Reading Turkish: Narnia Günlükleri - İkinci Kitap - Aslan, Cadı ve Dolap - The Lion, the Witch and the Wardrobe

QuestionAnswer
"A very cute old man," said Susan.
'Çok sevimli bir ihtiyar,' dedi Susan.
"But you are - forgive me - what they call a girl?" said the Faun.
'Ama, sen - beni affet - bir kız dedikleri misin?' dedi Faun.
"Delighted, delighted..., " it went on.
'Memnun oldum, çok memnun..., ' diye devam ediyordu.
"Doubtless we landed on our feet," said Peter.
'Kuşkusuz dört ayak üzerine düştük,' dedi Peter.
"Doubtless we landed on our feet," said Peter. "Everything will be very wonderfull."
'Kuşkusuz dört ayak üzerine düştük,' dedi Peter. 'Her şey çok harika olacak.'
"Give me a break!" he said. "Don't talk like this!"
'Saçmalama' dedi.'Böyle konuşma.'
"Good evening, good evening," said the Faun.
'İyi akşamlar, iyi akşamlar,' dedi Faun.
"How so?" said Susan. "Anyway, it's time for you to go to bed. "
'Nasıl yani?' dedi Susan. 'Her neyse senin yatağa gitme zamanın.'
"I am very pleased to meet you, Mr. Tumnus." said Lucy.
'Tanıştığıma çok memnun oldum, Tumnus Bey,' dedi Lucy.
"If there's a problem I can always go back, "thought Lucy. (... my going back is always possible...)
'Bir sorun çıkarsa, her zaman geri dönmem mümkün' diye düşündü Lucy.
"My name is Lucy." said the girl.
'Benim adım Lucy.' dedi kız.
"My name is Tumnus."
'Benim adım Tumnus.'
"Not for me," said Peter;"I will explore the house."
'Bana göre değil,' dedi Peter. 'Ben evde araştırma yapacağım.'
"Of course, of course...", said the Faun.
'Elbette, elbette,' dedi Faun.
"There is nothing here!" said Peter and the whole group went outside again except for Lucy.
'Burada bir şey yok!' dedi Peter ve Lucy dışında tüm takım yeniden dışarıya çıktı.
"There is nothing here!" said Peter.
'Burada bir şey yok!' dedi Peter.
"This must be a big cupboard." thought Lucy still advancing and pushing coats to the side.
'Bu çok büyük bir dolap olmalı.' diye düşündü Lucy hâlâ ilerleyerek ve paltoları kenara iterek.
"This must be a big cupboard." thought Lucy still advancing and pushing the soft folds of coats to the side about to open a way to herself.
'Bu çok büyük bir dolap olmalı.' diye düşündü Lucy hâlâ ilerleyerek ve paltoların yumuşak büklümlerini kendine yol açmak üzere kenara iterek .
"This must be a big cupboard." thought Lucy.
'Bu çok büyük bir dolap olmalı.' diye düşündü Lucy.
"You are in fact human?"
'Aslında bir insansın, değil mi?'
'(An) owl,'said Peter.
'Baykuş,' dedi Peter.
'And what is this noise?' said Lucy suddenly.
'Bu ses de ne?' dedi Lucy aniden.
'Badgers,' said Lucy.
'Porsuklar,' dedi Lucy.
'Forgive me - I don't want to be inquisitive - but am I right to think that you are a daughter of Eve? "
'Beni affet - meraklı olmak istemiyorum - ama eğer sen bir Havvakızı olduğunu düşünmekte haklı mıyım?'
'Foxes,' said Susan.
'Tilkiler,' dedi Susan.
'Good evening,' said Lucy.
'İyi akşamlar,' dedi Lucy.
'Good gracious me!' shouted the Faun in amazement
'Aman aman', diye hayretle bağırdı Faun.
'Mothballs, I wonder.' she thought bending down about to touch it with her hands.
Elleriyle dokunmak üzere eğilirken, 'Naftalin topakları mı, acaba.' diye düşündü.
'My name is Lucy,' she(the girl) said not quite understanding him.
'Benim adım Lucy.' dedi kız onu tam olarak anlamayarak.
'Of course I am a girl.' said Lucy.
'Tabii ki bir kızım,' dedi Lucy.
'Of course I am human.' said Lucy still being a bit puzzled.
'Tabii ki bir insanım,' dedi Lucy hâlâ biraz şaşkın olarak.
'Of course I am human.' said Lucy.
'Tabii ki bir insanım,' dedi Lucy.
'Of course it would rain!' said Edmund.
'Elbette yağmur yağacaktı!' dedi Edmund.
'Only a bird, ninny.' said Edmund.
'Sadece bir kuş, sersem.' dedi Edmund.
'Snakes,' said Edmund.
'Yılanlar, ' dedi Edmund.
'Stop complaining, Ed!' said Susan.
'Bırak şikayet etmeyi, Ed!' dedi Susan.
'That is...,' it stopped talking
'Yani...,' diye sustu
'That is...,' it stopped talking, as if it was about to say a thing it didn't intend but had remembered just in time not to do so.
'Yani...,' diye sustu niyet etmediği bir şeyi söylemek üzereymiş ama yapmamayı tam zamanında hatırlamış gibiydi.
'That is...,' it stopped talking, as if it was about to say a thing it didn't intend.
'Yani...,' diye sustu niyet etmediği bir şeyi söylemek üzereymiş gibiydi .
'This is very strange(g) .'
'Bu çok garip.'
'This is very strange(g) .' said she and advanced one, two more steps.
'Bu çok garip.' dedi ve bir iki adım daha ilerledi.
'What are these, as if they were branches of a tree.' shouted Lucy in amazement.
'Ne bunlar sanki bir ağacın dalları gibi!' diye hayretle bağırdı Lucy.
'Wouldn't it be good if we all go to bed?' said Lucy.
'Hepimiz yatsak iyi olmaz mı?' dedi Lucy
'You speak like my mother.' said Edmund. 'And who are you to tell me to go to sleep. Go sleep yourself!'
'Annem gibi konuşuyorsun' dedi Edmund. 'Ve sen kimsin ki bana yatmamı söylüyorsun. Git kendin yat!'
'You speak like my mother.' said Edmund. 'And who are you to tell me to go to sleep.'
'Annem gibi konuşuyorsun' dedi Edmund. 'Ve sen kimsin ki bana yatmamı söylüyorsun.'
(he was) the second youngest of them
ikinci küçükleriydi
(in) there (locative)
orada
(Of course she had left the door open because she knew it would be foolish for someone to lock himself inside the cupboard.)
(Tabii ki kapıyı açık bırakmıştı, çünkü birinin kendini dolaba kapatmasının ne kadar aptalca olduğunu biliyordu.)
(their) having a role
rolleri olan
(their) not having a role
rolleri olmayan
(their) not having an excessive role
fazla rolleri olmayan
(window) sill
denizlik
... thought Lucy.
... diye düşündü Lucy.
/what she found (the things she found) /what they found
buldukları
a balcony
balkon
a big cupboard having a mirror in its door
kapısında ayna olan büyük bir dolap
a bit
biraz
a cupboard having a mirror
ayna olan bir dolap
a daughter of Eve
Havvakızı
a door occured /was seen
bir kapı görülüyordu
a door occured /was seen leading to an upper floor and balcony
bir üst koridor ve balkona açılan bir kapı görülüyordu
a few
birkaç
a few centimeters
birkaç santim
a great place
harika bir yer
a great place for birds
kuşlar için harika bir yer
a hard, rough and thorny thing
sert, kaba ve dikenli bir şey
a house in a rural area
kırsal bir bölgede olan bir ev
a kind of house that you couldn't finish travelling around
gezmekle bitiremediğiniz türden bir ev
a little later
az sonra
a little later
az sonra
A little later she walked towards the depth of the cupboard and noticed that behind the first row there was another second row of coats hanging.
Az sonra dolabın derinliğine doğru yürüdü ve ilk sıranın ardında ikinci bir sıra paltonun daha asılı olduğunu fark etti.
a little longer
biraz daha uzun
a little upper floor
küçük bir üst koridor
a lot of
birçok
a lot of (s)
sürüyle
a lot of packages
bir sürü paket
a lot of packages wrapped in brown paper
kahverengi kağıda sarılmış bir sürü paket
A moment later
Bir an sonra
A moment later she noticed that the thing touching her hands and her face was no longer soft fur but something hard, rough and even thorny.
Bir an sonra ellerine ve yüzüne dokunan şeyin artık yumuşak kürk değil sert, kaba ve hatta dikenli bir şey olduğunu fark etti.
a package
paket
a problem arise /problem come up
sorun çıkmak
a room full of paintings
resimlerle dolu bir oda
a room with a harp in one corner
bir köşesinde bir arpın bulunduğu bir oda
a row will come out
patırtı çıkar
a snow covered umbrella / an umbrella covered with snow
karla kaplı bir şemsiye
a son of Adam
Adamoğlu
a step
bir adım
a thing
bir şey
a thing it did not intend
niyet etmediği bir şey
a very cute old man
çok sevimli bir ihtiyar
about / circa / rough / approximative
yaklaşık
about /concerning
hakkında
about /concerning (it's a fact)
hakkındadır
about /concerning something (it's a fact)
bir şey hakkındadır
about ten minutes
yaklaşık on dakika
Above his waist he was human but his legs were like goat legs (they were covered with shiny black fur)
Belinden yukarısı insan şeklindeydi fakat bacakları keçi bacağı gibiydi (parlak siyah kıllarla kaplıydı)
Above his waist he was human but his legs were like goat legs (they were covered with shiny black fur) and instead of feet he had goat hooves
Belinden yukarısı insan şeklindeydi fakat bacakları keçi bacağı gibiydi (parlak siyah kıllarla kaplıydı) ve ayak yerine keçi toynakları vardı.
Above his waist he was human but his legs were like goat legs.
Belinden yukarısı insan şeklindeydi fakat bacakları keçi bacağı gibiydi.
Above the waist he was human (the above of his waist was in human shape)
belinden yukarısı insan şeklindeydi
according to me
bana göre
actually /in fact / really
aslında
Actually our situation is quite good.
Bu arada durumumuz oldukça iyi.
adventure
macera
after a while
bir süre sonra
after a while she noticed
Bir süre sonra fark etti.
After a while she noticed that she was standing in the darkness of the night in the middle of a wood, that there was snow(pl) under her feet and that it was still snowing.
Bir süre sonra gecenin karanlığında bir ormanın ortasında durduğunu, ayaklarının altında karlar olduğunu ve halen kar yağmakta olduğunu fark etti.
After a while she noticed that she was standing in the darkness of the night in the middle of a wood.
Bir süre sonra gecenin karanlığında bir ormanın ortasında durduğunu fark etti.
After a while she noticed that she was standing in the middle of a wood.
Bir süre sonra bir ormanın ortasında durduğunu fark etti.
after going upstairs
yukarı kata çıktıktan sonra
after that
ondan sonra
After that there were a lot of rooms opening successively into each other
Ondan sonra ardı sıra birbirine açılan sürüyle oda vardı
After that there were a lot of rooms opening successively into each other and all were full of books, most of them were quite old books
Ondan sonra ardı sıra birbirine açılan sürüyle oda vardı ve hepsi kitaplarla doluydu; çoğunluğu epeyce eski kitaplardı
After that there were a lot of rooms opening successively into each other and all were full of books, most of them were quite old books and some of them were bigger than the Bible in a church.
Ondan sonra ardı sıra birbirine açılan sürüyle oda vardı ve hepsi kitaplarla doluydu; çoğunluğu epeyce eski kitaplardı ve bazıları kilisedeki İncil'den bile büyüktü.
after this
bundan sonra
After this there was a room with green curtains which had a harp in one corner.
Bundan sonra bir köşesinde bir arpın bulunduğu yeşil perdeli bir oda vardı.
After this there was a room with green curtains.
Bundan sonra yeşil perdeli bir oda vardı.
again /de nouveau /afresh
yeniden
ahead
ileride
air /weather
hava
air raids /air strikes
hava saldırıları
all
bütün
all
hep
all (b)
bütün
all (h)
hepsi
all his face
bütün yüzü
all his packages
bütün paketleri
all of
tüm
all of these
tüm bunlar
all of us
hepimiz
all that we want
her istediğimiz
all were full
hepsi doluydu
Allow me to introduce myself.
Kendimi tanıtmama izin ver.
almost /nearly
neredeyse
also /in addition
bir de
also a lot of books
bir sürüyle de kitap
am I right
haklı mıyım
am I right to think
düşünmekte haklı mıyım
Am I right to think that you are a daughter of Eve?
Sen bir Havvakızı olduğunu düşünmekte haklı mıyım?
among his hair
saçlarının arasında
among the tree trunks
ağaçların gövdelerin arasında
an old professor
yaşlı bir profesör
an umbrella covered with very white snow
bembeyaz karla kaplı bir şemsiye
and
ve
and
ve
and /also(following noun, participle...)
da - de
and after a short while
ve kısa bir süre sonra
And after a short while someone strange came out from among the trees into the bright light.
Ve kısa bir süre sonra tuhaf birisi ağaçların arasından ışığın aydınlığına çıktı.
and all were full of books
ve hepsi kitaplarla doluydu
and Edmund who grew bad-tempered when he was tired
Yorgun olunca da huysuzlaşan Edmund
And in this way their adventures began.
Ve bu şekilde maceraları başlamış oldu.
and the children loved him almost immediately
ve çocuklar onu hemen sevmişlerdi
And the woods?
Ve ormanları?
And then she saw a light ahead, not at few centimeters distance at the place where the back side of the cupboard should have been
Ve sonra ileride bir ışık gördü; birkaç santim uzakta dolabın arka yüzünün olması gereken yerde değil
And then she saw a light ahead, not at few centimeters distance at the place where the back side of the cupboard should have been, but the light was far away.
Ve sonra ileride bir ışık gördü; birkaç santim uzakta dolabın arka yüzünün olması gereken yerde değil, ama epeyce uzaktaydı ışık.
And then she saw a light ahead.
Ve sonra ileride bir ışık gördü.
and there they saw an armour.
ve orada bir zırh gördüler.
and they began to look around together
ve birlikte etrafı gözden geçirmeye başladılar
And what's this noise?
Bu ses de ne?
and when he was tired
yorgun olunca da
and with the other hand he was carrying a lot of packages wrapped in brown paper.
diğer eliyle de kahverengi kağıda sarılmış bir sürü paket taşıyordu
animal hair /fur /poil
kıl
another row
bir sıra daha
anyway
her neyse
anyway /in first place /besides
zaten
Anyway, it's time for you to go to bed.
Her neyse, senin yatağa gitme zamanın.
Anyway, they won't hear us anyway.
Her neyse, bizi duymazlar zaten.
approaching
yaklaşan
approaching herself
kendine doğru yaklaşan
Are you what they call a girl?
Sen bir kız dedikleri misin?
area /region
bölge
arm
kol
armour
zırh
Around his neck he had a red woolen scarf (from red wool.)
Boynunda kırmızı yünden bir atkı vardı.
Around his neck he had a red woolen scarf and also his skin was quite red.
Boynunda kırmızı yünden bir atkı vardı ve teni de oldukça kırmızıydı.
as I said /as I was saying
söylediğim gibi
as if
sanki
as if he had done Christmas shopping
sanki Noel alışverişi yapmış gibi
as if it had remembered /it seemed to have remembered
hatırlamış gibiydi
as if it had remembered just in time
tam zamanında hatırlamış gibiydi
as if it had remembered just in time not to do so
yapmamayı tam zamanında hatırlamış gibiydi
as if it was about to
üzereymiş gibiydi
as if it was about to say a thing
bir şeyi söylemek üzereymiş gibiydi
as if it was about to say a thing it didn't intend
niyet etmediği bir şeyi söylemek üzereymiş gibiydi
as the children expected
çocukların beklediği gibi
at a few centimeters distance at the place where the back side of the cupboard should have been
birkaç santim uzakta dolabın arka yüzünün olması gereken yerde
at the back of the cupboard
dolabın arkasına
at the door
kapıda
back /in the back /behind (loc.)
geride
backwards (g)
geriye
badger
porsuk
beard
sakal
because
çünkü
because of
yüzünden
because of
yüzünden
because of all of these packages
tüm bu paketler yüzünden
because of all of these packages and the snow
tüm bu paketler ve kar yüzünden
Because of all of these packages and the snow he looked like he had done Christmas shopping.
Tüm bu paketler ve kar yüzünden sanki Noel alışverişi yapmış gibi görünüyordu.
because of the air raids
hava saldırıları yüzünden
because of the snow
kar yüzünden
because she knew
çünkü biliyordu
because she knew it would be foolish for someone (a human) to lock himself inside a cupboard
çünkü insanın kendisini bir dolaba kapatmasının sersemlik olacağını biliyordu.
because she thought to open the door of the wardrobe was worth to be tried. (worth trying)
çünkü dolabın kapısını açmanın denenmeye değeceğini düşünmüştü.
because the Faun in order to keep his tail from trailing in the snow
çünkü Faun kuyruğunun karda sürünmesini engellemek için
because while she was almost sure that it was locked she thought it was worth trying to open the door of the wardrobe.
çünkü kilitli olduğuna neredeyse emin olduğu halde, dolabın kapısını açmanın denenmeye değeceğini düşünmüştü.
bed
yatak
bed room
yatak odası
before /earlier
daha önce
began
başlamış oldu
beginning
başlangıç
behind / beyond (... d...)
ardında
being
olan
being tired
yorgun olan
bending over
eğilirken
bending over about to touch it with her hands
Elleriyle dokunmak üzere eğilirken
beyond the first row
ilk sıranın ardında
beyond the first row there was a second row
ilk sıranın ardında ikinci bir sıra vardı
big /large
büyük
bigger
daha büyük
bigger than what she had seen
gördüklerinden daha büyük
bird
kuş
black
siyah
book
kitap
boy
oğlan
boys and girls
oğlanlar ve kızlar
branch
dal
branches of a tree
ağacın dalları
breakfast
kahvaltı
breakfast with the professor
profesör'le kahvaltı
bright / shiny
parlak
brightness
aydınlık
brown
kahverengi
brown paper
kahverengi kağıt
busy
meşgul
busy with gathering
toplamakla meşgul
but
ama
but (f)
fakat
but (f)
fakat
but (their) not having an excessive role in the story
ama hikâyede fazla rolleri olmayan
But a little later they came to a very long room full of paintings.
Fakat biraz sonra resimlerle dolu, çok uzun bir odaya geldiler.
But a little later they came to a very long room.
Fakat az sonra çok uzun bir odaya geldiler.
but at the same time
ama aynı zamanda
but at the same time she was curious
ama aynı zamanda meraklıydı
but not to show it /but to dissimulate
ama belli etmemek için
But she couldn't touch a thing.
Fakat bir şeye dokunamadı.
but the following morning
fakat ertesi sabah
But the following morning it was raining
Fakat ertesi sabah yağmur yağıyordu.
But the following morning it was raining heavily.
Fakat ertesi sabah yoğun bir yağmur yağıyordu
But the following morning it was raining so heavily that looking out of the window you couldn't see the mountains or the trees or the creek which was in the garden.
Fakat ertesi sabah öyle yoğun bir yağmur yağıyordu ki pencereden dışarı bakıldığında ne dağları ne ağaçları ne de bahçedeki dereyi görmek mümkündü.
but the light was far away
ama epeyce uzaktaydı ışık
but when he came the first evening to meet them at the door
ama ilk akşam onları kapıda karşılamaya geldiğinde
but when he came the first evening to meet them at the door he looked so strange that Lucy (the youngest of them) had been afraid of him and Edmund (the second youngest of them) had wanted to laugh and had had to pretend cleaning his nose to conceal it.
Ama ilk akşam onları kapıda karşılamaya geldiğinde öyle tuhaf görünüyordu ki Lucy (en küçükleriydi) ondan korkmuş ve Edmund (ikinci küçükleriydi) gülmek istemişti ama belli etmemek için sümkürür gibi davranmak zorunda kalmıştı.
by the way (b. a.)
bu arada
ceiling
tavan
child
çocuk
children
çocuklar
Christmas
Noel
Christmas shopping
Noel alışverişi
church
kilise
coarse / rough /rude
kaba
coat (winter coat)
palto
cold
soğuk
come here
buraya gel
Come off it! /Give me a break!/Cut the shit!
Saçmalama
coming out of his hair
saçlarının arasından çıkan
coming out of his hair from both sides of his front
saçlarının arasından alnının her iki yanından çıkan
Coming out of his hair, from(on) both sides of his front his horns appeared.
Saçlarının arasından alnının her iki yanından çıkan boynuzları görünmekteydi.
corner
köşe
covered with hair (fur)
kıllarla kaplı
covered with snow
karla kaplı
covering (having covered) (k)
kaplamış
covering (having covered) all of his face
bütün yüzünü kaplamış
crunch - crunch (sound)
kırt-kırt
cupboard
dolap
curious
meraklı
curly
kıvırcık
curly hair
kıvırcık saçlar
curtain
perde
cute /charming /amiable
sevimli
darkness
karanlık
day
gün
dead
ölü
decision
karar
deer
geyik
Did you see those mountains while coming here?
Buraya gelirken o dağları gördünüz mü?
Did you see those mountains?
O dağları gördünüz mü?
Did you see?
gördünüz mü?
dining room
yemek odası
direction
yön
distant
uzak
Don't talk like this!
Böyle konuşma!
Don't talk!
Konuşma!
door
kapı
doors leading row after row to empty rooms /rows of doors opening to empty rooms
boş odalara açılan sıra sıra kapılar
doors leading/opening to empty rooms
boş odalara açılan kapılar
doubtless
kuşkusuz
Doubtless /no doubt
kuşkusuz
down
aşağı
during
sırasında
during the war
savaş sırasında
eagle
kartal
easily
kolayca
Edmund (the second youngest of them) had wanted to laugh
Edmund (ikinci küçükleriydi) gülmek istemişti.
Edmund had been forced to /Edmund had had to...
Edmund zorunda kalmıştı.
Edmund had had to act/behave
Edmund davranmak zorunda kalmıştı.
Edmund had to act/behave as if blowing his nose
Edmund sümkürür gibi davranmak zorunda kalmıştı.
Edmund had wanted to
Edmund istemişti
Edmund had wanted to laugh
Edmund gülmek istemişti
Edmund had wanted to laugh but not to show it he had to clean his nose.
Edmund gülmek istemişti, ama belli etmemek için sümkürür gibi davranmak zorunda kalmıştı.
Edmund who grew bad-tempered
huysuzlaşan Edmund
Edmund who was tired (being tired)
yorgun olan Edmund
Edmund who was tired and who grew bad-tempered when he was tired
yorgun olan yorgun olunca da huysuzlaşan Edmund
Edmund who was tired, but (a) trying to dissimulate this
yorgun olan, ancak bunu belli etmemeye çalışan Edmund
Edmund, who was tired and getting distempered when he was tired, but (a) trying to dissimulate this
Yorgun olan, yorgun olunca da huysuzlaşan, ancak bunu belli etmemeye çalışan Edmund
Edmund, who was tired and getting distempered when he was tired, but (a) trying to dissimulate this, said:'Give me a break! Don't talk like this!"
Yorgun olan yorgun olunca da huysuzlaşan, ancak bunu belli etmemeye çalışan Edmund 'Saçmalama' dedi. 'Böyle konuşma!'
Edmund, who was trying to dissimulate this
bunu belli etmemeye çalışan Edmund
empty
boş
empty rooms
boş odalar
even
bile
even
hatta
even thorny
hatta dikenli
even to go to the dining room
yemek odasına gitmek bile
even to go to the dining room it takes ten minutes
yemek odasına gitmek bile on dakika sürüyor
evening
akşam
Everybody joined in this decision /Everybody agreed
Herkes bu karara katıldı
everyone
herkes
everything
her şey
Everything will be very wonderfull.
Her şey çok harika olacak.
exactly
tam olarak
except /besides (lit. if we don't count)
saymazsak
except for (d)
dışında
except for Lucy
Lucy dışında
except for the dead fly
ölü sineği saymazsak
except for the dead fly on the window sill
pencerenin denizliğindeki ölü sineği saymazsak
Except for the dead fly on the window sill there was really nothing else in the room.
Odada pencerenin denizliğindeki ölü sineği saymazsak; gerçekten başka bir şey yoktu.
except for the dead fly there was really nothing else
ölü sineği saymazsak, gerçekten başka bir şey yoktu
Except for the dead fly there was really nothing else in the room.
Odada ölü sineği saymazsak; gerçekten başka bir şey yoktu.
except for the fly / if we don't count the fly
sineği saymazsak
excited
heyecanlı
excuse me / forgive me
beni affet
expecting to touch the back of the cupboard she advanced one more step inside
dolabın arkasına dokunacağını umarak içeriye doğru bir adım daha ilerledi
expecting to touch the back of the cupboard she advanced one more step-then two or three - inside
dolabın arkasına dokunacağını umarak içeriye doğru bir - sonra iki ya da üç - adım daha ilerledi
Expecting to touch the back of the cupboard with her fingers she advanced one more step-then two or three - inside
Parmaklarıyla dolabın arkasına dokunacağını umarak içeriye doğru bir - sonra iki ya da üç - adım daha ilerledi
exploration /research
araştırma
face
yüz
face
yüz
far /away /remote
uzak
far away
epeyce uzakta
far from London
Londra'dan uzak
fifteen
on beş
fifteen kilometers
on beş kilometre
fifteen kilometers away
on beş kilometre uzakta
fifteen kilometers away from the nearest train station
en yakın tren istasyonundan on beş kilometre uzakta
finger
parmak
five
beş
five stairs up
beş basamak yukarı
flock / herd/swarm / crowd
sürü
floor /base /Boden
taban
floor /étage
kat
fly (insect)
sinek
fold / Falte
büklüm
following
ertesi
food
yemek
foot
ayak
foot /leg
ayak
footsteps (sound of..)
ayak sesleri
for birds
kuşlar için
for oneself
kendine
for someone to lock himself inside the cupboard
birinin kendini dolaba kapatması
four
dört
four children
dört çocuk
four children called Peter, Susan, Edmund and Lucy
isimleri Peter, Susan, Edmund ve Lucy olan dört çocuk
four feet
dört ayak
fox
tilki
from both sides
her iki yanından
from both sides of his front
alnının her iki yanından
from his waist up /above his waist
belinden yukarısı
from out of his hair
saçlarının arasından
from the train station
tren istasyonundan
from the window
pencereden
from two sides
iki yanından
from/of red wool
kırmızı yünden
front (part of the face) /Stirn
alın
full
dolu
full
dolu
full of paintings
resimlerle dolu
fur /fur coat
kürk
garden
bahçe
girl
kız
Go sleep yourself!
Git kendin yat!
go sleep!
git yat!
go!
git!
goat
keçi
goat leg
keçi bacağı
Good evening
iyi akşamlar
good night
iyi geceler
Goodness gracious me! / Omg! / Help! /oh!
Aman aman
goofy /scatterbrain /ninny
sersem
green
yeşil
green curtains
yeşil perdeler
grumpy /cranky /moody
huysuz
guest
misafir
guest bed room
misafir yatak odası
guest room
misafir odası
hair (pl)
saçlar
hallway
koridor
hand
el
hands
eller
hanging
asılı
happening to them
onların başına gelen
hard /solid /firm
sert
hawk
şahin
He continued
Devam ediyordu
he didn't answer
yanıt vermedi
he doesn't say
demez
he dropped all his packages to the ground
bütün paketlerini yere düşürdü
He had a scarf around his neck.
Boynunda bir atkı vardı.
He had a small face.
Küçük bir yüzü vardı.
He had a strange (g), but pleasant little face
Garip, ama hoş küçük bir yüzü vardı.
He had an umbrella in his hand.
Elinde bir şemsiye vardı.
he had placed his tail on his arm holding the umbrella
kuyruğunu şemsiyeyi tutan kolunun üzerine yerleştirmişti
he had placed his tail smoothly on his arm holding the umbrella
kuyruğunu şemsiyeyi tutan kolunun üzerine düzgünce yerleştirmişti
he lived
yaşıyordu
He lived in a very big house.
Çok büyük bir evde yaşıyordu.
He lived together with his housekeeper and three servants.
Kâhyası ve üç hizmetçi ile birlikte yaşıyordu.
He lived together with his housekeeper Mrs Macready and three servants in a very big house.
Kâhyası Bayan Macready ve üç hizmetçi ile birlikte çok büyük bir evde yaşıyordu.
He looked like as if he had done Christmas shopping.
sanki Noel alışverişi yapmış gibi görünüyordu
he looked so strange
öyle tuhaf görünüyordu
he looked so strange, that Lucy had been afraid of him
öyle tuhaf görünüyordu, ki Lucy ondan korkmuştu
he looked so strange, that...
öyle tuhaf görünüyordu, ki...
he looked strange
tuhaf görünüyordu
he seemed /he looked
görünüyordu
He was a little taller than Lucy
Lucy'den biraz daha uzun boyluydu.
He was a little taller than Lucy and had an umbrella covered with very white snow in his hand.
Lucy'den biraz daha uzun boyluydu ve elinde bembeyaz karla kaplı bir şemsiye vardı.
he was busy
meşguldü
He was carrying a lot of packages.
Bir sürü paket taşıyordu.
he was holding the umbrella
şemsiyeyi tutuyordu
he was in human form
insan şeklindeydi
he was in the room
odadaydı
he was not
değildi
he was so busy
o kadar meşguldü
he was so surprised that
öyle şaşırmıştı ki
He was tall
uzun boyluydu
he will allow
izin verecek
head
baş
heavy / dense /busy
yoğun
her arms
kolları
her shoulder
omzu
Here
Burada
here (nominative) /this place
burası
here/in this place (locative)
burada
his arm holding the umbrella
şemsiyeyi tutan kolu
his face
yüzü
his front (face) /seine Stirn
alnı
his horns appeared
boynuzları görünmekteydi
his housekeeper
kâhyası
his legs
bacakları
his legs were like goat legs
bacakları keçi bacağı gibiydi
his neck
boynu
his skin(t) also was quite red
teni de oldukça kırmızıydı
hoof
toynak
horn
boynuz
house
ev
housemaid /servant
hizmetçi
how
nasıl
How so? /How's that? / What do you mean?
Nasıl yani?
How stupid of me
Ah aptal kafam
however (a) Lucy didn't notice this in the beginning
ancak Lucy bunu başlangıçta fark etmemişti
however /but /lediglich
ancak
however /whereas (h)
halbuki
however the door opened
halbuki kapı açıldı
however the door opened easily
halbuki kapı kolayca açıldı
however the door opened surprisingly easy
halbuki kapı sürpriz bir şekilde kolayca açıldı
However the door opened surprisingly easy and two mothballs fell to the ground.
Halbuki kapı sürpriz bir şekilde kolayca açıldı ve iki naftalin topağı yere düştü.
human
insan
human
insan
human form
insan şekli
I
ben
I always can go back (lit. my going back is possible)
her zaman geri dönmem mümkün
I am a girl
bir kızım
I am delighted
çok memnun oldum
I am human
bir insanım
I bet ten to one that ...
Bire on bahse girerim ki...
I bet ten to one that in one hour it will clear up.
Bire on bahse girerim ki bir saate kalmaz hava açılır.
I bet that...
bahse girerim ki...
I didn't see a son of Adam or a daughter of Eve
ne bir Adamoğlu ne de bir Havvakızı gördüm
I don't go back / my going back
geri dönmem
I don't want to be inquisitive (curious)
meraklı olmak istemiyorum
I have never seen a Son of Adam or a Daughter of Eve before.
Daha önce ne bir Adamoğlu ne de bir Havvakızı gördüm.
I say
derim
I say let's start exploring tomorrow.
Yarın araştırmaya başlayalım, derim.
I will do
yapacağım
I will do research
araştırma yapacağım
I will do research in the house.
Ben evde araştırma yapacağım.
I will go
gideceğim
I will go to sleep
yatmaya gideceğim
I will now go to sleep.
Ben şimdi yatmaya gideceğim.
I wonder
acaba
if there is a problem
sorun çıkarsa
if there is a problem I can always go back (lit. if there is a problem my going back is always possible)
Bir sorun çıkarsa, her zaman geri dönmem mümkün
if they hear
duyarlarsa
if they hear that we talk
konuştuğumuzu duyarlarsa
if they hear that we talk here
Burada konuştuğumuzu duyarlarsa
if they hear that we talk here, there will be a row.
Burada konuştuğumuzu duyarlarsa patırtı çıkar.
if we all go to bed
hepimiz yatsak
if we do
yaparsak
if we go to bed
yatsak
immediately
hemen
immediately /at once
hemen
immediately she entered the wardrobe
hemen dolabın içine girdi
in a corner
bir köşede
in a few centimeters
birkaç santim uzakta
in a house
bir evde
in a place like this
böyle bir yerde
In a place like this you can find anything.
Böyle bir yerde her şeyi bulmak mümkün.
in a rural area
kırsal bir bölgede
in a very big house
çok büyük bir evde
in about ten minutes she reached the light
yaklaşık on dakikada ışığa ulaştı
In about ten minutes she reached the light and saw that this was a lamp post.
Yaklaşık on dakikada ışığa ulaştı ve bunun bir lamba direği olduğunu gördü.
In addition he had a tail, however (a) Lucy didn't notice this in the beginning
Bir de kuyruğu vardı, ancak Lucy bunu başlangıçta fark etmemişti.
In addition he had a tail, however (a) Lucy didn't notice this in the beginning, because in order to keep it from trailing in the snow the Faun had placed his tail smoothly on his arm holding the umbrella.
Bir de kuyruğu vardı ancak Lucy bunu başlangıçta fark etmemişti, çünkü Faun, kuyruğunun karda sürünmesini engellemek için şemsiyeyi tutan kolunun üzerine düzgünce yerleştirmişti.
In addition he had a tail.
Bir de kuyruğu vardı.
in an hour
bir saate kalmaz
in between
arasında
in front of
önünde
in front of her
onun önünde
in its corner
bir köşesinde
in one direction
bir yöne
in order not to hit her face
yüzünü çarpmamak için
in order not to hit her face at the back of the cupboard
yüzünü dolabın arkasına çarpmamak için
in order not to hit her face at the back of the cupboard she stretched out her arms to the front
yüzünü dolabın arkasına çarpmamak için kollarını öne uzatmıştı.
in order to keep from
engellemek için
in order to prevent from trailing in the snow
karda sürünmesini engellemek için
In order to prevent it from trailing in the snow, the Faun had placed his tail smoothly on his arm holding the umbrella.
Faun, kuyruğunun karda sürünmesini engellemek için şemsiyeyi tutan kolunun üzerine düzgünce yerleştirmişti.
in the beginning
başlangıçta
in the beginning
başlangıçta
in the beginning it didn't answer
başlangıçta yanıt vermedi
in the darkness
karanlıkta
in the darkness of the night
gecenin karanlığında
in the distance
uzakta
in the middle of
ortasında
in the middle of a wood
bir ormanın ortasında
in the place
yerde
in the place where should have been
olması gereken yerde
in the place where should have been the back side of the cupboard
dolabın arka yüzünün olması gereken yerde
in the room
odada
in the story
hikâyede
in the wood
ormanın içinde
in this way /thus
bu şekilde
in/at about ten minutes
yaklaşık on dakikada
instead of
yerine
instead of feet
ayak yerine
instead of feet he had hooves
ayak yerine toynakları vardı
instead of the smooth and hard surface of the cupboard floor
dolabın tabanının düzgün ve sert yüzeyi yerine
instead of the smooth and hard surface of the cupboard floor she touched something soft
Dolabın tabanının düzgün ve sert yüzeyi yerine yumuşak bir şeye dokundu.
Instead of the smooth and hard surface of the cupboard floor she touched something soft, powdery and very cold.
Dolabın tabanının düzgün ve sert yüzeyi yerine yumuşak, toz halinde ve çok soğuk bir şeye dokundu.
into the bright light (into the brightness of the light)
ışığın aydınlığına
isn't it? /aren't you? /am I not?
değil mi?
it had many unexpected places
umulmadık birçok yeri vardı
It seemed to be still daylight there.
Orada hâlâ gün ışığı varmış gibi görünmekteydi.
It seemed to be...
... gibi görünmekteydi
it takes / pass (time)
sürüyor
it takes ten minutes
on dakika sürüyor
it was /they were in the middle of falling
düşmekteydi
It was almost completely dark here
burası neredeyse tamamen karanlıktı
It was almost completely dark here and in order not to hit her face at the back of the cupboard she stretched out her arms towards the front.
Burası neredeyse tamamen karanlıktı ve yüzünü dolabın arkasına çarpmamak için kollarını öne uzatmıştı.
it was not fur but a hard, rough and thorny thing
kürk değil sert, kaba ve dikenli bir şeydi
it was not possible to see either the mountains or the trees
Ne dağları ne de ağaçları görmek mümkündü
It was not possible to see either the mountains or the trees or the creek in the garden.
Ne dağları ne ağaçları ne de bahçedeki dereyi görmek mümkündü.
it was not possible to see the creek
dereyi görmek mümkün değildi
it was possible
mümkündü
it was possible to see
görmek mümkündü
it was possible to see mountains and trees
dağları ve ağaçları görmek mümkündü
it was raining
yağmur yağıyordu
it was raining heavily
yoğun bir yağmur yağıyordu
it was raining so heavlily that..
öyle yoğun bir yağmur yağıyordu ki...
it was still snowing
halen kar yağmaktaydı
it will clear up /the weather will clear up
hava açılır
it will clear up in an hour
bir saate kalmaz hava açılır
it would be foolish for someone (a human) to lock himself inside a cupboard
insanın kendisini bir dolaba kapatması sersemlik olacaktı
it would rain
yağmur yağacaktı
it wouldn't be good
iyi olmaz
it's possible to find
bulmak mümkün
it's possible to find anything
her şeyi bulmak mümkün
its smell
onun kokusu
just in time
tam zamanında
kind
tür
kind of house
türden bir ev
l'évangile /gospel /New Testament /(commonly used for: Bible)
incil
lamp /light
lamba
lamp post
lamba direği
leading (opening) to a upper floor and a balcony
bir üst koridor ve balkona açılan
leave /stop /give up /Drop it! /Chuck it!
bırak!
leg
bacak
let us do
yapalım
let's start
başlayalım
Let's start exploring tomorrow.
Yarın araştırmaya başlayalım
light
ışık
like
gibi
like
gibi
like blowing his nose
sümkürür gibi
like branches of a tree
bir ağacın dalları gibi
like my mother
annem gibi
lion
aslan
Little later she walked towards the depth of the cupboard
Az sonra dolabın derinliğine doğru yürüdü
little river /creek
dere
locked
kilitli
London
Londra
long
uzun
long /tall
uzun
long hallways
uzun koridorlar
longer
daha uzun
low
alçak
Lucy (the youngest of them) was afraid
Lucy (en küçükleriydi) korkmuştu.
Lucy had stayed behind
Lucy geride kalmıştı.
Lucy had stayed behind, because while (o. h.) she was almost sure that it was locked she thought it was worth trying to open the door of the wardrobe.
Lucy geride kalmıştı, çünkü kilitli olduğuna neredeyse emin olduğu halde, dolabın kapısını açmanın denenmeye değeceğini düşünmüştü.
Lucy was a bit afraid, but at the same time she was also curious and excited. .
Lucy biraz korkmuştu, ama aynı zamanda meraklı ve heyecanlıydı da.
Lucy was a bit afraid, but at the same time she was curious.
Lucy biraz korkmuştu, ama aynı zamanda meraklıydı.
Lucy was a bit afraid.
Lucy biraz korkmuştu.
Lucy was scared of him and Edmund had wanted to laugh.
Lucy ondan korkmuş ve Edmund gülmek istemişti.
man
adam
man /human
insan
married
evli
Maybe there are eagles (existing/fact)
Belki kartallar vardır.
Maybe there are eagles (existing/fact), maybe deers.
Belki kartallar vardır, belki geyikler.
messy
dağınık
messy white hair
dağınık beyaz saçlar
messy white hair covering (having covered) all of his face
bütün yüzünü kaplamış dağınık beyaz saçlar
mirror /looking glass
ayna
morning
sabah
most of them being long fur coats
çoğunluğu uzun kürk olan
most of them were quite old books
çoğunluğu epeyce eski kitaplardı
mothballs
naftalin topağı
mothballs, I wonder
naftalin topakları mı, acaba
mothballs?
naftalin topakları mı?
mother
anne
mountain
dağ
Mr. (after the name)
Bey
Mr. Tumnus
Tumnus Bey
Mrs. Macready
Bayan Macready
much /excessive
fazla
much bigger
çok daha büyük
much bigger than 'the ones' / what she had seen
gördüklerinden çok daha büyük
my mother
annem
my name
benim adım
name
ad
name (i)
isim
names (i)
isimler
near
yakın
neck
boyun
neither mountains nor trees
ne dağlar ne de ağaçlar
neither nor (+ pos verb)
ne ne de
neither... nor...
ne... ne de...
new /recent(ly) / only just
yeni
night
gece
night
gece
No doubt she left the door open
Kuşkusuz kapıyı açık bırakmıştı
No doubt she left the door open because she knew it would be foolish for someone (a human) to lock himself inside a cupboard
Kuşkusuz kapıyı açık bırakmıştı,çünkü insanın kendisini bir dolaba kapatmasının sersemlik olacağını biliyordu.
nobody
kimse
nobody will say a thing
kimse bir şey demez
not at few centimeters distance at the place where the back side of the cupboard should have been
birkaç santim uzakta dolabın arka yüzünün olması gereken yerde değil
not exactly understanding
tam olarak anlamayarak
not for me / not according to me
bana göre değil
not to do
yapmamak
not to show this /to dissimulate this
bunu belli etmemek
Nothing will happen.
Bir şey olmaz.
of a kind
bir türden
of course
tabii ki
of course (that)
tabii ki
of course /naturally (e)
elbette
of course /naturally (e)
elbette
of course she had left the door open
tabii ki kapıyı açık bırakmıştı
old /ancient
eski
old man /old woman
ihtiyar
on the top floor
üst katta
on top of /onto (direction)
üzerine
on top of her (direction/dative)
üzerine
Once there were four children called Peter, Susan, Edmund and Lucy.
Bir zamanlar isimleri Peter, Susan, Edmund ve Lucy olan dört çocuk vardı.
once upon a time
bir zamanlar
Once upon a time there were four children.
Bir zamanlar dört çocuk vardı.
one / a
bir
one child /a child
bir çocuk
one of his hands
ellerinden biri
one, two, three, four, five
bir, iki, üç, dört, beş
only /just (s)
sadece
only a bird
sadece bir kuş
only/but /however /yet (a)
ancak
opening into each other
birbirine açılan
our situation
durumumuz
outside /exterior
dışarı
over her shoulder (ablative)
omzunun üzerinden
owl
baykuş
painting /picture /drawing
resim
paper
kağıt
past tense suffix for adjectives
-(y) di
pellet (ball)
topak
place
yer
pleasant
hoş
pointed /sharp /spitz
sivri
pole /post /beam/mast
direk
possible (m)
mümkün
possible (m)
mümkün
possibly hawks, too
şahinler de olabilir
post office
postane
powder/ dust
toz
powdery /pulverulent
toz halinde
pretty old books
epeyce eski kitaplar
problem
sorun
professor
profesör
pushing coats to the side
paltoları kenara iterek
pushing the soft folds of the coats to the side
paltoların yumuşak büklümlerini kenara iterek
quite /pretty
epeyce
quite good
oldukça iyi
radio
radyo
rain
yağmur
really
gerçekten
red
kırmızı
respectfully
saygıyla
right /correct
haklı
role
rol
room
oda
room
oda
row /line
sıra
row after row /in rows /row by row
sıra sıra
rural
kırsal
scarf
atkı
second
ikinci
She advanced in/through the wood.
Ormanın içinde ilerledi.
she advanced one more step inside
içeriye doğru bir adım daha ilerledi
she advanced one, two more steps
bir iki adım daha ilerledi
She began to advance
ilerlemeye başladı
She began to advance through the wood towards the other light.
Ormanın içinde diğer ışığa doğru ilerlemeye başladı.
She began to advance towards the light.
ışığa doğru ilerlemeye başladı
She began to advance towards the other light
Diğer ışığa doğru ilerlemeye başladı.
she could even see the room passing through which she had come this way
hatta içinden geçerek bu tarafa geldiği odayı görebiliyordu
she could see
görebiliyordu
She could see the open door of the cupboard
Dolabın açık kapısını görebiliyordu.
she didn't exactly understand
tam olarak anlamadı
she dived inbetween the coats
paltoların arasına daldı
she felt some things crunching under her feet
ayaklarının altında çıtırdayan bir şeyler hissetti
she had thought
düşünmüştü
she had thought it would be worth
değeceğini düşünmüştü
she had thought it would be worth to be tried /she thought it was worth trying
denenmeye değeceğini düşünmüştü
she heard
duydu
she heard the sound of footsteps
ayak sesleri duydu
she heard the sound of footsteps approaching herself
kendine doğru yaklaşan ayak sesleri duydu
she knew how foolish it was
ne kadar aptalca olduğunu biliyordu
she knew how foolish it was for someone to lock himself inside the cupboard
birinin kendini dolaba kapatmasının ne kadar aptalca olduğunu biliyordu
she noticed that behind the first row there was a second row
ilk sıranın ardında ikinci bir sıra olduğunu fark etti
she noticed that beyond the first row there was another second row of coats hanging
ilk sıranın ardında ikinci bir sıra paltonun daha asılı olduğunu fark etti
she noticed that it was still snowing.
Halen kar yağmakta olduğunu fark etti.
She noticed that the thing was no longer soft fur but something hard, rough and even thorny.
şeyin artık yumuşak kürk değil, sert, kaba ve hatta dikenli bir şey olduğunu fark etti
she noticed that the thing was not any longer soft fur but a hard, rough and thorny thing
şeyin artık yumuşak kürk değil, sert, kaba ve dikenli bir şey olduğunu fark etti
She noticed that the thing was something thorny.
şeyin dikenli bir şey olduğunu fark etti
she noticed that there was another row of coats hanging
bir sıra paltonun daha asılı olduğunu fark etti
She noticed that under her feet was snow (pl).
Ayaklarının altında karlar olduğunu fark etti.
she reached the light
ışığa ulaştı
She saw a light.
Bir ışık gördü.
she saw a row of (a lot of - s) coats hanging
sürüyle paltonun asılı olduğunu gördü
she saw that the coat was hanging
paltonun asılı olduğunu gördü
she saw that this was a lamp post
bunun bir lamba direği olduğunu gördü.
she saw the coat
paltoyu gördü
she stood and
durup
She stretched out her arms towards the front
kollarını öne uzatmıştı
she touched something
bir şeye dokundu
she touched something soft
yumuşak bir şeye dokundu
she touched something soft and powdery
yumuşak ve toz halinde bir şeye dokundu
she understood exactly
tam olarak anladı
she was curious
meraklıydı
she was curious and excited
meraklı ve heyecanlıydı
she was excited
heyecanlıydı
She was the youngest of them.
en küçükleriydi
she wiped her face over the coats
yüzünü paltolara sürdü
she wondered and...
merak edip
She wondered why there was a lamp post in the middle of the wood and...
Neden ormanın ortasında bir lamba direği olduğunu merak edip
shopping
alışveriş
short
kısa
shoulder
omuz
side (k)
kenar
side (t)
taraf
side (y)
yan
situation (d)
durum
size /height
boy
skin (t)
ten
sleep!
yat!
small /young
küçük
smell
koku
smooth /straight /glatt
düzgün
smooth and hard
düzgün ve sert
smoothly
düzgünce
snake
yılan
snow
kar
snow-white /extremely white
bembeyaz
so / namely
yani
so /such
öyle
so /such
öyle
so many
o kadar çok
so many hallways
o kadar çok koridor
so/such /like this
böyle
soft
yumuşak
soft and cold things
yumuşak ve soğuk şeyler
soft and cold things were in the middle of falling
yumuşak ve soğuk şeyler düşmekteydi
Soft and cold things were in the middle of falling on her.
Yumuşak ve soğuk şeyler üzerine düşmekteydi.
some (of them)
bazıları
some of them were bigger than the Bible in a church
bazıları kilisedeki İncil'den bile büyüktü.
some things crunching
çıtırdayan bir şeyler
some things crunching under her feet
ayaklarının altında çıtırdayan bir şeyler
someone strange
tuhaf birisi
Someone strange came out from among the trees into the bright light.
Tuhaf birisi ağaçların arasından ışığın aydınlığına çıktı.
Someone strange came out from among the trees.
Tuhaf birisi ağaçların arasından çıktı.
something
bir şey
something happening to them
onların başına gelen bir şey
something other than a big cupboard/closet having a mirror in its door
kapısında ayna olan büyük bir dolaptan başka bir şey
something other than a cupboard/closet
dolaptan başka bir şey
something(s)
bir şeyler
sound /voice /noise
ses
sound /voice /noise
ses
staircase
merdiven
station
istasyon
step /stair
basamak
steward /butler /chamberlain (housekeeper)
kâhya
still
halen
still
hâlâ
still advancing
hâlâ ilerleyerek
still advancing and pushing coats to the side
hâlâ ilerleyerek ve paltoları kenara iterek
still being a bit puzzled
hâlâ biraz şaşkın olarak
Stop complaining!
Bırak şikayet etmeyi!
story
hikâye
strange (g)
garip
strange (t)
tuhaf
strange /odd /weird (g)
garip
stupid
aptal
stupid /foolish (adv)
aptalca
successively
ardı sıra
such a house
öyle bir ev
suddenly
aniden
surface
yüzey
surprise
sürpriz
surprisingly
sürpriz bir şekilde
surprisingly easy
sürpriz bir şekilde kolayca
surprized /puzzled
şaşkın
tail
kuyruk
tall
uzun boylu
team /group
takım
ten
on
ten minutes
on dakika
ten to one
bire on
than the ones /what she/they had seen
gördüklerinden
that /those
o
that we talk
konuştuğumuz
that we want
istediğimiz
that you could not finish
bitiremediğiniz
that you couldn't finish (with) visting /you couldn't finish travelling around
gezmekle bitiremediğiniz
that...
ki...
the back of the cupboard
dolabın arkası
the back side of the cupboard
dolabın arka yüzü
the bible in church (lit. the NT)
kilisedeki incil
the boys came
oğlanlar geldiler
the boys came to the girls'room
oğlanlar kızların odasına geldiler
The boys came to the girls'room and they began to look around together.
Oğlanlar kızların odasına geldiler ve birlikte etrafı gözden geçirmeye başladılar.
the children had been sent
çocuklar gönderilmişlerdi
The children had been sent to the house of an old professor.
Çocuklar yaşlı bir profesörün evine gönderilmişlerdi.
The children were sent to the house of an elderly professor in a rural area fifteen kilometers away from the nearest train station and three kilometers from the post office.
Çocuklar, kırsal bir bölgede en yakın tren istasyonundan on beş kilometre ve en yakın postaneden üç kilometre uzakta olan yaşlı bir profesörün evine gönderilmişlerdi.
The children were sent to the house of an elderly professor in a rural area.
Çocuklar kırsal bir bölgede olan yaşlı bir profesörün evine gönderilmişlerdi.
the coat was hanging
palto asılıydı
the creek which was in the garden
bahçedeki dere
the crunch-crunch sounds
kırt-kırt sesleri
the crunch-crunch sounds coming from the snow
karlardan gelen kırt-kırt sesleri
the daylight
gün ışığı
the dead fly
ölü sinek
the dead fly on the window sill
pencerenin denizliğindeki ölü sinek
the depth
derinlik
the depth of the cupboard
dolabın derinliği
The faun was so busy gathering his packages
Faun paketlerini toplamakla o kadar meşguldü
The faun was so busy gathering his packages, that it didn't answer in the beginning.
Faun paketlerini toplamakla o kadar meşguldü, ki başlangıçta yanıt vermedi.
the first
ilk
the first evening
ilk akşam
the first few doors
ilk birkaç kapı
The first few doors opened /led as the children had expected to guest bed rooms
ilk birkaç kapı, çocukların beklediği gibi, misafir yatak odalarına açılıyordu
The first few doors opened /led as the children had expected to guest bed rooms, but a little later they came to a very long room full of paintings and there they saw an armour.
ilk birkaç kapı, çocukların beklediği gibi, misafir yatak odalarına açılıyordu, fakat az sonra resimlerle dolu, çok uzun bir odaya geldiler ve orada bir zırh gördüler.
The first few doors opened /led as the children had expected to guest bed rooms, but a little later they came to a very long room full of paintings.
ilk birkaç kapı, çocukların beklediği gibi, misafir yatak odalarına açılıyordu, fakat az sonra resimlerle dolu, çok uzun bir odaya geldiler.
the first few doors opened /led to guest bed rooms
ilk birkaç kapı misafir yatak odalarına açılıyordu
the first few doors opened to /led to
ilk birkaç kapı açılıyordu
the first night
ilk gece
The first night, (when they) said good night to the professor and...
İlk gece, Profesör'e iyi geceler deyip...
The first night, after (they)had said good night to the professor and gone upstairs
İlk gece, Profesör'e iyi geceler deyip yukarı kata çıktıktan sonra
The first night, after (they)had said good night to the professor and gone upstairs, the boys came to the girls'room and they began to look around together.
İlk gece, Profesör'e iyi geceler deyip yukarı kata çıktıktan sonra oğlanlar kızların odasına geldiler ve birlikte etrafı gözden geçirmeye başladılar.
the following morning
ertesi sabah
the girl's room
kızların odası
the hard and smooth surface
düzgün ve sert yüzey
the house of an elderly professor in a rural area
kırsal bir bölgede olan yaşlı bir profesörün evi
the house of an old professor, which was fifteen kilometers away from the nearest train station
en yakın tren istasyonundan on beş kilometre uzakta olan yaşlı bir profesörün evi
The lion and the witch
aslan ve cadı
The lion, the witch and the wardrobe
Aslan, Cadı ve Dolap
the long hallways and the rows of doors opening to empty rooms had begun to frighten her
uzun koridorlar ve boş odalara açılan sıra sıra kapılar onu ürpertmeye başlamıştı.
the majority /most of them
çoğunluğu
the nearest
en yakın
the nearest train station
en yakın tren istasyonu
the old man will allow
ihtiyar izin verecek
The old man will allow that we do all we want.
İhtiyar her istediğimizi yapmamıza izin verecek.
the ones she/they had seen / what she/they had seen
gördükleri
the open door of the cupboard
dolabın açık kapısı
the other
diğer
the other
diğer
the other direction
diğer yöne
The professor looked so strange, that Edmund had wanted to laugh, but not to show it, he had to pretend cleaning his nose.
Profesör öyle tuhaf görünüyordu, ki Edmund gülmek istemişti, ama belli etmemek için sümkürür gibi davranmak zorunda kalmıştı.
The professor looked so strange, that Edmund had wanted to laugh.
Profesör öyle tuhaf görünüyordu, ki Edmund gülmek istemişti.
The professor looked so strange, that Lucy had been afraid of him and Edmund had wanted to laugh, but not to show it, he had to pretend cleaning his nose.
Profesör öyle tuhaf görünüyordu, ki Lucy ondan korkmuş ve Edmund gülmek istemişti ama belli etmemek için sümkürür gibi davranmak zorunda kalmıştı.
The professor was a man who had white hair.
Profesör beyaz saçları olan bir adamdı.
The professor was a man.
Profesör bir adamdı.
The professor was a very old man who had messy white hair covering almost all of his face and the children loved him immediately.
Profesör neredeyse bütün yüzünü kaplamış dağınık beyaz saçları olan çok yaşlı bir adamdı ve çocuklar onu hemen sevmişlerdi.
The professor was a very old man who had messy white hair covering almost all of his face.
Profesör neredeyse bütün yüzünü kaplamış dağınık beyaz saçları olan çok yaşlı bir adamdı
The professor was a very old man who had white hair.
Profesör beyaz saçları olan çok yaşlı bir adamdı.
The professor was a very old man.
Profesör çok yaşlı bir adamdı.
The professor was married.
Profesör evliydi.
The professor was not married and lived together with his housekeeper Mrs Macready and three servants (whose names were İvy, Margaret and Betty but who didn't play an excessive role in the story) in a very big house.
Profesör evli değildi ve kâhyası Bayan Macready ve (isimleri İvy, Margaret ve Betty olan, ama hikâyede fazla rolleri olmayan) üç hizmetçi ile birlikte çok büyük bir evde yaşıyordu.
The professor was not married and lived together with his housekeeper Mrs Macready and three servants in a very big house.
Profesör evli değildi ve kâhyası Bayan Macready ve üç hizmetçi ile birlikte çok büyük bir evde yaşıyordu.
The professor was not married.
Profesör evli değildi.
the professor's house
profesörün evi
the room being set apart for them
onlara ayrılan oda
the room passing through which she had come this way
içinden geçerek bu tarafa geldiği oda
the rows of doors opening to empty rooms had begun to frighten her
boş odalara açılan sıra sıra kapılar onu ürpertmeye başlamıştı
the same
aynı
the smallest /the youngest
en küçük
the smallest /youngest of them
en küçükleri
the smooth and hard surface of the cupboard floor
dolabın tabanının düzgün ve sert yüzeyi
the snow (pl) which was under her feet
ayaklarının altındaki karlar
the soft folds of the coats
paltoların yumuşak büklümleri
the thing being something thorny
şeyin dikenli bir şey olduğu
the thing touching her hands and her face
ellerine ve yüzüne dokunan şey
the thing was not any longer soft fur but a hard, rough and thorny thing
şey artık yumuşak kürk değil, sert, kaba ve dikenli bir şeydi
the whole group
tüm takım
the whole group except for Lucy
Lucy dışında tüm takım
the whole group went outside again
tüm takım yeniden dışarıya çıktı
the whole group went outside again except for Lucy
Lucy dışında tüm takım dışarıya çıktı.
the window sill
pencerenin denizliği
their
onların
their adventures
maceraları
their breakfast
kahvaltıları
their head
onların başı
their names
isimleri
their names being / called
isimleri olan
Then she felt some things crunching under her feet.
Sonra ayaklarının altında çıtırdayan bir şeyler hissetti.
then two or three
sonra iki ya da üç
Then when you/one went down three stairs and five up there occured a door
Sonra üç basamak aşağı ve beş basamak yukarı çıkılınca bir kapı görülüyordu.
Then when you/one went down three stairs and five up there occured a door leading to a little upper floor and a balcony.
Sonra üç basamak aşağı ve beş basamak yukarı çıkılınca küçük bir üst koridor ve balkona açılan bir kapı görülüyordu.
there
orada
There are children.
Çocuklar var.
There are four children.
Dört çocuk var.
There are so many hallways and staircases here, that even to go to the dining room takes ten minutes.
Burada o kadar çok koridor ve merdiven var, ki yemek odasına gitmek bile on dakika sürüyor.
There are so many hallways and staircases here, that...
Burada o kadar çok koridor ve merdiven var, ki
There are so many hallways here
Burada o kadar çok koridor var
There are so. many staircases here, that...
Burada o kadar çok merdiven var, ki...
there could be / possibly /it may be /it's possible
olabilir
there is /there are
var
There is a child.
Bir çocuk var.
There is a radio and also lots of books.
Bir radyo ve sürüyle de kitap var.
There is a radio.
Bir radyo var.
There nothing Lucy liked more than touching fur and its smell.
Lucy 'nin kürke dokunmaktan ve onun kokusundan daha çok sevdiği hiçbir şey yoktu.
there was (il se trouvait) a harp in one (of its) corner (s)
bir köşesinde bir arpın bulunuyordu
there was /there were
vardı
there was another row of coats hanging
bir sıra paltonun daha asılıydı
there was nothing
hiçbir şey yoktu
there was nothing but a big cupboard having a mirror in its door (something other than a big cupboard/closet having a mirror in its door was not found)
kapısında ayna olan büyük bir dolaptan başka bir şey bulunmuyordu
there was nothing else
başka bir şey yoktu
There was nothing Lucy liked more than its smell .
Lucy'nin onun kokusundan daha çok sevdiği hiçbir şey yoktu.
There was nothing Lucy liked more than touching fur.
Lucy'nin kürke dokunmaktan daha çok sevdiği hiçbir şey yoktu.
there was nothing that Lucy liked more
Lucy 'nin daha çok sevdiği hiçbir şey yoktu
there was really nothing else
gerçekten başka bir şey yoktu
there was still daylight (it seemed)
orada hâlâ gün ışığı varmış
there were lots of rooms opening into one another
birbirine açılan sürüyle oda vardı
there were many places
birçok yer vardı
there were many places that were unexpected
umulmadık birçok yer vardı
they
onlar
they began
başladılar
they began to frighten her
(onlar) onu ürpertmeye başlamıştı
they began to look around
etrafı gözden geçirmeye başladılar
they came
geldiler
they came
geldiler
They came to a very long room.
Çok uzun bir odaya geldiler.
they don't hear
duymazlar
they don't hear us
bizi duymazlar
they don't hear us anyway
bizi duymazlar zaten
they had been sent
gönderilmişlerdi
they had finished
bitirmişlerdi
they had finished and were in the room
bitirmişler ve odadaydılar
they had finished breakfast
kahvaltıyı bitirmişlerdi
they had finished their breakfast
kahvaltılarını bitirmişlerdi
they had finished their breakfast with the professor
profesör'le kahvaltılarını bitirmişlerdi
They had just finished their breakfast with the professor
Profesör'le kahvaltılarını yeni bitirmişlerdi
They had just finished their breakfast with the professor and they were in the long room with the low ceiling.
Profesör'le kahvaltılarını yeni bitirmişler ve uzun, alçak tavanlı odadaydılar.
They had just finished their breakfast with the professor and they were in the room set apart for them on the top floor - the long room with the low ceiling, two windows which looked out in one direction and (d) two facing the other.
Profesör'le kahvaltılarını yeni bitirmişler ve üst katta onlara ayrılan odada - uzun, alçak tavanlı, iki penceresinin bir yöne de iki penceresinin diğer yöne baktığı odadaydılar.
They had just finished their breakfast with the professor and they were in the room set apart for them on the top floor - the long room with the low ceiling.
Profesör'le kahvaltılarını yeni bitirmişler ve üst katta onlara ayrılan odada - uzun, alçak tavanlı odadaydılar.
they hear
duyarlar
they loved (reported past)
sevmişlerdi
they loved him (rep)
onu sevmişlerdi
they saw
gördüler
they saw a quite empty room
oldukça boş bir oda gördüler
they saw a quite empty room, where was nothing but a big cupboard having a mirror in its door
kapısında ayna olan büyük bir dolaptan başka bir şey bulunmadığı oldukça boş bir oda gördüler.
they were even bigger than the Bible in church
kilisedeki İncil'den bile büyüktü
they were in the long room
uzun odadaydılar
they were in the long room with the low ceiling
uzun, alçak tavanlı odadaydılar
they were in the long room with the low ceiling, set apart for them on the top floor.
Üst katta onlara ayrılan uzun, alçak tavanlı odadaydılar
they were in the room
odadaydılar
They were in the room being set apart for them on the top floor. .
üst katta onlara ayrılan odadaydılar
They were in the room being set apart for them.
Onlara ayrılan odadaydılar.
They were in the room on the top floor, set apart for them - the long room with the low ceiling.
Üst katta onlara ayrılan odada - uzun, alçak tavanlı odadaydılar.
they/it was covered with black hair/fur
siyah kıllarla kaplıydı
they/it were covered with shiny black hair/fur
parlak siyah kıllarla kaplıydı
thing
şey
this
bu
This (place) was a kind of house that you couldn't finish travelling around
Gezmekle bitiremediğiniz türden bir evdi burası.
This (place) was a kind of house that you couldn't finish travelling around and it had many unexpected places
Gezmekle bitiremediğiniz türden bir evdi burası ve umulmadık birçok yeri vardı.
This here is a great place for birds.
Burası kuşlar için harika bir yer.
This here is such a house, that whatever we do, nobody will say a thing.
Burası öyle bir ev, ki ne yaparsak yapalım kimse bir şey demez.
This here is such a house, that...
Burası öyle bir ev, ki...
This here was a big house.
Burası büyük bir evdi.
This here was a bigger house.
Burası daha büyük bir evdi.
This here was a house bigger than what she had seen so far, the long hallways and the rows of doors opening to empty rooms had begun to frighten her.
Burası, şimdiye kadar gördüklerinden çok daha büyük bir evdi; uzun koridorlar ve boş odalara açılan sıra sıra kapılar onu ürpertmeye başlamıştı.
This here was a house bigger than what she had seen.
Burası gördüklerinden daha büyük bir evdi.
This here was a house much bigger than what she had seen so far
Burası şimdiye kadar gördüklerinden çok daha büyük bir evdi.
This here was a house.
Burası bir evdi.
This must be a big cupboard.
Bu çok büyük bir dolap olmalı.
This sound
Bu ses
this story
bu hikâye
this story is about something
bu hikâye bir şey hakkındadır
this story is about something happening to them (fact)
bu hikâye onların başına gelen bir şey hakkındadır
this story is about something happening to them (fact) during the war
bu hikâye savaş sırasında onların başına gelen bir şey hakkındadır
This story is about something happening to them (fact) during the war when they were sent far from London because of the air raids.
Bu hikâye, savaş sırasında hava saldırıları yüzünden Londra'dan uzağa gönderildiklerinde, onların başına gelen bir şey hakkındadır.
This story is about something happening to them (fact) when they were sent far from London.
Bu hikâye Londra'dan uzağa gönderildiklerinde onların başına gelen bir şey hakkındadır
This story is about something happening to them when they were sent far from London during the war.
Bu hikâye, savaş sırasında Londra'dan uzağa gönderildiklerinde, onların başına gelen bir şey hakkındadır.
This was a Faun.
Bu bir Faun'du.
this was a lamp post
bu bir lamba direğiydi
thorny
dikenli
those mountains
o dağlar
three
üç
three kilometers away
üç kilometre uzakta
three kilometers away from the nearest post office
en yakın postaneden üç kilometre uzakta
three servants not having an excessive role in the story
hikâyede fazla rolleri olmayan üç hizmetçi
three servants which were called Ivy, Margaret and Betty.
isimleri İvy, Margaret ve Betty olan üç hizmetçi
Three servants whose names were İvy, Margaret and Betty, but they don't play an excessive role in the story.
isimleri İvy, Margaret ve Betty olan, ama hikâyede fazla rolleri olmayan üç hizmetçi
three stairs down
üç basamak aşağı
time
zaman
time
zaman
time for you to go to bed
senin yatağa gitme zamanın
time to go
gitme zamanı
time to go to bed
yatağa gitme zamanı
tired
yorgun
to act as if blowing his nose
sümkürür gibi davranmak
to advance
ilerlemek
to advance expecting to touch the back of the cupboard
dolabın arkasına dokunacağını umarak ilerlemek
to allow
izin vermek
to allow that we do
yapmamıza izin vermek
to allow that we do all we want
her istediğimizi yapmamıza izin vermek
to answer (y. e.)
yanıt vermek
to ascend
yukarı çıkmak
to be about /on the brink of / on the verge of
üzere
to be about to open a way for herself
kendine yol açmak üzere
to be about to touch with her hands
elleriyle dokunmak üzere
to be afraid of
-dan - den korkmak
to be afraid of him
ondan korkmak
to be foolish
sersemlik olmak
to be locked
kilitli olmak
to be obliged to /to be forced to/to have to
zorunda kalmak
to be sent
gönderilmek
to be set apart for them
onlara ayrılmak
to be tried out
denenmek
to be worth
değmek
to be wrapped
sarılmak
to begin
başlamak
to behave /to act /to comport oneself
davranmak
to bend / bow /incline /double
eğilmek
to bet
bahse girmek
to blow one's nose
sümkürmek
to bow (respectfully)
saygıyla eğilmek
to carry
taşımak
to clear up (weather)
hava açılmak
to come
gelmek
to come here
buraya gelmek
to come this way
bu tarafa gelmek
to complain
şikayet etmek
to continue
devam etmek
to cover
kaplamak
to crunch /scrunch / crackle (branches / snow when crushed)
çıtırdamak
to dissimulate (hide)
belli etmemek
to do
yapmak
to do all that we want
her istediğimizi yapmak
to do shopping
alışveriş yapmak
to drag /trail /crawl
sürünmek
to drop /to cause to fall
düşürmek
to drop to the ground
yere düşürmek
to each other
birbirine
to enter
girmek
to exit
çıkmak
to expect /to wait
beklemek
to explore
araştırmak
to extend /stretch
uzatmak
to fall
düşmek
to fall /drop (rain/snow)
yağmak
to fall on the ground
yere düşmek
to feel
hissetmek
to find
bulmak
to finish /end something
bitirmek
to finish /end something
bitirmek
to frighten s. o. (increasingly/slowly... usually for a situation /an environment /an atmosphere)
ürpertmek
to gather
toplamak
to go (ç) upstairs
yukarı kata çıkmak
to go /turn back
geri dönmek
to go outside
dışarıya çıkmak
to go to bed
yatağa gitmek
to go to bed /to go to sleep
yatmak
to go to the dining room
yemek odasına gitmek
to go to the dining room it takes ten minutes
yemek odasına gitmek on dakika sürüyor
to grow bad-tempered /to become grumpy
huysuzlaşmak
to happen to s.o. (lit. to come to one's head)
başına gelmek
to happen to them
onların başına gelmek
to hear
duymak
to here (dative)
buraya
to hinder /prevent from /keep from
engellemek
to hit
çarpmak
to hold
tutmak
to hope /expect
ummak
to hope /expect to touch(fut) the back of the cupboard
dolabın arkasına dokunacağını ummak
to intend
niyet etmek
to introduce myself
kendimi tanıtmak
to introduce s. o.
tanıtmak
to join /participate / chip in
katılmak
to kick up a row
patırtı çıkarmak
to know (someone)
tanımak
to land on one's feet /to be in luck (lit. to fall on four legs)
dört ayak üzerine düşmek
to laugh
gülmek
to leave / to be set apart for(+dat)
ayrılmak
to leave open
açık bırakmak
to like more
daha çok sevmek
to live
yaşamak
to lock oneself in
kendisini kapatmak
to lock oneself into a cupboard
kendisini bir dolaba kapatmak
to lock( in) /to close sthg
kapatmak
to look around
etrafı gözden geçirmek
to look at it
ona bakmak
to look backwards
geriye bakmak
to love /like
sevmek
to meet
karşılamak
to notice
fark etmek
to occur /to be seen
görülmek
to open (up) /be opened
açılmak
to open a way
yol açmak
to open a way for oneself
kendine yol açmak
to open the door of the wardrobe
dolabın kapısını açmak
to open the door of the wardrobe to be worth to be tried out
dolabın kapısını açmanın denenmeye değeceği
to open to / to lead to
açmak
to pass
geçmek
to pass through
içinden geçmek
to pass through to come this way /to come this way by passing through
içinden geçerek bu tarafa gelmek
to place /position
yerleştirmek
to plunge /dive
dalmak
to push
itmek
to reach
ulaşmak
to remember
hatırlamak
to remember not to do
yapmamayı hatırlamak
to say
demek
to say / speak
söylemek
to say /call
demek
to say good night
iyi geceler demek
to say good night and,,,
iyi geceler deyip...
to say good night to the professor
Profesör'e iyi geceler demek
to seem /to appear /to look
görünmek
to send
göndermek
to shout in amazement
hayretle bağırmak
to shout in amazement
hayretle bağırmak
to show (b. e.)
belli etmek
to snow
kar yağmak
to stand
durmak
to stand
durmak
to stand and look at it
durup ona bakmak
to stand in the middle of a forest
bir ormanın ortasında durmak
to start exploring
araştırmaya başlamak
to stay /remain
kalmak
to stop talking /to be quiet /to shut up
susmak
to talk
konuşmak
to tell me to go to bed
bana yatmamı söylemek
to the front
öne
to the girls'room
kızların odasına
to the professor's house
profesörün evine
to the side
kenara
to them (dat. pl.)
onlara
to think
düşünmek
to touch (+dat)
dokunmak
to touch fur
kürke dokunmak
to touch her hands and her face
ellerine ve yüzüne dokunmak
to touch the back of the cupboard
dolabın arkasına dokunmak
to touch with her hands
elleriyle dokunmak
to travel
gezmek
to try to dissimulate this
bunu belli etmemeye çalışmak
to try to open the door of the cupboard
dolabın kapısını açmayı denemek
to try/test (one time experiment)
denemek
to understand
anlamak
to walk
yürümek
to want to
istemek
to wipe on /rub against
sürmek
to wonder
merak etmek
to wrap
sarmak
together
birlikte
together with
ile birlikte
together with his housekeeper Mrs Macready and three servants
kâhyası Bayan Macready ve üç hizmetçi ile birlikte
tomorrow
yarın
top floor/upstairs (ü. k.)
üst kat
towards her(self)
kendine doğru
towards the light
ışığa doğru
train
tren
train station
tren istasyonu
tree
ağaç
tree
ağaç
trunk /stem
gövde
two mothballs fell to the ground
iki naftalin topağı yere düştü
two of its windows looking out in one direction
iki penceresinin bir yöne baktığı
two of its windows looking out in one direction and (d) two facing the other.
iki penceresinin bir yöne de iki penceresinin diğer yöne baktığı
two of its windows looking out in the other direction
iki penceresinin diğer yöne baktığı
two windows
iki pencere
two windows which looked out in one direction
iki pencerenin bir yöne baktığı
umbrella
şemsiye
under her feet
ayaklarının altında
under her feet
ayaklarının altında
unexpected /unimagined /unforeseen
umulmadık
up
yukarı
up till now /until now /so far
şimdiye kadar
upstairs / upper floor
yukarı kat
us
bizi
very
çok
very big
çok büyük
very close to all of these
tüm bunların çok yakınında
Very close to all of these, they saw a quite empty room, where was nothing but a big cupboard having a mirror in its door
Tüm bunların çok yakınında, kapısında ayna olan büyük bir dolaptan başka bir şeyin bulunmadığı oldukça boş bir oda gördüler.
very cold
çok soğuk
waist
bel
war
savaş
wardrobe /cupboard
dolap
we were lucky (we fell on four legs)
dört ayak üzerine düştük
weather /air
hava
What are these
ne bunlar
What are these, as if they were branches of a tree. /why, it is just like branches of trees.
Ne bunlar sanki bir ağacın dalları gibi.
What is this sound?
Bu ses ne?
what Lucy found /the things Lucy found
Lucy'nin buldukları
What Lucy found in the cupboard
Lucy'nin dolapta buldukları
what she will do now
şimdi ne yapacak
what they call
dedikleri
what they call a girl
bir kız dedikleri
whatever we do
ne yaparsak yapalım
when he came
geldiğinde
when he came to meet them
onları karşılamaya geldiğinde
when he came to meet them at the door
onları kapıda karşılamaya geldiğinde
when he finished
bitirdiğinde
when he saw
gördüğü zaman
When he saw Lucy
Lucy gördüğü zaman
When he saw Lucy, he was so surprised that
Lucy'yi gördüğü zaman öyle şaşırmıştı ki
When he saw Lucy, he was so surprised that he dropped all his packages to the ground.
Lucy'yi gördüğü zaman öyle şaşırmıştı ki bütün paketlerini yere düşürdü.
when he was
olunca
when he was sent
gönderildiğinde
when he was tired
yorgun olunca
when he x'ed
x- diğinde
When it had finished it bowed before her.
Bitirdiğinde onun önünde saygıyla eğildi.
when looked (pass.)
bakıldığında
when looked (pass.) outside from the window
pencereden dışarı bakıldığında
when looked (pass.) outside from the window it was not possible to see either the mountains or the trees or the creek which was in the garden.
pencereden dışarı bakıldığında ne dağları ne ağaçları ne de bahçedeki dereyi görmek mümkündü.
when looking backwards
geriye bakınca
when looking backwards over her shoulder
omzunun üzerinden geriye bakınca
When looking backwards over her shoulder she could see the open door of the wardrobe.
Omzunun üzerinden geriye bakınca dolabın açık kapısını görebiliyordu.
When looking backwards over her shoulder she could see there among the tree trunks the open door of the wardrobe and even the room which she had passed through to come this way.
Omzunun üzerinden geriye bakınca, orada, ağaçların gövdelerin arasında dolabın açık kapısını ve hatta içinden geçerek bu tarafa geldiği odayı görebiliyordu.
When looking backwards over her shoulder she could see there among the tree trunks the open door of the wardrobe.
Omzunun üzerinden geriye bakınca, orada, ağaçların gövdelerin arasında dolabın açık kapısını görebiliyordu.
when she looked
baktığında
when she looked inside the cupboard
dolabın içine baktığında
when she looked inside the cupboard she saw a row of coats hanging (there), most of them being long fur coats.
Dolabın içine baktığında, çoğunluğu uzun kürk olan sürüyle paltonun asılı olduğunu gördü.
when they were sent
gönderildiklerinde
when they were sent far from London
Londra'dan uzağa gönderildiklerinde
when they were sent far from London because of the air raids
hava saldırıları yüzünden Londra'dan uzağa gönderildiklerinde
when they x'ed
x-diklerinde
when you went up(lit. when gone up)
yukarı çıkılınca
which was in the garden
bahçedeki
which were on the window sill
pencerenin denizliğindeki
while coming here
buraya gelirken
while looking
bakarken
While she stood and looked at it /standing and looking at it
durup ona bakarken
While she stood and looked at it wondering why there was a lamp post in the middle of the wood and thought about what to do now
Durup ona bakarken ve neden ormanın ortasında bir lamba direği olduğunu merak edip şimdi ne yapacağını düşünürken
While she stood and looked at it wondering why there was a lamp post in the middle of the wood and thought about what to do now she heard the sound of footsteps approaching herself.
Durup ona bakarken ve neden ormanın ortasında bir lamba direği olduğunu merak edip şimdi ne yapacağını düşünürken, kendine doğru yaklaşan ayak sesleri duydu.
while she was almost sure
neredeyse emin olduğu halde
while she was almost sure that it was locked
kilitli olduğuna neredeyse emin olduğu halde
while she was confident /sure
emin olduğu halde
while she was thinking what to do now
şimdi ne yapacağını düşünürken
while she wondered and thought /while wondering and thinking
merak edip düşünürken
While she wondered why there was a lamp post in the middle of the wood and thought about what to do now
Neden ormanın ortasında bir lamba direği olduğunu merak edip şimdi ne yapacağını düşünürken
while thinking
düşünürken
white
beyaz
white
beyaz
white hair
beyaz saçlar
who
kim
Who are you, that you tell me to go to sleep?
Sen kimsin ki bana yatmamı söylüyorsun?
Who are you, that you....
Sen kimsin ki...
Who are you?
Sen kimsin?
why
neden
why is there a lamp post in the middle of the wood?
Neden ormanın ortasında bir lamba direği var?
will be
olacak
window
pencere
window
pencere
witch
cadı
with
ile
with
ile
with books
kitaplarla
with her fingers
parmaklarıyla
With his curly hair and his short, pointed beard, he had a strange (g) but pleasant little face.
Kıvırcık saçları ve kısa, sivri sakalıyla garip ama hoş, küçük bir yüzü vardı.
with his short, pointed beard
kısa, sivri sakalıyla
with one of his hands
ellerinden biriyle
with one of his hands - as I said - he was holding the umbrella
ellerinden biriyle - söylediğim gibi - şemsiyeyi tutuyordu
With one of his hands - as I said - he was holding the umbrella; and with the other hand he was carrying a lot of packages wrapped in brown paper.
Ellerinden biriyle - söylediğim gibi - şemsiyeyi tutuyordu; diğer eliyle de kahverengi kağıda sarılmış bir sürü paket taşıyordu.
with one of his hands he was holding the umbrella
ellerinden biriyle şemsiyeyi tutuyordu
with the crunch-crunch sounds coming from the snow which was under her feet
ayaklarının altındaki karlardan gelen kırt-kırt sesleriyle
With the crunch-crunch sounds coming from the snow which was under her feet, she began to advance through the wood towards the other light.
Ayaklarının altındaki karlardan gelen kırt-kırt sesleriyle, ormanın içinde diğer ışığa doğru ilerlemeye başladı.
with the low ceiling
alçak tavanlı
with the other hand
diğer eliyle
with the other hand he was carrying a lot of packages
diğer eliyle bir sürü paket taşıyordu
with the professor
profesör ile - profesör'le
wonderful
harika
wood /jungle
orman
wood /jungle
orman
wool
yün
word ending to express a fact (d)
- dir - dır
wouldn't it be good
iyi olmaz mı
wrapped in brown paper
kahverengi kağıda sarılmış
you (sg)
sen
you are human
bir insansın
you saw (pl)
gördünüz
you say
söylüyorsun
you speak
konuşuyorsun
you talk like my mother
annem gibi konuşuyorsun
yourself
kendin
İmmediately she entered the wardrobe, dived among the coats and wiped her face over the coats
hemen dolabın içine girdi, paltoların arasına daldı ve yüzünü paltolara sürdü.