"Oh brother of Zeus and Hades." | 'Ey Zeus'un ve Hades'in kardeşi.' |
"Oh God of the earthquakes" | 'Ey yer sarsıntılarının tanrısı.' |
"Oh God of the seas" | 'Ey denizlerin tanrısı.' |
"Oh God of the seas, the earthquakes, the horses" | 'Ey denizlerin, yer sarsıntılarının, atların tanrısı.' |
"Oh Immortal of the Strongest" | 'Ey en güçlülerin ölümsüzü' |
"Oh Poseidon," he boomed with a submissive voice. | 'Ey Poseidon,' diye gürledi, itaatkâr bir sesle. |
"Oh Poseidon," he boomed with a submissive voice. "Oh God of the seas, the earthquakes, the horses." | 'Ey Poseidon,' diye gürledi, itaatkâr bir sesle. 'Ey denizlerin, yer sarsıntılarının, atların tanrısı.' |
"Oh Poseidon," he boomed. | 'Ey Poseidon,' diye gürledi. |
"Oh Son of Kronos and Rheia." | 'Ey Kronos ile Rheia'nın oğlu.' |
"Oh Strongest of the Immortals." | 'Ey ölümsüzlerin en güçlüsü.' |
'Oh God of the horses' | 'Ey atların tanrısı.' |
(ancient name of İstanbul) | Byzantion |
(by) being /as | olarak |
(by) gently lifting up his sword | Kılıcını usulca kaldırarak |
(inner) peace | huzur |
(on) three sides surrounded | üç yanı çevrili |
(the inside of) the palms | avuç içleri |
(the one) loving us most | bizi en çok seven |
/to bend /bow down /give in /agree/conform | boyun eğmek |
a /one | bir |
a bit more | biraz daha |
a divine gift | kutsal bir armağan |
a greying beard | kırçıl bir sakal |
a lasting curse | kalıcı bir lanet |
a little bit | bir parça |
a scimitar (a short sword with a curved blade that broadens towards the point, used originally in Eastern countries.) | enli kılıç |
a storm to break out | fırtına çıkmak |
a woman | bir kadın |
absolute | mutlak |
again (y) | yeniden |
again (y) | yine |
against /opposite / before /towards | karşı |
against us | bize karşı |
All four warriors who barely held back the young bull shuddered, too, but the King didn't tremble. | Genç boğayı güçlükle zapt eden dört savaşçının dördü de ürperdi, ama Kral ürpermedi. |
All four warriors who barely held back the young bull shuddered, too, the priest who was one step behind (g) the bull shivered, too, but the King didn't shiver. | Genç boğayı güçlükle zapt eden dört savaşçının dördü de ürperdi, boğanın bir adım gerisindeki kâhin de ürperdi ama Kral ürpermedi. |
All four warriors who barely held back the young bull shuddered, too. | Genç boğayı güçlükle zapt eden dört savaşçının dördü de ürperdi. |
alone | yalnız |
already | çoktan |
also after this /also hereafter | bundan sonra da |
altar | sunak |
always | her zaman |
an ancient motive | kadim bir güdü |
an eagle's head | bir kartal başı |
ancient /very old (k) | kadim |
and /also(following noun, participle...) | da - de |
and /with | ile |
and a bit sad(m) | bir parça da mahzun |
and a little bit | bir parça da |
and we want to offer you our gratitude | biz de sana şükranlarımızı sunmak istiyoruz |
And we want to offer you our gratitude, by sacrifing this bull. | Biz de sana şükranlarımızı, bu boğayı kurban ederek sunmak istiyoruz |
angrily | öfkeyle |
angrily he began to fume | öfkeyle burnundan solumaya başladı |
animal | hayvan |
Are you saying they sacrificed the man to Atatürk? | Adamı Atatürk'e kurban mı ettiler diyorsun? |
area / field /space | alan |
arm | kol |
as a divine gift | kutsal bir armağan olarak |
as if he hadn't heard | sanki duymamış gibi |
as if he hadn't heard these words (s) | sanki bu sözleri duymamış gibi |
as if it wanted | sanki istercesine |
as if it wanted to inform about the approaching disaster | sanki yaklaşmakta olan felaketi haber vermek istercesine |
as if it wanted to inform about the disaster | sanki felaketi haber vermek istercesine |
as if it wanted to understand the things that were going to be | olacakları anlamak istercesine |
at Byzas, the young king of this young country | bu genç ülkenin genç kralı Byzas'a |
at every side of it/all over | her yanına |
baby blue/milk blue | süt mavisi |
beard | sakal |
beautiful | güzel |
because | çünkü |
because he was bound | bağlandığı için |
because I have started | başladığımdan |
because I have started to get old | yaşlanmaya başladığımdan |
before / in front of (dat > direction) | önüne |
before /earlier | önce |
before the king | kral'dan önce |
Before the King the bull noticed his sword. | Boğa kral'dan önce kılıcını fark etti. |
Before the king walking towards him, the bull noticed his sword. | Boğa kendisine doğru yürüyen Kral'dan önce kılıcını fark etti. |
behaviour /attitude /manner | tavır |
behind (g) | gerisinde |
behind him / following him /afterward | peşi sıra |
beige | bej |
being about to approach / being in the middle of approaching | yaklaşmakta olan |
black | siyah |
blood | kan |
boat | gemi |
body (b) | beden |
both on land and at sea | karada da denizde de |
bottom | dip |
bowl /pot /çalyx | çanak |
broad | geniş |
brother | kardeş |
bull | boğa |
but | ama |
but again the muscled arms didn't allow it | ama kaslı kollar yine izin vermedi |
but for some reason | ama nedense |
but for some reason somehow he also couldn't take his eyes (looks) off his victim's black eyes getting dull | ama nedense, o da bakışlarını kurbanının donuklaşan siyah gözlerinden bir türlü alamıyordu. |
But the four warriers didn't allow it | Ama dört savaşçı izin vermedi ona |
But the four warriers didn't allow it, they clung very tight to the ropes holding the strong animal. | Ama dört savaşçı izin vermedi ona, sımsıkı sarıldılar güçlü hayvanı tutan iplere. |
but the King didn't tremble. | ama Kral ürpermedi. |
but without using his sword | ama kılıcını kullanmadan |
by also dragging the soldiers along | askerleri de sürükleyerek |
by offering you this bull as a sacrifice | bu boğayı kurban ederek |
Byzas gently approached the bull. | Byzas, usulca boğaya yaklaştı. |
Byzas stood majestically in front of the nice animal, but without using his sword, without offering the bull with his own hands to god he looked respectfully at his victim. | Byzas, görkemli, güzel hayvanın önünde durdu ama kılıcını kullanmadan, boğayı Tanrı'ya kendi elleriyle sunmadan, saygıyla kurbanına baktı. |
Byzas stood majestically in front of the nice animal. | Byzas, görkemli, güzel hayvanın önünde durdu |
cause of death /Todesursache | ölüm nedeni |
ceremony /celebration | tören |
chest (body) | göğüs |
children | çocuklar |
chin /jaw | çene |
city (k) | kent |
city line ferry | şehir hatları vapuru |
collar /Kragen | yaka |
colour | renk |
coloured | renkli |
companionship/camaraderie | yoldaşlık |
consecration ceremony | kutsanma töreni |
coolness | serinlik |
corps | cesede |
country / land | ülke |
curse | lanet |
cut /incision /slash | kesik |
day | gün |
death | ölüm |
deep | derin |
delectable /delicious (n) | nefis |
delicious (l) | lezzetli |
delicious (n) fruit (pl/y) | nefis yemişler |
difficulty /hardship (g) | güçlük |
direction | yön |
disaster /catastrophy | felaket |
docile /tame /submissive | uysal |
dried | kurumuş |
eagle | kartal |
earlier / just now/a short while ago | az önce |
earth quakes | yer sarsıntıları |
earthen | toprak |
easily /with ease (r) | rahatlıkla |
eerie /scary /frightening (ü) | ürkütücü |
effect | etki |
eighty | seksen |
end /point /tip | uç |
Ensure that the other (ö) gods have pity on us | öteki tanrıların bize acımasını sağla |
escape /evade | kurtulmak |
everything | her şey |
eye | göz |
far /remote /distant (u) | uzak |
fear | korku |
fearful /terrible/ dreadful /gruesome /horrifying | korkunç |
feather, hair | tüy |
fertile | doğurgan |
fertile /abundant | bereketli |
fifty | elli |
fire | ateş |
fire spreading /red hot | ateş saçan |
first | ilk |
first it collapsed (ç) on its trembling knees | önce titreyen dizlerinin üzerine çöktü |
first(ly) (ö) | önce |
fish | balık |
fixed /attached (t) | takılı |
foam | köpük |
foot /leg | ayak |
for some reason (n) | nedense |
For some reason, to look at the corpse distressed me. | Nedense, cesede bakmak canımı sıktı. |
For you are just... | Çünkü sen adilsin.... |
For you are powerful | Çünkü sen güçlüsün |
For you are the one loving us most. | Çünkü bizi en çok sevensin. |
forty | kırk |
four | dört |
four of the warriers | savaşçının dördü |
four warriers | dört savaşçı |
frequently /time after time/ repeatedly | defalarca |
from down /from the bottom /from below | alttan |
from dried blood | kurumuş kandan |
from its wrists | bileklerinden |
from the people | halkından |
from the sword's bright surface | kılıcın parlak yüzeyinden |
from us | bizden |
front (part of the face) /forehead/Stirn | alın |
fruit (y) | yemiş |
garden | bahçe |
generous | çömert |
gently (u) | usulca |
gift (a) | armağan |
glory /splendour /magnificence | görkem |
glow /glimmer / shimmer | parıltı |
God (t) | Tanrı |
God had kept trouble away | Tanrı, belayı uzak tutmuştu |
God had kept trouble away from the people. | Tanrı, belayı uzak tutmuştu halkından. |
God had offered offered to them as a divine gift | Tanrı kutsal bir armağan olarak sunmuştu onlara |
God had offered this beautiful country to them as a divine gift | Tanrı kutsal bir armağan olarak sunmuştu bu güzel ülkeyi onlara |
God had offered to them | Tanrı sunmuştu onlara |
God had offered to them as a divine gift this beautiful country reaching out to the sea like an eagle's head | Tanrı kutsal bir armağan olarak sunmuştu bir kartal başı gibi denize uzanan bu güzel ülkeyi onlara. |
God had offered to them this beautiful country | Tanrı sunmuştu bu güzel ülkeyi onlara |
God looked at the King. | Tanrı Kral'a bakıyordu. |
God looked at the King. | Tanrı Kral'a bakıyordu. |
God was looking at the king. | Tanrı, Kral'a bakıyordu. |
gradually /slowly | giderek |
gratitude /blessing /thanksgiving | şükran |
greyish /greying /flecked with grey /grau meliert | kırçıl |
hair (pl) | saçlar |
hand | el |
handle /grip / hilt /Griff (k) | kabza |
have mercy on us | bize acı |
hayfork | yaba |
He approached gently lifting his sword. | Kılıcını usulca kaldırarak yaklaştı. |
he began to pant | solumaya başladı |
he cared about the invisible touch of the wind | rüzgârın görünmez dokunuşuna aldırdı |
He clutched his sharp scimitar. | Enli, keskin kılıcını kavradı. |
He continued (s) to look | bakmayı sürdürüyordu |
He couldn't make God wait /Er durfte Gott nicht warten lassen | Tanrı'yı bekletmek olmazdı |
He couldn't make the victim wait | kurbanı bekletmek olmazdı |
He couldn't wait more. /it was impossible to... | Daha fazla beklemek olmazdı. |
He didn't pay attention to the invisible touch of the wind nor to the cold that made his hair stand on end | Ne rüzgârın görünmez dokunuşuna aldırdı, ne tüylerini diken diken eden serinliğe. |
He felt a coolness. | Bir serinlik hissetti. |
He felt a damp coolness on his broad like fire burning forehead. | Ateş gibi yanan geniş alnında nemli bir serinlik hissetti. |
He felt a damp coolness. | Nemli bir serinlik hissetti. |
He fixed his eyes on the trident that was in God's hand. | Tanrı'nın elindeki üç uçlu yabaya dikti gözlerini. |
He had accomplished his task. | Görevini yerine getirmişti. |
He had the peace of someone who has accomplished his task. | Görevini yerine getirmiş birinin huzuru vardı. |
He headed towards the black bull, barely held back by the four soldiers. | Dört askerin güçlükle zapt ettiği siyah boğaya yöneldi. |
he headed towards the bull | boğaya yöneldi |
he held an earthen bowl in his hand | elinde toprak bir çanak tuttu |
he knelt, he bowed, he greeted | diz çöktü, boyun eğdi, selam verdi |
He looked like fifty, his arms were extended upwards, in a way that the palms faced each other, the hands were tied at the wrists with neylon string. | Elli yaşlarında gösteriyordu; kolları yukarı uzatılmış, avuç içleri birbirine bakacak şekilde, elleri naylon iple bileklerinden bağlanmıştı. |
He looked like fifty. | Elli yaşlarında gösteriyordu. |
he looked respectfully to his victim | saygıyla kurbanına baktı |
He neither cared about the invisible touch of the wind nor about the coolness. | Ne rüzgârın görünmez dokunuşuna aldırdı, ne serinliğe. |
he respectfully lifted his head | saygıyla başını kaldırdı |
He should do | yapmalıydı |
He should immediately start talking. | Hemen söze başlamalıydı. |
He stroke the bull's throat. (g) | Boğanın gırtlağına çaldı. |
He took a step towards the bull. | Boğaya doğru bir adım attı. |
he wanted | istedi |
He wanted to flee from these ropes. | Bu iplerden kurtulmak istedi. |
He would have fled and dragged the four soldiers (too) behind him. | Dört askeri de peşi sıra sürükleyip kaçacaktı. |
he would have fled spreading his blood around until he ran out of power(t) | Kanını etrafa saçarak takati tükenene kadar kaçacaktı. |
head | baş |
heart (y) | yürek |
his arms were extended upwards | kolları yukarı uzatılmış |
his arms were extended upwards, in a way that the palms faced each other | kolları yukarı uzatılmış, avuç içleri birbirine bakacak şekilde |
his black skin(d) | siyah derisi |
his chin decorated with a thin greying beard | ince, kırçıl sakalın süslediği çenesi |
his eyes (looks) remained fixed on the bull | bakışları boğaya takılı kalmıştı |
his eyes (looks) remained fixed on the bull, he had just killed | bakışları az önce öldürdüğü boğaya takılı kalmıştı |
his hands had been tied at the wrists with neylon string | elleri naylon iple bileklerinden bağlanmıştı |
his hands were tied | elleri bağlanmıştı |
his legs (a) were turned towards the sea | ayakları deniz yönüne çevriliydi |
his silver coloured straight, long hair | gümüş renkli, dalgasız, uzun saçları |
His silver coloured, straight, long hair was spread onto the marble that was on the ground,the collar of his tan (ginger) coloured leather jacket and the chest of his beige shirt were blackened from dried blood. | Gümüş renkli, dalgasız, uzun saçları yerdeki mermerin üzerine yayılmış, taba rengi deri ceketinin yakasıyla bej gömleğinin göğsü kurumuş kandan siyahlaşmıştı. |
His silver coloured, straight, long hair was spread onto the marble that was on the ground. | Gümüş renkli, dalgasız, uzun saçları yerdeki mermerin üzerine yayılmıştı. |
his spread legs (a) | iki yana açılmış ayakları |
His spread legs (a) were turned towards the sea. | İki yana açılmış ayakları deniz yönüne çevriliydi. |
His sword in his hand stroke the bull's throat (g) from down. | Elindeki kılıcı, alttan boğanın gırtlağına çaldı. |
His sword in his hand stroke the bull's throat (g). | Elindeki kılıcı, boğanın gırtlağına çaldı. |
his tan (ginger) coloured leather jacket | taba rengi deri ceketi |
his tan (ginger) coloured leather jacket and the chest of his beige shirt | taba rengi deri ceketinin yakasıyla bej gömleğinin göğsü |
his victim's black eyes ebbing away | kurbanının donuklaşan siyah gözleri |
holy /sacred /divine | kutsal |
horse | at |
hours | saatler |
huge (k) | koca |
hundred | yüz |
I could have seen | görebilecektim |
I easily could have seen | rahatlıkla görebilecektim |
I easily could have seen the deep cut in his throat, which probably led to the death of the man | muhtemelen adamın ölümüne neden olan boğazındaki derin kesiği rahatlıkla görebilecektim |
I turned to the sea whose colour was gradually getting lighter. | Rengi giderek açılan denize döndüm. |
I turned to the sea. | Denize döndüm. |
I was disturbed | canımı sıktı |
if he waited | beklerse |
if he waited a bit more | biraz daha beklerse |
if he waited a bit more, he would make God angry. | biraz daha beklerse, Tanrı'yı öfkelendirecekti. |
if he waited a bit more, this silence would turn into a lasting curse | biraz daha beklerse, bu sessizlik kalıcı bir lanete dönüşecekti |
If he waited a bit more, this silence would turn into a lasting curse, if he waited a bit more, he would make God angry. | Biraz daha beklerse bu sessizlik kalıcı bir lanete dönüşecek, biraz daha beklerse Tanrı'yı öfkelendirecekti. |
If his chin decorated with a thin greying beard hadn't fallen on his chest, I could have seen easily (r) the deep cut in his throat which probably led to the death of the man. | İnce, kırçıl sakalın süslediği çenesi göğsüne düşmese, muhtemelen adamın ölümüne neden olan boğazındaki derin kesiği rahatlıkla görebilecektim. |
if his chin didn't fall on his chest | çenesi göğsüne düşmese |
if his chin didn't fall on his chest I could have seen the cut in his throat | çenesi göğsüne düşmese boğazındaki kesiği görebilecektim |
if they were taken unawares | eğer boş bulunsalar |
If they were taken unawares, he would have dragged the four soldiers (too) behind him and fled spreading his blood around until he ran out of power(t) , but again the muscled arms didn't allow it. | Eğer boş bulunsalar dört askeri de peşi sıra sürükleyip kanını etrafa saçarak takati tükenene kadar kaçacaktı ama kaslı kollar yine izin vermedi. |
If they were taken unawares, he would have dragged the four soldiers (too) behind him and fled spreading his blood around until he ran out of power. | Eğer boş bulunsalar dört askeri de peşi sıra sürükleyip kanını etrafa saçarak takati tükenene kadar kaçacaktı. |
If they were taken unawares, he would have dragged the four soldiers (too) behind him and fled. | Eğer boş bulunsalar dört askeri de peşi sıra sürükleyip kaçacaktı. |
if you had not been | Sen olmasaydın |
If you had not been we could not have found this land on three sides surrounded by the sea (pl) | Sen olmasaydın, üç yanı denizlerle çevrili bu ülkeyi bulamazdık. |
If you had not been we couldn't exist both on land or on sea. | Sen olmasaydın, karada da, denizde de var olamazdık. |
If you had not been we couldn't have built our young city rising like a monument on these fertile grounds. | Sen olmasaydın, bu bereketli toprakların üzerinde bir anıt gibi yükselen genç kentimizi kuramazdık. |
immediately | hemen |
immigrant | göçmen |
immortal | ölümsüz |
in a short time | kısa sürede |
in a way facing each other | birbirine bakacak şekilde |
in front of our ships | gemilerimizin önüne |
in his heart | yüreğinde |
in one blow | bir vuruşta |
in order to collect the blood which will flow | akacak kanı toplamak için |
in the least /at all | zerrece |
indifferent /apathetic | kayıtsız |
into the bowl | çanağa |
into the bowl held by the priest | kâhin tuttuğu çanağa |
Introduction /prologue | önsöz |
invisible | görünmez |
Is it because it's still only the first hours of the morning? | Daha sabahın ilk saatleri olduğundan mı? |
it did not last long | çok sürmedi |
It didn't last long, suddenly it was startled with pain, it wanted with all of its strength to leap forward. | Çok sürmedi, birden acıyla irkildi, bütün gücüyle ileri atılmak istedi. |
It pried nervously as if it wanted to understand the things that were going to happen. | Olacakları anlamak istercesine gergin bir merakla bakıyordu. |
it struggled to get out | çıkmaya çabaladı |
It struggled to get out of this difficult situation by dragging the soldiers along. | Askerleri de sürükleyerek bu cendereden çıkmaya çabaladı. |
It was the celebration of consecration: Thanksgiving day, the moment of cost, the time of respect. | Kutsanma töreniydi: Şükran günü, bedel anı, saygı zamanı. |
It was the consecration ceremony | Kutsanma töreniydi |
it will flow | akacak |
jacket | ceket |
judge /ruler | hâkim |
just (like that) | öylece |
just /fair | adil |
just as | nasıl ki |
Just as he couldn't let God wait, he couldn't let the victim wait, either. | Nasıl ki Tanrı'yı bekletmek olmazsa, kurbanı da bekletmek olmazdı. |
kindness /affection /compassion /tenderness/ | şefkat |
king | kral |
King Byzas's Legendary City | Kral Byzas'ın Efsanevi Kenti |
land /ground /terra firma (k) | kara |
leather | deri |
legendary | efsanevi |
light | ışık |
light /brightness | aydınlık |
like | gibi |
like a fertile woman | doğurgan bir kadın gibi |
like a monument | bir anıt gibi |
like a warrier sure of his target | hedefinden emin bir savaşçı gibi |
like an eagle's head | bir kartal başı gibi |
like his own children | kendi çocukların gibi |
like you have done until today | bugüne kadar yaptığın gibi |
line | hat |
long | uzun |
long, silver coloured hair | Gümüş renkli, uzun saçlar |
long-suffering /stoic /vielgeplagt /schwergeprüft /leidend | çilekeş |
look /glance /view /(eye) | bakış |
love /affection | sevgi |
loving (particip pres. act.) | seven |
magic | büyü |
magical | büyülü |
marble /marbre /Marmor | mermer |
memory/ remembrance/reminiscene | hatıra |
merciful | merhametli |
moment | an |
moment | an |
monument | anıt |
more | daha fazla |
morning | sabah |
most | en çok |
motive / drive /motivation | güdü |
muscled | kaslı |
muscled arms | kaslı kollar |
neither... nor... | ne... ne (de)... |
nervous | gergin |
next to | yanında |
next to the altar | sunağın yanında |
neylon | naylon |
ninety | doksan |
noisily | gürültüyle |
now | şimdi |
Now it was his turn. | Şimdi sıra ondaydı. |
O protector of the Megara immigrants | Ey Megaralı göçmenlerin koruyucusu |
oh absolute ruler of the seas | Ey denizlerin mutlak hâkimi |
Oh most magnificent of the gods | Ey tanrıların en görkemlisi |
Oh most magnificent of the gods, oh absolute ruler of the seas, oh protector of the Megara immigrants. | Ey tanrıların en görkemlisi, ey denizlerin mutlak hâkimi, ey Megaralı göçmenlerin koruyucusu. |
Oh Poseidon | Ey Poseidon |
Oh protector of the immigrants | Ey göçmenlerin koruyucusu |
on his broad forehead | geniş alnında |
on his forehead | alnında |
on these fertile grounds | bu bereketli toprakların üzerinde |
on three sides surrounded by the sea(pl) | üç yanı denizlerle çevrili |
One moment a frightening silence descended all around. | Bir an ürkütücü bir sessizlik çöktü her yana. |
One moment a frightening silence descended. | Bir an ürkütücü bir sessizlik çöktü. |
One moment everything on the square stopped | Bir an meydanda her şey durdu |
One moment everything on the square stopped, the wind blowing from the sea, the bull whose black skin twitched angrily, the soldiers holding the bull. | Bir an meydanda her şey durdu, denizden esen rüzgâr, siyah derisi öfkeyle seğiren boğa, boğayı tutan askerler. |
one step behind (g) the bull | boğanın bir adım gerisinde |
one who has accomplished his task | Görevini yerine getirmiş biri |
one's own | kendi |
onto the marble that was on the floor | yerdeki mermerin üzerine |
opened to two sides /spread /gespreizt | iki yana açılmış |
or /otherwise /or else | yoksa |
or is it because I have now started to get old | yoksa artık yaşlanmaya başladığımdan mı |
our city | kentimiz |
our thanksgiving /gratitude | şükranlarımız |
our young city rising like a monument | bir anıt gibi yükselen genç kentimiz |
oversee / watch /guard/look out for | gözetmek |
palm | avuç |
pant /blow /breathe | solumak |
perform /fullfill | yerine getirmek |
permanent /lasting /persistent | kalıcı |
person from Megara | Megaralı |
piece /grain - used after number word (not obliged) / Stück | tane |
please | lütfen |
Please accept our offering(a) . | Lütfen adağımızı kabul et. |
Please ensure that also the other (ö) gods have pity on us. | Lütfen öteki tanrıların da bize acımasını sağla. |
Please have mercy on us, protect us, look out for us also hereafter like you have done until today. | Lütfen bugüne kadar yaptığın gibi bundan sonra da bize acı, bizi koru, bizi gözet. |
power (t) | takat |
power /force /strength | güç |
prayer | dua |
predestination /fate | yazgı |
press / Presse /Wäschemangel /here: difficult situation | cendere |
price /cost(b) | bedel |
priest | kâhin |
probably | muhtemelen |
protect us | bizi koru |
protector | koruyucu |
quickly | hızla |
quickly he turned his eyes away from God | bakışlarını hızla kaçırdı Tanrı'dan. |
rage /anger | öfke |
reaching out to the sea like an eagle's head | bir kartal başı gibi denize uzanan |
Reminiscence of İstanbul | İstanbul Hatırası |
respect | saygı |
respect | saygı |
restless /uneasy /anxious (h) | huzursuz |
right in front of me | hemen önümden |
rope / string | ip |
sad /downcast (m) | mahzun |
sail | yelken |
same | aynı |
seeds | tohumlar |
seventy | yetmiş |
sharp | keskin |
shiny /bright /brilliant | parlak |
shirt | gömlek |
side (y) | yan |
silence | sessizlik |
silver | gümüş |
silver coloured | gümüş renkli |
since | beri |
since we departed | yola çıktığımızdan beri |
since we departed from Megara | Megara'dan yola çıktığımızdan beri |
sixty | altmış |
skin(d) | deri |
small | küçük |
soldier | asker |
somehow /irgendwie | bir türlü |
somehow he also couldn't take his eyes (looks) off his victim's black eyes getting dull | o da bakışlarını kurbanının donuklaşan siyah gözlerinden bir türlü alamıyordu |
son | oğul |
sorry /regretful /remorseful | pişman |
splendid /magnificent /majestic | görkemli |
spread /effuse /disperse (y) | yaymak |
spreading his blood around | kanını etrafa saçarak |
square /piazza | meydan |
step | adım |
still (stronger than hala) /more | daha |
storm | fırtına |
straight /uncurled | dalgasız |
strike (sword) /play (instrument) / steal | çalmak |
strip, /ribbon /band /lane | şerit |
stroke /strike /blow | vuruş |
submissive /obedient (i) | itaatkâr |
suddenly /all of a sudden | birden |
suddenly it was startled with pain | birden acıyla irkildi |
sun | güneş |
sure /certain | emin |
sure of his target | hedefinden emin |
surface | yüzey |
surrounded | çevrili |
target /goal /destination | hedef |
task /duty /mission /job | görev |
ten | on |
ten words | on tane kelime |
thanks (ş) | şükür |
thanksgiving day | şükran günü |
that | o |
that / so /word to connect direct speech to the main sentence when the main sentence uses any verb other than demek | diye |
that was in his throat (b) | boğazındaki |
that was on the floor (y) | yerdeki |
that was pervaded by the smell of the sea | deniz kokusunun sindiği |
The animal lost its strength (g) within a short time, first it collapsed (ç) on its trembling knees, then it knocked over noisily to its right side. | Hayvan kısa sürede gücünü yitirdi, önce titreyen dizlerinin üzerine çöktü, sonra gürültüyle sağ yanına yıkıldı. |
The animal lost its strength (g) within a short time. | Hayvan kısa sürede gücünü yitirdi. |
the animal's whole body | hayvanın bütün bedeni |
the animal's whole body shuddered | hayvanın bütün bedeni ürperdi |
the approaching disaster | yaklaşmakta olan felaket |
the blood splashing (s) on top of him | üzerine sıçrayan kan |
the bull being restless because he was tied | bağlandığı için huzursuz olan boğa |
the bull being restless because he was tied with ropes | iplerle bağlandığı için huzursuz olan boğa |
the bull being restless because he was tied with ropes thorougly tensed | İplerle bağlandığı için huzursuz olan boğa iyice gerginleşti. |
The bull being restless because he was tied with ropes thorougly tensed, he wanted to flee from this little square that was pervaded from each of its sides by the smell of the sea, to escape from these ropes, from this glow hitting his eyes. | İplerle bağlandığı için huzursuz olan boğa iyice gerginleşti, bu her yanına deniz kokusunun sindiği küçük meydandan kaçmak bu iplerden, gözlerine vuran bu parıltıdan kurtulmak istedi. |
the bull being restless because he was tied with ropes thorougly tensed, he wanted to flee from this little square that was pervaded from each of its sides by the smell of the sea. | İplerle bağlandığı için huzursuz olan boğa iyice gerginleşti, bu her yanına deniz kokusunun sindiği küçük meydandan kaçmak istedi. |
The bull felt the same coolness, too. | Aynı serinliği boğa da hissetti. |
the bull he had just killed | az önce öldürdüğü boğa |
the bull just stayed like that | boğa öylece kaldı |
The bull noticed his sword. | Boğa kılıcını fark etti. |
The bull perceiving the king's smell got much more angry, angrily he began to fume. | Kral'ın kokusunu alan boğa daha çok sinirlendi, öfkeyle burnundan solumaya başladı. |
The bull perceiving the king's smell got much more angry. | Kral'ın kokusunu alan boğa daha çok sinirlendi. |
the bull picking up the scent of the king | Kral'ın kokusunu alan boğa |
The bull struggled to get out of the difficult situation. | Boğa cendereden çıkmaya çabaladı. |
The bull too had fixed his eyes on him. | Boğa da gözlerini ona dikmişti. |
The bull wanted to escape from this glow hitting his eyes. | Boğa gözlerine vuran bu parıltıdan kurtulmak istedi. |
The bull wanted to escape from this glow. | Boğa bu parıltıdan kurtulmak istedi. |
the bull wanted to flee | Boğa kaçmak istedi |
the bull wanted to flee from this small square | boğa bu küçük meydandan kaçmak istedi |
The bull wanted to leap forward with all of its strength. | Boğa bütün gücüyle ileri atılmak istedi. |
the bull whose black skin twitched angrily | siyah derisi öfkeyle seğiren boğa |
The bull's eyes were no longer angry,only surprised | Boğanın gözleri artık öfkeli değildi, sadece şaşkındı |
The bull's eyes were no longer angry,only surprised and a little sad. | Boğanın gözleri artık öfkeli değildi, sadece şaşkındı, bir parça da mahzun. |
The bull's eyes were no longer angry. | Boğanın gözleri artık öfkeli değildi. |
the bull's throat (g) | boğanın gırtlağı |
the chest of his beige shirt | bej gömleğinin göğsü |
the collar of his tan (ginger) coloured leather jacket | taba rengi deri ceketinin yakası |
the collar of his tan (ginger) coloured leather jacket and the chest of his beige shirt were blackened from dried blood | taba rengi deri ceketinin yakasıyla bej gömleğinin göğsü kurumuş kandan siyahlaşmıştı |
the coolness making his hairs stand on end | tüylerini diken diken eden serinlik |
the deep cut in his throat | boğazındaki derin kesik |
the deep cut in his throat, which probably led to the death of the man | muhtemelen adamın ölümüne neden olan boğazındaki derin kesik |
the effect of the blood splashing on him | üzerine sıçrayan kanın etkisi |
the first hours of the morning | sabahın ilk saatleri |
The four warriers holding with difficulty the young bull back | Genç boğayı güçlükle zapt eden dört savaşçı |
The god continued to look with fire spreading eyes | Tanrı ateş saçan gözlerle bakmayı sürdürüyordu. |
The god looked at King Byzas. | Tanrı, Kral Byzas'a bakıyordu. |
The god looked at the King. | Tanrı Kral'a bakıyordu. |
The god, as if he hadn't heard these words, continued to look with fire spreading eyes | Tanrı sanki bu sözleri duymamış gibi ateş saçan gözlerle bakmayı sürdürüyordu. |
The god, as if he hadn't heard these words, continued to look with fire spreading eyes at Byzas, the young king of this young country. | Tanrı sanki bu sözleri duymamış gibi ateş saçan gözlerle bakmayı sürdürüyordu bu genç ülkenin genç kralı Byzas'a. |
the ground /soil /earth | toprak |
the hilt of his sharp scimitar | keskin, enli kılıcının kabzası |
the huge country | koca ülke |
the invisible touch of the wind | rüzgârın görünmez dokunuşu |
The king did not feel bad (about..) | kral hiç üzülmedi |
The king grapped again firmly the hilt of his sharp scimitar. | Kral, keskin, enli kılıcının kabzasını yeniden sıkı sıkıya kavradı. |
The king grapped the hilt of his sharp scimitar. | Kral, keskin, enli kılıcının kabzasını kavradı. |
The King no longer cared about God, whether it was the effect of the blood splashing on him or an ancient motivation is unknown, his eyes(looks) remained fixed on the bull he had just killed. | Kral artık umursamıyordu Tanrı'yı; üzerine sıçrayan kanın etkisi mi kadim güdü mü bilinmez, bakışları az önce öldürdüğü boğaya takılı kalmıştı. |
The King no longer cared about God. | Kral artık umursamıyordu Tanrı'yı. |
The king should do his part | Kral üzerine düşeni yapmalıydı |
The king should do his part, keep his word. | Kral üzerine düşeni yapmalı, sözünü tutmalıydı. |
The king should fulfill his requirements | Kral olmanın gereğini yerine getirmeliydi. |
The king should fulfill his requirements, should do his part, should keep his word. | Kral olmanın gereğini yerine getirmeli, üzerine düşeni yapmalı, sözünü tutmalıydı. |
The king should fullfill | Kral yerine getirmeliydi |
The king should keep his word. | Kral sözünü tutmalıydı. |
The king was not remorseful about what he had done, he had in his heart the peace of someone who has accomplished his task, but for some reason somehow he also couldn't take his eyes (looks) off his victim's black eyes getting dull. | Kral pişman değildi yaptığına, görevini yerine getirmiş birinin huzuru vardı yüreğinde ama nedense, o da bakışlarını kurbanının donuklaşan siyah gözlerinden bir türlü alamıyordu. |
The king was not remorseful about what he had done, he had in his heart the peace of someone who has accomplished his task. | Kral pişman değildi yaptığına, görevini yerine getirmiş birinin huzuru vardı yüreğinde. |
The king was not remorseful about what he had done, he had the peace of someone who has accomplished his task. | Kral pişman değildi yaptığına, görevini yerine getirmiş birinin huzuru vardı. |
The king was not remorseful about what he had done. | Kral pişman değildi yaptığına. |
The king was not remorseful. | Kral pişman değildi. |
The king was not upset at this indifferent attitude of God. | Kral hiç üzülmedi Tanrı'nın bu kayıtsız tavrına. |
the marble that was on the floor | yerdeki mermer |
the moment of cost | bedel anı |
the most delicious | en lezzetli |
the most delicious of fish | balıkların en lezzetlisi |
The one loving us most is you. / Derjenige, der uns am meisten liebt bist du. | Bizi en çok seven sensin. |
the other (ö) gods | öteki tanrılar |
the other (ö) gods pity us | öteki tanrılar bize acır |
the other / the far | öteki |
the peace of someone who has accomplished his task | Görevini yerine getirmiş birinin huzuru |
the people / folk (h) | halk |
the priest had started already the prayers | kâhin dualara başlamıştı çoktan |
The priest who held an earthen bowl to collect the blood which was going to flow | Akacak kanı toplamak için elinde toprak bir çanak tutan kâhin |
The priest who held an earthen bowl to collect the blood which was going to flow, had started already the prayers. | Akacak kanı toplamak için elinde toprak bir çanak tutan kâhin, dualara başlamıştı çoktan. |
the priest who was one step behind (g) the bull shivered, too | boğanın bir adım gerisindeki kâhin de ürperdi |
the requirements of his position /his duties | olmanın gereği |
The respect in his heart turned to fear, quickly he turned his eyes away from God. | Yüreğindeki saygı korkuya dönüştü, bakışlarını hızla kaçırdı Tanrı'dan. |
The respect in his heart turned to fear. | Yüreğindeki saygı korkuya dönüştü. |
the respect that was in his heart | yüreğindeki saygı |
the restless bull | huzursuz olan boğa |
the ropes holding the strong animal | güçlü hayvanı tutan ipler |
the sails of the boats | gemilerin yelkenleri |
the sails of their boats | gemilerinin yelkenleri |
the sea | deniz |
the sea had been a generous garden | deniz çömert bir bahçe olmuştu |
the sea had been a generous garden and given the most delicious of fish to them | deniz çömert bir bahçe olup balıkların en lezzetlisini vermişti onlara. |
the sea had given to them | deniz vermişti onlara |
the sea had given to them the most delicious of fish | deniz balıkların en lezzetlisini vermişti onlara |
the sea whose colour was gradually getting lighter | Rengi giderek açılan deniz |
The small area was covered with a milk blue brightness. | Küçük alan süt mavisi bir aydınlıkla kaplanmıştı. |
the smell of the sea | deniz kokusu |
the soil had turned the sown seeds into delicious fruit | toprak ekilen tohumları nefis yemişlere dönüştürmüştü |
the soil, like a fertile woman, had turned the sown seeds into delicious fruit | toprak, doğurgan bir kadın gibi, ekilen tohumları nefis yemişlere dönüştürmüştü |
the soldiers holding the bull | boğayı tutan askerler |
the soldiers in the middle of holding back the animal | Askerler hayvanı zapt etmekte |
The soldiers in the middle of holding back the animal were now having difficulties. | Askerler hayvanı zapt etmekte artık güçlük çekiyorlardı. |
the soldiers were now having difficulties | askerler artık güçlük çekiyorlardı |
the sown seeds | ekilen tohumlar |
the strongest | en güçlü |
the strongest of the immortals | ölümsüzlerin en güçlüsü |
The sun reflected her light(pl) in the animal's eyes. | Güneş ışıklarını hayvanın gözlerine yansıttı. |
the sun reflected in the animal's eyes | Güneş hayvanın gözlerine yansıttı. |
The sun reflected its light (pl) from the sword's bright surface into the animal's eyes. | Güneş ışıklarını kılıcın parlak yüzeyinden hayvanın gözlerine yansıttı. |
The sun, as if it wanted to inform about the approaching disaster, reflected its light (pl) from the sword's bright surface into the wild animal's eyes. | Güneş, sanki yaklaşmakta olan felaketi haber vermek istercesine ışıklarını kılıcın parlak yüzeyinden vahşi hayvanın gözlerine yansıttı. |
the surroundings | ortalık |
The surroundings smelled of sea. | Ortalık deniz kokuyordu. |
the sword's surface | kılıcın yüzeyi |
the things that were going to be (acc.) | olacakları |
the time of respect | saygı zamanı |
the touch | dokunuş |
The victim's black eyes stayed fixed on Atatürk. | Kurbanın siyah gözleri, Atatürk'e takılıp kalmıştı. |
the waiting young bull | bekleyen genç boğa |
the whole | bütün |
the wild animal | vahşi hayvan |
the wind | rüzgâr |
the wind blowing from the sea | denizden esen rüzgâr |
the wind had filled the sails of their boats with a magical power | rüzgâr, büyülü bir güçle doldurmuştu gemilerinin yelkenlerini |
The wind had filled the sails of their boats with a magical power; the soil, like a fertile woman, had turned the sown seeds into delicious fruit; the sea had been a generous garden and given the most delicious of fish to them. | Rüzgâr, büyülü bir güçle doldurmuştu gemilerinin yelkenlerini; toprak, doğurgan bir kadın gibi, ekilen tohumları nefis yemişlere dönüştürmüştü; deniz çömert bir bahçe olup balıkların en lezzetlisini vermişti onlara. |
The young bull waiting next to the altar felt the same coolness, too, the animal's whole body shuddered. | Aynı serinliği sunağın yanında bekleyen genç boğa da hissetti, hayvanın bütün bedeni ürperdi. |
The young bull waiting next to the altar felt the same coolness, too. | Aynı serinliği sunağın yanında bekleyen genç boğa da hissetti. |
the... probably causing the man's death | muhtemelen adamın ölümüne neden olan... |
Then he gently straightened himself up | Sonra usulca doğruldu |
Then he gently straightened himself up, like a warrier sure of his target he headed towards the black bull, barely held back by the four soldiers | Sonra usulca doğruldu, hedefinden emin bir savaşçı gibi, dört askerin güçlükle zapt ettiği siyah boğaya yöneldi. |
Then he gently straightened himself up, like a warrier sure of his target he headed towards the bull. | Sonra usulca doğruldu, hedefinden emin bir savaşçı gibi boğaya yöneldi. |
then it collapsed(y) noisily to its right side | sonra gürültüyle sağ yanına yıkıldı |
they | onlar |
they clung very tight to the ropes | sımsıkı sarıldılar iplere |
they clung very tight to the ropes holding the strong animal | sımsıkı sarıldılar güçlü hayvanı tutan iplere |
they offered the man to Atatürk | adamı Atatürk'e kurban ettiler |
they were /he was only surprised | sadece şaşkındı |
thin /fine | ince |
thirty | otuz |
this | bu |
this beautiful country | bu güzel ülke |
this beautiful country reaching out to the sea like an eagle's head | bir kartal başı gibi denize uzanan bu güzel ülke |
this glow hitting his eyes | gözlerine vuran bu parıltı |
this indifferent attitude | bu kayıtsız tavır |
this indifferent attitude of the god | Tanrı'nın bu kayıtsız tavrı |
this kind of /such | bu tür |
this land surrounded on three sides by the sea | üç yanı denizlerle çevrili bu ülke |
this silence would turn into a lasting curse | bu sessizlik kalıcı bir lanete dönüşecekti |
this small square that was pervaded from every of its sides by the smell of the sea | bu her yanına deniz kokusunun sindiği küçük meydan |
thorougly /fully/completely | iyice |
though / in spite of (r) | rağmen |
though having encountered | karşılaşmış olmasına rağmen |
Though having encountered this kind of sights repeatedly, was it because it was still only the first hours of the morning or was it that I have started to get old, for some reason to look at the corpse distressed me. | Bu tür manzaralarla defalarca karşılaşmış olmasına rağmen, daha sabahın ilk saatleri olduğundan mı yoksa artık yaşlanmaya başladığımdan mı bilinmez, nedense, cesede bakmak canımı sıktı. |
though having repeatedly encountered such sights (m) | bu tür manzaralarla defalarca karşılaşmış olmasına rağmen |
thousands | binlerce |
Thousands of thanks to you. | Sana binlerce şükür. |
three | üç |
throat (b) | boğaz |
throat /larynx (g) | gırtlak |
tightly /firmly | sıkı sıkı - sıkı sıkıya |
time (z) | zaman |
to accept /agree /receive | kabul etmek |
to accompany | yoldaşlık etmek |
to allow /permit (+dat) | izin vermek |
to anger /irritate /make angry | öfkelendirmek |
to approach | yaklaşmak |
to be /become | olmak |
to be bothered /troubled /annoyed /distressed /disgruntled / pertubed /put off | canını sıkmak |
to be bound/ tied | bağlanmak |
to be covered /coated (k) | kaplanmak |
to be extended | uzatılmak |
to be opened | açılmak |
to be spread /effused (y) | yayılmak |
to be spread /to be opened up /gespreizt sein | iki yana açılmak |
to be startled /recoil / take alarm (i) | irkilmek |
to be taken unawares | boş bulunmak |
to be tied with ropes | iplerle bağlanmak |
to become dull / to become pale /to ebb away | donuklaşmak |
to bind /tie /fasten /connect | bağlamak |
to blow (wind) | esmek |
to burn | yanmak |
to burn like fire | ateş gibi yanmak |
to cause a storm to break out | fırtına çıkarmak |
to cause death /to lead to death | ölüme neden olmak |
to clear /get lighter (colours) | açılmak |
to collapse / cave in /descend (silence /darkness) | çökmek |
to collapse / cave in /shipwreck (y) | yıkılmak |
to conquer /hold back /seize /govern | zapt etmek |
to consecrate | kutsanmak |
to decorate /adorn (s) | süslemek |
to defend | savunmak |
to do /make | yapmak |
to do one's part | üzerine düşeni yapmak |
to drag | sürüklemek |
to drain out /exhaust /run out of | tükenmek |
to embrace /hug/clasp /cling /hold on | sarılmak |
to encounter /meet /experience /come across | karşılaşmak |
to establish /build | kurmak |
to every side /all around | her yana |
to exist /to come into being | var olmak |
to fall | düşmek |
to feel | hissetmek |
to fill | doldurmak |
to find | bulmak |
to fix one's eyes on | gözlerini dikmek |
to flee /escape /get away | kaçmak |
to flow | akmak |
to fret /to feel badly about /regret /to be sad | üzülmek |
to fume /to huff and puff ( to breathe from the nose) | burnundan solumak |
to gather /collect | toplamak |
to get angry | sinirlenmek |
to get old /to age | yaşlanmak |
to get stressed /tighten /become tense | gerginleşmek |
to give | vermek |
to go on the way /to set out /depart /hit the road | yola çıkmak |
to greet /salute | selam vermek |
to gush out from / spring from/ errupt / spurt (f) (not with much force /randomly /accidentally /splashing water with the hand/intransitive) sprudeln | fışkırmak |
to have difficulty | güçlük çekmek |
to head for /turn to /go towards | yönelmek |
to hear | duymak |
to hit the eyes | gözlere vurmak |
to hold /keep | tutmak |
to inform /give news /let know | haber vermek |
to inform of a disaster | felaketi haber vermek |
to its right side | sağ yanına |
to just stay like that | öylece kalmak |
to keep away | uzak tutmak |
to keep one's word | sözünü tutmak |
to kill | öldürmek |
to kneel / sink to one's knees /bow down | diz çökmek |
to last | sürmek |
to leap /spring /splash / bounce | sıcramak |
to leap forward | ileri atılmak |
to learn | öğrenmek |
to leave / quit | bırakmak |
to leave alone | yalnız bırakmak |
to leave traces of foam behind | köpükten şeritler bırakmak |
to lift up /to raise | kaldırmak |
to look | bakmak |
to look like fifty (years of age) | elli yaşlarında göstermek |
to look one's age | yaşında göstermek |
to lose (y) | yitirmek |
to love /like | sevmek |
to maintain / pursue / continue | sürdürmek |
to make one's hair stand on end | tüylerini diken diken etmek |
to make s. o. wait | bekletmek |
to not be able to take one's eyes off | bakışlarını alamamak |
to notice | fark etmek |
to pay attention /to care about | aldırmak |
to pervade /permeate | sinmek |
to pick up the scent of /to perceive the smell of /to sniff out | kokusunu almak |
to pity /to have mercy on | acımak |
to present /offer | sunmak |
to provide /ensure | sağlamak |
to pry / to look curiously | merakla bakmak |
to pry nervously | gergin bir merakla bakmak |
to pull | çekmek |
to reach /stretch out | uzanmak |
to reflect /mirror | yansıtmak |
to render | kılmak |
to rise | yükselmek |
to rumble /boom/roar /thunder | gürlemek |
to sacrifice | kurban etmek |
to sacrifice | kurban etmek |
to sacrifice to Atatürk | Atatürk'e kurban etmek |
to send (y) | yollamak |
To send the huge country with one blow to the bottom of the sea | Bir vuruşta koca ülkeyi denizin dibine yollamak |
to show | göstermek |
to smell | kokmak |
to sow | ekmek |
to spread /radiate | saçmak |
to spread/ open up /spreizen | iki yana açmak |
to stand /stop | durmak |
to start talking | söze başlamak |
to straighten up (oneself) | doğrulmak |
to struggle /strive/make an effort (ç) | çabalamak |
to take a step | bir adım atmak |
to that terrifying weapon | o korkunç silâha |
To that terrifying weapon sending the huge country with on blow to the bottom of the sea. | Bir vuruşta koca ülkeyi denizin dibine yollayan o korkunç silâha. |
to the bottom of the sea | denizin dibine |
to the sea | denize |
to them (dat. pl.) | onlara |
to tremble (constantly) | titremek |
to tremble /shiver /shudder (for one second) | ürpermek |
to try (one time experiment) | denemek |
to turn /return (d) | dönmek |
to turn away | yüz çevirmek |
to turn black /to blacken | siyahlaşmak |
to turn one's eye away | bakışlarını kaçırmak |
to turn something into /to transform sthg /convert | dönüştürmek |
to twitch | seğirmek |
to use | kullanmak |
to wait | beklemek |
to walk | yürümek |
to want | istemek |
to you | sana |
To you thousands of affections. | Sana binlerce sevgi. |
To you thousands of respects. | Sana binlerce saygı. |
tobacco coloured /ginger/lederfarben /rostbraun | taba rengi |
today | bugün |
trident /Dreizack (Neptun) | üç uçlu yaba |
trouble (b) | bela |
tu grap /clutch to /grasp /apprehend | kavramak |
turn / order /row | sıra |
twenty | yirmi |
Two long-suffering city line ferries passed right in front of me. | İki çilekeş şehir hatları vapuru hemen önümden geçtiler. |
unbelievable /incredible /fantastic | inanılmaz |
Unbelievable, you already learned eighty words | İnanılmaz, çoktan seksen tane kelime öğrendin. |
Unbelievable, you already learned fifty words | İnanılmaz, çoktan elli tane kelime öğrendin. |
Unbelievable, you already learned forty words | İnanılmaz, çoktan kırk tane kelime öğrendin. |
Unbelievable, you already learned four hundred fifty words | İnanılmaz, çoktan dört yüz elli tane kelime öğrendin. |
Unbelievable, you already learned four hundred words | İnanılmaz, çoktan dört yüz tane kelime öğrendin. |
Unbelievable, you already learned hundred words. | İnanılmaz, çoktan yüz tane kelime öğrendin. |
Unbelievable, you already learned ninety words | İnanılmaz, çoktan doksan tane kelime öğrendin. |
Unbelievable, you already learned one hundred and fifty words | İnanılmaz, çoktan yüz elli tane kelime öğrendin. |
Unbelievable, you already learned one hundred and forty words | İnanılmaz, çoktan yüz kırk tane kelime öğrendin. |
Unbelievable, you already learned one hundred and ten words | İnanılmaz, çoktan yüz on tane kelime öğrendin. |
Unbelievable, you already learned one hundred and thirty words | İnanılmaz, çoktan yüz otuz tane kelime öğrendin. |
Unbelievable, you already learned one hundred and twenty words. | İnanılmaz, çoktan yüz yirmi tane kelime öğrendin. |
Unbelievable, you already learned seventy words | İnanılmaz, çoktan yetmiş tane kelime öğrendin. |
Unbelievable, you already learned sixty words | İnanılmaz, çoktan altmış tane kelime öğrendin. |
Unbelievable, you already learned ten words | İnanılmaz, çoktan on tane kelime öğrendin. |
Unbelievable, you already learned thirty words | İnanılmaz, çoktan otuz tane kelime öğrendin. |
Unbelievable, you already learned three fifty hundred words. | İnanılmaz, çoktan üç yüz elli tane kelime öğrendin. |
Unbelievable, you already learned three hundred words. | İnanılmaz, çoktan üç yüz tane kelime öğrendin. |
Unbelievable, you already learned twenty words | İnanılmaz, çoktan yirmi tane kelime öğrendin. |
Unbelievable, you already learned two hundred fifty words | İnanılmaz, çoktan iki yüz elli tane kelime öğrendin. |
Unbelievable, you already learned two hundred words | İnanılmaz, çoktan iki yüz tane kelime öğrendin. |
unknown | bilinmez |
until he ran out of power (t) | takati tükenene kadar |
until today | bugüne kadar |
up /upwards | yukarı |
upon us | üzerimizde |
very tight | sımsıkı |
victim /sacrifice /offering | kurban |
view /sight /landscape / scenery | manzara |
voice /noise /sound | ses |
vow /offering | adak |
walking towards him | kendisine doğru yürüyen |
war | savaş |
warrier | savaşçı |
Was it because it was still only the first hours of the morning or was it that I have started to get old, it is unknown | Daha sabahın ilk saatleri olduğundan mı, yoksa artık yaşlanmaya başladığımdan mı bilinmez |
was it the effect of the blood splashing on him? | üzerine sıçrayan kanın etkisi mi |
watch over us | bizi gözet |
wave /curl | dalga |
way | yol |
we could not have found | bulamazdık |
we couldn't exist | var olamazdık |
we couldn't have built | kuramazdık |
we couldn't have built our young city rising like a monument | bir anıt gibi yükselen genç kentimizi kuramazdık |
we want | istiyoruz |
we want to offer | sunmak istiyoruz |
weapon | silâh |
wet /damp /moist /humid | nemli |
what falls on top of s. o. > one's part | üzerine düşen |
when he was at peace | huzura varınca |
When the King was at peace, he stopped, respectfully he lifted up his head. | Kral, huzura varınca durdu, saygıyla başını kaldırdı. |
When the King was at peace, he stopped. | Kral, huzura varınca durdu. |
whether it was the effect of the blood splashing on him or an ancient motivation is unknown | üzerine sıçrayan kanın etkisi mi kadim güdü mü bilinmez |
which was in his hand | elindeki |
While the blood was splashing | Kan fışkırırken |
While the blood was splashing into the bowl held by the priest | Kan, kâhin tuttuğu çanağa fışkırırken |
While the blood was splashing into the bowl held by the priest, the bull just stayed like that. | Kan, kâhin tuttuğu çanağa fışkırırken boğa öylece kaldı. |
who /that | ki |
wild | vahşi |
with a submissive voice | itaatkâr bir sesle |
with all its strength | bütün gücüyle |
with difficulty /barely | güçlükle |
with his own hands | kendi elleriyle |
with magical power /with a magical strength | büyülü bir güçle |
with neylon string | naylon iple |
with pain | acıyla |
with respect /respectfully | saygıyla |
without losing (y) | yitirmeden |
without losing (y) his respect in the least | saygısını zerrece yitirmeden |
Without losing (y) his respect in the least he knelt, bowed, greeted. | Saygısını zerrece yitirmeden diz çöktü, boyun eğdi, selam verdi. |
Without losing his respect in the least he knelt down | Saygısını zerrece yitirmeden diz çöktü |
without offering the bull to god with his own hands | boğayı Tanrı'ya kendi elleriyle sunmadan |
word (k) | kelime |
word (s) | söz |
wrist | bilek |
you (sg) | sen |
you are saying | diyorsun |
you are the one loving us most /Du bist derjenige, der uns am meisten liebt. | bizi en çok sevensin |
you defended us | bizi savundun |
you didn't break your storms loose | Fırtınalarını çıkarmadın |
You didn't break your storms loose in front of our ships. | Fırtınalarını gemilerimizin önüne çıkarmadın. |
you didn't leave us alone | bizi yalnız bırakmadın |
You didn't try your anger out on us. | Öfkeni üzerimizde denemedin. |
you didn't use | kullanmadın |
You didn't use your powerful trident against us. | Güçlü yabanı bize karşı kullanmadın. |
You didn't use your powerful trident. | Güçlü yabanı kullanmadın. |
You rendered the seas abundant. | Denizleri bereketli kıldın. |
You rendered the seas tame, merciful and fertile. | Denizleri uysal, merhametli, bereketli kıldın. |
you showed kindness to us | bize şefkat gösterdin |
You who always accompanied our fate. | Sen ki her zaman yazgımıza yoldaşlık ettin. |
You who did not turn away from us. | Sen ki bizden yüz çevirmedin. |
you who had mercy on us | sen ki bize acıdın |
You who loved us | Sen ki bizi sevdin |
You who loved us like your own children | Sen ki bizi kendi çocukların gibi sevdin |
You who loved us like your own children, you who had mercy on us, you showed us kindness, you defended us. | Sen ki bizi kendi çocukların gibi sevdin, sen ki bize acıdın, bize şefkat gösterdin, bizi savundun. |
You, who didn't leave us alone since we departed from Megara. | Sen ki Megara'dan yola çıktığımızdan beri bizi yalnız bırakmadın. |
young | genç |
your anger | öfken |