fitted / paved/ ausgelegt /gepflastert | döşeli |
fitted/paved with pebble stones | çakıl taşlarıyla döşeli |
In the trees the voice of the birds had ceased | Ağaçlarda kuşların sesi dinmişti |
to feel (d) literary verb | duyumsamak |
To be so close as to feel(d) his warmth | Onun sıcaklığını duyumsayacak kadar yakınında olmak |
also / and | da - de |
Drama (theater ) | drama |
But this made matters worse | ama bu durumu daha da kötü bir hâle getirdi |
to hold/ hesitate /hobble | duraksamak |
Thousand enemies outside are better than one enemy inside. - Arabic saying | Dışarıdaki bin düşman içerideki bir düşmandan daha iyidir. - Arap atasözü |
The slope was steep and led to the side(shore) of a big lake. (Der Abhang war sehr steil und fiel zum Ufer (zur Seite) eines grossen Sees herab . | Yamaç dimdikti ve büyük bir gölün kenarına iniyordu. |
mountain | Dağ |
To spread/ disperse / scatter (*usually has to do with destruction of something) | dağılmak |
Rather / more correctly | daha doğrusu |
more / already | daha |
always | daima |
minute | dakika |
branch | dal |
To treat /act / to behave /to conduct oneself /to proceed | davranmak |
to esteem | değer vermek |
not / it is not | değil |
Change /alteration /modification | değişiklik |
to change | değiştirmek |
terror / horror | dehşet |
to say | demek |
iron /Eisen -Fe 26 | demir |
to be called | denmek |
called | denen |
degree | derece |
Problem/ grievance / distress / nuisance / trouble | dert |
the other | diğer |
Digital watch/clock | dijital saat |
digital | dijital |
beggar | dilenci |
apart from | dışında |
so that / that / so | diye |
to be born | doğmak |
right / true / correct | doğru |
towards/ into (+ dat) | doğru |
frankly speaking/ to tell the truth/ in fact / actually / strictly | doğrusu |
to give birth | doğurmak |
eastwards | doğuya |
ninety | doksan |
entwined /entangled | dolaşık |
full /filled | dolu |
tomato | domates |
to turn | dönmek |
to turn into | dönüşmek |
peak / height / climax | doruk |
To beat / hit (d) / several times / to knock out | dövmek |
the World | Dünya |
To stop someone/ something | durdurmak |
to think | düşünmek |
to hear | duymak |
fullmoon | dolunay |
camel | deve |
falcon | doğan |
pig | domuz |
sow | dişi domuz |
piglet | domuz yavrusu |
porc | domuz eti |
icecream | dondurma |
moreover (d) | dahası |
even if / though | - se de |
even if I heard | duysam da |
state / government | devlet |
by thinking | düşünerek |
tooth | diş |
state agency | Devlet dairesi |
appartment | daire |
stop / stand / stay | durmak |
to keep X-ing / to do something continuously/again and again | X-ip durmak |
downright / sheer/ merely | düpedüz |
it was merely showing off | düpedüz caka satmaktı |
feeling /emotion | duygu |
to get out/to go out | dışarı çıkmak |
This emotions they kept merging/fusing inside of me | Bu duygular içimde kaynaşıp dururlardı |
that they wanted to come out | dışarı çıkmak istedikleri(ni) |
even if you think | düşünseniz bile |
honest / sincere | dürüst |
narrow /tight / constricted | dar |
narrow minded | dar kafalı |
honestly | dürüstçe |
Answer me honestly ! | Dürüstçe cevap verin bana ! |
to try | denemek |
the times he tried | denediği zamanlar |
half of the times he tried | denediği zamanların yarısında |
the other hand | diğer el |
in the other hand | diğer elde |
in his other hand | diğer elinde |
birds singing in the branches | dallarda öten kuşlar |
to lose (leaves/needles) / to pour /dump /effuse /diffuse | dökmek |
trees that lose their leaves | yapraklarını döken ağaçlar |
thorny | dikenli |
careless / listless / heedless | dikkatsiz |
careful / vorsichtig (d) | dikkatli |
a careless boot | dikkatsiz bir çizme |
prayer | dua |
Attend to my prayer ! | Duama kulak ver ! |
enemy | düşman |
against the enemy | düşmana karşı |
You have been a tower of strength against the enemy | Düşmana karşı güçlü bir kule oldun. |
to feed/ to satisfy | doyurmak |
He feeds them | O onları doyurur. |
valuable / precious / dear | değerli |
much more valuable than they | onlardan çok daha değerli |
yesterday | dün |
accuracy / correctness / righteousness | doğruluk |
His righteousness | Onun doğruluğu |
to drip / drop /trickle from an ablative | damlamak |
a drop | bir damla |
Let it drop / may it drop (imp. 3 sg) | damlasın |
Let my teaching drop like rain | öğretişim yağmur gibi damlasın |
to fall | düşmek |
to fall like dew | çiy gibi düşmek |
Let my words fall like dew | sözlerim çiy gibi düşsün |
to proclaim/ announce / advertise | duyurmak |
I will proclaim | duyuracağım |
I will proclaim the name of the Lord | RABbin adını duyuracağım |
thought | düşünce |
Your are full of happy thoughts | neşeli düşüncelerle doluysun |
isn't it / aren't you / n'est-ce pas | değil mi |
everyone / lit. friend -enemy | dost düşman |
to wander /to circulate/ with purpose / precise parcours | dolaşmak |
to coil (up)/ to wind / to meander /to get wound around / to wander around without purpose | dolanmak |
numb (limb) / stagnant /still (water)/calm /quiet / untroubled / serene | durgun |
crazy | deli |
This is nothing that can be called food. | Yiyecek denebilecek bir şey değil |
irregular /unsteady | düzensiz |
deep | derin |
a deep shadow | derin bir gölge |
He took a deep breath | Derin bir nefes aldı. |
to continue (d) | devam etmek |
behaviour / Verhalten | davranış |
to correct /improve | düzeltmek |
upright /erect | dik |
fixedly | dik dik |
He looked fixedly at him | Dik dik baktı ona. |
wave (slang:hashish/ love affair / darling/thingummy) | dalga |
to kid (slang) | dalga geçmek |
Are you kidding? | Dalga mı geçiyorsun? |
Don't be crazy !/ No kidding! | Dalga geçme ! |
No kidding /I'm not kidding | Dalga geçmiyorum. |
since yesterday | dünden beri |
hole /slot (for coins) | delik |
key hole | anahtar deliği |
nostril | burun deliği |
needle eye | iğne deliği |
bullet hole | kurşun deliği |
ozone hole | ozon deliği |
mouse hole | fare deliği |
support /Unterstützung | destek |
His support could be worse than not having any. | Onun desteği hiç yoktan daha kötü olabilirdi. |
to listen (d) | dinlemek |
filling /stuffing | dolgu |
to hold/ support/ lean on (d) | dayamak |
He leaned(y) against the cart and reposed (d) his arm on the brandy barrel | Arabaya yaslanıp brendi fıçısına kolunu dayadı. |
to be heard | duyulmak |
There was little (p) laughter to be heard. | Pek az kahkaha duyuluyor. |
Non stop/ without ceasing/ continuously / on and on | durmadan |
he continued non stop | durmadan devam etti |
to organize / arrange / line up | düzenlemek |
Shall we organize another festival? | Bir festival daha mı düzenleyeceğiz? |
in a place where people could hear | insanların duyabileceği bir yerde |
by wandering around in villages, markets suchlike places | köy, pazar ve benzeri yerlerde dolaşarak |
to straighten up (intransitive) | doğrulmak |
alive / living (careful: undropping for breasts) | diri |
to come back to life (from death) | dirilmek |
to get crazy /to get mad | delirmek |
to evaluate | değerlendirmek |
can you evaluate ? | Değerlendirebilir misiniz ? |
My teacher, can you read and evaluate the story I wrote? | Hocam, yazdığım hikâyeyi okuyup değerlendirebilir misiniz? |
to check (d) | denetlemek |
We think the bazaar police should check the tradesmen everyday | Zabıtaların esnafları her gün denetlemesi gerektiğini düşünüyoruz. |
lip | dudak |
his thin lip | ince dudağı |
small circles (d) | küçük daireler |
their heads upright | başları dik |
like the other | diğeri gibi |
correction | düzeltme |
corrections | düzeltmeler |
She kept a bag on her lap | Kucağında bir kese duruyordu. |
He could not hear. | Duyamadı. |
to turn around / spin / whirl / rotate | döndürmek |
They whirled their horses around (d) | Atlarını döndürdüler |
gallop | dörtnal |
at a gallop / im gallop | dörtnala |
to gallop (away) | dörtnala uzaklaşmak |
They began to gallop away | dörtnala uzaklaşmaya başladılar |
A scream rose from the lips of the Elf | Elfin dudaklarından bir çığlık yükseldi. |
to narrow / constrict / bother | daraltmak |
The fire narrowed the area. | Yangın alanı daralttı. |
that they fell down | düştükleri(ni) |
he saw them falling down | Düştüklerini gördü |
thought /thinking | düşünme |
a thought environment / a place for thinking | bir düşünme ortamı |
outside factor | dış faktör |
An environment which no external factor will disturb | hiçbir dış faktörün rahatsız etmeyeceği bir ortam |
a thought environment / a place for thinking where nobody, no outside factor will disturb you | Sizi kimsenin, hiçbir dış faktörün rahatsız etmeyeceği bir düşünme ortamı |
It has to be your oasis, your thought environment where nobody, no outside factor will disturb you. | Sizi kimsenin, hiçbir dış faktörün rahatsız etmeyeceği bir düşünme ortamınız, vahanız olmalıdır. |
dripping from her sword | kılıcından damlayan |
upright / rigid / erect | dimdik |
She stood upright/ firm | dimdik durdu. |
convenient / suitable/ apropriate for (d.g.) | denk gelmek |
to pour out of/ to come out of / to spill | dökülmek |
some words quickly spilled from her lips | dudaklarından hızla bazı sözcükler döküldü. |
nine | dokuz |
nine energy flashes | dokuz enerji şimşeği |
Before turning to the Elve | Elfe dönmeden önce |
knee | diz |
to kneel | diz çökmek |
experienced / wise / expert | deneyimli |
with his experienced eyes / with his expert eyes | deneyimli gözleriyle |
a female | dişi |
a female deer / a doe | dişi geyik |
a laming doe | sakatlık bulunan bir dişi geyik |
the autumn full moon | güz dolunayı |
emotionless | duygusuz |
stream / Bach/ ruisseau | dere |
to flow in streams | dereler hâlinde akmak |
to flow down the mountains | dağlardan aşağıya akmak |
the waters were flowing down the mountains in streams | sular dereler hâlinde dağlardan aşağıya akıyordu |
On account of/ by implication / because of | dolayısıyla |
So (by implication) I always should have thought like this from the beginning. | Dolayısıyla benim baştan beri hep böyle düşünmem gerekiyordu. |
wall | duvar |
(which is/was/ were) on the wall | duvardaki |
from / through the cracks in the wall | duvardaki çatlaklardan |
a cluster / a bundle | demet |
bundles of sunlight | güneş ışığı demetleri |
bundles of sunlight seeping through the cracks in the wall | duvardaki çatlaklardan sızan güneş ışığı demetleri |
to cease / to be soothed / to pass into a calmer state (rain, snow, hail) | dinmek |
figure / pattern | desen |
the figures of humans and animals | insan ve hayvan desenleri |
quietness / calmness / serenity | dinginlik |
four by four | dörder dörder |
inactivity | durgunluk |
to slow down (lit. to give inactivity to the minds) | akıllara durgunluk vermek |
mind twisting / mind boggling | akıllara durgunluk veren |
impact / shock | darbe |
the mind twisting impact | akıllara durgunluk veren darbe |
He is wandering around the palace. | O, sarayda dolanıyor. |
balance | denge |
he was keeping his balance | dengesini koruyordu |
moments of horror | dehşetin anları |
the horror of the last moments | son anların dehşeti |
spoiled by the horror of her last moments | son anlarının dehşeti ile bozulmuş |
to freeze | donmak |
her open eyes frozen in disbelief | açık gözleri inanmazlıkla donmuş |
a woman whose open eyes were frozen in disbelief | açık gözleri inanmazlıkla donmuş bir kadın |
to weave | dokumak |
woven (passive form) | dokunmuş |
the fine woven fabric of his clothes | giysilerinin ince dokunmuş kumaşı |
skin (d) | deri |
his hair and his skin | saçları ve derisi |
attention / care / caution / notice | dikkat |
to pay attention | dikkat vermek |
he could not give more of his attention | dikkatini fazla veremedi |
But he could not give more of his attention to the embroidered circle. | Fakat dikkatini nakışlı çembere fazla veremedi. |
plain / prairie | düzlük |
the rugged plains | engebeli düzlükler |
nature | doğa |
natural | doğal |
dull / inanimate | donuk |
dull/ inanimate expression | donuk ifade |
in form of | durumunda |
tissue /texture | doku |
to prod (continously) | dürtüklemek |
by prodding at it with her wires | onu telleriyle dürtükleyerek |
to drop to (e. g. on one's knees / to throw / to lower | düşürmek |
tight groups of trees dropped a deep shadow on the places | sıkı ağaç toplulukları yerlere derin bir gölge düşürdü |
On places where tight groups of trees dropped a deep shadow | Sıkı ağaç topluluklarının derin bir gölge düşürdüğü yerlerde |
(which were ) in the east | doğudaki |
on top of the trees in the east | doğudaki ağaçların üzerine |
to touch / to be woven | dokunmak |
Rand touched his arrow. | Rand okuna dokundu. |
to be outside | dışarıda olmak |
to flap / ripple / undulate/ flattern / wogen / schlingern (Boot) | dalgalanmak |
to make sth flap /to cause (water) to break into waves/to cause (sth) to undulate; to cause (sth) to wave/sway (as in a wind)/ripple | dalgalandırmak |
the wind that caused his cloak to sway like a flag | pelerinini bayrak gibi dalgalandıran rüzgâr |
by touching slightly the mare's flank | kısrağın böğrüne hafifçe dokunarak |
hope/ aspiration/dream /fantasy/delusion/ fiction/ reverie | düş |
Like a rock in the middle of a dream. | Bir düşün ortasındaki kaya gibi. |
time / Mal | defa |
I went four, five times | Dört, beş defa gittim |
He lost himself (got crazy) uttering ( the name of ) Hadiye | Hadiye deyince deli olurdu. |
Let's talk straight ! | doğru konuşalım ! |
he kept on doing it (just to annoy me) | devam edip duruyordu |
to prod | dürtmek |
to stand sth /to put up with sth / to bear/ endure | dayanmak |
she couldn't stand it / she couldn't resist/ endure | dayanamadı |
lighthouse / Leuchtturm | deniz feneri |
uncle (maternel) | dayı |
with care / sorgfältig | dikkatle |
staff /stick (d) | değnek |
But who endures until the end will be saved. | Ama sonuna kadar dayanan kurtulacaktır. |
roof (d) | dam |
Proclaim it from the rooftops | Damlardan duyurun |
What is whispered into your ear, proclaim it from the rooftop | Kulağınıza fısıldananı damlardan duyurun |
bridegroom /son-in-law | damat |
friend (d) | dost |
to be confirmed | doğrulanmak |
However wisdom is confirmed by the works it produces. | Ne var ki bilgelik ortaya koyduğu işlerle doğrulanır. |
to lament / beat one's chest | dövünmek |
the car stopped | Araba durdu. |
The car stood | Araba duruyordu. |
welcoming / inviting/ einladend | davetkâr |
It did not look / seem (...k) very inviting | O hiç davetkâr gözükmüyordu. |
sympathetic (Understand and share one's feelings) | birinin duygularını anlayıp paylaşan |
challenging / provoking / impulsive (d) | dürtücü |
thoughtless / unthinking / unconsiderate / tactless / impulsive /headlong/ incautious (d) | düşüncesiz |
indiscretion (indiscrete behaviour) | düşüncesiz bir davranış |
to be worth(y) of a dative / to touch a dative | değmek |
it's not worth to x | x-diğine değmez |
laptop (d) | Dizüstü |
to make a decision to change | değişime karar vermek |
It begins with a decision to change | değişime karar vermekle başlar |
consultant/ advisor / counselor | danışman |
consultancy | danışmanlık |
expert advice (counseling) | uzman danışmanlıklar |
to prefer expert advice | uzman danışmanlıklar tercih etmek |
button / Knopf | düğme |
even (d) | dahi |
to harden / to grow dull | duygusuzlaşmak |
For this people's heart has grown dull / has hardened | Çünkü bu halkın yüreği duygusuzlaştı |
bottomless / abysmal | dipsiz |
notebook /Heft | defter |
Whose notebook is this ? | Bu kimin defteri ? |
I can't listen to you now. | Şu anda seni dinleyemem. |
Hör mich an / just listen once | Beni bir dinle |
tattoe | dövme |
My class is on Friday. | Dersim cuma. |
Can you listen to me? | Beni dinleyebilir misin ? - Beni dinler misin? |
Kannst du mir mal zuhören / Can you just listen to me. | Beni bir dinler misin. |
Kannst du mir einmal zuhören. / Can you just listen once to me ? | Beni bir kerecik olsun dinler misin |
Don't listen to me. | Beni dinleme. |
I can't hear you. | Seni duyamıyorum. |
to be expressed / to be voiced | dile getirilmek |
to voice / to put into words / utter | dile getirmek |
the feelings and thoughts to be expressed | dile getirilecek duygu ve düşünce |
the feelings and thoughts to be expressed must be clear and net in the narrator's mind. | dile getirilecek duygu ve düşünce anlatıcının zihninde açık ve net biçimde belirlenmelidir. |
The situation and the event to be explained, the view and the intuition to be described, the feelings and thoughts to be expressed must be clearly and net defined in the mind of the narrator. | Anlatılacak hâl ve olay, betimlenecek görüş ve sezgi, dile getirilecek duygu ve düşünce anlatıcının zihninde açık ve net biçimde belirlenmelidir. |
clarity / transparency / Durchsichtigkeit | Duruluk |
naturalness / spontineity / unaffectedness /Natürlichkeit | Doğallık |
worldly / earthly | dünyasal |
worldly cares | dünyasal kaygılar |
inanimation / dullness /opaqueness / dimness | donukluk |
stubborn / insistent / needs to always get his way | dediğim dedik |
x is very stubborn / x needs to always have his way | X çok dediğim dedik biri. |
I don't think so | öyle düşünmüyorum |
shop | dükkân |
grandfather | dede |
At ten to four | dörde on kala |
to mean / to intend | demek istemek |
less | daha az |
I need to think a little | biraz düşünmeye ihtiyacım var |
straight | düz |
turn left | sola dön |
doctor | doktor |
dentist | dişçi |
elbow | dirsek |
the doctor thinks he needs medicine | doktor ilaca ihtiyacı olduğunu düşünüyor |
until + dat | dek |
Watch out ! | dikkat et ! |
lesson | ders |
language / tongue | dil |
magazine | dergi |
Be careful | Dikkatli olun |
to dance | dans etmek |
the fourth | dördüncü |
the ninth | dokuzuncu |
dollar | dolar |
cupboard / closet / cabinet | dolap |
freezer | dondurucu |
sea | deniz |
the others | diğerleri |
What will the others do this afternoon ? | öğleden sonra diğerleri ne yapacak? |
Do the others want to come to the beach(s) this afternoon? | diğerleri öğleden sonra sahile gelmek istiyorlar mı? |
he wants to see the world | dünyayı görmek istiyor |
essay / trial | deneme |
I need to write an essay. | deneme yazmam gerekiyor |
birthday | doğum günü |
When is her birthday? | onun doğum günü ne zaman? |
Her birthday is on February third | onun doğum günü Şubatın üçünde |
Happy birthday | iyi ki doğdun |
shower | duş |
to take a shower | duş almak |
We drank too much last night. | dün gece çok fazla içtik |
but he did not try to stop her | ama onu durdurmaya çalışmadı. |
She was keen to live this experience. | O, bu deneyimi yaşamaya hevesliydi |
to draw attention | dikkat çekmek |
He had retreated to a cavity where he hoped not to attract attention. | Dikkat çekmeyeceğini umduğu bir oyuğa çekilmişti |
east | doğu |
drama / tragedy | dram |
I like drama, but I prefer comedy | dramayı severim, ama komediyi tercih ederim |
remarkable | dikkat çekici |
to rest / relax | dinlenmek |
He walked to the narrow valley where he was sure the deers would rest. | geyiklerin dinlendiğinden emin olduğu dar vadiye doğru yürüdü. |
with a sure/confident touch | emin bir dokunuşla |
He drew (g) his bow with a sure (of himself) touch | yayını kendinden emin bir dokunuşla gerdi |
to flatten | düzleşmek |
by turning | döne döne |
The fog glided by turning from the parched/scorched area towards the stone. | Sis kavrulan alanın üstünden döne döne taşa doğru süzüldü. |
While standing in front of the stone, the moon light gave him a pale shadow. | Taşın önünde dururken ay ışığı ona solgun bir gölge veriyordu. |
winding / turn / curve / bend (only for roads) | dönemeç |
new and stunning views / surprising landscapes / amazing sights at every turning | her dönemeçte yeni ve şaşırtıcı manzaralar |
democratic | demokratik |
a democrat | demokrat |
let's try | deneyelim |
smooth / fluent /straight | düzgün |
presentable ( with smooth appearance) | düzgün görünüşlü |
properly | düzgün bir şekilde |
to shoot straight | düzgün ateş etmek |
to function properly | düzgün çalışmak |
to do the work right | işi düzgün yapmak |
correct behavior | düzgün davranış |
halfway decent (which can be counted as decent) | düzgün sayılabilecek |
smooth shaven | düzgün tıraşlı |
rein / Zügel (d) | dizgin |
to drop/drip sthg | damlatmak |
She dripped a drop on the snow | karın üzerine bir damla damlattı. |
He saw this drop shining like a diamond in the air. | Havada elmas gibi parlayan bu damlayı gördü. |
as soon as it touched the snow | kara değer değmez |
As soon as the drop touched the snow a hissing sound was heard. | Damla kara değer değmez bir cızırtı duyuldu. |
not very friendly | pek de dostça |
with a not very friendly smile | pek de dostça olmayan bir gülümsemeyle |
the outside | dışarı |
world cup | dünya kupası |
to stand (stay standing) | ayakta durmak |
I got so scared, I dropped my ice cream | o kadar korktum ki, dondurmamı düşürdüm |
religion | din |
low (d) | düşük |
religion is an important topic | din önemli bir konu |
this year the Democratic Party will get better results | bu yıl Demokrat Parti daha iyi sonuçlar alacak |
to clear up; to be okay; to be alright | düzelmek |
the weather will probably clear up down south | güneyde büyük olasılıkla hava düzelecek |
out east | doğuda |
half-time | devre arası |
at half-time | devre arasında |
he didn't mean it | onu demek istemedi |
I'm sure everything will be okay | eminim her şey düzelecek |
Which team do you support? | Hangi takımı destekliyorsun? |
the dentist is looking at her tooth right now | şu anda dişçi onun dişine bakıyor |
value | değer |
worth the paid money / das Geld wert, das wir bezahlt haben / ein gutes Preis-Leistungs-Verhältnis | ödenen paraya değer |
she never listens to me | beni hiç dinlemiyor |
order (tidiness) | düzen |
law and order | kanun ve düzen |
to pay attention | dikkatini vermek |
you should listen to yourself | kendini dinlemelisin |
drop by drop becomes a lake/ steter Tropfen höhlt den Stein | damlaya damlaya göl olur |
divorced | dul |
wedding | düğün |
to be honest with you ... / if it is needed to say the truth | doğruyu söylemek gerekirse ... |
he has always treated her well | ona her zaman iyi davrandı |
root (d) | dip |
the pear falls to the root /the apple never falls far from the tree | armut dibine düşer |
Let's eat outside today | Bugün dışarıda yiyelim |
What do you call this? / What are you saying? | Buna ne diyorsunuz? |
gossip (d) | dedikodu |
I don't like gossip (d) , but.. | Ben dedikoduyu sevmem ama... |
far be it from me (lit. it does not fall to me) | bana düşmez |
It is not for me to say | bunu söylemek bana düşmez |
immediately/ right away /at once (d) | derhal |
to let sth prey on ones mind / to trouble / occupy oneself with (a worrying problem) | dert etmek |
to knock one's head against a brick wall / get blood out of a stone (lit. to cause the camel to jump over/ to bypass the ditch.) | deveye hendek atlatmak |
to beg / to ask for alms | dilenmek |
to be punctured / to be pierced / to be worn through | delinmek |
indirect | dolaylı |
direct | doğrudan |
There was a long straight wand of gold in her right hand (and) a golden crown on her head, | sağ elinde uzun, düzgün, altından bir asa, başında altın bir taç vardı. |
In the icy air the breath coming coming out of there nostrils looked like smoke. | Buz gibi havada burunlarından çıkan nefesleri duman gibi görünüyordu. |
to look carefully at / to stare / to scrutinize / to set (beedy) eyes on | dikkatle bakmak |
Edmund stood still saying nothing. | Edmund hiçbir şey söylemeden sessizce dikildi. |
at the feet of | ayaklarının dibinde |
He sat down at the queen's feet | kraliçe'nin ayaklarının dibine oturdu |
He began to think | düşünür oldu |
drum / tambour | davul |
to overturn | devrilmek |
After the carriage has toppled over there are many to show the way. meaning: There are always a lot of people offering to show you how to do something properly, but only after a failure or accident has come to pass. | Araba devrilince yol gösteren çok olur. |
to be satiated / to get satisfied (not hungry) | doymak |
A hungry man thinks he will not be satiated, a thirsty man thinks he will not be quenched." | Acıkan doymam (sanır), susayan kanmam sanır. |
unsatiable / rapacious | doymak bilmez |
a bottomless pit meaning someone who can't get enough | doymak bilmez tip |
raving /craving | doymak bilmez iştah |
reliance on a man | adama dayanma |
Do not lean on a man (= be not dependant on another person), for he is mortal; do not lean against a wall, for it is not 'unfallable'." | Adama dayanma ölür;duvara dayanma yıkılır. |
friendless | dostsuz |
prickly pear/ Kaktusfeige | dikenli incir |
Millet/ Hirse | darı |
natural rice / Naturreis (brown /unpeeled) | doğal pirinç |
Dill | dereotu |
laurel / Lorbeerblatt | defne yaprağı |
to be thunderstruck / paralyzed / shocked by surprise / dumbstruck | donakalmak |
He sat like frozen to his chair. | Koltuğunda donakalmıştı |
to be petrified (by fear) | korkudan donakalmak |
to not believe one's eyes / to be rooted to the spot | şaşkınlıktan donakalmak |
absent minded / zerstreut /plunged in thought / preoccupied / dreamy | dalgın |
to doodle (draw things absent mindedly) | dalgın dalgın şekiller çizmek |
to be lost in thought | dalgın olmak |
an absent minded professor | dalgın profesör |
You look lost | dalgın görünüyorsun |
duke / Herzog | dük |
duchess | düşes |
Holly /Stechpalme | dikenli defne |
buttercup /Hahnenfuss /Butterblume (lit. wedding flower) | düğünçiçeği |
thistle /Diestel (lit camel thorn) | devedikeni |
Punch /Locher | delik zımbası |
disorganization /untidyness / mess | dağınıklık |
messy/ untidy / dispersed / coll. a sad sight | dağınık |
scatterbrain | dağınık fikirli |
messy room | dağınık oda |
messy hair / uncombed | dağınık saç |
messy looking | dağınık görünen |
disorganized | dağınık bir hâlde |
Not to have all one's marbles | kafası dağınık olmak |
Don't leave your room untidy again! | odanı bir daha dağınık bırakma! |
Sorry for the mess | ortalık dağınık kusura bakmayın |
experience /Erfahrung (d) | deneyim |
experiment /try | deney |
How do you say? /Wie sagt man | Nasıl diyorsunuz |
What did you say? | Ne dedin? |
Taste / switch (e.g.computer) | düğme |
tank | depo |
Fill it up / fill the tank | Depoyu fulleyin ! |
Stop ! | Dur ! |
Pause (button ) | durdur (düğmesi - butonu ) |
Push pause ! | Durdura bas ! |
dance music | dans müziği |
stop / arrêt / Haltestelle | durak |
Next stop is Ankara | Bir sonraki durak Ankara. |
Second next stop is Ankara. | iki sonraki durak Ankara. |
I am seasick. | Beni deniz tutar. |
Are there showers ? | Duş var mı ? |
We live in a new flat. | Yeni dairede yaşıyoruz. |
portray (opposite to landscape) | dikey |
portrait page orientation | dikey sayfa düzeni |
earthquake (d) | deprem |
hail / Hagel | dolu |
precious stones | değerli taşlar |
ostrich | devekuşu |
The bird is sitting on a branch. | Kuş dalda oturuyor. |
binoculars /Fernglas | dürbün |
So/by implication we know how many protons and electrons are in an atom. | Dolayısıyla, bir atomda kaç proton ve elektron olduğunu biliyoruz. |
So, the weight of an atom nucleus should be equal to the number of it's protons. But it is not. | Dolayısıyla, bir atom çekirdeğinin ağırlığı proton sayısına eşit olmalı. Ama değil. |
detail | detay |
to go into detail | detaya girmek |
But let's not go that much into detail today / But let's not go into that much today. | Ama o kadar detaya girmeyelim bugün. |
fond of x-ing (... a) | X-maya düşkün |
veine / Vene | damar |
venes(to) pulsate | damarlar atmak |
test tube / Reagenzglass | deney tüpü |
circle / Kreis (geom) | daire |
rectangle | dikdörtgen |
straight (e.g. a straight line) | doğru |
depth ( also geom.) | derinlik |
(and) therefore (b.d.) | (ve) bundan dolayı |
piggy | domuzcuk gibi |
to do one's part | üzerine düşeni yapmak |
I did my part of the job. | Ben üzerime düşeni yaptım. |
God will also do His own part of the job. (a fact) | Tanrı da kendi üzerine düşeni yapacaktır. |
just at that moment / then /in the meantime /inzwischen/ mittlerweile (d) | derken |
And then (d),exactly a year ago... | Ve derken, tam bir yıl önce... |
to make things worse (lit. To take out the eye when saying 'let me do the eyebrow' ) | kaş yapayım derken göz çıkarmak |
proper / properly | doğru dürüst |
They never gave (rep.) him proper gifts (a) for his birthday. | Ona doğum gününde hiç doğru dürüst armağan vermemişlerdi. |
again and again / over and over / for the umpteenth time/ häufig | defalarca |
to regret to have ever said | dediğine diyeceğine pişman olmak |
insanely /madly | delicesine |
to madly love / to adore / to be infatuated with | delicesine sevmek |
flatfoot /Plattfuß | düztaban |
flatfooted /plattfüßig (mit einem plattfüßigen Gang) | düztaban bir yürüyüşle |
to confirm / support (d) | doğrulamak |
supporter | destekçi |
He was one of You Know Who's closest supporters | Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'in en sıkı destekçilerinden biriymiş |
the finest / the best / thoroughgoing (d) | daniska |
That's a load of crap. / that's thoroughgoing stupidity | saçmalığın daniskası |
madly | delice |
Her heart (y) was beating madly. | Yüreği delice çarpıyordu. |
Finally the bad news spilled quickly from his lips. | Sonunda kötü haber dökülüverdi dudaklarından. |
to receive a nasty blow | acı bir darbe yemek |
Esra trembled (s) as if she had received a serious blow. | Esra şiddetli bir darbe yemiş gibi sarsıldı. |
Reasoning with an ignorant is a lot more difficult than making a camel jump over a ditch | Cahile söz anlatmak, deveye hendek atlatmaktan zordur. |
Hills remain apart forever, (but) people do meet (someday). meaning: Parting is not forever. | Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur. |
Out of use / out of order / außer Betrieb | Kullanım dışı |
My laptop has been stolen. | dizüstü bilgisayarım çalındı |
it's not that I don't speak German, but not as much as English | Almanca konuşmuyor değilim; ama İngilizce kadar değil |
It's not that I won't help you. I will, but not now. | Sana yardım etmeyecek değilim; ama şimdi değil. |
It is not that I don't want to help you but right now I am very busy. | Sana yardım etmek istemiyor değilim ama şu anda çok meşgulüm. |
next year | bir dahaki yıl |
next month | bir dahaki ay |
within ten minutes | on dakika içinde |
in/after ten minutes | on dakikadan sonra |
Sole / Seezunge ( Plattfisch - eyes on the right side / 60-70 cm / Northsea ,Mediterr,Marmara, Karadeniz | dil balığı |
to distribute / hand out | dağıtmak |
His men distribute fear like mail | Adamları korkuyu posta gibi dağıtır. |
to drive crazy / to make s.o. mad | delirtmek |
You are driving me crazy. (D) | Beni delirtiyorsun |
I have said already in the first sentence | Daha ilk cümlede söylemiştim |
I have said already in the first sentence,that this book is my favoured book. | Daha ilk cümlede,bu kitabın en sevdiğim kitap olduğunu söylemiştim |
as if he had never before seen such a thing | Daha önce hiç böyle bir şey görmemiş gibi |
As if this were not difficult/ hard enough | Bu yeterince zor değilmiş gibi |
gigantic /colossal | devasa |
Or (y) should it never change | Yoksa hiç değişmemeli mi |
But if I don't change , I simply can't be (what should I do) | Ama ben değişmezsem, ben olamam ki |
Get out / fuck off / out | defol |
Get out of here ! | Defol buradan ! |
for three minutes | üç dakikalığına |
It rained here too today, for three minutes | buraya da bugün biraz yağmur yağdı üç dakikalığına |
detergent | deterjan |
to be satisfied | doyum olmak |
cannot get enough | doyum olmaz |
cannot get enough of watching | seyretmeye doyum olmaz |
cannot get enough of the view here(abouts) | buranın manzarasına doyum olmaz |
Especially ın the evening hours (you) cannot get enough of the view here. | Özellikle akşam saatlerinde buranın manzarasına doyum olmaz. |
in trouble (b.d.) | başı dertte |
to be in trouble (b.d.) | başı dertte olmak |
I am in trouble (b.d.) | başım dertte |
I wonder if he is in trouble | acaba onun başı dertte mi ? |
I wondered if you were in trouble | Acaba senin başın dertte mi |
to have a dream /a fancy | düş görmek |
I don't think it is right. | Bunun doğru olduğunu düşünmüyorum. |
How about (at) 6.30 ? | Altı otuza ne dersin ? |
İt depends / lit. it changes according to the situation | duruma göre değişir |
Don't pretend any longer to be so honest. | O kadar dürüstmüş gibi davranmayın artık. |
straight ahead | dümdüz |
Continue straight ahead | dümdüz devam edin |
(absolutely) straight /right | dosdoğru |
Seen/compared to the outside it is very warm inside. | Dışarıya göre içerisi çok sıcak. |
to fall asleep (d) | uykuya dalmak |
He falls (d) asleep immediately | O hemen uykuya dalar |
friendly (to s.o.) | (birine karşı) dost canlısı |
They are frıendly to him. | Onlar ona karşı dost canlısı |
shopkeeper | dükkâncı |
Let's walk a bit around | Biraz dolaşalım |
When were you born ? slang | Kaç doğumlusun? |
We're invited to dinner tonight. | Bu akşam yemeğe davetliyiz. |
Is this the first time you've been (you came) here? | Buraya ilk defa mı geliyorsunuz? |
out of the blue / without any rhyme/reason / ohne Hand und Fuss /sans rime ni raison | durup dururken |
Where on earth did this come from now? | şimdi durup dururken nereden çıktı bu? |
Out of the blue I stumbled over/came across the following : | Durup dururken şuna rastladım : |
Why you ask out of the blue such a question ? | Durup dururken niye böyle bir soru sordun? |
just now | demin |
He called me just now | O demin beni aradım |
this very moment / a minute ago / just right now | daha demin |
Did you hear what I just said? | Demin söylediğimi duydun mu? |
What did I just say to you ? | Sana demin ne dedim? |
the situation is as follows / the situation is this | durum şöyle |
More work will be done. | Daha çok çalışılacaktır. |
Let's gossip ! | Biraz dedikodu yapalım. |
Let's stop making gossip, for God's sake. | Dedikodu yapmayı bırakalım, Allah aşkına. |
naturlovers /Naturfreunde | doğa severler |
fond / fan / enthousiast / freak | düşkün |
photo enthusiasts /photo freaks | fotoğraf düşkünleri |
This hidden paradise also gives (offers) photographers a chance to capture beautiful frames. | Bu gizli cennet, aynı zamanda fotoğraf düşkünlerine de çok güzel kareler yakalama fırsatı sunar. |
unforgettable experiences | unutulmayacak deneyimler |
to offer an unforgettable experience | unutulmayacak bir deneyim sunmak |
Does that sound alright? | Şu doğru mu geliyor ? |
diet | diyet |
to be on diet | diyet yapmak |
Just then she fell asleep. | Derken uyuyakaldı. |
to hold/stand one's ground | davasından vazgeçmemek |
to lose one's case (law suit) | davasını kaybetmek |
law suit / case / legal act / proceeding | dava |
probation /supervised liberty / supervised release | Denetimli Serbestlik |
Probation Bureau teams (controlling people released on probation) | Denetimli Serbestlik Bürosu ekipleri |
the hearing / trial | duruşma |
the hearing started again. | Duruşma yeniden başladı |
First news of the process: National athlete heard as witness | Duruşmadan ilk bilgiler: Milli sporcu tanık olarak dinlendi. |
information other than this | bunun dışındaki bilgiler |
the witnesses listened to so far/ up till today | bugüne kadar dinlenen tanıklar |
the trial of the case | davanın duruşması |
the trial of the case is held at this campus. | davanın duruşması bu yerleşkede yapılıyor. |
It is very cold outside. | Dışarısı soğuk. |
It was very cold outside. | Dışarısı soğuktu. |
My car doesn't start because it is very cold outside. | Dışarısı çok soğuk olduğu için arabam çalışmıyor. |
an irregular migrant | düzensiz göçmen |
the accidant in which 23 irregular migrants lost their lives | 23 düzensiz göçmenin hayatını kaybettiği kaza |
The young man could hardly stand it./ The young man could hardly bear it. | Genç adam buna pek dayanamıyordu |
He knew from experience | Deneyimlerinden biliyordu |
we did what was right | doğru olanı yaptık |
Usually I (would) look outside to check the weather. | Genellikle, havayı kontrol etmek için dışarıya bakardım. |
teapot | demlik |
She boiled water in a teapot. | Bir demlik su kaynattı. |
I'm an actor playing in movies and TV series. | Ben film ve dizilerde oynayan bir aktörüm. |
I'm an actor playing in movies and TV series. | Ben film ve dizilerde oynayan bir aktörüm. |
I was more of a coward. | Ben daha ödlek biriydim. |
I was fond of my comfort/my peace | rahatıma düşkündüm |
transformation / alteration / transmutation | dönüşüm |
alternate | dönüşümlü |
to rotate | dönüşümlü olmak |
recycling /recyclable /biodegradable | geri dönüşümlü |
by turns | dönüşümlü olarak |
I will continue to think that my favorite actor is more handsome than his. | Ben, benim favori aktörümün onunkinden daha yakışıklı olduğunu düşünmeye devam edeceğim. |
extrovert | dışadönük |
introvert | içe dönük |
Generally/ on the whole she thinks it would be best to stay in this work. | Genel olarak bu işte kalırsa daha iyi olacağını düşünüyor. |
I thought it would be better to stay in this work. | Bu işte kalırsam daha iyi olacağını düşünüyordum. |
If this were true, it should have been easier. | Eğer bu doğruysa, daha kolay olmalıydı. |
Let's think about it. | Düşünelim bakalım. |
overseas | denizaşırı ülkelerde |
I think it's the right moment / I think the moment is right | şu anın doğru olduğunu düşünüyorum |
another arrangement | başka bir düzenleme |
they need to find another arrangement | başka bir düzenleme bulmaları gerekir |
In that case they need to find another arrangement. | Öyle olduğunda başka bir düzenleme bulmaları gerekir. |
In that case they need to find another arrangement. | Öyle olduğunda başka bir düzenleme bulmaları gerekir. |
braces / Zahnspange | diş teli |
to wear braces / eine Zahnspange tragen | diş teli takmak |
to get rid of the braces / die Zahnspange loswerden | diş tellerinden kurtulmak |
period /cycle /turnover /age | devir |
in the period he had lived in | yaşadığı devirde |
In the period in which he had lived ladies' calves and knees were hardly seen (kept out of sight ). | Yaşadığı devirde kadınların baldırları ve dizleri pek görünmüyordu. |
it was true that he preferred not to take | almamayı tercih ettiği doğruydu |
Let's say we are good then we'll be fine. (lit Let's say we are good, let's become good) | iyi diyelim iyi olalım |
compiler / Verfasser (erson who produces a list or book by assembling information or written material collected from other sources.) | derleyici |
according to historians and myth/legend compilers | tarihçi ve efsane derleyicisine göre |
foreign currency / Devisen | döviz |
inclusive | dahil |
inclusive | dahil |
a room for two persons breakfast inclusive | sabah kahvaltısı dahil iki kişilik oda |
to take over / to absorb | devralmak |
From this point on, my grandmother would take over. | Bu noktadan sonrasını büyükannem devralacaktı. |
I heard you didn't want to go to the invitation | duyduğuma göre davet katılmak istememişsin |
equation | denklem |
The experts at La Sapienza University in Rome put forward an equation to measure the power of the Internet to spread gossip. According to the equation, the spread rate of gossip can be calculated. | Roma’daki La Sapienza Üniversitesi uzmanları dedikodunun yayılması konusunda internetin gücünü ölçmek için bir denklem ortaya koydu. Denkleme göre dedikodun yayılma hızı hesaplanabilecek. |
computer hardware | bilgisayar donanımı |
to fill / to get full /to clog / to swell | dolmak |
How does the water clogging /blocking the sink get out (go) ? | lavaboya dolan su nasıl gider |
continuous / non-stop / permanent / incessant | devamlı |
You learn non-stop new things | Devamlı yeni şeyler öğreneceksin |
earthenware kettledrum / tomtom | darbuka |
whether you return now or not | artık dönsen de dönmesen de |
to have it said | dedirtmek |
He does not have poor guy said to himself | 'Zavallı' kendine dedirtmez |
to communicate / pour out one's grief to each other / to have a heart-to-heart talk | (biriyle) dertleşmek |
he doesn't pour out his heart to anybody | dertleşmez kimseyle |
religious (person) | dindar |
a more religious approach | daha dindar bir yaklaşım |
resistant | dayanıklı |
known as the most durable animal in the world | dünyanın en dayanıklı hayvan olarak biliniyor |
release (button) / trigger / timer /shutter (camera) | deklanşör |
the shutter of a camera taking a picture | fotoğraf çeken fotoğraf makinesi deklanşörü |
put in / cut in /connect / activate / enable | devreye sokmak |
seam /stitch /sewing | dikiş |
sewing room /Nähstube | dikiş odası |
to sew | dikiş dikmek |
unbearable/unendurable /irresistible /intolerable | dayanılmaz |
This is unbearable./ This is irresistible. | Bu dayanılmaz. |
to spin one's head / to go to s. o. 's head / to carry away / to bedazzle | başını döndürmek |
dazzling | baş döndüren |
to pierce through | Deşmek |
a genius | dâhi |
Because Isaac Newton is a genius he does not miscalculate | Isaac Newton bir dâhi olduğu için yanlış hesaplamaz |
to take offense | darılmak |
Please don't be offended | Lütfen şimdi bana darılma |
no offense / no hard feelings | darılmak yok ama |
to refer to /to touch (upon) / to speak about /to deal with | değinmek |
to be lost in thought | düşünceye dalmak |
What did you say? I'm sorry, I was lost in thought. | Ne dedin? Özür dilerim, düşünceye dalmışım. |
The wedding guests start to arrive. | Düğün misafirleri gelmeye başladı! |
The newspaper issued a small (u) correction. | Gazete, ufak bir düzeltme yayınladı. |
to convert | dönüştürmek |
Alchemists never did manage to convert lead into gold. | Simyagerler, kurşunu bir türlü altına dönüştürmeyi beceremedi. |
nanny | dadı |
Wanted: nanny for two kids. | İki çoçuk için dadı aranıyor. |
My heart skipped a beat. | Kalbim duraksadı. |
We don't deal with this now. /We do not mention for now | Hiç değinmiyoruz şimdilik |
He took his backpack that was standing at his feet | ayaklarının dibinde duran sırt çantasını aldı. |
to improvize | doğaçlama yapmak |
The actors improvised the entire scene. | Aktörler tüm sahneyi doğaçlama yaptı. |
to decorate (d) | dekore edilmiş |
Her house is, as usual, very well decorated (d) . | Her zaman olduğu gibi evi iyi dekore edilmiş. |
Do as we said! | Dediğimizi yap! |
to zoom (airplane) | dikine yükselmek |
to zoom (airplane) | dikine yükselmek |
When the helicopter went up (ç) to thousand three hundred meters, it zoomed over the ice canyons and crevices. | Helikopter bin üç yüz metreye çıkarken, buzul kanyonları ve yarıkları üstünden dikine yükseliyordu. |
calf | dana |
He was a regular (constant) client here. | O, buranın devamlı müşteri. |
penetrating look /piercing look /steel gaze | delici bakış |
inborn /natural /(to have) by nature | doğuştan sahip olmak |
when taking into consideration | dikkate alındığında |
when taking his talent for imitation into consideration | taklit yeteneği dikkate alındığında |
when taking his talent for imitation into consideration, this image did not seem strange at all | taklit yeteneği dikkate alındığında bu görüntü hiç de yadırganmıyordu. |
when taking his talent for imitation into consideration, this image did not seem strange at all | taklit yeteneği dikkate alındığında bu görüntü hiç de yadırganmıyordu. |
when taking his talent for imitation into consideration, this image did not seem strange(y) at all | taklit yeteneği dikkate alındığında bu görüntü hiç de yadırganmıyordu. |
emotional | duygusal |
emotional wounds | duygusal yaralar |
to pierce /penetrate /transfix (d g) | delip geçmek |
His eyes pierced her almost like two ice crystals | gözleri adeta iki buz kristali onu delip geçiyordu. |
full of holes | delik deşik |
to perforate | delik deşik etmek |
She want to climb onto the table and perforate him with a fork. | Masanın üstüne çıkıp onu çatalla delik deşik etmek istedi. |
They went (proceeded) straight ahead without talking. | Konuşmadan dosdoğru ilerlediler. |
on the first hearing | ilk duyuşta |
it was a music that could not be fully understood on the first hearing | ilk duyuşta tam olarak algılanamayan bir müzikti bu |
because she was afraid that he would make fun of her | onunla dalga geçmesinden çekindiği için |
to leave one's mark on /to mark /to label /to stigmatize | damgasını vurmak |
Patience had marked a big part (b) of his life. (y) | Sabır, yaşamının büyük bir bölümüne damgasını vurmuştu. |
floaty /flowing /(wide /baggy /loose) | dökümlü |
baggy white shirts | dökümlü beyaz gömlekler |
He didn't fancy the others knew it either. | Diğerlerinin de bunu bildiğini sanmıyordu. |
He proceeded (d) towards the door | kapıya doğru davrandı |
"The ring is still in your pocket." saide the magician. | 'Yüzük hâlâ cebinde.' dedi büyücü. |
The song is stuck in my brain. (lit. the song is tangled around my tongue) | Şarkı dilime dolandı |
to chop /cut to pieces (d) | doğramak |
jellyfish | denizanası |
He had not (properly) gone out to the street | doğru dürüst sokağa çıkmamıştı |
Since his uncle fell ill he hadn't (properly) out to the street | amcasının hatalandığından beri doğru dürüst sokağa çıkmamıştı |
The doctor had said he was coming at ten. | Doktor onda geleceğini söylemişti. |
to get rid of (to avoid) this thought | bu düşünceden kurtulmak için |
stone age | taş devri |
iron age | demir devri |
bronze age | tunç devri |
an important period of his childhood | çocukluğunun mühim bir devri |
Mümtaz, who had been very lonely for an important period of his childhood, liked to talk to himself. | Çocukluğunun mühim bir devrinde çok yalnız kalan Mümtaz, kendi kendisiyle konuşmayı severdi. |
(if) considered /if it is the thought of | düşünülürse |
all things considered | enine boyuna düşünülürse |
facing | dönük |
facing the door | kapıya dönük |
to arrange /line up (shape) | dizmek |
He aligned them in a semi circle facing the door | Onları kapıya dönük bir yarım çember şeklinde dizdi. |
Dreadlords | Dehşetlordlar |
When the Great Lord of the Dark returns he will choose new Dreadlords and you will cower(s) before them. | Karanlığın Yüce Efendisi geri döndüğünde yeni Dehşetlordlarını seçecek ve se onların önünde sineceksin. |
scarcely any /little if any /so little that it could be called not existing | yok denecek kadar az |
against that what he feared it had scarcely any effect(s) | kortuğu şeye karşı etkileri yok denecek kadar azdı |
We were eating like crazy. | Deliymişcesine yiyorduk. |
Is it possible that I don't try this on? | Bunu üstümde denememem mümkün mü? |
Is it possible that I didn't try this on? | Bunu üstümde denememiş olmam mümkün mü? |
to look in every nook and corner /to comb through with a fine comb /to ramble through | didik didik etmek |
in order to find something to wear I searched through every corner of my cupboard | giyecek bir şeyler bulmak için dolabımı didik didik ettim. |
under a gigantic oak tree | devasa bir meşe ağacının altında |
He looked straight at me. | Doğrudan bana bakıyordu. |
Rob ignored (d) me. | Rob beni duymazdan geldi. |
in a mess /disheveled /very messy /messed up | darmadağınık |
the place was in a complete chaos/mess | Ortalık darmadağınıktı. |
We don't want to attract attention. | Dikkatleri üzerimize çekmek istemeyiz. |
to erect /straighten also to get stubborn | dikleşmek |
All I could think of was Ethan and going home together with him. | Tüm düşünebildiğim Ethan ve onunla birlikte eve dönmekti. |
to writhe /struggle /flounder | debelenmek |
Holding my breath I struggled to get my face out (of the water). | Nefesimi tutarak yüzeye çıkmak için debelendim. |
to forage /delve into /pull to shreds/taking out and examinating every bit and piece | didiklemek |
He took my backpack and took every bit and piece out scrutinizing. | Şırt çantamı almış içindekileri didikliyordu. |
to quarrel /bicker /squabble | didişmek |
They couldn't share and began to quarrel | paylaşamayıp didişmeye başladırlar |
to get a beating | dayak yemek |
The goblin who took the beating lay stunned for ashort while, but then he leaped to his feet in pursuit. (lit. he quickly rose to his feet and fell behind the other.) | Dayak yiyen goblin kısa bir süreliğine sersemledi ama sonra hızla ayağa kalkıp diğerinin peşine düştü. |
danser | dansçı |
Dancers were spinning, twisting, swinging on the stage. | Dansçılar sahnede dönüyor, kıvrıyor, salınıyorlardı. |
He brushed absentmindedly his completely messy black hair out of his face which fell over his eyes. | Gözlerinin önüne düşen darmadağınık siyah saçlarını dalgınlıkla yüzünden çekti. |
I won't get stuck on the details | detaylara takılmayacağım |
What is that (this) supposed to mean? | Bu ne demek oluyor. |
because of / due to (d) + abl. | dolayı |
therefore /for this (reason) /because of this | bundan dolayı |
for this reason (s) | bu sebepten dolayı |
for various reasons (n) | birçok nedenlerden dolayı |
for some reasons (n) | bazı nedenlerden dolayı |
for obvious reasons | açık nedenlerden dolayı |
due to reasons out of our control | elimizde olmayan nedenlerden dolayı |
I had to upset you for reasons out of my control. | Elimde olmayan nedenlerden dolayı da üzmek zorunda kaldım sizi. |
How unsatiable are you! | Ya sen ne doyumsuz |
You ate up my life and you are not satisfied. I am done. | Ömrümü yedin de doymadın. Bittim ben ya. |
He saw that they wanted to go out. | Dışarı çıkmak istediklerini gördü. |
He saw those who wanted to go out. | Dışarı çıkmak isteyenleri gördü. |
He saw the dace expression of those who wanted to go out. | Dışarı çıkmak isteyenlerin yüz ifadesini gördü. |
He saw the dace expression of those who wanted to go out. | Dışarı çıkmak isteyenlerin yüz ifadesini gördü. |
to mock about s. o. /sthg. /to make s. o. /sthg a laughing matter | birini /bir şeyi dalga konusu yapmak |
whatever you say | ne dersin de |
Whatever you say / I don't care what you say, I liked it | Ne dersin de. Beğendim |
to sew /to erect (e. g. a building /a tower) /to plant (e. g. a flower) | dikmek |
sewing machine | dikiş makinesi |
Please answer the question honestly. | Lütfen soruyu dürüstçe cevaplayın. |
Zahnarzt | diş hekimi |
Mermaid/Meerjungfrau | deniz kızı |
manatee/sea cow / Seekuh (Australia) | deniz ineği |
starfish /Seestern | deniz yıldızı |
sea urchin /Seeigel | deniz kastanesi |