d

QuestionAnswer
fitted / paved/ ausgelegt /gepflastert
döşeli
fitted/paved with pebble stones
çakıl taşlarıyla döşeli
In the trees the voice of the birds had ceased
Ağaçlarda kuşların sesi dinmişti
to feel (d) literary verb
duyumsamak
To be so close as to feel(d) his warmth
Onun sıcaklığını duyumsayacak kadar yakınında olmak
also / and
da - de
Drama (theater )
drama
But this made matters worse
ama bu durumu daha da kötü bir hâle getirdi
to hold/ hesitate /hobble
duraksamak
Thousand enemies outside are better than one enemy inside. - Arabic saying
Dışarıdaki bin düşman içerideki bir düşmandan daha iyidir. - Arap atasözü
The slope was steep and led to the side(shore) of a big lake. (Der Abhang war sehr steil und fiel zum Ufer (zur Seite) eines grossen Sees herab .
Yamaç dimdikti ve büyük bir gölün kenarına iniyordu.
mountain
Dağ
To spread/ disperse / scatter (*usually has to do with destruction of something)
dağılmak
Rather / more correctly
daha doğrusu
more / already
daha
always
daima
minute
dakika
branch
dal
To treat /act / to behave /to conduct oneself /to proceed
davranmak
to esteem
değer vermek
not / it is not
değil
Change /alteration /modification
değişiklik
to change
değiştirmek
terror / horror
dehşet
to say
demek
iron /Eisen -Fe 26
demir
to be called
denmek
called
denen
degree
derece
Problem/ grievance / distress / nuisance / trouble
dert
the other
diğer
Digital watch/clock
dijital saat
digital
dijital
beggar
dilenci
apart from
dışında
so that / that / so
diye
to be born
doğmak
right / true / correct
doğru
towards/ into (+ dat)
doğru
frankly speaking/ to tell the truth/ in fact / actually / strictly
doğrusu
to give birth
doğurmak
eastwards
doğuya
ninety
doksan
entwined /entangled
dolaşık
full /filled
dolu
tomato
domates
to turn
dönmek
to turn into
dönüşmek
peak / height / climax
doruk
To beat / hit (d) / several times / to knock out
dövmek
the World
Dünya
To stop someone/ something
durdurmak
to think
düşünmek
to hear
duymak
fullmoon
dolunay
camel
deve
falcon
doğan
pig
domuz
sow
dişi domuz
piglet
domuz yavrusu
porc
domuz eti
icecream
dondurma
moreover (d)
dahası
even if / though
- se de
even if I heard
duysam da
state / government
devlet
by thinking
düşünerek
tooth
diş
state agency
Devlet dairesi
appartment
daire
stop / stand / stay
durmak
to keep X-ing / to do something continuously/again and again
X-ip durmak
downright / sheer/ merely
düpedüz
it was merely showing off
düpedüz caka satmaktı
feeling /emotion
duygu
to get out/to go out
dışarı çıkmak
This emotions they kept merging/fusing inside of me
Bu duygular içimde kaynaşıp dururlardı
that they wanted to come out
dışarı çıkmak istedikleri(ni)
even if you think
düşünseniz bile
honest / sincere
dürüst
narrow /tight / constricted
dar
narrow minded
dar kafalı
honestly
dürüstçe
Answer me honestly !
Dürüstçe cevap verin bana !
to try
denemek
the times he tried
denediği zamanlar
half of the times he tried
denediği zamanların yarısında
the other hand
diğer el
in the other hand
diğer elde
in his other hand
diğer elinde
birds singing in the branches
dallarda öten kuşlar
to lose (leaves/needles) / to pour /dump /effuse /diffuse
dökmek
trees that lose their leaves
yapraklarını döken ağaçlar
thorny
dikenli
careless / listless / heedless
dikkatsiz
careful / vorsichtig (d)
dikkatli
a careless boot
dikkatsiz bir çizme
prayer
dua
Attend to my prayer !
Duama kulak ver !
enemy
düşman
against the enemy
düşmana karşı
You have been a tower of strength against the enemy
Düşmana karşı güçlü bir kule oldun.
to feed/ to satisfy
doyurmak
He feeds them
O onları doyurur.
valuable / precious / dear
değerli
much more valuable than they
onlardan çok daha değerli
yesterday
dün
accuracy / correctness / righteousness
doğruluk
His righteousness
Onun doğruluğu
to drip / drop /trickle from an ablative
damlamak
a drop
bir damla
Let it drop / may it drop (imp. 3 sg)
damlasın
Let my teaching drop like rain
öğretişim yağmur gibi damlasın
to fall
düşmek
to fall like dew
çiy gibi düşmek
Let my words fall like dew
sözlerim çiy gibi düşsün
to proclaim/ announce / advertise
duyurmak
I will proclaim
duyuracağım
I will proclaim the name of the Lord
RABbin adını duyuracağım
thought
düşünce
Your are full of happy thoughts
neşeli düşüncelerle doluysun
isn't it / aren't you / n'est-ce pas
değil mi
everyone / lit. friend -enemy
dost düşman
to wander /to circulate/ with purpose / precise parcours
dolaşmak
to coil (up)/ to wind / to meander /to get wound around / to wander around without purpose
dolanmak
numb (limb) / stagnant /still (water)/calm /quiet / untroubled / serene
durgun
crazy
deli
This is nothing that can be called food.
Yiyecek denebilecek bir şey değil
irregular /unsteady
düzensiz
deep
derin
a deep shadow
derin bir gölge
He took a deep breath
Derin bir nefes aldı.
to continue (d)
devam etmek
behaviour / Verhalten
davranış
to correct /improve
düzeltmek
upright /erect
dik
fixedly
dik dik
He looked fixedly at him
Dik dik baktı ona.
wave (slang:hashish/ love affair / darling/thingummy)
dalga
to kid (slang)
dalga geçmek
Are you kidding?
Dalga mı geçiyorsun?
Don't be crazy !/ No kidding!
Dalga geçme !
No kidding /I'm not kidding
Dalga geçmiyorum.
since yesterday
dünden beri
hole /slot (for coins)
delik
key hole
anahtar deliği
nostril
burun deliği
needle eye
iğne deliği
bullet hole
kurşun deliği
ozone hole
ozon deliği
mouse hole
fare deliği
support /Unterstützung
destek
His support could be worse than not having any.
Onun desteği hiç yoktan daha kötü olabilirdi.
to listen (d)
dinlemek
filling /stuffing
dolgu
to hold/ support/ lean on (d)
dayamak
He leaned(y) against the cart and reposed (d) his arm on the brandy barrel
Arabaya yaslanıp brendi fıçısına kolunu dayadı.
to be heard
duyulmak
There was little (p) laughter to be heard.
Pek az kahkaha duyuluyor.
Non stop/ without ceasing/ continuously / on and on
durmadan
he continued non stop
durmadan devam etti
to organize / arrange / line up
düzenlemek
Shall we organize another festival?
Bir festival daha mı düzenleyeceğiz?
in a place where people could hear
insanların duyabileceği bir yerde
by wandering around in villages, markets suchlike places
köy, pazar ve benzeri yerlerde dolaşarak
to straighten up (intransitive)
doğrulmak
alive / living (careful: undropping for breasts)
diri
to come back to life (from death)
dirilmek
to get crazy /to get mad
delirmek
to evaluate
değerlendirmek
can you evaluate ?
Değerlendirebilir misiniz ?
My teacher, can you read and evaluate the story I wrote?
Hocam, yazdığım hikâyeyi okuyup değerlendirebilir misiniz?
to check (d)
denetlemek
We think the bazaar police should check the tradesmen everyday
Zabıtaların esnafları her gün denetlemesi gerektiğini düşünüyoruz.
lip
dudak
his thin lip
ince dudağı
small circles (d)
küçük daireler
their heads upright
başları dik
like the other
diğeri gibi
correction
düzeltme
corrections
düzeltmeler
She kept a bag on her lap
Kucağında bir kese duruyordu.
He could not hear.
Duyamadı.
to turn around / spin / whirl / rotate
döndürmek
They whirled their horses around (d)
Atlarını döndürdüler
gallop
dörtnal
at a gallop / im gallop
dörtnala
to gallop (away)
dörtnala uzaklaşmak
They began to gallop away
dörtnala uzaklaşmaya başladılar
A scream rose from the lips of the Elf
Elfin dudaklarından bir çığlık yükseldi.
to narrow / constrict / bother
daraltmak
The fire narrowed the area.
Yangın alanı daralttı.
that they fell down
düştükleri(ni)
he saw them falling down
Düştüklerini gördü
thought /thinking
düşünme
a thought environment / a place for thinking
bir düşünme ortamı
outside factor
dış faktör
An environment which no external factor will disturb
hiçbir dış faktörün rahatsız etmeyeceği bir ortam
a thought environment / a place for thinking where nobody, no outside factor will disturb you
Sizi kimsenin, hiçbir dış faktörün rahatsız etmeyeceği bir düşünme ortamı
It has to be your oasis, your thought environment where nobody, no outside factor will disturb you.
Sizi kimsenin, hiçbir dış faktörün rahatsız etmeyeceği bir düşünme ortamınız, vahanız olmalıdır.
dripping from her sword
kılıcından damlayan
upright / rigid / erect
dimdik
She stood upright/ firm
dimdik durdu.
convenient / suitable/ apropriate for (d.g.)
denk gelmek
to pour out of/ to come out of / to spill
dökülmek
some words quickly spilled from her lips
dudaklarından hızla bazı sözcükler döküldü.
nine
dokuz
nine energy flashes
dokuz enerji şimşeği
Before turning to the Elve
Elfe dönmeden önce
knee
diz
to kneel
diz çökmek
experienced / wise / expert
deneyimli
with his experienced eyes / with his expert eyes
deneyimli gözleriyle
a female
dişi
a female deer / a doe
dişi geyik
a laming doe
sakatlık bulunan bir dişi geyik
the autumn full moon
güz dolunayı
emotionless
duygusuz
stream / Bach/ ruisseau
dere
to flow in streams
dereler hâlinde akmak
to flow down the mountains
dağlardan aşağıya akmak
the waters were flowing down the mountains in streams
sular dereler hâlinde dağlardan aşağıya akıyordu
On account of/ by implication / because of
dolayısıyla
So (by implication) I always should have thought like this from the beginning.
Dolayısıyla benim baştan beri hep böyle düşünmem gerekiyordu.
wall
duvar
(which is/was/ were) on the wall
duvardaki
from / through the cracks in the wall
duvardaki çatlaklardan
a cluster / a bundle
demet
bundles of sunlight
güneş ışığı demetleri
bundles of sunlight seeping through the cracks in the wall
duvardaki çatlaklardan sızan güneş ışığı demetleri
to cease / to be soothed / to pass into a calmer state (rain, snow, hail)
dinmek
figure / pattern
desen
the figures of humans and animals
insan ve hayvan desenleri
quietness / calmness / serenity
dinginlik
four by four
dörder dörder
inactivity
durgunluk
to slow down (lit. to give inactivity to the minds)
akıllara durgunluk vermek
mind twisting / mind boggling
akıllara durgunluk veren
impact / shock
darbe
the mind twisting impact
akıllara durgunluk veren darbe
He is wandering around the palace.
O, sarayda dolanıyor.
balance
denge
he was keeping his balance
dengesini koruyordu
moments of horror
dehşetin anları
the horror of the last moments
son anların dehşeti
spoiled by the horror of her last moments
son anlarının dehşeti ile bozulmuş
to freeze
donmak
her open eyes frozen in disbelief
açık gözleri inanmazlıkla donmuş
a woman whose open eyes were frozen in disbelief
açık gözleri inanmazlıkla donmuş bir kadın
to weave
dokumak
woven (passive form)
dokunmuş
the fine woven fabric of his clothes
giysilerinin ince dokunmuş kumaşı
skin (d)
deri
his hair and his skin
saçları ve derisi
attention / care / caution / notice
dikkat
to pay attention
dikkat vermek
he could not give more of his attention
dikkatini fazla veremedi
But he could not give more of his attention to the embroidered circle.
Fakat dikkatini nakışlı çembere fazla veremedi.
plain / prairie
düzlük
the rugged plains
engebeli düzlükler
nature
doğa
natural
doğal
dull / inanimate
donuk
dull/ inanimate expression
donuk ifade
in form of
durumunda
tissue /texture
doku
to prod (continously)
dürtüklemek
by prodding at it with her wires
onu telleriyle dürtükleyerek
to drop to (e. g. on one's knees / to throw / to lower
düşürmek
tight groups of trees dropped a deep shadow on the places
sıkı ağaç toplulukları yerlere derin bir gölge düşürdü
On places where tight groups of trees dropped a deep shadow
Sıkı ağaç topluluklarının derin bir gölge düşürdüğü yerlerde
(which were ) in the east
doğudaki
on top of the trees in the east
doğudaki ağaçların üzerine
to touch / to be woven
dokunmak
Rand touched his arrow.
Rand okuna dokundu.
to be outside
dışarıda olmak
to flap / ripple / undulate/ flattern / wogen / schlingern (Boot)
dalgalanmak
to make sth flap /to cause (water) to break into waves/to cause (sth) to undulate; to cause (sth) to wave/sway (as in a wind)/ripple
dalgalandırmak
the wind that caused his cloak to sway like a flag
pelerinini bayrak gibi dalgalandıran rüzgâr
by touching slightly the mare's flank
kısrağın böğrüne hafifçe dokunarak
hope/ aspiration/dream /fantasy/delusion/ fiction/ reverie
düş
Like a rock in the middle of a dream.
Bir düşün ortasındaki kaya gibi.
time / Mal
defa
I went four, five times
Dört, beş defa gittim
He lost himself (got crazy) uttering ( the name of ) Hadiye
Hadiye deyince deli olurdu.
Let's talk straight !
doğru konuşalım !
he kept on doing it (just to annoy me)
devam edip duruyordu
to prod
dürtmek
to stand sth /to put up with sth / to bear/ endure
dayanmak
she couldn't stand it / she couldn't resist/ endure
dayanamadı
lighthouse / Leuchtturm
deniz feneri
uncle (maternel)
dayı
with care / sorgfältig
dikkatle
staff /stick (d)
değnek
But who endures until the end will be saved.
Ama sonuna kadar dayanan kurtulacaktır.
roof (d)
dam
Proclaim it from the rooftops
Damlardan duyurun
What is whispered into your ear, proclaim it from the rooftop
Kulağınıza fısıldananı damlardan duyurun
bridegroom /son-in-law
damat
friend (d)
dost
to be confirmed
doğrulanmak
However wisdom is confirmed by the works it produces.
Ne var ki bilgelik ortaya koyduğu işlerle doğrulanır.
to lament / beat one's chest
dövünmek
the car stopped
Araba durdu.
The car stood
Araba duruyordu.
welcoming / inviting/ einladend
davetkâr
It did not look / seem (...k) very inviting
O hiç davetkâr gözükmüyordu.
sympathetic (Understand and share one's feelings)
birinin duygularını anlayıp paylaşan
challenging / provoking / impulsive (d)
dürtücü
thoughtless / unthinking / unconsiderate / tactless / impulsive /headlong/ incautious (d)
düşüncesiz
indiscretion (indiscrete behaviour)
düşüncesiz bir davranış
to be worth(y) of a dative / to touch a dative
değmek
it's not worth to x
x-diğine değmez
laptop (d)
Dizüstü
to make a decision to change
değişime karar vermek
It begins with a decision to change
değişime karar vermekle başlar
consultant/ advisor / counselor
danışman
consultancy
danışmanlık
expert advice (counseling)
uzman danışmanlıklar
to prefer expert advice
uzman danışmanlıklar tercih etmek
button / Knopf
düğme
even (d)
dahi
to harden / to grow dull
duygusuzlaşmak
For this people's heart has grown dull / has hardened
Çünkü bu halkın yüreği duygusuzlaştı
bottomless / abysmal
dipsiz
notebook /Heft
defter
Whose notebook is this ?
Bu kimin defteri ?
I can't listen to you now.
Şu anda seni dinleyemem.
Hör mich an / just listen once
Beni bir dinle
tattoe
dövme
My class is on Friday.
Dersim cuma.
Can you listen to me?
Beni dinleyebilir misin ? - Beni dinler misin?
Kannst du mir mal zuhören / Can you just listen to me.
Beni bir dinler misin.
Kannst du mir einmal zuhören. / Can you just listen once to me ?
Beni bir kerecik olsun dinler misin
Don't listen to me.
Beni dinleme.
I can't hear you.
Seni duyamıyorum.
to be expressed / to be voiced
dile getirilmek
to voice / to put into words / utter
dile getirmek
the feelings and thoughts to be expressed
dile getirilecek duygu ve düşünce
the feelings and thoughts to be expressed must be clear and net in the narrator's mind.
dile getirilecek duygu ve düşünce anlatıcının zihninde açık ve net biçimde belirlenmelidir.
The situation and the event to be explained, the view and the intuition to be described, the feelings and thoughts to be expressed must be clearly and net defined in the mind of the narrator.
Anlatılacak hâl ve olay, betimlenecek görüş ve sezgi, dile getirilecek duygu ve düşünce anlatıcının zihninde açık ve net biçimde belirlenmelidir.
clarity / transparency / Durchsichtigkeit
Duruluk
naturalness / spontineity / unaffectedness /Natürlichkeit
Doğallık
worldly / earthly
dünyasal
worldly cares
dünyasal kaygılar
inanimation / dullness /opaqueness / dimness
donukluk
stubborn / insistent / needs to always get his way
dediğim dedik
x is very stubborn / x needs to always have his way
X çok dediğim dedik biri.
I don't think so
öyle düşünmüyorum
shop
dükkân
grandfather
dede
At ten to four
dörde on kala
to mean / to intend
demek istemek
less
daha az
I need to think a little
biraz düşünmeye ihtiyacım var
straight
düz
turn left
sola dön
doctor
doktor
dentist
dişçi
elbow
dirsek
the doctor thinks he needs medicine
doktor ilaca ihtiyacı olduğunu düşünüyor
until + dat
dek
Watch out !
dikkat et !
lesson
ders
language / tongue
dil
magazine
dergi
Be careful
Dikkatli olun
to dance
dans etmek
the fourth
dördüncü
the ninth
dokuzuncu
dollar
dolar
cupboard / closet / cabinet
dolap
freezer
dondurucu
sea
deniz
the others
diğerleri
What will the others do this afternoon ?
öğleden sonra diğerleri ne yapacak?
Do the others want to come to the beach(s) this afternoon?
diğerleri öğleden sonra sahile gelmek istiyorlar mı?
he wants to see the world
dünyayı görmek istiyor
essay / trial
deneme
I need to write an essay.
deneme yazmam gerekiyor
birthday
doğum günü
When is her birthday?
onun doğum günü ne zaman?
Her birthday is on February third
onun doğum günü Şubatın üçünde
Happy birthday
iyi ki doğdun
shower
duş
to take a shower
duş almak
We drank too much last night.
dün gece çok fazla içtik
but he did not try to stop her
ama onu durdurmaya çalışmadı.
She was keen to live this experience.
O, bu deneyimi yaşamaya hevesliydi
to draw attention
dikkat çekmek
He had retreated to a cavity where he hoped not to attract attention.
Dikkat çekmeyeceğini umduğu bir oyuğa çekilmişti
east
doğu
drama / tragedy
dram
I like drama, but I prefer comedy
dramayı severim, ama komediyi tercih ederim
remarkable
dikkat çekici
to rest / relax
dinlenmek
He walked to the narrow valley where he was sure the deers would rest.
geyiklerin dinlendiğinden emin olduğu dar vadiye doğru yürüdü.
with a sure/confident touch
emin bir dokunuşla
He drew (g) his bow with a sure (of himself) touch
yayını kendinden emin bir dokunuşla gerdi
to flatten
düzleşmek
by turning
döne döne
The fog glided by turning from the parched/scorched area towards the stone.
Sis kavrulan alanın üstünden döne döne taşa doğru süzüldü.
While standing in front of the stone, the moon light gave him a pale shadow.
Taşın önünde dururken ay ışığı ona solgun bir gölge veriyordu.
winding / turn / curve / bend (only for roads)
dönemeç
new and stunning views / surprising landscapes / amazing sights at every turning
her dönemeçte yeni ve şaşırtıcı manzaralar
democratic
demokratik
a democrat
demokrat
let's try
deneyelim
smooth / fluent /straight
düzgün
presentable ( with smooth appearance)
düzgün görünüşlü
properly
düzgün bir şekilde
to shoot straight
düzgün ateş etmek
to function properly
düzgün çalışmak
to do the work right
işi düzgün yapmak
correct behavior
düzgün davranış
halfway decent (which can be counted as decent)
düzgün sayılabilecek
smooth shaven
düzgün tıraşlı
rein / Zügel (d)
dizgin
to drop/drip sthg
damlatmak
She dripped a drop on the snow
karın üzerine bir damla damlattı.
He saw this drop shining like a diamond in the air.
Havada elmas gibi parlayan bu damlayı gördü.
as soon as it touched the snow
kara değer değmez
As soon as the drop touched the snow a hissing sound was heard.
Damla kara değer değmez bir cızırtı duyuldu.
not very friendly
pek de dostça
with a not very friendly smile
pek de dostça olmayan bir gülümsemeyle
the outside
dışarı
world cup
dünya kupası
to stand (stay standing)
ayakta durmak
I got so scared, I dropped my ice cream
o kadar korktum ki, dondurmamı düşürdüm
religion
din
low (d)
düşük
religion is an important topic
din önemli bir konu
this year the Democratic Party will get better results
bu yıl Demokrat Parti daha iyi sonuçlar alacak
to clear up; to be okay; to be alright
düzelmek
the weather will probably clear up down south
güneyde büyük olasılıkla hava düzelecek
out east
doğuda
half-time
devre arası
at half-time
devre arasında
he didn't mean it
onu demek istemedi
I'm sure everything will be okay
eminim her şey düzelecek
Which team do you support?
Hangi takımı destekliyorsun?
the dentist is looking at her tooth right now
şu anda dişçi onun dişine bakıyor
value
değer
worth the paid money / das Geld wert, das wir bezahlt haben / ein gutes Preis-Leistungs-Verhältnis
ödenen paraya değer
she never listens to me
beni hiç dinlemiyor
order (tidiness)
düzen
law and order
kanun ve düzen
to pay attention
dikkatini vermek
you should listen to yourself
kendini dinlemelisin
drop by drop becomes a lake/ steter Tropfen höhlt den Stein
damlaya damlaya göl olur
divorced
dul
wedding
düğün
to be honest with you ... / if it is needed to say the truth
doğruyu söylemek gerekirse ...
he has always treated her well
ona her zaman iyi davrandı
root (d)
dip
the pear falls to the root /the apple never falls far from the tree
armut dibine düşer
Let's eat outside today
Bugün dışarıda yiyelim
What do you call this? / What are you saying?
Buna ne diyorsunuz?
gossip (d)
dedikodu
I don't like gossip (d) , but..
Ben dedikoduyu sevmem ama...
far be it from me (lit. it does not fall to me)
bana düşmez
It is not for me to say
bunu söylemek bana düşmez
immediately/ right away /at once (d)
derhal
to let sth prey on ones mind / to trouble / occupy oneself with (a worrying problem)
dert etmek
to knock one's head against a brick wall / get blood out of a stone (lit. to cause the camel to jump over/ to bypass the ditch.)
deveye hendek atlatmak
to beg / to ask for alms
dilenmek
to be punctured / to be pierced / to be worn through
delinmek
indirect
dolaylı
direct
doğrudan
There was a long straight wand of gold in her right hand (and) a golden crown on her head,
sağ elinde uzun, düzgün, altından bir asa, başında altın bir taç vardı.
In the icy air the breath coming coming out of there nostrils looked like smoke.
Buz gibi havada burunlarından çıkan nefesleri duman gibi görünüyordu.
to look carefully at / to stare / to scrutinize / to set (beedy) eyes on
dikkatle bakmak
Edmund stood still saying nothing.
Edmund hiçbir şey söylemeden sessizce dikildi.
at the feet of
ayaklarının dibinde
He sat down at the queen's feet
kraliçe'nin ayaklarının dibine oturdu
He began to think
düşünür oldu
drum / tambour
davul
to overturn
devrilmek
After the carriage has toppled over there are many to show the way. meaning: There are always a lot of people offering to show you how to do something properly, but only after a failure or accident has come to pass.
Araba devrilince yol gösteren çok olur.
to be satiated / to get satisfied (not hungry)
doymak
A hungry man thinks he will not be satiated, a thirsty man thinks he will not be quenched."
Acıkan doymam (sanır), susayan kanmam sanır.
unsatiable / rapacious
doymak bilmez
a bottomless pit meaning someone who can't get enough
doymak bilmez tip
raving /craving
doymak bilmez iştah
reliance on a man
adama dayanma
Do not lean on a man (= be not dependant on another person), for he is mortal; do not lean against a wall, for it is not 'unfallable'."
Adama dayanma ölür;duvara dayanma yıkılır.
friendless
dostsuz
prickly pear/ Kaktusfeige
dikenli incir
Millet/ Hirse
darı
natural rice / Naturreis (brown /unpeeled)
doğal pirinç
Dill
dereotu
laurel / Lorbeerblatt
defne yaprağı
to be thunderstruck / paralyzed / shocked by surprise / dumbstruck
donakalmak
He sat like frozen to his chair.
Koltuğunda donakalmıştı
to be petrified (by fear)
korkudan donakalmak
to not believe one's eyes / to be rooted to the spot
şaşkınlıktan donakalmak
absent minded / zerstreut /plunged in thought / preoccupied / dreamy
dalgın
to doodle (draw things absent mindedly)
dalgın dalgın şekiller çizmek
to be lost in thought
dalgın olmak
an absent minded professor
dalgın profesör
You look lost
dalgın görünüyorsun
duke / Herzog
dük
duchess
düşes
Holly /Stechpalme
dikenli defne
buttercup /Hahnenfuss /Butterblume (lit. wedding flower)
düğünçiçeği
thistle /Diestel (lit camel thorn)
devedikeni
Punch /Locher
delik zımbası
disorganization /untidyness / mess
dağınıklık
messy/ untidy / dispersed / coll. a sad sight
dağınık
scatterbrain
dağınık fikirli
messy room
dağınık oda
messy hair / uncombed
dağınık saç
messy looking
dağınık görünen
disorganized
dağınık bir hâlde
Not to have all one's marbles
kafası dağınık olmak
Don't leave your room untidy again!
odanı bir daha dağınık bırakma!
Sorry for the mess
ortalık dağınık kusura bakmayın
experience /Erfahrung (d)
deneyim
experiment /try
deney
How do you say? /Wie sagt man
Nasıl diyorsunuz
What did you say?
Ne dedin?
Taste / switch (e.g.computer)
düğme
tank
depo
Fill it up / fill the tank
Depoyu fulleyin !
Stop !
Dur !
Pause (button )
durdur (düğmesi - butonu )
Push pause !
Durdura bas !
dance music
dans müziği
stop / arrêt / Haltestelle
durak
Next stop is Ankara
Bir sonraki durak Ankara.
Second next stop is Ankara.
iki sonraki durak Ankara.
I am seasick.
Beni deniz tutar.
Are there showers ?
Duş var mı ?
We live in a new flat.
Yeni dairede yaşıyoruz.
portray (opposite to landscape)
dikey
portrait page orientation
dikey sayfa düzeni
earthquake (d)
deprem
hail / Hagel
dolu
precious stones
değerli taşlar
ostrich
devekuşu
The bird is sitting on a branch.
Kuş dalda oturuyor.
binoculars /Fernglas
dürbün
So/by implication we know how many protons and electrons are in an atom.
Dolayısıyla, bir atomda kaç proton ve elektron olduğunu biliyoruz.
So, the weight of an atom nucleus should be equal to the number of it's protons. But it is not.
Dolayısıyla, bir atom çekirdeğinin ağırlığı proton sayısına eşit olmalı. Ama değil.
detail
detay
to go into detail
detaya girmek
But let's not go that much into detail today / But let's not go into that much today.
Ama o kadar detaya girmeyelim bugün.
fond of x-ing (... a)
X-maya düşkün
veine / Vene
damar
venes(to) pulsate
damarlar atmak
test tube / Reagenzglass
deney tüpü
circle / Kreis (geom)
daire
rectangle
dikdörtgen
straight (e.g. a straight line)
doğru
depth ( also geom.)
derinlik
(and) therefore (b.d.)
(ve) bundan dolayı
piggy
domuzcuk gibi
to do one's part
üzerine düşeni yapmak
I did my part of the job.
Ben üzerime düşeni yaptım.
God will also do His own part of the job. (a fact)
Tanrı da kendi üzerine düşeni yapacaktır.
just at that moment / then /in the meantime /inzwischen/ mittlerweile (d)
derken
And then (d),exactly a year ago...
Ve derken, tam bir yıl önce...
to make things worse (lit. To take out the eye when saying 'let me do the eyebrow' )
kaş yapayım derken göz çıkarmak
proper / properly
doğru dürüst
They never gave (rep.) him proper gifts (a) for his birthday.
Ona doğum gününde hiç doğru dürüst armağan vermemişlerdi.
again and again / over and over / for the umpteenth time/ häufig
defalarca
to regret to have ever said
dediğine diyeceğine pişman olmak
insanely /madly
delicesine
to madly love / to adore / to be infatuated with
delicesine sevmek
flatfoot /Plattfuß
düztaban
flatfooted /plattfüßig (mit einem plattfüßigen Gang)
düztaban bir yürüyüşle
to confirm / support (d)
doğrulamak
supporter
destekçi
He was one of You Know Who's closest supporters
Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'in en sıkı destekçilerinden biriymiş
the finest / the best / thoroughgoing (d)
daniska
That's a load of crap. / that's thoroughgoing stupidity
saçmalığın daniskası
madly
delice
Her heart (y) was beating madly.
Yüreği delice çarpıyordu.
Finally the bad news spilled quickly from his lips.
Sonunda kötü haber dökülüverdi dudaklarından.
to receive a nasty blow
acı bir darbe yemek
Esra trembled (s) as if she had received a serious blow.
Esra şiddetli bir darbe yemiş gibi sarsıldı.
Reasoning with an ignorant is a lot more difficult than making a camel jump over a ditch
Cahile söz anlatmak, deveye hendek atlatmaktan zordur.
Hills remain apart forever, (but) people do meet (someday). meaning: Parting is not forever.
Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur.
Out of use / out of order / außer Betrieb
Kullanım dışı
My laptop has been stolen.
dizüstü bilgisayarım çalındı
it's not that I don't speak German, but not as much as English
Almanca konuşmuyor değilim; ama İngilizce kadar değil
It's not that I won't help you. I will, but not now.
Sana yardım etmeyecek değilim; ama şimdi değil.
It is not that I don't want to help you but right now I am very busy.
Sana yardım etmek istemiyor değilim ama şu anda çok meşgulüm.
next year
bir dahaki yıl
next month
bir dahaki ay
within ten minutes
on dakika içinde
in/after ten minutes
on dakikadan sonra
Sole / Seezunge ( Plattfisch - eyes on the right side / 60-70 cm / Northsea ,Mediterr,Marmara, Karadeniz
dil balığı
to distribute / hand out
dağıtmak
His men distribute fear like mail
Adamları korkuyu posta gibi dağıtır.
to drive crazy / to make s.o. mad
delirtmek
You are driving me crazy. (D)
Beni delirtiyorsun
I have said already in the first sentence
Daha ilk cümlede söylemiştim
I have said already in the first sentence,that this book is my favoured book.
Daha ilk cümlede,bu kitabın en sevdiğim kitap olduğunu söylemiştim
as if he had never before seen such a thing
Daha önce hiç böyle bir şey görmemiş gibi
As if this were not difficult/ hard enough
Bu yeterince zor değilmiş gibi
gigantic /colossal
devasa
Or (y) should it never change
Yoksa hiç değişmemeli mi
But if I don't change , I simply can't be (what should I do)
Ama ben değişmezsem, ben olamam ki
Get out / fuck off / out
defol
Get out of here !
Defol buradan !
for three minutes
üç dakikalığına
It rained here too today, for three minutes
buraya da bugün biraz yağmur yağdı üç dakikalığına
detergent
deterjan
to be satisfied
doyum olmak
cannot get enough
doyum olmaz
cannot get enough of watching
seyretmeye doyum olmaz
cannot get enough of the view here(abouts)
buranın manzarasına doyum olmaz
Especially ın the evening hours (you) cannot get enough of the view here.
Özellikle akşam saatlerinde buranın manzarasına doyum olmaz.
in trouble (b.d.)
başı dertte
to be in trouble (b.d.)
başı dertte olmak
I am in trouble (b.d.)
başım dertte
I wonder if he is in trouble
acaba onun başı dertte mi ?
I wondered if you were in trouble
Acaba senin başın dertte mi
to have a dream /a fancy
düş görmek
I don't think it is right.
Bunun doğru olduğunu düşünmüyorum.
How about (at) 6.30 ?
Altı otuza ne dersin ?
İt depends / lit. it changes according to the situation
duruma göre değişir
Don't pretend any longer to be so honest.
O kadar dürüstmüş gibi davranmayın artık.
straight ahead
dümdüz
Continue straight ahead
dümdüz devam edin
(absolutely) straight /right
dosdoğru
Seen/compared to the outside it is very warm inside.
Dışarıya göre içerisi çok sıcak.
to fall asleep (d)
uykuya dalmak
He falls (d) asleep immediately
O hemen uykuya dalar
friendly (to s.o.)
(birine karşı) dost canlısı
They are frıendly to him.
Onlar ona karşı dost canlısı
shopkeeper
dükkâncı
Let's walk a bit around
Biraz dolaşalım
When were you born ? slang
Kaç doğumlusun?
We're invited to dinner tonight.
Bu akşam yemeğe davetliyiz.
Is this the first time you've been (you came) here?
Buraya ilk defa mı geliyorsunuz?
out of the blue / without any rhyme/reason / ohne Hand und Fuss /sans rime ni raison
durup dururken
Where on earth did this come from now?
şimdi durup dururken nereden çıktı bu?
Out of the blue I stumbled over/came across the following :
Durup dururken şuna rastladım :
Why you ask out of the blue such a question ?
Durup dururken niye böyle bir soru sordun?
just now
demin
He called me just now
O demin beni aradım
this very moment / a minute ago / just right now
daha demin
Did you hear what I just said?
Demin söylediğimi duydun mu?
What did I just say to you ?
Sana demin ne dedim?
the situation is as follows / the situation is this
durum şöyle
More work will be done.
Daha çok çalışılacaktır.
Let's gossip !
Biraz dedikodu yapalım.
Let's stop making gossip, for God's sake.
Dedikodu yapmayı bırakalım, Allah aşkına.
naturlovers /Naturfreunde
doğa severler
fond / fan / enthousiast / freak
düşkün
photo enthusiasts /photo freaks
fotoğraf düşkünleri
This hidden paradise also gives (offers) photographers a chance to capture beautiful frames.
Bu gizli cennet, aynı zamanda fotoğraf düşkünlerine de çok güzel kareler yakalama fırsatı sunar.
unforgettable experiences
unutulmayacak deneyimler
to offer an unforgettable experience
unutulmayacak bir deneyim sunmak
Does that sound alright?
Şu doğru mu geliyor ?
diet
diyet
to be on diet
diyet yapmak
Just then she fell asleep.
Derken uyuyakaldı.
to hold/stand one's ground
davasından vazgeçmemek
to lose one's case (law suit)
davasını kaybetmek
law suit / case / legal act / proceeding
dava
probation /supervised liberty / supervised release
Denetimli Serbestlik
Probation Bureau teams (controlling people released on probation)
Denetimli Serbestlik Bürosu ekipleri
the hearing / trial
duruşma
the hearing started again.
Duruşma yeniden başladı
First news of the process: National athlete heard as witness
Duruşmadan ilk bilgiler: Milli sporcu tanık olarak dinlendi.
information other than this
bunun dışındaki bilgiler
the witnesses listened to so far/ up till today
bugüne kadar dinlenen tanıklar
the trial of the case
davanın duruşması
the trial of the case is held at this campus.
davanın duruşması bu yerleşkede yapılıyor.
It is very cold outside.
Dışarısı soğuk.
It was very cold outside.
Dışarısı soğuktu.
My car doesn't start because it is very cold outside.
Dışarısı çok soğuk olduğu için arabam çalışmıyor.
an irregular migrant
düzensiz göçmen
the accidant in which 23 irregular migrants lost their lives
23 düzensiz göçmenin hayatını kaybettiği kaza
The young man could hardly stand it./ The young man could hardly bear it.
Genç adam buna pek dayanamıyordu
He knew from experience
Deneyimlerinden biliyordu
we did what was right
doğru olanı yaptık
Usually I (would) look outside to check the weather.
Genellikle, havayı kontrol etmek için dışarıya bakardım.
teapot
demlik
She boiled water in a teapot.
Bir demlik su kaynattı.
I'm an actor playing in movies and TV series.
Ben film ve dizilerde oynayan bir aktörüm.
I'm an actor playing in movies and TV series.
Ben film ve dizilerde oynayan bir aktörüm.
I was more of a coward.
Ben daha ödlek biriydim.
I was fond of my comfort/my peace
rahatıma düşkündüm
transformation / alteration / transmutation
dönüşüm
alternate
dönüşümlü
to rotate
dönüşümlü olmak
recycling /recyclable /biodegradable
geri dönüşümlü
by turns
dönüşümlü olarak
I will continue to think that my favorite actor is more handsome than his.
Ben, benim favori aktörümün onunkinden daha yakışıklı olduğunu düşünmeye devam edeceğim.
extrovert
dışadönük
introvert
içe dönük
Generally/ on the whole she thinks it would be best to stay in this work.
Genel olarak bu işte kalırsa daha iyi olacağını düşünüyor.
I thought it would be better to stay in this work.
Bu işte kalırsam daha iyi olacağını düşünüyordum.
If this were true, it should have been easier.
Eğer bu doğruysa, daha kolay olmalıydı.
Let's think about it.
Düşünelim bakalım.
overseas
denizaşırı ülkelerde
I think it's the right moment / I think the moment is right
şu anın doğru olduğunu düşünüyorum
another arrangement
başka bir düzenleme
they need to find another arrangement
başka bir düzenleme bulmaları gerekir
In that case they need to find another arrangement.
Öyle olduğunda başka bir düzenleme bulmaları gerekir.
In that case they need to find another arrangement.
Öyle olduğunda başka bir düzenleme bulmaları gerekir.
braces / Zahnspange
diş teli
to wear braces / eine Zahnspange tragen
diş teli takmak
to get rid of the braces / die Zahnspange loswerden
diş tellerinden kurtulmak
period /cycle /turnover /age
devir
in the period he had lived in
yaşadığı devirde
In the period in which he had lived ladies' calves and knees were hardly seen (kept out of sight ).
Yaşadığı devirde kadınların baldırları ve dizleri pek görünmüyordu.
it was true that he preferred not to take
almamayı tercih ettiği doğruydu
Let's say we are good then we'll be fine. (lit Let's say we are good, let's become good)
iyi diyelim iyi olalım
compiler / Verfasser (erson who produces a list or book by assembling information or written material collected from other sources.)
derleyici
according to historians and myth/legend compilers
tarihçi ve efsane derleyicisine göre
foreign currency / Devisen
döviz
inclusive
dahil
inclusive
dahil
a room for two persons breakfast inclusive
sabah kahvaltısı dahil iki kişilik oda
to take over / to absorb
devralmak
From this point on, my grandmother would take over.
Bu noktadan sonrasını büyükannem devralacaktı.
I heard you didn't want to go to the invitation
duyduğuma göre davet katılmak istememişsin
equation
denklem
The experts at La Sapienza University in Rome put forward an equation to measure the power of the Internet to spread gossip. According to the equation, the spread rate of gossip can be calculated.
Roma’daki La Sapienza Üniversitesi uzmanları dedikodunun yayılması konusunda internetin gücünü ölçmek için bir denklem ortaya koydu. Denkleme göre dedikodun yayılma hızı hesaplanabilecek.
computer hardware
bilgisayar donanımı
to fill / to get full /to clog / to swell
dolmak
How does the water clogging /blocking the sink get out (go) ?
lavaboya dolan su nasıl gider
continuous / non-stop / permanent / incessant
devamlı
You learn non-stop new things
Devamlı yeni şeyler öğreneceksin
earthenware kettledrum / tomtom
darbuka
whether you return now or not
artık dönsen de dönmesen de
to have it said
dedirtmek
He does not have poor guy said to himself
'Zavallı' kendine dedirtmez
to communicate / pour out one's grief to each other / to have a heart-to-heart talk
(biriyle) dertleşmek
he doesn't pour out his heart to anybody
dertleşmez kimseyle
religious (person)
dindar
a more religious approach
daha dindar bir yaklaşım
resistant
dayanıklı
known as the most durable animal in the world
dünyanın en dayanıklı hayvan olarak biliniyor
release (button) / trigger / timer /shutter (camera)
deklanşör
the shutter of a camera taking a picture
fotoğraf çeken fotoğraf makinesi deklanşörü
put in / cut in /connect / activate / enable
devreye sokmak
seam /stitch /sewing
dikiş
sewing room /Nähstube
dikiş odası
to sew
dikiş dikmek
unbearable/unendurable /irresistible /intolerable
dayanılmaz
This is unbearable./ This is irresistible.
Bu dayanılmaz.
to spin one's head / to go to s. o. 's head / to carry away / to bedazzle
başını döndürmek
dazzling
baş döndüren
to pierce through
Deşmek
a genius
dâhi
Because Isaac Newton is a genius he does not miscalculate
Isaac Newton bir dâhi olduğu için yanlış hesaplamaz
to take offense
darılmak
Please don't be offended
Lütfen şimdi bana darılma
no offense / no hard feelings
darılmak yok ama
to refer to /to touch (upon) / to speak about /to deal with
değinmek
to be lost in thought
düşünceye dalmak
What did you say? I'm sorry, I was lost in thought.
Ne dedin? Özür dilerim, düşünceye dalmışım.
The wedding guests start to arrive.
Düğün misafirleri gelmeye başladı!
The newspaper issued a small (u) correction.
Gazete, ufak bir düzeltme yayınladı.
to convert
dönüştürmek
Alchemists never did manage to convert lead into gold.
Simyagerler, kurşunu bir türlü altına dönüştürmeyi beceremedi.
nanny
dadı
Wanted: nanny for two kids.
İki çoçuk için dadı aranıyor.
My heart skipped a beat.
Kalbim duraksadı.
We don't deal with this now. /We do not mention for now
Hiç değinmiyoruz şimdilik
He took his backpack that was standing at his feet
ayaklarının dibinde duran sırt çantasını aldı.
to improvize
doğaçlama yapmak
The actors improvised the entire scene.
Aktörler tüm sahneyi doğaçlama yaptı.
to decorate (d)
dekore edilmiş
Her house is, as usual, very well decorated (d) .
Her zaman olduğu gibi evi iyi dekore edilmiş.
Do as we said!
Dediğimizi yap!
to zoom (airplane)
dikine yükselmek
to zoom (airplane)
dikine yükselmek
When the helicopter went up (ç) to thousand three hundred meters, it zoomed over the ice canyons and crevices.
Helikopter bin üç yüz metreye çıkarken, buzul kanyonları ve yarıkları üstünden dikine yükseliyordu.
calf
dana
He was a regular (constant) client here.
O, buranın devamlı müşteri.
penetrating look /piercing look /steel gaze
delici bakış
inborn /natural /(to have) by nature
doğuştan sahip olmak
when taking into consideration
dikkate alındığında
when taking his talent for imitation into consideration
taklit yeteneği dikkate alındığında
when taking his talent for imitation into consideration, this image did not seem strange at all
taklit yeteneği dikkate alındığında bu görüntü hiç de yadırganmıyordu.
when taking his talent for imitation into consideration, this image did not seem strange at all
taklit yeteneği dikkate alındığında bu görüntü hiç de yadırganmıyordu.
when taking his talent for imitation into consideration, this image did not seem strange(y) at all
taklit yeteneği dikkate alındığında bu görüntü hiç de yadırganmıyordu.
emotional
duygusal
emotional wounds
duygusal yaralar
to pierce /penetrate /transfix (d g)
delip geçmek
His eyes pierced her almost like two ice crystals
gözleri adeta iki buz kristali onu delip geçiyordu.
full of holes
delik deşik
to perforate
delik deşik etmek
She want to climb onto the table and perforate him with a fork.
Masanın üstüne çıkıp onu çatalla delik deşik etmek istedi.
They went (proceeded) straight ahead without talking.
Konuşmadan dosdoğru ilerlediler.
on the first hearing
ilk duyuşta
it was a music that could not be fully understood on the first hearing
ilk duyuşta tam olarak algılanamayan bir müzikti bu
because she was afraid that he would make fun of her
onunla dalga geçmesinden çekindiği için
to leave one's mark on /to mark /to label /to stigmatize
damgasını vurmak
Patience had marked a big part (b) of his life. (y)
Sabır, yaşamının büyük bir bölümüne damgasını vurmuştu.
floaty /flowing /(wide /baggy /loose)
dökümlü
baggy white shirts
dökümlü beyaz gömlekler
He didn't fancy the others knew it either.
Diğerlerinin de bunu bildiğini sanmıyordu.
He proceeded (d) towards the door
kapıya doğru davrandı
"The ring is still in your pocket." saide the magician.
'Yüzük hâlâ cebinde.' dedi büyücü.
The song is stuck in my brain. (lit. the song is tangled around my tongue)
Şarkı dilime dolandı
to chop /cut to pieces (d)
doğramak
jellyfish
denizanası
He had not (properly) gone out to the street
doğru dürüst sokağa çıkmamıştı
Since his uncle fell ill he hadn't (properly) out to the street
amcasının hatalandığından beri doğru dürüst sokağa çıkmamıştı
The doctor had said he was coming at ten.
Doktor onda geleceğini söylemişti.
to get rid of (to avoid) this thought
bu düşünceden kurtulmak için
stone age
taş devri
iron age
demir devri
bronze age
tunç devri
an important period of his childhood
çocukluğunun mühim bir devri
Mümtaz, who had been very lonely for an important period of his childhood, liked to talk to himself.
Çocukluğunun mühim bir devrinde çok yalnız kalan Mümtaz, kendi kendisiyle konuşmayı severdi.
(if) considered /if it is the thought of
düşünülürse
all things considered
enine boyuna düşünülürse
facing
dönük
facing the door
kapıya dönük
to arrange /line up (shape)
dizmek
He aligned them in a semi circle facing the door
Onları kapıya dönük bir yarım çember şeklinde dizdi.
Dreadlords
Dehşetlordlar
When the Great Lord of the Dark returns he will choose new Dreadlords and you will cower(s) before them.
Karanlığın Yüce Efendisi geri döndüğünde yeni Dehşetlordlarını seçecek ve se onların önünde sineceksin.
scarcely any /little if any /so little that it could be called not existing
yok denecek kadar az
against that what he feared it had scarcely any effect(s)
kortuğu şeye karşı etkileri yok denecek kadar azdı
We were eating like crazy.
Deliymişcesine yiyorduk.
Is it possible that I don't try this on?
Bunu üstümde denememem mümkün mü?
Is it possible that I didn't try this on?
Bunu üstümde denememiş olmam mümkün mü?
to look in every nook and corner /to comb through with a fine comb /to ramble through
didik didik etmek
in order to find something to wear I searched through every corner of my cupboard
giyecek bir şeyler bulmak için dolabımı didik didik ettim.
under a gigantic oak tree
devasa bir meşe ağacının altında
He looked straight at me.
Doğrudan bana bakıyordu.
Rob ignored (d) me.
Rob beni duymazdan geldi.
in a mess /disheveled /very messy /messed up
darmadağınık
the place was in a complete chaos/mess
Ortalık darmadağınıktı.
We don't want to attract attention.
Dikkatleri üzerimize çekmek istemeyiz.
to erect /straighten also to get stubborn
dikleşmek
All I could think of was Ethan and going home together with him.
Tüm düşünebildiğim Ethan ve onunla birlikte eve dönmekti.
to writhe /struggle /flounder
debelenmek
Holding my breath I struggled to get my face out (of the water).
Nefesimi tutarak yüzeye çıkmak için debelendim.
to forage /delve into /pull to shreds/taking out and examinating every bit and piece
didiklemek
He took my backpack and took every bit and piece out scrutinizing.
Şırt çantamı almış içindekileri didikliyordu.
to quarrel /bicker /squabble
didişmek
They couldn't share and began to quarrel
paylaşamayıp didişmeye başladırlar
to get a beating
dayak yemek
The goblin who took the beating lay stunned for ashort while, but then he leaped to his feet in pursuit. (lit. he quickly rose to his feet and fell behind the other.)
Dayak yiyen goblin kısa bir süreliğine sersemledi ama sonra hızla ayağa kalkıp diğerinin peşine düştü.
danser
dansçı
Dancers were spinning, twisting, swinging on the stage.
Dansçılar sahnede dönüyor, kıvrıyor, salınıyorlardı.
He brushed absentmindedly his completely messy black hair out of his face which fell over his eyes.
Gözlerinin önüne düşen darmadağınık siyah saçlarını dalgınlıkla yüzünden çekti.
I won't get stuck on the details
detaylara takılmayacağım
What is that (this) supposed to mean?
Bu ne demek oluyor.
because of / due to (d) + abl.
dolayı
therefore /for this (reason) /because of this
bundan dolayı
for this reason (s)
bu sebepten dolayı
for various reasons (n)
birçok nedenlerden dolayı
for some reasons (n)
bazı nedenlerden dolayı
for obvious reasons
açık nedenlerden dolayı
due to reasons out of our control
elimizde olmayan nedenlerden dolayı
I had to upset you for reasons out of my control.
Elimde olmayan nedenlerden dolayı da üzmek zorunda kaldım sizi.
How unsatiable are you!
Ya sen ne doyumsuz
You ate up my life and you are not satisfied. I am done.
Ömrümü yedin de doymadın. Bittim ben ya.
He saw that they wanted to go out.
Dışarı çıkmak istediklerini gördü.
He saw those who wanted to go out.
Dışarı çıkmak isteyenleri gördü.
He saw the dace expression of those who wanted to go out.
Dışarı çıkmak isteyenlerin yüz ifadesini gördü.
He saw the dace expression of those who wanted to go out.
Dışarı çıkmak isteyenlerin yüz ifadesini gördü.
to mock about s. o. /sthg. /to make s. o. /sthg a laughing matter
birini /bir şeyi dalga konusu yapmak
whatever you say
ne dersin de
Whatever you say / I don't care what you say, I liked it
Ne dersin de. Beğendim
to sew /to erect (e. g. a building /a tower) /to plant (e. g. a flower)
dikmek
sewing machine
dikiş makinesi
Please answer the question honestly.
Lütfen soruyu dürüstçe cevaplayın.
Zahnarzt
diş hekimi
Mermaid/Meerjungfrau
deniz kızı
manatee/sea cow / Seekuh (Australia)
deniz ineği
starfish /Seestern
deniz yıldızı
sea urchin /Seeigel
deniz kastanesi