a

QuestionAnswer
to perceive /wahrnehmen
algılamak
Don't take it (anything) personally
Hiçbir şeyi kişisel algılamayın
the only thing she could perceive in the dark(ness)
Karanlıkta algılayabildiği tek şey
fierce / furious / wild
azgın
at least three fierce dogs must be guarding this place
Burayı en az üç azgın köpek koruyor olmalı.
If one would look at this door / seen this door
Bu kapıya bakılacak olursa
continuous
aralıksız
The continous side by side standing books
Aralıksız yan yana duran kitaplar
What did he tell you ? Was hat er dir erzählt?
Sana ne anlattı?
they used to torment me
acı çektiriyorlardı bana
to hobble /limp / hinken / humpeln (a )
aksamak
proverb / saying
atasözü
It doesn't make any sense.
Hiçbir anlam ifade etmiyor.
to torment / agonize / persecute
acı çektirmek
to exaggerate
abartmak
Merciless / cruel / pitiless / grim/ brutal
acımasız
to lower (a)
alçaltmak
He lowered his voice.
Sesini alçalttı.
clear / open / light (for colours)
açık
clearly/ plainly /manifestly/ distinctly
açıkça
to open / to turn on/up
açmak
Name/title
ad
island
ada
sage (herb)
adaçayı
man
adam
excuse-me (a)
Affedersin
net /web
tree
ağaç
heavy / weighty / grave / severe
ağır
a heavy silence
ağır bir sessizlik
I knew her sleep was heavy (past progr)
Onun uykusunun çok ağır olduğunu biliyordum.
heavy/ deep sleep
ağır uyku
mouth
ağız
from my mouth
ağzımdan
stable
ahır
to take the horse to the stable
atı ahıra götürmek
I would have told him to take his horse himself to the stable
Atını ahıra kendisinin götürmesini söylerdim
immoral
ahlaksız
immorality
ahlaksızlık
It is immorality
Ahlaksızlıktır
raspberry
ahududu
intelligent / smart
akıllı
someone intelligent
akıllı biri
to confuse sb/ perplex / puzzle (a k)
aklını karıştırmak
axle ( of a car/waggon)
aks
opposite / adverse / spiteful (a)
aksi
a spiteful (a) person (b)
aksi biri
evening
akşam
the evening air
akşam havası
supper / dinner
akşam yemeği
the evening star (a y)
akşam yıldızı
in the evening
akşamleyin
scoundrel
alçak
tool / equipment /instrument /devise / outfit / gadget
alet
flame
alev
irritable / excitable /touchy (person)/ thin-skinned/ squeamish /easily offended / überempfindlich
alıngan
touchiness /squeaminess / sensitiveness / Empfindlichkeit
alınganlık
shopping
alışveriş
to go (out) shopping
alışverişe çıkmak
to do shopping
alışveriş yapmak
to take
almak
gold
altın
under
altında
aluminium -Al 13
alüminyum
but
ama
purpose/goal / objective
amaç
to intend / to aim at / to target + acc
amaçlamak
warehouse / storage / barn / storehouse
ambar
to gather food in barns
ambarlara yiyecek biriktirmek
uncle (paternel)
amca
Amethyst
ametist
moment
an
key
anahtar
pineapple
ananas
only / lediglich / but / however
ancak
memory
anı
suddenly (a...d)
aniden
you don't understand (pl)
anlamıyorsunuz
I can't explain /tell
anlatmak elimde değil
for a moment
bir anlığına
Even - if for a moment (only)
hatta - bir anlığına olsa da
mother
anne
suddenly (a...z)
ansızın
Come one night suddenly again
Bir gece ansızın gel yine
fool
aptal
like a fool / foolish
aptal gibi
car / cart / wagon
araba
tool / means (could be a car e.g.)
araç
between/ among
arası
to investigate / search research/ explore/ survey / study
araştırmak
land/ territory/ terrain
arazi
after (behind) a genitive (a)
ardından
Seek ye first His Reign and righteousness
Siz öncelikle Onun egemenliğinin ve doğruluğunun ardından gidin.
bee
arı
back / hind / rear (a)
arka
friend
arkadaş
pear
armut
no longer / no more / from now on
artık
He increases the force of the powerless
takati olmayanın kudretini artırır
to increase something
artırmak
to increase
artmak
with a sullen /gloomy face
asık suratla
principally / originally / true
asıl
a silence was suspended
bir sessizlik asılıydı
to hang (on) / to be suspended
asılmak
never (a)
asla
He seemed to never grow up.
O asla büyümüyor gibiydi.
lion
aslan
in fact / actually / originally
aslında
More or less / approximately
aşağı yukarı
(that is) lower
aşağıdaki
vile / wicked / mean
aşağılık
downwards
aşağıya
the cook
aşçı
storyteller /poetrysinger with long flute /lover
âşık
I would have told him - gleeman or not...
Âşık ya da değil, ona söylerdim.
extreme
aşırı
to an extreme degree / extremely
aşırı derecede
love (romantic)
aşk
horse
at
fire (chimney / camp fire)
ateş
to be thrown/to plunge / dash
atılmak
seen how you jumped
nasıl atladığına bakılırsa
to jump (over)
atlamak
to throw
atmak
consolation / solace
avuntu
to console / comfort / cheer up / delude
avutmak
I comforted myself with this
Bununla kendimi avuttum
moon
ay
to jump to one's feet
ayağa fırlamak
foot
ayak
stallion
aygır
bear
ayı
the same / ditto / exactly / just the same ( adv)
aynen
the same (adj)
aynı
at the same time
aynı anda
moreover /also (a)
ayrıca
detail
ayrıntı
little / peu / kaum / not enough
az
Well done ! /Bravo
Aferin !
month
ay
a month ago
bir ay önce
to ignite / fire /set off / let fly
ateşlemek
bitter / painful / heartbroken / mournful / wehmütig
acılı
with a mournful voice
acılı bir sesle
to become open / to get lighter(heller) / to open up into... / to lead to
açılmak
to lower / to descend (intransitive)
alçalmak
white/close to white
ak
Mediterranean
akdeniz
to become lighter/ to become/turn white
ağarmak
My hairs have started to turn white.(a)
Saçlarım ağarmaya başladı.
to get hungry / to be hungry / to feel hungry
acıkmak
hungry
to explain
açıklamak
to make somebody explain something
açıklatmak
to cause sb to make sb explain sth
açıklattırmak
to cause sb to cause sb to make sb explain sth
açıklattırtmak
to cause sb to cause sb to cause sb to make sb explain sth
açıklattırttırmak
The teacher made me explain the answer of the question.
Öğretmen sorunun cevabını bana açıklattı
The teacher explained to me the answer of the question.
Öğretmen sorunun cevabını bana açıkladı
The teacher caused sb to explain the answer of the question to me.) (namely: he told someone else to explain it to me, and that person did.
Öğretmen sorunun cevabını bana açıklattırdı
Europe
Avrupa
to despise, to run sb down, to degrade /humilate
aşağılamak
Abandon to run me down! Stop humilating me !
Beni aşağılamaktan vazgeç!
moon light
ay ışığı
to stand up
ayağa kalkmak
to suffer
acı çekmek
He had suffered much.
Çok acı çekmişti.
(towards /straight) downwards
aşağıya doğru
Their capes shining in the moonlight.
Örtüleri ay ışığında parlayarak
But this did not reduce her beauty.
ama bu güzelliğini azaltmıyordu.
to decrease / reduce sthg
azaltmak
to decrease / reduce (intransitive)
azalmak
to get heavy / to get harder / to get serious / to spoil (food)
ağırlaşmak
to get heavy with the smell of the Urgals
Urgalların kokusuyla ağırlaşmak
It dashed quickly ahead
hızla ileri atıldı
Palm (hand)
avuç
from the inside of his palm
avucunun içinden
to brighten / to lighten
aydınlatmak
It lightened the trees with a blood coloured light.
Ağaçları kan rengi bir ışıkla aydınlattı.
to jump from (the top of) the horse
atın üstünden atlamak
to take a step
bir adım atmak
after taking a step
bir adım attıktan sonra
after taking a step towards them
Onlara doğru bir adım attıktan sonra
it remained in flames
alevler içinde kaldı
area / field / space
alan
the trap area
tuzak alanı
mercilessly / cruelly/ pitilessly / grimly
acımasızca
off shore / in the open (naut. term) here: away from
açığında
one and a half miles away from
bir buçuk mil açığında
one and a half miles away from the trap area
tuzak alanının bir buçuk mil açığında
six meters down (lower)
altı metre aşağı
he jumped and landed.
atlayıp indi
instantly / in an instant / right away /immediatly
anında
according to ressearch
araştırmalara göre
Beer and similar beverages decrease your interest in your environment.
Bira ve benzeri içecekler, sizin çevrenize olan ilginizi azaltır
When the Urgals dashed ahead..
Urgallar ileri doğru atılırken
a flame ball
bir alev topu
vulgar / lowly
adi
in a vulgar language
adi bir dilde
in a vulgar language only known to him
yalnızca kendisinin bildiği adi bir dilde
to supply / offer
arz etmek
to not appeal
çekicilik arz etmemek
mediation / intercession
aracılık
to overcome / beat / overwhelm
alt etmek
The light shines in the darkness. The darkness could not overcome it.
Işık karanlıkta parlar. Karanlık onu alt edemedi.
There was the real light that came to earth, illuminating every human being.
Dünyaya gelen, her insanı aydınlatan gerçek ışık vardı. 
He was in the world, the world came to being through him (with his mediation) but the world did not know him.
O, dünyadaydı, dünya Onun aracılığıyla var oldu, ama dünya Onu tanımadı
appartment block / building
apartman
the flats of a building
apartmandaki daireler
shoe
ayakkabı
a shoe thief
ayakkabı hırsızı
in order to find the shoe thieves
ayakkabı hırsızlarını bulmak için
in order to / with the purpose to
amacıyla
in order to find the thief stealing shoes
ayakkabı çalan hırsızı bulmak amacıyla
It is no longer important. / It doesn't matter anymore.
Artık önemli değil.
to hang
asmak
hanging, suspended, dependent, pendant, pendent, pending
asılı
prey (a)
av
to call / search / seek / look for / to call (someone on the phone)
aramak
to hunt for prey (a)
av aramak
(which had been) flying in the air and hunting for prey (a)
havada uçan ve av arayan
to keep hanging
asılı durmak
mind / intellect / wisdom
akıl
my love
aşkım
golden-haired
altın saçlı
a golden-haired woman
altın saçlı bir kadın
mirror
ayna
his reflection (which was) in the mirror
aynadaki yansıması
seperated by / divided by...
... ile ayrılmış
divided by a line
bir çizgi ile ayrılmış
meaning / significance / sense / point
anlam
This symbol had a meaning.
Bu simgenin bir anlamı vardı.
to jump onto X
X’e atlamak
how fast you jumped onto the idea / how fast you accepted the idea
Fikre nasıl atladın
to understand (a)
anlamak
to agree / bargain/ settle (a)
anlaşmak
to be understood (a)
anlaşılmak
the fact that it is impossible to understand (lit. cannot be understood)
anlaşılamamasıdır
also why that speaker comes up until the end of the news with an emotionless expression but smiles at the last words is a fact that cannot be understood.
o da spikerin neden donuk bir ifadeyle haberin sonuna kadar gelip de son kelimelerde gülümsediğinin anlaşılamamasıdır.
mothertongue / native language
anadil
About twenty million people speak this language as their mothertongue.
Bu dili yaklaşık yirmi milyon insan anadili olarak konuşuyor.
hunting / huntsmanship / Jagd
avcılık
to be fed for hunting purposes /work
avcılık işler için beslenmek
a mammal with a good sense of smell, fed for guarding and hunting purposes
çok iyi koku alan, bekçilik, avcılık işler için beslenen memeli hayvan
parasite
asalak
parasitic (by being a parasite)
asalak olarak
footless
ayaksız
a thin, long, soft, feetless, small animal living as a parasite in things as fruit, vegetables, meat, cheese, wood and bowels.
meyve, sebze, et, peynir, tahta, bağırsak gibi şeyler içinde asalak olarak yaşayan, ince, uzun, yumuşak, ayaksız küçük hayvan
domaine / Domäne (biol.) (e.g. Eucaria / Eukarioten(echter Zellkern/ reiche Kompartimentierung/unlike bacteria)
Üst âlem
to train s.o. to accept sth / to make sth go smooth / to allow s.o. to get addicted
alıştırmak
to get accustomed to / to get trained to
alıştırılmak
a predatory bird trained to be used for bird hunting
alıştırılarak kuş avında kullanılan yırtıcı kuş
monthly
aylık
salary (= monthly payment)
aylık
with a monthly salary
aylıkla
amateur
amatör
bright / brightness
aydınlık
The sun was giving a bright light.
Güneş aydınlık bir ışık veriyordu.
The brightness and warmth of the sun
Güneşin aydınlığı ve ısısı
to pay attention/ mind/ heed/ take heed of/ bother about/ care
aldırmak
attention / care
aldırış
not to mind / not to pay any attention to a dative
aldırış etmemek
He walked with a steady stride without paying attention to the wind.
Rüzgâra aldırış etmeden telaşsızca yürüyordu.
monument
anıt
sheep fold/ sheep pen
ağıl
helpless / incapable / inept / impotent / powerless / weak
aciz
how helpless
ne kadar aciz
greatness /grandeur / magnificence (a)
azamet
despite (r) all its greatness
bütün azametine rağmen
My address information
Adres bilgilerim
I want to change my address
Adresimi değiştirmek istiyorum
clarity / openness
açıklık
to restore clarity / to get straight
açıklığı kavuşturmak
Let's get something straight.
Bir şeyi açıklığa kavuşturalım.
rear (a)
art
to ignore
göz ardı etmek
but of course
ama tabii
to reserve / to book
ayırtmak
to differentiate
ayırt etmek
He did not care anymore
Artık aldırmıyordu
to snack
atıştırmak
You snack a bit
Biraz atıştırsın
separation
ayrılık
lamentation /wail
ağıt
(Book of) Lamentations
Ağıtlar
to mourn / lament / wail
ağıt yakmak
exercise
alıştırma
twilight
alacakaranlık
at (the time of ) / by twilight
alacakaranlık vakti
wooden (a)
ahşap
the black wooden (a) house door / the house door (made)out of dark wood
Kara ahşaptan ev kapısı
he stood a few steps behind (g) them and
o onların birkaç adım gerisinde durup
to scold
azarlamak
as if she wanted to scold
azarlarcasına
One magpie as if she wanted to scold opened her wings and...
Bir tane saksağan azarlarcasına kanat çırpıp...
suddenly
bir anda
vow / offering
adak
show breads (OT) /offering breads
adak ekmekleri
He ate the show breads which only the priests could eat.
O, ancak kâhinlerin yiyebileceği adak ekmeklerini yedi.
to not explain
açıklamamak
accepting / dignified/ sober-minded/ unpertubably (lit.heavy-headed)
ağır başlı
maximum
azami
understanding/ comprehensive
anlayışlı
overjoyed / grin from ear to ear (lit his mouth is in his ears)
Ağzı kulaklarında
aggressive/ adventuresome/ enterprising /bold /reckless
atılgan
I am hungry = I've become hungry. I wasn't before, but now it's changed
Acıktım
If I don't eat something for 5 hours, I get very hungry - habit / happens every time
Beş saat bir şey yemezsem çok acıkıyorum
dude
Abicim
impulsiveness / Being impulsive/ initiative / boldness / Kühnheit / Verwegenheit / Wagemut
atılganlık
priviledge
ayrıcalık
the priviledge to know
bilme ayrıcalığı
the priviledge to know the secrets
sırları bilme ayrıcalığı
the priviledge to know the secrets of the Kingdom of heavens
Göklerin Egemenliği'nin sırlarını bilme ayrıcalığı
time before sunrise / sky is getting light blue / sun not yet to be seen ('whitening')
ağarma
I am priviledged
ayrıcalıklıyım
Let me get this straight (us - this subject)
Bu konuyu açıklığa kavuşturalım
Let's clarify a few things
Birkaç şeyi açıklığa kavuşturalım
hastiness / rashness / speediness / impetuosity
acelecilik
Hastiness causes people to make mistakes (drops them to error)
Acelecilik insanı yanılgıya düşürür.
Can you call me?
Beni arayabilir misin?
Can you open it?
Onu açabilir misin ?
I can't understand you.
Seni anlayamıyorum.
We can call him and his friend. (phone)
Onu ve arkadaşını arayabiliriz.
I am having dinner.
Akşam yemeği yiyorum.
Feelings and thoughts need to be explained open and clearly (net). /in a clear way (ş)
Duygu ve düşüncelerin açık ve net bir şekilde anlatılması gerekir. 
to be told / to be explained
anlatılmak
The situation and the event to be explained /told
Anlatılacak hâl ve olay,
narrator
anlatıcı
in the narrator's mind
anlatıcının zihninde
to be fixed / determined in the narrator's mind
anlatıcının zihninde belirlenmek
It must be clearly and net fixed / determined (b) in the narrator's mind
anlatıcının zihninde açık ve net biçimde belirlenmelidir.
The situation and the event to be explained, must be clearly and net defined in the mind of the narrator.
Anlatılacak hâl ve olay anlatıcının zihninde açık ve net biçimde belirlenmelidir.
Characteristics of Expression
Anlatımın Özellikleri
Fluency / fluidity / smoothness
akıcılık
firefly / glowworm / Glühwürmchen
ateşböceği
expression / manner of telling
anlatım
sunflower (lit. moonflower)
ayçiçeği
sunflower oil
ayçiçek yağı
deceitfulness / trickiness
aldatıcılık
sixty
altmış
almost / so to say / nearly / as good as
adeta
as good as frozen
adeta donmuş gibi
snack
atıştırmalık
can we have ... please?
... alabilir miyiz lütfen?
Can we have the menu please ?
menüyü alabilir miyiz lütfen?
starter / apéritive
aperatif
main course
ana yemek
I would like (I'll have) (a) - Let me take
alayım
I would like a glass of tea (have) - Let me take ...
bir bardak çay alayım
I would like some milk (have) Let me take some milk
biraz süt alayım
Bankcontact /Mister cash
ATM
to 'go' shopping
alışverişe gitmek
Let's go shopping (g)
Alışverişe gidelim.
family
aile
grandmother (maternel)
anneanne
That is my friend from the States.
Bu Amerika'dan arkadaşım
scarf
atkı
What do you want to buy ?
Ne almak istiyorsun?
hot / warm /spicy
acı
allergic
alerjik
seperate / dissimilar / distinct
ayrı
ooops ! / oh !
aman!
to have dinner
akşam yemeği yemek
That one is actually bigger
aslında şu daha büyük
Germany
Almanya
lawyer
avukat
toe
ayak ucu
emergency
acil durum
pain
ağrı
headache
baş ağrısı
fever
ateş
to hurt (to be painful); to pity
acımak
I see...
anlıyorum ...
This is an emergency.
bu acil bir durum
it hurts
acıyor
downstairs
alt kat
between
arasında
It's between the kitchen and the living room.
mutfak ve oturma odası arasında
I have to buy a present for my mum
annem için bir hediye almam gerekiyor
weight
ağırlık
It weighs a ton!
bir ton ağırlığında!
kindergarden
anaokulu
ambulance
ambulans
My arm hurts
kolum acıyor
to go out for dinner
akşam yemeğine çıkmak
the sixth
altıncı
the sixty-third
altmış üçüncü
August
Ağustos
December
Aralık
euro
avro
an agreement / a deal
anlaşma
to make a deal / to make an agreement
bir anlaşma yapmak
Let's make a deal
bir anlaşma yapalım
Do you know where my keys are ?
anahtarlarımın nerede olduğunu biliyor musun?
Your keys are under the sofa.
anahtarların koltuğun altında
My friends and I are going out for dinner.
arkadaşlarım ve ben akşam yemeğine çıkacağız
to be over the moon / for the mouth to reach the ears
ağzı kulaklarına varmak
o dear
aman allahım
Will you be back before or after dinner?
akşam yemeğinden önce mi sonra mı döneceksin?
to leave; to depart; to break up
ayrılmak
When are you going to leave ?
ne zaman ayrılacaksın?
love life
aşk hayatı
I don't want to talk about my love life.
Aşk hayatımdan konuşmak istemiyorum
cynical / mockingly (... b)
alaycı bir biçimde
Aches and pains
ağrılar ve acılar
Aches and pains turned into distant memories, then vanished.
Ağrılar ve acılar uzak anılara dönüştü, sonra yok oldu.
argument (reasoning)
argüman
American football
Amerikan futbolu
What's the point? / What's the meaning?
ne anlamı var?
to make sense
anlam ifade etmek
What's on your mind?
aklında ne var?
Africa
Afrika
Asia
Asya
Australia
Avustralya
Antarctica
Antarktika
Asian
Asyalı
European
Avrupalı
hunting knife
avcı bıçağı
to spoor / to track (game) /eine Spur verfolgen
av izi sürme
hunter
avcı
He was the only hunter near Carvahall.
Carvahall yakınındaki tek avcıydı o.
He was the only hunter near Carvahall who had the courage to track game.
av izi sürme cesareti gösteren Carvahall yakınındaki tek avcıydı o.
It was the third night of the hunt.
Avın üçüncü gecesiydi.
sometimes / occasionally / from time to time
ara sıra
He looked only occasionally at the tracks.
İzlere yalnızca ara sıra bakıyordu.
angle
açı
Its left front foot was stretched in a weird angle
sol ön ayağı garip bir açıyla uzanmıştı.
from different angles
değişik açılardan
Why did you go to Europe?
Neden Avrupa'ya gittin?
justice
adalet
The United States of America
Amerika Birleşik Devletleri
Is there a king in the United States?
Amerika Birleşik Devletleri'nde bir kral var mı?
There is no king or queen in the United States.
Amerika Birleşik Devletleri'nde kral veya kraliçe yok.
It's a deal!
anlaştık!
In that case we are colleagues from now on
O zaman biz de artık iş arkadaşıyız
military
askeriye
soldier
asker
beginner
acemi
beginner's luck
acemi şansı
to cry
ağlamak
suddenly (a) I got very scared
aniden çok korktum
candidate
aday
poll
anket
coach /trainer
antrenör
what an idiot!
ne aptal!
to forgive
affetmek
forgive me
beni affet
wise
akıllıca
That was a wise choice.
akıllıca bir seçimdi
understood / roger
anlaşıldı
step
adım
she's always two steps ahead of me
her zaman benim iki adım önümde
'the way of the mind is one' / (great) minds think alike
aklın yolu bir
fair /just
adil
unfair
adaletsiz
silly
aptalca
this isn't fair
bu adil değil
this is so unfair
bu o kadar adaletsiz ki
you should forgive him
onu affetmelisin
she shouldn't tell anyone
hiç kimseye anlatmamalı
should I forgive my boyfriend?
erkek arkadaşımı affedeyim mi?
to turn up the volume
sesini açmak
operation (med)
ameliyat
antibiotics
antibiyotik
alcohol
alkol
alcoholic
alkollü
junk food
abur cubur
actor (a)
aktör
actris (a)
aktris
to cross; to exceed
aşmak
you have crossed the line
çizgiyi aştın
difference between ...
... arasındaki fark
anaesthetics
anestezi
allergy
alerji
to be in pain
ağrısı olmak
to fall in love
aşık olmak
lung
akciğer
why did you fall in love?
neden aşık oldun?
we broke up
ayrıldık
he had less hair than that guy
şu adamdan daha az saçı vardı
... the box which I opened
... açtığım kutu
astronaut
astronot
to be in the way
ayak altında olmak
ancestor / forefather
ata
our ancestores
atalarımız
the god of our forefathers
atalarımızın Tanrı'sı
I didn't understand this
Bunu anlamadım
I don't understand
Anlamıyorum
Are you hungry
Aç mısın
I am hungry too
Ben de açım
Love conquers all / Amor omnia vincit
Aşk her güçlüğü yener
No pain no gain (a k y)
Acısız kazanç yoktur
irritable / nervous (a)
asabi
When she is unhappy she is irritable.
Mutsuz olduğu zaman asabidir.
to get over / to bypass / to survive
atlatmak
argo: to give s.o. the slip / o escape from someone who is watching or following you
birini atlatmak
anyhow /somehow or other you will get over it
nasıl olsa sen atlatırsın
to be looked for
aranmak
red / rosy / scarlet
al
belonging (defect verb)
aidiyet
belonging (defect verb)
ait olma
belonging (defect verb)
aitlik
receiver (receiving person) /Empfanger
alıcı
Ablative
ayrılma hâli - -den hâli
We too belong to the Lord (M) 2 Korintiler 10:7
Biz de Mesih'e aitiz.
bisextile
artık yıl
nuclear waste
nükleer atık
(food) leftover
artık yemek
not anymore/no more
artık yok
enough is enough
yeter artık!
but it's over
ama artık bitti
off you go (go ahead / get started)
artık başlayın!
stop it (d/k)
dur artık - kes artık
drop it (drop the subject)
kapat şu konuyu artık!
to have one's luck run out (it no longer smiles to your face)
artık şans yüzüne gülmemek
the ball is in your court now
artık top sende
Don't talk when your mouth is full!
Ağzın doluyken konuşma !
It is the red (= ripe and juicy) apple that gets a lot of people throwing stones at it. meaning: Successful people are often a target for envious and slanderous criticism.
Al elmaya taş atan çok olur.
Though it is the hand (=man) that grabs the credit, it is in fact the tool that does the work. This is the inverted way of saying, "A bad workman (always) blames his tools. A poor workman blames his tools."
Alet işler, el övünür.
accustomed /gewohnt (...m...)
alışmış
to be used to / to be accustomed to
alışmış bulunmak
Once a thief always a thief / The addict is more desperate and dangerous than the rabid. ("Addiction" here has no special reference to drugs; it merely points to "one who is used to".)
Alışmış kudurmuştan beterdir.
sigh /curse
ah
to groan
ah etmek
to sigh
ah çekmek
to sigh over sthg / s.o.
ah vah etmek
stupid me
ah aptal kafam
to be cursed for one's cruelty
ah almak
slowly (a)
aheste aheste
Desist from provoking the innocent's malediction; otherwise, your wrongdoing will be visited upon you by and by, slowly but surely. Don't get the oppressed's curse on you, activating slowly....
Alma mazlumun âhını, çıkar aheste aheste.
Haste makes waste. transl: "The devil gets involved in things hastily done."
Acele işe şeytan karışır.
A hungry bear will not dance/play. meaning: "One cannot work on an empty stomach." [This is the kind of proverb with which you might even remind the fact to your boss (surely, an asshole or a bitch) if you are plucky enough.]
Aç ayı oynamaz.
A quiet baby gets no suck. It's the creaking wheel that gets the grease.
Ağlamayan çocuğa meme verilmez.
idiot /fool (...k)
Ahmak
coin
akçe
silver coin (lit. white coin)
ak akçe
The silver coin is for dark days. ( Save something for a rainy day)
Ak akçe kara gün içindir.
If brains were put to sale in the bazaar, everyone would choose his own.
Akılları pazara çıkarmışlar, herkes kendi aklını beğenmiş.
Misfortunes come always one upon another. It never rains but pours. Misfortunes never come singly.
Aksilikler hep üst üste gelir.
shame / reproach /blemish / fault
ayıp
to behave shamefully /disgrace
ayıp etmek
scandalous
çok ayıp
There is no shame in not knowing, shame lies in not finding out.
Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp.
Shame on you
ayıp sana
for shame
ne ayıp
hidden defect
gizli ayıp
free from defects
ayıpsız
He who looks for a friend without blemish remains friendless.
Ayıpsız dost arayan dostsuz kalır.
A person's mirror are his works,words are not looked at. (Actions speak louder than words)
Aynası iştir kişinin, lâfa bakılmaz.
He who steals a little will also steal a lot.
Azı çalan çoğu da çalar.
He who steals a little will also steal a lot.
Azı çalan çoğu da çalar.
Avocado
Avokado
Quitte
ayva
Pistazie
Antepfıstığı
barley /Gerste
arpa
aromatic
aromalı
Sunflowerseed
ayçiçek çekirdeği
kinship /Verwandschaft
akrabalık
Blood runs thicker than water
akrabalık arkadaşlıktan daha önemlidir
seperately
ayrı ayrı
the evening news
akşam haberleri
to catch the last evening news
son akşam haberlerini yakalamak
unusual / unconventional / eccentric
alışılmamış - alışılmadık
Custom/habit /Gewohnheit
alışkanlık
regular / usual / common / accustomed (a)
alışılmış
the habitual criminal
alışılmış suçlu
the usual thing
alışılmış şey
less than the usual amount
alışılmış miktardan az
unusual / unordinary
alışılmış olmayan
but the Queen did not care about this anymore
ama Kraliçe'nin buna aldırdığı yoktu artık
pale (a)
akça
Maple / Ahorn
akçaağaç
hunger
açlık
Lupinen
acıbakla
Do you understand (me)?
Anlıyor musun?
toes
ayak parmakları
abonnieren
abone olmak
address book (computer)
adres defteri
paperclip /Büroklammer
ataş - ataç
palm ( hand)
aya
parents (a)
anababa
I am going to this address
Bu adrese gidiyorum.
Hurry up !
Acele et !
Call an ambulance !
Ambulans çağırın !
atmosphere
atmosfer
moonstone /Mondstein (pearly white /consisting of alkali feldspar)
aytaşı
agate / Achat
akik
aquamarine (mavimsi yeşil değerli bir taş)
akuamarin
Nitrogen / Stickstoff - N 7
azot
Argon - Ar 18 (renksiz gaz)
argon
bee eater/merop /Bienenfresser (Southeast european/African bird - about 24 cm big/ very colourful)
arıkuşu
a natural desire
doğal arzu
to desire
arzu etmek
a desire
arzu
albatross
albatros
As (cards) (a)
as
Knight Pferd (chess)
at
to applaud
alkışlamak
atomic structure
atomik yapı
I think you have some knowledge about the atomic structure.
Atomun yapısı hakkında birtakım bilgilere sahipsindir, diye düşünüyorum.
plus / positif (e.g. electrons)
artı
1 + 1 = 2
Bir artı bir eşittir iki.
So it was said," As many as there are protons and neutrons, that is the weight of the atomic nucleus."
O yüzden, 'kaç proton ve nötron varsa, atom çekirdeği o ağırlıktadır,' deniyordu.
reminiscent/ reminding of (a)
andıran
The door led to / opened up to a hall (h) reminding of a tube shaped tunnel
Kapı, tüneli andıran, boru şekilli bir hole açılıyordu.
smokeless / rauchfrei
dumansız
folk /community / people (a)
ahali
used to / accustomed (..k..)
alışkın
She is accustomed to fly outside.
Dışarıda uçmaya alışkın.
surface / Fläche (geom)
alan
as much as possible
alabildiğine
as far as possible from x
x-den alabildiğine uzak
As a matter of fact / lit. if you take a look at its actual form
Aslına bakarsanız
As a matter of fact / if you were to take a look at its actual form
Aslına bakacak olursanız
as far as possible from being x
x olmaktan alabildiğine uzak
He was as far as possible from being normal.
O normal olmaktan alabildiğine uzaktı.
He went to a place as far as possible from his home.
O, kendi evinden alabildiğine uzak bir yere gitti.
wand
asa
training
antrenman
padlock / Vorhängeschloß
asma kilit
a cage with padlock
asma kilitle kafes
courtyard / yard / atrium
avlu
helter-skelter / headlong / hurriedly
apar topar
to make fun of an acc / to laugh about an acc/ sich lustig über /jem. auslachen
alay etmek
less / fewer
daha az
Nearly / almost (a)
az daha
to remember /to commemorate / to mention / gedenken
anmak
to be commemorated / refered to / mentionned
anılmak
He who must not be named (the person whose name must not be mentionned/commemorated)
Adı Anılmaması Gereken Kişi
It's all that keeps me going. / Das einzige was mir hilft weiterzumachen. / Das einzige was mich auf den Beinen hält.
Beni ayakta tutan tek şey bu.
I don't belong here.
Ben buraya ait değilim.
I belong to your World - to the one's that are in Hogwarts ( Hogwarts'ta olan dünyaya.)
Ben sizin dünyanıza aidim - Hogwarts'takine.
put your foot down (on the gas)!
Ayağını gaza bas !
Let's have it ! Let'hear it !
Anlat bakalım!
antik dealer
antikacı
antik shop
antika (cı) dükkânı
to take into pieces / to seperate / to disassemble
ayırmak
familiar (a)
aşina
a melody (e) that was familiar
aşina olduğu bir ezgi
it sounded (was) to her ear as if a familiar melody was played
aşina olduğu bir ezgi çalınır gibi oldu kulağına
to petrify
aklını başından almak
this vision petrified her
Bu görüntü aklını başından alıyordu .
to lighten up / to brighten / to become enlighted
aydınlanmak
to purify (a) (chemically )
arıtmak
waste
atık
exces
artık
to cleanse (r.g. from sin)
arındırmak
But if we confess our sins, God, who is faithful and just, will forgive our sins and cleanse(fut/fact) us from all evil. (k) (1 Jn 1:9)
Ama günahlarımızı itiraf edersek, güvenilir ve adil olan Tanrı günahlarımızı bağışlayıp bizi her kötülükten arındıracaktır.
to get over (btw a shock)
üzerinden atmak
to not be able to get over the shock
şoku üzerinden atamamak
Ashraf who hadn't still been able to get over the shock of the event
Hâlâ olayın şokunu üzerinden atamamış olan Eşref
And Ashraf who hadn't still been able to get over the shock of the event was not going to be interested anyway in the mess.
Hâlâ olayın şokunu üzerinden atamamış olan Eşref'in de zaten dağınıklıkla ilgilenecek hâli yoktu.
Akkadian
Akadca
minimal
asgari
I wonder when they'll come back.
Acaba ne zaman dönecekler ?
named / called
adlı
The book called 1001 nights
'Bin Bir Gece' adlı kitap.
mocking behaviour / Spott (a t)
alaycı tavır
This mocking behaviour of his burned like nettels.
Onun bu alaycı tavrı ısırgan otu gibi yakıyordu.
He doesn't talk much (lit. He has a mouth, he doesn't have a tongue)
ağzı var dili yok
stream /current (a)
akıntı
all (slang)
alay
on all of them (slang)
alayında
a few dudes all with (knife) scars on them (slang)
birkaç babo alayında façalar
all of them were machos (slang)
alayı maço
vulgarly /coarsely /abjectly
adice
Because the people of the land are doing abjectly /vulgarly adultery by leaving me.
çünkü ülke halkı benden ayrılarak adice zina ediyor.
We got hungry. Come on let's go and eat !
Biz acıktık,hadi yemek yiyelim.
yes in many ways / lit from many angles
Evet pek çok açıdan
relevance / relation /connection / interest /concern
alâka
to take an interest in / to be interested in
alâka duymak
to show interest
alâka göstermek
the interest that you showed
göstermiş olduğun(uz) alâka
no that has nothing to do with it / rien à voir
hayır ne alâka
What has this got to do with me?
Bunun benimle ne alâkası var ki ?
Is there a point you don't understand?
Anlamadığınız bir nokta var mı?
to get used to
alışmak
to get used to getting up early
Erken kalkmaya alışmak
Did you not get used to getting up early?
Erken kalkmaya alışmadın mı?
Should we have done that much shopping ?
Bu kadar çok alışveriş yapmalı mıydık?
come on dude (a) tell us
Hadi abi anlatsana !
Ashure or Noah's Pudding is a Turkish dessert porridge that is made of a mixture consisting of grains, fruits, dried fruits and nuts.
aşure
to make friends
arkadaş edinmek
I made many friends there.
Orada çok arkadaş edindim.
Junk food is harmful to health.
Abur cubur yemek sağlığa zararlıdır.
nearly / almost
Az kalsın
There almost happened a car accident
Az kalsın trafik kazası oluyordu!
I almost had a car accident. (spoken)
Az kalsın bir kaza geçiriyordum.
I almost made a car accident.
Az kalsın bir kaza yapıyordum.
I almost had a car accident. (formal)
Az kalsın bir kaza geçirecektim.
I almost made a car accident. (formal)
Az kalsın bir kaza yapacaktım.
The first man who stepped on the moon
Aya ilk ayak basan insan
Do you remember the first man who stepped on the moon ?
Aya ilk ayak basan insanı hatırlıyor musun?
What's your hurry ?
Acelen ne böyle?
There is a noise downstairs (lit. There are noises coming from downstairs.)
Aşağıdan gürültüler geliyor.
not any more
artık hayır
For me, learning a language has a different meaning than everyone understands. (can understand)
Benim için bir dil öğrenmenin herkesin anlayabildiğinden farklı bir anlamı vardır.
For me, learning a language carries a different meaning than everyone understands.
Benim için bir dil öğrenme herkesin anlayabildiğinden farklı bir anlamı taşır.
Sometimes I fall in love, sometimes I die.
Bazen aşık olur,bazen ölürüm.
idle / vagabond / hobo / flaneur / wanderer
avare
to sit around (do nothing)
avare avare oturmak
to wander around idly / to roam / ramble / fool about
avare avare dolaşmak
incessant / everlasting /non stop
ardı arkası kesilmeyen
non stop phone calls
ardı arkası kesilmeyen telefonlar
non-stop
aktarmasız
a direct ticket (non-stop ticket)
aktarmasız bilet
researchers
araştırmacılar
Ressearchers explain its reason as follows :
Araştırmacılar, bunun sebebini şöyle açıklıyor:
Men, even in stormy weather do not give up their habits and what they want to do.
Erkekler, fırtınalı havalarda bile alışkanlıklarından ve yapmak istedikleri şeylerden vazgeçmez.
according to information received
alınan bilgiye göre
courthouse /justice / court of law
adliye
to be sent to court
adliyeye sevk edilmek
juridical / foresenic / gerichtlich
adli
break / interruption (a)
ara
to break / interrupt / suspend / lay off / discontinue
ara vermek
The hearing was suspended for 1 hour
Duruşmaya 1 saat ara verildi
to be transferred
aktarılmak
to be inherited from generation to generation
kuşaktan kuşağa aktarılmak
between four and five o'clock
Saat dört-beş arası
the water surface, flat as a mirror / die spiegelglatte Wasseroberfläche
suyun ayna kadar düz yüzeyi
He fixed his eyes on the mirror-flat watersurface / Er starrte auf die spiegelglatte Wasseroberfläche.
Gözlerini suyun ayna kadar düz yüzeyine dikti.
the judicial court of Izmir.
İzmir Adliyesi
nicknamed / called
adlandırılan
an archive image
bir arşiv görüntüsü
THey showed an archive image from the mobile phone
cep telefonundan bir arşiv görüntüsü gösterdiler
They showed an archive image of previous passages by sea from the mobile phone
cep telefonundan deniz yoluyla önceki geçişlere ait bir arşiv görüntüsü gösterdiler
We were friends.
Biz arkadaştık.
Maybe if he had some sleep, he could figure out tomorrow.
Belki biraz uykusunu alırsa, yarın çözebilirdi.
He's going to take the Ankara plane tonight. (lit. He'll board tonight's Ankara airplane.)
Bu akşamki Ankara uçağına binecek.
If I get a diplom, I would get a good job.
Bir diploma alırsam, iyi bir işim olur.
This means that (the distance) between home and work is far.
Bu da ev ile iş arasının uzak olması demek.
Let's keep this in mind.
Bu konuyu aklımızda tutalım.
If I get any news I'll call you.
Bir haber alırsam, seni arayacağım.
I'll phone you.
Sana telefon açacağım.
increasing / on the upgrade
artmakta
trend
akım
I like this trend.
Bu akımı seviyorum.
It requires me to change my habits.
Alışkanlarımı değiştirmemi gerektiriyor.
conscious / sober / wide awake
ayık
to remain sober
ayık kalmak
to keep awake
ayık tutmak
a sober driver bringing back drunk people / a designated driver
alkollü kişiyi götüren ayık şoför
committed to / devoted to
adanmış
network services dedicated devices
ağ hizmetleri adanmış cihazlar
devices dedicated to playing
oynamaya adanmış cihazlar
devices dedicated to mining
madencilik adanmış cihazlar
painkiller
ağrı kesici
to take painkillers
ağrı kesici içmek
vaccination
aşı
to take vaccination
aşı tutmak
certificate of vaccination
aşı kağıdı
aquarium
akvaryum
to entertain / welcome / receive / show hospitality
ağırlamak
We shall be happy to welcome you in our hotel.
Sizleri otelimizde ağırlamaktan mutlu olacağız
frankly speaking / strictly speaking /to tell the truth
açıkçası
To be honest I didn't do much.
Açıkçası pek bir şey yapmadım.
accordion
akordeon
carfree
arabasız
Surprising traffic accident on the carfree day in Brussels
Brüksel'de "Arabasız Gün"de şaşırtan trafik kazası
afforestation /Bewaldung
ağaçlandırma
realm (a) / world / jollificatian / party / boooze-up
alem
destiny
alın yazısı
my destiny
alın yazım
poltergeist
afacan peri
Have mercy (pity) on me
Halime acı
chandelier / Kronleuchter
avize
azalee
açelya
I even watered the azalee
açelyayı bile suladım
It's beyond me /I can't believe it /cela me dépasse
aklım almıyor
It was beyond me /I couldn't believe it
aklım almıyordu
It was beyond me how such a disgusting thing could be valuable
böyle iğrenç bir şeyin nasıl olup da değerli olabileceğini aklım almıyordu
I couldn't imagine how such a disgusting thing could be as valuable as he claimed.
böyle iğrenç bir şeyin nasıl olup da onun iddia ettiği kadar değerli olabileceğini aklım almıyordu
I couldn't imagine how the man could claim that something so disgusting was valuable
böyle iğrenç bir şeyin değerli olduğunu nasıl olup da adamın iddia edebileceğini aklım almıyordu
deplorable / pathetic / pitiable / lamentable/regrettable
acınacak
I know thwre are things between heaven and earth that we can't explain.
Yer ve gök arasında açıklayamadığımız bir şeylerin var olduğunu biliyorum.
to set foot on
ayak basmak
slang for:vagina
am
relevant
alakalı
She has been my girlfriend for two months.
O, iki aydır kız arkadaşım.
uprising /riot /revolt
ayaklanma
The uprising brought about the needed (social) changes.
Ayaklanma, ihtiyaç duyulan değişiklikleri getirdi.
snacks (fruit /soup / a 'meal' inbetween/not used for aperitive)
ara öğün
In the break snacks were served.
Molada ara öğün sunuldu.
exactly
aynen öyle
so much
amma
so much /many
amma çok
so much longer
amma uzun
so much less
amma az
so little
amma az
you lined up so many more things not to do
yapılmaması gereken amma çok șey sıraladın
a little bit / slightly /fractional/a sprinkle of
azıcık
one step (stair) from the top
en üstten bir alttaki basamak
The woman stood on one step from the top
Kadın en üstten bir alttaki basamakta durdu.
Look at this fool. He's reading the newspaper but it's upside down.
Şu aptala bak. Gazeteyi başaşağı okuyor.
upside down /topsy turvy
başaşağı
highway (a) main road
anayol
This is the highway (a) to Ankara.
Burası Ankara anayolu.
mishap /misfortune
aksilik
We arrived without any mishap.
Hiçbir aksilik olmadan vardık.
It's easier to ask forgiveness than permission.
Af dilemek, izin almaktan daha kolaydır.
device /aid (pl. equipment)
aygıt
(geological) sensing devices
(jeolojik) algılama aygıtları
to adjust /regulate /set (a)
ayarlamak
He adjusted (a) the wireless frequency.
Telsizin frekansını ayarladı.
harmony /unity /accordance /concord (a)
ahenk
disharmonious /cacophonical /discirdant /atonal
ahenksiz
the cacophonical echoes created (o) by the voices rising from cell phone conversations
cep telefonu görüşmelerinden yükselen seslerin oluşturduğu ahenksiz yankılar
obvious (a)
aşikâr
The ressemblance (likeness) is obvious. (a)
Benzerlik aşikâr.
nobility /dignity (a)
asalet
It is a pleasure for us to entertain you.
Sizi ağırlamaktan zevk duyarız.
soap opera
arkası yarın (diziler)
If you call me tonight, we'll make plans then.
Bu akşam beni ararsan bir plan yaparız
muscular
adaleli
a muscular body (v)
adaleli bir vücut
strange (a) /weird /odd /bizarre /grotesk/outlandish
acayip
They were making some weird (a) sounds
acayip sesler çıkarıyorlardı
idly
aylak aylak
to pick out /sort out /pluck /extract
ayıklamak
older brother
ağabey
his uncle's son whom he called his older brother
ağabeyi dediği amcasının oğlu
if not called and even when called
aranmazsa, hatta arandığı zamanlarda bile
For the family (household) knew that the tenants' only qualities were to not appear, to be hidden and to appear (surface m. ç.) as late and difficult as possible if not called and even if called.
Çünkü ev halkı, kiracılarının biricik vasfının, görünmemek, gizlenmek, aranmazsa, hatta arandığı zamanlarda bile mümkün mertebe geç ve güç meydana çıkmak olduğunu bilirlerdi.
Stand up! Everybody(all of you) stand up!
Ayağa kalkın! Hepiniz ayağa kalkın!
painful
acı verici
This thought was only a little less painful.
Bu düşünce de yalnızca biraz daha az acı vericiydi.
just now /a short time ago /a little earlier
az önce
not long time ago /recently
az zaman önce
what just happened
az önce yaşadığımız şey
what did you just say?
az önce ne dedin sen?
what you just said to me
az önce bana söylediklerin
what did I just tell you?
sana az önce ne dedim ben?
you just made the biggest mistake of your life
az önce hayatının en büyük hatasını yaptın
My uncle who isn't very rich works a lot.
Zengin olmayan amcam, çok çalışır.
Nobody called me.
Beni arayan yoktu.
I picked up (took) a bagel from the top of the fridge and began to eat it sullenly.
Buzdolabının üzerinden bir çörek aldım asık suratla yemeye başladım.
Laughing he did the same.
o da kahkaha atarak aynısını yaptı
They didn't pay any attention to us
bize pek aldırmazlardı
taken aback /astonished
afallamış
For a moment he looked/appeared surprised/taken aback /estonished. (a)
Bir an afallamış gibi görünüyordu.
nobleman / aristocrat
asilzade
to make sense of /to catch the meaning /to interprete
anlamlandırmak
being unable to catch the meaning /not being able to make sense of it
anlamlandıramayarak
"The Iron King?" Ash shook his head unable to make sense of it.
'Demir Kral mı?' diye anlamlandıramayarak başını salladı Ash.
you can't walk idly around here
burada aylak aylak dolaşamazsın
Don't exaggerate, really don't exaggerate!
Abartma, gerçekten abartma!
octopus
ahtapot
minority
azınlık
workshop (place)
atölye
at this time of the night
akşam akşam