y

QuestionAnswer
gilded / vergoldet
yaldızlı
gilded paint / Goldfarbe
yaldızlı boya
To decorate (s) with gilded paint / mit Goldfarbe verzieren
yaldızlı boya ile süslemek
Sometimes also they were ornamented (b) with reliefs that he decorated with gilded paint
Kimi zaman da yaldızlı boya ile süslediği kabartmalarla bezeliydi.
by mistake / mistakenly
yanlışlıkta
to enter by mistake
yanlışlıkta girmek
underground
yeraltı
heart beats
yürek atışları
Farid's heart beats had begun to get faster again
Farid'in yürek atışları yine hızlanmaya başlamıştı.
And my ears hear better than those of a bat.
Kulaklarım da bir yarasanınkinden daha iyi duyar.
While the two of us are alone here /While we both ...
Burada ikimiz yalnızken
talent /skill /ability
yetenek
And he trusts very much in your skills.
Yeteneklerine de çok güveniyor.
flat /platt
yassı
Flat nose (a knick name) / Flachnase
Yassı Burun
Sometimes it has also some practical advantages that our memory is not as powerful as (the one) of books.
Bazen belleğimizin kitaplar kadar güçlü olmamasının pratik yararları da var.
from the underground
yeraltından
it is not /it doesn’t exist
yok
it was not/ it did not exist
yoktu
or (y)
ya da
oil
yağ
approximately
yaklaşık olarak
to burn something
yakmak
all alone
yalnız başına
alone
yalnız
nothing but / just / nothing else
yalnızca
Wild/ uncontrollable fire
yangın
mistake /error
yanlış
to burn
yanmak
to make
yapmak
creature
yaratık
To forbid / ban /prohibit / interdict
yasaklamak
Life forms
Yaşam biçimleri
life (y)
Yaşam
to live
yaşamak
Old – for people
Yaşlı
bedroom
Yatak odası
To spread (intransitive)/ to get diffused
yayılmak
written
yazılı
food
Yemek
to eat
yemek
crab
yengeç
again (y)
yeniden
ground / floor / place
yer
ground (y) / (surface of the) earth
Yeryüzü
green
yeşil
year
yıl
To tear into pieces/ to rip /to slash
yırtmak
yoghurt
yoğurt
road /way
yol
routine
yordam
quilt /duvet
yorgan
orbit
yörünge
to rise / increase
yükselmek
egg
yumurta
To walk
Yürümek
To nick/sneak /walk away with /make away with
yürütmek
round
yuvarlak
face
Yüz
bat
yarasa
dolphine
Yunus
snake
yılan
food (yy)
yiyecek
for years
yıldır
for twenty years
yirmi yıldır
namely / so / that is
yani
to write
yazmak
half a year
yarım yıl
half term /semester
yarı yıl
reason / motive (y)
yüz
because of / on account of / due to an Nominative
yüzünden
because of his sword
kılıcı yüzünden
to (quickly) soften
yumuşayıvermek
a lie
yalan
to lie / to tell a lie
yalan söylemek
only a fool / an idiot / just a fool
yalnızca bir aptal
to suit for / to do for / to fit for / nützen / sich eignen/taugen (y)
(işe) yaramak
useless /unfitting
yaramayan
century
yüzyıl
direction / aspect / sense
yön
in the forty years of / vierzigjährig
kırk yıllık
to beseem / to be proper / sich gehören
yakışık almak
is not proper / gehört sich nicht
yakışık almaz
to glue / to fix / to stick / to paste sthg
yapıştırmak
wool / woolen
yün
woolen cloth
yün kumaş
instead (off)
yerine
(at) half of
yarısında
(at) half of the times
zamanların yarısında
a bow
bir yay
The bow's arrow was nocked.
Yayın oku takılmış.
a bow whose arrow is nocked
oku takılmış bir yay
soft /nice /gentle
yumuşak
a gentle voice
yumuşak bir ses
high / loud
yüksek
a loud voice
yüksek bir ses
soft or loud
yumuşak veya yüksek
In winter there is only snow. (!it It always snows in winter. There's no way it's winter and it's not snowy)
Yalnızca kışın kar var.
Only in winter there is snow. !it If it ever snows, it happens only in winter. (There may be winters when it doesn't.)
Yalnızca kışın kar olur.
Only at the sea there was a little bit of wind. (At that moment, there was some wind only on the sea, and nowhere else.)
Yalnızca denizde biraz rüzgâr vardı.
There used to be some wind only on the sea,( and not elsewhere.) (It's not the case now. Now there's wind everywhere.)
Yalnızca denizde biraz rüzgâr olurdu.
leaf
yaprak
Only on the trees were some leaves.
Yalnızca ağaçlarda biraz yaprak vardı.
foliage / verdure / green
yeşillik
a little bit of green
biraz yeşillik
lament / cry / Flehen
yakarış
from the other end of the earth
yeryüzünün öbür ucundan
heart / (soul) (y)
yürek
my heart
yüreğim
'when the peace to my heart collapses' when my heart grows faint / is overwhelmed
Yüreğime huzur çökünce
a high rock
yüksek bir kaya
Take me out to a high rock !
Yüksek bir kayaya çıkar beni!
to create
yaratmak
the Creator
Yaratıcı
tired
yorgun
to tire / o wear out / to exhaust
yorulmak
the tired one / the fading
yorulan
He strengthens the tired
Yorulanı güçlendirir
valiant , hero
yiğit
They walk but don't get tired
Yürür ama yorulmazlar
baby / cub / nestling / little one
yavru
nest
yuva
in its nest
yuvasında
What will we eat ?
Ne yiyeceğiz ?
even so / nonetheless (y)
yine de
tomorrow morning
yarın sabah
Let tomorrow's worry be for tomorrow
Yarının kaygısı yarının olsun.
enough
yeterli
rain
yağmur
to rain / pour / fall
yağmak
to rain
Yağmur yağmak
to snow
kar yağmak
raindrop
yağmur damlası
to catch / get hold of / seize
yakalamak
to get caught
yakalanmak
to roll sthg (transitiv)
yuvarlamak
He rolled his eyes.
Gözlerini yuvarladı.
to swallow / to gulp
yutmak
to swear + dat
yemin etmek
I could swear
yemin edebilirdim
I could swear he wanted to kill me.
Beni öldürmek istediğine yemin edebilirdim.
fist / punch
yumruk
fist fight
yumruk dövüşü
to punch / thump (lit to throw a fist)
yumruk atmak
to punch / thump
yumruklamak
sufficiently
yeterince
creation (artwork /masterpiece) (not very frequently used)
yaratım
during the creation
yaratım sırasında
greenish (s)
yeşilimsi
greenish (t)
yeşilimtrak
critically damaged clothing / torn into many pieces
yırtık pırtık
ruby
yakut
Slope /incline (y) Anstieg / a road/way going uphill
yokuş
structure/build / nature / form / texture / disposition
yapı
again (y)
yine
We are living in the twenty-first century.
Biz yirmi birinci yüzyılda yaşıyoruz.
high resolution
yüksek çözünürlük
near /close
yakın
collar
yaka
his wool garment's collar
yün giysisinin yakası
to bring closer/ to move closer
yaklaştırmak
star
yıldız
thousands of fair stars
binlerce sevimli yıldız
horoscope
yıldız falı
since last year
geçen yıldan beri
since about a year
yaklaşık bir yıldan beri
for about a year
yaklaşık bir yıl için
to lean against a dative / to rest against a dative
yaslanmak
He leaned against the wheel of the wagon
Arabanın tekerine yaslandı
vest / waistcoat / Weste
yelek
to wear oneself out
kendini yıpratmak
This weak I wore myself out. (exhausted myself/got very tired)
Bu hafta kendimi çok yıprattım.
for years
yıllarca
patch (piece of cloth for mending/Flicken) / informatic:a small piece of code inserted into a program to improve its functioning or to correct a fault. "a program patch that fixes a bug"/a language patch
yama
His cloak has many patches. (sarkastic / more patches than cloak)
Pelerinden çok yama var.
seventy
yetmiş
tomorrow
yarın
if he does not come until tomorrow
Yarına kadar gelmezse
sideways / edgewise
yan yan
by looking edgewise at him
ona yan yan bakarak
lofty (of imposing height)
yüce
to become lofty (of imposing height)
yücelmek
to turn green, to become green
yeşermek
When Spring comes the surroundings turn green
Bahar gelince ortalık yeşerir
wet (y)
yaş
to fill with water / to moisten (eyes gözleri/ trees)
yaşarmak
to deny something which is claimed that it is true
yalanlamak
to post / to send
yollamak
The file is too heavy, I can´t post it via Facebook.
Dosya çok ağır, Facebook'tan yollayamam.
If you want, I can post it via e-mail.
İstersen e-postadan yollayabilirim.
defeat
Yenilgi
star light
yıldız ışığı
to tilt / to lean to the side / to be lopsided
yana yatmak
to answer (y)
yanıt vermek
(from) in front of the place
yerin önünden
the wind changed direction and...
rüzgâr yön değiştirip
to land (on the ground)
yere inmek
she landed lightly on the ground and...
hafifçe yere inip
to fall on the ground (d)
yere düşmek
They fell of their noble horses (to the ground) and...
Soylu atlarından yere düşüp
a fire ring / a ring of fire
yangın halkası
wound / injury
yara
scar
yara iz
to get deadly injuries / take fatal wounds
ölümcül yaralar almak
helper
yardımcı
Be a helper
yardımcı ol
Be a helper to girls and boys (e) waiting for your opinions/ visions
görüşlerini bekleyen kızlara ve erkeklere yardımcı ol
walk / pace
yürüyüş
creativity
yaratıcılık
to increase your creativity
yaratıcılığını artırmak
Coffee will not increase your creativity.
Kahve yaratıcılığınızı artırmayacak.
But according to research, it is not a drink that will increase your creativity.
Ama araştırmalara göre yaratıcılığınızı artıracak bir içecek değildir.
creative
yaratıcı
You can be more creative
daha yaratıcı olabilirsiniz
The best way to come up with / bring out new ideas
Yeni fikirler ortaya çıkarmanın en iyi yolu,
The best way to come up with / bring out new ideas is to get really bored.
Yeni fikirler ortaya çıkarmanın en iyi yolu, gerçekten sıkılmaktır.
to be convenient / suitable/ apropriate for (y) / that would befit (aorist makes it hypothetical)
yaraşır
suitable to queens / that would befit queens (aorist makes it hypothetical)
kraliçelere yaraşır
Catch her!
Yakalayın onu !
to abandon / to put/leave on the ground
yere bırakmak
the 'flames' (lit. fire) of the fire
yangının ateşi
to reflect
yansıtmak
angrily reflecting the 'flames' of the fire
yangının öfkeyle ateşini yansıtan
He clenched his thin hands to a fist and...
İnce ellerini yumruk yapıp
bed
yatak
in his bed
yatağında
half an hour earlier
yarım saat önce
food/ prey (y)
yem
without being/becoming a prey
yem olmadan
mass / heap / bulk/ chunk /pile
yığın
from the piles of snow
kar yığınlarından
to head for / to steer towards / sich wenden / to turn towards / to direct oneself towards + Dat
yönelmek
Even before finishing his talk he steered towards the inn.
Lafını bitirmeden hana yönelmişti bile.
poor /needy
yoksul
burn / scorch / weather beaten
yanık
scorch marks
yanık izleri
to walk and go = to walk away
yürüyüp gitmek
caught in the fires
yangınlara yakalanmış
reflection
yansıma
His eyes caught (t) his reflection.
Gözleri yansımasına takıldı.
trapezoid / irregular / skewed / schief
yamuk
lopsided / askew standing
yamuk duran
a lopsided standing mirror
yamuk duran bir ayna
torn
yırtık
Now they were torn.
Şimdi onlar yırtıktı.
His clothes were torn and dirty.
Giysileri yırtık ve kirliydi.
half (noun) (also in sport match)
yarı
half (of it) black, half (of it) white
yarısı siyah, yarısı beyaz
un cercle(ç) half black, half white
yarısı siyah, yarısı beyaz bir çember
serpentine
yılansı
a circle divided by a serpentine line
yılansı bir çizgi ile ayrılmış bir çember
a circle whose colours were divided half white, half black by a serpentine line
renkleri yılansı bir çizgi ile ayrılmış yarısı beyaz, yarısı siyah bir çember
He moved the collar of his wool garment closer to his neck.
Yün giysisinin yakasını boynuna yaklaştırdı.
Are we not going to eat? formal - street talk
Yemek yemeyecek miyiz? - Yemek yemiycez mi?
It's enough that you WANT to eat (= If you want to eat there is plenty of food go ahead)
Sen yemek iste yeter ki.
I believe /don't you know / don't you remember (spoken language) (at sentence end)
ya
oil filter (car)
yağ filtresi
to spread out (y)
yaymak
The branches spread brown webs over the stones.
Dallar taşların üzerine kahverengi ağlar yayıyordu.
intense / heavy / busy / hectic
yoğun
predatory
yırtıcı
load
yük
to carry loads
yük taşımak
an animal used for carrying loads
yük taşımakta kullanılan hayvan
to be eaten
yenmek
possible to be eaten / edible
yenebilen
tuber
yumru
its edible tubers
yenebilen yumruları
this plant's starchy rich edible tubers
bu bitkinin nişastaca zengin, yenebilen yumruları
a plant of the nightshades (Nachtschattengewächse) and this plants starchy rich edible tubers
patlıcangillerden bir bitki ve bu bitkinin nişastaca zengin, yenebilen yumruları
to cultivate
yetiştirmek
to be cultivated
yetiştirilmek
a plant being cultivated for its red fruit (product) (ü)
kırmızı ürünü için yetiştirilen bir bitki
grey goose / wild goose
yaban kazı
wild /uninhabited /uncultivated/ wilderness
yaban
savage
yaban adam
handsome
yakışıklı
a predatory bird
yırtıcı kuş
cheek /Wange
yanak
up to his cheek
yanağına kadar
either...or...
ya ...ya da...
walking stick
yürüyüş asası
using his spear as being a walking stick
mızrağını yürüyüş asası olarak kullanarak
to settle / to install oneself
yerleşmek
I had installed myself newly at the hospital
hasta(ha)neye yeni yerleşmiştim.
to hurt someone/something
yaralamak
It probably won't hurt you at all.
Muhtemelen seni hiç yaralamayacak.
foreigner / stranger / foreign
yabancı
a foreign language
yabancı dil
Nowadays, in order to find a job, it is necessary to know a foreign language.
Günümüzde iş bulmak için yabancı dil bilmek gerekiyor.
home country
yurt
(towards) abroad
Yurt dışına
She went abroad to learn English, I think
Yurt dışına İngilizce öğrenmeye gitti, diye düşünüyorum.
the stranger coming at night
gece gelen yabancı
this reflection was also in the eye(s) of the mouse
farenin gözünde de vardı bu yansıma
pillow /Kissen
yastık
when Tolly pulled her out from under her pillow
Tolly onu yastığının altından çıkardığında
this reflection was also in the eye(s) of the mouse when Tolly pulled her out from under her pillow
Tolly onu yastığının altından çıkardığında farenin gözünde de vardı bu yansıma
The moonlight reflected in the eyes of the hobby horse/Schaukelpferd; this reflection was also in the eye(s) of the mouse when Tolly pulled her out from under her pillow to look at her.
Sallanan atın gözlerine ay ışığı yansıyordu; ayrıca ona bakmak için Tolly onu yastığının altından çıkardığında farenin gözünde de vardı bu yansıma
to turn from one side to the other (lit. to turn once to that side once to this side)
bir o yana bir bu yana dönmek
Meggie kept turning in her bed from one side to the other, somehow she couldn't sleep.
Meggie yatağında bir o yana bir bu yana dönüp duruyor, bir türlü uyuyamıyordu.
Mo had forbidden her to lighten candles at night.
Mo, geceleri mum yakmasını yasaklamıştı.
she was old enough
yaştaydı
But Meggie was now twelve, and was old enough to take care of a few candles
Oysa Meggie artık on ikisindeydi ve birkaç muma dikkat edecek yaştaydı.
Judge (y)
yargıç
Wife of an uncle (also used among close friends for the other's girlfriend)
Yenge
authority / power
Yetki
dormitory / youth hostel
yurt
patriot (Heimatliebend)
yurtsever
lost
Yitik
replacement / Ersatz-
yedek
replacement shirt / Ersatzhemd (y.m.)
yedek mintan
judgement /conclusion /decision
yargı
on judgement day
yargı günü
to go to bed
yatmak
you go to bed
yatarsın
You go back home, you go to bed
Ev döner, yatarsın
Jew's belt / money belt / pouch
Yahudi çıkını
It is enough for x to be like y
X'in y gibi olması yeterlidir.
It is enough if the student is like his teacher
Öğrencinin öğretmeni gibi olması yeterlidir.
It is enough if the slave is/for the slave to be like his master
Kölenin efendisi gibi olması yeterlidir
The poor
yoksullar
The gospel is preached to the poor.
Müjde yoksullara duyuruluyor..
that suits / that fits for / worthy of (pres part.)
Yaraşan
a reward worthy of / fitting for a righteous person
doğru kişiye yaraşan bir ödül
to load
yüklemek
You misunderstood
Yanlış anladınız
I want (let me) first speak with you alone
Önce seninle yalnız konuşalım.
law / statutes
yasa
the holy law
Kutsal yasa
sweet-tempered / gentle
yumuşak huylu
For I am gentle and humble.
Çünkü yumuşak huylu alçakgönüllüyüm.
All you (who are) tired and heavy laden (whose loads are heavy)
Ey bütün yorgunlar ve yükü ağır olanlar.
As (they) walked there... / als (sie) daraufzugingen
oraya doğru yürürken
As they walked there, Meggie involontarily gripped Mo's hand.
Meggie oraya doğru yürürken istemsizce Mo'nun elini tuttu.
The dark wooden house door just like lips tightly pressed together was so repellent that Meggie as they walked towards it involantarily gripped Mo's hand.
Kara ahşaptan ev kapısı, tıpkı sımsıkı kapalı dudaklar gibi öylesine itici duruyordu ki, Meggie oraya doğru yürürken istemsizce Mo'nun elini tuttu.
Grimace/ Grimasse
Yüz buruşturma
completely new
yepyeni
Here, I make everything new.
işte her şeyi yepyeni yapıyorum.
to destroy /extinguish
yok etmek
to judge (y)
yargılamak
a promise being (to be) fulfilled
söz yerine gelmek
to fullfill a promise
sözü yerine getirmek
This happened, so that the word/promise would be fullfilled
Bu söz yerine gelsin diye oldu.
This happened so that the (following) words proclaimed by the prophet Isaiah would be fullfilled:
Bu, Peygamber Yeşaya aracılığıyla bildirilen şu söz yerine gelsin diye oldu:
Everything is fine/ok
Her şey yolunda
Is everything allright?
Her şey yolunda mı?
How are things at home? (Is everything ok at home?)
Evde her şey yolunda mı?
Is everything allright in here?
Burada her şey yolunda mı?
No problem. Everything is fine.
Sıkıntı yok, her şey yolunda
Alles wird gut / everything is gonna be okay
her şey yoluna girecek
to believe that everything will be fine
her şeyin yoluna gireceğine inanmak
receptive / innovative / progressive
Yenilikçi
innovative thinking
yenilikçi düşünme
avantgardist
yenilikçi kimse
innovative technology
yenilikçi teknoloji
innovative approach
yenilikçi yaklaşım
innovatively
yenilikçi bir şekilde
innovative solutions
yenilikçi çözümler
open to change / innovation
yeniliğe açık
courageous / fearless / stout (y)
yürekli
lion-hearted
aslan yürekli
tenderhearted / easily forgiving / (someone compassionate who doesn't get angry)
yufka yürekli
soft /tenderhearted (y.k.)
yumuşak kalpli
fidgety / restless/ zapplig
yerinde duramayan
I don't have someone to do this for me (informal)
Yapanım yok
I don't have someone to do this for me (formal)
Bunu bana yapacak kimsem yok
to disappear (y. g.)
Yitip gitmek
to tire / o wear out / to exhaust s.o.
yormak
It's not worth to tire your jaw. (not worth talking about)
Çeneni yorduğuna değmez.
I was busy in the morning.
Sabah yoğundum
Shall we add garlic to this yoghurt and then hide it? Or shall we not add garlic and hide it?
Şu yoğurdu sarımsaklasak da mı saklasak? Yoksa sarımsaklamasak da mı saklasak?
wayside
yol kenarı
mistake / error (y)
yanılgı
legal / lawful / legitimate
yasal
being legal / legally
yasal olarak
I am obliged
yükümlüyüm
I am legally obliged
Yasal olarak yükümlüyüm
I am legally obliged to keep away from x
Yasal olarak x-dan uzak durmakla yükümlüyüm
slot /slit /cleft / fissure
yarık
a bottomless cleft/ fissure
dipsiz yarık
the bottomless cleft we opened ourselves
Kendi açtığımız dipsiz yarık
Until we are drowning in the water of the bottomless cleft we opened ourselves
Kendi açtığımız dipsiz yarıktaki suda boğulana kadar
to be engulfed
yutulmak
Can you eat them? (Please go ahead)
Onları yiyebilir misin ?
Can you eat them? ( Are you able too?)
Onları yiyebiliyor musun ?
London is rainy on April four.
Londra 4 Nisan'da yağmurlu.
Wash them now.
Şimdi yıka onları.
Never tell a lie.
Hiçbir zaman yalan söyleme.
They are swimming in the sea at the moment.
Şu anda denizde yüzüyorlar.
Swimming is the healthiest sport.
Yüzmek en sağlıklı spordur.
plainness / simplicity / Nüchternheit
yalınlık
Leaning(rep) against the ancient city's stone wall
Antik kentin taş duvarına yaslanmış
error and defeat
yanılgı ve yenilgi
twenty
yirmi
hundred
yüz
barefoot
yalınayak
She began to run barefoot in the dark corridor
Karanlık koridorda yalınayak koşmaya başladı.
I need help
yardıma ihtiyacım var
Would you like a bottle or a glass?
Bir şişe mi yoksa bir bardak mı istersiniz?
There is no food.
yiyecek yok
I actually like all food
Aslında bütün yiyecekleri severim
What a shame / pity
çok yazık!
How old is he?
Kaç yaşında ?
He is twelve years old.
On iki yaşında.
My cat is very old.
Kedim çok yaşlı.
They live in Ankara.
Ankara'da yaşıyorlar
It's twenty past seven
saat yediyi yirmi geçiyor
Yay ! Hooray!
yaşasın!
I am a foreigner
yabancıyım
We would like some food
yiyecek bir şey istiyoruz
Can you speak slower please ?
daha yavaş konuşabilir misiniz lütfen?
writer / author
yazar
injury
yaralanma
next to / near
yanında
ring (for the finger)
yüzük
the new one
yenisi
the bridge is very close
köprü çok yakın
adult
yetişkin
New year
yeni yıl
to swim
yüzmek
to go swimming
yüzmeye gitmek
to go for a walk
yürüyüşe çıkmak
I want to go to swim in the afternoon.
öğleden sonra yüzmeye gitmek istiyorum
Do you want to go for a walk?
yürüyüşe çıkmak istiyor musun?
the seventh
yedinci
I don't have enough money.
yeterince param yok
to sail
yelken açmak
summer
yaz
soon / close
yakında
We are going to France in the summer.
yazın Fransa'ya gideceğiz
to wash
yıkamak
to do dishes
bulaşıkları yıkamak
to do laundry
çamaşır yıkamak
to help
yardım etmek
to be alone (stay alone)
yalnız kalmak
He wants to be alone.
yalnız kalmak istiyor
he's tired, so he wants to stay at home
yorgun, bu yüzden evde kalmak istiyor
Do you want to help me?
bana yardım etmek ister misin?
I hate doing laundry
çamaşır yıkamaktan nefret ederim
journey / trip / travel (y)
yolculuk
It's a long journey.
bu uzun bir yolculuk
to like to do
yapmayı sevmek
I helped
yardım ettim
I helped my dad in the kitchen yesterday
dün mutfakta babama yardım ettim
They lived in China for eight years.
sekiz yıl Çin'de yaşadılar
He bought that car twenty years ago.
o arabayı yirmi yıl önce aldı
They didn't eat dinner with us.
bizimle akşam yemeği yemediler
like water running down a slope
yokuş aşağı akan su gibi
The exhaustion drained away like water running down a slope.
Bitkinlik, yokuş aşağı akan su gibi tükendi.
sailing (sport)
yelken sporu
she enjoys playing badminton, but she likes sailing more
badminton oynamayı sever ama yelkeni daha çok sever
foreign / abroad
yurtdışı
to go abroad
yurtdışına çıkmak
we usually go abroad in the winter
genellikle kışın yurtdışına çıkarız
hiking / wandern
arazi yürüyüşü
up
yukarı
up and down (lit. Down and up)
aşağı ve yukarı
Half of his food was finished.
yiyeceklerinin yarısı bitmişti.
to lick
yalamak
a fiery wind licked his cheek.
ateşli bir rüzgâr yanağını yaladı.
Behind him, in the place where just before the deers were laying (to sleep) there was a wide smoldering grass and tree circle.
Arkasında, az önce geyiklerin yattığı yerde dumanı tüten geniş bir çimen ve ağaç halkası vardı.
burning
yanan
Outside the burning area the grass was flattened.
Yanan alanın dışındaki çimenler düzleşmişti.
The smoke rising to the air carried a burning (scorched) odor.
Havaya doğru yükselen duman yanık kokusu taşıyordu.
to be packed (crowded) shoulder to shoulder
omuz omuza yığılmak
The people were packed (crowded) shoulder to shoulder to the sides even to the windows and rooftops.
halk omuz omuza kenarlara, hattâ pencerelere ve çatılara yığılmıştı
elevation / altitude / ridge
yükselti
with the banner of Andor waving on each altitude
her yükseltide dalgalanan Andor bayrağı ile
to sip
yudumlamak
after starting to sip the hot drink
sıcak içeceği yudumlamaya başladıktan sonra
very round
yusyuvarlak
to raise / increase something
yükseltmek
precipitation (rain)
yağış
raincoat
yağmurluk
wet (y)
yağışlı
if it rains you'll get wet
yağmur yağarsa ıslanacaksın
the rain stopped so we went outside
yağmur durdu bu yüzden dışarıya çıktık
this is the match of the century
bu yüzyılın maçı!
talented
yetenekli
he's a very talented player
çok yetenekli bir oyuncu
common /widespread
yaygın
injured
yaralı
we used to live abroad
yurtdışında yaşardık
but I do not live anymore
... ama artık yaşamıyorum
lightening (y)
yıldırım
there is a risk of lightning
yıldırım riski var
we didn't score in the first half
ilk yarıda hiç sayı yapmadık
to befit
yakışmak
this is beneath you
bu sana yakışmıyor
whose pillow is this?
bu yastık kimin?
Don't lie to me
bana yalan söyleme
to encounter; to face
yüzleşmek
face the facts
gerçeklerle yüzleş
rainforest
yağmur ormanı
to be gone / to disappear
yok olmak
our tour guide was suddenly gone
tur rehberimiz aniden yok oldu
it'll be wet tomorrow so they'll need their raincoats
yarın yağışlı olacak bu yüzden yağmurluklarına ihtiyaçları olacak
there was a lot of snow on the ground
yerde çok kar vardı
poor (y)
yoksul
his family is poor, so he wants to be rich
ailesi yoksul, bu yüzden zengin olmak istiyor
race (competition)
yarış
a sunken fish goes sideways / let's throw caution to the wind /better to be hung for a wolf than a sheep
battı balık yan gider
I suggest you go to bed now
yatmanı öneririm
to answer; to respond
yanıtlamak
to answer; to respond
yanıtlamak
response; answer
yanıt
I swear I know nothing!
yemin ederim hiçbir şey bilmiyorum!
administration; management
yönetim
manager / producer / director (film)
yönetmen
percent / in hundred
yüzde
to grow by ... percent
yüzde ... büyümek
illegal
yasadışı
to publish
yayımlamak
Did you swallow your tongue? / You got nothing to say now?
dilini mi yuttun?
authority
yetkili
to raise a child
çocuk yetiştirmek
the hospital was closed by the authorities
hastane yetkililer tarafından kapatıldı
I like cooking.
Yemek yapmayı seviyorum
Is there anything to eat?
Yiyecek birşey var mı?
What did you cook?
Ne yemek yaptın?
You were so helpful
Çok yardımcı oldun
I can help you
Sana yardım edebilirim
I am living alone
Yalnız yaşıyorum
I just woke up
Yeni uyandım
You cannot teach an old dog new tricks
Yaşlı köpeğe yeni numara öğretemezsin
to exalt / glorify / promote / aggrandise
yüceltmek
Let us exalt his name together !
Adını birlikte yüceltelim !
to head back home
Eve (doğru) yönelmek
to approach s.o. / sich an jemanden wenden / auf jemanden zusteuern
birisine yönelmek
ein Ziel anstreben / to head for a goal / to be on target / to target
hedefe yönelmek
to head towards a crisis
bir krize yönelmek
I turned towards the Lord and he answered (y) me.
RaB'be yöneldim, yanıt verdi bana.
to cry out to God
Tanrı'ya yakarmak
This oppressed (man) cried out (to God). the Lord heard him, he saved him from all his troubles. (s)
Bu mazlum yakardı, RaB duydu, bütün sıkıntılarından kurtardı onu.
to take upon oneself / to take over / to be stuck with / to be loaded with
yüklenmek
Nominative
Yalın hâl
Turkish Dative (used for directions)
Yönelme hâli - -e hâli
to dread / be intimidated / despair / verzagen /désespérer / to get frustrated (fed up and wanting to give up)
yılmak
The Lord is our salvation. Trusting in Him we shall not be discouraged. Jes. 12:2
Tanrı kurtuluşumuzdur. Ona güvenecek, yılmayacağız.
Don't fear ! Hold on (stay /stand in your place) and wait! See how the Lord will save you today! (Mısır'dan 14:13)
Korkmayın! Yerinizde durup bekleyin, RAB bugün sizi nasıl kurtaracak görün.
The Lord will fight for you. It is enough for you to be calm. Mısır'dan 14 : 14
RAB sizin için savaşacak, siz sakin olun yeter
Without eating anything the drink has no taste
Bir şeyler yemeden, içmenin tadı olmaz.
While he ate the Queen continued to ask questions.
O yerken, Kraliçe soru sormaya devam etti.
the more he ate
yedikçe
The more he ate the more he wanted to eat.
Yedikçe, daha fazla yemek istiyordu.
Wind (y)
yel
Do not sleep on low ground lest a flood wash you away; do not sleep on high ground lest a storm sweep you off. meaning: Be wise, judicious and provident in your plans and actions; a calculated moderation is the best plan.
Alçak yerde yatma sel alır, yüksek yerde yatma yel alır.
windmill
yel değirmeni
tumble / collapse / fall down
yıkılmak
to be very miserable (the world coming down on one's head)
dünya başına yıkılmak
to become mentally ill
ruhen yıkılmak
for a marriage to break down ( lit. one's nest is collapsing)
yuvası yıkılmak
cranberry /lingonberry/ Preiselbeere
kırmızı yabanmersini
blueberry / Blaubeere / Heidelbeere
Siyah yabanmersini
Sternfrucht
Yıldızmeyvesi
oak / Hafer
yulaf
wild rice (black)
yabanı pirinç
einweichen / to soak
yumuşatmak
Rundkorn
yuvarlak taneli tahıl
oregano
yabanı mercanköşk
the letter I wrote this morning
Bu sabah yazdığım mektup
While he ate
O yerken
to be mistaken
yanılmak
How mistaken he was
Nasıl da yanılıyordu
to approach /to go next to (to the side of)
yanaşmak
to take a shot
bir yudum almak
She took a sip of tea.
Bir yudum çay aldı.
sip
yudum
sip by sip
yudum yudum
advantage / Vorteil
yarar
there is no goal in / no use to...
yararı yok
No use to wait
beklemenin yararı yok
hundreds of
yüzlerce
to approach/ to get closer
yaklaşmak
This dress suits you.
Bu kıyfate sana yakışıyor.
this kind of behaviour wasn't becoming on you (it was too low for you. You shouldn't have done that.)
Bu davranış sana yakışmadı.
Speak in a manner that is becoming on you.
Sana yaraşır şekilde konuş
It wouldn't be appopriate for us to do that.
Böyle yapmamız yakışık almaz
Who exalts himself will be humiliated but who humiliates himself will be exalted. Matta 23: 12
Kendini yücelten alçaltılacak, kendini alçaltan yüceltilecektir.
to put s.o. to bed
yatırmak
to be put to bed
yatırılmak
after x's being put to bed / when x had been put to bed
x yatırıldıktan sonra
to be sufficient / genügen
yetmek
sticky
yapış yapış
His mouth and fingers were sticky.
Ağzı ve parmakları yapış yapıştı.
to plead / flehen
Yalvarmak
to beg for forgiveness
affetmesi için yalvarmak
to ask for God's forgiveness (b)
bağışlanması için Tanrı'ya yalvarmak
to throw yourself at the feet of s.o. / to plead to s.o.
birine yalvarmak
manager / Geschäftsführer
yönetici
wild / untamed / uncultivated
yabanı
Blattstiel / leave stalk
yaprak sapı
foxglove /digitalis /Fingerhut /(lit. Thimbleweed)
Yüksük otu
Klee / clover / trefoil
yonca
unfortunately
ne yazık ki
Can I help (you)?
Yardımcı olabilir miyim?
speak slowly
yavaş konuş
volcano
yanardağ
green olives
yeşil zeytin
to light a fire
bir ateş yakmak
Put on your life jacket.
Can yeleklerinizi giyin.
Help !
Yardım !
Fire !
Yangın!
landscape (opposite to portrait)
yatay
landscape page orientation
yatay sayfa düzeni
crater / Krater
yanardağ ağzı
Jade
yeşim taşı
to lay an egg
yumurtlamak
the chick comes out of the egg (hatches)
civciv yumurtadan çıkıyor
The hen is laying an egg.
Tavuk yumurtlamış
puzzle / jigsaw
yap-boz
conductor (orchestra)
yönetmen
new moon
Yeniay
charged
yüklü
positively charged / positive geladen
artı yüklü
negatively charged / negative geladen
eksi yüklü
radius
yarıçap
height
yükseklik
loneliness
yalnızlık
to roll over / to around in (dog/horse) intransitiv
yuvarlanmak
a dog that has rolled in something smelly,dirty
kokulu,pis bir şeylerin içinde yuvarlanmış bir köpek
to totter /stagger (under a burden) / wobble
yalpalamak
wobbling
yalpalaya yalpalaya gelmek
I regret that I ever made/did....
yaptığıma yapacağıma pişman oldum
a very green tree
Yeşil mi yeşil bir ağaç
(He is) very old
yaslı mı yaşlı
She had not been mistaken
yanılmamıştı
ruined /collapsed
yıkık
interpretation / exegesis / commentary / explanation / paraphrase
yorum
Bible exegesis
Kutsal kitap yorumu
to interprete/ explain
yorumlamak
she couldn't interprete it
yorumlayamıyordu
ro repeat / quote
yinelemek
supremecy / glory/ highness / sovereignity (y)
yücelik
For all have sinned and are deprived of the glory (y) of God. (Rom 3:23)
Çünkü herkes günah işledi ve Tanrının yüceliğinden yoksun kaldı.
to be deprived of an ablativ
-den yoksun kalmak
You can tell a lion from its lair. meaning: How well one cares for and maintains the place where he lives is the real tell-tale account of his habits.
Aslan yattığı yerden belli olur.
an entombed saint / place where a holy man is buried
yatır
short for 'No' (spoken)
Yo
No, go ahead ( answer to eg Do you mind if I sit here?)
Yo, buyurun
I burned myself / Ich habe mich verbrannt
Bir yerimi yaktım
I cut myself / Ich habe mich geschnitten
Bir yerimi kestim.
Can you /would you help me ? (Simply spoken)
bana yardım eder misin
Can you help me (polite)
bana yardım edebilir misin
Can you help me ? Konnen Sie mir helfen? (Very polite)
bana yardım edebilir misiniz?
Could uou help me (ultra polite)
Bana yardım edebilir miydiniz?
Would you please write it down somewhere !
Lütfen bir yere yazar mısınız.
the day after tomorrow / übermorgen
yarından sonraki gün
A man from the neighbouring table
Yandaki masadan bir adam
A man from the neighbouring table intervenes in the discussion
Yandaki masadan bir adam söze karışıyor.
Flatfish/Plattfische
yassı balıklar
to fulfill / carry out / execute / complete
yerine getirmek
They ( will ) do it without blinking their eyes.
Bunu gözlerini kırpmadan yerine getirirler.
to shut /close (eyes/hands only)
yummak
before closing (y) his eyes
gözlerini yummadan önce
Meggie was pondering at least one hour over what this answer could mean.
Meggie, en az bir saat bu yanıtın ne anlama geldiği konusunda kafa yordu.
to ponder / to puzzle one's brains/ to wear one's head / to think hard / to chew
kafa yormak
Mountain side / cliff /Bergwand /Abhang
Yamaç
to cause someone to do a thing
bir şeyi birine yaptırmak
publishing house
yayınevi
No publishing house wanted to print it again.
Hiçbir yayınevi onu tekrar basmak istemedi.
to empty into something/ a place (e.g. a river)
yere dökülmek
forbidden love
yasak aşk
burned down / (burned and ruined)
yakıp yıkılmış
When they passed in front of a burned down castle red spots appeared on Elinor's face from excitement.
Yakıp yıkılmış bir kalenin önünden geçerken Elinor'un yüzünde heyecandan kırmızı lekeler beliriyordu.
because of/due to illness
hastalık yüzünden
due to an unknown reason (n)
bilinmeyen bir neden yüzünden
for some other reasons
başka bazı nedenler yüzünden
a bit /partly because of the weather
biraz da hava yüzünden
mainly/mostly because of the weather
çoğunlukla hava yüzünden
because of this situation
bu durum yüzünden
because of civil war
iç savaş yüzünden
due to a technical problem
teknik bir sorun yüzünden
because of him / her
onun yüzünden
oatmeal /porridge
yulaf lapası
after having a breakfast from oakmeal
yulaf lapasından oluşan kahvaltısını yaptıktan sonra
residential
yerleşim
settlement
yerleşim merkezi
renewed
yenilenmiş
a renewed energy gave strength to his steps.
yenilenmiş nir enerji adımlarına güç veriyordu
I come to you today or tomorrow
Sana bugün ya da yarın geleceğim.
I come to you either today or tomorrow
Sana ya bugün ya ( da) yarın geleceğim.
I come to you today or tomorrow
Sana bugün veya yarın geleceğim.
I said I ll come to you at five, remember/I believe?
Size saat beşte geleceğim demiştim ya?
At five there is a 'bus to / from the sea', remember? I came with it.
Saat beşte bir deniz otobüsü var ya, onunla geldim.
particle used at sentence beginning to signify 'what if'
ya
What if we can't finish the project on time?
ya projeyi zamanında bitiremezsek?
What if he does not love me?
Ya o beni sevmiyorsa?
obligation /responsibility /liability
yükümlülük
our obligations and ties
yükümlülüğümüz ve bağlarımız
legal obligation
kanuni yükümlülük
moral obligation
manevi yükümlülük
earth crust
yer kabuğu
to sculpture /chisel
yontmak
sculptured / chiseled
yontulmuş
with four huge doors sculptured from ivory, pearl, jade and bones.
fildişi, inci, yeşim ve kemikten yontulmuş dört kocaman kapılı
surface
yüzey
the surface of the waters
suların yüzeyi
the angle of the the cold fire coming from the beacon (signal tower) showed (rep) the surface of the north waters like glass
işaret kulesinden gelen soğuk ateşin açısı kuzey sularının yüzeyini cam gibi gösteriyormuş
Don't ever leave me alone !
Beni hiç yalnız bırakma !
He never leaves me alone.
Beni hiç yalnız bırakmaz.
How to ask for help / How help is asked for ?
Nasıl yardım istenir?
to broadcast
yayın yapmak
to deceive /to lose
yitirmek
to lose hope
umudunu yitirmek
to lose one's clear mind
akıl sağlığını yitirmek
to lose its meaning
anlamını yitirmek
to lose consciousness
bilincini yitirmek
to lose one's memory
belleğini yitirmek
to lose its charm
cazibesini yitirmek
to lose it's value
değerini yitirmek
to lose one's balance
dengesini yitirmek
to lose one's influence
etkisini yitirmek
to lose one's passion(h)
hevesini yitirmek
to lose one's faith /confidence
inancını yitirmek
to lose one's life
yaşamını yitirmek
to lose one's patience with s.o.
birine olan sabrını yitirmek
to let the chance slip by
fırsatı yitirmek
to glue /stick/ adhere (intrans)
yapışmak
You are not helping me very much.
Bana çok fazla yardım etmiyorsun.
he has other things to do
yapması gereken başka şeyler var
I have other things to do
yapmam gereken başka şeyler var
There ıs something I have to do.
yapmam gereken bir şey var
Because I went to bed late last night.
Çünkü,dün gece geç yattım.
I am just trying to help.
Ben sadece yardım etmeye çalışıyorum
It is quite common these days
günümüzde oldukça yaygın
It is quite common these days to live together.
Birlikte oturmak,günümüzde oldukça yaygın.
if I am alone
yalnızsam
What if you go out ?
Ya dışarı çıkarsan ?
it is not good enough
yeterince iyi değildir.
whatever I do it's not good enough
ne yaparsam yapayım yeterince iyi değildir.
for him it's not good enough
onun için yeterince iyi değildir.
whatever I do it's not good enough for him
ne yaparsam yapayım onun için yeterince iyi değildir.
like I did now
şimdi yaptığım gibi.
to choose / opt / prefer / favour / give preference to (y)
yeğlemek
They prefer (y) Turkish
Türkçeyi yeğliyorlar.
to take along
Yanına almak
They put their son to bed at eight.
Oğullarını saat sekizde yatağa yatırırlar.
They go to bed at eight.
Saat sekizde yatarlar.
colloq for no
yoo
it is being made (fact)
yapılmaktadır
preparations are (being) made
hazırlıklar yapılmaktadır
Nowadays preparations are being made to build (make) a thitd bridge to İstanbul.
Bugünlerde, İstanbul'a üçüncü bir köprü yapılması için hazırlıklar yapılmaktadır.
Did the train leave? - No (colloq) it didn't leave (lit.lift) yet, there are still five minutes.
Trenim kalktı mı? - Yoo, kalkmadı henüz, daha beş dakika var.
stew / ragout (y)
yahni
pedestrians
yayalar
high lofty mountains
yüksek, yüce dağlar
high lofty mountains inhabited by thousand and one living species
bin bir canlı türünün yaşadığı yüksek, yüce dağlar
very green
yemyeşil
when she was tired
yorulunca
When she got tired she leaned against a tree.
Yorulunca bir ağaca yaslandı.
floating/swimming green ducks
yüzen yeşil ördekler
hey / man / how the hell / for god's sake / what on earth is that / hullo / look there
yahu
There is no night, it's always day, what the heck ...
Gece yok, hep gündüz yahu.
surface / floor space
yüzölçümü
The country which has the largest surface in the world is Russia.
Dünyanın en büyük yüzölçümüne sahip ülkesi Rusya'dır.
to go in for / to rank / to be situated / to enter
yer almak
Kanada ranks second. (comes in second place)
İkinci sırada Kanada yer alır.
I almost collapsed
Yıkıldım adeta
to show what you are made of / to show your true face
asıl yüzünü göstermek
These images revealed the true face of these murderers.
Bu görüntüler bu katillerin asıl yüzünü ortaya koydu.
plunder / looting / robbery
yağma
plunder / looting / robbery
yağma
that he didn't know whether the Fowler couple helped wounded PKK members
Fowler çiftinin yaralı PKK'lılara yardım edip etmediğini bilmediğini
to confront / expose
yüzleştirmek
to be confronted
yüzleştirilmek
the witnesses were confronted
tanıklar yüzleştirildi
confrontation
yüzleştirme
re-confrontational procedure
yeniden ve yüzleştirme usulü
campus
yerleşke
to stand trial
yargılanmak
the juridicial process (y.s.)
yargı sürecini
in order to monitor (follow) the juridicial process
yargı sürecini takip etmek için
Every day I do the same things.
Her gün aynı şeyleri yaparım.
illegal border crossing
yasa dışı sınır geçişi
illegal transition / illegal passage
yasa dışı geçiş
to organize illegal transition
yasa dışı geçişi organize etmek
those organizing illegal transition
yasa dışı geçişi organize ettikleri
to plunder / to loot (y)
yağmalamak
Let's loot the guardians depots and find some money. / Lass uns die Depots der Wächter plündern und uns decken mit Geld eindecken.
Muhafızların depolarını yağmayalıp para bulalım.
She washes the laundry in the washing machine.
çamaşırlarını çamaşır makinesinde yıkayacak.
She is cleaning under her bed.
Yatağının altını da temizliyor.
a recipe
yemek tarifi
Did he talk to you recently ?
Seninle yakın zamanda konuştu mu?
at your convenience
mümkün olduğu kadar yakın bir zamanda
The man having a very busy week at work
Bu işte yoğun bir haftası olan adam
What was he supposed to do?
Ne yapması gerekiyordu
What else would he do on Friday?
Cuma günü başka ne yapacaktı?
On Friday he would do a presentation.
Cuma günü bir sunum yapacaktı.
The program was very intense.
Programı çok yoğundu.
If he makes a mistake
Eğer bir hata yaparsa
If he makes a mistake he will be fired.
Eğer bir hata yaparsa kovulacak
to put on paper / to write down / to transcribe / to redact
yazıya dökmek
Let me write that down / Let me put this on paper
yazıya dökmeliyim
I think I should write this down / I think I should put this on paper (lit. I think: Let me write this down)
yazıya dökmeliyim diye düşünüyorum.
It was half the price of the others.
Diğerlerinin yarı fiyatındaydı
the more he got older
yaşlandıkça
the more he got older the more it began to be difficult
yaşlandıkça daha zor olmaya başladı
He will find a way to help
yardım etmenin bir yolunu bulacak
Find a way to help !
Yardım etmenin bir yolunu bul !
to get stranded / to get stuck
yolda kalmak
to get stranded/ stuck in the park
parkta yolda kalmak
to catch / catch up with / keep up with
yetişmek
to catch (ye) the train
trene yetişmek
I couldn't catch (ye) the train
trene yetişemedim
I trried hard but I couldn't catch (ya) the train.
Çok uğraştım, ama treni yakalayamadım.
I f you are tired you can't join us.
Yorgunsan, bize katılmayabilirsin.
right along / besides
yanı sıra
to walk along
yanı sıra yürümek
I think a way to reduce diseases is to eat more fresh vegetables , because due to this way there will be more vitamins in the body.
Hastalıkları azaltmanın bir yolunun daha taze sebze yemek olduğunu düşünüyorum bu şekilde bedende daha vitamin olacağından dolayı.
but what can I do ?
ama ne yapabilirim
domestic /local /einheimisch e.g. wine
yerli
There has not been any accident on the road for many years, this road seems to be used.
Yolda herhangi bir kaza yaşanmamış yıllardır bu yolu kimse kullanmamış gibi gözüküyor.
computer software
bilgisayar yazılımı
refectory / dining hall
yemekhane
elderli
yaşlıca
old age / Alter
yaşlılık
ageing
yaşlanma
to grow old
yaşlanmak
to put age on s.o.
yaşlandırmak
to profit / benefit / utilize / take advantage of / make use of / exploit
yararlanmak
Others think that Allah made use of evolution to create our earth.
Başkaları Allah'ın dünyamızı yaratmak için evrimden yararlandığını düşünür.
to be someone's side / to take sides with
birinden yana olmak
we were on the side of the detective
dedektiften yanaydık
to prefere one thing over another
bir şeyi başka bir şeye yeğlemek
Rather than believing this I'd prefer to believe in the magic craw.
Buna inanmaktansa sihirli bir kargaya inanmayı yeğlerdim.
production / program
yapım
capacity /ability /faculty / power
yeti
the Creation
yaratılış
from the beginning of Creation
yaratılışın başlangıcından
God created from the beginning of Creation men as men and woman (female). (Mark 10: 6)
Tanrı, yaratılış başlangıcından insanları erkek ve dişi olarak yarattı.
Maybe it was good (fitting /useful) for Caroline's playing hide and seek with her friends (fem.).
Belki kız arkadaşlarıyla birlikte saklambaç oynayan Caroline'in işine yarıyordu.
writing desk /Schreibtisch
yazı masası
half-way /half-baked /superficial /after a fashion
yarım yamalak
to do by halves /to make a half-assed-attempt /to fudge
yarım yamalak yapmak
inscription/legend /Inschrift
yazıt
gravity
yerçekimi
the force of gravity
yerçekimi kuvveti
zero gravity
sıfır yerçekimi
gravitational fields (the region of space surrounding a body in which another body experiences a force of gravitational attraction.)
yerçekimi alanları
Newton's law of gravity
Newton'un yerçekimi kanunu
as well as / besides / alongside
yanısıra
fuel / combustible / gasoline
yakıt
Qnd his blood is used as fuel for the time travel machine (the time machine to send back into the past)
Onun kanı da geçmişe yollayacak olan zaman makinesi için yakıt olarak kullanılıyormuş
to attempt / try /dare /move to
yeltenmek
printer
yazıcı
The printer is out of paper.
Yazıcının kağıdı bitti.
I can't decide. Let's flip a coin.
Karar veremiyorum. Yazı tura atalım.
passenger
yolcu
The passenger of the vehicle was unharmed.
Aracın yolcusu sağ salimdi.
fire drill /Brandschutzübung /Probealarm
yangın tatbikatı
Don't panic, it's only a fire drill.
Panik olmayın, bu sadece bir yangın tatbikatıdır.
When she saw me, she kissed me twice on the cheeks.
Beni görünce, yanaklarımdan iki kez öptü.
make-believe / pretended /mock
yapmacık
with a mock smile(t) /with a make-believe smile
yapmacık bir tebessümle
to find odd /to find strange (y)
yadırgamak
This image did not seem odd at all.
Bu görüntü hiç de yadırganmıyordu.
The man's lying was twice as painful
Adamın yalancılığı iki kat acı veriyordu.
a relative /connection (y)
yakın
He was her only relative (y)
Tek yakını oydu.
polls (y) /inspections /examinations
yoklamalar
public opinion polls
kamuoyu yoklamaları
rise / uptrend
yükseliş
His sudden uprise in the latest public opinion polls
onun son kamuoyu yoklarmalarındaki ani yükselişi
to lick boots /to bow and scrape
yaltaklanmak
to try to get into someone's favour by licking boots
yaltaklanarak, gözüne girmeye çalışmak
acrophobia /fear of height / Höhenangst
yükseklik korkusu
Jill was of those lucky people who don't have a fear of height.
Jill, yükseklik korkusu olmayan şanslı insanlardandı.
perfect/competent /mighty (y)
yetkin
The Law of the Lord is perfect
RABbin yasası yetkindir
Hundred dark masks and hundred pairs of eyes trying to see who was (lying) behind them.
Yüz kara maske ve arkalarında yatanı görmeye çalışan yüz çift göz
the 'Gifted' (ones)
Yetenekliler
to squander an opportunity
bir fırsatı yabana götürmek
the sole /the only
yegâne
the only meaning that I can see in this event
bu olayda benim görebildiğim yegâne mana
Actually it takes away the only meaning that I can see in this event
Aslında bu olayda benim görebildiğim yegâne manayı ortadan kaldırır.
fin /Flosse
yüzgeç
If I am lying, let them chop me and make a soup out of me. (shark in Nemo)
Yalanım varsa beni doğrayıp çorba yapsınlar.
If I am lying I hope they'll chop me and make a soup out of me.
Yalanım varsa beni doğrayıp çorba yapsınları
If I am lying I hope they'll chop me and make a soup out of me.
Yalanım varsa beni doğrayıp çorba yapsınları
to not give an inch to /to fail to
yanaşmamak
He was a great borrower of books but did not care much to return them.
O, bol bol kitap ödünç alan ama geri vermeye pek yanaşmayan biriydi.
He a lot (a pile/heap/bunch) of work to do today.
Bugün yapacak bir yığın işi vardı.
Do we always love those around us?
Hep yanımızdakileri mi seviyoruz?
He got a bunch /heaps of adresses, made (plenty of) phone calls.
Bir yığın adres almış, telefonlar etmişti.
as if it were not enough
yetmiyormuş gibi
he would find it inappropriate, unacceptable, weird
Yadırgar
he started despising the house
evi yadırgar olmuştu
He was always in his corner, always starting to despise the house.
Daima köşesinde, daima evi yadırgar olmuştu
to be exalted (to be rendered high) above an ablative
yüce kılınmak
the faithful will be exalted above the unbelievers (from the Wheel of time)
sadıklar inanmayanlardan yüce kılınacaktır
the faithful will be exalted above thrones(from the Wheel of time)
sadıklar tahtlardan yüce kılınacaktır
to corrupt
yezlaştırmak
the male half of the True Source (magic power/wheel of time) had been corrupted
Gerçek Kaynak'ın eril yarıs>nı yezlaştırmıştı
to walk past a place / to pass in front of a place walking
bir yerin önünden yürüyerek geçmek
When I passed a short while ago the place where I had gone only one time (before)
Az önce, sadece bir kez gittiğim yerin önünden geçerken
When I passed a short while ago the place where I had gone only one time (before), the place was exactly as I remembered.
Az önce sadece bir kez gittiğim yerin önünden geçerken yeri tam olarak hatırladım,
The passports of people who go abroad are controlled.
Yurt dışına gidenlerin pasaportları kontrol edilir.
Is it possible that he didn't eat?
Yememiş olması mümkün mü?
Is it possible that he didn't eat?
Yememiş olması mümkün mü?
Is it possible that I quickly eat something before we go?
(Biz) gitmeden önce hızlıca bir şey yemem mümkün mü?
mossy /lichenous /moosbewachsen
yosunlu
under a mossy cypress tree
yosunlu servi ağacının altında
He leaned against the tree trunk.
Ağacının gövdesine yaslanmıştı.
mane /Mähne (e. g. horse)
yele
The horse was a huge(d) black horse with a mane and a tail that rippled behind it.
At, yelesi ve arkasında dalgalanan kuyruğuyla devasa siyah bir attı.
to reach a judgement / pass judgement on
yargıya varmak
final judgement /final conclusion/ last (absolute) decision
kesin yargı
to reach a final judgement /to reach a final conclusion
kesin yargıya varmak
Don't come immediately to a final judgement /conclusion
Hemen kesin bir yargıya varma
A Midsummer Night's Dream
Bir Yaz Gecesi Rüyası
if we are going to do this
bunu yapacaksak
If we are to do this let's get done with it as soon as possible.
Bunu yapacaksak bir an önce halledip kurtulalım.
I was tired, cranky and the last thing I wanted was more hiking.
Yorgundum, sinirliydim ve istediğim son şey, biraz daha yürüyüştü.
mossy-ish/lichenous /moosbewachsen
yosunumsu
a mossy-ish rug
yosunumsu bir kilim
the floor was covered with a mossy-ish rug
zemin yosunumsu bir kilimle kaplıydı.
But nothing tried (y) to grab me and pull me back.
Ama hiçbir şey beni yakalayıp çekmeye yeltenmedi.
And why would I want to help you?
Sana neden yardım edeyim ki?
bootlicker /groveler /asshole (y) /Schleimer
yalaka
turning to his followers/grovelers/bootlickers he puffed up his chest.
yalakalarına dönerek göğsünü kabarttı
Time seemed to slow down.
Zaman yavaşlamış gibiydi.
dragonfly / Grosslibelle
yusufçuk
investment
yatırım
investor
yatırımcı
all alone
yapayalnız
to pile something up
yığmak
to be piled up
yığılmak
to faint /to pass out
yere yığılmak
The Turkish language patch of the game cane out.
Oyunun Türkçe yaması çıktı.
sleeve
yen
The arm is broken, it remains inside the sleeve (prov. When something shameful happened, tge family will cover it up. > We have doubts about, but we will never fibd out...)
Kol kırılır, yen içinde kalır.
seaweed
deniz yosunu
judicial council (from yargılamak)
yargıtay