| Today I am preparing a checklist and sharing it with the team. | Bugün kontrol listesi hazırlayıp ekiple paylaşıyorum. |
| Please scroll the page down and tick the checkbox. | Lütfen sayfayı aşağı kaydırıp onay kutusunu işaretleyiniz. |
| the eraser | silgi |
| The eraser is on the table. | Silgi masada. |
| to erase | silmek |
| I took the eraser and erased the mistake in the notebook. | Silgiyi alıp defterdeki hatayı sildim. |
| the stapler | zımba |
| to fasten | tutturmak |
| I found the stapler and fastened all the documents. | Zımbayı bulup tüm belgeleri tutturdum. |
| temporarily | geçici olarak |
| The elevator is temporarily not working. | Asansör geçici olarak çalışmıyor. |
| When the stapler broke, the woman temporarily put the files into a folder. | Zımba bozulunca kadın, dosyaları geçici olarak klasöre koydu. |
| the tape | bant |
| I am closing the box with tape. | Bantla kutuyu kapatıyorum. |
| the storage | depo |
| I am bringing a box from the storage. | Ben depodan kutu getiriyorum. |
| If the tape runs out, would you get a new one from the storage? | Bant biterse, siz yenisini depodan alır mısınız? |
| the nail clipper | tırnak makası |
| I took the nail clipper from the drawer and put it in the bag next to me. | Tırnak makasını çekmeceden alıp yanımdaki çantaya koydum. |
| the man | adam |
| When the man shared the nail clipper, the child thanked him politely. | Adam tırnak makasını paylaşınca çocuk nazikçe teşekkür etti. |
| the watch | saat |
| I put on my smartwatch and checked my pulse. | Akıllı saatimi takıp nabzımı kontrol ettim. |
| the smartwatch | akıllı saat |
| The smartwatch woke me up in the morning. | Akıllı saat sabah beni uyandırdı. |
| to set an alarm | alarm kurmak |
| I am setting an alarm on my phone to get up early tomorrow morning. | Ben yarın sabah erken kalkmak için telefonuma alarm kuruyorum. |
| When the smartwatch was delayed, the woman set an alarm on the phone. | Akıllı saat gecikince kadın, telefondan alarm kurdu. |
| I put coins into the vending machine and got water. | Otomata bozuk para atıp su aldım. |
| When the vending machine malfunctioned, the coins came back. | Otomat arızalanınca bozuk paralar geri geldi. |
| the shore | sahil |
| We went down to the shore and took a short walk. | Sahile inip kısa bir yürüyüş yaptık. |
| to move | geçmek |
| When the wind increased on the shore, we closed the umbrella and moved to the cafe. | Sahilde rüzgâr artınca şemsiyeyi kapatıp kafeye geçtik. |
| the postal code | posta kodu |
| I wrote my address and didn’t forget to add the postal code. | Adresimi yazıp posta kodunu eklemeyi unutmadım. |
| If the postal code is wrong, your shipment gets delayed. | Posta kodu yanlışsa, kargonuz gecikiyor. |
| the fountain pen | dolmakalem |
| I took notes with a fountain pen and put down my signature. | Dolmakalemle not alıp imzayı attım. |
| the ink | mürekkep |
| There is no ink left. | Mürekkep kalmadı. |
| The fountain pen’s ink was low; I cleaned the pen and refilled it. | Dolmakalemin mürekkebi azalmış; kalemi temizleyip yeniden doldurdum. |
| the monitor | monitör |
| I turned on the monitor and lowered the brightness. | Monitörü açıp parlaklığı düşürdüm. |
| to flicker | titremek |
| the technician | teknisyen |
| The technician is restarting the modem. | Teknisyen modemi yeniden başlatıyor. |
| When the monitor flickered, the technician came and checked the cables. | Monitör titreyince teknisyen gelip kabloları kontrol etti. |
| from start to finish | baştan sona |
| I watched the film from start to finish. | Filmi baştan sona izledim. |
| I took the newspaper and read it from start to finish. | Gazeteyi alıp baştan sona okudum. |
| to put down | bırakmak |
| The woman put down the newspaper and entered the meeting. | Kadın gazeteyi bırakıp toplantıya girdi. |
| the headline | manşet |
| When she saw the headline, she sent the news to her friend. | Manşeti görünce haberi arkadaşına gönderdi. |
| to surprise | şaşırtmak |
| This news surprised me. | Bu haber beni şaşırttı. |
| Today’s headline surprised everyone, and the man also wrote a comment. | Bugünkü manşet herkesi şaşırttı, adam da yorum yazdı. |
| the strawberry | çilek |
| Strawberries are very delicious. | Çilek çok lezzetli. |
| I bought strawberries and mixed them with yogurt at breakfast. | Çilek alıp kahvaltıda yoğurtla karıştırdım. |
| the banana | muz |
| When the strawberries ran out, we sliced a banana and added it to the same bowl. | Çilek bitince muz doğrayıp aynı kaseye ekledik. |
| I am buying bananas from the market. | Ben marketten muz alıyorum. |
| its | -ı |
| When the banana ripens, its taste becomes better. | Muz olgunlaşınca tadı daha güzel oluyor. |
