s

QuestionAnswer
simple /plain / einfach /schlicht
sade
artistically / kunstvoll
sanatsal bir şekilde
artfully entwined / kunstvoll in einander verschlungen/verflochten
sanatsal bir şekilde birbirine geçmiş
to spend /consume /use up (s)
sarf etmek
to make an effort (s)
çaba sarf etmek
Standing on one leg (foot) he caught the balls without making any effort, even without having (feeling) the need to look at them.
Tek ayağının üzerinde durarak, hiç çaba sarf etmeden, onlara bakmaya bile gerek duymadan topları yakalıyordu.
unsympathetic/ unsympathisch
sevimsiz
beetles that indwelled abandonned snale houses
terk edilmiş salyangoz kabuklarına yerleşen böcekler
spaghetti (s) with ready-made sauce / Spaghetti mit Fertigsoße
hazır soslu spagetti
coffee table
sehpa
In the darkness she (k. ) knocked her knee several times against a chair or a coffee table.
Kız karanlıkta birkaç kez dizini bir sandalyeye ya da sehpaya çarptı.
Already in the past he was not (counted) very (p) beautiful.
Zaten eskiden de pek güzel sayılmazdı ya.
hour
saat
saliva /Speichel
salya
Sable /Zobel (marder kind living in Sibiria /Mongolia)
samur
He secretly threw a slice of Salami into his backpack.
Sırt çantasına gizlice bir dilim salam attı.
to skim /skip a stone - Steine flitschen / ditschen (to throw a stone in a way that it hits a watersurrface multiple times )
taş sektirmek
defense
savunma
To attack was still the best defense.
Saldırmak hâlâ en iyi savunmaydı.
word at a sentence end to express an urge. ex. Where THE HECK is he ?/Wo bleibt er BLOSS?
sanki (Nerede kaldı sanki?)
clock /watch
saat
hours
saatler
morning star
sabah yıldızı
Patience /forbearance/ steadfastness/ endurance
sabır
constant / steady (s)
sabit
a hair
saç
to be scattered / spilled (s)
saçılmak
scattered stones
saçılmış taşlar
Absurd / silly / foolish / stupid / nonsensical (s)
saçma
silly (s) jokes (e)
saçma espriler
to scatter / spill (s)
saçmak
nonsense /bullshit / rubbish (s)
saçmalık
His cloak was hooking to his quiver.
Pelerini sadağına takılıyordu.
quiver (s)
sadak
just / only / merely (s)
sadece
sapphire
safir
rainfall / downpour / shower
sağanak (yağış)
like a downpour raining on plants
bitkilere yağan sağanak gibi
to hide something (s)
saklamak
to hide oneself / to take cover (s)
saklanmak
salad
salata
cucumber
salatalık
He shook his head.
Başını salladı.
to shake sth (e.g. hands)
sallamak
the quiver swinging at his hip
kalçasında sallanan sadak
to swing / to rock / to shake
sallanmak
Sandwich
Sandviç
I think / I fancy
sanırım
as if /quasi /like
sanki
To think / suppose /fancy
sanmak
yellow
sarı
garlic
sarımsak
yellowish (s)
sarımsı
yellowish (t)
sarımtrak
spiral
sarmal
to be shaken / shattered (e.g. by an earthquake)
Sarsılmak
to shake / agitate / shatter (e.g. earthquake)
Sarsmak
to sell
satmak
to battle / struggle / fight / make war
savaşmak
I was battling him
savaştım onunla
page
sayfa
respect
saygı
to respect /to esteem a dat.
saygı duymak
number
sayı
miserable / wretched
sefil
symbol
sembol
you sg
sen
cool /chilly
serin
chill /cool(ness)
serinlik
solid / hard/ rigid/ stiff - for an object opposed to soft - hart (German)
sert
voice / sound / volume
ses
Silence (lit. voiceless-ness)
sessizlik
to love
sevmek
cosy / nice warm
sıcacık
hot
sıcak
the heat / temperature
sıcaklık
weapon / arm
silâh
black
siyah
you pl (or formal)
siz
cold
soğuk
cold (noun)
soğukluk
to put something into something
sokmak
pale (...g)
solgun
to fade / wither / wilt
solmak
worm
Solucan
pale (...k)
soluk
pale coloured
soluk renkli
end / ending (s)
son
To end / expire / come to an end / discontinue
Sona ermek
after / then
sonra
question
soru
problem
sorun
to say / speak / tell
söylemek
contract
sözleşme
to be counted
sayılmak
water
su
To maintain /sustain / keep up / carry on
sürdürmek
time / while
süre
as long as +-dik participle
sürece
milk
süt
To filter something/ to infiltrate/ to drain
süzmek
To seep / filter/ be filtered/ drain / float
süzülmek
donkey foal
sıpa
fly (insect)
sinek
gnat / moskito
sivrisinek
vegetable
sebze
vinegar
sirke
onion
soğan
chicken with soy sauce
soya soslu tavuk
soy sauce
soya sos
beef
sığır eti
to feel love
Sevgi duymak
you all /royal plural (thou) / describing a whole generation
sizler
to you all
sizlere
to wipe off / delete / efface / cross out
silmek
bad joke (not funny)
soğuk espri
officer (military rank)
subay
finally / in the end / at last
sonunda
affectionate / caressing / zärtlich
sevecen
then surely
sonra kesinlikle
Let me tell you
söyleyeyim
autumn
sonbahar
(the) back
sırt
his back
sırtı
to his back
sırtına
voiceless / silent
sessiz
apart from this there was silence
bunun dışında bir sessizlik vardı
squirrel
sincap
year (s)
sene
sharp / pointed
sivri
sharp and thorny vegetation
sivri ve dikenli bitkiler
refuge
sığın
shelter
sığınak
my shelter
sığınağım
to shelter / to take refuge
sığınmak
to shout / cry/ yell / call
seslenmek
I (will) cry to you
Sana seslenirim
For you have been a shelter for me
Çünkü sen benim için sığınak oldun.
forever
sonsuza dek
to grin / smirk
sırıtmak
nervous / irritable / pissed off
sinirli
to watch
seyretmek
We will watch the girls run away/ scatter
Kızların kaçışmasını seyredeceğiz
during/ while (s)
sırasında
blackish (s)
siyahımsı
blackish (t)
siyahımtrak
Hi /hello
selam
Greetings
selamlar
to dillute / thin down / rarify
seyrelmek
in open places where the (number of) trees thinned down
ağaçların seyreldiği açıklık yerlerde
frequent /dense /thick/close
sık
this time /for once (s)
bu sefer
reason
sebep
cute / charming / lovely/ pretty / fair
sevimli
discourse / speech
söylev
to give a speech / to lecture to a dat.
söylev çekmek
query /inquiry /question
sorgu
I am her question'Doesn't he match?'
Uymadı mı sorgusuyum.
I would have told
söylerdim
merely / only / exclusively / just to (s)
sırf
merely to set them off (fire them)
sırf onları ateşlemek için
inhabitant
sakin
rumour
söylenti
secret (s)
sır
When it needed to be kept secret/to be a secret
sır olması gerekirken
tuesday
salı
to become pointed / to advance rapidly
sivrilmek
to be thirsty / to feel thirsty
susamak
I am thirsty
susadım
to turn yellow
sararmak
You are smoking too much inside the room , the curtains have started to turn yellow.
Odanın içinde çok sigara içiyorsun, perdeler sararmaya başladı.
to be bored / to get bored (s)
sıkılmak
I am bored. (s)
Sıkıldım.
impatience
sabırsızlık
owner
sahip
owners
sahipler
a flock / herd / swarm /a lot of
bir sürü
He made a bunch of plans
Bir sürü plan yapmıştı
to hug / cuddle / clasp / cling
sarılmak
tight / fast / firm / strict
sıkı
The creatures clung faster to their weapons.
Yaratıklar silâhlarına daha sıkı sarıldılar.
liquid
sıvı
like liquid silver
sıvı gümüş gibi
with pointed ears (adj.)
sivri kulaklı
on his back
Sırtında
last
son
The last rider
Son binici
right (not left)
sağ
in his right hand
Sağ elinde
ornated / decorated
süslü
with amber and gold ornated
kehribar ve altınla süslü
often / frequently
sık sık
a bag at which she looked frequently
sık sık baktığı bir kese
quietly / noiselessly
sessizce
He talked quietly.
sessizce konuştu.
what he said
ne söylediği
He could not hear what he said.
ne söylediğini duyamadı
to swing / toss / flap
savurmak
They tossed their heads(k) left and right (to the two sides)
Kafalarını iki yana savurdular.
noble (with lineage)
soylu
the noble horse
soylu at
Socialize !
Sosyalleş !
to be bored
sıkılmak
to get really bored
gerçekten sıkılmak
He tossed his sword at a tree.
Kılıcını bir ağaca doğru savurdu.
spectators / watchers
seyirciler
spectators of another world
öbür dünyanın seyircileri
to extinguish / to put out / to dampen
söndürmek
He put out the fires on his way
Yolundaki yangınları söndürdü
reed
saz
disabled / lame / crippled
sakat
disability / infirmity
sakatlık
found with disability /injured / laming
sakatlık bulunan
The deer was with the herd.
Geyik sürüdeydi.
The doe was still with the herd.
Dişi geyik hâlâ sürüdeydi.
on her left foot
sol ayağında
on her left front foot
sol ön ayağında
to wrap / twine/ encircle / surround /wind /embrace
sarmak
draining waters
süzülen sular
fog / mist (s)
sis
cigarette
sigara
to smoke
sigara içmek
word order
sözcük dizimi
to infiltrate / leak / to seep/ drain (ı) (e.g. water/ light/ a secret)
sızmak
infiltrating / who is infiltrated / seeping (present participle)
sızan
infiltrating bundles of sunlight
sızan güneş ışığı demetleri
palace
saray
under (dat.) the stones of the palace
sarayın taşlarının altına
they had been buried under the stones of the palace
sarayın taşlarının altına gömülmüşlerdi
the last moment
son an
at the last moment
son anda
to drag / to sweep
sürüklemek
the edges of his pale grey cloak were dragged in the blood(pl)
solgun gri pelerininin etekleri kanların içinde sürüklendi
my darling / my dear (s)
sevgilim
symbol / token / emblem
simge
The evening air was quite cool.
Akşam havası oldukça serindi.
last meal before fasting in Ramdan (around 3/ 4 am)
sahur
dear
sayın
dear spectators
sayın seyirciler
speaker
spiker
news speaker (tv) /anchorman
haber spikeri
the news speaker's closing her eye
haber spikerinin gözünü kapatması
the news speaker's closing her eye at the second last word of the sentence
haber spikerinin cümlenin sondan ikinci kelimesinde gözünü kapatması
the news speaker's opening her eye
haber spikerinin gözünü açması
after having said the word
kelimeyi söyledikten sonra
the news speaker's opening her eye after having said the word
haber spikerinin kelimeyi söyledikten sonra gözünü açması
the news speaker's closing her eye at the second last word of the sentence and opening her eye after having said the word
haber spikerinin cümlenin sondan ikinci kelimesinde gözünü kapatması, kelimeyi söyledikten sonra gözünü açması
the news speaker's finishing the sentence smiling. (as a habit)
Haber spikerinin cümleyi gülümseyerek bitirmesidir.
towards the end
sonuna doğru
sound
ses
Especially in the words having the 'ye' sound in Russian
Özellikle Rusçasında 'ye' sesleri olan sözcüklerde
rat /mouse
sıçan
murids / Mäuseartige
sıçangiller
of the murids - M¨¨äuseartigen, a rodent, a mammal
sıçangillerden, kemirgen, memeli hayvan
living in the form of pods (group of dolphins) /herds /swarms
sürüler durumunda
snail (with house)
salyangoz
slug
Sümüklüböcek
class / Klasse (biol.) (e.g. mamalia/ Säugetiere)
sınıf
art
sanat
artist
sanatçı
criminal
suçlu
ordinary / common
sıradan
the common thief
sıradan hırsız
sophisticated
sofistike
blackmailer
şantajcı
from the common burglar to the more sophisticated blackmailers
sıradan hırsızdan, daha sofistike şantajcılara
He enjoyed all the criminal types who were his usual pupils at the stronghold, from the common burglar to the more sophisticated blackmailers, ambitious children and young people who thought the art and science of lockpicking could facilitate their career
O, kalede kendisinin her zamanki öğrencileri olan tüm suçlu tiplerinden - sıradan hırsızdan, daha sofistike şantajcılara ve kilit kırma sanatının, kariyerlerini kolaylaştırabileceğini düşünen hırslı çocuk ve gençlere kadar - hepsinden zevk alırdı.
extremely
son derece
this was extremely vexing
bu son derece eziyetliydi
to spend hours
saatler harcamak
The girl would spend hours in front of a lock.
Kız, bir kilidin önünde saatler harcardı.
The girl would spend hours in front of a lock prodding it with her wires and flirting with its mechanism
Kız, bir kilidin önünde, onu telleriyle dürtüp mekanizması ile flört ederek saatler harcardı.
steep
sarp
tight / narrow / short
sıkı
tight groups of trees
sıkı ağaç toplulukları
Pale(ly)
Solgun solgun
Pale(ly) it had sat on top of the trees in the east
Solgun solgun doğudaki ağaçların üzerine oturmuştu
boredom / annoyance / nuisance
sıkıntı
No problem
sıkıntı yok
depressing / uneasy / distressed
sıkıntılı
a troublesome thought
sıkıntılı bir düşünce
It was a depressing / troublesome morning
Sıkıntılı bir sabahtı.
to attack / assail / assault
saldırmak
Wolves attacked the sheep pens (rep)
Kurtlar koyun ağıllarına saldırmış
cattle (includes cows, bulls, oxen, and buffaloes)
sığır
In order to reach the cattle and horses they tore the stable walls with their teeth apart.
sığır ve atlara ulaşmak için ahır duvarlarını dişleriyle parçalamıştı.
presenting (verbal noun)
sunuş
After this presenting (verbal noun)
Bu sunuştan sonra
After this presenting (verbal noun) let me pass immediately to the events.
Bu sunuştan sonra, hemen olaylara geçeyim.
basket
sepet
Your basket is empty
sepetiniz boş
order /Bestellung
Sipariş
My orders in process
İşlemde olan Siparişlerim
Show my orders
Siparişlerimi göster
On this page you can view, change or convert your orders into a single order.
Bu sayfada siparişlerinizi görebilir, değiştirebilir veya tek bir siparişe dönüştürebilirsiniz.
Your surname / Ihr Nachname
Soyadınız
beyond this page
Bu sayfadan sonrasını
crime
suç
a life of crime
suç hayatı
to lead a life of crime
suç hayatı sürmek
You are not afraid to lead a life of crime.
Suç hayatı sürmekten korkmuyorsun.
the consequences
sonuçlar
the outcoming/resulting consequences
doğacak sonuçlar
responsible
sorumlu
to blame
sorumlu tutmak
you cannot blame me / you cannot hold me responsable
beni sorumlu tutamazsın
you cannot blame me for the outcoming consequences / results
doğacak sonuçlardan beni sorumlu tutamazsın
But let's get something straight : if you insist on reading this book despite my warning, you cannot hold me responsible for the consequences,
Ama bir şeyi açıklığa kavuşturalım : uyarmama rağmen bu kitabı okumakta ısrar edersen,doğacak sonuçlardan beni sorumlu tutamazsın.
to create problems
sıkıntı yaratmak
it can create all sorts of problems
her tür sıkıntı yaratabilir
to get in trouble
sıkıntıya sokmak
you can get in trouble
sıkıntıya sokabileceksin
I don't know, whether you ever had an idea before, but if you have, then you know very little in how much trouble an idea can get you
Daha önce bir fikrinin olup olmadığını bilmiyorum, ama varsa, o zaman bir fikrin seni ne kadar sıkıntıya sokabileceğini çok az biliyorsundur.
exam
Sınav
class (school) /classroom
sınıf
You will need to study to pass the exam.
Sınavı geçmek için çalışman gerekecek.
We have to be brave to win this war.
Bu savaşı kazanmak için cesur olmalıyız.
I just called to say “I love you”.
'Seni seviyorum,' demek için aradım sadece.
'Guess what he did' when I went there, he drew his sword. (style of speech/most dramatic part of the story - aor neg/ imp neg 3Sg as question) When I went there shall he not draw his weapon?
Ben oraya gidince, o da silâhını çekmesin mi?
to jam (in) / tighten / squeeze (s)
sıkışmak
to be in a tight corner / to have one's back against the wall /to be trapped / cornered/ in Schach gesetzt
köşeye sıkışmak
hobby horse / Schaukelpferd
sallanan at
The moonlight reflected in the eyes of the hobby horse/Schaukelpferd
Sallanan atın gözlerine ay ışığı yansıyordu.
Out of (in) the silence he thought that he heard tiny bare feet running
sessizliğin içinden minik çıplak ayakların koştuğunu duyduğunu sandı
Upon this answer (y) Mo had pinched her nose.
Bu yanıt üzerine Mo kızın burnunu sıkmıştı.
She had hid a box of matches in the drawer of her night desk .
Komodinin çekmecesine bir kutu kibrit saklamıştı.
lampost / street lantern
sokak lambası
hayloft / Scheune / Heuboden
samanlık
to look at something in detail
süzmek
Do you have a moment (lit. a second) ?
Bir saniyen var mı?
To be shaken / to shake oneself / to jerk oneself out of a somnolent state
silkelenmek
Samaritan
Samırıyeli
Samaritans
Samırıyeliler
you get up at seven in the morning
Sabah yedi(de) kalkarsın
to avoid / beware/ refrain / be cautious of + Abl
sakınmak
quiet / calm / serene
sakin
pure /innocent / naive/ fool
saf
deaf
sağır
the deaf hear (are hearing)
sağırlar işitiyor
to stagger / stumble (s)
sendelemek
Blessed is he who does not stumble (s) and fall because of me (for my sake)
Benden ötürü sendeleyip düşmeyene ne mutlu.
ordinary people
sıradan kişiler
One of these ordinary people
Bu sıradan kişilerden biri
Giving a glass of cold water to one of these ordinary people
Bu sıradan kişilerden birine bir bardak soğuk su veren
He who loves his mother or his father more than he loves me is not worthy (l) of me.
Annesini ya da babasını beni sevdiğinden çok seven bana layık değildir.
numbered/counted
sayılı
sparrow
serçe
milky way
samanyolu
What is next
Sırada ne var
I wonder what is next.
Sırada ne var acaba.
She started to count the windows (lit. And if she tried...) she soon (immediately) gave up.
Pencereleri saymaya çalıştıysa da bundan hemen vazgeçti.
whitewash /Putz
duvar sıvası
the dark yellow (ocker) coloured (b) plaster(pl)
koyu sarı boyalı sıvalar
The ocker coloured (b) wall plaster seemed so dirty.
Koyu sarı boyalı duvar sıvası bu kadar kirli görünüyordu.
Perhaps the ocker coloured (b) wall plaster looked/seemed only (s) by twilight so dirty.
Belki de koyu sarı boyalı duvar sıvası sadece alacakaranlık vakti bu kadar kirli görünüyordu.
tightly closed lips / zusammengepreßte Lippen
sımsıkı kapalı dudaklar
magpie / Elster
saksağan
to choose / select
seçmek
completely healed / in perfect health
sapasağlam
meanwhile / at that time / around that time / thereabouts
o sıralarda
to get frustrated (angry)
sinirlenmek
I get frustrated when people don’t understand what I’m trying to say.
İnsanlar ne demek istediğimi anlamayınca sinirlenirim.
to grow impatient
sabırsızlanmak
After hours of waiting alone she finally she lost her patience and left the room.
Saatlerce yalnız bekledikten sonra sonunda sabrını kaybetti ve odayı terk etti.
After hours of waiting alone she finally grew impatient and left the room.
Saatlerce yalnız bekledikten sonra sonunda sabırsızlanıp odayı terk etti.
sympathetic / warm hearted / likeable/ appealing
Sempatik
Jubilant / exultant / over the moon
Çok sevinçli
the words he said
Söyledikleri
what I say to you in the dark
Size karanlıkta söylediklerim
What I say to you in the dark, tell it in the daylight.
Size karanlıkta söylediklerimi, siz gün ışığında söyleyin.
I like it/ I got a satisfactory impression - a one time thing
sevdim
I continuously see it and like it every time
Seviyorum
I like the dress; I will buy it.
Elbiseyi sevdim; onu alacağım.
I like the dress. I will wear it every day.
Elbiseyi seviyorum; onu her gün giyiyorum.
I like German. - Very first impression only
Almancayı sevdim
I like German - I know a bit and it is nice
Almancayı seviyorum
come to think of it / true that
sahi ya
Come to think of it, does what they are doing (also) happen to be a phenomena?
Sahi ya bunlar ne yapıyorlar da fenomen oluveriyorlar?
to defend
savunmak
to defend the rights of others
başkalarının haklarını savunmak
to be expected to defend the rights of others
başkalarının haklarını savunması beklenmek
They are expected to defend the rights of others.
Başkalarının haklarını savunmaları beklenir.
Impulsive (daring/kühne) people are expected to defend the rights of others.
Atılgan kişilerden başkalarının haklarını savunmaları beklenir.
shit
sıç
the blue of 'I am so deep in shit' - (term used by students who have exam in the morning and didn't study enough)
sıçtım mavisi
fake /false
sahte
Fake prince and ambassador arrested in Italy
sahte prens ve büyükelçi İtalya'da yakalandılar
to expose / exhibit / display
sergilemek
before displaying
sergilemeden önce
before displaying forms of enterprise / impulsiveness
Atılgan davranmış biçimlerini sergilemeden önce
to drown
suda boğulmak
flood /torrent / deluge
sel
I can't call him at this hour.
Bu saatte onu arayamam.
Can you answer this question?
Bu soruya cevap verebilir misin?
Is this yours?
Bu seninki mi?
We are selling our house.
Biz evimizi satıyoruz.
to rob (e.g. bank)
Soymak
They are robbing the bank.
Bankayı soyuyorlar.
intuition / instinct / perception
sezgi
eighty
seksen
When she was taking shelter next to her father after a bad dream
kötü bir düşten sonra babasının yanına sığındığında
See you later
sonra görüşürüz
Are you thirsty
susadın mı
sauce
sos
to order / bestellen
sipariş vermek
to buy
satın almak
I want to buy something for you.
Senin için bir şey satın almak istiyorum.
He likes coffee
kahve sever
He doesn't like fish.
balık sevmez
Who are you?
siz kimsiniz?
sport shoes
spor ayakkabı
I want to buy some clothes (k)
Birkaç kıyafet satın almak istiyorum
I need to buy an umbrella
şemsiye satın almam gerekiyor
faithful as a dog
bir köpek kadar sadık
What's the time ?
Saat kaç ?
It's two o'clock.
Saat iki.
It's ten to two
saat ikiye on var
It's six past five
saat beşi altı geçiyor
At what time?
Saat kaçta?
at one o'clock
saat birde
no problem
sorun yok
We have a problem
Bir sorunumuz var
street
sokak
left
sol
to ask
sormak
Can I ask you (pl) a question?
size bir soru sorabilir miyim?
blond
sarışın
She's blond.
o sarışın
What's the problem ? / Whats the matter ?
Sorun ne?
and they lived happily ever after
... ve sonsuza dek mutlu yaşadılar
sort of / kind of
sayılır
Give me a hug.
sarıl bana
centimetre
santim
cinema
sinema
gym
spor salonu
to drive (s)
sürmek
sport
spor
What does he love to do?
Ne yapmayı çok sever?
What does he like to eat ?
Ne yemeyi sever?
I guess so
sanırım öyle
morning
sabah
the eighth
sekizinci
chair
sandalye
beach (s) / coast
sahil
later (than)
sonrası
Do you guys have plans for later ?
sonrası için planınız var mı?
with you
seninle
with you (pl)
sizinle
the next
sonraki
I will be home at four.
saat dörtte evde olacağım
boring
sıkıcı
to get drunk
sarhoş olmak
We could go to the cinema
sinemaya gidebiliriz
It's a quarter to one
saat bire çeyrek var
How long is the film?
film ne kadar sürüyor?
in the morning
sabahleyin
What do you like to do in the morning?
sabahleyin ne yapmayı seversin?
last time
geçen sefer
We ordered four starters (food)
dört aperatif siparişi verdik
conversation
sohbet
politics
siyaset
health
sağlık
Do you want to talk about your health?
sağlığından konuşmak ister misin?
option / choice / alternative
seçenek
in turns / one by one
sırayla
Moiraine kneeled down next to each one in turn.
Moiraine sırayla her birinin yanında diz çöktü.
to look forward to ... (lit. to wait for impatiently)
... -i sabırsızlıkla beklemek
we're looking forward to seeing you (pl) /we are waiting impatiently....
sizi görmeyi sabırsızlıkla bekliyoruz
we look forward to meeting you (pl) / we are waiting impatiently....
sizinle tanışmayı sabırsızlıkla bekliyoruz
Don't be such a fool !
bu kadar saf olma!
I am trying to stay calm.
Sakin olmaya çalışıyorum.
Calm down !
sakin ol
Be quiet !
sessiz ol!
crime novel / Krimi
suç romanı
handle /Griff
sap
a hunting knive with bone handle
kemik saplı bir avcı bıçağı
to protect from the fog
sisten korumak
mountain range
sıradağlar
to REbound / hop / skip (keep bouncing)
sekmek
to bound /run ricocheting
sekerek koşmak
He loosed (lit. threw) an arrow at the bounding deer.
oku sekerek koşan geyiğe doğru attı.
to jump / splash / leap / bounce (once)
sıçramak
he jumped (s) back
geriye sıçradı
to be exposed / displayed
sergilenmek
to offer / proffer / introduce / present
sunmak
The extending ups and downs offered a new amazing view at every turn.
Uzanan inişler ve çıkışlar her dönemeçte yeni ve şaşırtıcı manzaralar sunuyordu.
ceramic / porcelain
seramik
tiled walls
seramik kaplı duvarlar
politician
siyasetçi
to lose one's patience
sabrı taşmak
or I will lose my patience
yoksa sabrım taşacak
surprise
sürpriz
war
savaş
promise (s) / word (saying)
söz
to give a promise
söz vermek
to keep a promise
sözünü tutmak
war is never necessary
savaş hiç gerekli değil
politicians always promise to change the law
siyasetçiler her zaman kanunu değiştirmeye söz verirler
politicians actually control nothing
siyasetçiler aslında hiçbir şey kontrol etmiyorlar
it's too hot
çok sıcak oldu
stade
stadyum
this is the biggest stadium in Europe
bu Avrupa'daki en büyük stadyum
basketball is the most popular sport
basketbol en popüler spor
soap
sabun
backpack
sırt çantası
border (s)
sınır
election / choice
seçim
system
sistem
health care system
sağlık hizmetleri sistemi
when is the next election?
sonraki seçim ne zaman?
the next election is in two years
sonraki seçim iki yıl içinde
do you think the President is reliable?
sence Başkan güvenilir mi?
do you think ... ?
sence ... mi?
foggy
sisli
soaked
sırılsıklam
if he doesn't bring his umbrella he'll get soaked
şemsiyesini getirmezse sırılsıklam olacak
words to say
söyleyecek söz
I have no words
söyleyecek sözüm yok
to score
sayı yapmak
sport club
spor kulübü
season (s - e.g a sport season)
sezon
the season (s) always begins in August
sezon her zaman Ağustos'ta başlar
that isn't my mum’s favourite car
o annemin en sevdiği araba değil
that was my top choice as well
benim de ilk seçimimdi
to the left
soldaki
to the right
sağdaki
I think it was the guy to the left
galiba soldaki adamdı
robbery
soygun
robber
soyguncu
murder weapon
cinayet silâhı
red-handed
suçüstü
it was robbery
soygundu
the police caught the murderer red-handed
polis katili suçüstü yakaladı
unfortunately the police couldn't find the murder weapon
maalesef polis cinayet silâhını bulamadı
so; in order for ... ; thus / In this way
bu sayede
extravagant
savurgan
healthy
sağlıklı
unhealthy
sağlıksız
as long as you know what you're doing
ne yaptığını bildiğin sürece
fortune
servet
I don't want to be single forever
sonsuza dek bekâr olmak istemiyorum
Who wants to live forever?
Kim sonsuza dek yaşamak ister?
guilty
suçlu
the judge gave the robber five years in prison
hakim soyguncuya beş yıl hapis verdi
hang in there / be patient / grit your teeth /grin and bear it! Lit. Beiß die Zähne zusammen.
sık dişini
industry
sanayi
to shake hands
el sıkışmak
to indicate (in traffic)
sinyal vermek
version
sürüm
process
süreç
did you set the clock correctly?
saati doğru kurdun mu?
they chose to spend the money on a new lamp
parayı yeni bir lambaya harcamayı seçtiler
social
sosyal
to establish; to discover; to conclude
saptamak
... kendine saklamak
to keep ... for oneself
to cause
sebep olmak
recently
son zamanlarda
He is watering the flowers.
O, çiçeklere su veriyor. - O, çiçekleri suluyor .
What is your favoured song ?
En sevdiğin şarkı nedir?
How is it going (for you) ?
(Senin) nasıl gidiyor?
How is it going (for you) ?
(Senin) nasıl gidiyor?
You can ask me
Bana sorabilirsin
Do you have another question ?
Başka sorun var mı?
Art for art's sake. / Ars artis gratia
Sanat sanat içindir
Stressful people are prone to get ill
Stresli kişiler hastalığı davet ediyor
Words are fleeting, writing stays
Söz uçar, yazı kalır
presentation /supply / offer (...m)
sunum
to present / make a presentation
sunum yapmak
presentation software
sunum - sunuş yazılımı
oral presentation
sözlü sunum
presenting /feature/ presentation /introduction (...ş)
sonuş
architectual rendering
mimari sunuş tekniği
Graphic representation
çizgesel sunuş
white paper (presentation paper)
sunuş belgesi
view menu (computer)
sunuş menüsü
graphik display
grafik sunu
PowerPoint Presentation
PowerPoint sunuşu
multimedia presentation
çoklu ortam sunuşu
submission / confirmation / presentation / offering (...a)
sunma
submission of evidence (court)
kanıt sunma
delivery confirmation (u)
ulaşma bilgisi sunma
delivery confirmation (v)
varış bilgisi sunma
sacrifice (rel.)
tanrıya sunma
breaking news
haberleri sunma
Abstain from evil
Kötülükten sakının
to pass the most difficult part of something
birşeyin en sıkıntılı kısmını atlatmak
to overcome the difficulties / to surmount the difficulties / to resolve the problems
sorunları atlatmak
nerve /sinew / anger / temper
sinir
he pissed me off / it made me nervous
beni sinir etti
to drive s.o. nuts
sinir etmek
to drive s.o. nuts
sinir etmek
misfortune / bad luck
şanssızlık
responsibillity
sorumluluk
scratch / scar /(light wound)
sıyrık
Which is your favoured Turkish food?
Senin en sevdiğin Türk yemeği hangisi?
1. to soap oneself. 2. to be soaped. 3. slang to be cleaned out, lose all one´s money (while gambling).
sabunlanmak
to wrap oneself up / to gird oneself
sarınmak
to snuggle down with something / sich in etwas einwickeln
bir şeye sarınmak
sich in eine Decke wickeln
bir battaniyeye sarınmak
come close, nestle, snuggle, draw near, wriggle oneself into, infiltrate, come up, creep, edge, edge in, encroach, nuzzle, penetrate, put oneself forward, sidle, sidle up to, worm one's way /sich anschmiegen
sokulmak
She wrapped the shawl even more tightly
şalına daha da sıkı sarındı
to moan / complain / whine
sızlanmak
to toss / to shake off / to shake oneself
silkinmek
to undress
soyunmak
Adjective
sıfat
plaster
sıva
musical instrument (s)
saz
Juicy /saftig
sulu
pealed / geschält
(Kabukları) soyulmuş
milk rice
sütlaç pirinci
sesame seed /Sesamkorn
susam
Chive / Schnittlauch
soğancık
Safran
safran
really / tatsächlich
sahi
stiffly / sharply
sertçe
We are filled with joy
sevinç doldu içimiz
The Lord has done great things for us. We are filled with joy. Mezmur 126: 3
Rab bizim için büyük işler yaptı, sevinç doldu içimiz.
God is love. Who lives in love lives in God and God in him. 1. Yuhanna 4:16
Tanrı sevgidir. Sevgide yaşayan Tanrı'da yaşar, Tanrı da onda yaşar.
to accuse
suçlamak
abstract
soyut
abstract art
soyut sanat
absract painting
soyut resim
abstract concept
soyut kavram
abstract idea
soyut görüş
a philosophy
soyut düşünüş
skinny /mager (s)
sıska
continuously (s) / constant / permanent / without ceasing
sürekli
constant care (s.b.)
sürekli bakım
control-freak
sürekli çevresindeki insanları kontrol altında tutmaya çalışan kimse
obsession
sürekli endişe
permanent job
sürekli iş
constant/regular smoking
sürekli içicilik
constant improvent
sürekli gelişme
frequent guest
sürekli konuk
Stop asking the same questions over and over
sürekli aynı soruları sorup durmayı kes
trouble magnet
sürekli olarak başını belaya sokan kimse
to have one's head in the clouds
sürekli düş kurmak
to keep at s.o. (for doing sthg)
birine sürekli bir şeyi yapması için dırdır etmek
Nobility / aristocrazy / noblesse
soylular
Let's surprise x
X-e sürpriz yapalım
twig / Zweig
sürgün
willow /Weide
söğüt
malaria /Tropenfieber
sıtma
Eucalyptustree
sıtmaağacı
stem (plant) / Stängel /Stiel
sap
Hyazinthe
sümbül
Do you have a question?
Bir sorun var mı?
deleted messages
silinen mesajlar
Sticky tape /Tesafilm
seloteyp
free (available)(s) / unattached /unrestricted
serbest
I am free (available ) (s)
serbestim
I am not free (available) (s)
serbest değilim
I don't think so
Sanmam
Salami
salam
push stop !
Stopa bas !
to watch tv
televizyon seyretmek
Life belt / Rettungsring
can kurtaran simidi
steering wheel
direksiyon simidi
bagel (cookie)
yahudi simidi
row (number...)
sıra
Do you have hot water?
Sicak suyunuz var mı ?
Shut up !
Sus !
slide (e.g. Power point)
slayt
slide view
slayt görünümü
Powerpoint slide show
Powerpoint slayt gösterisi
creating or modifying slide layouts
Slayt düzenlerini oluşturma veya değiştirme
change of page orientation between horizontal and vertical
sayfa yönlendirmesini yatay ile dikey arasında değiştirme
chess
satranç
chess board
satranç tahtası
icicle
saçak buzu
flood
su baskını
topaz
sarı yakut
Sodium / Natrium - Na 11
Sodyum
Silicon /Silicium -Si 14
Silisyum
Scandium - Sc 21 (geçiş metalleri /metalik gri)
Skandiyum
The bird gas a worm in its beak.
Kuşun gagasında solucan var.
He feeds (b) the worm to his kids.
Yavrularını solucanla besliyor.
pheasant /Fasan
sülün
starling
sığırcık
Nuthatch /Kleiber
sıvacı kuşu
Goldfinch / Stieglitz
saka kuşu
to press together /to tighten /to squeeze / to hold tight zusammenbeißen
sıkmak
trefle / Kreuz (cards)
sinek
symphony
senfoni
stage /podium /Bühne
sahne
saxophone
saksafon
fried egg / Spiegelei
sahanda yumurta
to hang down / to dangle/ to drop (s) / hängen / bammeln/ to last - dauern (often in a negative sense)
sarkmak
with a piece of fried egg hanging down from his brush-like moustache
fırça gibi bıyığından sarkan bir parça sahanda yumurtayla
to look at s.o. with misty eyes
birine sisli gözlerle bakmak
magic (s) adj
sihirli
What's the magic word?
Sihirli kelime neydi ?
You forgot the magic word
Sihirli kelimeyi unuttun
stand /Stativ
statif
spatula / Spatel
spatül
to count
saymak
Chewing gum
sakız
to chew chewing gum
sakız çiğnemek
to identify (someone) (s)
kimliğini saptamak
to locate (s)
yerini saptamak
to locate someone by following s.o.'s hints / to trace
bazı ipuçlarını izleyerek birinin yerini saptamak
to verify (s)
doğrusunu saptamak
to pretedetermine
önceden saptamak
to identify who he is
kim olduğunu saptamak
to identify whose it is
kimin olduğunu saptamak
to pinpoint the ennemy ('s location)
düşmanın yerini saptamak
broom
süpürge
his top-of-the-line Nimbus 2000 broomstick
pek kaliteli Nimbus İki Bin sürpürgesi
flowerpot / Blumentopf
saksı
suspended flowerpot / hängender Blumentopf
asma saksı
safely / safe and sound
sağ salim
stupid / blöd
salak
He was talking about that stupid(s) dinner party.(d)
O salak akşam yemeği davetinden söz ediyordu.
magically / with /by magic
sihirle
to talk about / to mention / to speak off
söz etmek
he does not mention an ablativ
x-den söz etmiyor
insidious / sneaky /sly / heimtückisch / hinterhältig
sinsi
to ask slyly
sinsi sinsi sormak
to shuffle one's feet / schlurfen
ayaklarını sürümek
to run / race / rush (s)
seğirtmek
wall (s)
sur
the ruined walls of the city
kentin yıkık surları
indicate / suggest
sezdirmek
Do you mind...?
Sakınca (sı) var mı ...?
Do you mind if I sit down here ?
Buraya oturmamda bir sakınca var mı ?
Not at all / not to worry / it doesn't cause a problem
Sorun değil
No smoking /Rauchen verboten
Sigara içilmez
I was robbed (by a thief) / (lit pealed)
(bir hırsız tarafından soyuldum
I have been attacked / Ich bin überfallen worden
saldırıya uğradım
Do you mind if I smoke ? is there a problem if / would (will) there be a problem if...
Sigara içmemin bir sakıncası var mı - ... olur mu?
The program lasted (extended) until the night / Das Program zog sich bis in die Nacht hinein
Program geceye sarktı
vacuum cleaner
Elektrikli süpürge
vacuum cleaner dust bag / Staubsaugerbeutel
Elektrikli süpürge toz torbası
barque / Kahn / fishing boat
sandal
They are fishing with barques.
Onlar sandallarla balık tutuyorlar.
at that moment / at that point
o sırada
to intervene in /to enter a conversation / se mêler à une conversation
söze karışmak
His men slip in fear from under the doors
Adamları korkuyu kapıların altından sürer.
marten / weasel / Marder
sansar
on the back
sırtüstü
She lay on ( her ) back, her mouth was half open
sırtüstü yatıyordu, ağzı yarı açıktı.
I don't want to say that this book will end with a bad end.
Bu kitabın kötü bir sonla biteceğini söylemek istemiyorum
for some reason
bir sebeple
for some unknown reason
bilinmeyen bir sebeple
In our house for some unknown reason the flies began to multiply.
Evimizde bilinmeyen bir sebeple sinekler çoğalmaya başladı.
pain /twinge / pang /ache (s)
sancı
heartache /heartbreak
yürek sancısı
Aloe / Agarve
sarısabır
gigantic aloe plants
devasa sarısabır bitkileri
spurge /euphobia /Wolfsmilch
sütleğen
Should he love, should he not love or should he not like it at all ?
Sevmeli mi sevmemeli mi Yoksa hiç beğenmemeli mi
to spread over /to sprawl
serilmek
to have a red carpet spread out in front of s.o.
önüne kırmızı halı serilmek
An (impressive) array (series) of knives dangled /swung from his belt.
Kemerinden bir dizi bıçak sarkıyordu.
to curse (s)
sövmek
to deviate /detour / divert from /lead away from
sapmak
They are thirsty
Onlar susamışlar.
They are thirsty, they want to drink
susamışlar,su istiyorlar.
They are thirsty, they want to drink
susamışlar,su istiyorlar.
Are they thirsty ? (if you don't know go and ask them)
Susamışlar mı?
Are they thirsty ? (You were all day together. You must know without even asking them)
Susadılar mı ?
to sweep
süpürmek
(an)other option
başka seçenek
I have no choice.
Başka seçeneğim yok.
Why do you ask all these questions?
Bütün bu soruları neden soruyorsunuz?
How much money do you have(s) ?
Ne kadar paraya sahipsin?
I have (s) ten dollars.
On dolara sahibim.
That's why I came here today.
Bugün buraya bu sebeple geldim.
I think I am going to try it
Sanırım, ben deneyeceğim
as good as done
bitmiş sayılır
something like that
öyle sayılır
it's kind of weird
tuhaf sayılır
I kind of like it here
burayı sevdim sayılır
a small fortune
hatırı sayılır bır servet
dinner is about ready
akşam yemeği hazır sayılır
considered as adopted / agreed on
kabul edilmiş sayılır
as good as dead
ölmüş sayılır
time to go for supper
akşam yemeğine gitme zamanı sayılır
How often
Ne sıklıkta
how often do you come here
Ne sıklıkta buraya gelirsiniz ?
salesman
satış görevlisi
dishonest /fraudulent / crooked
sahtekâr
you need to decide whether or not you want more responsabilities
daha fazla sorumluluk isteyip istemediğiniz hakkında bir karar vermek zorundasınız
I have to make a choice.
Bir seçim yapmak zorundayım.
suffix
son ek
The more I study Turkish the more I understand (lit. I increasingly understand better) how to use the suffixes.
Türkçe çalıştıkça,son ekleri kullanmayı,giderek daha iyi anlıyorum.
Didn't I tell you that (this)?
Sana bunu söylemedim mi?
Do you think you should have gone there?
Sence oraya gitmeli miydin?
The red shoes are too tight.
Kırmızı ayakkabılar çok sıkı.
Really ?
Sahi mi?
I am (become) like a fish out of water.
Sudan çıkmış bir balık olurum.
to cool off / to cool down
serinlemek
If you(pl) want you can go (in)to the sea and cool off
İsterseniz denize girip serinleyebilir
the coolness of the forest that even on the hottest days in summer can cool/chill people
yazın en sıcak gününde bile insanı üşütebilecek orman serinliği
because of you(pl) / thanks to you / grâce à vous
Sayenizde
because of you / thanks to you / grâce à toi
Sayende
Thanks to you I love Turkish a lot.
Sayende Türkçeyi çok sevdim.
He is surfing on Internet every evening.
Her akşam intertnette sörf yapıyor.
bagel
simit
Sometimes he gives bagels to the sea gulls.
O bazen martılara simit veriyor.
He buys two bagels and eats half a bagel, one and a half bagels he throws to the seagulls.
İki simit alıyor ve yarım simidi yiyor, bir buçuk simidi martılara atıyor.
The seagulls follow the steamboat and eat the bagels.
Martılar vapuru takip ediyorlar ve simitleri yiyorlar.
eraser / Radiergummi
silgi
table (s)
sofra
to prepare the table / lay out the table cloth
sofrayı hazırlamak
Stress
Stres
Avoid stress
Stresten kaçın.
Turkey is on 37 th place. (refers to surface)
Türkiye ise 37. sıradadır.
trench (Schutzgraben) / shield / bulwark
siper
to take shelter / to take cover
siper almak
to use as a shield
siper etmek
to dig a trench
siper kazmak
electromagnetic screen
elektromanyetik siper
investigation / inquiery
soruşturma
to be indicted / to be charged with crime / angeklagt sein
hakkında soruşturma açılmak
to release / discharge / deliver
serbest bırakmak
The American priest Brunson was released after a last-minute decision by the court.
Mahkemenin son dakika kararı ile ABD'li rahip Brunson serbest bırakıldı.
a last-minute decision
son dakika kararı
after a last minute decision
son dakika kararı ile
he is accused of spying
casusluk yapmakla suçlanıyor
to be accused by
suçlanmak
to be charged with drunk driving
alkollü araç kullanmakla suçlanmak
to be charged with leaving the scene of an accident
kaza mahallini terk etmek ile suçlanmak
to be charged with murder
cinayetle suçlanmak
to be charged with rape
tecavüzden suçlanmak
to be charged with property damage
mala zarar vermekle suçlanmak
to be accused of fraud
sahtekarlıkla suçlanmak
to be accused of fraud
sahtekarlıkla suçlanmak
deportation / expulsion
sınırdışı
to be deported / expulsed
sınırdışı edilmek
tablecloth (s)
sofra örtüsü
Be healthy ( said after a haircut)
Sıhhatler olsun!
to cool down / to become cold
soğumak
The weather became very cold.
Hava çok soğudu.
sausage (su...)
sucuk
egg with sausage
sucuklu yumurta
She is afraid of water.
Sudan korkar.
I am bored at work and home.
İşte ve evde sıkılırım.
He is not bored.
O sıkılmıyor.
He has lots of homework.
Bir sürü ödevi olur.
coming up now
şimdi sırada
ascending / sorted ascending
artan sırada
descending / sorted descending
azalan sırada
in logical order
mantıksal sırada
in the meantime
bunlar olduğu sırada
while he x-ed
x-diği sırada
While the young girl dropped on her knees and began to cry
Genç kız diz çökerek ağlamaya başladığı sırada
to be stuck in / to sink into / to get stuck
saplanmak
Her words stuck like a knife into his heart / Ihre Worte gaben ihm einen Stich ins Herz.
Sözleri kalbine bıçak gibi saplanmıştı.
to unleash / to release / to let out / to unbind
salmak
they will find us and unleash their guards on us
bizi bulup muhafızları üzerimize salacaklar
without a fight /kampflos
savaşmadan
He won't give up on his plans without a fight
Savaşmadan planlarından vazgeçer.
on charges of / alleged to (s)
suçlamasıyla
on charges of making organized migrant trafficking
"Örgütlü olarak göçmen kaçakçılığı yapmak" suçlamasıyla
driver (s)
sürücü
the truck driver
kamyonun sürücüsü
in the morning hours
sabah saatlerinde
criminal record
suç kaydı
Often, I would see that the weather is nice and sunny.
Sıklıkla, havanın güzel ve güneşli olduğunu görürdüm.
He hasn't spoken to me in a long time.
Benimle uzun süredir konuşmamıştı.
to feel very stressed
çok stresli hissetmek
audiance /spectator
seyirci
a large audiance
büyük bir seyirci
to talk in front of a great audience
büyük bir seyirci önünde konuşmak
He told me to go / He told me that I should go
bana gitmem gerektiğini söyledi
He said I could work
çalışabileceğimi söyledi
he said I was qualified
kalifiye olduğumu söyledi
objection /inconvenience
sakınca
low weight (boxing)
Düşük sıklet
consequently / as a consequence / in conclusion 7 ultimately
Sonuç olarak
as a natural consequence
doğal sonuç olarak
irresponsably / recklessly
sorumsuzca
to spend money irresponsably
para sorumsuzca harcamak
to live a simple life
sade bir hayat yaşamak
to take the consequences
sonuçlarını göze almak
He couldn't take the consequence/result
Sonucu göze alamadı.
If you don't come back home late we cant chat a bit.
Eve geç dönmezsen, biraz sohbet ederiz.
to consider harmful /risky
sakınca görmek
if you don't mind me asking
sormamda bir sakınca yoksa
if you don't mind me saying
söylememde bir sakınca yoksa
it doesn't hurt to ask
sormakta bir sakınca yok
I don't mind telling you this
sana bunu söylemekte (bir) sakınca görmüyorum
do you mind if I join you
sana katılmamda sakınca var mı?
I hope you are ok with it.
umarım ... -de bir sakınca yoktur
I don't see why not
bence bir sakıncası yok
I hope it's ok with you
umarım senin için bir sakıncası yoktur
I hope that's ok
umarım sakıncası yoktur
would you mind / if there's no objection
sakıncası yoksa
Do you mind?
sakıncası var mı?
Do you mind if I sit here ?
Buraya oturmamın bir sakıncası var mı?
WOuld you mind if I sat here? / If there is no objection can I sit here?
Bir sakıncası yoksa buraya oturabilir miyim?
first class
birinci sınıf
best-case scenario (not idiomatic) / idiomatic
en iyi senaryo (su) - en iyi
worst-case scenario (not idiomatic) - idiomatic
en kötü durum senaryosu - en k¨ötü
battlefield / battleground
savaş alanı
district (s)
semt
district bazaar / street market
semt pazarı
dense /cramped / crowded/ hard-pressed
sıkışık
the traffic is dense the whole day
trafik b¨ütün gün sıkışık
to fit the car into a tight space (parking lot)
arabayı sıkışık bir yere yerleştirmek
to be in finanacial difficulties
paraya sıkışık olmak
rush hours
sıkışık zaman
tight schedule
sıkışık program
peak traffic hours
trafiğin en sıkışık olduğu saatler
milkman
s¨ütçü
She talks even to the milkman about her visions.
O da vizyonlarından sütçüye bile söz ediyor.
And you are naive.
Sen de safsın.
joyful / mirthful / happy
sevinçli
the latter (of the two)
(ikisinden) sonuncusu
the last but not the least (the most important)
sonuncusu ama en önemlisi
the last but not the least (but not the worst)
sonuncusu ama en kötüsü değil
She was sure it was the latter.
sonuncusu olduğundan emindi
They did not want to load the responsablity on one single person.
Sorumluluğu tek bir kişi üzerine yüklemek istememişler.
to disassemble / to take apart/ to pull out / to take down / to disconnect
sökmek
I took off the pipe of the sink / I took the pipe of the sink into pieces
lavabonun borusunu söktüm
to whine / to whimper
sızlamak
magician /illusionist / (someone doing magic tricks)
sihirbaz
like a flash in the pan / wie ein Strohfeuer​ (something that happened only once or for a short time and was not repeated)
saman alevi gibi
Demonstrations spread to the entire city but were like flash in the pan glowing and extinguished.
Gösteriler bütün kentlere yayılmış ama saman alevi gibi parlayıp sönmüş.
My joy in some way does not carry your joy. (from a poem of Attila İlhan )
Sevincim bir türlü tutmaz sevincini.
rarer /sparesely
seyrek
rare diseases
seyrek görülen hastalıklar
rarely encountered
seyrek rastlanan
sparesely furnished
seyrek eşyalı
losely woven
seyrek dokunmuş
sparesely populated
seyrek nüfuslu
sparse vegetation (plant cover)
seyrek bitki örtüsü
to be few and far between
çok seyrek olmak
the room used to be rarely (s) ventilated/aerated
oda seyrek havalandırılırdı
to secrete / excrete
salgılamak
sweetness / cuteness / loveliness
sevimlilik
to be determined
saptanmak
signal mixer
sinyal karıştırıcı
the azalee that was in a flowerpot standing on the small table in the corner
köşedeki sehpanın üzerinde duran saksıdaki açelya
chessmen /Schachfiguren
satranç taşları
I set the chessmen back on their board
satranç taşlarını tahtasına geri yerleştirdim
no way /under no circumstances
hiçbir suretle
the writing desk whose surface we were not allowed to touch under any cicumstances
yüzeyine hiçbir süretle dokunmamıza izin verilmeyen yazı masası
dynasty /lineage /family (s)
sülale
The last Gen carrier in Charlotte's lineage (family) was a lady by the name Miss Margret.
Charlotte'un sülalesindeki son Gen Taşıycı Magret adında bir hanımdı.
distinguished /outstanding /exclusive/exquisite
seçkin
an exquisite district /neighbourhood (s)
seçkin bir semt
elite
seçkin kişiler
to take a breath /to breath in (s. a.)
soluk almak
taking a deep breath (s. a.)
derin bir soluk alarak
flush /Klospülung
sifon
to be dispersed /to be driven away / to be scattered (s)
savrulmak
to hold one's breath
soluğunu tutmak
to gasp for breath
soluğu tutulmak
holding my breath
soluğumu tutarak
to spread /to unfold / to lay out
sermek
to expose /display (s)
gözler önüne sermek
he exposes enormous contradictions
muazzam çelişkileri gözler önüne seriyor
His book reveals immense contradictions about foods consumed in the United States and other English-speaking Western countries.
Kitabında ABD ve diğer İngilizce konuşulan Batı ülkelerinde tüketilen gıdalarla ilgili muazzam çelişkileri gözler önüne seriyor.
food industry /Lebensmittelindustrie (g.s.)
gıda sanayii
The purpose/aim of the American food industry
Amerikan gıda sanayiinin amacı
her head is constantly turning
başı sürekli sürekli dönüyor
that asshole /that sneaky looking fellow (h)
şu sinsi suratlı herif
unshakable faith / unwavering faith
sarsılmaz inanç
our unwavering faith
sarsılmaz inancımız
naivety / innocence
saflık
bed frame/ Bettgestell (the metal part / springs of a bed)
somya
slut / Schlampe
sürtük
shabby /illbred / rude
seviyesiz
It makes/renders everything so extremely shabby.
Her şeyi son derece seviyesiz kılıyor.
slang for: penis
sik
vouvoyer
sizli bizli konuşmak
tutoyer
senli benli konuşmak
adjective
sifat
top hat /Zylinder
silindir şapka
The gentleman took of his gloves and his top hat (Zylinder)
Beyzade, eldivenlerini ve silindir şapkasını çıkardı.
It has been a pleasure chatting with you.
Seninle sohbet etmek bir zevkti.
alchemists
Simyagerler
What an ordinary day this has been!
Ne kadar da sıradan bir gün oldu!
to set the dogs on s. o. /die Hunde auf jemanden hetzen
köpekleri (birinin) peşine salmak
Get out of my orchard or I´ll set the dogs on you!
Meyveliğimden çık, yoksa köpekleri peşine salarım!
scalp (s. d.)
saç derisi
The scalp of the bald man is visible.
Kel adamın saç derisi görünüyor.
expiration date
son kullanım tarihi
This milk's expiration date has come and gone!
Sütün son kullanım tarihi geldi de geçti bile!
register /record / credentials
sicil
police record / criminal record
adli sicil
copy of the birth certificate
doğum sicil örneği
registration number
sicil numarası
social security registration number / insurance number
sigorta sicil numarası
registration file
sicil dosyası
cancellation of registration
sicil iptali
with a record that is hardly reliable / mit einer nicht sehr Vertrauen erweckenden Bilanz (Register)
pek de güvenilir sayılmayan bir sicille birlikte
hairdryer
saç kurutma makinası
If I don't use a hairdryer my hair won't look good.
Eğer saç kurutma makinası kullanmazsam saçım güzel durmuyor.
Besides (anyway) not every word is in the dictionary.
Her kelime sözlükte olmaz zaten.
to line up /array
sıralamak
constantly /incessantly/continuously /always
sürekli olarak
The investigation revealed a scandal.
Soruşturma bir skandalı ortaya çıkardı.
The police arrived late at the robbery scene.
Polis soygun yerine geç ulaştı.
to flush the toilet
tuvaletin sifonunu çekmek
Don't forget to flush the toilet.
Tuvaletin sifonunu çekmeyi unutma.
What a chilly day!
Ne serin bir gün!
clock tower
saat kulesi
Thirty years ago, lightning struck that clock tower.
Otuz yıl önce saat kulesine yıldırım çarptı.
The mosquitoes will not leave me alone!
Sivrisinekler beni rahat bırakmıyor!
really / actually /honestly (s)
sahiden
You were really (s) such.
Sahiden öyleydin.
as long as it was not looked at from too close /as long as one did not look at it from too close
çok yakından bakılmamadığı sürece
as long as it was not looked at from too close, he might have thought it belonged to a palace
çok yakından bakılmamadığı bir saraya aitmiş sanılabilirdi
Come to me, hug me!
Gel bana, sarıl bana!
if we ask him for directions (for the way)
yolu ona sorasak
Don't stick your nose into everything.
Her şeye burnunu sokma.
a potted flower /a flower pot (with flower inside)
saksı çiçeği
a potplant
saksı bitkisi
potplants
saksı bitkileri
health (sı)
sıhhat
her health (sı) was not so smooth either
onun sıhhati de öyle düzgün değildi.
He did not like to think that he loved his little niece merely (s) because he had returned home.
Küçük yeğenini sade eve döndüğü için sevdiğini düşünmek hoşuna gitmiyordu.
to catch a breath (s)
soluklanmak
He forced the voice speaking in the back of his mind to silence.
Zihninin gerisinde konuşan sesi susturdu.
loyal /devoted
sadık
doubtless (ş) the faithfull(s) sall be exalted in the land (d) (from the Wheel of time)
Şüphesiz ki sadıklar diyarda yüceltilecek
to crouch /duck /cringe (s)
sinmek
He trembled crouched in the figure's shadow.
figürün gölgesine sinmiş, titriyordu.
to water / sprinkle
sulamak
When I reached the bustop I was soaking wet. s
Otobüs durağına vardığımda sırılsıklam olmuştum.
cypress tree
servi ağacı
while waiting for the bus I took refuge under a mossy cypress tree
otobüsü beklerken yosunlu servi ağacının altında sığındım
I screamed and leaped (s) away (from my place)
çığlık atıp yerimden sıçradım
puddle /flaque d'eau /Pfütze
su birikintisi
I kicked the puddle on the ground and splashed water on him.
yerdeki su birikintisine tekme atıp üzerine su sıçratım.
Under a huge(d) oak tree stood a horse with its rider and they were as immobile/motionless as the trees.
Bir at ile binicisi devasa bir meşe ağacının altında duruyordu ve ağaç kadar sabittiler.
Do you have to question everything?
Her şeyi sorgulamak zorunda mısın?
hallucination
sanrı
to clean out /sweep away /mop up /clean away /slang: to gulp down /garbage down food
silip süpürmek
His serious expression wiped off my last remnants of doubt.
Onun ciddi ifadesi beni son şüphe kırıntıları da silip süpürdü.
Promise me to come back
döneceksin diye söz ver
rare /scarce /few and far between
seyrek
Sparse plants were gone(ended) on the rocky ground.
Kayalık zeminde seyrek bitkiler bitmişti.
to prowl /lurk /sneak
sinsi sinsi dolaşmak
to stalk
sinsi sinsi izlemek
he said slyly
dedi sinsi sinsi
After what seemed like hours..
Saatler sürmüş gibi gelen bir zaman sonra..
Who asked you! /Nobody asked you!
Sana soran olmadı.
to be in the seventh heaven /to not be able to contain oneself (because of an ablativ e. g. sevinçten)
içi içine sığmamak
I couldn't contain myself /my heart lifted /I was overjoyed
içim içime sığmıyordu
Why don't you go ahead and say something too!
Sen de bir şeyler söylesene!
There is nothing to say actually.
Söyleyecek bir şey yok aslında.
just for the sake of x
sırf x olsun diye
just for the sake of decoraration
sırf süs olsun diye
rip /tear /something torn /Riss /Laufmasche
sökük
A tailor can't sew his own rips /cuts. (prov. He helps others but can't hekp himself)
Terzi kendi söküğünü dikemez.
The girl hugged her father.
Kız babasına sarıldı.
I never stopped (gave up on) loving you, not even one day.
Ben seni sevmekten bir gün bile vazgeçmedim.
kolibri
sinekkuşu
sea otter
susamuru
supreme court of public accounts (From saymak)
Sayıştay
this early in the morning /at this time of the morning
sabah sabah