Turkish Vocabulary and Sentences 1 - a

QuestionAnswer
to perceive /wahrnehmenalgılamak
Don't take it (anything) personallyHiçbir şeyi kişisel algılamayın
the only thing she could perceive in the dark(ness)Karanlıkta algılayabildiği tek şey
fierce / furious / wildazgın
at least three fierce dogs must be guarding this placeBurayı en az üç azgın köpek koruyor olmalı.
If one would look at this door / seen this doorBu kapıya bakılacak olursa
continuousaralıksız
The continous side by side standing booksAralıksız yan yana duran kitaplar
What did he tell you ? Was hat er dir erzählt?Sana ne anlattı?
they used to torment meacı çektiriyorlardı bana
to hobble /limp / hinken / humpeln (a )aksamak
proverb / sayingatasözü
It doesn't make any sense.Hiçbir anlam ifade etmiyor.
to torment / agonize / persecuteacı çektirmek
to exaggerateabartmak
Merciless / cruel / pitiless / grim/ brutalacımasız
to lower (a)alçaltmak
He lowered his voice.Sesini alçalttı.
clear / open / light (for colours)açık
clearly/ plainly /manifestly/ distinctlyaçıkça
to open / to turn on/upaçmak
Name/titlead
islandada
sage (herb)adaçayı
manadam
excuse-me (a)Affedersin
net /web
treeağaç
heavy / weighty / grave / severeağır
a heavy silenceağır bir sessizlik
I knew her sleep was heavy (past progr)Onun uykusunun çok ağır olduğunu biliyordum.
heavy/ deep sleepağır uyku
mouthağız
from my mouthağzımdan
stableahır
to take the horse to the stableatı ahıra götürmek
I would have told him to take his horse himself to the stableAtını ahıra kendisinin götürmesini söylerdim
immoralahlaksız
immoralityahlaksızlık
It is immoralityAhlaksızlıktır
raspberryahududu
intelligent / smartakıllı
someone intelligentakıllı biri
to confuse sb/ perplex / puzzle (a k)aklını karıştırmak
axle ( of a car/waggon)aks
opposite / adverse / spiteful (a)aksi
a spiteful (a) person (b)aksi biri
eveningakşam
the evening airakşam havası
supper / dinnerakşam yemeği
the evening star (a y)akşam yıldızı
in the eveningakşamleyin
scoundrelalçak
tool / equipment /instrument /devise / outfit / gadgetalet
flamealev
irritable / excitable /touchy (person)/ thin-skinned/ squeamish /easily offended / überempfindlichalıngan
touchiness /squeaminess / sensitiveness / Empfindlichkeitalınganlık
shoppingalışveriş
to go (out) shoppingalışverişe çıkmak
to do shoppingalışveriş yapmak
to takealmak
goldaltın
underaltında
aluminium -Al 13alüminyum
butama
purpose/goal / objectiveamaç
to intend / to aim at / to target + accamaçlamak
warehouse / storage / barn / storehouseambar
to gather food in barnsambarlara yiyecek biriktirmek
uncle (paternel)amca
Amethystametist
momentan
keyanahtar
pineappleananas
only / lediglich / but / howeverancak
memoryanı
suddenly (a...d)aniden
you don't understand (pl)anlamıyorsunuz
I can't explain /tellanlatmak elimde değil
for a momentbir anlığına
Even - if for a moment (only)hatta - bir anlığına olsa da
motheranne
suddenly (a...z)ansızın
Come one night suddenly againBir gece ansızın gel yine
foolaptal
like a fool / foolishaptal gibi
car / cart / wagonaraba
tool / means (could be a car e.g.)araç
between/ amongarası
to investigate / search research/ explore/ survey / studyaraştırmak
land/ territory/ terrainarazi
after (behind) a genitive (a)ardından
Seek ye first His Reign and righteousnessSiz öncelikle Onun egemenliğinin ve doğruluğunun ardından gidin.
beearı
back / hind / rear (a)arka
friendarkadaş
peararmut
no longer / no more / from now onartık
He increases the force of the powerlesstakati olmayanın kudretini artırır
to increase somethingartırmak
to increaseartmak
with a sullen /gloomy faceasık suratla
principally / originally / trueasıl
a silence was suspendedbir sessizlik asılıydı
to hang (on) / to be suspendedasılmak
never (a)asla
He seemed to never grow up.O asla büyümüyor gibiydi.
lionaslan
in fact / actually / originallyaslında
More or less / approximatelyaşağı yukarı
(that is) loweraşağıdaki
vile / wicked / meanaşağılık
downwardsaşağıya
the cookaşçı
storyteller /poetrysinger with long flute /loverâşık
I would have told him - gleeman or not...Âşık ya da değil, ona söylerdim.
extremeaşırı
to an extreme degree / extremelyaşırı derecede
love (romantic)aşk
horseat
fire (chimney / camp fire)ateş
to be thrown/to plunge / dashatılmak
seen how you jumpednasıl atladığına bakılırsa
to jump (over)atlamak
to throwatmak
consolation / solaceavuntu
to console / comfort / cheer up / deludeavutmak
I comforted myself with thisBununla kendimi avuttum
moonay
to jump to one's feetayağa fırlamak
footayak
stallionaygır
bearayı
the same / ditto / exactly / just the same ( adv)aynen
the same (adj)aynı
at the same timeaynı anda
moreover /also (a)ayrıca
detailayrıntı
little / peu / kaum / not enoughaz
Well done ! /BravoAferin !
monthay
a month agobir ay önce
to ignite / fire /set off / let flyateşlemek
bitter / painful / heartbroken / mournful / wehmütigacılı
with a mournful voiceacılı bir sesle
to become open / to get lighter(heller) / to open up into... / to lead toaçılmak
to lower / to descend (intransitive)alçalmak
white/close to whiteak
Mediterraneanakdeniz
to become lighter/ to become/turn whiteağarmak
My hairs have started to turn white.(a)Saçlarım ağarmaya başladı.
to get hungry / to be hungry / to feel hungryacıkmak
hungry
to explainaçıklamak
to make somebody explain somethingaçıklatmak
to cause sb to make sb explain sthaçıklattırmak
to cause sb to cause sb to make sb explain sthaçıklattırtmak
to cause sb to cause sb to cause sb to make sb explain sthaçıklattırttırmak
The teacher made me explain the answer of the question.Öğretmen sorunun cevabını bana açıklattı
The teacher explained to me the answer of the question.Öğretmen sorunun cevabını bana açıkladı
The teacher caused sb to explain the answer of the question to me.) (namely: he told someone else to explain it to me, and that person did.Öğretmen sorunun cevabını bana açıklattırdı
EuropeAvrupa
to despise, to run sb down, to degrade /humilateaşağılamak
Abandon to run me down! Stop humilating me !Beni aşağılamaktan vazgeç!
moon lightay ışığı
to stand upayağa kalkmak
to sufferacı çekmek
He had suffered much.Çok acı çekmişti.
(towards /straight) downwardsaşağıya doğru
Their capes shining in the moonlight.Örtüleri ay ışığında parlayarak
But this did not reduce her beauty.ama bu güzelliğini azaltmıyordu.
to decrease / reduce sthgazaltmak
to decrease / reduce (intransitive)azalmak
to get heavy / to get harder / to get serious / to spoil (food)ağırlaşmak
to get heavy with the smell of the UrgalsUrgalların kokusuyla ağırlaşmak
It dashed quickly aheadhızla ileri atıldı
Palm (hand)avuç
from the inside of his palmavucunun içinden
to brighten / to lightenaydınlatmak
It lightened the trees with a blood coloured light.Ağaçları kan rengi bir ışıkla aydınlattı.
to jump from (the top of) the horseatın üstünden atlamak
to take a stepbir adım atmak
after taking a stepbir adım attıktan sonra
after taking a step towards themOnlara doğru bir adım attıktan sonra
it remained in flamesalevler içinde kaldı
area / field / spacealan
the trap areatuzak alanı
mercilessly / cruelly/ pitilessly / grimlyacımasızca
off shore / in the open (naut. term) here: away fromaçığında
one and a half miles away frombir buçuk mil açığında
one and a half miles away from the trap areatuzak alanının bir buçuk mil açığında
six meters down (lower)altı metre aşağı
he jumped and landed.atlayıp indi
instantly / in an instant / right away /immediatlyanında
according to ressearcharaştırmalara göre
Beer and similar beverages decrease your interest in your environment.Bira ve benzeri içecekler, sizin çevrenize olan ilginizi azaltır
When the Urgals dashed ahead..Urgallar ileri doğru atılırken
a flame ballbir alev topu
vulgar / lowlyadi
in a vulgar languageadi bir dilde
in a vulgar language only known to himyalnızca kendisinin bildiği adi bir dilde
to supply / offerarz etmek
to not appealçekicilik arz etmemek
mediation / intercessionaracılık
to overcome / beat / overwhelmalt etmek
The light shines in the darkness. The darkness could not overcome it.Işık karanlıkta parlar. Karanlık onu alt edemedi.
There was the real light that came to earth, illuminating every human being.Dünyaya gelen, her insanı aydınlatan gerçek ışık vardı. 
He was in the world, the world came to being through him (with his mediation) but the world did not know him.O, dünyadaydı, dünya Onun aracılığıyla var oldu, ama dünya Onu tanımadı
appartment block / buildingapartman
the flats of a buildingapartmandaki daireler
shoeayakkabı
a shoe thiefayakkabı hırsızı
in order to find the shoe thievesayakkabı hırsızlarını bulmak için
in order to / with the purpose toamacıyla
in order to find the thief stealing shoesayakkabı çalan hırsızı bulmak amacıyla
It is no longer important. / It doesn't matter anymore.Artık önemli değil.
to hangasmak
hanging, suspended, dependent, pendant, pendent, pendingasılı
prey (a)av
to call / search / seek / look for / to call (someone on the phone)aramak
to hunt for prey (a)av aramak
(which had been) flying in the air and hunting for prey (a)havada uçan ve av arayan
to keep hangingasılı durmak
mind / intellect / wisdomakıl
my loveaşkım
golden-hairedaltın saçlı
a golden-haired womanaltın saçlı bir kadın
mirrorayna
his reflection (which was) in the mirroraynadaki yansıması
seperated by / divided by...... ile ayrılmış
divided by a linebir çizgi ile ayrılmış
meaning / significance / sense / pointanlam
This symbol had a meaning.Bu simgenin bir anlamı vardı.
to jump onto XX’e atlamak
how fast you jumped onto the idea / how fast you accepted the ideaFikre nasıl atladın
to understand (a)anlamak
to agree / bargain/ settle (a)anlaşmak
to be understood (a)anlaşılmak
the fact that it is impossible to understand (lit. cannot be understood)anlaşılamamasıdır
also why that speaker comes up until the end of the news with an emotionless expression but smiles at the last words is a fact that cannot be understood.o da spikerin neden donuk bir ifadeyle haberin sonuna kadar gelip de son kelimelerde gülümsediğinin anlaşılamamasıdır.
mothertongue / native languageanadil
About twenty million people speak this language as their mothertongue.Bu dili yaklaşık yirmi milyon insan anadili olarak konuşuyor.
hunting / huntsmanship / Jagdavcılık
to be fed for hunting purposes /workavcılık işler için beslenmek
a mammal with a good sense of smell, fed for guarding and hunting purposesçok iyi koku alan, bekçilik, avcılık işler için beslenen memeli hayvan
parasiteasalak
parasitic (by being a parasite)asalak olarak
footlessayaksız
a thin, long, soft, feetless, small animal living as a parasite in things as fruit, vegetables, meat, cheese, wood and bowels.meyve, sebze, et, peynir, tahta, bağırsak gibi şeyler içinde asalak olarak yaşayan, ince, uzun, yumuşak, ayaksız küçük hayvan
domaine / Domäne (biol.) (e.g. Eucaria / Eukarioten(echter Zellkern/ reiche Kompartimentierung/unlike bacteria)Üst âlem
to train s.o. to accept sth / to make sth go smooth / to allow s.o. to get addictedalıştırmak
to get accustomed to / to get trained toalıştırılmak
a predatory bird trained to be used for bird huntingalıştırılarak kuş avında kullanılan yırtıcı kuş
monthlyaylık
salary (= monthly payment)aylık
with a monthly salaryaylıkla
amateuramatör
bright / brightnessaydınlık
The sun was giving a bright light.Güneş aydınlık bir ışık veriyordu.
The brightness and warmth of the sunGüneşin aydınlığı ve ısısı
to pay attention/ mind/ heed/ take heed of/ bother about/ carealdırmak
attention / carealdırış
not to mind / not to pay any attention to a dativealdırış etmemek
He walked with a steady stride without paying attention to the wind.Rüzgâra aldırış etmeden telaşsızca yürüyordu.
monumentanıt
sheep fold/ sheep penağıl
helpless / incapable / inept / impotent / powerless / weakaciz
how helplessne kadar aciz
greatness /grandeur / magnificence (a)azamet
despite (r) all its greatnessbütün azametine rağmen
My address informationAdres bilgilerim
I want to change my addressAdresimi değiştirmek istiyorum
clarity / opennessaçıklık
to restore clarity / to get straightaçıklığı kavuşturmak
Let's get something straight.Bir şeyi açıklığa kavuşturalım.
rear (a)art
to ignoregöz ardı etmek
but of courseama tabii
to reserve / to bookayırtmak
to differentiateayırt etmek
He did not care anymoreArtık aldırmıyordu
to snackatıştırmak
You snack a bitBiraz atıştırsın
separationayrılık
lamentation /wailağıt
(Book of) LamentationsAğıtlar
to mourn / lament / wailağıt yakmak
exercisealıştırma
twilightalacakaranlık
at (the time of ) / by twilightalacakaranlık vakti
wooden (a)ahşap
the black wooden (a) house door / the house door (made)out of dark woodKara ahşaptan ev kapısı
he stood a few steps behind (g) them ando onların birkaç adım gerisinde durup
to scoldazarlamak
as if she wanted to scoldazarlarcasına
One magpie as if she wanted to scold opened her wings and...Bir tane saksağan azarlarcasına kanat çırpıp...
suddenlybir anda
vow / offeringadak
show breads (OT) /offering breadsadak ekmekleri
He ate the show breads which only the priests could eat.O, ancak kâhinlerin yiyebileceği adak ekmeklerini yedi.
to not explainaçıklamamak
accepting / dignified/ sober-minded/ unpertubably (lit.heavy-headed)ağır başlı
maximumazami
understanding/ comprehensiveanlayışlı
overjoyed / grin from ear to ear (lit his mouth is in his ears)Ağzı kulaklarında
aggressive/ adventuresome/ enterprising /bold /recklessatılgan
I am hungry = I've become hungry. I wasn't before, but now it's changedAcıktım
If I don't eat something for 5 hours, I get very hungry - habit / happens every timeBeş saat bir şey yemezsem çok acıkıyorum
dudeAbicim
impulsiveness / Being impulsive/ initiative / boldness / Kühnheit / Verwegenheit / Wagemutatılganlık
priviledgeayrıcalık
the priviledge to knowbilme ayrıcalığı
the priviledge to know the secretssırları bilme ayrıcalığı
the priviledge to know the secrets of the Kingdom of heavensGöklerin Egemenliği'nin sırlarını bilme ayrıcalığı
time before sunrise / sky is getting light blue / sun not yet to be seen ('whitening')ağarma
I am priviledgedayrıcalıklıyım
Let me get this straight (us - this subject)Bu konuyu açıklığa kavuşturalım
Let's clarify a few thingsBirkaç şeyi açıklığa kavuşturalım
hastiness / rashness / speediness / impetuosityacelecilik
Hastiness causes people to make mistakes (drops them to error)Acelecilik insanı yanılgıya düşürür.
Can you call me?Beni arayabilir misin?
Can you open it?Onu açabilir misin ?
I can't understand you.Seni anlayamıyorum.
We can call him and his friend. (phone)Onu ve arkadaşını arayabiliriz.
I am having dinner.Akşam yemeği yiyorum.
Feelings and thoughts need to be explained open and clearly (net). /in a clear way (ş)Duygu ve düşüncelerin açık ve net bir şekilde anlatılması gerekir. 
to be told / to be explainedanlatılmak
The situation and the event to be explained /toldAnlatılacak hâl ve olay,
narratoranlatıcı
in the narrator's mindanlatıcının zihninde
to be fixed / determined in the narrator's mindanlatıcının zihninde belirlenmek
It must be clearly and net fixed / determined (b) in the narrator's mindanlatıcının zihninde açık ve net biçimde belirlenmelidir.
The situation and the event to be explained, must be clearly and net defined in the mind of the narrator.Anlatılacak hâl ve olay anlatıcının zihninde açık ve net biçimde belirlenmelidir.
Characteristics of ExpressionAnlatımın Özellikleri
Fluency / fluidity / smoothnessakıcılık
firefly / glowworm / Glühwürmchenateşböceği
expression / manner of tellinganlatım
sunflower (lit. moonflower)ayçiçeği
sunflower oilayçiçek yağı
deceitfulness / trickinessaldatıcılık
sixtyaltmış
almost / so to say / nearly / as good asadeta
as good as frozenadeta donmuş gibi
snackatıştırmalık
can we have ... please?... alabilir miyiz lütfen?
Can we have the menu please ?menüyü alabilir miyiz lütfen?
starter / apéritiveaperatif
main courseana yemek
I would like (I'll have) (a) - Let me takealayım
I would like a glass of tea (have) - Let me take ...bir bardak çay alayım
I would like some milk (have) Let me take some milkbiraz süt alayım
Bankcontact /Mister cashATM
to 'go' shoppingalışverişe gitmek
Let's go shopping (g)Alışverişe gidelim.
familyaile
grandmother (maternel)anneanne
That is my friend from the States.Bu Amerika'dan arkadaşım
scarfatkı
What do you want to buy ?Ne almak istiyorsun?
hot / warm /spicyacı
allergicalerjik
seperate / dissimilar / distinctayrı
ooops ! / oh !aman!
to have dinnerakşam yemeği yemek
That one is actually biggeraslında şu daha büyük
GermanyAlmanya
lawyeravukat
toeayak ucu
emergencyacil durum
painağrı
headachebaş ağrısı
feverateş
to hurt (to be painful); to pityacımak
I see...anlıyorum ...
This is an emergency.bu acil bir durum
it hurtsacıyor
downstairsalt kat
betweenarasında
It's between the kitchen and the living room.mutfak ve oturma odası arasında
I have to buy a present for my mumannem için bir hediye almam gerekiyor
weightağırlık
It weighs a ton!bir ton ağırlığında!
kindergardenanaokulu
ambulanceambulans
My arm hurtskolum acıyor
to go out for dinnerakşam yemeğine çıkmak
the sixthaltıncı
the sixty-thirdaltmış üçüncü
AugustAğustos
DecemberAralık
euroavro
an agreement / a dealanlaşma
to make a deal / to make an agreementbir anlaşma yapmak
Let's make a dealbir anlaşma yapalım
Do you know where my keys are ?anahtarlarımın nerede olduğunu biliyor musun?
Your keys are under the sofa.anahtarların koltuğun altında
My friends and I are going out for dinner.arkadaşlarım ve ben akşam yemeğine çıkacağız
to be over the moon / for the mouth to reach the earsağzı kulaklarına varmak
o dearaman allahım
Will you be back before or after dinner?akşam yemeğinden önce mi sonra mı döneceksin?
to leave; to depart; to break upayrılmak
When are you going to leave ?ne zaman ayrılacaksın?
love lifeaşk hayatı
I don't want to talk about my love life.Aşk hayatımdan konuşmak istemiyorum
cynical / mockingly (... b)alaycı bir biçimde
Aches and painsağrılar ve acılar
Aches and pains turned into distant memories, then vanished.Ağrılar ve acılar uzak anılara dönüştü, sonra yok oldu.
argument (reasoning)argüman
American footballAmerikan futbolu
What's the point? / What's the meaning?ne anlamı var?
to make senseanlam ifade etmek
What's on your mind?aklında ne var?
AfricaAfrika
AsiaAsya
AustraliaAvustralya
AntarcticaAntarktika
AsianAsyalı
EuropeanAvrupalı
hunting knifeavcı bıçağı
to spoor / to track (game) /eine Spur verfolgenav izi sürme
hunteravcı
He was the only hunter near Carvahall.Carvahall yakınındaki tek avcıydı o.
He was the only hunter near Carvahall who had the courage to track game.av izi sürme cesareti gösteren Carvahall yakınındaki tek avcıydı o.
It was the third night of the hunt.Avın üçüncü gecesiydi.
sometimes / occasionally / from time to timeara sıra
He looked only occasionally at the tracks.İzlere yalnızca ara sıra bakıyordu.
angleaçı
Its left front foot was stretched in a weird anglesol ön ayağı garip bir açıyla uzanmıştı.
from different anglesdeğişik açılardan
Why did you go to Europe?Neden Avrupa'ya gittin?
justiceadalet
The United States of AmericaAmerika Birleşik Devletleri
Is there a king in the United States?Amerika Birleşik Devletleri'nde bir kral var mı?
There is no king or queen in the United States.Amerika Birleşik Devletleri'nde kral veya kraliçe yok.
It's a deal!anlaştık!
In that case we are colleagues from now onO zaman biz de artık iş arkadaşıyız
militaryaskeriye
soldierasker
beginneracemi
beginner's luckacemi şansı
to cryağlamak
suddenly (a) I got very scaredaniden çok korktum
candidateaday
pollanket
coach /trainerantrenör
what an idiot!ne aptal!
to forgiveaffetmek
forgive mebeni affet
wiseakıllıca
That was a wise choice.akıllıca bir seçimdi
understood / rogeranlaşıldı
stepadım
she's always two steps ahead of meher zaman benim iki adım önümde
'the way of the mind is one' / (great) minds think alikeaklın yolu bir
fair /justadil
unfairadaletsiz
sillyaptalca
this isn't fairbu adil değil
this is so unfairbu o kadar adaletsiz ki
you should forgive himonu affetmelisin
she shouldn't tell anyonehiç kimseye anlatmamalı
should I forgive my boyfriend?erkek arkadaşımı affedeyim mi?
to turn up the volumesesini açmak
operation (med)ameliyat
antibioticsantibiyotik
alcoholalkol
alcoholicalkollü
junk foodabur cubur
actor (a)aktör
actris (a)aktris
to cross; to exceedaşmak
you have crossed the lineçizgiyi aştın
difference between ...... arasındaki fark
anaestheticsanestezi
allergyalerji
to be in painağrısı olmak
to fall in loveaşık olmak
lungakciğer
why did you fall in love?neden aşık oldun?
we broke upayrıldık
he had less hair than that guyşu adamdan daha az saçı vardı
... the box which I opened... açtığım kutu
astronautastronot
to be in the wayayak altında olmak
ancestor / forefatherata
our ancestoresatalarımız
the god of our forefathersatalarımızın Tanrı'sı
I didn't understand thisBunu anlamadım
I don't understandAnlamıyorum
Are you hungryAç mısın
I am hungry tooBen de açım
Love conquers all / Amor omnia vincitAşk her güçlüğü yener
No pain no gain (a k y)Acısız kazanç yoktur
irritable / nervous (a)asabi
When she is unhappy she is irritable.Mutsuz olduğu zaman asabidir.
to get over / to bypass / to surviveatlatmak
argo: to give s.o. the slip / o escape from someone who is watching or following youbirini atlatmak
anyhow /somehow or other you will get over itnasıl olsa sen atlatırsın
to be looked foraranmak
red / rosy / scarletal
belonging (defect verb)aidiyet
belonging (defect verb)ait olma
belonging (defect verb)aitlik
receiver (receiving person) /Empfangeralıcı
Ablativeayrılma hâli - -den hâli
We too belong to the Lord (M) 2 Korintiler 10:7Biz de Mesih'e aitiz.
bisextileartık yıl
nuclear wastenükleer atık
(food) leftoverartık yemek
not anymore/no moreartık yok
enough is enoughyeter artık!
but it's overama artık bitti
off you go (go ahead / get started)artık başlayın!
stop it (d/k)dur artık - kes artık
drop it (drop the subject)kapat şu konuyu artık!
to have one's luck run out (it no longer smiles to your face)artık şans yüzüne gülmemek
the ball is in your court nowartık top sende
Don't talk when your mouth is full!Ağzın doluyken konuşma !
It is the red (= ripe and juicy) apple that gets a lot of people throwing stones at it. meaning: Successful people are often a target for envious and slanderous criticism.Al elmaya taş atan çok olur.
Though it is the hand (=man) that grabs the credit, it is in fact the tool that does the work. This is the inverted way of saying, "A bad workman (always) blames his tools. A poor workman blames his tools."Alet işler, el övünür.
accustomed /gewohnt (...m...)alışmış
to be used to / to be accustomed toalışmış bulunmak
Once a thief always a thief / The addict is more desperate and dangerous than the rabid. ("Addiction" here has no special reference to drugs; it merely points to "one who is used to".)Alışmış kudurmuştan beterdir.
sigh /curseah
to groanah etmek
to sighah çekmek
to sigh over sthg / s.o.ah vah etmek
stupid meah aptal kafam
to be cursed for one's crueltyah almak
slowly (a)aheste aheste
Desist from provoking the innocent's malediction; otherwise, your wrongdoing will be visited upon you by and by, slowly but surely. Don't get the oppressed's curse on you, activating slowly....Alma mazlumun âhını, çıkar aheste aheste.
Haste makes waste. transl: "The devil gets involved in things hastily done."Acele işe şeytan karışır.
A hungry bear will not dance/play. meaning: "One cannot work on an empty stomach." [This is the kind of proverb with which you might even remind the fact to your boss (surely, an asshole or a bitch) if you are plucky enough.]Aç ayı oynamaz.
A quiet baby gets no suck. It's the creaking wheel that gets the grease.Ağlamayan çocuğa meme verilmez.
idiot /fool (...k)Ahmak
coinakçe
silver coin (lit. white coin)ak akçe
The silver coin is for dark days. ( Save something for a rainy day)Ak akçe kara gün içindir.
If brains were put to sale in the bazaar, everyone would choose his own.Akılları pazara çıkarmışlar, herkes kendi aklını beğenmiş.
Misfortunes come always one upon another. It never rains but pours. Misfortunes never come singly.Aksilikler hep üst üste gelir.
shame / reproach /blemish / faultayıp
to behave shamefully /disgraceayıp etmek
scandalousçok ayıp
There is no shame in not knowing, shame lies in not finding out.Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp.
Shame on youayıp sana
for shamene ayıp
hidden defectgizli ayıp
free from defectsayıpsız
He who looks for a friend without blemish remains friendless.Ayıpsız dost arayan dostsuz kalır.
A person's mirror are his works,words are not looked at. (Actions speak louder than words)Aynası iştir kişinin, lâfa bakılmaz.
He who steals a little will also steal a lot.Azı çalan çoğu da çalar.
He who steals a little will also steal a lot.Azı çalan çoğu da çalar.
AvocadoAvokado
Quitteayva
PistazieAntepfıstığı
barley /Gerstearpa
aromaticaromalı
Sunflowerseedayçiçek çekirdeği
kinship /Verwandschaftakrabalık
Blood runs thicker than waterakrabalık arkadaşlıktan daha önemlidir
seperatelyayrı ayrı
the evening newsakşam haberleri
to catch the last evening newsson akşam haberlerini yakalamak
unusual / unconventional / eccentricalışılmamış - alışılmadık
Custom/habit /Gewohnheitalışkanlık
regular / usual / common / accustomed (a)alışılmış
the habitual criminalalışılmış suçlu
the usual thingalışılmış şey
less than the usual amountalışılmış miktardan az
unusual / unordinaryalışılmış olmayan
but the Queen did not care about this anymoreama Kraliçe'nin buna aldırdığı yoktu artık
pale (a)akça
Maple / Ahornakçaağaç
hungeraçlık
Lupinenacıbakla
Do you understand (me)?Anlıyor musun?
toesayak parmakları
abonnierenabone olmak
address book (computer)adres defteri
paperclip /Büroklammerataş - ataç
palm ( hand)aya
parents (a)anababa
I am going to this addressBu adrese gidiyorum.
Hurry up !Acele et !
Call an ambulance !Ambulans çağırın !
atmosphereatmosfer
moonstone /Mondstein (pearly white /consisting of alkali feldspar)aytaşı
agate / Achatakik
aquamarine (mavimsi yeşil değerli bir taş)akuamarin
Nitrogen / Stickstoff - N 7azot
Argon - Ar 18 (renksiz gaz)argon
bee eater/merop /Bienenfresser (Southeast european/African bird - about 24 cm big/ very colourful)arıkuşu
a natural desiredoğal arzu
to desirearzu etmek
a desirearzu
albatrossalbatros
As (cards) (a)as
Knight Pferd (chess)at
to applaudalkışlamak
atomic structureatomik yapı
I think you have some knowledge about the atomic structure.Atomun yapısı hakkında birtakım bilgilere sahipsindir, diye düşünüyorum.
plus / positif (e.g. electrons)artı
1 + 1 = 2Bir artı bir eşittir iki.
So it was said," As many as there are protons and neutrons, that is the weight of the atomic nucleus."O yüzden, 'kaç proton ve nötron varsa, atom çekirdeği o ağırlıktadır,' deniyordu.
reminiscent/ reminding of (a)andıran
The door led to / opened up to a hall (h) reminding of a tube shaped tunnelKapı, tüneli andıran, boru şekilli bir hole açılıyordu.
smokeless / rauchfreidumansız
folk /community / people (a)ahali
used to / accustomed (..k..)alışkın
She is accustomed to fly outside.Dışarıda uçmaya alışkın.
surface / Fläche (geom)alan
as much as possiblealabildiğine
as far as possible from xx-den alabildiğine uzak
As a matter of fact / lit. if you take a look at its actual formAslına bakarsanız
As a matter of fact / if you were to take a look at its actual formAslına bakacak olursanız
as far as possible from being xx olmaktan alabildiğine uzak
He was as far as possible from being normal.O normal olmaktan alabildiğine uzaktı.
He went to a place as far as possible from his home.O, kendi evinden alabildiğine uzak bir yere gitti.
wandasa
trainingantrenman
padlock / Vorhängeschloßasma kilit
a cage with padlockasma kilitle kafes
courtyard / yard / atriumavlu
helter-skelter / headlong / hurriedlyapar topar
to make fun of an acc / to laugh about an acc/ sich lustig über /jem. auslachenalay etmek
less / fewerdaha az
Nearly / almost (a)az daha
to remember /to commemorate / to mention / gedenkenanmak
to be commemorated / refered to / mentionnedanılmak
He who must not be named (the person whose name must not be mentionned/commemorated)Adı Anılmaması Gereken Kişi
It's all that keeps me going. / Das einzige was mir hilft weiterzumachen. / Das einzige was mich auf den Beinen hält.Beni ayakta tutan tek şey bu.
I don't belong here.Ben buraya ait değilim.
I belong to your World - to the one's that are in Hogwarts ( Hogwarts'ta olan dünyaya.)Ben sizin dünyanıza aidim - Hogwarts'takine.
put your foot down (on the gas)!Ayağını gaza bas !
Let's have it ! Let'hear it !Anlat bakalım!
antik dealerantikacı
antik shopantika (cı) dükkânı
to take into pieces / to seperate / to disassembleayırmak
familiar (a)aşina
a melody (e) that was familiaraşina olduğu bir ezgi
it sounded (was) to her ear as if a familiar melody was playedaşina olduğu bir ezgi çalınır gibi oldu kulağına
to petrifyaklını başından almak
this vision petrified herBu görüntü aklını başından alıyordu .
to lighten up / to brighten / to become enlightedaydınlanmak
to purify (a) (chemically )arıtmak
wasteatık
excesartık
to cleanse (r.g. from sin)arındırmak
But if we confess our sins, God, who is faithful and just, will forgive our sins and cleanse(fut/fact) us from all evil. (k) (1 Jn 1:9)Ama günahlarımızı itiraf edersek, güvenilir ve adil olan Tanrı günahlarımızı bağışlayıp bizi her kötülükten arındıracaktır.
to get over (btw a shock)üzerinden atmak
to not be able to get over the shockşoku üzerinden atamamak
Ashraf who hadn't still been able to get over the shock of the eventHâlâ olayın şokunu üzerinden atamamış olan Eşref
And Ashraf who hadn't still been able to get over the shock of the event was not going to be interested anyway in the mess.Hâlâ olayın şokunu üzerinden atamamış olan Eşref'in de zaten dağınıklıkla ilgilenecek hâli yoktu.
AkkadianAkadca
minimalasgari
I wonder when they'll come back.Acaba ne zaman dönecekler ?
named / calledadlı
The book called 1001 nights'Bin Bir Gece' adlı kitap.
mocking behaviour / Spott (a t)alaycı tavır
This mocking behaviour of his burned like nettels.Onun bu alaycı tavrı ısırgan otu gibi yakıyordu.
He doesn't talk much (lit. He has a mouth, he doesn't have a tongue)ağzı var dili yok
stream /current (a)akıntı
all (slang)alay
on all of them (slang)alayında
a few dudes all with (knife) scars on them (slang)birkaç babo alayında façalar
all of them were machos (slang)alayı maço
vulgarly /coarsely /abjectlyadice
Because the people of the land are doing abjectly /vulgarly adultery by leaving me.çünkü ülke halkı benden ayrılarak adice zina ediyor.
We got hungry. Come on let's go and eat !Biz acıktık,hadi yemek yiyelim.
yes in many ways / lit from many anglesEvet pek çok açıdan
relevance / relation /connection / interest /concernalâka
to take an interest in / to be interested inalâka duymak
to show interestalâka göstermek
the interest that you showedgöstermiş olduğun(uz) alâka
no that has nothing to do with it / rien à voirhayır ne alâka
What has this got to do with me?Bunun benimle ne alâkası var ki ?
Is there a point you don't understand?Anlamadığınız bir nokta var mı?
to get used toalışmak
to get used to getting up earlyErken kalkmaya alışmak
Did you not get used to getting up early?Erken kalkmaya alışmadın mı?
Should we have done that much shopping ?Bu kadar çok alışveriş yapmalı mıydık?
come on dude (a) tell usHadi abi anlatsana !
Ashure or Noah's Pudding is a Turkish dessert porridge that is made of a mixture consisting of grains, fruits, dried fruits and nuts.aşure
to make friendsarkadaş edinmek
I made many friends there.Orada çok arkadaş edindim.
Junk food is harmful to health.Abur cubur yemek sağlığa zararlıdır.
nearly / almostAz kalsın
There almost happened a car accidentAz kalsın trafik kazası oluyordu!
I almost had a car accident. (spoken)Az kalsın bir kaza geçiriyordum.
I almost made a car accident.Az kalsın bir kaza yapıyordum.
I almost had a car accident. (formal)Az kalsın bir kaza geçirecektim.
I almost made a car accident. (formal)Az kalsın bir kaza yapacaktım.
The first man who stepped on the moonAya ilk ayak basan insan
Do you remember the first man who stepped on the moon ?Aya ilk ayak basan insanı hatırlıyor musun?
What's your hurry ?Acelen ne böyle?
There is a noise downstairs (lit. There are noises coming from downstairs.)Aşağıdan gürültüler geliyor.
not any moreartık hayır
For me, learning a language has a different meaning than everyone understands. (can understand)Benim için bir dil öğrenmenin herkesin anlayabildiğinden farklı bir anlamı vardır.
For me, learning a language carries a different meaning than everyone understands.Benim için bir dil öğrenme herkesin anlayabildiğinden farklı bir anlamı taşır.
Sometimes I fall in love, sometimes I die.Bazen aşık olur,bazen ölürüm.
idle / vagabond / hobo / flaneur / wandereravare
to sit around (do nothing)avare avare oturmak
to wander around idly / to roam / ramble / fool aboutavare avare dolaşmak
incessant / everlasting /non stopardı arkası kesilmeyen
non stop phone callsardı arkası kesilmeyen telefonlar
non-stopaktarmasız
a direct ticket (non-stop ticket)aktarmasız bilet
researchersaraştırmacılar
Ressearchers explain its reason as follows :Araştırmacılar, bunun sebebini şöyle açıklıyor:
Men, even in stormy weather do not give up their habits and what they want to do.Erkekler, fırtınalı havalarda bile alışkanlıklarından ve yapmak istedikleri şeylerden vazgeçmez.
according to information receivedalınan bilgiye göre
courthouse /justice / court of lawadliye
to be sent to courtadliyeye sevk edilmek
juridical / foresenic / gerichtlichadli
break / interruption (a)ara
to break / interrupt / suspend / lay off / discontinueara vermek
The hearing was suspended for 1 hourDuruşmaya 1 saat ara verildi
to be transferredaktarılmak
to be inherited from generation to generationkuşaktan kuşağa aktarılmak
between four and five o'clockSaat dört-beş arası
the water surface, flat as a mirror / die spiegelglatte Wasseroberflächesuyun ayna kadar düz yüzeyi
He fixed his eyes on the mirror-flat watersurface / Er starrte auf die spiegelglatte Wasseroberfläche.Gözlerini suyun ayna kadar düz yüzeyine dikti.
the judicial court of Izmir.İzmir Adliyesi
nicknamed / calledadlandırılan
an archive imagebir arşiv görüntüsü
THey showed an archive image from the mobile phonecep telefonundan bir arşiv görüntüsü gösterdiler
They showed an archive image of previous passages by sea from the mobile phonecep telefonundan deniz yoluyla önceki geçişlere ait bir arşiv görüntüsü gösterdiler
We were friends.Biz arkadaştık.
Maybe if he had some sleep, he could figure out tomorrow.Belki biraz uykusunu alırsa, yarın çözebilirdi.
He's going to take the Ankara plane tonight. (lit. He'll board tonight's Ankara airplane.)Bu akşamki Ankara uçağına binecek.
If I get a diplom, I would get a good job.Bir diploma alırsam, iyi bir işim olur.
This means that (the distance) between home and work is far.Bu da ev ile iş arasının uzak olması demek.
Let's keep this in mind.Bu konuyu aklımızda tutalım.
If I get any news I'll call you.Bir haber alırsam, seni arayacağım.
I'll phone you.Sana telefon açacağım.
increasing / on the upgradeartmakta
trendakım
I like this trend.Bu akımı seviyorum.
It requires me to change my habits.Alışkanlarımı değiştirmemi gerektiriyor.
conscious / sober / wide awakeayık
to remain soberayık kalmak
to keep awakeayık tutmak
a sober driver bringing back drunk people / a designated driveralkollü kişiyi götüren ayık şoför
committed to / devoted toadanmış
network services dedicated devicesağ hizmetleri adanmış cihazlar
devices dedicated to playingoynamaya adanmış cihazlar
devices dedicated to miningmadencilik adanmış cihazlar
painkillerağrı kesici
to take painkillersağrı kesici içmek
vaccinationaşı
to take vaccinationaşı tutmak
certificate of vaccinationaşı kağıdı
aquariumakvaryum
to entertain / welcome / receive / show hospitalityağırlamak
We shall be happy to welcome you in our hotel.Sizleri otelimizde ağırlamaktan mutlu olacağız
frankly speaking / strictly speaking /to tell the truthaçıkçası
To be honest I didn't do much.Açıkçası pek bir şey yapmadım.
accordionakordeon
carfreearabasız
Surprising traffic accident on the carfree day in BrusselsBrüksel'de "Arabasız Gün"de şaşırtan trafik kazası
afforestation /Bewaldungağaçlandırma
realm (a) / world / jollificatian / party / boooze-upalem
destinyalın yazısı
my destinyalın yazım
poltergeistafacan peri
Have mercy (pity) on meHalime acı
chandelier / Kronleuchteravize
azaleeaçelya
I even watered the azaleeaçelyayı bile suladım
It's beyond me /I can't believe it /cela me dépasseaklım almıyor
It was beyond me /I couldn't believe itaklım almıyordu
It was beyond me how such a disgusting thing could be valuableböyle iğrenç bir şeyin nasıl olup da değerli olabileceğini aklım almıyordu
I couldn't imagine how such a disgusting thing could be as valuable as he claimed.böyle iğrenç bir şeyin nasıl olup da onun iddia ettiği kadar değerli olabileceğini aklım almıyordu
I couldn't imagine how the man could claim that something so disgusting was valuableböyle iğrenç bir şeyin değerli olduğunu nasıl olup da adamın iddia edebileceğini aklım almıyordu
deplorable / pathetic / pitiable / lamentable/regrettableacınacak
I know thwre are things between heaven and earth that we can't explain.Yer ve gök arasında açıklayamadığımız bir şeylerin var olduğunu biliyorum.
to set foot onayak basmak
slang for:vaginaam
relevantalakalı
She has been my girlfriend for two months.O, iki aydır kız arkadaşım.
uprising /riot /revoltayaklanma
The uprising brought about the needed (social) changes.Ayaklanma, ihtiyaç duyulan değişiklikleri getirdi.
snacks (fruit /soup / a 'meal' inbetween/not used for aperitive)ara öğün
In the break snacks were served.Molada ara öğün sunuldu.
exactlyaynen öyle
so muchamma
so much /manyamma çok
so much longeramma uzun
so much lessamma az
so littleamma az
you lined up so many more things not to doyapılmaması gereken amma çok șey sıraladın
a little bit / slightly /fractional/a sprinkle ofazıcık
one step (stair) from the topen üstten bir alttaki basamak
The woman stood on one step from the topKadın en üstten bir alttaki basamakta durdu.
Look at this fool. He's reading the newspaper but it's upside down.Şu aptala bak. Gazeteyi başaşağı okuyor.
upside down /topsy turvybaşaşağı
highway (a) main roadanayol
This is the highway (a) to Ankara.Burası Ankara anayolu.
mishap /misfortuneaksilik
We arrived without any mishap.Hiçbir aksilik olmadan vardık.
It's easier to ask forgiveness than permission.Af dilemek, izin almaktan daha kolaydır.
device /aid (pl. equipment)aygıt
(geological) sensing devices(jeolojik) algılama aygıtları
to adjust /regulate /set (a)ayarlamak
He adjusted (a) the wireless frequency.Telsizin frekansını ayarladı.
harmony /unity /accordance /concord (a)ahenk
disharmonious /cacophonical /discirdant /atonalahenksiz
the cacophonical echoes created (o) by the voices rising from cell phone conversationscep telefonu görüşmelerinden yükselen seslerin oluşturduğu ahenksiz yankılar
obvious (a)aşikâr
The ressemblance (likeness) is obvious. (a)Benzerlik aşikâr.
nobility /dignity (a)asalet
It is a pleasure for us to entertain you.Sizi ağırlamaktan zevk duyarız.
soap operaarkası yarın (diziler)
If you call me tonight, we'll make plans then.Bu akşam beni ararsan bir plan yaparız
muscularadaleli
a muscular body (v)adaleli bir vücut
strange (a) /weird /odd /bizarre /grotesk/outlandishacayip
They were making some weird (a) soundsacayip sesler çıkarıyorlardı
idlyaylak aylak
to pick out /sort out /pluck /extractayıklamak
older brotherağabey
his uncle's son whom he called his older brotherağabeyi dediği amcasının oğlu
if not called and even when calledaranmazsa, hatta arandığı zamanlarda bile
For the family (household) knew that the tenants' only qualities were to not appear, to be hidden and to appear (surface m. ç.) as late and difficult as possible if not called and even if called.Çünkü ev halkı, kiracılarının biricik vasfının, görünmemek, gizlenmek, aranmazsa, hatta arandığı zamanlarda bile mümkün mertebe geç ve güç meydana çıkmak olduğunu bilirlerdi.
Stand up! Everybody(all of you) stand up!Ayağa kalkın! Hepiniz ayağa kalkın!
painfulacı verici
This thought was only a little less painful.Bu düşünce de yalnızca biraz daha az acı vericiydi.
just now /a short time ago /a little earlieraz önce
not long time ago /recentlyaz zaman önce
what just happenedaz önce yaşadığımız şey
what did you just say?az önce ne dedin sen?
what you just said to meaz önce bana söylediklerin
what did I just tell you?sana az önce ne dedim ben?
you just made the biggest mistake of your lifeaz önce hayatının en büyük hatasını yaptın
My uncle who isn't very rich works a lot.Zengin olmayan amcam, çok çalışır.
Nobody called me.Beni arayan yoktu.
I picked up (took) a bagel from the top of the fridge and began to eat it sullenly.Buzdolabının üzerinden bir çörek aldım asık suratla yemeye başladım.
Laughing he did the same.o da kahkaha atarak aynısını yaptı
They didn't pay any attention to usbize pek aldırmazlardı
taken aback /astonishedafallamış
For a moment he looked/appeared surprised/taken aback /estonished. (a)Bir an afallamış gibi görünüyordu.
nobleman / aristocratasilzade
to make sense of /to catch the meaning /to interpreteanlamlandırmak
being unable to catch the meaning /not being able to make sense of itanlamlandıramayarak
"The Iron King?" Ash shook his head unable to make sense of it.'Demir Kral mı?' diye anlamlandıramayarak başını salladı Ash.
you can't walk idly around hereburada aylak aylak dolaşamazsın
Don't exaggerate, really don't exaggerate!Abartma, gerçekten abartma!
octopusahtapot
minorityazınlık
workshop (place)atölye
at this time of the nightakşam akşam