Megara'dan yola çıktığımızdan beri
sixty
altmış
skin(d)
deri
small
küçük
soldier
asker
somehow /irgendwie
bir türlü
somehow he also couldn't take his eyes (looks) off his victim's black eyes getting dull
o da bakışlarını kurbanının donuklaşan siyah gözlerinden bir türlü alamıyordu
son
oğul
sorry /regretful /remorseful
pişman
splendid /magnificent /majestic
görkemli
spread /effuse /disperse (y)
yaymak
spreading his blood around
kanını etrafa saçarak
square /piazza
meydan
step
adım
still (stronger than hala) /more
daha
storm
fırtına
straight /uncurled
dalgasız
strike (sword) /play (instrument) / steal
çalmak
strip, /ribbon /band /lane
şerit
stroke /strike /blow
vuruş
submissive /obedient (i)
itaatkâr
suddenly /all of a sudden
birden
suddenly it was startled with pain
birden acıyla irkildi
sun
güneş
sure /certain
emin
sure of his target
hedefinden emin
surface
yüzey
surrounded
çevrili
target /goal /destination
hedef
task /duty /mission /job
görev
ten
on
ten words
on tane kelime
thanks (ş)
şükür
thanksgiving day
şükran günü
that
o
that / so /word to connect direct speech to the main sentence when the main sentence uses any verb other than demek
diye
that was in his throat (b)
boğazındaki
that was on the floor (y)
yerdeki
that was pervaded by the smell of the sea
deniz kokusunun sindiği
The animal lost its strength (g) within a short time, first it collapsed (ç) on its trembling knees, then it knocked over noisily to its right side.
Hayvan kısa sürede gücünü yitirdi, önce titreyen dizlerinin üzerine çöktü, sonra gürültüyle sağ yanına yıkıldı.
The animal lost its strength (g) within a short time.
Hayvan kısa sürede gücünü yitirdi.
the animal's whole body
hayvanın bütün bedeni
the animal's whole body shuddered
hayvanın bütün bedeni ürperdi
the approaching disaster
yaklaşmakta olan felaket
the blood splashing (s) on top of him
üzerine sıçrayan kan
the bull being restless because he was tied
bağlandığı için huzursuz olan boğa
the bull being restless because he was tied with ropes
iplerle bağlandığı için huzursuz olan boğa
the bull being restless because he was tied with ropes thorougly tensed
İplerle bağlandığı için huzursuz olan boğa iyice gerginleşti.
The bull being restless because he was tied with ropes thorougly tensed, he wanted to flee from this little square that was pervaded from each of its sides by the smell of the sea, to escape from these ropes, from this glow hitting his eyes.
İplerle bağlandığı için huzursuz olan boğa iyice gerginleşti, bu her yanına deniz kokusunun sindiği küçük meydandan kaçmak bu iplerden, gözlerine vuran bu parıltıdan kurtulmak istedi.
the bull being restless because he was tied with ropes thorougly tensed, he wanted to flee from this little square that was pervaded from each of its sides by the smell of the sea.
İplerle bağlandığı için huzursuz olan boğa iyice gerginleşti, bu her yanına deniz kokusunun sindiği küçük meydandan kaçmak istedi.
The bull felt the same coolness, too.
Aynı serinliği boğa da hissetti.
the bull he had just killed
az önce öldürdüğü boğa
the bull just stayed like that
boğa öylece kaldı
The bull noticed his sword.
Boğa kılıcını fark etti.
The bull perceiving the king's smell got much more angry, angrily he began to fume.
Kral'ın kokusunu alan boğa daha çok sinirlendi, öfkeyle burnundan solumaya başladı.
The bull perceiving the king's smell got much more angry.
Kral'ın kokusunu alan boğa daha çok sinirlendi.
the bull picking up the scent of the king
Kral'ın kokusunu alan boğa
The bull struggled to get out of the difficult situation.
Boğa cendereden çıkmaya çabaladı.
The bull too had fixed his eyes on him.
Boğa da gözlerini ona dikmişti.
The bull wanted to escape from this glow hitting his eyes.
Boğa gözlerine vuran bu parıltıdan kurtulmak istedi.
The bull wanted to escape from this glow.
Boğa bu parıltıdan kurtulmak istedi.
the bull wanted to flee
Boğa kaçmak istedi
the bull wanted to flee from this small square
boğa bu küçük meydandan kaçmak istedi
The bull wanted to leap forward with all of its strength.
Boğa bütün gücüyle ileri atılmak istedi.
the bull whose black skin twitched angrily
siyah derisi öfkeyle seğiren boğa
The bull's eyes were no longer angry,only surprised
Boğanın gözleri artık öfkeli değildi, sadece şaşkındı
The bull's eyes were no longer angry,only surprised and a little sad.
Boğanın gözleri artık öfkeli değildi, sadece şaşkındı, bir parça da mahzun.
The bull's eyes were no longer angry.
Boğanın gözleri artık öfkeli değildi.
the bull's throat (g)
boğanın gırtlağı
the chest of his beige shirt
bej gömleğinin göğsü
the collar of his tan (ginger) coloured leather jacket
taba rengi deri ceketinin yakası
the collar of his tan (ginger) coloured leather jacket and the chest of his beige shirt were blackened from dried blood
taba rengi deri ceketinin yakasıyla bej gömleğinin göğsü kurumuş kandan siyahlaşmıştı
the coolness making his hairs stand on end
tüylerini diken diken eden serinlik
the deep cut in his throat
boğazındaki derin kesik
the deep cut in his throat, which probably led to the death of the man
muhtemelen adamın ölümüne neden olan boğazındaki derin kesik
the effect of the blood splashing on him
üzerine sıçrayan kanın etkisi
the first hours of the morning
sabahın ilk saatleri
The four warriers holding with difficulty the young bull back
Genç boğayı güçlükle zapt eden dört savaşçı
The god continued to look with fire spreading eyes
Tanrı ateş saçan gözlerle bakmayı sürdürüyordu.
The god looked at King Byzas.
Tanrı, Kral Byzas'a bakıyordu.
The god looked at the King.
Tanrı Kral'a bakıyordu.
The god, as if he hadn't heard these words, continued to look with fire spreading eyes
Tanrı sanki bu sözleri duymamış gibi ateş saçan gözlerle bakmayı sürdürüyordu.
The god, as if he hadn't heard these words, continued to look with fire spreading eyes at Byzas, the young king of this young country.
Tanrı sanki bu sözleri duymamış gibi ateş saçan gözlerle bakmayı sürdürüyordu bu genç ülkenin genç kralı Byzas'a.
the ground /soil /earth
toprak
the hilt of his sharp scimitar
keskin, enli kılıcının kabzası
the huge country
koca ülke
the invisible touch of the wind
rüzgârın görünmez dokunuşu
The king did not feel bad (about..)
kral hiç üzülmedi
The king grapped again firmly the hilt of his sharp scimitar.
Kral, keskin, enli kılıcının kabzasını yeniden sıkı sıkıya kavradı.
The king grapped the hilt of his sharp scimitar.
Kral, keskin, enli kılıcının kabzasını kavradı.
The King no longer cared about God, whether it was the effect of the blood splashing on him or an ancient motivation is unknown, his eyes(looks) remained fixed on the bull he had just killed.
Kral artık umursamıyordu Tanrı'yı; üzerine sıçrayan kanın etkisi mi kadim güdü mü bilinmez, bakışları az önce öldürdüğü boğaya takılı kalmıştı.
The King no longer cared about God.
Kral artık umursamıyordu Tanrı'yı.
The king should do his part
Kral üzerine düşeni yapmalıydı
The king should do his part, keep his word.
Kral üzerine düşeni yapmalı, sözünü tutmalıydı.
The king should fulfill his requirements
Kral olmanın gereğini yerine getirmeliydi.
The king should fulfill his requirements, should do his part, should keep his word.
Kral olmanın gereğini yerine getirmeli, üzerine düşeni yapmalı, sözünü tutmalıydı.
The king should fullfill
Kral yerine getirmeliydi
The king should keep his word.
Kral sözünü tutmalıydı.
The king was not remorseful about what he had done, he had in his heart the peace of someone who has accomplished his task, but for some reason somehow he also couldn't take his eyes (looks) off his victim's black eyes getting dull.
Kral pişman değildi yaptığına, görevini yerine getirmiş birinin huzuru vardı yüreğinde ama nedense, o da bakışlarını kurbanının donuklaşan siyah gözlerinden bir türlü alamıyordu.
The king was not remorseful about what he had done, he had in his heart the peace of someone who has accomplished his task.
Kral pişman değildi yaptığına, görevini yerine getirmiş birinin huzuru vardı yüreğinde.
The king was not remorseful about what he had done, he had the peace of someone who has accomplished his task.
Kral pişman değildi yaptığına, görevini yerine getirmiş birinin huzuru vardı.
The king was not remorseful about what he had done.
Kral pişman değildi yaptığına.
The king was not remorseful.
Kral pişman değildi.
The king was not upset at this indifferent attitude of God.
Kral hiç üzülmedi Tanrı'nın bu kayıtsız tavrına.
the marble that was on the floor
yerdeki mermer
the moment of cost
bedel anı
the most delicious
en lezzetli
the most delicious of fish
balıkların en lezzetlisi
The one loving us most is you. / Derjenige, der uns am meisten liebt bist du.
Bizi en çok seven sensin.
the other (ö) gods
öteki tanrılar
the other (ö) gods pity us
öteki tanrılar bize acır
the other / the far
öteki
the peace of someone who has accomplished his task
Görevini yerine getirmiş birinin huzuru
the people / folk (h)
halk
the priest had started already the prayers
kâhin dualara başlamıştı çoktan
The priest who held an earthen bowl to collect the blood which was going to flow
Akacak kanı toplamak için elinde toprak bir çanak tutan kâhin
The priest who held an earthen bowl to collect the blood which was going to flow, had started already the prayers.
Akacak kanı toplamak için elinde toprak bir çanak tutan kâhin, dualara başlamıştı çoktan.
the priest who was one step behind (g) the bull shivered, too
boğanın bir adım gerisindeki kâhin de ürperdi
the requirements of his position /his duties
olmanın gereği
The respect in his heart turned to fear, quickly he turned his eyes away from God.
Yüreğindeki saygı korkuya dönüştü, bakışlarını hızla kaçırdı Tanrı'dan.
The respect in his heart turned to fear.
Yüreğindeki saygı korkuya dönüştü.
the respect that was in his heart
yüreğindeki saygı
the restless bull
huzursuz olan boğa
the ropes holding the strong animal
güçlü hayvanı tutan ipler
the sails of the boats
gemilerin yelkenleri
the sails of their boats
gemilerinin yelkenleri
the sea
deniz
the sea had been a generous garden
deniz çömert bir bahçe olmuştu
the sea had been a generous garden and given the most delicious of fish to them
deniz çömert bir bahçe olup balıkların en lezzetlisini vermişti onlara.
the sea had given to them
deniz vermişti onlara
the sea had given to them the most delicious of fish
deniz balıkların en lezzetlisini vermişti onlara
the sea whose colour was gradually getting lighter
Rengi giderek açılan deniz
The small area was covered with a milk blue brightness.
Küçük alan süt mavisi bir aydınlıkla kaplanmıştı.
the smell of the sea
deniz kokusu
the soil had turned the sown seeds into delicious fruit
toprak ekilen tohumları nefis yemişlere dönüştürmüştü
the soil, like a fertile woman, had turned the sown seeds into delicious fruit
toprak, doğurgan bir kadın gibi, ekilen tohumları nefis yemişlere dönüştürmüştü
the soldiers holding the bull
boğayı tutan askerler
the soldiers in the middle of holding back the animal
Askerler hayvanı zapt etmekte
The soldiers in the middle of holding back the animal were now having difficulties.
Askerler hayvanı zapt etmekte artık güçlük çekiyorlardı.
the soldiers were now having difficulties
askerler artık güçlük çekiyorlardı
the sown seeds
ekilen tohumlar
the strongest
en güçlü
the strongest of the immortals
ölümsüzlerin en güçlüsü
The sun reflected her light(pl) in the animal's eyes.
Güneş ışıklarını hayvanın gözlerine yansıttı.
the sun reflected in the animal's eyes
Güneş hayvanın gözlerine yansıttı.
The sun reflected its light (pl) from the sword's bright surface into the animal's eyes.
Güneş ışıklarını kılıcın parlak yüzeyinden hayvanın gözlerine yansıttı.
The sun, as if it wanted to inform about the approaching disaster, reflected its light (pl) from the sword's bright surface into the wild animal's eyes.
Güneş, sanki yaklaşmakta olan felaketi haber vermek istercesine ışıklarını kılıcın parlak yüzeyinden vahşi hayvanın gözlerine yansıttı.
the surroundings
ortalık
The surroundings smelled of sea.
Ortalık deniz kokuyordu.
the sword's surface
kılıcın yüzeyi
the things that were going to be (acc.)
olacakları
the time of respect
saygı zamanı
the touch
dokunuş
The victim's black eyes stayed fixed on Atatürk.
Kurbanın siyah gözleri, Atatürk'e takılıp kalmıştı.
the waiting young bull
bekleyen genç boğa
the whole
bütün
the wild animal
vahşi hayvan
the wind
rüzgâr
the wind blowing from the sea
denizden esen rüzgâr
the wind had filled the sails of their boats with a magical power
rüzgâr, büyülü bir güçle doldurmuştu gemilerinin yelkenlerini
The wind had filled the sails of their boats with a magical power; the soil, like a fertile woman, had turned the sown seeds into delicious fruit; the sea had been a generous garden and given the most delicious of fish to them.
Rüzgâr, büyülü bir güçle doldurmuştu gemilerinin yelkenlerini; toprak, doğurgan bir kadın gibi, ekilen tohumları nefis yemişlere dönüştürmüştü; deniz çömert bir bahçe olup balıkların en lezzetlisini vermişti onlara.
The young bull waiting next to the altar felt the same coolness, too, the animal's whole body shuddered.
Aynı serinliği sunağın yanında bekleyen genç boğa da hissetti, hayvanın bütün bedeni ürperdi.
The young bull waiting next to the altar felt the same coolness, too.
Aynı serinliği sunağın yanında bekleyen genç boğa da hissetti.
the... probably causing the man's death
muhtemelen adamın ölümüne neden olan...
Then he gently straightened himself up
Sonra usulca doğruldu
Then he gently straightened himself up, like a warrier sure of his target he headed towards the black bull, barely held back by the four soldiers
Sonra usulca doğruldu, hedefinden emin bir savaşçı gibi, dört askerin güçlükle zapt ettiği siyah boğaya yöneldi.
Then he gently straightened himself up, like a warrier sure of his target he headed towards the bull.
Sonra usulca doğruldu, hedefinden emin bir savaşçı gibi boğaya yöneldi.
then it collapsed(y) noisily to its right side
sonra gürültüyle sağ yanına yıkıldı
they
onlar
they clung very tight to the ropes
sımsıkı sarıldılar iplere
they clung very tight to the ropes holding the strong animal
sımsıkı sarıldılar güçlü hayvanı tutan iplere
they offered the man to Atatürk
adamı Atatürk'e kurban ettiler
they were /he was only surprised
sadece şaşkındı
thin /fine
ince
thirty
otuz
this
bu
this beautiful country
bu güzel ülke
this beautiful country reaching out to the sea like an eagle's head
bir kartal başı gibi denize uzanan bu güzel ülke
this glow hitting his eyes
gözlerine vuran bu parıltı
this indifferent attitude
bu kayıtsız tavır
this indifferent attitude of the god
Tanrı'nın bu kayıtsız tavrı
this kind of /such
bu tür
this land surrounded on three sides by the sea
üç yanı denizlerle çevrili bu ülke
this silence would turn into a lasting curse
bu sessizlik kalıcı bir lanete dönüşecekti
this small square that was pervaded from every of its sides by the smell of the sea
bu her yanına deniz kokusunun sindiği küçük meydan
thorougly /fully/completely
iyice
though / in spite of (r)
rağmen
though having encountered
karşılaşmış olmasına rağmen
Though having encountered this kind of sights repeatedly, was it because it was still only the first hours of the morning or was it that I have started to get old, for some reason to look at the corpse distressed me.
Bu tür manzaralarla defalarca karşılaşmış olmasına rağmen, daha sabahın ilk saatleri olduğundan mı yoksa artık yaşlanmaya başladığımdan mı bilinmez, nedense, cesede bakmak canımı sıktı.
though having repeatedly encountered such sights (m)
bu tür manzaralarla defalarca karşılaşmış olmasına rağmen
thousands
binlerce
Thousands of thanks to you.
Sana binlerce şükür.
three
üç
throat (b)
boğaz
throat /larynx (g)
gırtlak
tightly /firmly
sıkı sıkı - sıkı sıkıya
time (z)
zaman
to accept /agree /receive
kabul etmek
to accompany
yoldaşlık etmek
to allow /permit (+dat)
izin vermek
to anger /irritate /make angry
öfkelendirmek
to approach
yaklaşmak
to be /become
olmak
to be bothered /troubled /annoyed /distressed /disgruntled / pertubed /put off
canını sıkmak
to be bound/ tied
bağlanmak
to be covered /coated (k)
kaplanmak
to be extended
uzatılmak
to be opened
açılmak
to be spread /effused (y)
yayılmak
to be spread /to be opened up /gespreizt sein
iki yana açılmak
to be startled /recoil / take alarm (i)
irkilmek
to be taken unawares
boş bulunmak
to be tied with ropes
iplerle bağlanmak
to become dull / to become pale /to ebb away
donuklaşmak
to bind /tie /fasten /connect
bağlamak
to blow (wind)
esmek
to burn
yanmak
to burn like fire
ateş gibi yanmak
to cause a storm to break out
fırtına çıkarmak
to cause death /to lead to death
ölüme neden olmak
to clear /get lighter (colours)
açılmak
to collapse / cave in /descend (silence /darkness)
çökmek
to collapse / cave in /shipwreck (y)
yıkılmak
to conquer /hold back /seize /govern
zapt etmek
to consecrate
kutsanmak
to decorate /adorn (s)
süslemek
to defend
savunmak
to do /make
yapmak
to do one's part
üzerine düşeni yapmak
to drag
sürüklemek
to drain out /exhaust /run out of
tükenmek
to embrace /hug/clasp /cling /hold on
sarılmak
to encounter /meet /experience /come across
karşılaşmak
to establish /build
kurmak
to every side /all around
her yana
to exist /to come into being
var olmak
to fall
düşmek
to feel
hissetmek
to fill
doldurmak
to find
bulmak
to fix one's eyes on
gözlerini dikmek
to flee /escape /get away
kaçmak
to flow
akmak
to fret /to feel badly about /regret /to be sad
üzülmek
to fume /to huff and puff ( to breathe from the nose)
burnundan solumak
to gather /collect
toplamak
to get angry
sinirlenmek
to get old /to age
yaşlanmak
to get stressed /tighten /become tense
gerginleşmek
to give
vermek
to go on the way /to set out /depart /hit the road
yola çıkmak
to greet /salute
selam vermek
to gush out from / spring from/ errupt / spurt (f) (not with much force /randomly /accidentally /splashing water with the hand/intransitive) sprudeln
fışkırmak
to have difficulty
güçlük çekmek
to head for /turn to /go towards
yönelmek
to hear
duymak
to hit the eyes
gözlere vurmak
to hold /keep
tutmak
to inform /give news /let know
haber vermek
to inform of a disaster
felaketi haber vermek
to its right side
sağ yanına
to just stay like that
öylece kalmak
to keep away
uzak tutmak
to keep one's word
sözünü tutmak
to kill
öldürmek
to kneel / sink to one's knees /bow down
diz çökmek
to last
sürmek
to leap /spring /splash / bounce
sıcramak
to leap forward
ileri atılmak
to learn
öğrenmek
to leave / quit
bırakmak
to leave alone
yalnız bırakmak
to leave traces of foam behind
köpükten şeritler bırakmak
to lift up /to raise
kaldırmak
to look
bakmak
to look like fifty (years of age)
elli yaşlarında göstermek
to look one's age
yaşında göstermek
to lose (y)
yitirmek
to love /like
sevmek
to maintain / pursue / continue
sürdürmek
to make one's hair stand on end
tüylerini diken diken etmek
to make s. o. wait
bekletmek
to not be able to take one's eyes off
bakışlarını alamamak
to notice
fark etmek
to pay attention /to care about
aldırmak
to pervade /permeate
sinmek
to pick up the scent of /to perceive the smell of /to sniff out
kokusunu almak
to pity /to have mercy on
acımak
to present /offer
sunmak
to provide /ensure
sağlamak
to pry / to look curiously
merakla bakmak
to pry nervously
gergin bir merakla bakmak
to pull
çekmek
to reach /stretch out
uzanmak
to reflect /mirror
yansıtmak
to render
kılmak
to rise
yükselmek
to rumble /boom/roar /thunder
gürlemek
to sacrifice
kurban etmek
to sacrifice
kurban etmek
to sacrifice to Atatürk
Atatürk'e kurban etmek
to send (y)
yollamak
To send the huge country with one blow to the bottom of the sea
Bir vuruşta koca ülkeyi denizin dibine yollamak
to show
göstermek
to smell
kokmak
to sow
ekmek
to spread /radiate
saçmak
to spread/ open up /spreizen
iki yana açmak
to stand /stop
durmak
to start talking
söze başlamak
to straighten up (oneself)
doğrulmak
to struggle /strive/make an effort (ç)
çabalamak
to take a step
bir adım atmak
to that terrifying weapon
o korkunç silâha
To that terrifying weapon sending the huge country with on blow to the bottom of the sea.
Bir vuruşta koca ülkeyi denizin dibine yollayan o korkunç silâha.
to the bottom of the sea
denizin dibine
to the sea
denize
to them (dat. pl.)
onlara
to tremble (constantly)
titremek
to tremble /shiver /shudder (for one second)
ürpermek
to try (one time experiment)
denemek
to turn /return (d)
dönmek
to turn away
yüz çevirmek
to turn black /to blacken
siyahlaşmak
to turn one's eye away
bakışlarını kaçırmak
to turn something into /to transform sthg /convert
dönüştürmek
to twitch
seğirmek
to use
kullanmak
to wait
beklemek
to walk
yürümek
to want
istemek
to you
sana
To you thousands of affections.
Sana binlerce sevgi.
To you thousands of respects.
Sana binlerce saygı.
tobacco coloured /ginger/lederfarben /rostbraun
taba rengi
today
bugün
trident /Dreizack (Neptun)
üç uçlu yaba
trouble (b)
bela
tu grap /clutch to /grasp /apprehend
kavramak
turn / order /row
sıra
twenty
yirmi
Two long-suffering city line ferries passed right in front of me.
İki çilekeş şehir hatları vapuru hemen önümden geçtiler.
unbelievable /incredible /fantastic
inanılmaz
Unbelievable, you already learned eighty words
İnanılmaz, çoktan seksen tane kelime öğrendin.
Unbelievable, you already learned fifty words
İnanılmaz, çoktan elli tane kelime öğrendin.
Unbelievable, you already learned forty words
İnanılmaz, çoktan kırk tane kelime öğrendin.
Unbelievable, you already learned four hundred fifty words
İnanılmaz, çoktan dört yüz elli tane kelime öğrendin.
Unbelievable, you already learned four hundred words
İnanılmaz, çoktan dört yüz tane kelime öğrendin.
Unbelievable, you already learned hundred words.
İnanılmaz, çoktan yüz tane kelime öğrendin.
Unbelievable, you already learned ninety words
İnanılmaz, çoktan doksan tane kelime öğrendin.
Unbelievable, you already learned one hundred and fifty words
İnanılmaz, çoktan yüz elli tane kelime öğrendin.
Unbelievable, you already learned one hundred and forty words
İnanılmaz, çoktan yüz kırk tane kelime öğrendin.
Unbelievable, you already learned one hundred and ten words
İnanılmaz, çoktan yüz on tane kelime öğrendin.
Unbelievable, you already learned one hundred and thirty words
İnanılmaz, çoktan yüz otuz tane kelime öğrendin.
Unbelievable, you already learned one hundred and twenty words.
İnanılmaz, çoktan yüz yirmi tane kelime öğrendin.
Unbelievable, you already learned seventy words
İnanılmaz, çoktan yetmiş tane kelime öğrendin.
Unbelievable, you already learned sixty words
İnanılmaz, çoktan altmış tane kelime öğrendin.
Unbelievable, you already learned ten words
İnanılmaz, çoktan on tane kelime öğrendin.
Unbelievable, you already learned thirty words
İnanılmaz, çoktan otuz tane kelime öğrendin.
Unbelievable, you already learned three fifty hundred words.
İnanılmaz, çoktan üç yüz elli tane kelime öğrendin.
Unbelievable, you already learned three hundred words.
İnanılmaz, çoktan üç yüz tane kelime öğrendin.
Unbelievable, you already learned twenty words
İnanılmaz, çoktan yirmi tane kelime öğrendin.
Unbelievable, you already learned two hundred fifty words
İnanılmaz, çoktan iki yüz elli tane kelime öğrendin.
Unbelievable, you already learned two hundred words
İnanılmaz, çoktan iki yüz tane kelime öğrendin.
unknown
bilinmez
until he ran out of power (t)
takati tükenene kadar
until today
bugüne kadar
up /upwards
yukarı
upon us
üzerimizde
very tight
sımsıkı
victim /sacrifice /offering
kurban
view /sight /landscape / scenery
manzara
voice /noise /sound
ses
vow /offering
adak
walking towards him
kendisine doğru yürüyen
war
savaş
warrier
savaşçı
Was it because it was still only the first hours of the morning or was it that I have started to get old, it is unknown
Daha sabahın ilk saatleri olduğundan mı, yoksa artık yaşlanmaya başladığımdan mı bilinmez
was it the effect of the blood splashing on him?
üzerine sıçrayan kanın etkisi mi
watch over us
bizi gözet
wave /curl
dalga
way
yol
we could not have found
bulamazdık
we couldn't exist
var olamazdık
we couldn't have built
kuramazdık
we couldn't have built our young city rising like a monument
bir anıt gibi yükselen genç kentimizi kuramazdık
we want
istiyoruz
we want to offer
sunmak istiyoruz
weapon
silâh
wet /damp /moist /humid
nemli
what falls on top of s. o. > one's part
üzerine düşen
when he was at peace
huzura varınca
When the King was at peace, he stopped, respectfully he lifted up his head.
Kral, huzura varınca durdu, saygıyla başını kaldırdı.
When the King was at peace, he stopped.
Kral, huzura varınca durdu.
whether it was the effect of the blood splashing on him or an ancient motivation is unknown
üzerine sıçrayan kanın etkisi mi kadim güdü mü bilinmez
which was in his hand
elindeki
While the blood was splashing
Kan fışkırırken
While the blood was splashing into the bowl held by the priest
Kan, kâhin tuttuğu çanağa fışkırırken
While the blood was splashing into the bowl held by the priest, the bull just stayed like that.
Kan, kâhin tuttuğu çanağa fışkırırken boğa öylece kaldı.
who /that
ki
wild
vahşi
with a submissive voice
itaatkâr bir sesle
with all its strength
bütün gücüyle
with difficulty /barely
güçlükle
with his own hands
kendi elleriyle
with magical power /with a magical strength
büyülü bir güçle
with neylon string
naylon iple
with pain
acıyla
with respect /respectfully
saygıyla
without losing (y)
yitirmeden
without losing (y) his respect in the least
saygısını zerrece yitirmeden
Without losing (y) his respect in the least he knelt, bowed, greeted.
Saygısını zerrece yitirmeden diz çöktü, boyun eğdi, selam verdi.
Without losing his respect in the least he knelt down
Saygısını zerrece yitirmeden diz çöktü
without offering the bull to god with his own hands
boğayı Tanrı'ya kendi elleriyle sunmadan
word (k)
kelime
word (s)
söz
wrist
bilek
you (sg)
sen
you are saying
diyorsun
you are the one loving us most /Du bist derjenige, der uns am meisten liebt.
bizi en çok sevensin
you defended us
bizi savundun
you didn't break your storms loose
Fırtınalarını çıkarmadın
You didn't break your storms loose in front of our ships.
Fırtınalarını gemilerimizin önüne çıkarmadın.
you didn't leave us alone
bizi yalnız bırakmadın
You didn't try your anger out on us.
Öfkeni üzerimizde denemedin.
you didn't use
kullanmadın
You didn't use your powerful trident against us.
Güçlü yabanı bize karşı kullanmadın.
You didn't use your powerful trident.
Güçlü yabanı kullanmadın.
You rendered the seas abundant.
Denizleri bereketli kıldın.
You rendered the seas tame, merciful and fertile.
Denizleri uysal, merhametli, bereketli kıldın.
you showed kindness to us
bize şefkat gösterdin
You who always accompanied our fate.
Sen ki her zaman yazgımıza yoldaşlık ettin.
You who did not turn away from us.
Sen ki bizden yüz çevirmedin.
you who had mercy on us
sen ki bize acıdın
You who loved us
Sen ki bizi sevdin
You who loved us like your own children
Sen ki bizi kendi çocukların gibi sevdin
You who loved us like your own children, you who had mercy on us, you showed us kindness, you defended us.
Sen ki bizi kendi çocukların gibi sevdin, sen ki bize acıdın, bize şefkat gösterdin, bizi savundun.
You, who didn't leave us alone since we departed from Megara.
Sen ki Megara'dan yola çıktığımızdan beri bizi yalnız bırakmadın.
young
genç
your anger
öfken