simple /plain / einfach /schlicht | sade |
artistically / kunstvoll | sanatsal bir şekilde |
artfully entwined / kunstvoll in einander verschlungen/verflochten | sanatsal bir şekilde birbirine geçmiş |
to spend /consume /use up (s) | sarf etmek |
to make an effort (s) | çaba sarf etmek |
Standing on one leg (foot) he caught the balls without making any effort, even without having (feeling) the need to look at them. | Tek ayağının üzerinde durarak, hiç çaba sarf etmeden, onlara bakmaya bile gerek duymadan topları yakalıyordu. |
unsympathetic/ unsympathisch | sevimsiz |
beetles that indwelled abandonned snale houses | terk edilmiş salyangoz kabuklarına yerleşen böcekler |
spaghetti (s) with ready-made sauce / Spaghetti mit Fertigsoße | hazır soslu spagetti |
coffee table | sehpa |
In the darkness she (k. ) knocked her knee several times against a chair or a coffee table. | Kız karanlıkta birkaç kez dizini bir sandalyeye ya da sehpaya çarptı. |
Already in the past he was not (counted) very (p) beautiful. | Zaten eskiden de pek güzel sayılmazdı ya. |
hour | saat |
saliva /Speichel | salya |
Sable /Zobel (marder kind living in Sibiria /Mongolia) | samur |
He secretly threw a slice of Salami into his backpack. | Sırt çantasına gizlice bir dilim salam attı. |
to skim /skip a stone - Steine flitschen / ditschen (to throw a stone in a way that it hits a watersurrface multiple times ) | taş sektirmek |
defense | savunma |
To attack was still the best defense. | Saldırmak hâlâ en iyi savunmaydı. |
word at a sentence end to express an urge. ex. Where THE HECK is he ?/Wo bleibt er BLOSS? | sanki (Nerede kaldı sanki?) |
clock /watch | saat |
hours | saatler |
morning star | sabah yıldızı |
Patience /forbearance/ steadfastness/ endurance | sabır |
constant / steady (s) | sabit |
a hair | saç |
to be scattered / spilled (s) | saçılmak |
scattered stones | saçılmış taşlar |
Absurd / silly / foolish / stupid / nonsensical (s) | saçma |
silly (s) jokes (e) | saçma espriler |
to scatter / spill (s) | saçmak |
nonsense /bullshit / rubbish (s) | saçmalık |
His cloak was hooking to his quiver. | Pelerini sadağına takılıyordu. |
quiver (s) | sadak |
just / only / merely (s) | sadece |
sapphire | safir |
rainfall / downpour / shower | sağanak (yağış) |
like a downpour raining on plants | bitkilere yağan sağanak gibi |
to hide something (s) | saklamak |
to hide oneself / to take cover (s) | saklanmak |
salad | salata |
cucumber | salatalık |
He shook his head. | Başını salladı. |
to shake sth (e.g. hands) | sallamak |
the quiver swinging at his hip | kalçasında sallanan sadak |
to swing / to rock / to shake | sallanmak |
Sandwich | Sandviç |
I think / I fancy | sanırım |
as if /quasi /like | sanki |
To think / suppose /fancy | sanmak |
yellow | sarı |
garlic | sarımsak |
yellowish (s) | sarımsı |
yellowish (t) | sarımtrak |
spiral | sarmal |
to be shaken / shattered (e.g. by an earthquake) | Sarsılmak |
to shake / agitate / shatter (e.g. earthquake) | Sarsmak |
to sell | satmak |
to battle / struggle / fight / make war | savaşmak |
I was battling him | savaştım onunla |
page | sayfa |
respect | saygı |
to respect /to esteem a dat. | saygı duymak |
number | sayı |
miserable / wretched | sefil |
symbol | sembol |
you sg | sen |
cool /chilly | serin |
chill /cool(ness) | serinlik |
solid / hard/ rigid/ stiff - for an object opposed to soft - hart (German) | sert |
voice / sound / volume | ses |
Silence (lit. voiceless-ness) | sessizlik |
to love | sevmek |
cosy / nice warm | sıcacık |
hot | sıcak |
the heat / temperature | sıcaklık |
weapon / arm | silâh |
black | siyah |
you pl (or formal) | siz |
cold | soğuk |
cold (noun) | soğukluk |
to put something into something | sokmak |
pale (...g) | solgun |
to fade / wither / wilt | solmak |
worm | Solucan |
pale (...k) | soluk |
pale coloured | soluk renkli |
end / ending (s) | son |
To end / expire / come to an end / discontinue | Sona ermek |
after / then | sonra |
question | soru |
problem | sorun |
to say / speak / tell | söylemek |
contract | sözleşme |
to be counted | sayılmak |
water | su |
To maintain /sustain / keep up / carry on | sürdürmek |
time / while | süre |
as long as +-dik participle | sürece |
milk | süt |
To filter something/ to infiltrate/ to drain | süzmek |
To seep / filter/ be filtered/ drain / float | süzülmek |
donkey foal | sıpa |
fly (insect) | sinek |
gnat / moskito | sivrisinek |
vegetable | sebze |
vinegar | sirke |
onion | soğan |
chicken with soy sauce | soya soslu tavuk |
soy sauce | soya sos |
beef | sığır eti |
to feel love | Sevgi duymak |
you all /royal plural (thou) / describing a whole generation | sizler |
to you all | sizlere |
to wipe off / delete / efface / cross out | silmek |
bad joke (not funny) | soğuk espri |
officer (military rank) | subay |
finally / in the end / at last | sonunda |
affectionate / caressing / zärtlich | sevecen |
then surely | sonra kesinlikle |
Let me tell you | söyleyeyim |
autumn | sonbahar |
(the) back | sırt |
his back | sırtı |
to his back | sırtına |
voiceless / silent | sessiz |
apart from this there was silence | bunun dışında bir sessizlik vardı |
squirrel | sincap |
year (s) | sene |
sharp / pointed | sivri |
sharp and thorny vegetation | sivri ve dikenli bitkiler |
refuge | sığın |
shelter | sığınak |
my shelter | sığınağım |
to shelter / to take refuge | sığınmak |
to shout / cry/ yell / call | seslenmek |
I (will) cry to you | Sana seslenirim |
For you have been a shelter for me | Çünkü sen benim için sığınak oldun. |
forever | sonsuza dek |
to grin / smirk | sırıtmak |
nervous / irritable / pissed off | sinirli |
to watch | seyretmek |
We will watch the girls run away/ scatter | Kızların kaçışmasını seyredeceğiz |
during/ while (s) | sırasında |
blackish (s) | siyahımsı |
blackish (t) | siyahımtrak |
Hi /hello | selam |
Greetings | selamlar |
to dillute / thin down / rarify | seyrelmek |
in open places where the (number of) trees thinned down | ağaçların seyreldiği açıklık yerlerde |
frequent /dense /thick/close | sık |
this time /for once (s) | bu sefer |
reason | sebep |
cute / charming / lovely/ pretty / fair | sevimli |
discourse / speech | söylev |
to give a speech / to lecture to a dat. | söylev çekmek |
query /inquiry /question | sorgu |
I am her question'Doesn't he match?' | Uymadı mı sorgusuyum. |
I would have told | söylerdim |
merely / only / exclusively / just to (s) | sırf |
merely to set them off (fire them) | sırf onları ateşlemek için |
inhabitant | sakin |
rumour | söylenti |
secret (s) | sır |
When it needed to be kept secret/to be a secret | sır olması gerekirken |
tuesday | salı |
to become pointed / to advance rapidly | sivrilmek |
to be thirsty / to feel thirsty | susamak |
I am thirsty | susadım |
to turn yellow | sararmak |
You are smoking too much inside the room , the curtains have started to turn yellow. | Odanın içinde çok sigara içiyorsun, perdeler sararmaya başladı. |
to be bored / to get bored (s) | sıkılmak |
I am bored. (s) | Sıkıldım. |
impatience | sabırsızlık |
owner | sahip |
owners | sahipler |
a flock / herd / swarm /a lot of | bir sürü |
He made a bunch of plans | Bir sürü plan yapmıştı |
to hug / cuddle / clasp / cling | sarılmak |
tight / fast / firm / strict | sıkı |
The creatures clung faster to their weapons. | Yaratıklar silâhlarına daha sıkı sarıldılar. |
liquid | sıvı |
like liquid silver | sıvı gümüş gibi |
with pointed ears (adj.) | sivri kulaklı |
on his back | Sırtında |
last | son |
The last rider | Son binici |
right (not left) | sağ |
in his right hand | Sağ elinde |
ornated / decorated | süslü |
with amber and gold ornated | kehribar ve altınla süslü |
often / frequently | sık sık |
a bag at which she looked frequently | sık sık baktığı bir kese |
quietly / noiselessly | sessizce |
He talked quietly. | sessizce konuştu. |
what he said | ne söylediği |
He could not hear what he said. | ne söylediğini duyamadı |
to swing / toss / flap | savurmak |
They tossed their heads(k) left and right (to the two sides) | Kafalarını iki yana savurdular. |
noble (with lineage) | soylu |
the noble horse | soylu at |
Socialize ! | Sosyalleş ! |
to be bored | sıkılmak |
to get really bored | gerçekten sıkılmak |
He tossed his sword at a tree. | Kılıcını bir ağaca doğru savurdu. |
spectators / watchers | seyirciler |
spectators of another world | öbür dünyanın seyircileri |
to extinguish / to put out / to dampen | söndürmek |
He put out the fires on his way | Yolundaki yangınları söndürdü |
reed | saz |
disabled / lame / crippled | sakat |
disability / infirmity | sakatlık |
found with disability /injured / laming | sakatlık bulunan |
The deer was with the herd. | Geyik sürüdeydi. |
The doe was still with the herd. | Dişi geyik hâlâ sürüdeydi. |
on her left foot | sol ayağında |
on her left front foot | sol ön ayağında |
to wrap / twine/ encircle / surround /wind /embrace | sarmak |
draining waters | süzülen sular |
fog / mist (s) | sis |
cigarette | sigara |
to smoke | sigara içmek |
word order | sözcük dizimi |
to infiltrate / leak / to seep/ drain (ı) (e.g. water/ light/ a secret) | sızmak |
infiltrating / who is infiltrated / seeping (present participle) | sızan |
infiltrating bundles of sunlight | sızan güneş ışığı demetleri |
palace | saray |
under (dat.) the stones of the palace | sarayın taşlarının altına |
they had been buried under the stones of the palace | sarayın taşlarının altına gömülmüşlerdi |
the last moment | son an |
at the last moment | son anda |
to drag / to sweep | sürüklemek |
the edges of his pale grey cloak were dragged in the blood(pl) | solgun gri pelerininin etekleri kanların içinde sürüklendi |
my darling / my dear (s) | sevgilim |
symbol / token / emblem | simge |
The evening air was quite cool. | Akşam havası oldukça serindi. |
last meal before fasting in Ramdan (around 3/ 4 am) | sahur |
dear | sayın |
dear spectators | sayın seyirciler |
speaker | spiker |
news speaker (tv) /anchorman | haber spikeri |
the news speaker's closing her eye | haber spikerinin gözünü kapatması |
the news speaker's closing her eye at the second last word of the sentence | haber spikerinin cümlenin sondan ikinci kelimesinde gözünü kapatması |
the news speaker's opening her eye | haber spikerinin gözünü açması |
after having said the word | kelimeyi söyledikten sonra |
the news speaker's opening her eye after having said the word | haber spikerinin kelimeyi söyledikten sonra gözünü açması |
the news speaker's closing her eye at the second last word of the sentence and opening her eye after having said the word | haber spikerinin cümlenin sondan ikinci kelimesinde gözünü kapatması, kelimeyi söyledikten sonra gözünü açması |
the news speaker's finishing the sentence smiling. (as a habit) | Haber spikerinin cümleyi gülümseyerek bitirmesidir. |
towards the end | sonuna doğru |
sound | ses |
Especially in the words having the 'ye' sound in Russian | Özellikle Rusçasında 'ye' sesleri olan sözcüklerde |
rat /mouse | sıçan |
murids / Mäuseartige | sıçangiller |
of the murids - M¨¨äuseartigen, a rodent, a mammal | sıçangillerden, kemirgen, memeli hayvan |
living in the form of pods (group of dolphins) /herds /swarms | sürüler durumunda |
snail (with house) | salyangoz |
slug | Sümüklüböcek |
class / Klasse (biol.) (e.g. mamalia/ Säugetiere) | sınıf |
art | sanat |
artist | sanatçı |
criminal | suçlu |
ordinary / common | sıradan |
the common thief | sıradan hırsız |
sophisticated | sofistike |
blackmailer | şantajcı |
from the common burglar to the more sophisticated blackmailers | sıradan hırsızdan, daha sofistike şantajcılara |
He enjoyed all the criminal types who were his usual pupils at the stronghold, from the common burglar to the more sophisticated blackmailers, ambitious children and young people who thought the art and science of lockpicking could facilitate their career | O, kalede kendisinin her zamanki öğrencileri olan tüm suçlu tiplerinden - sıradan hırsızdan, daha sofistike şantajcılara ve kilit kırma sanatının, kariyerlerini kolaylaştırabileceğini düşünen hırslı çocuk ve gençlere kadar - hepsinden zevk alırdı. |
extremely | son derece |
this was extremely vexing | bu son derece eziyetliydi |
to spend hours | saatler harcamak |
The girl would spend hours in front of a lock. | Kız, bir kilidin önünde saatler harcardı. |
The girl would spend hours in front of a lock prodding it with her wires and flirting with its mechanism | Kız, bir kilidin önünde, onu telleriyle dürtüp mekanizması ile flört ederek saatler harcardı. |
steep | sarp |
tight / narrow / short | sıkı |
tight groups of trees | sıkı ağaç toplulukları |
Pale(ly) | Solgun solgun |
Pale(ly) it had sat on top of the trees in the east | Solgun solgun doğudaki ağaçların üzerine oturmuştu |
boredom / annoyance / nuisance | sıkıntı |
No problem | sıkıntı yok |
depressing / uneasy / distressed | sıkıntılı |
a troublesome thought | sıkıntılı bir düşünce |
It was a depressing / troublesome morning | Sıkıntılı bir sabahtı. |
to attack / assail / assault | saldırmak |
Wolves attacked the sheep pens (rep) | Kurtlar koyun ağıllarına saldırmış |
cattle (includes cows, bulls, oxen, and buffaloes) | sığır |
In order to reach the cattle and horses they tore the stable walls with their teeth apart. | sığır ve atlara ulaşmak için ahır duvarlarını dişleriyle parçalamıştı. |
presenting (verbal noun) | sunuş |
After this presenting (verbal noun) | Bu sunuştan sonra |
After this presenting (verbal noun) let me pass immediately to the events. | Bu sunuştan sonra, hemen olaylara geçeyim. |
basket | sepet |
Your basket is empty | sepetiniz boş |
order /Bestellung | Sipariş |
My orders in process | İşlemde olan Siparişlerim |
Show my orders | Siparişlerimi göster |
On this page you can view, change or convert your orders into a single order. | Bu sayfada siparişlerinizi görebilir, değiştirebilir veya tek bir siparişe dönüştürebilirsiniz. |
Your surname / Ihr Nachname | Soyadınız |
beyond this page | Bu sayfadan sonrasını |
crime | suç |
a life of crime | suç hayatı |
to lead a life of crime | suç hayatı sürmek |
You are not afraid to lead a life of crime. | Suç hayatı sürmekten korkmuyorsun. |
the consequences | sonuçlar |
the outcoming/resulting consequences | doğacak sonuçlar |
responsible | sorumlu |
to blame | sorumlu tutmak |
you cannot blame me / you cannot hold me responsable | beni sorumlu tutamazsın |
you cannot blame me for the outcoming consequences / results | doğacak sonuçlardan beni sorumlu tutamazsın |
But let's get something straight : if you insist on reading this book despite my warning, you cannot hold me responsible for the consequences, | Ama bir şeyi açıklığa kavuşturalım : uyarmama rağmen bu kitabı okumakta ısrar edersen,doğacak sonuçlardan beni sorumlu tutamazsın. |
to create problems | sıkıntı yaratmak |
it can create all sorts of problems | her tür sıkıntı yaratabilir |
to get in trouble | sıkıntıya sokmak |
you can get in trouble | sıkıntıya sokabileceksin |
I don't know, whether you ever had an idea before, but if you have, then you know very little in how much trouble an idea can get you | Daha önce bir fikrinin olup olmadığını bilmiyorum, ama varsa, o zaman bir fikrin seni ne kadar sıkıntıya sokabileceğini çok az biliyorsundur. |
exam | Sınav |
class (school) /classroom | sınıf |
You will need to study to pass the exam. | Sınavı geçmek için çalışman gerekecek. |
We have to be brave to win this war. | Bu savaşı kazanmak için cesur olmalıyız. |
I just called to say “I love you”. | 'Seni seviyorum,' demek için aradım sadece. |
'Guess what he did' when I went there, he drew his sword. (style of speech/most dramatic part of the story - aor neg/ imp neg 3Sg as question) When I went there shall he not draw his weapon? | Ben oraya gidince, o da silâhını çekmesin mi? |
to jam (in) / tighten / squeeze (s) | sıkışmak |
to be in a tight corner / to have one's back against the wall /to be trapped / cornered/ in Schach gesetzt | köşeye sıkışmak |
hobby horse / Schaukelpferd | sallanan at |
The moonlight reflected in the eyes of the hobby horse/Schaukelpferd | Sallanan atın gözlerine ay ışığı yansıyordu. |
Out of (in) the silence he thought that he heard tiny bare feet running | sessizliğin içinden minik çıplak ayakların koştuğunu duyduğunu sandı |
Upon this answer (y) Mo had pinched her nose. | Bu yanıt üzerine Mo kızın burnunu sıkmıştı. |
She had hid a box of matches in the drawer of her night desk . | Komodinin çekmecesine bir kutu kibrit saklamıştı. |
lampost / street lantern | sokak lambası |
hayloft / Scheune / Heuboden | samanlık |
to look at something in detail | süzmek |
Do you have a moment (lit. a second) ? | Bir saniyen var mı? |
To be shaken / to shake oneself / to jerk oneself out of a somnolent state | silkelenmek |
Samaritan | Samırıyeli |
Samaritans | Samırıyeliler |
you get up at seven in the morning | Sabah yedi(de) kalkarsın |
to avoid / beware/ refrain / be cautious of + Abl | sakınmak |
quiet / calm / serene | sakin |
pure /innocent / naive/ fool | saf |
deaf | sağır |
the deaf hear (are hearing) | sağırlar işitiyor |
to stagger / stumble (s) | sendelemek |
Blessed is he who does not stumble (s) and fall because of me (for my sake) | Benden ötürü sendeleyip düşmeyene ne mutlu. |
ordinary people | sıradan kişiler |
One of these ordinary people | Bu sıradan kişilerden biri |
Giving a glass of cold water to one of these ordinary people | Bu sıradan kişilerden birine bir bardak soğuk su veren |
He who loves his mother or his father more than he loves me is not worthy (l) of me. | Annesini ya da babasını beni sevdiğinden çok seven bana layık değildir. |
numbered/counted | sayılı |
sparrow | serçe |
milky way | samanyolu |
What is next | Sırada ne var |
I wonder what is next. | Sırada ne var acaba. |
She started to count the windows (lit. And if she tried...) she soon (immediately) gave up. | Pencereleri saymaya çalıştıysa da bundan hemen vazgeçti. |
whitewash /Putz | duvar sıvası |
the dark yellow (ocker) coloured (b) plaster(pl) | koyu sarı boyalı sıvalar |
The ocker coloured (b) wall plaster seemed so dirty. | Koyu sarı boyalı duvar sıvası bu kadar kirli görünüyordu. |
Perhaps the ocker coloured (b) wall plaster looked/seemed only (s) by twilight so dirty. | Belki de koyu sarı boyalı duvar sıvası sadece alacakaranlık vakti bu kadar kirli görünüyordu. |
tightly closed lips / zusammengepreßte Lippen | sımsıkı kapalı dudaklar |
magpie / Elster | saksağan |
to choose / select | seçmek |
completely healed / in perfect health | sapasağlam |
meanwhile / at that time / around that time / thereabouts | o sıralarda |
to get frustrated (angry) | sinirlenmek |
I get frustrated when people don’t understand what I’m trying to say. | İnsanlar ne demek istediğimi anlamayınca sinirlenirim. |
to grow impatient | sabırsızlanmak |
After hours of waiting alone she finally she lost her patience and left the room. | Saatlerce yalnız bekledikten sonra sonunda sabrını kaybetti ve odayı terk etti. |
After hours of waiting alone she finally grew impatient and left the room. | Saatlerce yalnız bekledikten sonra sonunda sabırsızlanıp odayı terk etti. |
sympathetic / warm hearted / likeable/ appealing | Sempatik |
Jubilant / exultant / over the moon | Çok sevinçli |
the words he said | Söyledikleri |
what I say to you in the dark | Size karanlıkta söylediklerim |
What I say to you in the dark, tell it in the daylight. | Size karanlıkta söylediklerimi, siz gün ışığında söyleyin. |
I like it/ I got a satisfactory impression - a one time thing | sevdim |
I continuously see it and like it every time | Seviyorum |
I like the dress; I will buy it. | Elbiseyi sevdim; onu alacağım. |
I like the dress. I will wear it every day. | Elbiseyi seviyorum; onu her gün giyiyorum. |
I like German. - Very first impression only | Almancayı sevdim |
I like German - I know a bit and it is nice | Almancayı seviyorum |
come to think of it / true that | sahi ya |
Come to think of it, does what they are doing (also) happen to be a phenomena? | Sahi ya bunlar ne yapıyorlar da fenomen oluveriyorlar? |
to defend | savunmak |
to defend the rights of others | başkalarının haklarını savunmak |
to be expected to defend the rights of others | başkalarının haklarını savunması beklenmek |
They are expected to defend the rights of others. | Başkalarının haklarını savunmaları beklenir. |
Impulsive (daring/kühne) people are expected to defend the rights of others. | Atılgan kişilerden başkalarının haklarını savunmaları beklenir. |
shit | sıç |
the blue of 'I am so deep in shit' - (term used by students who have exam in the morning and didn't study enough) | sıçtım mavisi |
fake /false | sahte |
Fake prince and ambassador arrested in Italy | sahte prens ve büyükelçi İtalya'da yakalandılar |
to expose / exhibit / display | sergilemek |
before displaying | sergilemeden önce |
before displaying forms of enterprise / impulsiveness | Atılgan davranmış biçimlerini sergilemeden önce |
to drown | suda boğulmak |
flood /torrent / deluge | sel |
I can't call him at this hour. | Bu saatte onu arayamam. |
Can you answer this question? | Bu soruya cevap verebilir misin? |
Is this yours? | Bu seninki mi? |
We are selling our house. | Biz evimizi satıyoruz. |
to rob (e.g. bank) | Soymak |
They are robbing the bank. | Bankayı soyuyorlar. |
intuition / instinct / perception | sezgi |
eighty | seksen |
When she was taking shelter next to her father after a bad dream | kötü bir düşten sonra babasının yanına sığındığında |
See you later | sonra görüşürüz |
Are you thirsty | susadın mı |
sauce | sos |
to order / bestellen | sipariş vermek |
to buy | satın almak |
I want to buy something for you. | Senin için bir şey satın almak istiyorum. |
He likes coffee | kahve sever |
He doesn't like fish. | balık sevmez |
Who are you? | siz kimsiniz? |
sport shoes | spor ayakkabı |
I want to buy some clothes (k) | Birkaç kıyafet satın almak istiyorum |
I need to buy an umbrella | şemsiye satın almam gerekiyor |
faithful as a dog | bir köpek kadar sadık |
What's the time ? | Saat kaç ? |
It's two o'clock. | Saat iki. |
It's ten to two | saat ikiye on var |
It's six past five | saat beşi altı geçiyor |
At what time? | Saat kaçta? |
at one o'clock | saat birde |
no problem | sorun yok |
We have a problem | Bir sorunumuz var |
street | sokak |
left | sol |
to ask | sormak |
Can I ask you (pl) a question? | size bir soru sorabilir miyim? |
blond | sarışın |
She's blond. | o sarışın |
What's the problem ? / Whats the matter ? | Sorun ne? |
and they lived happily ever after | ... ve sonsuza dek mutlu yaşadılar |
sort of / kind of | sayılır |
Give me a hug. | sarıl bana |
centimetre | santim |
cinema | sinema |
gym | spor salonu |
to drive (s) | sürmek |
sport | spor |
What does he love to do? | Ne yapmayı çok sever? |
What does he like to eat ? | Ne yemeyi sever? |
I guess so | sanırım öyle |
morning | sabah |
the eighth | sekizinci |
chair | sandalye |
beach (s) / coast | sahil |
later (than) | sonrası |
Do you guys have plans for later ? | sonrası için planınız var mı? |
with you | seninle |
with you (pl) | sizinle |
the next | sonraki |
I will be home at four. | saat dörtte evde olacağım |
boring | sıkıcı |
to get drunk | sarhoş olmak |
We could go to the cinema | sinemaya gidebiliriz |
It's a quarter to one | saat bire çeyrek var |
How long is the film? | film ne kadar sürüyor? |
in the morning | sabahleyin |
What do you like to do in the morning? | sabahleyin ne yapmayı seversin? |
last time | geçen sefer |
We ordered four starters (food) | dört aperatif siparişi verdik |
conversation | sohbet |
politics | siyaset |
health | sağlık |
Do you want to talk about your health? | sağlığından konuşmak ister misin? |
option / choice / alternative | seçenek |
in turns / one by one | sırayla |
Moiraine kneeled down next to each one in turn. | Moiraine sırayla her birinin yanında diz çöktü. |
to look forward to ... (lit. to wait for impatiently) | ... -i sabırsızlıkla beklemek |
we're looking forward to seeing you (pl) /we are waiting impatiently.... | sizi görmeyi sabırsızlıkla bekliyoruz |
we look forward to meeting you (pl) / we are waiting impatiently.... | sizinle tanışmayı sabırsızlıkla bekliyoruz |
Don't be such a fool ! | bu kadar saf olma! |
I am trying to stay calm. | Sakin olmaya çalışıyorum. |
Calm down ! | sakin ol |
Be quiet ! | sessiz ol! |
crime novel / Krimi | suç romanı |
handle /Griff | sap |
a hunting knive with bone handle | kemik saplı bir avcı bıçağı |
to protect from the fog | sisten korumak |
mountain range | sıradağlar |
to REbound / hop / skip (keep bouncing) | sekmek |
to bound /run ricocheting | sekerek koşmak |
He loosed (lit. threw) an arrow at the bounding deer. | oku sekerek koşan geyiğe doğru attı. |
to jump / splash / leap / bounce (once) | sıçramak |
he jumped (s) back | geriye sıçradı |
to be exposed / displayed | sergilenmek |
to offer / proffer / introduce / present | sunmak |
The extending ups and downs offered a new amazing view at every turn. | Uzanan inişler ve çıkışlar her dönemeçte yeni ve şaşırtıcı manzaralar sunuyordu. |
ceramic / porcelain | seramik |
tiled walls | seramik kaplı duvarlar |
politician | siyasetçi |
to lose one's patience | sabrı taşmak |
or I will lose my patience | yoksa sabrım taşacak |
surprise | sürpriz |
war | savaş |
promise (s) / word (saying) | söz |
to give a promise | söz vermek |
to keep a promise | sözünü tutmak |
war is never necessary | savaş hiç gerekli değil |
politicians always promise to change the law | siyasetçiler her zaman kanunu değiştirmeye söz verirler |
politicians actually control nothing | siyasetçiler aslında hiçbir şey kontrol etmiyorlar |
it's too hot | çok sıcak oldu |
stade | stadyum |
this is the biggest stadium in Europe | bu Avrupa'daki en büyük stadyum |
basketball is the most popular sport | basketbol en popüler spor |
soap | sabun |
backpack | sırt çantası |
border (s) | sınır |
election / choice | seçim |
system | sistem |
health care system | sağlık hizmetleri sistemi |
when is the next election? | sonraki seçim ne zaman? |
the next election is in two years | sonraki seçim iki yıl içinde |
do you think the President is reliable? | sence Başkan güvenilir mi? |
do you think ... ? | sence ... mi? |
foggy | sisli |
soaked | sırılsıklam |
if he doesn't bring his umbrella he'll get soaked | şemsiyesini getirmezse sırılsıklam olacak |
words to say | söyleyecek söz |
I have no words | söyleyecek sözüm yok |
to score | sayı yapmak |
sport club | spor kulübü |
season (s - e.g a sport season) | sezon |
the season (s) always begins in August | sezon her zaman Ağustos'ta başlar |
that isn't my mum’s favourite car | o annemin en sevdiği araba değil |
that was my top choice as well | benim de ilk seçimimdi |
to the left | soldaki |
to the right | sağdaki |
I think it was the guy to the left | galiba soldaki adamdı |
robbery | soygun |
robber | soyguncu |
murder weapon | cinayet silâhı |
red-handed | suçüstü |
it was robbery | soygundu |
the police caught the murderer red-handed | polis katili suçüstü yakaladı |
unfortunately the police couldn't find the murder weapon | maalesef polis cinayet silâhını bulamadı |
so; in order for ... ; thus / In this way | bu sayede |
extravagant | savurgan |
healthy | sağlıklı |
unhealthy | sağlıksız |
as long as you know what you're doing | ne yaptığını bildiğin sürece |
fortune | servet |
I don't want to be single forever | sonsuza dek bekâr olmak istemiyorum |
Who wants to live forever? | Kim sonsuza dek yaşamak ister? |
guilty | suçlu |
the judge gave the robber five years in prison | hakim soyguncuya beş yıl hapis verdi |
hang in there / be patient / grit your teeth /grin and bear it! Lit. Beiß die Zähne zusammen. | sık dişini |
industry | sanayi |
to shake hands | el sıkışmak |
to indicate (in traffic) | sinyal vermek |
version | sürüm |
process | süreç |
did you set the clock correctly? | saati doğru kurdun mu? |
they chose to spend the money on a new lamp | parayı yeni bir lambaya harcamayı seçtiler |
social | sosyal |
to establish; to discover; to conclude | saptamak |
... kendine saklamak | to keep ... for oneself |
to cause | sebep olmak |
recently | son zamanlarda |
He is watering the flowers. | O, çiçeklere su veriyor. - O, çiçekleri suluyor . |
What is your favoured song ? | En sevdiğin şarkı nedir? |
How is it going (for you) ? | (Senin) nasıl gidiyor? |
How is it going (for you) ? | (Senin) nasıl gidiyor? |
You can ask me | Bana sorabilirsin |
Do you have another question ? | Başka sorun var mı? |
Art for art's sake. / Ars artis gratia | Sanat sanat içindir |
Stressful people are prone to get ill | Stresli kişiler hastalığı davet ediyor |
Words are fleeting, writing stays | Söz uçar, yazı kalır |
presentation /supply / offer (...m) | sunum |
to present / make a presentation | sunum yapmak |
presentation software | sunum - sunuş yazılımı |
oral presentation | sözlü sunum |
presenting /feature/ presentation /introduction (...ş) | sonuş |
architectual rendering | mimari sunuş tekniği |
Graphic representation | çizgesel sunuş |
white paper (presentation paper) | sunuş belgesi |
view menu (computer) | sunuş menüsü |
graphik display | grafik sunu |
PowerPoint Presentation | PowerPoint sunuşu |
multimedia presentation | çoklu ortam sunuşu |
submission / confirmation / presentation / offering (...a) | sunma |
submission of evidence (court) | kanıt sunma |
delivery confirmation (u) | ulaşma bilgisi sunma |
delivery confirmation (v) | varış bilgisi sunma |
sacrifice (rel.) | tanrıya sunma |
breaking news | haberleri sunma |
Abstain from evil | Kötülükten sakının |
to pass the most difficult part of something | birşeyin en sıkıntılı kısmını atlatmak |
to overcome the difficulties / to surmount the difficulties / to resolve the problems | sorunları atlatmak |
nerve /sinew / anger / temper | sinir |
he pissed me off / it made me nervous | beni sinir etti |
to drive s.o. nuts | sinir etmek |
to drive s.o. nuts | sinir etmek |
misfortune / bad luck | şanssızlık |
responsibillity | sorumluluk |
scratch / scar /(light wound) | sıyrık |
Which is your favoured Turkish food? | Senin en sevdiğin Türk yemeği hangisi? |
1. to soap oneself. 2. to be soaped. 3. slang to be cleaned out, lose all one´s money (while gambling). | sabunlanmak |
to wrap oneself up / to gird oneself | sarınmak |
to snuggle down with something / sich in etwas einwickeln | bir şeye sarınmak |
sich in eine Decke wickeln | bir battaniyeye sarınmak |
come close, nestle, snuggle, draw near, wriggle oneself into, infiltrate, come up, creep, edge, edge in, encroach, nuzzle, penetrate, put oneself forward, sidle, sidle up to, worm one's way /sich anschmiegen | sokulmak |
She wrapped the shawl even more tightly | şalına daha da sıkı sarındı |
to moan / complain / whine | sızlanmak |
to toss / to shake off / to shake oneself | silkinmek |
to undress | soyunmak |
Adjective | sıfat |
plaster | sıva |
musical instrument (s) | saz |
Juicy /saftig | sulu |
pealed / geschält | (Kabukları) soyulmuş |
milk rice | sütlaç pirinci |
sesame seed /Sesamkorn | susam |
Chive / Schnittlauch | soğancık |
Safran | safran |
really / tatsächlich | sahi |
stiffly / sharply | sertçe |
We are filled with joy | sevinç doldu içimiz |
The Lord has done great things for us. We are filled with joy. Mezmur 126: 3 | Rab bizim için büyük işler yaptı, sevinç doldu içimiz. |
God is love. Who lives in love lives in God and God in him. 1. Yuhanna 4:16 | Tanrı sevgidir. Sevgide yaşayan Tanrı'da yaşar, Tanrı da onda yaşar. |
to accuse | suçlamak |
abstract | soyut |
abstract art | soyut sanat |
absract painting | soyut resim |
abstract concept | soyut kavram |
abstract idea | soyut görüş |
a philosophy | soyut düşünüş |
skinny /mager (s) | sıska |
continuously (s) / constant / permanent / without ceasing | sürekli |
constant care (s.b.) | sürekli bakım |
control-freak | sürekli çevresindeki insanları kontrol altında tutmaya çalışan kimse |
obsession | sürekli endişe |
permanent job | sürekli iş |
constant/regular smoking | sürekli içicilik |
constant improvent | sürekli gelişme |
frequent guest | sürekli konuk |
Stop asking the same questions over and over | sürekli aynı soruları sorup durmayı kes |
trouble magnet | sürekli olarak başını belaya sokan kimse |
to have one's head in the clouds | sürekli düş kurmak |
to keep at s.o. (for doing sthg) | birine sürekli bir şeyi yapması için dırdır etmek |
Nobility / aristocrazy / noblesse | soylular |
Let's surprise x | X-e sürpriz yapalım |
twig / Zweig | sürgün |
willow /Weide | söğüt |
malaria /Tropenfieber | sıtma |
Eucalyptustree | sıtmaağacı |
stem (plant) / Stängel /Stiel | sap |
Hyazinthe | sümbül |
Do you have a question? | Bir sorun var mı? |
deleted messages | silinen mesajlar |
Sticky tape /Tesafilm | seloteyp |
free (available)(s) / unattached /unrestricted | serbest |
I am free (available ) (s) | serbestim |
I am not free (available) (s) | serbest değilim |
I don't think so | Sanmam |
Salami | salam |
push stop ! | Stopa bas ! |
to watch tv | televizyon seyretmek |
Life belt / Rettungsring | can kurtaran simidi |
steering wheel | direksiyon simidi |
bagel (cookie) | yahudi simidi |
row (number...) | sıra |
Do you have hot water? | Sicak suyunuz var mı ? |
Shut up ! | Sus ! |
slide (e.g. Power point) | slayt |
slide view | slayt görünümü |
Powerpoint slide show | Powerpoint slayt gösterisi |
creating or modifying slide layouts | Slayt düzenlerini oluşturma veya değiştirme |
change of page orientation between horizontal and vertical | sayfa yönlendirmesini yatay ile dikey arasında değiştirme |
chess | satranç |
chess board | satranç tahtası |
icicle | saçak buzu |
flood | su baskını |
topaz | sarı yakut |
Sodium / Natrium - Na 11 | Sodyum |
Silicon /Silicium -Si 14 | Silisyum |
Scandium - Sc 21 (geçiş metalleri /metalik gri) | Skandiyum |
The bird gas a worm in its beak. | Kuşun gagasında solucan var. |
He feeds (b) the worm to his kids. | Yavrularını solucanla besliyor. |
pheasant /Fasan | sülün |
starling | sığırcık |
Nuthatch /Kleiber | sıvacı kuşu |
Goldfinch / Stieglitz | saka kuşu |
to press together /to tighten /to squeeze / to hold tight zusammenbeißen | sıkmak |
trefle / Kreuz (cards) | sinek |
symphony | senfoni |
stage /podium /Bühne | sahne |
saxophone | saksafon |
fried egg / Spiegelei | sahanda yumurta |
to hang down / to dangle/ to drop (s) / hängen / bammeln/ to last - dauern (often in a negative sense) | sarkmak |
with a piece of fried egg hanging down from his brush-like moustache | fırça gibi bıyığından sarkan bir parça sahanda yumurtayla |
to look at s.o. with misty eyes | birine sisli gözlerle bakmak |
magic (s) adj | sihirli |
What's the magic word? | Sihirli kelime neydi ? |
You forgot the magic word | Sihirli kelimeyi unuttun |
stand /Stativ | statif |
spatula / Spatel | spatül |
to count | saymak |
Chewing gum | sakız |
to chew chewing gum | sakız çiğnemek |
to identify (someone) (s) | kimliğini saptamak |
to locate (s) | yerini saptamak |
to locate someone by following s.o.'s hints / to trace | bazı ipuçlarını izleyerek birinin yerini saptamak |
to verify (s) | doğrusunu saptamak |
to pretedetermine | önceden saptamak |
to identify who he is | kim olduğunu saptamak |
to identify whose it is | kimin olduğunu saptamak |
to pinpoint the ennemy ('s location) | düşmanın yerini saptamak |
broom | süpürge |
his top-of-the-line Nimbus 2000 broomstick | pek kaliteli Nimbus İki Bin sürpürgesi |
flowerpot / Blumentopf | saksı |
suspended flowerpot / hängender Blumentopf | asma saksı |
safely / safe and sound | sağ salim |
stupid / blöd | salak |
He was talking about that stupid(s) dinner party.(d) | O salak akşam yemeği davetinden söz ediyordu. |
magically / with /by magic | sihirle |
to talk about / to mention / to speak off | söz etmek |
he does not mention an ablativ | x-den söz etmiyor |
insidious / sneaky /sly / heimtückisch / hinterhältig | sinsi |
to ask slyly | sinsi sinsi sormak |
to shuffle one's feet / schlurfen | ayaklarını sürümek |
to run / race / rush (s) | seğirtmek |
wall (s) | sur |
the ruined walls of the city | kentin yıkık surları |
indicate / suggest | sezdirmek |
Do you mind...? | Sakınca (sı) var mı ...? |
Do you mind if I sit down here ? | Buraya oturmamda bir sakınca var mı ? |
Not at all / not to worry / it doesn't cause a problem | Sorun değil |
No smoking /Rauchen verboten | Sigara içilmez |
I was robbed (by a thief) / (lit pealed) | (bir hırsız tarafından soyuldum |
I have been attacked / Ich bin überfallen worden | saldırıya uğradım |
Do you mind if I smoke ? is there a problem if / would (will) there be a problem if... | Sigara içmemin bir sakıncası var mı - ... olur mu? |
The program lasted (extended) until the night / Das Program zog sich bis in die Nacht hinein | Program geceye sarktı |
vacuum cleaner | Elektrikli süpürge |
vacuum cleaner dust bag / Staubsaugerbeutel | Elektrikli süpürge toz torbası |
barque / Kahn / fishing boat | sandal |
They are fishing with barques. | Onlar sandallarla balık tutuyorlar. |
at that moment / at that point | o sırada |
to intervene in /to enter a conversation / se mêler à une conversation | söze karışmak |
His men slip in fear from under the doors | Adamları korkuyu kapıların altından sürer. |
marten / weasel / Marder | sansar |
on the back | sırtüstü |
She lay on ( her ) back, her mouth was half open | sırtüstü yatıyordu, ağzı yarı açıktı. |
I don't want to say that this book will end with a bad end. | Bu kitabın kötü bir sonla biteceğini söylemek istemiyorum |
for some reason | bir sebeple |
for some unknown reason | bilinmeyen bir sebeple |
In our house for some unknown reason the flies began to multiply. | Evimizde bilinmeyen bir sebeple sinekler çoğalmaya başladı. |
pain /twinge / pang /ache (s) | sancı |
heartache /heartbreak | yürek sancısı |
Aloe / Agarve | sarısabır |
gigantic aloe plants | devasa sarısabır bitkileri |
spurge /euphobia /Wolfsmilch | sütleğen |
Should he love, should he not love or should he not like it at all ? | Sevmeli mi sevmemeli mi Yoksa hiç beğenmemeli mi |
to spread over /to sprawl | serilmek |
to have a red carpet spread out in front of s.o. | önüne kırmızı halı serilmek |
An (impressive) array (series) of knives dangled /swung from his belt. | Kemerinden bir dizi bıçak sarkıyordu. |
to curse (s) | sövmek |
to deviate /detour / divert from /lead away from | sapmak |
They are thirsty | Onlar susamışlar. |
They are thirsty, they want to drink | susamışlar,su istiyorlar. |
They are thirsty, they want to drink | susamışlar,su istiyorlar. |
Are they thirsty ? (if you don't know go and ask them) | Susamışlar mı? |
Are they thirsty ? (You were all day together. You must know without even asking them) | Susadılar mı ? |
to sweep | süpürmek |
(an)other option | başka seçenek |
I have no choice. | Başka seçeneğim yok. |
Why do you ask all these questions? | Bütün bu soruları neden soruyorsunuz? |
How much money do you have(s) ? | Ne kadar paraya sahipsin? |
I have (s) ten dollars. | On dolara sahibim. |
That's why I came here today. | Bugün buraya bu sebeple geldim. |
I think I am going to try it | Sanırım, ben deneyeceğim |
as good as done | bitmiş sayılır |
something like that | öyle sayılır |
it's kind of weird | tuhaf sayılır |
I kind of like it here | burayı sevdim sayılır |
a small fortune | hatırı sayılır bır servet |
dinner is about ready | akşam yemeği hazır sayılır |
considered as adopted / agreed on | kabul edilmiş sayılır |
as good as dead | ölmüş sayılır |
time to go for supper | akşam yemeğine gitme zamanı sayılır |
How often | Ne sıklıkta |
how often do you come here | Ne sıklıkta buraya gelirsiniz ? |
salesman | satış görevlisi |
dishonest /fraudulent / crooked | sahtekâr |
you need to decide whether or not you want more responsabilities | daha fazla sorumluluk isteyip istemediğiniz hakkında bir karar vermek zorundasınız |
I have to make a choice. | Bir seçim yapmak zorundayım. |
suffix | son ek |
The more I study Turkish the more I understand (lit. I increasingly understand better) how to use the suffixes. | Türkçe çalıştıkça,son ekleri kullanmayı,giderek daha iyi anlıyorum. |
Didn't I tell you that (this)? | Sana bunu söylemedim mi? |
Do you think you should have gone there? | Sence oraya gitmeli miydin? |
The red shoes are too tight. | Kırmızı ayakkabılar çok sıkı. |
Really ? | Sahi mi? |
I am (become) like a fish out of water. | Sudan çıkmış bir balık olurum. |
to cool off / to cool down | serinlemek |
If you(pl) want you can go (in)to the sea and cool off | İsterseniz denize girip serinleyebilir |
the coolness of the forest that even on the hottest days in summer can cool/chill people | yazın en sıcak gününde bile insanı üşütebilecek orman serinliği |
because of you(pl) / thanks to you / grâce à vous | Sayenizde |
because of you / thanks to you / grâce à toi | Sayende |
Thanks to you I love Turkish a lot. | Sayende Türkçeyi çok sevdim. |
He is surfing on Internet every evening. | Her akşam intertnette sörf yapıyor. |
bagel | simit |
Sometimes he gives bagels to the sea gulls. | O bazen martılara simit veriyor. |
He buys two bagels and eats half a bagel, one and a half bagels he throws to the seagulls. | İki simit alıyor ve yarım simidi yiyor, bir buçuk simidi martılara atıyor. |
The seagulls follow the steamboat and eat the bagels. | Martılar vapuru takip ediyorlar ve simitleri yiyorlar. |
eraser / Radiergummi | silgi |
table (s) | sofra |
to prepare the table / lay out the table cloth | sofrayı hazırlamak |
Stress | Stres |
Avoid stress | Stresten kaçın. |
Turkey is on 37 th place. (refers to surface) | Türkiye ise 37. sıradadır. |
trench (Schutzgraben) / shield / bulwark | siper |
to take shelter / to take cover | siper almak |
to use as a shield | siper etmek |
to dig a trench | siper kazmak |
electromagnetic screen | elektromanyetik siper |
investigation / inquiery | soruşturma |
to be indicted / to be charged with crime / angeklagt sein | hakkında soruşturma açılmak |
to release / discharge / deliver | serbest bırakmak |
The American priest Brunson was released after a last-minute decision by the court. | Mahkemenin son dakika kararı ile ABD'li rahip Brunson serbest bırakıldı. |
a last-minute decision | son dakika kararı |
after a last minute decision | son dakika kararı ile |
he is accused of spying | casusluk yapmakla suçlanıyor |
to be accused by | suçlanmak |
to be charged with drunk driving | alkollü araç kullanmakla suçlanmak |
to be charged with leaving the scene of an accident | kaza mahallini terk etmek ile suçlanmak |
to be charged with murder | cinayetle suçlanmak |
to be charged with rape | tecavüzden suçlanmak |
to be charged with property damage | mala zarar vermekle suçlanmak |
to be accused of fraud | sahtekarlıkla suçlanmak |
to be accused of fraud | sahtekarlıkla suçlanmak |
deportation / expulsion | sınırdışı |
to be deported / expulsed | sınırdışı edilmek |
tablecloth (s) | sofra örtüsü |
Be healthy ( said after a haircut) | Sıhhatler olsun! |
to cool down / to become cold | soğumak |
The weather became very cold. | Hava çok soğudu. |
sausage (su...) | sucuk |
egg with sausage | sucuklu yumurta |
She is afraid of water. | Sudan korkar. |
I am bored at work and home. | İşte ve evde sıkılırım. |
He is not bored. | O sıkılmıyor. |
He has lots of homework. | Bir sürü ödevi olur. |
coming up now | şimdi sırada |
ascending / sorted ascending | artan sırada |
descending / sorted descending | azalan sırada |
in logical order | mantıksal sırada |
in the meantime | bunlar olduğu sırada |
while he x-ed | x-diği sırada |
While the young girl dropped on her knees and began to cry | Genç kız diz çökerek ağlamaya başladığı sırada |
to be stuck in / to sink into / to get stuck | saplanmak |
Her words stuck like a knife into his heart / Ihre Worte gaben ihm einen Stich ins Herz. | Sözleri kalbine bıçak gibi saplanmıştı. |
to unleash / to release / to let out / to unbind | salmak |
they will find us and unleash their guards on us | bizi bulup muhafızları üzerimize salacaklar |
without a fight /kampflos | savaşmadan |
He won't give up on his plans without a fight | Savaşmadan planlarından vazgeçer. |
on charges of / alleged to (s) | suçlamasıyla |
on charges of making organized migrant trafficking | "Örgütlü olarak göçmen kaçakçılığı yapmak" suçlamasıyla |
driver (s) | sürücü |
the truck driver | kamyonun sürücüsü |
in the morning hours | sabah saatlerinde |
criminal record | suç kaydı |
Often, I would see that the weather is nice and sunny. | Sıklıkla, havanın güzel ve güneşli olduğunu görürdüm. |
He hasn't spoken to me in a long time. | Benimle uzun süredir konuşmamıştı. |
to feel very stressed | çok stresli hissetmek |
audiance /spectator | seyirci |
a large audiance | büyük bir seyirci |
to talk in front of a great audience | büyük bir seyirci önünde konuşmak |
He told me to go / He told me that I should go | bana gitmem gerektiğini söyledi |
He said I could work | çalışabileceğimi söyledi |
he said I was qualified | kalifiye olduğumu söyledi |
objection /inconvenience | sakınca |
low weight (boxing) | Düşük sıklet |
consequently / as a consequence / in conclusion 7 ultimately | Sonuç olarak |
as a natural consequence | doğal sonuç olarak |
irresponsably / recklessly | sorumsuzca |
to spend money irresponsably | para sorumsuzca harcamak |
to live a simple life | sade bir hayat yaşamak |
to take the consequences | sonuçlarını göze almak |
He couldn't take the consequence/result | Sonucu göze alamadı. |
If you don't come back home late we cant chat a bit. | Eve geç dönmezsen, biraz sohbet ederiz. |
to consider harmful /risky | sakınca görmek |
if you don't mind me asking | sormamda bir sakınca yoksa |
if you don't mind me saying | söylememde bir sakınca yoksa |
it doesn't hurt to ask | sormakta bir sakınca yok |
I don't mind telling you this | sana bunu söylemekte (bir) sakınca görmüyorum |
do you mind if I join you | sana katılmamda sakınca var mı? |
I hope you are ok with it. | umarım ... -de bir sakınca yoktur |
I don't see why not | bence bir sakıncası yok |
I hope it's ok with you | umarım senin için bir sakıncası yoktur |
I hope that's ok | umarım sakıncası yoktur |
would you mind / if there's no objection | sakıncası yoksa |
Do you mind? | sakıncası var mı? |
Do you mind if I sit here ? | Buraya oturmamın bir sakıncası var mı? |
WOuld you mind if I sat here? / If there is no objection can I sit here? | Bir sakıncası yoksa buraya oturabilir miyim? |
first class | birinci sınıf |
best-case scenario (not idiomatic) / idiomatic | en iyi senaryo (su) - en iyi |
worst-case scenario (not idiomatic) - idiomatic | en kötü durum senaryosu - en k¨ötü |
battlefield / battleground | savaş alanı |
district (s) | semt |
district bazaar / street market | semt pazarı |
dense /cramped / crowded/ hard-pressed | sıkışık |
the traffic is dense the whole day | trafik b¨ütün gün sıkışık |
to fit the car into a tight space (parking lot) | arabayı sıkışık bir yere yerleştirmek |
to be in finanacial difficulties | paraya sıkışık olmak |
rush hours | sıkışık zaman |
tight schedule | sıkışık program |
peak traffic hours | trafiğin en sıkışık olduğu saatler |
milkman | s¨ütçü |
She talks even to the milkman about her visions. | O da vizyonlarından sütçüye bile söz ediyor. |
And you are naive. | Sen de safsın. |
joyful / mirthful / happy | sevinçli |
the latter (of the two) | (ikisinden) sonuncusu |
the last but not the least (the most important) | sonuncusu ama en önemlisi |
the last but not the least (but not the worst) | sonuncusu ama en kötüsü değil |
She was sure it was the latter. | sonuncusu olduğundan emindi |
They did not want to load the responsablity on one single person. | Sorumluluğu tek bir kişi üzerine yüklemek istememişler. |
to disassemble / to take apart/ to pull out / to take down / to disconnect | sökmek |
I took off the pipe of the sink / I took the pipe of the sink into pieces | lavabonun borusunu söktüm |
to whine / to whimper | sızlamak |
magician /illusionist / (someone doing magic tricks) | sihirbaz |
like a flash in the pan / wie ein Strohfeuer (something that happened only once or for a short time and was not repeated) | saman alevi gibi |
Demonstrations spread to the entire city but were like flash in the pan glowing and extinguished. | Gösteriler bütün kentlere yayılmış ama saman alevi gibi parlayıp sönmüş. |
My joy in some way does not carry your joy. (from a poem of Attila İlhan ) | Sevincim bir türlü tutmaz sevincini. |
rarer /sparesely | seyrek |
rare diseases | seyrek görülen hastalıklar |
rarely encountered | seyrek rastlanan |
sparesely furnished | seyrek eşyalı |
losely woven | seyrek dokunmuş |
sparesely populated | seyrek nüfuslu |
sparse vegetation (plant cover) | seyrek bitki örtüsü |
to be few and far between | çok seyrek olmak |
the room used to be rarely (s) ventilated/aerated | oda seyrek havalandırılırdı |
to secrete / excrete | salgılamak |
sweetness / cuteness / loveliness | sevimlilik |
to be determined | saptanmak |
signal mixer | sinyal karıştırıcı |
the azalee that was in a flowerpot standing on the small table in the corner | köşedeki sehpanın üzerinde duran saksıdaki açelya |
chessmen /Schachfiguren | satranç taşları |
I set the chessmen back on their board | satranç taşlarını tahtasına geri yerleştirdim |
no way /under no circumstances | hiçbir suretle |
the writing desk whose surface we were not allowed to touch under any cicumstances | yüzeyine hiçbir süretle dokunmamıza izin verilmeyen yazı masası |
dynasty /lineage /family (s) | sülale |
The last Gen carrier in Charlotte's lineage (family) was a lady by the name Miss Margret. | Charlotte'un sülalesindeki son Gen Taşıycı Magret adında bir hanımdı. |
distinguished /outstanding /exclusive/exquisite | seçkin |
an exquisite district /neighbourhood (s) | seçkin bir semt |
elite | seçkin kişiler |
to take a breath /to breath in (s. a.) | soluk almak |
taking a deep breath (s. a.) | derin bir soluk alarak |
flush /Klospülung | sifon |
to be dispersed /to be driven away / to be scattered (s) | savrulmak |
to hold one's breath | soluğunu tutmak |
to gasp for breath | soluğu tutulmak |
holding my breath | soluğumu tutarak |
to spread /to unfold / to lay out | sermek |
to expose /display (s) | gözler önüne sermek |
he exposes enormous contradictions | muazzam çelişkileri gözler önüne seriyor |
His book reveals immense contradictions about foods consumed in the United States and other English-speaking Western countries. | Kitabında ABD ve diğer İngilizce konuşulan Batı ülkelerinde tüketilen gıdalarla ilgili muazzam çelişkileri gözler önüne seriyor. |
food industry /Lebensmittelindustrie (g.s.) | gıda sanayii |
The purpose/aim of the American food industry | Amerikan gıda sanayiinin amacı |
her head is constantly turning | başı sürekli sürekli dönüyor |
that asshole /that sneaky looking fellow (h) | şu sinsi suratlı herif |
unshakable faith / unwavering faith | sarsılmaz inanç |
our unwavering faith | sarsılmaz inancımız |
naivety / innocence | saflık |
bed frame/ Bettgestell (the metal part / springs of a bed) | somya |
slut / Schlampe | sürtük |
shabby /illbred / rude | seviyesiz |
It makes/renders everything so extremely shabby. | Her şeyi son derece seviyesiz kılıyor. |
slang for: penis | sik |
vouvoyer | sizli bizli konuşmak |
tutoyer | senli benli konuşmak |
adjective | sifat |
top hat /Zylinder | silindir şapka |
The gentleman took of his gloves and his top hat (Zylinder) | Beyzade, eldivenlerini ve silindir şapkasını çıkardı. |
It has been a pleasure chatting with you. | Seninle sohbet etmek bir zevkti. |
alchemists | Simyagerler |
What an ordinary day this has been! | Ne kadar da sıradan bir gün oldu! |
to set the dogs on s. o. /die Hunde auf jemanden hetzen | köpekleri (birinin) peşine salmak |
Get out of my orchard or I´ll set the dogs on you! | Meyveliğimden çık, yoksa köpekleri peşine salarım! |
scalp (s. d.) | saç derisi |
The scalp of the bald man is visible. | Kel adamın saç derisi görünüyor. |
expiration date | son kullanım tarihi |
This milk's expiration date has come and gone! | Sütün son kullanım tarihi geldi de geçti bile! |
register /record / credentials | sicil |
police record / criminal record | adli sicil |
copy of the birth certificate | doğum sicil örneği |
registration number | sicil numarası |
social security registration number / insurance number | sigorta sicil numarası |
registration file | sicil dosyası |
cancellation of registration | sicil iptali |
with a record that is hardly reliable / mit einer nicht sehr Vertrauen erweckenden Bilanz (Register) | pek de güvenilir sayılmayan bir sicille birlikte |
hairdryer | saç kurutma makinası |
If I don't use a hairdryer my hair won't look good. | Eğer saç kurutma makinası kullanmazsam saçım güzel durmuyor. |
Besides (anyway) not every word is in the dictionary. | Her kelime sözlükte olmaz zaten. |
to line up /array | sıralamak |
constantly /incessantly/continuously /always | sürekli olarak |
The investigation revealed a scandal. | Soruşturma bir skandalı ortaya çıkardı. |
The police arrived late at the robbery scene. | Polis soygun yerine geç ulaştı. |
to flush the toilet | tuvaletin sifonunu çekmek |
Don't forget to flush the toilet. | Tuvaletin sifonunu çekmeyi unutma. |
What a chilly day! | Ne serin bir gün! |
clock tower | saat kulesi |
Thirty years ago, lightning struck that clock tower. | Otuz yıl önce saat kulesine yıldırım çarptı. |
The mosquitoes will not leave me alone! | Sivrisinekler beni rahat bırakmıyor! |
really / actually /honestly (s) | sahiden |
You were really (s) such. | Sahiden öyleydin. |
as long as it was not looked at from too close /as long as one did not look at it from too close | çok yakından bakılmamadığı sürece |
as long as it was not looked at from too close, he might have thought it belonged to a palace | çok yakından bakılmamadığı bir saraya aitmiş sanılabilirdi |
Come to me, hug me! | Gel bana, sarıl bana! |
if we ask him for directions (for the way) | yolu ona sorasak |
Don't stick your nose into everything. | Her şeye burnunu sokma. |
a potted flower /a flower pot (with flower inside) | saksı çiçeği |
a potplant | saksı bitkisi |
potplants | saksı bitkileri |
health (sı) | sıhhat |
her health (sı) was not so smooth either | onun sıhhati de öyle düzgün değildi. |
He did not like to think that he loved his little niece merely (s) because he had returned home. | Küçük yeğenini sade eve döndüğü için sevdiğini düşünmek hoşuna gitmiyordu. |
to catch a breath (s) | soluklanmak |
He forced the voice speaking in the back of his mind to silence. | Zihninin gerisinde konuşan sesi susturdu. |
loyal /devoted | sadık |
doubtless (ş) the faithfull(s) sall be exalted in the land (d) (from the Wheel of time) | Şüphesiz ki sadıklar diyarda yüceltilecek |
to crouch /duck /cringe (s) | sinmek |
He trembled crouched in the figure's shadow. | figürün gölgesine sinmiş, titriyordu. |
to water / sprinkle | sulamak |
When I reached the bustop I was soaking wet. s | Otobüs durağına vardığımda sırılsıklam olmuştum. |
cypress tree | servi ağacı |
while waiting for the bus I took refuge under a mossy cypress tree | otobüsü beklerken yosunlu servi ağacının altında sığındım |
I screamed and leaped (s) away (from my place) | çığlık atıp yerimden sıçradım |
puddle /flaque d'eau /Pfütze | su birikintisi |
I kicked the puddle on the ground and splashed water on him. | yerdeki su birikintisine tekme atıp üzerine su sıçratım. |
Under a huge(d) oak tree stood a horse with its rider and they were as immobile/motionless as the trees. | Bir at ile binicisi devasa bir meşe ağacının altında duruyordu ve ağaç kadar sabittiler. |
Do you have to question everything? | Her şeyi sorgulamak zorunda mısın? |
hallucination | sanrı |
to clean out /sweep away /mop up /clean away /slang: to gulp down /garbage down food | silip süpürmek |
His serious expression wiped off my last remnants of doubt. | Onun ciddi ifadesi beni son şüphe kırıntıları da silip süpürdü. |
Promise me to come back | döneceksin diye söz ver |
rare /scarce /few and far between | seyrek |
Sparse plants were gone(ended) on the rocky ground. | Kayalık zeminde seyrek bitkiler bitmişti. |
to prowl /lurk /sneak | sinsi sinsi dolaşmak |
to stalk | sinsi sinsi izlemek |
he said slyly | dedi sinsi sinsi |
After what seemed like hours.. | Saatler sürmüş gibi gelen bir zaman sonra.. |
Who asked you! /Nobody asked you! | Sana soran olmadı. |
to be in the seventh heaven /to not be able to contain oneself (because of an ablativ e. g. sevinçten) | içi içine sığmamak |
I couldn't contain myself /my heart lifted /I was overjoyed | içim içime sığmıyordu |
Why don't you go ahead and say something too! | Sen de bir şeyler söylesene! |
There is nothing to say actually. | Söyleyecek bir şey yok aslında. |
just for the sake of x | sırf x olsun diye |
just for the sake of decoraration | sırf süs olsun diye |
rip /tear /something torn /Riss /Laufmasche | sökük |
A tailor can't sew his own rips /cuts. (prov. He helps others but can't hekp himself) | Terzi kendi söküğünü dikemez. |
The girl hugged her father. | Kız babasına sarıldı. |
I never stopped (gave up on) loving you, not even one day. | Ben seni sevmekten bir gün bile vazgeçmedim. |
kolibri | sinekkuşu |
sea otter | susamuru |
supreme court of public accounts (From saymak) | Sayıştay |
this early in the morning /at this time of the morning | sabah sabah |