| While the computer was running in the classroom, I noticed the adapter had disconnected from the cable. | Sınıfta bilgisayar çalışırken adaptörün kablodan ayrıldığını fark ettim. |
| If the adapter breaks down, you’ll have to buy a new adapter. | Adaptör arızalandığında yeni bir adaptör almak zorunda kalırsın. |
| one | biri |
| While testing the prototype module, one of the components had begun to overheat. | Prototip modülü test ederken bileşenlerden biri ısınmaya başlamıştı. |
| the modification | değişiklik |
| stable | kararlı |
| The last modification we made on the prototype made the module more stable. | Prototip üzerinde yaptığımız son değişiklik modülü daha kararlı hale getirdi. |
| to perform | yerine getirmek |
| Even though the mechanism was working slowly, it was able to perform all its functions. | Mekanizma yavaş çalışırken bile tüm fonksiyonları yerine getirebiliyordu. |
| to be subjected to | tabi tutulmak |
| Each component was subjected to detailed testing. | Bileşenlerin her biri detaylı testlere tabi tutuldu. |
| every | tüm |
| one by one | tek tek |
| to be tested | sınanmak |
| In the systematic tests, every module was checked one by one. | Sistematik testlerde tüm modüller tek tek sınandı. |
| acrylic | akrilik |
| to mix | karıştırmak |
| to control | kontrol etmek |
| You needed to control the amount of water while mixing the acrylic paint. | Akrilik boyayı karıştırırken su miktarını kontrol etmek gerekiyordu. |
| to dry | kurumak |
| When the weather warms up, the blankets start to dry on the balcony. | Hava ısınınca battaniyeler balkonda kurumaya başlıyor. |
| after | -duktan sonra |
| Once the acrylic paint dried, bright colors would appear. | Akrilik boya kuruduktan sonra parlak renkler ortaya çıkıyordu. |
| still | henüz |
| I had gone to the campus early, so the library was still closed. | Kampüse erken gitmiştim; bu yüzden kütüphane henüz kapalıydı. |
| I had had difficulty finding the campus entrance before the class started. | Ders başlamadan önce kampüsün giriş kapısını bulmakta zorlanmıştım. |
| surprise | sürpriz |
| The surprise guest is resting in the kitchen. | Sürpriz misafir mutfakta dinleniyor. |
| to astonish | şaşırtmak |
| When the package was opened, the surprise gift inside had astonished everyone. | Paket açılırken içinden çıkan sürpriz hediye herkesi şaşırtmıştı. |
| the statistic | istatistik |
| previous | geçmiş |
| While we were analyzing the statistics, we had examined data from previous months. | İstatistikleri analiz ederken geçmiş aylara dair verileri incelemiştik. |
| Because of missing records in the database, the statistical report couldn’t be completed. | Veri tabanındaki eksik kayıtlar nedeniyle istatistik raporu tamamlanamamıştı. |
| the combination | kombinasyon |
| I changed the decor by trying out different color combinations. | Farklı renk kombinasyonları deneyerek dekoru değiştirdim. |
| the rug | halı |
| The rug is in the room. | Halı odada. |
| elegant | şık |
| This combination makes the furniture and rug look elegant together. | Bu kombinasyon, mobilyaların ve halının birlikte şık görünmesini sağlıyor. |
| honestly | dürüstçe |
| Mother is speaking honestly. | Anne dürüstçe konuşuyor. |
| During the dialogue, team members were sharing their ideas honestly. | Diyalog sırasında ekip üyeleri fikirlerini dürüstçe paylaşıyorlardı. |
| the right to speak | söz hakkı |
| to be given | verilmek |
| For an effective dialogue, everyone should be given the right to speak. | Etkili bir diyalog için herkese söz hakkı verilmelidir. |
| any | herhangi |
| to be granted | tanınmak |
| to be applied | uygulanmak |
| The new security measures must be applied everywhere. | Yeni güvenlik önlemleri her yerde uygulanmak zorundadır. |
| Unless any exception is granted, the rule is applied in the same manner. | Herhangi bir istisna tanınmadıkça kural aynı şekilde uygulanır. |
| to happen | gerçekleşmek |
| Some situations may create exceptions, but this happens very rarely. | Bazı durumlar istisna yaratabilir, ama bu çok nadiren gerçekleşir. |
| the sandal | sandalet |
| Walking is difficult when the sandal gets wet. | Sandalet ıslanınca yürümek zor oluyor. |
| should not | -memeli |
| I shouldn’t go to the beach without wearing sandals. | Sandalet giymeden plaja gitmemeliyim. |
| the math | matematik |
| The student is taking notes in math class. | Öğrenci matematik dersinde not alıyor. |
| The students are being subjected to math tests. | Öğrenciler matematik testlerine tabi tutuluyor. |
| to take out | çıkarmak |
| I am taking my phone out of the bag. | Ben telefonumu çantadan çıkarıyorum. |
| I am taking the toys out of the box one by one. | Oyuncakları tek tek kutudan çıkarıyorum. |
| difficult | zorlu |
| The difficult road can be dangerous, so we should walk carefully. | Zorlu yol tehlikeli olabilir, bu yüzden dikkatli yürümeliyiz. |
| In the difficult exam, students’ patience is being tested. | Zorlu sınavda öğrencilerin sabrı sınanıyor. |
| the rice | pilav |
| I am mixing vegetables into the rice. | Ben pilavın içine sebzeleri karıştırıyorum. |
| slowly | yavaş yavaş |
| The day is slowly ending. | Gün yavaş yavaş bitiyor. |
| to cool | soğumak |
| The food cooled on the table. | Yemek masada soğudu. |
| The rice is slowly cooling on the table. | Pilav masada yavaş yavaş soğuyor. |
| to participate | katılmak |
| It is difficult to participate in a discussion without the right to speak. | Söz hakkı olmadan tartışmaya katılmak zor olur. |
| the graduation | mezuniyet |
| Graduation day is approaching. | Mezuniyet günü yaklaşıyor. |
| Certificates need to be given to students at the graduation ceremony. | Öğrencilere mezuniyet töreninde sertifika verilmesi gerekir. |
