"A very cute old man," said Susan. | 'Çok sevimli bir ihtiyar,' dedi Susan. |
"But you are - forgive me - what they call a girl?" said the Faun. | 'Ama, sen - beni affet - bir kız dedikleri misin?' dedi Faun. |
"Delighted, delighted..., " it went on. | 'Memnun oldum, çok memnun..., ' diye devam ediyordu. |
"Doubtless we landed on our feet," said Peter. | 'Kuşkusuz dört ayak üzerine düştük,' dedi Peter. |
"Doubtless we landed on our feet," said Peter. "Everything will be very wonderfull." | 'Kuşkusuz dört ayak üzerine düştük,' dedi Peter. 'Her şey çok harika olacak.' |
"Give me a break!" he said. "Don't talk like this!" | 'Saçmalama' dedi.'Böyle konuşma.' |
"Good evening, good evening," said the Faun. | 'İyi akşamlar, iyi akşamlar,' dedi Faun. |
"How so?" said Susan. "Anyway, it's time for you to go to bed. " | 'Nasıl yani?' dedi Susan. 'Her neyse senin yatağa gitme zamanın.' |
"I am very pleased to meet you, Mr. Tumnus." said Lucy. | 'Tanıştığıma çok memnun oldum, Tumnus Bey,' dedi Lucy. |
"If there's a problem I can always go back, "thought Lucy. (... my going back is always possible...) | 'Bir sorun çıkarsa, her zaman geri dönmem mümkün' diye düşündü Lucy. |
"My name is Lucy." said the girl. | 'Benim adım Lucy.' dedi kız. |
"My name is Tumnus." | 'Benim adım Tumnus.' |
"Not for me," said Peter;"I will explore the house." | 'Bana göre değil,' dedi Peter. 'Ben evde araştırma yapacağım.' |
"Of course, of course...", said the Faun. | 'Elbette, elbette,' dedi Faun. |
"There is nothing here!" said Peter and the whole group went outside again except for Lucy. | 'Burada bir şey yok!' dedi Peter ve Lucy dışında tüm takım yeniden dışarıya çıktı. |
"There is nothing here!" said Peter. | 'Burada bir şey yok!' dedi Peter. |
"This must be a big cupboard." thought Lucy still advancing and pushing coats to the side. | 'Bu çok büyük bir dolap olmalı.' diye düşündü Lucy hâlâ ilerleyerek ve paltoları kenara iterek. |
"This must be a big cupboard." thought Lucy still advancing and pushing the soft folds of coats to the side about to open a way to herself. | 'Bu çok büyük bir dolap olmalı.' diye düşündü Lucy hâlâ ilerleyerek ve paltoların yumuşak büklümlerini kendine yol açmak üzere kenara iterek . |
"This must be a big cupboard." thought Lucy. | 'Bu çok büyük bir dolap olmalı.' diye düşündü Lucy. |
"You are in fact human?" | 'Aslında bir insansın, değil mi?' |
'(An) owl,'said Peter. | 'Baykuş,' dedi Peter. |
'And what is this noise?' said Lucy suddenly. | 'Bu ses de ne?' dedi Lucy aniden. |
'Badgers,' said Lucy. | 'Porsuklar,' dedi Lucy. |
'Forgive me - I don't want to be inquisitive - but am I right to think that you are a daughter of Eve? " | 'Beni affet - meraklı olmak istemiyorum - ama eğer sen bir Havvakızı olduğunu düşünmekte haklı mıyım?' |
'Foxes,' said Susan. | 'Tilkiler,' dedi Susan. |
'Good evening,' said Lucy. | 'İyi akşamlar,' dedi Lucy. |
'Good gracious me!' shouted the Faun in amazement | 'Aman aman', diye hayretle bağırdı Faun. |
'Mothballs, I wonder.' she thought bending down about to touch it with her hands. | Elleriyle dokunmak üzere eğilirken, 'Naftalin topakları mı, acaba.' diye düşündü. |
'My name is Lucy,' she(the girl) said not quite understanding him. | 'Benim adım Lucy.' dedi kız onu tam olarak anlamayarak. |
'Of course I am a girl.' said Lucy. | 'Tabii ki bir kızım,' dedi Lucy. |
'Of course I am human.' said Lucy still being a bit puzzled. | 'Tabii ki bir insanım,' dedi Lucy hâlâ biraz şaşkın olarak. |
'Of course I am human.' said Lucy. | 'Tabii ki bir insanım,' dedi Lucy. |
'Of course it would rain!' said Edmund. | 'Elbette yağmur yağacaktı!' dedi Edmund. |
'Only a bird, ninny.' said Edmund. | 'Sadece bir kuş, sersem.' dedi Edmund. |
'Snakes,' said Edmund. | 'Yılanlar, ' dedi Edmund. |
'Stop complaining, Ed!' said Susan. | 'Bırak şikayet etmeyi, Ed!' dedi Susan. |
'That is...,' it stopped talking | 'Yani...,' diye sustu |
'That is...,' it stopped talking, as if it was about to say a thing it didn't intend but had remembered just in time not to do so. | 'Yani...,' diye sustu niyet etmediği bir şeyi söylemek üzereymiş ama yapmamayı tam zamanında hatırlamış gibiydi. |
'That is...,' it stopped talking, as if it was about to say a thing it didn't intend. | 'Yani...,' diye sustu niyet etmediği bir şeyi söylemek üzereymiş gibiydi . |
'This is very strange(g) .' | 'Bu çok garip.' |
'This is very strange(g) .' said she and advanced one, two more steps. | 'Bu çok garip.' dedi ve bir iki adım daha ilerledi. |
'What are these, as if they were branches of a tree.' shouted Lucy in amazement. | 'Ne bunlar sanki bir ağacın dalları gibi!' diye hayretle bağırdı Lucy. |
'Wouldn't it be good if we all go to bed?' said Lucy. | 'Hepimiz yatsak iyi olmaz mı?' dedi Lucy |
'You speak like my mother.' said Edmund. 'And who are you to tell me to go to sleep. Go sleep yourself!' | 'Annem gibi konuşuyorsun' dedi Edmund. 'Ve sen kimsin ki bana yatmamı söylüyorsun. Git kendin yat!' |
'You speak like my mother.' said Edmund. 'And who are you to tell me to go to sleep.' | 'Annem gibi konuşuyorsun' dedi Edmund. 'Ve sen kimsin ki bana yatmamı söylüyorsun.' |
(he was) the second youngest of them | ikinci küçükleriydi |
(in) there (locative) | orada |
(Of course she had left the door open because she knew it would be foolish for someone to lock himself inside the cupboard.) | (Tabii ki kapıyı açık bırakmıştı, çünkü birinin kendini dolaba kapatmasının ne kadar aptalca olduğunu biliyordu.) |
(their) having a role | rolleri olan |
(their) not having a role | rolleri olmayan |
(their) not having an excessive role | fazla rolleri olmayan |
(window) sill | denizlik |
... thought Lucy. | ... diye düşündü Lucy. |
/what she found (the things she found) /what they found | buldukları |
a balcony | balkon |
a big cupboard having a mirror in its door | kapısında ayna olan büyük bir dolap |
a bit | biraz |
a cupboard having a mirror | ayna olan bir dolap |
a daughter of Eve | Havvakızı |
a door occured /was seen | bir kapı görülüyordu |
a door occured /was seen leading to an upper floor and balcony | bir üst koridor ve balkona açılan bir kapı görülüyordu |
a few | birkaç |
a few centimeters | birkaç santim |
a great place | harika bir yer |
a great place for birds | kuşlar için harika bir yer |
a hard, rough and thorny thing | sert, kaba ve dikenli bir şey |
a house in a rural area | kırsal bir bölgede olan bir ev |
a kind of house that you couldn't finish travelling around | gezmekle bitiremediğiniz türden bir ev |
a little later | az sonra |
a little later | az sonra |
A little later she walked towards the depth of the cupboard and noticed that behind the first row there was another second row of coats hanging. | Az sonra dolabın derinliğine doğru yürüdü ve ilk sıranın ardında ikinci bir sıra paltonun daha asılı olduğunu fark etti. |
a little longer | biraz daha uzun |
a little upper floor | küçük bir üst koridor |
a lot of | birçok |
a lot of (s) | sürüyle |
a lot of packages | bir sürü paket |
a lot of packages wrapped in brown paper | kahverengi kağıda sarılmış bir sürü paket |
A moment later | Bir an sonra |
A moment later she noticed that the thing touching her hands and her face was no longer soft fur but something hard, rough and even thorny. | Bir an sonra ellerine ve yüzüne dokunan şeyin artık yumuşak kürk değil sert, kaba ve hatta dikenli bir şey olduğunu fark etti. |
a package | paket |
a problem arise /problem come up | sorun çıkmak |
a room full of paintings | resimlerle dolu bir oda |
a room with a harp in one corner | bir köşesinde bir arpın bulunduğu bir oda |
a row will come out | patırtı çıkar |
a snow covered umbrella / an umbrella covered with snow | karla kaplı bir şemsiye |
a son of Adam | Adamoğlu |
a step | bir adım |
a thing | bir şey |
a thing it did not intend | niyet etmediği bir şey |
a very cute old man | çok sevimli bir ihtiyar |
about / circa / rough / approximative | yaklaşık |
about /concerning | hakkında |
about /concerning (it's a fact) | hakkındadır |
about /concerning something (it's a fact) | bir şey hakkındadır |
about ten minutes | yaklaşık on dakika |
Above his waist he was human but his legs were like goat legs (they were covered with shiny black fur) | Belinden yukarısı insan şeklindeydi fakat bacakları keçi bacağı gibiydi (parlak siyah kıllarla kaplıydı) |
Above his waist he was human but his legs were like goat legs (they were covered with shiny black fur) and instead of feet he had goat hooves | Belinden yukarısı insan şeklindeydi fakat bacakları keçi bacağı gibiydi (parlak siyah kıllarla kaplıydı) ve ayak yerine keçi toynakları vardı. |
Above his waist he was human but his legs were like goat legs. | Belinden yukarısı insan şeklindeydi fakat bacakları keçi bacağı gibiydi. |
Above the waist he was human (the above of his waist was in human shape) | belinden yukarısı insan şeklindeydi |
according to me | bana göre |
actually /in fact / really | aslında |
Actually our situation is quite good. | Bu arada durumumuz oldukça iyi. |
adventure | macera |
after a while | bir süre sonra |
after a while she noticed | Bir süre sonra fark etti. |
After a while she noticed that she was standing in the darkness of the night in the middle of a wood, that there was snow(pl) under her feet and that it was still snowing. | Bir süre sonra gecenin karanlığında bir ormanın ortasında durduğunu, ayaklarının altında karlar olduğunu ve halen kar yağmakta olduğunu fark etti. |
After a while she noticed that she was standing in the darkness of the night in the middle of a wood. | Bir süre sonra gecenin karanlığında bir ormanın ortasında durduğunu fark etti. |
After a while she noticed that she was standing in the middle of a wood. | Bir süre sonra bir ormanın ortasında durduğunu fark etti. |
after going upstairs | yukarı kata çıktıktan sonra |
after that | ondan sonra |
After that there were a lot of rooms opening successively into each other | Ondan sonra ardı sıra birbirine açılan sürüyle oda vardı |
After that there were a lot of rooms opening successively into each other and all were full of books, most of them were quite old books | Ondan sonra ardı sıra birbirine açılan sürüyle oda vardı ve hepsi kitaplarla doluydu; çoğunluğu epeyce eski kitaplardı |
After that there were a lot of rooms opening successively into each other and all were full of books, most of them were quite old books and some of them were bigger than the Bible in a church. | Ondan sonra ardı sıra birbirine açılan sürüyle oda vardı ve hepsi kitaplarla doluydu; çoğunluğu epeyce eski kitaplardı ve bazıları kilisedeki İncil'den bile büyüktü. |
after this | bundan sonra |
After this there was a room with green curtains which had a harp in one corner. | Bundan sonra bir köşesinde bir arpın bulunduğu yeşil perdeli bir oda vardı. |
After this there was a room with green curtains. | Bundan sonra yeşil perdeli bir oda vardı. |
again /de nouveau /afresh | yeniden |
ahead | ileride |
air /weather | hava |
air raids /air strikes | hava saldırıları |
all | bütün |
all | hep |
all (b) | bütün |
all (h) | hepsi |
all his face | bütün yüzü |
all his packages | bütün paketleri |
all of | tüm |
all of these | tüm bunlar |
all of us | hepimiz |
all that we want | her istediğimiz |
all were full | hepsi doluydu |
Allow me to introduce myself. | Kendimi tanıtmama izin ver. |
almost /nearly | neredeyse |
also /in addition | bir de |
also a lot of books | bir sürüyle de kitap |
am I right | haklı mıyım |
am I right to think | düşünmekte haklı mıyım |
Am I right to think that you are a daughter of Eve? | Sen bir Havvakızı olduğunu düşünmekte haklı mıyım? |
among his hair | saçlarının arasında |
among the tree trunks | ağaçların gövdelerin arasında |
an old professor | yaşlı bir profesör |
an umbrella covered with very white snow | bembeyaz karla kaplı bir şemsiye |
and | ve |
and | ve |
and /also(following noun, participle...) | da - de |
and after a short while | ve kısa bir süre sonra |
And after a short while someone strange came out from among the trees into the bright light. | Ve kısa bir süre sonra tuhaf birisi ağaçların arasından ışığın aydınlığına çıktı. |
and all were full of books | ve hepsi kitaplarla doluydu |
and Edmund who grew bad-tempered when he was tired | Yorgun olunca da huysuzlaşan Edmund |
And in this way their adventures began. | Ve bu şekilde maceraları başlamış oldu. |
and the children loved him almost immediately | ve çocuklar onu hemen sevmişlerdi |
And the woods? | Ve ormanları? |
And then she saw a light ahead, not at few centimeters distance at the place where the back side of the cupboard should have been | Ve sonra ileride bir ışık gördü; birkaç santim uzakta dolabın arka yüzünün olması gereken yerde değil |
And then she saw a light ahead, not at few centimeters distance at the place where the back side of the cupboard should have been, but the light was far away. | Ve sonra ileride bir ışık gördü; birkaç santim uzakta dolabın arka yüzünün olması gereken yerde değil, ama epeyce uzaktaydı ışık. |
And then she saw a light ahead. | Ve sonra ileride bir ışık gördü. |
and there they saw an armour. | ve orada bir zırh gördüler. |
and they began to look around together | ve birlikte etrafı gözden geçirmeye başladılar |
And what's this noise? | Bu ses de ne? |
and when he was tired | yorgun olunca da |
and with the other hand he was carrying a lot of packages wrapped in brown paper. | diğer eliyle de kahverengi kağıda sarılmış bir sürü paket taşıyordu |
animal hair /fur /poil | kıl |
another row | bir sıra daha |
anyway | her neyse |
anyway /in first place /besides | zaten |
Anyway, it's time for you to go to bed. | Her neyse, senin yatağa gitme zamanın. |
Anyway, they won't hear us anyway. | Her neyse, bizi duymazlar zaten. |
approaching | yaklaşan |
approaching herself | kendine doğru yaklaşan |
Are you what they call a girl? | Sen bir kız dedikleri misin? |
area /region | bölge |
arm | kol |
armour | zırh |
Around his neck he had a red woolen scarf (from red wool.) | Boynunda kırmızı yünden bir atkı vardı. |
Around his neck he had a red woolen scarf and also his skin was quite red. | Boynunda kırmızı yünden bir atkı vardı ve teni de oldukça kırmızıydı. |
as I said /as I was saying | söylediğim gibi |
as if | sanki |
as if he had done Christmas shopping | sanki Noel alışverişi yapmış gibi |
as if it had remembered /it seemed to have remembered | hatırlamış gibiydi |
as if it had remembered just in time | tam zamanında hatırlamış gibiydi |
as if it had remembered just in time not to do so | yapmamayı tam zamanında hatırlamış gibiydi |
as if it was about to | üzereymiş gibiydi |
as if it was about to say a thing | bir şeyi söylemek üzereymiş gibiydi |
as if it was about to say a thing it didn't intend | niyet etmediği bir şeyi söylemek üzereymiş gibiydi |
as the children expected | çocukların beklediği gibi |
at a few centimeters distance at the place where the back side of the cupboard should have been | birkaç santim uzakta dolabın arka yüzünün olması gereken yerde |
at the back of the cupboard | dolabın arkasına |
at the door | kapıda |
back /in the back /behind (loc.) | geride |
backwards (g) | geriye |
badger | porsuk |
beard | sakal |
because | çünkü |
because of | yüzünden |
because of | yüzünden |
because of all of these packages | tüm bu paketler yüzünden |
because of all of these packages and the snow | tüm bu paketler ve kar yüzünden |
Because of all of these packages and the snow he looked like he had done Christmas shopping. | Tüm bu paketler ve kar yüzünden sanki Noel alışverişi yapmış gibi görünüyordu. |
because of the air raids | hava saldırıları yüzünden |
because of the snow | kar yüzünden |
because she knew | çünkü biliyordu |
because she knew it would be foolish for someone (a human) to lock himself inside a cupboard | çünkü insanın kendisini bir dolaba kapatmasının sersemlik olacağını biliyordu. |
because she thought to open the door of the wardrobe was worth to be tried. (worth trying) | çünkü dolabın kapısını açmanın denenmeye değeceğini düşünmüştü. |
because the Faun in order to keep his tail from trailing in the snow | çünkü Faun kuyruğunun karda sürünmesini engellemek için |
because while she was almost sure that it was locked she thought it was worth trying to open the door of the wardrobe. | çünkü kilitli olduğuna neredeyse emin olduğu halde, dolabın kapısını açmanın denenmeye değeceğini düşünmüştü. |
bed | yatak |
bed room | yatak odası |
before /earlier | daha önce |
began | başlamış oldu |
beginning | başlangıç |
behind / beyond (... d...) | ardında |
being | olan |
being tired | yorgun olan |
bending over | eğilirken |
bending over about to touch it with her hands | Elleriyle dokunmak üzere eğilirken |
beyond the first row | ilk sıranın ardında |
beyond the first row there was a second row | ilk sıranın ardında ikinci bir sıra vardı |
big /large | büyük |
bigger | daha büyük |
bigger than what she had seen | gördüklerinden daha büyük |
bird | kuş |
black | siyah |
book | kitap |
boy | oğlan |
boys and girls | oğlanlar ve kızlar |
branch | dal |
branches of a tree | ağacın dalları |
breakfast | kahvaltı |
breakfast with the professor | profesör'le kahvaltı |
bright / shiny | parlak |
brightness | aydınlık |
brown | kahverengi |
brown paper | kahverengi kağıt |
busy | meşgul |
busy with gathering | toplamakla meşgul |
but | ama |
but (f) | fakat |
but (f) | fakat |
but (their) not having an excessive role in the story | ama hikâyede fazla rolleri olmayan |
But a little later they came to a very long room full of paintings. | Fakat biraz sonra resimlerle dolu, çok uzun bir odaya geldiler. |
But a little later they came to a very long room. | Fakat az sonra çok uzun bir odaya geldiler. |
but at the same time | ama aynı zamanda |
but at the same time she was curious | ama aynı zamanda meraklıydı |
but not to show it /but to dissimulate | ama belli etmemek için |
But she couldn't touch a thing. | Fakat bir şeye dokunamadı. |
but the following morning | fakat ertesi sabah |
But the following morning it was raining | Fakat ertesi sabah yağmur yağıyordu. |
But the following morning it was raining heavily. | Fakat ertesi sabah yoğun bir yağmur yağıyordu |
But the following morning it was raining so heavily that looking out of the window you couldn't see the mountains or the trees or the creek which was in the garden. | Fakat ertesi sabah öyle yoğun bir yağmur yağıyordu ki pencereden dışarı bakıldığında ne dağları ne ağaçları ne de bahçedeki dereyi görmek mümkündü. |
but the light was far away | ama epeyce uzaktaydı ışık |
but when he came the first evening to meet them at the door | ama ilk akşam onları kapıda karşılamaya geldiğinde |
but when he came the first evening to meet them at the door he looked so strange that Lucy (the youngest of them) had been afraid of him and Edmund (the second youngest of them) had wanted to laugh and had had to pretend cleaning his nose to conceal it. | Ama ilk akşam onları kapıda karşılamaya geldiğinde öyle tuhaf görünüyordu ki Lucy (en küçükleriydi) ondan korkmuş ve Edmund (ikinci küçükleriydi) gülmek istemişti ama belli etmemek için sümkürür gibi davranmak zorunda kalmıştı. |
by the way (b. a.) | bu arada |
ceiling | tavan |
child | çocuk |
children | çocuklar |
Christmas | Noel |
Christmas shopping | Noel alışverişi |
church | kilise |
coarse / rough /rude | kaba |
coat (winter coat) | palto |
cold | soğuk |
come here | buraya gel |
Come off it! /Give me a break!/Cut the shit! | Saçmalama |
coming out of his hair | saçlarının arasından çıkan |
coming out of his hair from both sides of his front | saçlarının arasından alnının her iki yanından çıkan |
Coming out of his hair, from(on) both sides of his front his horns appeared. | Saçlarının arasından alnının her iki yanından çıkan boynuzları görünmekteydi. |
corner | köşe |
covered with hair (fur) | kıllarla kaplı |
covered with snow | karla kaplı |
covering (having covered) (k) | kaplamış |
covering (having covered) all of his face | bütün yüzünü kaplamış |
crunch - crunch (sound) | kırt-kırt |
cupboard | dolap |
curious | meraklı |
curly | kıvırcık |
curly hair | kıvırcık saçlar |
curtain | perde |
cute /charming /amiable | sevimli |
darkness | karanlık |
day | gün |
dead | ölü |
decision | karar |
deer | geyik |
Did you see those mountains while coming here? | Buraya gelirken o dağları gördünüz mü? |
Did you see those mountains? | O dağları gördünüz mü? |
Did you see? | gördünüz mü? |
dining room | yemek odası |
direction | yön |
distant | uzak |
Don't talk like this! | Böyle konuşma! |
Don't talk! | Konuşma! |
door | kapı |
doors leading row after row to empty rooms /rows of doors opening to empty rooms | boş odalara açılan sıra sıra kapılar |
doors leading/opening to empty rooms | boş odalara açılan kapılar |
doubtless | kuşkusuz |
Doubtless /no doubt | kuşkusuz |
down | aşağı |
during | sırasında |
during the war | savaş sırasında |
eagle | kartal |
easily | kolayca |
Edmund (the second youngest of them) had wanted to laugh | Edmund (ikinci küçükleriydi) gülmek istemişti. |
Edmund had been forced to /Edmund had had to... | Edmund zorunda kalmıştı. |
Edmund had had to act/behave | Edmund davranmak zorunda kalmıştı. |
Edmund had to act/behave as if blowing his nose | Edmund sümkürür gibi davranmak zorunda kalmıştı. |
Edmund had wanted to | Edmund istemişti |
Edmund had wanted to laugh | Edmund gülmek istemişti |
Edmund had wanted to laugh but not to show it he had to clean his nose. | Edmund gülmek istemişti, ama belli etmemek için sümkürür gibi davranmak zorunda kalmıştı. |
Edmund who grew bad-tempered | huysuzlaşan Edmund |
Edmund who was tired (being tired) | yorgun olan Edmund |
Edmund who was tired and who grew bad-tempered when he was tired | yorgun olan yorgun olunca da huysuzlaşan Edmund |
Edmund who was tired, but (a) trying to dissimulate this | yorgun olan, ancak bunu belli etmemeye çalışan Edmund |
Edmund, who was tired and getting distempered when he was tired, but (a) trying to dissimulate this | Yorgun olan, yorgun olunca da huysuzlaşan, ancak bunu belli etmemeye çalışan Edmund |
Edmund, who was tired and getting distempered when he was tired, but (a) trying to dissimulate this, said:'Give me a break! Don't talk like this!" | Yorgun olan yorgun olunca da huysuzlaşan, ancak bunu belli etmemeye çalışan Edmund 'Saçmalama' dedi. 'Böyle konuşma!' |
Edmund, who was trying to dissimulate this | bunu belli etmemeye çalışan Edmund |
empty | boş |
empty rooms | boş odalar |
even | bile |
even | hatta |
even thorny | hatta dikenli |
even to go to the dining room | yemek odasına gitmek bile |
even to go to the dining room it takes ten minutes | yemek odasına gitmek bile on dakika sürüyor |
evening | akşam |
Everybody joined in this decision /Everybody agreed | Herkes bu karara katıldı |
everyone | herkes |
everything | her şey |
Everything will be very wonderfull. | Her şey çok harika olacak. |
exactly | tam olarak |
except /besides (lit. if we don't count) | saymazsak |
except for (d) | dışında |
except for Lucy | Lucy dışında |
except for the dead fly | ölü sineği saymazsak |
except for the dead fly on the window sill | pencerenin denizliğindeki ölü sineği saymazsak |
Except for the dead fly on the window sill there was really nothing else in the room. | Odada pencerenin denizliğindeki ölü sineği saymazsak; gerçekten başka bir şey yoktu. |
except for the dead fly there was really nothing else | ölü sineği saymazsak, gerçekten başka bir şey yoktu |
Except for the dead fly there was really nothing else in the room. | Odada ölü sineği saymazsak; gerçekten başka bir şey yoktu. |
except for the fly / if we don't count the fly | sineği saymazsak |
excited | heyecanlı |
excuse me / forgive me | beni affet |
expecting to touch the back of the cupboard she advanced one more step inside | dolabın arkasına dokunacağını umarak içeriye doğru bir adım daha ilerledi |
expecting to touch the back of the cupboard she advanced one more step-then two or three - inside | dolabın arkasına dokunacağını umarak içeriye doğru bir - sonra iki ya da üç - adım daha ilerledi |
Expecting to touch the back of the cupboard with her fingers she advanced one more step-then two or three - inside | Parmaklarıyla dolabın arkasına dokunacağını umarak içeriye doğru bir - sonra iki ya da üç - adım daha ilerledi |
exploration /research | araştırma |
face | yüz |
face | yüz |
far /away /remote | uzak |
far away | epeyce uzakta |
far from London | Londra'dan uzak |
fifteen | on beş |
fifteen kilometers | on beş kilometre |
fifteen kilometers away | on beş kilometre uzakta |
fifteen kilometers away from the nearest train station | en yakın tren istasyonundan on beş kilometre uzakta |
finger | parmak |
five | beş |
five stairs up | beş basamak yukarı |
flock / herd/swarm / crowd | sürü |
floor /base /Boden | taban |
floor /étage | kat |
fly (insect) | sinek |
fold / Falte | büklüm |
following | ertesi |
food | yemek |
foot | ayak |
foot /leg | ayak |
footsteps (sound of..) | ayak sesleri |
for birds | kuşlar için |
for oneself | kendine |
for someone to lock himself inside the cupboard | birinin kendini dolaba kapatması |
four | dört |
four children | dört çocuk |
four children called Peter, Susan, Edmund and Lucy | isimleri Peter, Susan, Edmund ve Lucy olan dört çocuk |
four feet | dört ayak |
fox | tilki |
from both sides | her iki yanından |
from both sides of his front | alnının her iki yanından |
from his waist up /above his waist | belinden yukarısı |
from out of his hair | saçlarının arasından |
from the train station | tren istasyonundan |
from the window | pencereden |
from two sides | iki yanından |
from/of red wool | kırmızı yünden |
front (part of the face) /Stirn | alın |
full | dolu |
full | dolu |
full of paintings | resimlerle dolu |
fur /fur coat | kürk |
garden | bahçe |
girl | kız |
Go sleep yourself! | Git kendin yat! |
go sleep! | git yat! |
go! | git! |
goat | keçi |
goat leg | keçi bacağı |
Good evening | iyi akşamlar |
good night | iyi geceler |
Goodness gracious me! / Omg! / Help! /oh! | Aman aman |
goofy /scatterbrain /ninny | sersem |
green | yeşil |
green curtains | yeşil perdeler |
grumpy /cranky /moody | huysuz |
guest | misafir |
guest bed room | misafir yatak odası |
guest room | misafir odası |
hair (pl) | saçlar |
hallway | koridor |
hand | el |
hands | eller |
hanging | asılı |
happening to them | onların başına gelen |
hard /solid /firm | sert |
hawk | şahin |
He continued | Devam ediyordu |
he didn't answer | yanıt vermedi |
he doesn't say | demez |
he dropped all his packages to the ground | bütün paketlerini yere düşürdü |
He had a scarf around his neck. | Boynunda bir atkı vardı. |
He had a small face. | Küçük bir yüzü vardı. |
He had a strange (g), but pleasant little face | Garip, ama hoş küçük bir yüzü vardı. |
He had an umbrella in his hand. | Elinde bir şemsiye vardı. |
he had placed his tail on his arm holding the umbrella | kuyruğunu şemsiyeyi tutan kolunun üzerine yerleştirmişti |
he had placed his tail smoothly on his arm holding the umbrella | kuyruğunu şemsiyeyi tutan kolunun üzerine düzgünce yerleştirmişti |
he lived | yaşıyordu |
He lived in a very big house. | Çok büyük bir evde yaşıyordu. |
He lived together with his housekeeper and three servants. | Kâhyası ve üç hizmetçi ile birlikte yaşıyordu. |
He lived together with his housekeeper Mrs Macready and three servants in a very big house. | Kâhyası Bayan Macready ve üç hizmetçi ile birlikte çok büyük bir evde yaşıyordu. |
He looked like as if he had done Christmas shopping. | sanki Noel alışverişi yapmış gibi görünüyordu |
he looked so strange | öyle tuhaf görünüyordu |
he looked so strange, that Lucy had been afraid of him | öyle tuhaf görünüyordu, ki Lucy ondan korkmuştu |
he looked so strange, that... | öyle tuhaf görünüyordu, ki... |
he looked strange | tuhaf görünüyordu |
he seemed /he looked | görünüyordu |
He was a little taller than Lucy | Lucy'den biraz daha uzun boyluydu. |
He was a little taller than Lucy and had an umbrella covered with very white snow in his hand. | Lucy'den biraz daha uzun boyluydu ve elinde bembeyaz karla kaplı bir şemsiye vardı. |
he was busy | meşguldü |
He was carrying a lot of packages. | Bir sürü paket taşıyordu. |
he was holding the umbrella | şemsiyeyi tutuyordu |
he was in human form | insan şeklindeydi |
he was in the room | odadaydı |
he was not | değildi |
he was so busy | o kadar meşguldü |
he was so surprised that | öyle şaşırmıştı ki |
He was tall | uzun boyluydu |
he will allow | izin verecek |
head | baş |
heavy / dense /busy | yoğun |
her arms | kolları |
her shoulder | omzu |
Here | Burada |
here (nominative) /this place | burası |
here/in this place (locative) | burada |
his arm holding the umbrella | şemsiyeyi tutan kolu |
his face | yüzü |
his front (face) /seine Stirn | alnı |
his horns appeared | boynuzları görünmekteydi |
his housekeeper | kâhyası |
his legs | bacakları |
his legs were like goat legs | bacakları keçi bacağı gibiydi |
his neck | boynu |
his skin(t) also was quite red | teni de oldukça kırmızıydı |
hoof | toynak |
horn | boynuz |
house | ev |
housemaid /servant | hizmetçi |
how | nasıl |
How so? /How's that? / What do you mean? | Nasıl yani? |
How stupid of me | Ah aptal kafam |
however (a) Lucy didn't notice this in the beginning | ancak Lucy bunu başlangıçta fark etmemişti |
however /but /lediglich | ancak |
however /whereas (h) | halbuki |
however the door opened | halbuki kapı açıldı |
however the door opened easily | halbuki kapı kolayca açıldı |
however the door opened surprisingly easy | halbuki kapı sürpriz bir şekilde kolayca açıldı |
However the door opened surprisingly easy and two mothballs fell to the ground. | Halbuki kapı sürpriz bir şekilde kolayca açıldı ve iki naftalin topağı yere düştü. |
human | insan |
human | insan |
human form | insan şekli |
I | ben |
I always can go back (lit. my going back is possible) | her zaman geri dönmem mümkün |
I am a girl | bir kızım |
I am delighted | çok memnun oldum |
I am human | bir insanım |
I bet ten to one that ... | Bire on bahse girerim ki... |
I bet ten to one that in one hour it will clear up. | Bire on bahse girerim ki bir saate kalmaz hava açılır. |
I bet that... | bahse girerim ki... |
I didn't see a son of Adam or a daughter of Eve | ne bir Adamoğlu ne de bir Havvakızı gördüm |
I don't go back / my going back | geri dönmem |
I don't want to be inquisitive (curious) | meraklı olmak istemiyorum |
I have never seen a Son of Adam or a Daughter of Eve before. | Daha önce ne bir Adamoğlu ne de bir Havvakızı gördüm. |
I say | derim |
I say let's start exploring tomorrow. | Yarın araştırmaya başlayalım, derim. |
I will do | yapacağım |
I will do research | araştırma yapacağım |
I will do research in the house. | Ben evde araştırma yapacağım. |
I will go | gideceğim |
I will go to sleep | yatmaya gideceğim |
I will now go to sleep. | Ben şimdi yatmaya gideceğim. |
I wonder | acaba |
if there is a problem | sorun çıkarsa |
if there is a problem I can always go back (lit. if there is a problem my going back is always possible) | Bir sorun çıkarsa, her zaman geri dönmem mümkün |
if they hear | duyarlarsa |
if they hear that we talk | konuştuğumuzu duyarlarsa |
if they hear that we talk here | Burada konuştuğumuzu duyarlarsa |
if they hear that we talk here, there will be a row. | Burada konuştuğumuzu duyarlarsa patırtı çıkar. |
if we all go to bed | hepimiz yatsak |
if we do | yaparsak |
if we go to bed | yatsak |
immediately | hemen |
immediately /at once | hemen |
immediately she entered the wardrobe | hemen dolabın içine girdi |
in a corner | bir köşede |
in a few centimeters | birkaç santim uzakta |
in a house | bir evde |
in a place like this | böyle bir yerde |
In a place like this you can find anything. | Böyle bir yerde her şeyi bulmak mümkün. |
in a rural area | kırsal bir bölgede |
in a very big house | çok büyük bir evde |
in about ten minutes she reached the light | yaklaşık on dakikada ışığa ulaştı |
In about ten minutes she reached the light and saw that this was a lamp post. | Yaklaşık on dakikada ışığa ulaştı ve bunun bir lamba direği olduğunu gördü. |
In addition he had a tail, however (a) Lucy didn't notice this in the beginning | Bir de kuyruğu vardı, ancak Lucy bunu başlangıçta fark etmemişti. |
In addition he had a tail, however (a) Lucy didn't notice this in the beginning, because in order to keep it from trailing in the snow the Faun had placed his tail smoothly on his arm holding the umbrella. | Bir de kuyruğu vardı ancak Lucy bunu başlangıçta fark etmemişti, çünkü Faun, kuyruğunun karda sürünmesini engellemek için şemsiyeyi tutan kolunun üzerine düzgünce yerleştirmişti. |
In addition he had a tail. | Bir de kuyruğu vardı. |
in an hour | bir saate kalmaz |
in between | arasında |
in front of | önünde |
in front of her | onun önünde |
in its corner | bir köşesinde |
in one direction | bir yöne |
in order not to hit her face | yüzünü çarpmamak için |
in order not to hit her face at the back of the cupboard | yüzünü dolabın arkasına çarpmamak için |
in order not to hit her face at the back of the cupboard she stretched out her arms to the front | yüzünü dolabın arkasına çarpmamak için kollarını öne uzatmıştı. |
in order to keep from | engellemek için |
in order to prevent from trailing in the snow | karda sürünmesini engellemek için |
In order to prevent it from trailing in the snow, the Faun had placed his tail smoothly on his arm holding the umbrella. | Faun, kuyruğunun karda sürünmesini engellemek için şemsiyeyi tutan kolunun üzerine düzgünce yerleştirmişti. |
in the beginning | başlangıçta |
in the beginning | başlangıçta |
in the beginning it didn't answer | başlangıçta yanıt vermedi |
in the darkness | karanlıkta |
in the darkness of the night | gecenin karanlığında |
in the distance | uzakta |
in the middle of | ortasında |
in the middle of a wood | bir ormanın ortasında |
in the place | yerde |
in the place where should have been | olması gereken yerde |
in the place where should have been the back side of the cupboard | dolabın arka yüzünün olması gereken yerde |
in the room | odada |
in the story | hikâyede |
in the wood | ormanın içinde |
in this way /thus | bu şekilde |
in/at about ten minutes | yaklaşık on dakikada |
instead of | yerine |
instead of feet | ayak yerine |
instead of feet he had hooves | ayak yerine toynakları vardı |
instead of the smooth and hard surface of the cupboard floor | dolabın tabanının düzgün ve sert yüzeyi yerine |
instead of the smooth and hard surface of the cupboard floor she touched something soft | Dolabın tabanının düzgün ve sert yüzeyi yerine yumuşak bir şeye dokundu. |
Instead of the smooth and hard surface of the cupboard floor she touched something soft, powdery and very cold. | Dolabın tabanının düzgün ve sert yüzeyi yerine yumuşak, toz halinde ve çok soğuk bir şeye dokundu. |
into the bright light (into the brightness of the light) | ışığın aydınlığına |
isn't it? /aren't you? /am I not? | değil mi? |
it had many unexpected places | umulmadık birçok yeri vardı |
It seemed to be still daylight there. | Orada hâlâ gün ışığı varmış gibi görünmekteydi. |
It seemed to be... | ... gibi görünmekteydi |
it takes / pass (time) | sürüyor |
it takes ten minutes | on dakika sürüyor |
it was /they were in the middle of falling | düşmekteydi |
It was almost completely dark here | burası neredeyse tamamen karanlıktı |
It was almost completely dark here and in order not to hit her face at the back of the cupboard she stretched out her arms towards the front. | Burası neredeyse tamamen karanlıktı ve yüzünü dolabın arkasına çarpmamak için kollarını öne uzatmıştı. |
it was not fur but a hard, rough and thorny thing | kürk değil sert, kaba ve dikenli bir şeydi |
it was not possible to see either the mountains or the trees | Ne dağları ne de ağaçları görmek mümkündü |
It was not possible to see either the mountains or the trees or the creek in the garden. | Ne dağları ne ağaçları ne de bahçedeki dereyi görmek mümkündü. |
it was not possible to see the creek | dereyi görmek mümkün değildi |
it was possible | mümkündü |
it was possible to see | görmek mümkündü |
it was possible to see mountains and trees | dağları ve ağaçları görmek mümkündü |
it was raining | yağmur yağıyordu |
it was raining heavily | yoğun bir yağmur yağıyordu |
it was raining so heavlily that.. | öyle yoğun bir yağmur yağıyordu ki... |
it was still snowing | halen kar yağmaktaydı |
it will clear up /the weather will clear up | hava açılır |
it will clear up in an hour | bir saate kalmaz hava açılır |
it would be foolish for someone (a human) to lock himself inside a cupboard | insanın kendisini bir dolaba kapatması sersemlik olacaktı |
it would rain | yağmur yağacaktı |
it wouldn't be good | iyi olmaz |
it's possible to find | bulmak mümkün |
it's possible to find anything | her şeyi bulmak mümkün |
its smell | onun kokusu |
just in time | tam zamanında |
kind | tür |
kind of house | türden bir ev |
l'évangile /gospel /New Testament /(commonly used for: Bible) | incil |
lamp /light | lamba |
lamp post | lamba direği |
leading (opening) to a upper floor and a balcony | bir üst koridor ve balkona açılan |
leave /stop /give up /Drop it! /Chuck it! | bırak! |
leg | bacak |
let us do | yapalım |
let's start | başlayalım |
Let's start exploring tomorrow. | Yarın araştırmaya başlayalım |
light | ışık |
like | gibi |
like | gibi |
like blowing his nose | sümkürür gibi |
like branches of a tree | bir ağacın dalları gibi |
like my mother | annem gibi |
lion | aslan |
Little later she walked towards the depth of the cupboard | Az sonra dolabın derinliğine doğru yürüdü |
little river /creek | dere |
locked | kilitli |
London | Londra |
long | uzun |
long /tall | uzun |
long hallways | uzun koridorlar |
longer | daha uzun |
low | alçak |
Lucy (the youngest of them) was afraid | Lucy (en küçükleriydi) korkmuştu. |
Lucy had stayed behind | Lucy geride kalmıştı. |
Lucy had stayed behind, because while (o. h.) she was almost sure that it was locked she thought it was worth trying to open the door of the wardrobe. | Lucy geride kalmıştı, çünkü kilitli olduğuna neredeyse emin olduğu halde, dolabın kapısını açmanın denenmeye değeceğini düşünmüştü. |
Lucy was a bit afraid, but at the same time she was also curious and excited. . | Lucy biraz korkmuştu, ama aynı zamanda meraklı ve heyecanlıydı da. |
Lucy was a bit afraid, but at the same time she was curious. | Lucy biraz korkmuştu, ama aynı zamanda meraklıydı. |
Lucy was a bit afraid. | Lucy biraz korkmuştu. |
Lucy was scared of him and Edmund had wanted to laugh. | Lucy ondan korkmuş ve Edmund gülmek istemişti. |
man | adam |
man /human | insan |
married | evli |
Maybe there are eagles (existing/fact) | Belki kartallar vardır. |
Maybe there are eagles (existing/fact), maybe deers. | Belki kartallar vardır, belki geyikler. |
messy | dağınık |
messy white hair | dağınık beyaz saçlar |
messy white hair covering (having covered) all of his face | bütün yüzünü kaplamış dağınık beyaz saçlar |
mirror /looking glass | ayna |
morning | sabah |
most of them being long fur coats | çoğunluğu uzun kürk olan |
most of them were quite old books | çoğunluğu epeyce eski kitaplardı |
mothballs | naftalin topağı |
mothballs, I wonder | naftalin topakları mı, acaba |
mothballs? | naftalin topakları mı? |
mother | anne |
mountain | dağ |
Mr. (after the name) | Bey |
Mr. Tumnus | Tumnus Bey |
Mrs. Macready | Bayan Macready |
much /excessive | fazla |
much bigger | çok daha büyük |
much bigger than 'the ones' / what she had seen | gördüklerinden çok daha büyük |
my mother | annem |
my name | benim adım |
name | ad |
name (i) | isim |
names (i) | isimler |
near | yakın |
neck | boyun |
neither mountains nor trees | ne dağlar ne de ağaçlar |
neither nor (+ pos verb) | ne ne de |
neither... nor... | ne... ne de... |
new /recent(ly) / only just | yeni |
night | gece |
night | gece |
No doubt she left the door open | Kuşkusuz kapıyı açık bırakmıştı |
No doubt she left the door open because she knew it would be foolish for someone (a human) to lock himself inside a cupboard | Kuşkusuz kapıyı açık bırakmıştı,çünkü insanın kendisini bir dolaba kapatmasının sersemlik olacağını biliyordu. |
nobody | kimse |
nobody will say a thing | kimse bir şey demez |
not at few centimeters distance at the place where the back side of the cupboard should have been | birkaç santim uzakta dolabın arka yüzünün olması gereken yerde değil |
not exactly understanding | tam olarak anlamayarak |
not for me / not according to me | bana göre değil |
not to do | yapmamak |
not to show this /to dissimulate this | bunu belli etmemek |
Nothing will happen. | Bir şey olmaz. |
of a kind | bir türden |
of course | tabii ki |
of course (that) | tabii ki |
of course /naturally (e) | elbette |
of course /naturally (e) | elbette |
of course she had left the door open | tabii ki kapıyı açık bırakmıştı |
old /ancient | eski |
old man /old woman | ihtiyar |
on the top floor | üst katta |
on top of /onto (direction) | üzerine |
on top of her (direction/dative) | üzerine |
Once there were four children called Peter, Susan, Edmund and Lucy. | Bir zamanlar isimleri Peter, Susan, Edmund ve Lucy olan dört çocuk vardı. |
once upon a time | bir zamanlar |
Once upon a time there were four children. | Bir zamanlar dört çocuk vardı. |
one / a | bir |
one child /a child | bir çocuk |
one of his hands | ellerinden biri |
one, two, three, four, five | bir, iki, üç, dört, beş |
only /just (s) | sadece |
only a bird | sadece bir kuş |
only/but /however /yet (a) | ancak |
opening into each other | birbirine açılan |
our situation | durumumuz |
outside /exterior | dışarı |
over her shoulder (ablative) | omzunun üzerinden |
owl | baykuş |
painting /picture /drawing | resim |
paper | kağıt |
past tense suffix for adjectives | -(y) di |
pellet (ball) | topak |
place | yer |
pleasant | hoş |
pointed /sharp /spitz | sivri |
pole /post /beam/mast | direk |
possible (m) | mümkün |
possible (m) | mümkün |
possibly hawks, too | şahinler de olabilir |
post office | postane |
powder/ dust | toz |
powdery /pulverulent | toz halinde |
pretty old books | epeyce eski kitaplar |
problem | sorun |
professor | profesör |
pushing coats to the side | paltoları kenara iterek |
pushing the soft folds of the coats to the side | paltoların yumuşak büklümlerini kenara iterek |
quite /pretty | epeyce |
quite good | oldukça iyi |
radio | radyo |
rain | yağmur |
really | gerçekten |
red | kırmızı |
respectfully | saygıyla |
right /correct | haklı |
role | rol |
room | oda |
room | oda |
row /line | sıra |
row after row /in rows /row by row | sıra sıra |
rural | kırsal |
scarf | atkı |
second | ikinci |
She advanced in/through the wood. | Ormanın içinde ilerledi. |
she advanced one more step inside | içeriye doğru bir adım daha ilerledi |
she advanced one, two more steps | bir iki adım daha ilerledi |
She began to advance | ilerlemeye başladı |
She began to advance through the wood towards the other light. | Ormanın içinde diğer ışığa doğru ilerlemeye başladı. |
She began to advance towards the light. | ışığa doğru ilerlemeye başladı |
She began to advance towards the other light | Diğer ışığa doğru ilerlemeye başladı. |
she could even see the room passing through which she had come this way | hatta içinden geçerek bu tarafa geldiği odayı görebiliyordu |
she could see | görebiliyordu |
She could see the open door of the cupboard | Dolabın açık kapısını görebiliyordu. |
she didn't exactly understand | tam olarak anlamadı |
she dived inbetween the coats | paltoların arasına daldı |
she felt some things crunching under her feet | ayaklarının altında çıtırdayan bir şeyler hissetti |
she had thought | düşünmüştü |
she had thought it would be worth | değeceğini düşünmüştü |
she had thought it would be worth to be tried /she thought it was worth trying | denenmeye değeceğini düşünmüştü |
she heard | duydu |
she heard the sound of footsteps | ayak sesleri duydu |
she heard the sound of footsteps approaching herself | kendine doğru yaklaşan ayak sesleri duydu |
she knew how foolish it was | ne kadar aptalca olduğunu biliyordu |
she knew how foolish it was for someone to lock himself inside the cupboard | birinin kendini dolaba kapatmasının ne kadar aptalca olduğunu biliyordu |
she noticed that behind the first row there was a second row | ilk sıranın ardında ikinci bir sıra olduğunu fark etti |
she noticed that beyond the first row there was another second row of coats hanging | ilk sıranın ardında ikinci bir sıra paltonun daha asılı olduğunu fark etti |
she noticed that it was still snowing. | Halen kar yağmakta olduğunu fark etti. |
She noticed that the thing was no longer soft fur but something hard, rough and even thorny. | şeyin artık yumuşak kürk değil, sert, kaba ve hatta dikenli bir şey olduğunu fark etti |
she noticed that the thing was not any longer soft fur but a hard, rough and thorny thing | şeyin artık yumuşak kürk değil, sert, kaba ve dikenli bir şey olduğunu fark etti |
She noticed that the thing was something thorny. | şeyin dikenli bir şey olduğunu fark etti |
she noticed that there was another row of coats hanging | bir sıra paltonun daha asılı olduğunu fark etti |
She noticed that under her feet was snow (pl). | Ayaklarının altında karlar olduğunu fark etti. |
she reached the light | ışığa ulaştı |
She saw a light. | Bir ışık gördü. |
she saw a row of (a lot of - s) coats hanging | sürüyle paltonun asılı olduğunu gördü |
she saw that the coat was hanging | paltonun asılı olduğunu gördü |
she saw that this was a lamp post | bunun bir lamba direği olduğunu gördü. |
she saw the coat | paltoyu gördü |
she stood and | durup |
She stretched out her arms towards the front | kollarını öne uzatmıştı |
she touched something | bir şeye dokundu |
she touched something soft | yumuşak bir şeye dokundu |
she touched something soft and powdery | yumuşak ve toz halinde bir şeye dokundu |
she understood exactly | tam olarak anladı |
she was curious | meraklıydı |
she was curious and excited | meraklı ve heyecanlıydı |
she was excited | heyecanlıydı |
She was the youngest of them. | en küçükleriydi |
she wiped her face over the coats | yüzünü paltolara sürdü |
she wondered and... | merak edip |
She wondered why there was a lamp post in the middle of the wood and... | Neden ormanın ortasında bir lamba direği olduğunu merak edip |
shopping | alışveriş |
short | kısa |
shoulder | omuz |
side (k) | kenar |
side (t) | taraf |
side (y) | yan |
situation (d) | durum |
size /height | boy |
skin (t) | ten |
sleep! | yat! |
small /young | küçük |
smell | koku |
smooth /straight /glatt | düzgün |
smooth and hard | düzgün ve sert |
smoothly | düzgünce |
snake | yılan |
snow | kar |
snow-white /extremely white | bembeyaz |
so / namely | yani |
so /such | öyle |
so /such | öyle |
so many | o kadar çok |
so many hallways | o kadar çok koridor |
so/such /like this | böyle |
soft | yumuşak |
soft and cold things | yumuşak ve soğuk şeyler |
soft and cold things were in the middle of falling | yumuşak ve soğuk şeyler düşmekteydi |
Soft and cold things were in the middle of falling on her. | Yumuşak ve soğuk şeyler üzerine düşmekteydi. |
some (of them) | bazıları |
some of them were bigger than the Bible in a church | bazıları kilisedeki İncil'den bile büyüktü. |
some things crunching | çıtırdayan bir şeyler |
some things crunching under her feet | ayaklarının altında çıtırdayan bir şeyler |
someone strange | tuhaf birisi |
Someone strange came out from among the trees into the bright light. | Tuhaf birisi ağaçların arasından ışığın aydınlığına çıktı. |
Someone strange came out from among the trees. | Tuhaf birisi ağaçların arasından çıktı. |
something | bir şey |
something happening to them | onların başına gelen bir şey |
something other than a big cupboard/closet having a mirror in its door | kapısında ayna olan büyük bir dolaptan başka bir şey |
something other than a cupboard/closet | dolaptan başka bir şey |
something(s) | bir şeyler |
sound /voice /noise | ses |
sound /voice /noise | ses |
staircase | merdiven |
station | istasyon |
step /stair | basamak |
steward /butler /chamberlain (housekeeper) | kâhya |
still | halen |
still | hâlâ |
still advancing | hâlâ ilerleyerek |
still advancing and pushing coats to the side | hâlâ ilerleyerek ve paltoları kenara iterek |
still being a bit puzzled | hâlâ biraz şaşkın olarak |
Stop complaining! | Bırak şikayet etmeyi! |
story | hikâye |
strange (g) | garip |
strange (t) | tuhaf |
strange /odd /weird (g) | garip |
stupid | aptal |
stupid /foolish (adv) | aptalca |
successively | ardı sıra |
such a house | öyle bir ev |
suddenly | aniden |
surface | yüzey |
surprise | sürpriz |
surprisingly | sürpriz bir şekilde |
surprisingly easy | sürpriz bir şekilde kolayca |
surprized /puzzled | şaşkın |
tail | kuyruk |
tall | uzun boylu |
team /group | takım |
ten | on |
ten minutes | on dakika |
ten to one | bire on |
than the ones /what she/they had seen | gördüklerinden |
that /those | o |
that we talk | konuştuğumuz |
that we want | istediğimiz |
that you could not finish | bitiremediğiniz |
that you couldn't finish (with) visting /you couldn't finish travelling around | gezmekle bitiremediğiniz |
that... | ki... |
the back of the cupboard | dolabın arkası |
the back side of the cupboard | dolabın arka yüzü |
the bible in church (lit. the NT) | kilisedeki incil |
the boys came | oğlanlar geldiler |
the boys came to the girls'room | oğlanlar kızların odasına geldiler |
The boys came to the girls'room and they began to look around together. | Oğlanlar kızların odasına geldiler ve birlikte etrafı gözden geçirmeye başladılar. |
the children had been sent | çocuklar gönderilmişlerdi |
The children had been sent to the house of an old professor. | Çocuklar yaşlı bir profesörün evine gönderilmişlerdi. |
The children were sent to the house of an elderly professor in a rural area fifteen kilometers away from the nearest train station and three kilometers from the post office. | Çocuklar, kırsal bir bölgede en yakın tren istasyonundan on beş kilometre ve en yakın postaneden üç kilometre uzakta olan yaşlı bir profesörün evine gönderilmişlerdi. |
The children were sent to the house of an elderly professor in a rural area. | Çocuklar kırsal bir bölgede olan yaşlı bir profesörün evine gönderilmişlerdi. |
the coat was hanging | palto asılıydı |
the creek which was in the garden | bahçedeki dere |
the crunch-crunch sounds | kırt-kırt sesleri |
the crunch-crunch sounds coming from the snow | karlardan gelen kırt-kırt sesleri |
the daylight | gün ışığı |
the dead fly | ölü sinek |
the dead fly on the window sill | pencerenin denizliğindeki ölü sinek |
the depth | derinlik |
the depth of the cupboard | dolabın derinliği |
The faun was so busy gathering his packages | Faun paketlerini toplamakla o kadar meşguldü |
The faun was so busy gathering his packages, that it didn't answer in the beginning. | Faun paketlerini toplamakla o kadar meşguldü, ki başlangıçta yanıt vermedi. |
the first | ilk |
the first evening | ilk akşam |
the first few doors | ilk birkaç kapı |
The first few doors opened /led as the children had expected to guest bed rooms | ilk birkaç kapı, çocukların beklediği gibi, misafir yatak odalarına açılıyordu |
The first few doors opened /led as the children had expected to guest bed rooms, but a little later they came to a very long room full of paintings and there they saw an armour. | ilk birkaç kapı, çocukların beklediği gibi, misafir yatak odalarına açılıyordu, fakat az sonra resimlerle dolu, çok uzun bir odaya geldiler ve orada bir zırh gördüler. |
The first few doors opened /led as the children had expected to guest bed rooms, but a little later they came to a very long room full of paintings. | ilk birkaç kapı, çocukların beklediği gibi, misafir yatak odalarına açılıyordu, fakat az sonra resimlerle dolu, çok uzun bir odaya geldiler. |
the first few doors opened /led to guest bed rooms | ilk birkaç kapı misafir yatak odalarına açılıyordu |
the first few doors opened to /led to | ilk birkaç kapı açılıyordu |
the first night | ilk gece |
The first night, (when they) said good night to the professor and... | İlk gece, Profesör'e iyi geceler deyip... |
The first night, after (they)had said good night to the professor and gone upstairs | İlk gece, Profesör'e iyi geceler deyip yukarı kata çıktıktan sonra |
The first night, after (they)had said good night to the professor and gone upstairs, the boys came to the girls'room and they began to look around together. | İlk gece, Profesör'e iyi geceler deyip yukarı kata çıktıktan sonra oğlanlar kızların odasına geldiler ve birlikte etrafı gözden geçirmeye başladılar. |
the following morning | ertesi sabah |
the girl's room | kızların odası |
the hard and smooth surface | düzgün ve sert yüzey |
the house of an elderly professor in a rural area | kırsal bir bölgede olan yaşlı bir profesörün evi |
the house of an old professor, which was fifteen kilometers away from the nearest train station | en yakın tren istasyonundan on beş kilometre uzakta olan yaşlı bir profesörün evi |
The lion and the witch | aslan ve cadı |
The lion, the witch and the wardrobe | Aslan, Cadı ve Dolap |
the long hallways and the rows of doors opening to empty rooms had begun to frighten her | uzun koridorlar ve boş odalara açılan sıra sıra kapılar onu ürpertmeye başlamıştı. |
the majority /most of them | çoğunluğu |
the nearest | en yakın |
the nearest train station | en yakın tren istasyonu |
the old man will allow | ihtiyar izin verecek |
The old man will allow that we do all we want. | İhtiyar her istediğimizi yapmamıza izin verecek. |
the ones she/they had seen / what she/they had seen | gördükleri |
the open door of the cupboard | dolabın açık kapısı |
the other | diğer |
the other | diğer |
the other direction | diğer yöne |
The professor looked so strange, that Edmund had wanted to laugh, but not to show it, he had to pretend cleaning his nose. | Profesör öyle tuhaf görünüyordu, ki Edmund gülmek istemişti, ama belli etmemek için sümkürür gibi davranmak zorunda kalmıştı. |
The professor looked so strange, that Edmund had wanted to laugh. | Profesör öyle tuhaf görünüyordu, ki Edmund gülmek istemişti. |
The professor looked so strange, that Lucy had been afraid of him and Edmund had wanted to laugh, but not to show it, he had to pretend cleaning his nose. | Profesör öyle tuhaf görünüyordu, ki Lucy ondan korkmuş ve Edmund gülmek istemişti ama belli etmemek için sümkürür gibi davranmak zorunda kalmıştı. |
The professor was a man who had white hair. | Profesör beyaz saçları olan bir adamdı. |
The professor was a man. | Profesör bir adamdı. |
The professor was a very old man who had messy white hair covering almost all of his face and the children loved him immediately. | Profesör neredeyse bütün yüzünü kaplamış dağınık beyaz saçları olan çok yaşlı bir adamdı ve çocuklar onu hemen sevmişlerdi. |
The professor was a very old man who had messy white hair covering almost all of his face. | Profesör neredeyse bütün yüzünü kaplamış dağınık beyaz saçları olan çok yaşlı bir adamdı |
The professor was a very old man who had white hair. | Profesör beyaz saçları olan çok yaşlı bir adamdı. |
The professor was a very old man. | Profesör çok yaşlı bir adamdı. |
The professor was married. | Profesör evliydi. |
The professor was not married and lived together with his housekeeper Mrs Macready and three servants (whose names were İvy, Margaret and Betty but who didn't play an excessive role in the story) in a very big house. | Profesör evli değildi ve kâhyası Bayan Macready ve (isimleri İvy, Margaret ve Betty olan, ama hikâyede fazla rolleri olmayan) üç hizmetçi ile birlikte çok büyük bir evde yaşıyordu. |
The professor was not married and lived together with his housekeeper Mrs Macready and three servants in a very big house. | Profesör evli değildi ve kâhyası Bayan Macready ve üç hizmetçi ile birlikte çok büyük bir evde yaşıyordu. |
The professor was not married. | Profesör evli değildi. |
the professor's house | profesörün evi |
the room being set apart for them | onlara ayrılan oda |
the room passing through which she had come this way | içinden geçerek bu tarafa geldiği oda |
the rows of doors opening to empty rooms had begun to frighten her | boş odalara açılan sıra sıra kapılar onu ürpertmeye başlamıştı |
the same | aynı |
the smallest /the youngest | en küçük |
the smallest /youngest of them | en küçükleri |
the smooth and hard surface of the cupboard floor | dolabın tabanının düzgün ve sert yüzeyi |
the snow (pl) which was under her feet | ayaklarının altındaki karlar |
the soft folds of the coats | paltoların yumuşak büklümleri |
the thing being something thorny | şeyin dikenli bir şey olduğu |
the thing touching her hands and her face | ellerine ve yüzüne dokunan şey |
the thing was not any longer soft fur but a hard, rough and thorny thing | şey artık yumuşak kürk değil, sert, kaba ve dikenli bir şeydi |
the whole group | tüm takım |
the whole group except for Lucy | Lucy dışında tüm takım |
the whole group went outside again | tüm takım yeniden dışarıya çıktı |
the whole group went outside again except for Lucy | Lucy dışında tüm takım dışarıya çıktı. |
the window sill | pencerenin denizliği |
their | onların |
their adventures | maceraları |
their breakfast | kahvaltıları |
their head | onların başı |
their names | isimleri |
their names being / called | isimleri olan |
Then she felt some things crunching under her feet. | Sonra ayaklarının altında çıtırdayan bir şeyler hissetti. |
then two or three | sonra iki ya da üç |
Then when you/one went down three stairs and five up there occured a door | Sonra üç basamak aşağı ve beş basamak yukarı çıkılınca bir kapı görülüyordu. |
Then when you/one went down three stairs and five up there occured a door leading to a little upper floor and a balcony. | Sonra üç basamak aşağı ve beş basamak yukarı çıkılınca küçük bir üst koridor ve balkona açılan bir kapı görülüyordu. |
there | orada |
There are children. | Çocuklar var. |
There are four children. | Dört çocuk var. |
There are so many hallways and staircases here, that even to go to the dining room takes ten minutes. | Burada o kadar çok koridor ve merdiven var, ki yemek odasına gitmek bile on dakika sürüyor. |
There are so many hallways and staircases here, that... | Burada o kadar çok koridor ve merdiven var, ki |
There are so many hallways here | Burada o kadar çok koridor var |
There are so. many staircases here, that... | Burada o kadar çok merdiven var, ki... |
there could be / possibly /it may be /it's possible | olabilir |
there is /there are | var |
There is a child. | Bir çocuk var. |
There is a radio and also lots of books. | Bir radyo ve sürüyle de kitap var. |
There is a radio. | Bir radyo var. |
There nothing Lucy liked more than touching fur and its smell. | Lucy 'nin kürke dokunmaktan ve onun kokusundan daha çok sevdiği hiçbir şey yoktu. |
there was (il se trouvait) a harp in one (of its) corner (s) | bir köşesinde bir arpın bulunuyordu |
there was /there were | vardı |
there was another row of coats hanging | bir sıra paltonun daha asılıydı |
there was nothing | hiçbir şey yoktu |
there was nothing but a big cupboard having a mirror in its door (something other than a big cupboard/closet having a mirror in its door was not found) | kapısında ayna olan büyük bir dolaptan başka bir şey bulunmuyordu |
there was nothing else | başka bir şey yoktu |
There was nothing Lucy liked more than its smell . | Lucy'nin onun kokusundan daha çok sevdiği hiçbir şey yoktu. |
There was nothing Lucy liked more than touching fur. | Lucy'nin kürke dokunmaktan daha çok sevdiği hiçbir şey yoktu. |
there was nothing that Lucy liked more | Lucy 'nin daha çok sevdiği hiçbir şey yoktu |
there was really nothing else | gerçekten başka bir şey yoktu |
there was still daylight (it seemed) | orada hâlâ gün ışığı varmış |
there were lots of rooms opening into one another | birbirine açılan sürüyle oda vardı |
there were many places | birçok yer vardı |
there were many places that were unexpected | umulmadık birçok yer vardı |
they | onlar |
they began | başladılar |
they began to frighten her | (onlar) onu ürpertmeye başlamıştı |
they began to look around | etrafı gözden geçirmeye başladılar |
they came | geldiler |
they came | geldiler |
They came to a very long room. | Çok uzun bir odaya geldiler. |
they don't hear | duymazlar |
they don't hear us | bizi duymazlar |
they don't hear us anyway | bizi duymazlar zaten |
they had been sent | gönderilmişlerdi |
they had finished | bitirmişlerdi |
they had finished and were in the room | bitirmişler ve odadaydılar |
they had finished breakfast | kahvaltıyı bitirmişlerdi |
they had finished their breakfast | kahvaltılarını bitirmişlerdi |
they had finished their breakfast with the professor | profesör'le kahvaltılarını bitirmişlerdi |
They had just finished their breakfast with the professor | Profesör'le kahvaltılarını yeni bitirmişlerdi |
They had just finished their breakfast with the professor and they were in the long room with the low ceiling. | Profesör'le kahvaltılarını yeni bitirmişler ve uzun, alçak tavanlı odadaydılar. |
They had just finished their breakfast with the professor and they were in the room set apart for them on the top floor - the long room with the low ceiling, two windows which looked out in one direction and (d) two facing the other. | Profesör'le kahvaltılarını yeni bitirmişler ve üst katta onlara ayrılan odada - uzun, alçak tavanlı, iki penceresinin bir yöne de iki penceresinin diğer yöne baktığı odadaydılar. |
They had just finished their breakfast with the professor and they were in the room set apart for them on the top floor - the long room with the low ceiling. | Profesör'le kahvaltılarını yeni bitirmişler ve üst katta onlara ayrılan odada - uzun, alçak tavanlı odadaydılar. |
they hear | duyarlar |
they loved (reported past) | sevmişlerdi |
they loved him (rep) | onu sevmişlerdi |
they saw | gördüler |
they saw a quite empty room | oldukça boş bir oda gördüler |
they saw a quite empty room, where was nothing but a big cupboard having a mirror in its door | kapısında ayna olan büyük bir dolaptan başka bir şey bulunmadığı oldukça boş bir oda gördüler. |
they were even bigger than the Bible in church | kilisedeki İncil'den bile büyüktü |
they were in the long room | uzun odadaydılar |
they were in the long room with the low ceiling | uzun, alçak tavanlı odadaydılar |
they were in the long room with the low ceiling, set apart for them on the top floor. | Üst katta onlara ayrılan uzun, alçak tavanlı odadaydılar |
they were in the room | odadaydılar |
They were in the room being set apart for them on the top floor. . | üst katta onlara ayrılan odadaydılar |
They were in the room being set apart for them. | Onlara ayrılan odadaydılar. |
They were in the room on the top floor, set apart for them - the long room with the low ceiling. | Üst katta onlara ayrılan odada - uzun, alçak tavanlı odadaydılar. |
they/it was covered with black hair/fur | siyah kıllarla kaplıydı |
they/it were covered with shiny black hair/fur | parlak siyah kıllarla kaplıydı |
thing | şey |
this | bu |
This (place) was a kind of house that you couldn't finish travelling around | Gezmekle bitiremediğiniz türden bir evdi burası. |
This (place) was a kind of house that you couldn't finish travelling around and it had many unexpected places | Gezmekle bitiremediğiniz türden bir evdi burası ve umulmadık birçok yeri vardı. |
This here is a great place for birds. | Burası kuşlar için harika bir yer. |
This here is such a house, that whatever we do, nobody will say a thing. | Burası öyle bir ev, ki ne yaparsak yapalım kimse bir şey demez. |
This here is such a house, that... | Burası öyle bir ev, ki... |
This here was a big house. | Burası büyük bir evdi. |
This here was a bigger house. | Burası daha büyük bir evdi. |
This here was a house bigger than what she had seen so far, the long hallways and the rows of doors opening to empty rooms had begun to frighten her. | Burası, şimdiye kadar gördüklerinden çok daha büyük bir evdi; uzun koridorlar ve boş odalara açılan sıra sıra kapılar onu ürpertmeye başlamıştı. |
This here was a house bigger than what she had seen. | Burası gördüklerinden daha büyük bir evdi. |
This here was a house much bigger than what she had seen so far | Burası şimdiye kadar gördüklerinden çok daha büyük bir evdi. |
This here was a house. | Burası bir evdi. |
This must be a big cupboard. | Bu çok büyük bir dolap olmalı. |
This sound | Bu ses |
this story | bu hikâye |
this story is about something | bu hikâye bir şey hakkındadır |
this story is about something happening to them (fact) | bu hikâye onların başına gelen bir şey hakkındadır |
this story is about something happening to them (fact) during the war | bu hikâye savaş sırasında onların başına gelen bir şey hakkındadır |
This story is about something happening to them (fact) during the war when they were sent far from London because of the air raids. | Bu hikâye, savaş sırasında hava saldırıları yüzünden Londra'dan uzağa gönderildiklerinde, onların başına gelen bir şey hakkındadır. |
This story is about something happening to them (fact) when they were sent far from London. | Bu hikâye Londra'dan uzağa gönderildiklerinde onların başına gelen bir şey hakkındadır |
This story is about something happening to them when they were sent far from London during the war. | Bu hikâye, savaş sırasında Londra'dan uzağa gönderildiklerinde, onların başına gelen bir şey hakkındadır. |
This was a Faun. | Bu bir Faun'du. |
this was a lamp post | bu bir lamba direğiydi |
thorny | dikenli |
those mountains | o dağlar |
three | üç |
three kilometers away | üç kilometre uzakta |
three kilometers away from the nearest post office | en yakın postaneden üç kilometre uzakta |
three servants not having an excessive role in the story | hikâyede fazla rolleri olmayan üç hizmetçi |
three servants which were called Ivy, Margaret and Betty. | isimleri İvy, Margaret ve Betty olan üç hizmetçi |
Three servants whose names were İvy, Margaret and Betty, but they don't play an excessive role in the story. | isimleri İvy, Margaret ve Betty olan, ama hikâyede fazla rolleri olmayan üç hizmetçi |
three stairs down | üç basamak aşağı |
time | zaman |
time | zaman |
time for you to go to bed | senin yatağa gitme zamanın |
time to go | gitme zamanı |
time to go to bed | yatağa gitme zamanı |
tired | yorgun |
to act as if blowing his nose | sümkürür gibi davranmak |
to advance | ilerlemek |
to advance expecting to touch the back of the cupboard | dolabın arkasına dokunacağını umarak ilerlemek |
to allow | izin vermek |
to allow that we do | yapmamıza izin vermek |
to allow that we do all we want | her istediğimizi yapmamıza izin vermek |
to answer (y. e.) | yanıt vermek |
to ascend | yukarı çıkmak |
to be about /on the brink of / on the verge of | üzere |
to be about to open a way for herself | kendine yol açmak üzere |
to be about to touch with her hands | elleriyle dokunmak üzere |
to be afraid of | -dan - den korkmak |
to be afraid of him | ondan korkmak |
to be foolish | sersemlik olmak |
to be locked | kilitli olmak |
to be obliged to /to be forced to/to have to | zorunda kalmak |
to be sent | gönderilmek |
to be set apart for them | onlara ayrılmak |
to be tried out | denenmek |
to be worth | değmek |
to be wrapped | sarılmak |
to begin | başlamak |
to behave /to act /to comport oneself | davranmak |
to bend / bow /incline /double | eğilmek |
to bet | bahse girmek |
to blow one's nose | sümkürmek |
to bow (respectfully) | saygıyla eğilmek |
to carry | taşımak |
to clear up (weather) | hava açılmak |
to come | gelmek |
to come here | buraya gelmek |
to come this way | bu tarafa gelmek |
to complain | şikayet etmek |
to continue | devam etmek |
to cover | kaplamak |
to crunch /scrunch / crackle (branches / snow when crushed) | çıtırdamak |
to dissimulate (hide) | belli etmemek |
to do | yapmak |
to do all that we want | her istediğimizi yapmak |
to do shopping | alışveriş yapmak |
to drag /trail /crawl | sürünmek |
to drop /to cause to fall | düşürmek |
to drop to the ground | yere düşürmek |
to each other | birbirine |
to enter | girmek |
to exit | çıkmak |
to expect /to wait | beklemek |
to explore | araştırmak |
to extend /stretch | uzatmak |
to fall | düşmek |
to fall /drop (rain/snow) | yağmak |
to fall on the ground | yere düşmek |
to feel | hissetmek |
to find | bulmak |
to finish /end something | bitirmek |
to finish /end something | bitirmek |
to frighten s. o. (increasingly/slowly... usually for a situation /an environment /an atmosphere) | ürpertmek |
to gather | toplamak |
to go (ç) upstairs | yukarı kata çıkmak |
to go /turn back | geri dönmek |
to go outside | dışarıya çıkmak |
to go to bed | yatağa gitmek |
to go to bed /to go to sleep | yatmak |
to go to the dining room | yemek odasına gitmek |
to go to the dining room it takes ten minutes | yemek odasına gitmek on dakika sürüyor |
to grow bad-tempered /to become grumpy | huysuzlaşmak |
to happen to s.o. (lit. to come to one's head) | başına gelmek |
to happen to them | onların başına gelmek |
to hear | duymak |
to here (dative) | buraya |
to hinder /prevent from /keep from | engellemek |
to hit | çarpmak |
to hold | tutmak |
to hope /expect | ummak |
to hope /expect to touch(fut) the back of the cupboard | dolabın arkasına dokunacağını ummak |
to intend | niyet etmek |
to introduce myself | kendimi tanıtmak |
to introduce s. o. | tanıtmak |
to join /participate / chip in | katılmak |
to kick up a row | patırtı çıkarmak |
to know (someone) | tanımak |
to land on one's feet /to be in luck (lit. to fall on four legs) | dört ayak üzerine düşmek |
to laugh | gülmek |
to leave / to be set apart for(+dat) | ayrılmak |
to leave open | açık bırakmak |
to like more | daha çok sevmek |
to live | yaşamak |
to lock oneself in | kendisini kapatmak |
to lock oneself into a cupboard | kendisini bir dolaba kapatmak |
to lock( in) /to close sthg | kapatmak |
to look around | etrafı gözden geçirmek |
to look at it | ona bakmak |
to look backwards | geriye bakmak |
to love /like | sevmek |
to meet | karşılamak |
to notice | fark etmek |
to occur /to be seen | görülmek |
to open (up) /be opened | açılmak |
to open a way | yol açmak |
to open a way for oneself | kendine yol açmak |
to open the door of the wardrobe | dolabın kapısını açmak |
to open the door of the wardrobe to be worth to be tried out | dolabın kapısını açmanın denenmeye değeceği |
to open to / to lead to | açmak |
to pass | geçmek |
to pass through | içinden geçmek |
to pass through to come this way /to come this way by passing through | içinden geçerek bu tarafa gelmek |
to place /position | yerleştirmek |
to plunge /dive | dalmak |
to push | itmek |
to reach | ulaşmak |
to remember | hatırlamak |
to remember not to do | yapmamayı hatırlamak |
to say | demek |
to say / speak | söylemek |
to say /call | demek |
to say good night | iyi geceler demek |
to say good night and,,, | iyi geceler deyip... |
to say good night to the professor | Profesör'e iyi geceler demek |
to seem /to appear /to look | görünmek |
to send | göndermek |
to shout in amazement | hayretle bağırmak |
to shout in amazement | hayretle bağırmak |
to show (b. e.) | belli etmek |
to snow | kar yağmak |
to stand | durmak |
to stand | durmak |
to stand and look at it | durup ona bakmak |
to stand in the middle of a forest | bir ormanın ortasında durmak |
to start exploring | araştırmaya başlamak |
to stay /remain | kalmak |
to stop talking /to be quiet /to shut up | susmak |
to talk | konuşmak |
to tell me to go to bed | bana yatmamı söylemek |
to the front | öne |
to the girls'room | kızların odasına |
to the professor's house | profesörün evine |
to the side | kenara |
to them (dat. pl.) | onlara |
to think | düşünmek |
to touch (+dat) | dokunmak |
to touch fur | kürke dokunmak |
to touch her hands and her face | ellerine ve yüzüne dokunmak |
to touch the back of the cupboard | dolabın arkasına dokunmak |
to touch with her hands | elleriyle dokunmak |
to travel | gezmek |
to try to dissimulate this | bunu belli etmemeye çalışmak |
to try to open the door of the cupboard | dolabın kapısını açmayı denemek |
to try/test (one time experiment) | denemek |
to understand | anlamak |
to walk | yürümek |
to want to | istemek |
to wipe on /rub against | sürmek |
to wonder | merak etmek |
to wrap | sarmak |
together | birlikte |
together with | ile birlikte |
together with his housekeeper Mrs Macready and three servants | kâhyası Bayan Macready ve üç hizmetçi ile birlikte |
tomorrow | yarın |
top floor/upstairs (ü. k.) | üst kat |
towards her(self) | kendine doğru |
towards the light | ışığa doğru |
train | tren |
train station | tren istasyonu |
tree | ağaç |
tree | ağaç |
trunk /stem | gövde |
two mothballs fell to the ground | iki naftalin topağı yere düştü |
two of its windows looking out in one direction | iki penceresinin bir yöne baktığı |
two of its windows looking out in one direction and (d) two facing the other. | iki penceresinin bir yöne de iki penceresinin diğer yöne baktığı |
two of its windows looking out in the other direction | iki penceresinin diğer yöne baktığı |
two windows | iki pencere |
two windows which looked out in one direction | iki pencerenin bir yöne baktığı |
umbrella | şemsiye |
under her feet | ayaklarının altında |
under her feet | ayaklarının altında |
unexpected /unimagined /unforeseen | umulmadık |
up | yukarı |
up till now /until now /so far | şimdiye kadar |
upstairs / upper floor | yukarı kat |
us | bizi |
very | çok |
very big | çok büyük |
very close to all of these | tüm bunların çok yakınında |
Very close to all of these, they saw a quite empty room, where was nothing but a big cupboard having a mirror in its door | Tüm bunların çok yakınında, kapısında ayna olan büyük bir dolaptan başka bir şeyin bulunmadığı oldukça boş bir oda gördüler. |
very cold | çok soğuk |
waist | bel |
war | savaş |
wardrobe /cupboard | dolap |
we were lucky (we fell on four legs) | dört ayak üzerine düştük |
weather /air | hava |
What are these | ne bunlar |
What are these, as if they were branches of a tree. /why, it is just like branches of trees. | Ne bunlar sanki bir ağacın dalları gibi. |
What is this sound? | Bu ses ne? |
what Lucy found /the things Lucy found | Lucy'nin buldukları |
What Lucy found in the cupboard | Lucy'nin dolapta buldukları |
what she will do now | şimdi ne yapacak |
what they call | dedikleri |
what they call a girl | bir kız dedikleri |
whatever we do | ne yaparsak yapalım |
when he came | geldiğinde |
when he came to meet them | onları karşılamaya geldiğinde |
when he came to meet them at the door | onları kapıda karşılamaya geldiğinde |
when he finished | bitirdiğinde |
when he saw | gördüğü zaman |
When he saw Lucy | Lucy gördüğü zaman |
When he saw Lucy, he was so surprised that | Lucy'yi gördüğü zaman öyle şaşırmıştı ki |
When he saw Lucy, he was so surprised that he dropped all his packages to the ground. | Lucy'yi gördüğü zaman öyle şaşırmıştı ki bütün paketlerini yere düşürdü. |
when he was | olunca |
when he was sent | gönderildiğinde |
when he was tired | yorgun olunca |
when he x'ed | x- diğinde |
When it had finished it bowed before her. | Bitirdiğinde onun önünde saygıyla eğildi. |
when looked (pass.) | bakıldığında |
when looked (pass.) outside from the window | pencereden dışarı bakıldığında |
when looked (pass.) outside from the window it was not possible to see either the mountains or the trees or the creek which was in the garden. | pencereden dışarı bakıldığında ne dağları ne ağaçları ne de bahçedeki dereyi görmek mümkündü. |
when looking backwards | geriye bakınca |
when looking backwards over her shoulder | omzunun üzerinden geriye bakınca |
When looking backwards over her shoulder she could see the open door of the wardrobe. | Omzunun üzerinden geriye bakınca dolabın açık kapısını görebiliyordu. |
When looking backwards over her shoulder she could see there among the tree trunks the open door of the wardrobe and even the room which she had passed through to come this way. | Omzunun üzerinden geriye bakınca, orada, ağaçların gövdelerin arasında dolabın açık kapısını ve hatta içinden geçerek bu tarafa geldiği odayı görebiliyordu. |
When looking backwards over her shoulder she could see there among the tree trunks the open door of the wardrobe. | Omzunun üzerinden geriye bakınca, orada, ağaçların gövdelerin arasında dolabın açık kapısını görebiliyordu. |
when she looked | baktığında |
when she looked inside the cupboard | dolabın içine baktığında |
when she looked inside the cupboard she saw a row of coats hanging (there), most of them being long fur coats. | Dolabın içine baktığında, çoğunluğu uzun kürk olan sürüyle paltonun asılı olduğunu gördü. |
when they were sent | gönderildiklerinde |
when they were sent far from London | Londra'dan uzağa gönderildiklerinde |
when they were sent far from London because of the air raids | hava saldırıları yüzünden Londra'dan uzağa gönderildiklerinde |
when they x'ed | x-diklerinde |
when you went up(lit. when gone up) | yukarı çıkılınca |
which was in the garden | bahçedeki |
which were on the window sill | pencerenin denizliğindeki |
while coming here | buraya gelirken |
while looking | bakarken |
While she stood and looked at it /standing and looking at it | durup ona bakarken |
While she stood and looked at it wondering why there was a lamp post in the middle of the wood and thought about what to do now | Durup ona bakarken ve neden ormanın ortasında bir lamba direği olduğunu merak edip şimdi ne yapacağını düşünürken |
While she stood and looked at it wondering why there was a lamp post in the middle of the wood and thought about what to do now she heard the sound of footsteps approaching herself. | Durup ona bakarken ve neden ormanın ortasında bir lamba direği olduğunu merak edip şimdi ne yapacağını düşünürken, kendine doğru yaklaşan ayak sesleri duydu. |
while she was almost sure | neredeyse emin olduğu halde |
while she was almost sure that it was locked | kilitli olduğuna neredeyse emin olduğu halde |
while she was confident /sure | emin olduğu halde |
while she was thinking what to do now | şimdi ne yapacağını düşünürken |
while she wondered and thought /while wondering and thinking | merak edip düşünürken |
While she wondered why there was a lamp post in the middle of the wood and thought about what to do now | Neden ormanın ortasında bir lamba direği olduğunu merak edip şimdi ne yapacağını düşünürken |
while thinking | düşünürken |
white | beyaz |
white | beyaz |
white hair | beyaz saçlar |
who | kim |
Who are you, that you tell me to go to sleep? | Sen kimsin ki bana yatmamı söylüyorsun? |
Who are you, that you.... | Sen kimsin ki... |
Who are you? | Sen kimsin? |
why | neden |
why is there a lamp post in the middle of the wood? | Neden ormanın ortasında bir lamba direği var? |
will be | olacak |
window | pencere |
window | pencere |
witch | cadı |
with | ile |
with | ile |
with books | kitaplarla |
with her fingers | parmaklarıyla |
With his curly hair and his short, pointed beard, he had a strange (g) but pleasant little face. | Kıvırcık saçları ve kısa, sivri sakalıyla garip ama hoş, küçük bir yüzü vardı. |
with his short, pointed beard | kısa, sivri sakalıyla |
with one of his hands | ellerinden biriyle |
with one of his hands - as I said - he was holding the umbrella | ellerinden biriyle - söylediğim gibi - şemsiyeyi tutuyordu |
With one of his hands - as I said - he was holding the umbrella; and with the other hand he was carrying a lot of packages wrapped in brown paper. | Ellerinden biriyle - söylediğim gibi - şemsiyeyi tutuyordu; diğer eliyle de kahverengi kağıda sarılmış bir sürü paket taşıyordu. |
with one of his hands he was holding the umbrella | ellerinden biriyle şemsiyeyi tutuyordu |
with the crunch-crunch sounds coming from the snow which was under her feet | ayaklarının altındaki karlardan gelen kırt-kırt sesleriyle |
With the crunch-crunch sounds coming from the snow which was under her feet, she began to advance through the wood towards the other light. | Ayaklarının altındaki karlardan gelen kırt-kırt sesleriyle, ormanın içinde diğer ışığa doğru ilerlemeye başladı. |
with the low ceiling | alçak tavanlı |
with the other hand | diğer eliyle |
with the other hand he was carrying a lot of packages | diğer eliyle bir sürü paket taşıyordu |
with the professor | profesör ile - profesör'le |
wonderful | harika |
wood /jungle | orman |
wood /jungle | orman |
wool | yün |
word ending to express a fact (d) | - dir - dır |
wouldn't it be good | iyi olmaz mı |
wrapped in brown paper | kahverengi kağıda sarılmış |
you (sg) | sen |
you are human | bir insansın |
you saw (pl) | gördünüz |
you say | söylüyorsun |
you speak | konuşuyorsun |
you talk like my mother | annem gibi konuşuyorsun |
yourself | kendin |
İmmediately she entered the wardrobe, dived among the coats and wiped her face over the coats | hemen dolabın içine girdi, paltoların arasına daldı ve yüzünü paltolara sürdü. |