castle ruins / Burgruine | kale kalıntıları |
to gnaw | kemirmek |
grief /sorrow /low spirits | keder |
For the first time since they left (ç) his face was not jet black from worries (k) | Çıktıklarından beri ilk kez yüzü kederden simsiyah değildi. |
Relief / embossment | kabartma |
Sometimes also they (it) were (was) ornamented (b) with reliefs. | Kimi zaman da kabartmalarla bezeliydi. |
partially /teilweise / une partie | bir kısmi |
tree which is partially seen / arbre dont on voit une partie | bir kısmi görünen ağaç |
curve /Kurve / Biegung | kavis |
The way made (drew) a curve | Yol bir kavis çizdi. |
woman | kadın |
to sharpen a pencil | kalem açmak |
to raze / shave completely /to take a tattoo off | kazıtmak |
scratch and win (coupons) | kazı-kazan |
to dig | kazmak |
to dig a grave | mezar kazmak |
to scratch (damaging the surface / to see what is underneath) | kazımak |
to have the stomach getting scratched / 'damaged' by hunger = to be hungry / to feel like eating | Midesi kazınmak |
I feel like eating (My stomach is getting scratched through) | Midem kazınıyor |
ant | karınca |
ant-eater / Ameisenbär | karıncayiyen |
arrogant / cheeky / frech | küstah |
Puppet | kukla |
like a lifeless puppet | cansız bir kukla gibi |
She was like a lifeless marionette (puppet) whose strings had been cut (snatched off) .. | İpleri koparılmış cansız bir kukla gibiydi. |
I wonder if he'll get too angry | Çok kızar mı acaba |
as much as / up to / until / till / inasmuch as / so long as / as/ as far as / so | kadar |
(modern) coffee (shop) (≠ kahve (drink)) | kafe |
paper pieces | kağıt parçaları |
paper | kağıt |
coffee | kahve |
to lift up/ to erect / to raise | kaldırmak |
thick | kalın |
to stay / remain / keep | kalmak |
covered | kaplı |
turtle | kaplumbağa |
darkness | karanlık |
rib | kaburga |
against (+dat) | karşı |
floor / etage | kat |
to quickly /suddenly realize/ grasp | kavrayıvermek |
to disappear / to be lost / to get lost | kaybolmak |
cat | kedi |
his own | kendi |
to be cut | kesilmek |
precise / clearcut | kesin |
to cut | kesmek |
chestnut | kestane |
so that / that /as/which | ki |
body hair | kıl |
sword | kılıç |
to some of them | kimilerine |
To stir / move / toss / wriggle | kıpırdanmak |
to break (+acc) | kırmak |
red | kırmızı |
to blink / clip / crop | kırpmak |
short | kısa |
shortly after | kısa bir süre sonra |
book | kitap |
shore | kıyı |
girl | kız |
to smell / sniff /stink | koklamak |
Smell /scent /odor | koku |
arm | kol |
easy | kolay |
Take it easy. / Be at ease. / may it be easy for you! | Kolay gelsin |
dog | köpek |
blind | kör |
corner / angle | köşe |
to run | koşmak |
bad | kötü |
cavity, hole | kovuk |
to put | koymak |
dark | koyu |
sheep | koyun |
small | Küçük |
ear | kulak |
sand | kum |
eiderdown / quilt | Kuş tüyü yorgan |
Feather/ plume / down / fluff | Kuş tüyü |
bird | Kuş |
cousin | kuzen |
lamb | kuzu |
liver | karaciğer |
brown | kahverengi |
mare | kısrak |
goats | keçiler |
tiger | kaplan |
wolf | kurt |
goose | kaz |
Spoonbill / Löffler ( Löffelibis) | kaşıkçı(kuşu) |
eagle | kartal |
hare / Hase | kır tavşanı |
shark | Köpekbalığı |
frog | kurbağa |
Seashell (shell) | kabuk |
butterfly | kelebek |
apricot | kayısı |
watermelon | karpuz |
melon | kavun |
cookie | kurabiye |
cake (k) | kek |
pancake | krep |
cocoa butter | kakao yağı |
ketchup | ketçap |
cauliflower | karnabahar |
breakfast | kahvaltı |
despite / in spite of ( a dat.) | karşın |
blindly believing | kör inançlı |
evil / vice /wickedness / harm / malice | kötülük |
Forty | kırk |
I am forty | Kırk yaşındayım |
Coarse / rude / vulgar | kaba |
I was rude | kabaydım |
a bad/dark joke (some people may laugh others may call it bad taste) | kötü espri |
smug / bigheaded / arrogant / haughty | kendini beğenmiş |
towards me / against me / in front of me | karşımda |
to win | kazanmak |
foam | köpük |
certainly / definitely / absolutely | kesinlikle |
to fuse / melt / merge | kaynaşmak |
hero / character (in a story) | kahraman |
my corner | köşem |
I withdrew to my corner | köşeme çekildim |
impersonal | kişiliksiz |
head (k) / mind | kafa |
an active man with a personality | Kişilikli, faal insan |
opinion / conviction | kanaat |
firm conviction | kesin kanaat |
according to some | kimilerine göre |
snow | kar |
snow-capped | karla kaplı |
snow-capped peaks | karla kaplı zirveler |
fabric / cloth | kumaş |
hip /Hüfte /Gesäß | kalça |
on / at his hip | kalçasında |
to snatch | koparmak |
a shaggy mare | uzun tüylü bir kısrak |
winter | kış |
in winter | kışın |
over winter | kış boyunca |
trees that lose their leaves in winter | kışın yapraklarını döken ağaçlar |
the remainder / rest | kalan |
the rest of the herbs | otun kalanı |
to rot / to go bad (k) / childish expression | kokuşmak |
rotten / foul / fetid / rancid (k) childish expression | kokuşmuş |
rock | kaya |
salvation | kurtuluş |
castle / stronghold | kale |
to attend / give ear / pay attention/ listen carefully / hark(en) | kulak vermek |
tower | kule |
wings | kanatlar |
in the shadow of your wings | kanatlarının gölgesine |
I want/ ask to shelter in the shadow of your wings | kanatlarının gölgesine sığınmak isterim |
To grasp / understand / clutch / grip | kavramak |
to be grasped /understood | kavranmak |
possible to be grasped/ understood | kavranabilmek |
It cannot be understood /inconceivable | kavranamaz |
force (kd) | kudret |
to retrieve / reunite / meet / regain | kavuşmak |
He (they) regain(s) new/ fresh strength | Taze güce kavuşur |
To open (one's ) wings | kanat açmak |
to unfold/ stretch (one's) wings and take off | kanat germek |
they open (their) wings and rise | Kanat açıp yükselirler |
He runs but doesn't grow weak | Koşar ama zayıf düşmez |
to provoke / agitate / incite / excite | kışkırtmak |
to provoke to fly | uçmaya kışkırtmak |
to provoke its nestlings to fly | yavrularını uçmaya kışkırtmak |
anxiety (k)/ disquiet / worry | kaygı |
to worry (k) | kaygılanmak |
Don't worry (k) | kaygılanmayın |
with / by worrying | kaygılanmakla |
about (k) | konusunda |
about clothing | giyecek konusunda |
prairie / field | kır |
field lilies | kır zambakları |
How the field lilies grow | kır zambaklarının nasıl büyüdüğü |
the grass of the field | kır otu |
scarce / limited | kıt |
with / of little faith | kıt imanlı |
O you of little faith | Ey kıt imanlılar |
fault / flaw / defect / failure | kusur |
perfect / faultless / impeccable | kusursuz |
His works are perfect ( fact) | işleri kusursuzdur |
Don't look at the flaw - a very sincere way to say Sorry | Kusura bakma |
to harness | koşmak |
to assign someone to do some job | birini işe koşmak |
huge | kocaman |
to scatter / to run in different directions / auseinanderlaufen | kaçışmak |
before they scatter like mice | fareler gibi kaçışmadan önce |
For one moment he stopped breathing./he gasped (lit. hıs breath was cut) | Bir an nefesi kesildi. |
fear | korku |
to fear / to be afraid of | korkmak |
to scare / intimidate | korkutmak |
He scared me. | Beni korkuttu. |
until that day | o güne kadar |
scary / terrifying / awful / terrible | korkunç |
It was scary enough. / It was horrible enough. | Yeterince korkunçtu. |
village | köy |
I've never been so scared in my life. | Hayatımda hiç bu kadar korkmamıştım. |
ashes | kül(ler) |
reddish (s) | kırmızımsı |
reddish (t) | kırmızımtrak |
ashly (greyish) (s) | külümsü |
ashly (greyish) (t) | külümtrak |
quarts (stone) | kuvars |
amber / Bernstein | kehribar |
mass /bulk /block (k) | kütle |
occuring as (big) blocks (k) | kütleler hâlinde bulunan |
to restore / to make regain /to bring together | kavuşturmak |
north | kuzey |
on the north side | kuzey tarafında |
town people / city people (k) | kentliler |
dirt (k) | kir |
dirty (k) | kirli |
laugh /laughter | kahkaha |
to burst into laughter / to laugh out loud | kahkaha atmak |
he tried to laugh | kahkaha atmaya çalıştı |
the Dark One | Karanlık Varlık |
I thought he could be the Dark One. | Karanlık Varlık olabileceğini düşündüm. |
to maintain / save / keep / protect | korumak |
dry | kuru |
gloomy / somber (disturbing feeling)/ for weather: too hot/too humid /too cloudy | kasvetli |
to mix /blend / merge | karışmak |
to intermingle | birbirine karışmak |
Tall oaks intermingled with somber walnut trees | uzun meşelerle kasvetli ceviz ağaçlarının birbirine karıştı |
part /section /segment / cut (k) | kesim |
the second section of the way | yolunun ikinci kesimi |
He couldn't see the second part of the way. | Yolunun ikinci kesimini göremiyordu. |
comet | kuyruklu yıldız |
tail / cue / Schwanz /Schweif | kuyruk |
suspicicion / distrust / fear | kuşku |
to distrust / suspect / fear / worry/ smell a rat/ be suspicious/ disbelieve | kuşkulanmak |
to trick / cheat/ deceive / fool | kandırmak |
He thinks (s) I was trying to deceive/trick him. | Onu kandırmaya çalıştığımı sanıyor. |
Don't fool/deceive yourself. | Kendini kandırma |
bullet /missile | kurşun |
lead /Blei | kurşun |
Bleistift/pencil | kurşun kalem |
bullet-proof vest | kurşun geçirmez yelek |
nose bleeding | burun kanaması |
to mix sth /stir sth / liquidize (in a blender) | karıştırmak |
to mix up sth / mistake / confuse / | karıştırmak |
to involve sb in sth (affair)/ drag sb into sth (discussion /dispute) | birini bir şeye karıştırmak |
to mix sth together with sth | bir şeyi bir şeyle karıştırmak |
to itch /jucken colloquial : to provoke s. o. | kaşınmak |
to scratch (the body) | kaşımak |
He scratched his nose. | Burnunu kaşıdı. |
side (k) | kenar |
to the side of the cart /wagon | arabanın kenarına |
who | kim |
whose | kimin |
Whose satellite am I ? | Ben kimin uydusuyum? |
doubtless | kuşkusuz |
doubtless it is so | kuşkusuz öyledir |
to be left dumbstruck / to be left open-mouthed | kalakalmak |
he/they would be discussing (+acc. object) | konuşuyor olacaktı |
They/he would be discussing this festival. | Bu festivalı konuşuyor olacaktı. |
to close sth / to turn off | Kapatmak |
He closed the door. | Kapıyı kapattı. |
to close (get closed) | kapamak |
The door closed. | Kapı kapadı. |
He closed (clapped ) his hand over his mouth. | Elini ağzına kapattı. |
since the coming of winter (old form) | kış geleli beri |
since the coming of winter (recent form) | kış geldiğinden beri |
Bone | kemik |
in villages, markets and suchlike places | köy, pazar ve benzeri yerlerde |
to shorten / to become shorter | kısalmak |
to become smaller (k) | küçülmek |
to belittle /to underestimate / to despise / to look down on (k) | küçümsemek |
He is ten years old yet (h) but don't underestimate him. He is very clever. | Henüz on yaşında ama onu küçümseme. Çok zeki. |
to turn black / to get dark | kararmak |
I need to arrive home before it gets dark. | Eve hava kararmadan varmam gerek. |
dark red /ginger | kızıl |
to turn red, to redden, to be fried, to toast (intransitive) | kızarmak |
to copy | kopyalamak |
I'm copying and pasting. | Kopyalayıp yapıştırıyorum. |
his talking / his lecture / his speech (k) | konuşması |
the beginning of his lecture | konuşmasının başı |
since the beginning of his lecture | konuşmasının başından beri |
He said the same things again and again since the beginning of his lecture. | Konuşmasının başından beri aynı şeyleri söyleyip durdu. |
to dirty, to make sth dirty | kirletmek |
to get dirty, to become dirty | kirlenmek |
to prove (k) | kanıtlamak |
Can you prove these to me? | Bunları bana kanıtlayabilir misin? |
to check | kontrol etmek |
to accept for yourself/ accept, seize, settle for, concede, confess, give in, own, stand for / eingestehen / nicht länger bestreiten | kabullenmek |
I can't accept myself the defeat. | Yenilgiyi kabullenemem. |
user | kullanıcı |
No user like this have been found (e.g. facebook) | Böyle bir kullanıcı bulunamamıştır. |
thick arms | kalın kollar |
to lose (to not find) | kaybetmek |
to lose control | kontrolü kaybetmek |
It wouldn't be good at all if he lost control now. | Şu anda kontrolü kaybetmesi hiç iyi olmazdı |
eye brows | kaşlar |
that were under thick eyebrows | kalın kaşların altındaki |
strong / powerful (k) | kuvvetli |
power (..v) | kuvvet |
angular | köşeli |
angular traits | köşeli hatlar |
belt | kemer |
in his belt | kemerinde |
Pole / polar /terminal | kutup |
Northpole | kuzey kutbu |
pole star | kutup yıldızı |
raven | kuzgun |
craw | karga |
with raven-black hair / mit rabenschwarzen Haar | kuzguni saçlı |
lap | kucak |
bag / sac / pouch / purse | kese |
guard (k) | koruma |
Her guards changed/swobbed places. | Korumaları yer değiştirdi. |
in a manner ready to use | kullanmaya hazır bir şekilde |
without any doubt | kuşkulanmaksızın |
without doubting anything | hiçbir şeyden kuşkulanmaksızın |
to stiffen / raidir | kaskatı kesilmek |
The riders stiffened | Biniciler kaskatı kesildi |
He lifted his right hand up. | Sağ elini kaldırdı. |
blood | kan |
blood red | kan rengi |
to bleed | kanamak |
a blood red light | kan rengi bir ışık |
a blood lake | bir kan gölü |
to curse a dative / swear | küfretmek |
She cursed her ennemis and | Düşmanlarına küfredip |
to put on / settle / perch | konmak |
a crown settling upon the forest | ormanın üstüne konan bir taç |
to thicken | kalınlaşmak |
The fire thickening the band | Yangın şeridi kalınlaşarak |
pleasure / delight / bliss / merriment (k) | keyif |
delightful/ pleasant (k) | keyifli |
it was pleasant (k) | keyifliydi |
to enjoy oneself / attend to one's pleasures (positive) | Keyifine bakmak |
to do as one pleases (negative) | keyfi bilmek |
as you wish / up to you / do what you like / suit yourself (negative) | keyfin bilir |
Help yourselves (positive /invitation) | keyfinize bakın |
Help yourself / Make yourself comfortable /enjoy yourself (positive /invitation) | Keyfine bak |
Ask the questions you cannot ask anyone | Kimseye soramadığın soruları sor |
Partridge /Rebhuhn | keklik |
When the craw said let me imitate the partridge (Rebhuhn) it confused its own walk. | Karga kekliği taklit edeyim derken kendi yürüyüşünü şaşırmış |
Stay by yourself (alone) | Kendinizle kalın |
You should be more alone with your own thoughts. | Kendi düşüncelerinizle daha fazla yalnız kalmalısınız. |
a place where no one will disturb | kimsenin rahatsız etmeyeceği bir yer |
to slip / slide / glide | kaymak |
by slipping to the side | yana doğru kayarak |
escape- / flight- | kaçış |
flight way/ escape route | kaçış yolu |
They closed the only escape route. | Tek kaçış yolunu kapadılar. |
trying to find a flight way | bir kaçış yolu bulmaya çalışarak |
disdain / contempt | küçümseme |
with a contempt befitting queens | kraliçelere yaraşır bir küçümsemeyle |
to rescue / recover | kurtarmak |
saviour | kurtarıcı |
prophecy / oracle / divination | kehanet |
vengance prophecies | intikam kehanetleri |
From his lips spilled vengeance prophecies. | Dudaklarından intikam kehanetleri döküldü |
without blinking | kırpmadan |
The cold stars looked at him without blinking their eyes. | Soğuk yıldızlar gözlerini kırpmadan ona bakıyordu. |
discovery | keşif |
reed (k) / Schilfrohr | kamış |
He will not break the crushed reed (k) | Ezilmiş kamışı kırmayacak |
thickness | kalınlık |
When the door closed behind him | Kapı arkasından kapanırken |
fifty times/fold more | elli kat daha |
fifty times more excited | elli kat daha heyecanlı |
they would feel fifty times as bad/worse | elli kat daha kötü hissederlerdi |
to blister / swell / surge / heave | kabarmak |
blistered paintings | kabarmış tablolar |
Broad black smears defiled the blistered paintings. | Geniş siyah lekeler kabarmış tabloları kirletmişti. |
to be defiled | kirletilmek |
to attempt | kalkışmak |
to attempt to walk away | yürüyüp gitmeye kalkışmak |
like having attempted to walk away | yürüyüp gitmeye kalkışmış gibi |
a person who seems to have tried to walk away | yürüyüp gitmeye kalkışmış gibi görünen bir insan |
soot / Ruß | kurum |
with soot | kurumla |
to escape / run away | kaçmak |
while trying to escape | kaçmaya çalışırken |
while trying to escape | kaçmaya çalışırken |
floor / hallway | koridor |
lightning flashing in the hallways | koridorlarda çakan şimşekler |
men, women and children struck by lightning flashing in the hallways | erkekler, kadınlar ve çocuklar koridorlarda çakan şimşeklerle çarpılmış |
bucket | kova |
to pursue / chase / give chase / run after | kovalamak |
pursuing (Pres Participle) | kovalayan |
or caught in the fires pursuing them | veya onları kovalayan yangınlara yakalanmış |
(that were) at the side | kenardaki |
the things at the side | kenardaki şeyler |
while the ground was swelling | zemin kabarırken |
to keep one's balance | dengesini korumak |
in the blood (plural) | kanların içinde |
foamingly | köpük köpük |
bubbly | köpük köpük kabarmış |
to cover (k) | kaplamak |
the dust covering (k) his hair and his skin | saçlarını ve derisini kaplayan toz |
they were covered (ö) with the same dust which covered (k) his hair and his skin | saçlarını ve derisini kaplayan aynı tozla örtülmüştü |
his own reflection | kendi yansıması |
In wonder he looked at his own reflection. | Şaşkınlık içinde kendi yansımasına baktı. |
the snow melted (lit. lifted) (spoken language) | kar kalktı |
to bear / endure | katlanmak |
Who loves the rose endures its thorn. | Gül seven, dikenine katlanır. |
broken (for good /unrepairable) | kırık |
a broken plate | kırık bir tabak |
until the end | sonuna kadar |
until the end of the news | haberin sonuna kadar |
the speaker came up with an emotionless expression until the end of the news | spiker donuk bir ifadeyle haberin sonuna kadar geldi |
to be talked | Konuşulmak |
The region in which (this language) is spoken is on Chinese soil. | Konuşulduğu bölge Çin topraklarında |
Since the region in which (this language) is spoken is on Chinese soil. | Konuşulduğu bölge Çin topraklarında olduğundan |
compared to / in comparison with a dative | kıyasla |
But this effect is weak compared to the Russian influence felt in Kazakh. (Kazakça) | ama bu etki Kazakçada hissedilen Rusça etkisine kıyasla zayıf. |
felines | kedigiller |
rodent | kemirgen |
to smell /catch a smell | koku almak |
an animal that 'has a good sense of smell'/'a good nose' | çok iyi koku alan hayvan |
hairdresser (k) | kuaför |
to facilitate / to simplify / to ease | kolaylaştırmak |
it can facilitate | kolaylaştırabilecek |
career | kariyer |
thinking it might be able to facilitate their careers | kariyerlerini kolaylaştırabileceğini düşünen |
lock | kilit |
lock picking | kilit kırma |
the art of lockpicking | kilit kırma sanatı |
thinking the art of lock picking might be able to facilitate their careers | kilit kırma sanatının, kariyerlerini kolaylaştırabileceğini düşünen |
while they were looking for the easy way | Onlar kolay yolla ilgilenirken |
While they were always interested in simple solutions, the easy way | Onlar hep basit çözümlerle, kolay yolla ilgilenirken |
anomaly / irregularity / exception | kuraldışılık |
to look for exceptions | kuraldışılıkları aramak |
People like Yana always looked for exceptions. | Yana gibi kişiler hep kuraldışılıkları ararlardı. |
in front of a lock | bir kilidin önünde |
discover / explore / detect | keşfetmek |
The girl would spend hours in front of a lock, prodding at it with her wires, flirting with the mechanism, exploring the lock with a casual fascination that is unknown to criminals. | Kız, bir kilidin önünde, onu telleriyle dürtüp mekanizması ile flört ederek, suçlular tarafından bilinmeyen gelişigüzel bir hayranlıkla keşfetmeye saatler harcardı. |
mixed with shadow | gölgeyle karışmış |
as if mixed with shadow | sanki gölgeyle karışmış gibi |
but its light was darkness as if mixed with shadow | ama ışığı karanlıktı sanki gölgeyle karışmış gibi |
after getting dark | hava karardıktan sonra |
It was no longer safe to be outside after it got dark. | Artık hava karardıktan sonra dışarıda olmak güvenli değildi. |
state / position/ status / location | konum |
in the status / position of prey - hunted | av konumunda |
and... as much as ... | ...de ... kadar |
and humans as much as sheep were in the place of prey | insanlar da, koyunlar kadar av konumundaydı |
guest / visitor | konuk |
chaotic | karmakarışık |
to decide / determine | kararlaştırmak |
decision | karar |
to decide | karar vermek |
while I /he/she/it(etc.) had determined/decided | kararlaştırmışken |
When I had decided for this reason (s) | Bu sebeple kararlaştırmışken |
When I had decided to live a few more years in the city where I have been the last six months | altı aydan beri bulunduğum bu şehirde, daha birkaç sene için oturmayı kararlaştırmışken |
up to a week | bir haftaya kadar |
neighbour | komşu |
The pasha's wife (h) died and he had only one daughter remaining | Paşa'nın hanımı ölmüş, bir kızı kalmıştı. |
Cargo ready / Ready for shipping / versandbereit | Kargoya hazır |
Shipping Costs / Versandkosten | Kargo masrafları |
You are not afraid. (You don't fear.) | Korkmuyorsun. |
which is an option | ki bir olasılık |
which is a possibility that should not be ignored | ki göz ardı edilmemesi gereken bir olasılık |
gambling | kumar |
to gamble | kumar oynamak |
library | kütüphane |
We can go to the library to read a book, but of course we can read at a café, too. | Kitap okumak için kütüphaneye gidebiliriz; ama tabii bir kafede de okuyabiliriz. |
I woke up (got up) early not to be late for the class. | Derse geç kalmamak için erken kalktım. |
to giggle | kıkırdamak |
then giggling and whispering | sonra kıkırdamalar ve fısıldamalar |
cover / lid / top | kapak |
the book cover | kitap kapağı |
the cover of the book | kitabın kapağı |
villa | konak |
nightdesk / Nachttisch | komodin |
into her nightdesk drawer | komodinin çekmecesine |
match / Streichholz | kibrit |
a box of matches | bir kutu kibrit |
a matchbox / Streichholzschachtel | bir kibrit kutusu |
You were very young (small) /du warst sehr klein | küçücüktün |
to render (make/transform) | kılmak |
provision | karşılık |
unprovided / for free (no provision in return) | karşılıksız |
Free you have received, give for free ! | karşılıksız aldınız, karşılıksız verin. |
belt (not leather) pouch / money-belt (k) | kuşak |
to get up | kalkmak |
you get up | kalkarsın |
to attend / join - to be added / slipped in | katılmak |
You attend the meeting | toplantıya katılırsın |
to whip / lash | kamçılamak |
slave | köle |
Whom to fear /whom you should fear | Kimden korkmalı |
Therefore do not fear them. | Bu yüzden onlardan korkmayın |
crippled / paralyzed / lame | kötürüm |
the lame walk (are walking) | kötürümler yürüyor |
The eyes of the blind are being opened | Körlerin gözleri açılıyor |
mother-in-law (slang) | kaynana |
mother-in-law | kayınvalide |
father-in-law | kayınpeder |
speaking of which (lit. While the subject is being opened) | konusu açılmışken |
Let him who has ears hear! | Kulağı olan işitsin ! |
generation (homonym of belt) | kuşak |
Thus your souls (will) find (reunite with) rest. | Böylece canlarınız rahata kavuşur. |
to begin to / se mettre à (k) | koyulmak |
He began to (k) inspect / Il se mit à inspecter | incelemeye koyuldu |
bread crumbs | ekmek kırıntıları |
bread crumbs remaining from a picnic | bir piknikten kalan ekmek kırıntıları |
bread crumbs remaining in the pocket of her coat from a picnic | montunun cebindeki bir piknikten kalan ekmek kırıntıları |
slave (auch im religiösen Sinne) | kul |
Who he is /was | Kim olduğu |
to explain who he is | Kim olduğunu açıklamak |
to not explain who he is /was | Kim olduğunu açıklamamak |
He warned them not explain (that would not explain) who he was | Kim olduğunu açıklamamaları için onları uyardı. |
I am not a victim. | Ben kurban değilim. |
I don't want an offering (a victim), I want mercy. | Ben kurban değil, merhamet isterim. |
confident / self assured | Kendinden emin |
kind / friendly / gentle / polite | kibar |
gentle words | kibar sözler |
a kind reminder | kibar hatırlatma |
elated / glad / proud /joyful | kıvançlı |
a happy/proud event | kıvançlı bir olay |
The people being proud/happy of the arrival (coming) of the Ottoman forces to the region proclaimed their loyality (attachment) to the sultan. | Osmanlı güçlerinin bölgeye gelmesinden kıvançlı olan halk padişaha bağlılığını duyurdu |
to be in good spirits | keyfi yerinde olmak |
low spirits / out of form | keyfi yerinde değil |
to be in a bad mood/ to feel out of sorts | keyfi yerinde olmamak |
alive and well | kanlı canlı |
The eagle rises (k) the branch hangs down. The branch hangs down, the eagle rises. | Kartal kalkar, dal sarkar; dal sarkar, kartal kalkar. |
root | kök |
to take roots | kök salmak |
because they couldn't take roots | Kök salamadıkları için |
because they couldn't take roots they dried off | Kök salamadıkları için kuruyup gittiler. |
to roast / parch / bake / parboil - meat | kavurmak |
to be roasted (meat) / scorch (e.g. grass) | kavrulmak |
to fry (in oil) | kızartmak |
French fries | patates kızartması |
some (k) | kimi |
Some of the seeds he sowed fell to the wayside. | Ektiği tohumlardan kimi yol kenarına düştü. |
consul | konsolos |
consulate | konsolosluk |
the person must be his own doctor | kişi kendisinin doktoru olmalıdır |
personal | Kişisel |
Personal development tests | Kişisel gelişim testleri |
For this Personal Developement Tests or Expert Advice can be prefered. / Personal development tests or specialized counseling may be preferred for this. | Bunun için kişisel gelişim testleri veya uzman danışmanlıklar tercih edilebilir. |
angry / mad (k) | kızgın |
anger / indignation / fury (k) | kızgınlık |
Have breakfast in the mornings. | Sabahleyin kahvaltı yap. |
Don't forget to have breakfast every morning. | Her sabah kahvaltı yapmayı unutma. |
We can't go fishing in Winter. | Kışın balık tutmaya gidemeyiz. |
Im Winter fischt man nicht. / One doesn't fish in Winter. | Kışın balık tutulmaz. |
I am drinking coffee. | Kahve içiyorum. |
I am the youngest of three brothers. | Ben üç kardeşin en küçüğüyüm. |
she couldn't move from her place | yerinden kıpırdayamıyordu |
thirstily / to one's heart content | kana kana |
to drink to one's heart content/ to guzzle down | kana kana içmek |
door handle | kapının kolu |
Through this door no child ever passed. | Bu kapıdan asla hiçbir çocuk geçmedi. |
pushing the door handle (k) | kapının koluna bastırarak |
to be angry | kızmak |
spoon | kaşık |
a table for two please | iki kişilik bir masa lütfen |
bookshop | kitapçı |
sister | kız kardeş |
daughter | kız çocuk |
girlfriend | kız arkadaş |
husband | koca |
Does he have a girlfriend? | Onun bir kız arkadaşı var mı? |
dark red | koyu kırmızı |
That's enough | Bu kadar yeter! |
clothes (k) | kıyafet |
jumper | kazak |
underpants | külot |
black pepper | karabiber |
How many | kaç tane |
Take care | kendine iyi bak |
town (small) | kasaba |
confused | kafası karışık |
We are lost | kaybolduk |
I am a little confused | kafam biraz karışık |
card | kart |
credit card | kredi kartı |
red wine | kırmızı şarap |
(food) for breakfast | kahvaltılık |
cereals/ cornflakes | kahvaltılık gevrek |
to have breakfast | kahvaltı yapmak |
I would like some breakfast | biraz kahvaltılık istiyorum |
Do you take cards? | kart alıyor musunuz? |
Canada | Kanada |
Korea | Kore |
tie | kravat |
She has brown eyes and grey hair. | kahverengi gözleri ve gri saçları var |
stomach | karın |
heart (k) | kalp |
accident | kaza |
stomachache | karın ağrısı |
to vomit | kusmak |
I have a stomachache . | karnım ağrıyor |
wristwatch | kol saati |
My mother also wants a watch. | Annem de bir kol saati istiyor |
kilo | kilo |
a kilo is thousand gram | bir kilo bin gramdır |
She weighs sixty kilos | o altmış kilo |
to use / to drive | kullanmak |
church | kilise |
bridge | köprü |
The library is near the pub. | kütüphane barın yanında |
My daughter goes to kindergarden | kızım anaokuluna gidiyor |
chemistry | kimya |
to go for a run | koşuya çıkmak |
to fail a class / to fail an exam / sitzen bleiben | kalmak |
We are going for a run tomorrow night. | yarın gece koşuya gideceğiz |
November | Kasım |
armchair / seat | koltuk |
bookcase | kitaplık |
club | kulüp |
with who(m) | kiminle |
With whom are you (pl) going? | kiminle gideceksiniz? |
laundry (dirty wash) | kirli çamaşırlar |
We ll talk later | sonra konuşuruz |
how long (time) | ne kadar süre |
I like to go for a run and then take a shower | koşuya çıkmayı ve sonra duş almayı severim |
Does your daughter want to study? | kızın okumak istiyor mu? |
I saw her in the library yesterday. | onu dün kütüphanede gördüm |
topic /subject | konu |
to talk about ... ; to speak about ... | ... -den konuşmak |
They were afraid, but they also afraid to say no. | korkuyorlardı, ama hayır demeye de korkuyorlardı. |
to scowl /frown / knit one's brows | kaşlarını çatmak |
He frowned even worse (The man's eyebrows were more wrinkled) | Adamın kaşları daha fena çatıldı |
culture | kültür |
to make ... angry | kızdırmak |
cricket | kriket |
to lose (to stop having) | kaçırmak |
Have you lost your mind? | aklını mı kaçırdın? |
North Amerika | Kuzey Amerika |
comedy | komedi |
fiction | kurgu |
Does your friend like comedies? | arkadaşın komedileri sever mi? |
to go skiing | kayağa gitmek |
my grandma and grandpa still go skiing | büyükanne ve büyükbabam hâlâ kayağa giderler |
the scariest | en korkunç |
sheath / scabbard | kın |
in the sheath at his belt | kemerindeki kının içinde |
with a bone handle | kemik saplı |
a knive with a bone handle | kemik saplı bir bıçak |
cover / sheath / housse | kılıf |
buckskin / chamois / Gemseleder cover (housse) | güderi bir kılıf |
a tubeshaped buckskin / chamois / Gemseleder cover (housse) | Boru şeklinde güderi bir kılıf |
He spun around cursing. | küfrederek döndü. |
stiff /solid /rigid / firm - for an object opposed to liquid / fest | katı |
the solid rows of the Queen's soldiers | Kraliçenin Askerleri'nden katı sıralar |
to be protected / preserved | korunmak |
Most of what the Ogers had made was preserved. | Ogerlerin yaptıklarından çoğu korunmuştu. |
rug / carpet | kilim |
curled / twisted (k) | kıvrımlı |
fold / bend / curve / twist (general word - k) | kıvrım |
dom /cupola / Kuppel | kubbe |
golden cupolas / goldene Kuppeln | altın kubbeler |
worse | daha kötü |
worst | en kötü |
king | kral |
kingdom | krallık |
And do you know what's the worst? I don't even know her name. | En kötüsü de ne biliyor musun? Onun adı bile bilmiyorum. |
communist | komünist |
Justice and Development Party | Adalet ve Kalkınma Partisi |
Development (k) | kalkınma |
unripe grape | koruk |
to be bad at ... | ... -de kötü olmak |
I would be very bad at it. | O konuda çok kötü olurdum. |
sledge | kızak |
polar bear | kutup ayısı |
polar bear fur / Eisb¨arfell | kutup ayısı kürkü |
cone / conical hat | külah |
huge / giant / enormous | koskocaman |
his enormous beard | koskocaman sakalı |
knallrot | kıpkırmızı |
his huge beard which was spread over his knees functionned as a blanket | koskocaman sakalı dizlerine dökülmüş, bir battaniye işlevi görüyordu. |
whip / scourge / horsewhip / Gerte | kırbaç |
sparkling / foamy / fizzy | köpüklü |
sparkling / foamy / fizzy | köpüklü |
ribbon (k) | kurdele |
a green silk ribbon | yeşil ipek bir kurdele |
a round box tied with a green silk ribbon | yeşil ipek bir kurdeleyle bağlı yuvarlak bir kutu |
pounds (kilos) of | kilolarca |
please - If you do this for me, I'll do anything for you / lit. Let me be your slave and disciple ! | Kulun kölen olayım ! |
I am so tired, I could sleep standing. | O kadar yorgunum, ki ayakta uyuyabilirim. |
whip /Geissel / Peitsche | kamçı |
to smell (of) | kokmak |
general (mil) | komutan |
law | kanun |
snowman | kardan adam |
if it snows we can make a snowman | kar yağarsa kardanadam yapabiliriz |
cut | kesik |
attack | kriz |
heart attack | kalp krizi |
to run a coffee shop | kafe işletmek |
I used to run a café, but not anymore | kafe işletirdim, ama artık işletmiyorum |
by (k) | kenarında |
we went to a nice hotel by the sea | deniz kenarında güzel bir otele gittik |
up north | kuzeyde |
it might snow this evening | bu akşam kar yağabilir |
I'm losing it! I'll lose my mind / I"m getting crazy | aklımı kaçıracağım! |
everything is under control | her şey kontrol altında |
to be out of control | kontrolden çıkmak |
meatball-bread | köfte-ekmek |
to concentrate | konsantre olmak |
should we get a meatball-bread at half-time? | devre arasında bir köfte-ekmek alalım mı |
she won because she was better | kazandı çünkü daha iyiydi |
earring | küpe |
necklace | kolye |
Those are your earrings | şunlar senin küpelerin |
Are those earrings yours? | şu küpeler senin mi? |
That isn't my grandma's necklace | o büyükannemin kolyesi değil |
quality | kalite |
to fight | kavga etmek |
Talk to me | benimle konuş |
condition / Bedingung | koşul |
on one condition ... | tek bir koşulla... |
to turn down the volume | sesini kısmak |
Turn the TV off | TV'yi kapat |
I think my team may win tomorrow | bence takımım yarın kazanabilir |
murderer | katil |
victim | kurban |
my husband said "I hope we don't get lost" | kocam 'umarım kaybolmayız' dedi |
there was a risk of strong wind | kuvvetli rüzgâr riski vardı |
it snowed so much we couldn't go outside | o kadar çok kar yağdı ki dışarıya çıkamadık |
cream | krem |
to avoid | kaçınmak |
the patient should avoid unhealthy food | hasta sağlıksız yiyeceklerden kaçınmalı |
evidence | kanıt |
little boat (size of a rowing boat) | kayık |
I'm going to hit the hay/ I'm going to sleep | kafayı vurup yatacağım |
rule | kural |
to grow old | kocamak |
may you grow old on one pillow / have a long lasting marriage | bir yastıkta kocayın |
let's get back to the subject | konumuza geri dönelim |
much water has passed under the bridge since / Many things have changed since then | köprünün altından çok sular geçti |
credit | kredi |
to be out of ... | ... kalmamak |
I told you I was out of credit on my phone | sana telefonumda kredi kalmadığını söyledim |
the evidence indicates that you're guilty | kanıtlar suçlu olduğunuzu gösteriyor |
(the) public; civil | kamu |
board (committee) | kurul |
board member | kurul üyesi |
Chairman of the board of directors | yönetim kurulu başkanı |
to set; to establish; to found | kurmak |
aside | kenara |
put what has passed aside / put your past behind you | geçmişi bir kenara koy |
to hire / rent | kiralamak |
to worship / serve | kulluk etmek |
Coffee or tea ? | Kahve mi çay mı? |
You are so kind | Çok kibarsın |
You are so rude | Çok kabasın |
cherry (k) | kiraz |
In the country of the blind, the one-eyed man is king (Erasmus) | Körler ülkesinde tek gözlü adam kraldır |
to turn red in the face (from shame) | (utançtan) yüzü kızarmak |
Their faces don't turn red from shame | Yüzleri utançtan kızarmaz |
for all the world to see / (against the stranger and the sun) | ele güne karşı |
whosoever / anyone | kim olsa |
anybody but he | ondan başka kim olsa |
anyone in my place would do the same | yerimde kim olsa aynı şeyi yapardı |
to close / to be closed / to close down /to cicatrize | kapanmak |
to jam / to be clamped in place / (for one´s hands) to be firmly clasped together /(for one´s jaws) to be locked. | kenetlenmek |
. to rub oneself with a kese (bathglove) /to get rubbed with a kese. | keselenmek |
bath glove | kese |
to position / to situate / to locate | konumlanmak |
to dry oneself / to wipe oneself / to be dried | kurulanmak |
to towel oneself / to dry oneself with a towel | havluyla kurulanmak |
She also was covered up to her throat with white fur. | O da boynuna kadar beyaz kürklerle kaplıydı. |
rudeness | kabalık |
He tried not to be rude | bir kabalık yapmamaya çalışıyordu |
a rudeness like speaking when his mouth was full | ağzı doluyken konuşmak gibi bir kabalık |
At first Edmund tried not be rude like speaking while his mouth was full | Önceleri Edmund ağzı doluyken konuşmak gibi bir kabalık yapmamaya çalışıyordu |
to rage / rave / go mad / boil over / get furious | kudurmak |
to boil with rage / to be hopping mad / to be pissed off | sinir(in)den kudurmak - öfkeden kudurmak |
to be cheated/fooled / to be satisfied / to fall for a lie | kanmak |
frost | kırağı |
to become frostbitten | kırağı çalmak |
It is the worms that (eat up and) destroy a tree; it is his worries that (eat up and) "finish" a man. | Ağacı kurt, insanı dert yer. |
skin /peels/ Schale (fruit) | kabuk |
Zest /white skin /weiße Haut - zwischen Fruchtfleisch und Schale | beyaz kabuk |
Fruchtfleisch /pulp | etli kisim |
Cumquat | Kankat |
Clementine | Klementin |
Kiwi | Kivi |
dried plum /Backpflaume | kurutulmuş erik |
dried raisins (with pit) / Rosine | (çevirdekli) kuruüzüm |
dried raisin (pitless) / Sultanine | çekirdeksiz kuruüzüm |
corinth / Korinthe | kişniş |
Coriander /Koriander (fresh) | kişniş |
roasted / geröstet | kavrulmuş |
dried / getrocknet | kurutulmuş |
dried fruit / Dörrobst | kurutulmuş meyveler |
weiße Bohnen / white beans (lit. dry beans) | kuru fasulye |
Kidney beans / rote Bohnen | kırmızı fasulye |
black eye beans | kuru börülce |
brown lentils | kahverengi mercimek |
red lentils | kırmızı mercimek |
dried peas / getrocknete Erbsen | kuru bezelye |
Hülse | kabuk |
Kürbiskern / pumpkin seed | kabak çekirdeki |
Kümmel | kimyon |
Kleie | kepek |
Kuskus | kuskus |
Weizenschrot | buğday kırması |
Paprika | (toz) kırmızıbiber |
thyme | kekik otu |
cloves / Nelken | karanfil |
husband and wife / Ehepaar | karıkoca |
bird watchers | kuş meraklıları |
drunk (k b) | kafayı bulmuş |
shooting star /Komet | kayan yıldız |
to cheer up / aufheitern | keyiflendirmek |
He was determined not to say a thing | bir şey söylememekte kararlıydı. |
Embrace / Umarmung | kucak |
to embrace / hug (k) | Kucaklamak |
jealous | kıskanç |
to act jealous | kıskanç davranmak |
jealous husband | kıskanç koca |
Is your wife a jealous woman? | karın kıskanç bir kadın mıdır? |
jealousy | kıskançlık |
His face was all red. | Yüzü kıpkırmızıydı |
Bark /Rinde | kabuk |
beech / Buche | kayınağacı |
poplar / Pappel | kavak |
Ceder / Zeder | katranağacı |
tar / Teer | katran |
larch / Lärche | karaçam |
elm / Ulme | karaağaç |
dandellion / Löwenzahn (lit. dark chicoree ) | karahindiba |
to bully (k) | kabadayılık etmek |
to be arrogant towards x | X-e kabadayılık taslamak |
She was crying, because they were arrogant to her. | Ağlıyordu, çünkü ona kabadayılık taslıyorlardı. |
determination /resolution / stability | kararlılık |
What a determination | Bu ne kararlılık |
word by word / Wort für Wort | Kelimesi kelimesine |
eyelashes /Wimpern | kirpikler |
Keyboard /Tastatur (computer) | Klavye |
Wastepaper basket / Papierkorb | kağıt sepeti |
fight | kavga |
there was a fight | kavga cıktı |
can (e.g. coke) | kutu |
Surely not | Kesinlikle hayır |
Don't you agree? | Katılmıyor musun? |
I entirely agree | Kesinlikle katılıyorum |
around the corner | köşe başında |
crossing /junction / Kreuzung | kavşak |
at the crossing /junction / an der Kreuzung | kavşakta |
muscle | kas |
pectoral (chest muscle) | göğüs kası |
abdominals | karın kasları |
frontal muscle (moves face expressions) | alın kası |
quinoa | kinoa |
meringue / creamy pastry | kremalı pastacık |
mousse (dessert) | köpük tatlısı |
whipped cream | krem şanti |
ice cream with whipped cream | kremşantili dondurma |
ice coffee (with creme on top) | kremalı soğuk kahve |
whipped cream syphon | krem şanti sifonu |
per kilometre | Kilometre başına |
How much per kilometre ? | Kilometre başına ne kadar ? |
For how long ? | Ne kadar süreliğine? |
a slide /Rutsche | kaydırak |
camper van | kamp arabası |
a tv channel | kanal |
to change channels | kanalı değiştirmek |
head phone | baş kulaklığı |
Is this seat free? | Bu koltuk boş mu ? |
I want to rent a bike. | Bisiklet kiralamak istiyorum. |
cabin | Kabin |
slippery | kaygan |
Where is our cabin? | Kabinimiz nerede? |
to camp | konaklamak |
Can I camp here ? stationary verb goes with locative (übernachten) | Burada konaklayabilir miyim? |
Where are the matches ? | Kibritler nerede ? |
locker | kilitli dolap |
Have you got lockers ? | Kilitli dolaplarınız var mı ? |
Can I set my tent up here? | Çadırımı buraya kurabilir miyim ? |
When do you lock up / close ? | Ne zaman kapatacaksınız ? |
blessed | kutlu |
Happy Birthday ! | Doğum günün kutlu olsun ! |
small forest / grove | koru |
hurricane /Orkan | kasırga |
Hoarfrost /Rauhreif | kırağı |
sandstone | kumtaşı |
Limestone /Kalkstein | kireçtaşı |
chalcedony (quarz variety) | kalsedon |
calcite Kalkspat | kalsit |
slate /Schiefer | kayağan taşı |
sulfur / Schwefel -S 16 | kükürt |
Tin / Zinn | Kalay |
Carbon / Kohlenstoff - C 6 | karbon |
Chlorine / Chlor - Cl 17 | Klor |
Calcium -Ca 20 (Gümüşi beyaz) | Kalsiyum |
Chromium / Chrom - Cr 24 (geçiş metalleri) | Krom |
Cobalt - Co 27 (geçmiş metalleri /Hafif gri tonda metalik) | Kobalt |
swan | kuğu |
swallow | kırlangıç |
to brood | kuluçkaya yatmak |
incubation (nest) | kuluçka |
poultry (very general /winged animals) | kanatlı hayvanlar |
poultry / Geflügel (specific) | kümes hayvanları |
incubation (nest) ist the natural and physiological desire they exhibit (show) | Kuluçka, gösterdikleri doğal ve fizyolojik arzu hali. |
in order to make continue (.tir) the generation /progeny of poultry (winged animals) incubation is the natural and physiological desire they exhibit (show ) | Kuluçka, kanatlı hayvanların nesillerini devam ettirebilmek için gösterdikleri doğal ve fizyolojik arzu hali. |
Kakadu | kakatuva |
robin (k) | kızılgerdan |
Jackdow /Dohle | küçük karga |
kestrel /Turmfalke | kerkenez |
Peewit /Kiebitz | kız kuşu |
pencil sharpener /Bleistiftanspitzer | kalem tıraş |
queen (cards) | kız |
Karo (cards) | karo |
Heart (cards) | kupa - kör |
castle /Turm (chess) | kale |
to shuffle (cards) | karmak |
concert | konser |
violin | keman |
convention | konvansiyon |
By the way, this is actually a convention. | Bu arada, bu aslında bir konvansiyondur. |
hook / Haken (k) | kanca |
a number of hooks for hanging hats and coats | şapkalarla paltoların asılması için bir sürü kancası |
to welcome guests / to host | konuk ağırlamak |
to watch / to keep a good lookout for (k) | kollamak |
sharp / keen | keskin |
sharp eyed / sharp sighted / pungent | keskin bakışlı |
stop watch /timer | kronometre |
filter paper/ Filterpapier | kâğıt filtresi |
square / exposure /frame (=foto) | kare |
cube | küp |
sphare /Kugel (geometr.) | küre |
diagonal | köşegen |
cone | koni |
cauldron | kazan |
(of) top quality | tek kaliteli |
to be locked (in) | kilitlenmek |
a bird cage | kuş kafesi |
huge / giant adj (k) | koskoca |
jetblack / pitch dark | kapkara |
He had a giant jetblack moustache. | Koskoca kapkara bir bıyığı vardı. |
rather small / dwarfish (k) | küçümen |
organizations | kuruluşlar |
celebrate / congratulate | kutlamak |
Friends and relatives felicitate each other's New year. | Dost ve akrabalar da birbirinin yeni yıllarını kutluyorlar. |
toastbread | kızarmış ekmek |
by a hair's breadth | kıl payı |
I missed the airplane by a few minutes (by a hair's breadth) | uçağı kıl payı kaçırdım |
but was a narrow escape (by a hair's breadth) | Ama kıl payı bir kaçıştı bu. |
to stutter /stottern | kekelemek |
to pinch / jam in / shut in (k) / einquetschen | kıstırmak |
Therefore Dobby will shut his ears in the oven door. | Dobby bu yüzden kulaklarını fırın kapağına kıstıracak. |
You-Know-Who | Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen |
ohrenbetäubend | kulakları sağır eden |
He seized/ grapped the desk lamp | masa lambasını kavradı |
He seized/ grapped the desk lamp | masa lambasını kavradı |
He seized/ grapped the desk lamp | masa lambasını kavradı |
loss / waste /bereavement | kayıp |
a waste of time | zaman kaybı |
Most people think this is a waste of time. | Çoğu kişi bunun zaman kaybı olduğunu düşünür. |
fumble / bustle / fummeln | koşuşturmak |
not knowing what to say / talk gibberish | kem küm etmek |
Stop talking gibberish! | kem küm edip durma! |
to hammer /bang | küt küt vurmak |
to intend / mean /imply | kastetmek |
He said that he never intended such a thing | Hiç de böyle bir şey kastetmediğini söyledi. |
fault (k) | kabahat |
I thought it was his fault | Onun kabahati sandım |
boiling / scalding hot / kochend / brodelnd | kaynar |
nightmare | kâbuş |
It was a nightmare. | Bir kâbuştu. |
with the sugar tongue clamped to his nose | burnuna kenetlenmiş şeker tutacağıyla |
to deepen / darken / thicken | koyulaşmak |
The more the number of fireflies increased the more also the darkness deepened. | Ateşböceklerinin sayısı arttıkça, karanlık daha da koyulaşıyordu. |
The more the darkness thickened the more also the humming approached. | Karanlık koyulaştıkça uğultu da yaklaşıyordu. |
Nothing can save me anymore. | Artık beni hiçbir şey kurtaramaz. |
to be seized with / to be taken by / to abandon oneself to | kapılmak |
being seized by horror | dehşete kapılarak |
to reveal oneself | kendini ele vermek |
She had a beauty that didn't reveal itself on first sight. | İlk bakışta kendini ele vermeyen bir güzelliği vardi |
to be discovered | keşfedilmek |
She had a beauty that is slowly discovered | ağır ağır keşfedilen bir güzelliği vardı |
She had a beauty that didn't reveal itself on first sight but is slowly discovered. | İlk bakışta kendini ele vermeyen ağır ağır keşfedilen bir güzelliği vardi |
You are my Fatger, my God and the Rock of my salvation. (Ps 89: 27) | Babam sensin ... Tanrım, kurtuluşum kayası ! |
broken (seems to be broken /might be fixed) | kırılmış |
sorrow / grief | keder |
She felt her grief lightened. | Kederinin haflediğini hissetti. |
Two watermelons will not fit in one armpit; One cannot carry two watermelons under one armpit. meaning: This is meant to be a warning against doing more than one thing at a time.) | Bir koltuğa iki karpuz sığmaz. |
to interrupt | sözünü kesmek |
excavation / Ausgrabung | kazı |
tomb / sepulchre | kabir |
to bring s.o/sthg in /to make gain | kazandırmak |
to immunize | bağısıklık kazandırmak |
to clarify /to bring in clarity (a.k.) | açıklık kazandırmak |
to get s.o. adopt a habit | alışkanlık kazandırmak |
to add meaning to / to give a new meaning to | anlam kazandırmak |
to give insight to | anlayış kazandırmak |
to add distraction | ayrıcalık kazandırmak |
to give a point of view | bakış açısı kazandırmak |
to raise awareness /consciousness | bilinç kazandırmak |
to introduce a new word into a language | bir dile kelime kazandırmak |
to make something valuable | bir şeye değer kazandırmak |
to reintegrate s.o. into society | birisini topluma kazandırmak |
to add dimension | boyut kazandırmak |
to revive/ revitalize / to make lively | canlılık kazandırmak |
to provide experience | deneyim kazandırmak |
to regularize | devamlılık kazandırmak |
to dynamize | dinamizm kazandırmak |
to buy some extra time | fazladan zaman kazandırmak |
to speed up | hız kazandırmak |
to stabilize | istikrar kazandırmak |
to shoot a ball high (football) | topa yükselik kazandırmak |
to legitimize | meşruluk kazandırmak |
to break out (prison) | özgürlüğünü kazandırmak |
striking ginger (colour) / bloodred | kıpkızıl |
Would you close the door ! / close the door ! | kapıyı kapar mısın |
Would you put the volume down | Sesi kısar mısın lütfen |
traditional coffee shop | kahve |
I wonder should one sleep (with) open or closed windows at night? | Acaba geceleri pencere açık mı yatmalı, kapalı mı? |
How many (persons) are you ? | Kaç kişisiniz ? |
We are six (persons). | Altı kişiyiz. |
Turbot / Steinbutt - Plattfisch 50-70 cm, eyes on the right side, Northsea, Estsea,Mediterr.,Atlantik, Marmara, Karadeniz | kalkan |
shrimp / crevette / Krabbe | karides |
to tamper witb / to irritate | kurcalamak |
He seemed a little troubled. I asked if there was anything; He did not share. I did not put my nose into it. | Biraz sıkıntılı görünüyordu. Bir şey olup olmadığını sordum; paylaşmadı. Ben de daha fazla kurcalamadım. |
Don't mess/tamper with things you don't know | Bilmediğin şeyleri kurcalama |
But another question worried ( her head)/ made her think even more. | Ama başka bir soru kafasını daha da kurcalıyordu. |
an undiscovered world | keşfedilmemiş dünya |
to be dragged into an undiscovered unknown world | keşfedilmemiş bilinmeyen dünyaya sürüklenmek |
headquarters | karargâh |
coward | korkak |
If you dig among the stones | taşların arasını kazarsan |
established / set | kurulmuş |
The aloe plants set/were established with their fleshy leaves like spiders on the road. | Sarısabır bitkileri etli yapraklarıyla örümcek gibi yola kurulmuslardı. |
genista /Ginster | katırtırnağı |
hidden / sheltered /secluded/ snug (k)/ işsiz, sessiz, göze çarpmayan | kuytu |
it was in a sheltered /secluded (k) place (nothing happens there ever) | kuytu bir yerdeydi |
Goddamn /godforsaken | kahrolası |
canaanites | kena(a)niler |
opposition /contrast / hostility | karşıtlık |
in a sharp contrast to | kesin bir karşıtlık içinde |
low contrast | düşük karşıtlık |
high contrast | yüksek karşıtlık |
to dazzle / bedazzle the eye | göz kamaştırmak |
brother /bro /dude | kardeş |
brother /bro /dude (shortened in texting) | krdş |
What are you doing bro (slang) | Napıyon krdş |
dude /bro (k... o) | kardo |
crowd /crowded | kalabalık |
It is always crowded here. | Burası hep kalabalıktır. |
Who is at the door? | Kapıda kim var? |
to slaughter /kill /slay | katletmek |
Who wants to kill/slaughter (k) me ? (a bit unnatural though) | Beni kim katletmek ister ? |
Who wants to join me ? | Kim bana katılmak ister? |
We did not decide yet | henüz karar vermedik. |
We did not decide yet where we will go. | Nereye gideceğimize, henüz karar vermedik. |
We did not decide yet what we will do. | Ne yapacağımıza henüz karar vermedik. |
claustrophobia | kapalı alan korkusu |
to have it's source in/ to root in / to be derived from / to originate | kaynaklanmak |
Where does his claustrophobia come / originate from ? | Kapalı alan korkusunu nereden kaynaklanıyor ? |
Accidents happen unexpected (better be prepared!) - lit. Accidents don't say: I am coming | Kaza geliyorum demez |
to meet /receive / welcome | karşılamak |
rent (fee to pay for renting e.g. a flat) | kira |
to share the rent | kirayı paylaşmak |
roughly (k) | kabaca |
roughly (k) / about what time ? | kabaca ne zamandı ? |
jeweler /jewelry store | kuyumcu |
He goes to the jeweler | kuyumcuya gider |
I hope my girlfriend likes the necklace. | Umarım kız arkadaşım kolyeyi beğenir. |
He hopes his girlfriend will like the neckless. | Kız arkadaşının kolyeyi beğeneceğini umuyor. |
a silver necklace and a gold bracelet | gümüş kolye ve altın bileklik |
shredded wheat (cakes) egypt. kunafa | kadayıf |
How old do I look? | Kaç gösteriyorum? |
countryside | kırlık |
to enter the countryside | kırlığa girmek |
After Istanbul the train entered the countryside. | İstanbuldan sonra tren kırlığa girdi. |
continent | kıta |
İstanbul is a city that connects two continents. | İstanbul iki kıtayı bağlayan bir şehirdir. |
It was a great pleasure to meet you again. | Sizinle yeniden karşılaşmak büyük bir keyifti. |
as far as I know | bildiğim kadarıyla |
concept / notion / term | kavram |
misconception | kavram hatasi |
basic concept | temel kavram |
abstraction / abstract concept | soyut kavram |
legal concept | yasal kavram |
concept and context | kavram ve bağlam |
mold / pattern (k) | kalıp |
to use a x pattern | x-in kalıbını kullanmak |
I missed dinner. | Yemek saatini kaçırdım. |
I live in a rented flat | dairede kirada oturuyorum |
Let's go ! / Let's leave ! | Kalkalım ! |
Shall I close the door? | Kapıyı kapatayım mı ? |
camping equipment | Kamp malzemeleri |
Let's come to the subject | konuya gelelim |
It was five to eight. | beşe sekiz kalaydı |
I think he lost his mind. | Aklını kaçırmış galiba! |
Concerning the food I am still undecided. | Yemeğe gelince, henüz kararsızım. |
No need to fear (you don't need to fear) | Korkmana gerek yok. |
No need to fear (you don't need to fear) | Korkmana gerek yok. |
to explore mountain roads | dağ yollarını keşfetmek |
to hug / embrace (k) | kucaklaşmak |
to embrace nature | doğayla kucaklaşmak |
winding streams /meandering streams | kıvrıla kıvrıla akan dereler |
to wiggle / to worm | kıvrıla kıvrıla gitmek |
You can cut your ties with the rest of the world. | Dünyanın geri kalanıyla bağınızı kesebilirsiniz. |
hustle and bustle / commotion | koşuşturma |
all that hustle and bustle | bütün o koşuşturmalar |
in short / in brief / in a word | kısacası |
curly | Kıvırcık |
overweight | kilolu |
overweight | kilolu |
overweight | kilolu |
I am not overweight, I am slim. | Ben kilolu değilim, zayıfım. |
My father works together with his younger brother. (lit. my young uncle) | Babam küçük amcamla beraber çalışıyor. |
He is a kind, very calm and romantic man. | O iyi kalpli, çok sakin ve romantik bir adam. |
comedian | komedyen |
nuts (k) | kuruyemiş |
low fat cream | az yağlı krem |
The butterfly landed (perched) on her palm. | Kelebek avucuna kondu. |
to stir /move (k) | kımıldamak |
The butterfly did not move from its place. | Kelebek yerinden kımıldamadı. |
to be offended ) to be angry | küsmek |
He is mad at you | Sana küsmüştür |
hemosphere | yarım küre |
the nothern hemosphere | kuzey yarım küre |
The Republic of Turkey is the northern hemisphere | Türkiye Cumhuriyeti, kuzey yarım kürededir |
In both the European and the Asian continent | hem Avrupa hem de Asya kıtasında |
Turkey has territories in both the European and the Asian continent. | Türkiye'nin hem Avrupa hem de Asya kıtasında toprakları vardır. |
square kilometer | kilometre kare |
The world's surface area is approximately 510 million square kilometers. | Dünyanın yüzölçümü yaklaşık 510 milyon kilometre karedir. |
Russia constitutes 17 million square kilometers of this. | Rusya bunun 17 milyon kilometre karesini oluşturmaktadır. |
slaughtered by traitors | hainlerin katlettiği |
Headquarters | Karargah |
the General Staff Headquarters | Genelkurmay Karargahı |
the security cameras of the General Staff Headquarters | Genelkurmay Karargahı'nın güvenlik kameralar |
The images obtained from the security cameras of the General Staff Headquarters revealed that the martyrs were brutally murdered. | Genelkurmay Karargahı'nın güvenlik kameralarından elde edilen görüntüler şehitlerin hunharca katlettiğini ortaya çıktı. |
hatred (k) | kin |
retaliation | kısas |
I want retaliationm it's my right... | Ben kısas istiyorum, bu hakkım... |
to live from hand to mouth / to make both ends meet / to earn a bare living | kıt kanaat geçinmek |
to make something bleed | kanatmak |
they made our hearts bleed | yüreğimizi kanattılar |
handcuff /wristlet | kelepçe |
electronic clam or handcuff (around hand or foot) | elektronik kelepçe |
a public witness /evidence for the prosecution | kamu tanığı |
decision stage / decision phase / decision-making process | karar aşaması |
in the process of decision-making | karar aşamasında |
to fire (k) | kovmak |
because they fired him on the grounds of removing the unrest out of the Manisa church | Manisa kilisesinden huzursuzluk çıkardığı gerekçesiyle kovdukları için |
The witness who pointed out that he had made these statements feeding himself with hatred becaused they had sacked him on grounds of removing the unrest from the Manisa | Manisa kilisesinden huzursuzluk çıkardığı gerekçesiyle kovdukları için kendisinin düşmanlık besleyerek bu ifadeleri verdiğini belirten tanık |
the verdict / court order | mahkeme kararı |
stationary / Schreibwaren | kırtasiye |
Schreibwarenhandlung | kırtasiyeci |
for rent /rental | kiralık |
a house for rent | kiralık ev |
to search for a house for rent | kiralık ev aramak |
I want to rent a house. | Ben ev kiralamak istiyorum. |
My house is for rent. | Benim evim kiralık. |
How much is the rent? | Kira ne kadar? |
cafeteria | kafeterya |
He decided to work. | Çalışmaya karar verdi. |
He decided to quit smoking. | Sigara içmeyi bırakmaya karar verdi. |
He decided to leave cigarettes (quit smoking) | Sigarayı bırakmaya karar verdi. |
Hıs muscles ache | Onun kasları ağrır. |
muscle pain | kas ağrısı |
to lose weight | kilo vermek |
to lift weights | ağırlık kaldırmak |
weight lifting | ağırlık kaldırma |
weight lifting | ağırlık kaldırma |
within / within the scope of / within the context of | kapsamında |
paper tissue /tissue | kağıt mendil |
to whinny / to neigh (horse) / hennir / wiehern | kişnemek |
In the distance a horse whinnied. | Uzaklarda bir at kişnedi |
cunning | kurnaz |
Maybe we were much more cunning than him after all. | belki yine de ondan çok daha kurnazdık |
choked/husky / dimmed /heiser /belegt (k) | kısık |
to stew / cook on a low fire / dämpfen | kısık ateşte pişirmek |
dimmed light | kısık ışık |
with a husky voice (k) /in a low voice | kısık sesli |
to chuckle | kısık sesle gülmek |
smuggling / trafficking / fraud | Kaçakçılık |
migrant smuggling | Göçmen Kaçakçılığı |
the Iraki born migrant smuggler | Irak uyruklu göçmen kaçakçısı |
saved (k) computer | kaydedildi |
changes are saved (computer) | değişiklikler kaydedildi |
report was saved (computer) | rapor kaydedildi |
to be registered / recorded | kaydedilmek |
good neighborly relations | iyi komşuluk ilişkileri |
the continuation of good neighborly relations | iyi komşuluk ilişkilerinin sürmesi |
rural | kırsal |
the countryside | kırsal kesim |
what was told in the lesson confused him | derste anlatılanlar kafasını karıştırmıştı |
What was told in the lesson confused me | derste anlatılanlar kafamı karıştırmıştı |
He was confused by what was said in the lesson. / He mixed up... | Derste anlatılanlardan kafası karışmıştı. |
I was confused by what was said in the lesson / I mixed up what was told in the lesson | Derste anlatılanlardan kafamı karışmıştı. |
What was he confused about ? (spoken) | Onun neyden kafası karışmıştı? |
What were you confused about ? (spoken) | Senin neyden kafanı karışmıştı? |
to decide on/ settle / opt pour un locative | karar kılmak |
They decide on a restaurant. | Bir restorantta karar kıldılar. |
When our neighbour Emre was young he had a big family. | Komşumuz Emre'nin gençken büyük bir ailesi vardı. |
compote | komposto |
gooseberry compote / Stachelbeerkompott | bektaş üzümü kompostosu |
he could not stand him / he dislıked him | onu katlanamıyordu |
He would continue to be in many films and remain popular. | Birçok filmde olmaya devam edecek ve popüler olarak kalacaktı. |
Our teacher is not a/ the man to be fired. | Bizim hocamız kovulacak adam değil. |
He is afraid to be fired if he makes one more mistake | Bir hata daha yaparsa kovulacağından korkuyor. |
I will be his first speech | onun ilk konuşması olacak |
more opportunities to speak | konuşmasına daha çok fırsat |
qualified | kalifiye |
I couldn't close my eyes. | Gözlerimi kapayamadım. |
to meet the conditions | koşulları sağlamak |
I decided to look on Internet | internetten bakmaya karar verdim |
to easily get broken | kolayca kırılmak |
under no circumstances | hiçbir koşulda |
to enjoy a good family life | iyi bir aile hayatının keyfini sürmek |
If they're late, they'll miss the train. | Daha fazla geç kalırlarsa, treni kaçıracaklar. |
I hope we won't have to go to court. | Mahkemeye gitmek zorunda kalmayacağımızı umuyorum. |
I hope we won't have to ressort to legal means. (lit. to apply for legal ways) | Yasal yollara başvurmak zorunda kalmayacağımı umuyorum. |
They were hoping we would be all in the same dormitory. | Hepimizin aynı koğuşta kalacağını umuyorlardı. |
dormitory | koğuş |
He pointed out that the deal (agreement) would not only be on paper. | Anlaşmaların yalnızca kağıt üzerinde kalmayacağını söylediklerini belirtti. |
When the research (pl) is complete, I hope that diabetics will not need to make insulin injections. | Araştırmalar tamamlandığında, şeker hastalarının insülin iğnesi yapmasına gerek kalmayacağını umuyorum |
the person who is the one to drive back home | eve dönüşte kullanacak olan kişi |
the person to drive back home should not drink alcohol | eve dönüşte kullanacak olan kişi alkol içmemelidir |
for my part / for all I care / for what concerns me / (if it remains to me) synonym to bana gelince | bana kalırsa |
useful | kullanışlı |
to come in handy | kullanışlı olmak |
impractical | kullanışlı olmayan |
She thought she ought to be more careful of herself | Kendi kendine daha dikkatli olması gerektiğini düşündü |
chemical | kimyasal |
natural and chemical drugs | doğal ve kimyasal ilaçlar |
dry land /shore / earth / ground | kara |
(roe) deer /Reh | karaca |
to bustle about / to cause to run | koşturmak |
to run around like crazy | deli gibi koşturmak |
nobody came | kimse gelmedi |
pavement / sidewalk / trottoir | kaldırım |
to walk on the sidewalk / auf dem Bürgersteig gehen | kaldırımda yürümek |
pry about, spy outkolaçan etmek, prowl, walk about | kolaçan etmek |
We were arguing about whether the man was a thief spying out the neighbourhood, a privat detective or an evil magician. | Adamın çevreyi kolaçan eden bir hırsız, özel dedektif ya da kötü bir büyücü olup olmadığı konusunda tartışmıştık. |
to mount /to build 7 to fictionalize | kurgulamak |
to be fictionalized /to be made up / to be composed / to be formulated | kurgulanmak |
One of the beautiful fictional fantasy novels | güzel kurgulanmış fantastik romanlardan biri |
the story can be something real or fictional | hikâye gercek veya kurgulanmış bir şey olabilir |
97/5000 This story needs to be well edited. In other words, the story should be based on a real conflict. | Bu hikayenin iyi kurgulanması da gerekiyor. Yani, hikaye gerçek bir çatışma üzerine kurgulanmalı. |
Not edited by the author either | Yazarı tarafından da kurgulanmamıştır |
an afterwards fictionalized/made/build diary | sonradan kurgulanmış bir günlük |
clarinet player | klarnet çalıcısı |
clarinet | klarnet |
pessimistic | kötümser |
pessimism | kötümserlik |
record /registration / enrolement | kayıt |
registered / recorded / listed / enrolled | kayıtlı |
unregistered / reckless / carefree / careless / lightheaded / unreserved | kayıtsız |
reserve / disinterest / coldness / indifference / negligence / listlesness / lukewarmness | kayıtsızlık |
Look I have a wineglass in my hand | bir kadehim var bak elimde |
offended / resentful / mimosa | küskün |
Belıeve (me) I am not resentful to (offended by) love | inan sevgiye küskün değilim |
forlon /lonely /orphan / all alone (k) | kimsesiz |
Are all these just destiny/ fate (related) ? / Are all these just a question of fate ? | Tüm bunlar yalnızca kaderle mı ilgili ? |
Some people believe in destiny. | Bazı insanlar kadere inanır. |
a concept error | kavram yanılgısı |
a concept difficult to define | tanımlaması zor bir kavramdır |
Some people try to change their fate. | Bazı insanlar kadelerini değiştirmeye çalışılar. |
to bless | kutsamak |
He put his hands on them and blessed them. | Ellerini üzerlerine koyup onları kutsadı. |
flawlessly / in a perfect way | kusursuz bir şekilde |
Oppossum / Beutelratte | keseli sıçan |
to seize /capture/confiscate /hold/ command (a place) /usurp a dative | el koymak |
The children held (commanded over) the dark corner under the stairs. | Çocuklar merdivenin altındaki karanlık köşeye el koymuşlardı. |
doomsday / apocalypse / end of the world /(ressurection) | kıyamet |
an apocalypse to break loose /all hell to break loose | kıyamet koparmak |
if they knew hell would break loose | bilseler kıyamet kopardı |
twitch /wriggle/ motion /unsteadiness | kıpırtı |
The bad twitching inside of me turned with slow but sure steps into a frightening reality. | içimdeki kötü kıpırtı yavaş ama kesin adımlarla korkunç bir gerçeğe dönüştü. |
riot /turmoil /uproar /disturbance | kargaşa |
vigorously /energisch | kuvvetlice |
handle /grip / Griff | kulp |
Stomachripper (piercing through the stomach) | karındeşen |
Jack the Ripper | Karındeşen Jack |
I chewed /bit my lower lip | Alt dudağımı kemirdim. |
to include / to cover / to contain | kapsamak |
How much of our time does the the time you spent in the past take (comprise) ? | Geçmişte geçirdiğin zaman günümüzdeki zamanın ne kadarını kapsıyor ? |
to fan / blow up / waken / instigate / embitter / "put oil into the fire" | körüklemek |
to awaken interest / to stimulate interest | ilgi körüklemek |
to add fuel to the fire (increase a dispute) | kızgınlığını körüklemek |
to embitter a quarrel | bir kavgayı körüklemek |
to fan the flames (to make the fire bigger) | ateşi körüklemek |
I shouldn't have told you a thing to stimulate (fuel) your curiosity/interest (i) | Senin ilgini körükleyecek bir şey anlatmamalıydım |
let alone / besides / then again | kaldı ki |
then again I shouldn't even know these things myself | kaldı ki bunları ben bile bilmemeliyim |
looney / mental / crank / nuts | kaçık |
to puff up / to blow up / cause to swell | kabartmak |
to whet s.o.'s appetite / das Wasser im Munde zusammenlaufen lassen | iştahını kabartmak |
matchstick /Streichholzstäbchen | kibrit çöpü |
Anyone who has a hair longer than a matchstick looks like a girl. | Saçları kibrit çöpünden uzun olan herkes kıza benziyor |
incomparable | kıyaslanamaz |
He cannot be compared to ordinary people like you. | Senin gibi sıradan insanlarla kıyaslanamaz |
Her hands clasped the edges of his chair tightly. | Elleri sandalyesinin kenarlarını sıkıca kavramıştı |
I was suspected of drug trafficking. | Uyuşturucu kaçakçılığı yaptığımdan şüphe ediliyordu. |
And I still didn't know how to get out of this. | Ve hâlâ bu durumdan nasıl kurtulacağımı bilmiyordum. |
rosehip /églantier /Hagebutte | kuşburnu |
to cause s.o. to worry a lot / to perturb s. o. strongly (much more than telaşlandırmak) | kaygılandırmak |
to be engraved (script) e. g. on a stone | kazınmak |
Can I borrow your pencil sharpener? | Kalem tıraşını ödünç alabilir miyim?? |
Be careful not to anger the wild elephants. | Yabani filleri kızdırmamaya dikkat et. |
We need to think outside the box (mold /pattern) | Kalıpların dışında düşünmeliyiz. |
crystal | kristal |
There is a fine (massive/solid) crystal chandelier hanging in the room. | Odada som kristalden bir avize asılı. |
forester /woodsman /ranger / protector/Förster | korucu |
She has a comical way of saying things | Her şeyi komik bir şekilde söylüyor. |
The explosion frightened the people away. | Patlama, insanları korkutup kaçırdı. |
Who doesn't ! / Wer würde würde das nicht tun! | Kim etmiyor ki? |
ground meat / Gehacktes | kıyma |
I need half a kilo of ground meat. | Yarım kilo kıymaya ihtiyacım var. |
air conditioning | klima |
Turn on the air conditioner, please. | Klimayı aç lütfen. |
box | kutu |
What's inside the box? | Kutuda ne var? |
Now let's see what's in the box. Nothing! Absolutely nothing! | Şimdi kutuda ne olduğuna bakalım. Hiçbir şey! Kesinlikle hiçbir şey yok! |
helmet (k) e. g. for bike riding /work | kask |
Wear your helmet when you ride your bike. | Bisikletine binerken kaskını tak. |
Can you count all the jellybeans in that jar? | Kavanozdaki jöle fasulyelerini sayabilir misin? |
snowball | kartopu |
He threw a snowball at me. | Bana bir kartopu attı. |
partly / partially / to a certain extend / teilweise / zum Teil | kismen |
partly to keep the identity of victims secret / teilweise, um die Identität der Opfer geheim zu halten | kısmen kurbanların kimliğini gizli tutmak amacıyla |
partly also because of the horrific nature of the events / und teilweise wegen der schrecklichen Natur der Ereignisse | kısmen de olayların dehşetengiz tabiatı nedeniyle |
the same dull beech leaves | aynı donuk kayın ağacı yaprakları |
mode / mood | kip |
imperativ mood / Befehlsform | emir kipi |
to laugh out loud | kahkahayla gülmek |
When we saw the picture, we laughed out loud. | Resmi gördüğümüzde kahkahayla güldük. |
speech disorder | konuşma bozukluğu |
tag (game of) | kovalamaca |
to play tag | kovalamaca oynamak |
fate | kader |
Fate brought me here. | Beni buraya kader getirdi. |
scary | korkutucu |
He had a scary face. | Korkutucu bir yüzü vardı. |
Dig until you find oil. | Petrol bulana kadar kaz. |
What do you think the speech implied? | Konuşma sence neyi kastetti? |
accidentally | kazara |
beaver | kunduz |
coppice /Wäldchen | koruluk |
Would you like to hike through the woods(coppice/Wäldchen) ? | Korulukta yürüyüşe çıkmak ister misin? |
the helicopter descended drawing a curve | helikopter kavis çizerek alçalıyordu. |
cluster (k) /flock /pile/ cloud | küme |
cumulus cloud | küme bulut |
tossing cloud (pile /heap-k) of power like snow into the air | toz gibi kardan bir kümeyi havaya savurarak |
to be blessed | kutsanmak |
croissant | kruvasan |
cardamom | kakule |
celery | kereviz |
celery seeds | kereviz tohumu |
overwhelming | kahretici |
this was an overwhelming loss | Bu kahretici bir kayıptı. |
this was an overwhelming loss, of which the emotional wounds in her heart (k) still were unclosed. | Bu kalbindeki duygusal yaraları hâlâ kapanmayan kahretici bir kayıptı. |
public opinion | kamuoyu |
barren | kıraç |
the barren land a.. z) | kıraç arazı |
infrared | kızılötesi |
mournfully | kederle |
to cackle | kesik kesik gülmek |
to explode /effervesce /bubble over | köpürmek |
This cliff could not be compared /was uncomparable to any cliff in our world. | Bu uçurum dünyamızdaki hiçbir uçurumla kıyaslanamazdı. |
arched /gewölbt | kemerli |
echoing in the arched room | kemerli odada yankılanan |
the gabbling of geese (gabbling like geese have the habit of doing) | kazların usul gevezelikleri |
the murmur echoing in the arched room like the gabbling of geese | kemerli odada kazların usul gevezelikleri gibi yankılanan mırıltı |
to sniff at/to consider unimportant / to turn up one's nose / die Nase rümpfen | burun kıvırmak |
He sniffed /turned up his nose at the murmur echoing in the arched room like the gabbling of geese | kemerli odada kazların usul gevezelikleri gibi yankılanan mırıltıya burun kıvırdı |
log /stump /block | kütük |
The flames were dancing on the logs in the fireplace. | Şöminedeki kütüklerin üzerinde alevler dans ediyordu. |
hunchback | kamburu |
to stoop /to arch the back /to slouch | kamburunu çıkarmak |
He stooped to hide (g) his height. | Boyunu gizlemek için kamburunu çıkardı. |
the bulgy folds of the cloak hi d (g) that he stooped/slouched to desguise (g) his height | Pelerinin şişkin kıvrımları, boyunu gizlemek için çıkardığı kamburunu gizliyordu. |
a span /eine Spanne (length measuring unit) | karış |
material / fabric /cloth in the length of a tailor's span | bir terzi karışı boyu kumaş |
Anything could be slipped into a drink. | Bir içkiye her türlü şey katılmış olabilirdi. |
handcuff | kelepçe |
to murder /slaughter (k) | katledilmek |
Without noticing he approached the wine glass to his lips. | Fark etmeden kadehi dudaklarına yaklaştırdı. |
meeting /encounter (k) | karşılaşma |
Until our next meeting | Bir dahaki karşılaşmamıza kadar |
I wished I had come earlier... | Keşke daha önce gelseydim... |
Don't vomit (on a dat.) | kusma sakın |
conclusion /belief/opinion | kanı |
he believed /he was convinced (k) | kanısındaydı |
Bilbo was convinced that Lobelia had nicked quite a few (e) spoons from the house. | Bilbo, Lobelia'nın evden epeyce kaşık yürütmüş olduğu kanısındaydı. |
contract /agreement | kontrat |
to renew the contract | kontratı yenilemek |
motion / slight movement | kımıltı |
motionless | kımıltısız |
to stay motionless | kımıltısız durmak |
He was cled in black clothes that didn't sway, that remained motionless when he moved | hareket ederken dalgalanmadan kımıltısız duran siyah giysilere bürünmüştü |
the great Lord of the Dark | Karanlığın Yüce Efendisi |
"Fall on your bellies, you worms!" | 'Karınlarınızın üzerine çökün, sizi solucanlar!' |
to fall to the ground /prostrate oneself /grovel | yere kapanmak |
to fall flat to the ground | kapaklanmak |
the man fell with his face flat to the ground | adam yüzüstü kapaklandı |
the man fell with his face flat to the ground an grunted because he hit the stone and hurt himself | adam yüzüstü kapaklandı ve taşa çarpıp yaralandığı için homurdandı. |
(from) something like | kabilinden |
the words from something like an incantation (e) | bir efsun kabilinden sözcükler |
Words from something like an incantation against danger came to the tip of his tongue. | Dilinin ucuna tehlikeye karşı bir efsun kabilinden sözcükler geldi |
The great Lord of the Dark is my Master and I will serve him whole heartedly to the last shred of my very soul (from the Wheel of Time) | Karanlığın Yüce Efendisi benim Efendimdir ve ona ruhumun en son zerresine kadar canı gönülden hizmet ederim. |
My Lord is the Master of death. I will serve Him without expecting any reward towards the Day of his coming. (from the Wheel of time) | Benim Efendim ölümün Efendisidir. Hiçbir karşılık beklemeden onun geleceği Gün için hizmet ederim. |
unmixed /unblended /pure /entire /clean | katışıksız |
with pure(k) fear in his gaze / its very gaze fear | bakışlarında katışıksız korkuyla |
order /comnand | komuta |
to obey a comnand /to comply to a command | komuta uymak |
Who is the tallest between us? | İçimizde en uzun boylu olan kim? |
Has the passport you(sg) lost been found? | Kaybettiğin pasaport bulundu mu? |
Has the passport you(pl) lost been found? | Kaybettiğiniz pasaport bulundu mu? |
I know who he is. | Onun kim olduğunu biliyorum. |
He talks as if he knows everything. | Her şeyi bilircesine konuşuyor |
When I got a bad grade in the turkish exam yesterday I was very sad. | Dün Türkçe sınavında kırık not alınca çok üzüldüm |
Her unemployed husband is looking for a new job. | İşsiz olan kocası, yeni bir iş arıyor. |
The party that had the majority in the Parliament, formed the government. | Mecliste çoğunluğu olan parti, hükümet kurdu. |
ass /popo | kıç |
to cross one's arms | kollarını kavuşturmak |
to cross one's arms | kollarını kavuşturmak |
I crossed my arms | kollarımı kavuşturdum |
the sound of my heart (beat) was ringing in my ears | kalbimin sesi kulaklarımda çınlıyordu |
Behind me someone exploded into laughter. | Arkamdan birisi bir kahkaha patlattı. |
He pulled his earplugs off | kulaklıklarını çıkardı |
I sat there for a while glued to the spot staring at where the creature had been and disappeared. | Bir an yaratığın görünüp kaybolduğu yere bakarak oturduğum yerde kalakaldım. |
to snigger / to laugh in one's sleeve | kıs kıs gülmek |
provocative /tantalizing | kışkırtıcı |
a voice to a tantalizing degree familiar | kışkırtıcı bir derecede tanıdık bir ses |
to lean back | kaykılmak |
I leaned away from him | ondan uzağa kaykıldım |
to move /stir something | kıpırdatmak |
he moved his lips and whispered a single word | dudaklarını kıpırdatıp tek bir kelime fısıldadı |
tighten /cramp /contract (k) | kasılmak |
my stomach twisted(k) so much that a lump sat in my throat | midem o kadar kasılmıştı ki boğazıma bir yumru oturdu |
blood was leaking from my jeans | kan kotumdan sızıyordu |
What do you mean (when you said), that was not your brother? | O kardeşin değil derken ne kastettin? |
to prickle /to tickle | karıncalanmak |
Despite the fear prickling in my stomach | Korkunun midemde karıncalanmasına rağmen |
mold /mildew /mouldiness | küf |
a smell of rot and mold | bir çürük ve küf kokusu |
I heard the door shutting behind me. | Arkamdan kapının kapandığını duydum. |
turkish pine /Türkische Kiefer /Kalabrische Kiefer /Pinus brutia /found in the Aegean region, mainly in Southern Turkey | kızılçam |
clay /mud | kil |
mud huts | kilden kulübeler |
The squat (dwarfish/gedrungen) ugly creatures were gnawing on bones. | Bodur, çirkin yaratıklar kemik kemiriyordu. |
soda lid /crown cork / crown cap | gazoz kapağı |
When one of them managed to open the soda pop and to spray bubbling soda everywhere, his friends squawked angrily. . | Bir tanesi gazoz kapağını açmayı başarıp köpüren gazozu her yere püşkürtünce arkadaşları öfkeyle ciyakladılar. |
curved | kıvrık |
a curved, pointed knife out of rusty bronze | kıvrık, paslanmış bronzdan sivri uçlu bir bıçak |
centaurs | kentaurlar |
How would I survive? | Nasıl hayatta kalacaktım? |
pessimistic (k) | karamsar |
the atmosphere was more pessimistic (k) | atmosfer daha karamsardı |
to give rein to (k) /to get carried away by | kaptırmak |
Don't lose your heart on /Don't let your heart get carried away by a fairytale prince. It never ends well. | Kalbini bir peri prensine kaptırma. Sonu asla iyi olmaz. |
disguise /costume | kılık |
to disguise / to masquerade /sich verkleiden | kılık değiştirmek |
maybe.. I disguise myself | belki... kılık değiştiririm |
a shortcut | bir kestirme |
we are taking(going) a shortcut | kestirmeden gidiyoruz |
move! | kımılda! |
Anyway the concept of freedom is higly overrated. | Zaten özgürlük kavramı fazla abartılıyor. |
head (ke..) | kelle |
head hunter | kelle avcısı |
heads (ke...) will role | çok kelle gidecek |
pike /pickaxe | kazma |
Your head (acc. ke...) , on a pike (on the end of a pike) | Kelleni, bir kazmanın ucunda. |
hedgehog | kirpi |
Libelle / damselfly /odonata | Kızböceği |
Libellen /damselflies | Kızböcekleri |
Libellen /damselflies | Kızböcekleri |
an apocolapsypse broke out | kıyamet koptu |
I will do it myself | Ben yapacağım kendi ellerimle |
"I will leave your coffee here(lit. like this)" | 'Kahvenizi böyle bırakıyorum.' |
Don't do again work according to your head without asking me! | 'Bir da ha bana sormadan kafanıza göre iş yapmayın! |
(blood) brother (spoken) | kan kardeşi - kanka |
filthy rich /stinkreich | kalantor |
It was a bad day, it passed... | Kötü bir gündü, geçti... |
Therefore don't look at the law all of you = so sorry for all of you | o yüzden kusura bakmayın hepiniz |
stiff | kasıntı |
restlessly /with steadily excited fidgeting movements /little by little but always moving | kıpır kıpır |
He was excitedly moving / Er zappelte aufgeregt | kıpır kıpırdı |
He kept fidgeting /er zappelte unaufhörlich | kıpır kıpır duruyordu |
my inside keeps stirring >I am really excited about something (e. g exam) | içim kıpır kıpır |
congress (activity) | kurultay |
I wished (+if verb form) | keşke |
I wished I were there. | Keşke orada olsaydım. |