Reading Turkish: Narnia Günlükleri - İkinci Kitap - Aslan, Cadı ve Dolap - The Lion, the Witch and the Wardrobe

QuestionAnswer
"But you are - forgive me - what they call a girl?" said the Faun.
'Ama, sen - beni affet - bir kız dedikleri misin?' dedi Faun.
'Good gracious me!' shouted the Faun in amazement
'Aman aman', diye hayretle bağırdı Faun.
'You speak like my mother.' said Edmund. 'And who are you to tell me to go to sleep. Go sleep yourself!'
'Annem gibi konuşuyorsun' dedi Edmund. 'Ve sen kimsin ki bana yatmamı söylüyorsun. Git kendin yat!'
'You speak like my mother.' said Edmund. 'And who are you to tell me to go to sleep.'
'Annem gibi konuşuyorsun' dedi Edmund. 'Ve sen kimsin ki bana yatmamı söylüyorsun.'
"You are in fact human?"
'Aslında bir insansın, değil mi?'
"Not for me," said Peter;"I will explore the house."
'Bana göre değil,' dedi Peter. 'Ben evde araştırma yapacağım.'
'(An) owl,'said Peter.
'Baykuş,' dedi Peter.
'Forgive me - I don't want to be inquisitive - but am I right to think that you are a daughter of Eve? "
'Beni affet - meraklı olmak istemiyorum - ama eğer sen bir Havvakızı olduğunu düşünmekte haklı mıyım?'
'My name is Lucy,' she(the girl) said not quite understanding him.
'Benim adım Lucy.' dedi kız onu tam olarak anlamayarak.
"My name is Lucy." said the girl.
'Benim adım Lucy.' dedi kız.
"My name is Tumnus."
'Benim adım Tumnus.'
"If there's a problem I can always go back, "thought Lucy. (... my going back is always possible...)
'Bir sorun çıkarsa, her zaman geri dönmem mümkün' diye düşündü Lucy.
'Stop complaining, Ed!' said Susan.
'Bırak şikayet etmeyi, Ed!' dedi Susan.
'And what is this noise?' said Lucy suddenly.
'Bu ses de ne?' dedi Lucy aniden.
"This must be a big cupboard." thought Lucy still advancing and pushing coats to the side.
'Bu çok büyük bir dolap olmalı.' diye düşündü Lucy hâlâ ilerleyerek ve paltoları kenara iterek.
"This must be a big cupboard." thought Lucy still advancing and pushing the soft folds of coats to the side about to open a way to herself.
'Bu çok büyük bir dolap olmalı.' diye düşündü Lucy hâlâ ilerleyerek ve paltoların yumuşak büklümlerini kendine yol açmak üzere kenara iterek .
"This must be a big cupboard." thought Lucy.
'Bu çok büyük bir dolap olmalı.' diye düşündü Lucy.
'This is very strange(g) .'
'Bu çok garip.'
'This is very strange(g) .' said she and advanced one, two more steps.
'Bu çok garip.' dedi ve bir iki adım daha ilerledi.
"There is nothing here!" said Peter and the whole group went outside again except for Lucy.
'Burada bir şey yok!' dedi Peter ve Lucy dışında tüm takım yeniden dışarıya çıktı.
"There is nothing here!" said Peter.
'Burada bir şey yok!' dedi Peter.
'Of course it would rain!' said Edmund.
'Elbette yağmur yağacaktı!' dedi Edmund.
"Of course, of course...", said the Faun.
'Elbette, elbette,' dedi Faun.
'Wouldn't it be good if we all go to bed?' said Lucy.
'Hepimiz yatsak iyi olmaz mı?' dedi Lucy
"Doubtless we landed on our feet," said Peter.
'Kuşkusuz dört ayak üzerine düştük,' dedi Peter.
"Doubtless we landed on our feet," said Peter. "Everything will be very wonderfull."
'Kuşkusuz dört ayak üzerine düştük,' dedi Peter. 'Her şey çok harika olacak.'
"Delighted, delighted..., " it went on.
'Memnun oldum, çok memnun..., ' diye devam ediyordu.
"How so?" said Susan. "Anyway, it's time for you to go to bed. "
'Nasıl yani?' dedi Susan. 'Her neyse senin yatağa gitme zamanın.'
'What are these, as if they were branches of a tree.' shouted Lucy in amazement.
'Ne bunlar sanki bir ağacın dalları gibi!' diye hayretle bağırdı Lucy.
'Badgers,' said Lucy.
'Porsuklar,' dedi Lucy.
'Only a bird, ninny.' said Edmund.
'Sadece bir kuş, sersem.' dedi Edmund.
"Give me a break!" he said. "Don't talk like this!"
'Saçmalama' dedi.'Böyle konuşma.'
'Of course I am human.' said Lucy still being a bit puzzled.
'Tabii ki bir insanım,' dedi Lucy hâlâ biraz şaşkın olarak.
'Of course I am human.' said Lucy.
'Tabii ki bir insanım,' dedi Lucy.
'Of course I am a girl.' said Lucy.
'Tabii ki bir kızım,' dedi Lucy.
"I am very pleased to meet you, Mr. Tumnus." said Lucy.
'Tanıştığıma çok memnun oldum, Tumnus Bey,' dedi Lucy.
'Foxes,' said Susan.
'Tilkiler,' dedi Susan.
'That is...,' it stopped talking
'Yani...,' diye sustu
'That is...,' it stopped talking, as if it was about to say a thing it didn't intend but had remembered just in time not to do so.
'Yani...,' diye sustu niyet etmediği bir şeyi söylemek üzereymiş ama yapmamayı tam zamanında hatırlamış gibiydi.
'That is...,' it stopped talking, as if it was about to say a thing it didn't intend.
'Yani...,' diye sustu niyet etmediği bir şeyi söylemek üzereymiş gibiydi .
'Snakes,' said Edmund.
'Yılanlar, ' dedi Edmund.
"A very cute old man," said Susan.
'Çok sevimli bir ihtiyar,' dedi Susan.
"Good evening, good evening," said the Faun.
'İyi akşamlar, iyi akşamlar,' dedi Faun.
'Good evening,' said Lucy.
'İyi akşamlar,' dedi Lucy.
they began to frighten her
(onlar) onu ürpertmeye başlamıştı
(Of course she had left the door open because she knew it would be foolish for someone to lock himself inside the cupboard.)
(Tabii ki kapıyı açık bırakmıştı, çünkü birinin kendini dolaba kapatmasının ne kadar aptalca olduğunu biliyordu.)
word ending to express a fact (d)
- dir - dır
past tense suffix for adjectives
-(y) di
to be afraid of
-dan - den korkmak
... thought Lucy.
... diye düşündü Lucy.
It seemed to be...
... gibi görünmekteydi
I wonder
acaba
name
ad
man
adam
a son of Adam
Adamoğlu
How stupid of me
Ah aptal kafam
evening
akşam
front (part of the face) /Stirn
alın
shopping
alışveriş
to do shopping
alışveriş yapmak
his front (face) /seine Stirn
alnı
from both sides of his front
alnının her iki yanından
low
alçak
with the low ceiling
alçak tavanlı
but
ama
but at the same time
ama aynı zamanda
but at the same time she was curious
ama aynı zamanda meraklıydı
but not to show it /but to dissimulate
ama belli etmemek için
but the light was far away
ama epeyce uzaktaydı ışık
but (their) not having an excessive role in the story
ama hikâyede fazla rolleri olmayan
but when he came the first evening to meet them at the door
ama ilk akşam onları kapıda karşılamaya geldiğinde
but when he came the first evening to meet them at the door he looked so strange that Lucy (the youngest of them) had been afraid of him and Edmund (the second youngest of them) had wanted to laugh and had had to pretend cleaning his nose to conceal it.
Ama ilk akşam onları kapıda karşılamaya geldiğinde öyle tuhaf görünüyordu ki Lucy (en küçükleriydi) ondan korkmuş ve Edmund (ikinci küçükleriydi) gülmek istemişti ama belli etmemek için sümkürür gibi davranmak zorunda kalmıştı.
Goodness gracious me! / Omg! / Help! /oh!
Aman aman
only/but /however /yet (a)
ancak
however /but /lediglich
ancak
however (a) Lucy didn't notice this in the beginning
ancak Lucy bunu başlangıçta fark etmemişti
suddenly
aniden
to understand
anlamak
mother
anne
my mother
annem
like my mother
annem gibi
you talk like my mother
annem gibi konuşuyorsun
stupid
aptal
stupid /foolish (adv)
aptalca
in between
arasında
exploration /research
araştırma
I will do research
araştırma yapacağım
to explore
araştırmak
to start exploring
araştırmaya başlamak
successively
ardı sıra
behind / beyond (... d...)
ardında
hanging
asılı
lion
aslan
The lion and the witch
aslan ve cadı
The lion, the witch and the wardrobe
Aslan, Cadı ve Dolap
actually /in fact / really
aslında
scarf
atkı
foot /leg
ayak
foot
ayak
footsteps (sound of..)
ayak sesleri
she heard the sound of footsteps
ayak sesleri duydu
instead of feet
ayak yerine
instead of feet he had hooves
ayak yerine toynakları vardı
under her feet
ayaklarının altında
under her feet
ayaklarının altında
She noticed that under her feet was snow (pl).
Ayaklarının altında karlar olduğunu fark etti.
some things crunching under her feet
ayaklarının altında çıtırdayan bir şeyler
she felt some things crunching under her feet
ayaklarının altında çıtırdayan bir şeyler hissetti
the snow (pl) which was under her feet
ayaklarının altındaki karlar
with the crunch-crunch sounds coming from the snow which was under her feet
ayaklarının altındaki karlardan gelen kırt-kırt sesleriyle
With the crunch-crunch sounds coming from the snow which was under her feet, she began to advance through the wood towards the other light.
Ayaklarının altındaki karlardan gelen kırt-kırt sesleriyle, ormanın içinde diğer ışığa doğru ilerlemeye başladı.
brightness
aydınlık
mirror /looking glass
ayna
a cupboard having a mirror
ayna olan bir dolap
the same
aynı
to leave / to be set apart for(+dat)
ayrılmak
a little later
az sonra
a little later
az sonra
Little later she walked towards the depth of the cupboard
Az sonra dolabın derinliğine doğru yürüdü
A little later she walked towards the depth of the cupboard and noticed that behind the first row there was another second row of coats hanging.
Az sonra dolabın derinliğine doğru yürüdü ve ilk sıranın ardında ikinci bir sıra paltonun daha asılı olduğunu fark etti.
to leave open
açık bırakmak
to open (up) /be opened
açılmak
to open to / to lead to
açmak
branches of a tree
ağacın dalları
tree
ağaç
tree
ağaç
among the tree trunks
ağaçların gövdelerin arasında
down
aşağı
leg
bacak
his legs
bacakları
his legs were like goat legs
bacakları keçi bacağı gibiydi
I bet that...
bahse girerim ki...
to bet
bahse girmek
garden
bahçe
which was in the garden
bahçedeki
the creek which was in the garden
bahçedeki dere
while looking
bakarken
when looked (pass.)
bakıldığında
when she looked
baktığında
a balcony
balkon
according to me
bana göre
not for me / not according to me
bana göre değil
to tell me to go to bed
bana yatmamı söylemek
step /stair
basamak
Mrs. Macready
Bayan Macready
owl
baykuş
some (of them)
bazıları
some of them were bigger than the Bible in a church
bazıları kilisedeki İncil'den bile büyüktü.
head
baş
to happen to s.o. (lit. to come to one's head)
başına gelmek
there was nothing else
başka bir şey yoktu
they began
başladılar
to begin
başlamak
began
başlamış oldu
beginning
başlangıç
in the beginning
başlangıçta
in the beginning
başlangıçta
in the beginning it didn't answer
başlangıçta yanıt vermedi
let's start
başlayalım
to expect /to wait
beklemek
waist
bel
from his waist up /above his waist
belinden yukarısı
Above the waist he was human (the above of his waist was in human shape)
belinden yukarısı insan şeklindeydi
Above his waist he was human but his legs were like goat legs (they were covered with shiny black fur)
Belinden yukarısı insan şeklindeydi fakat bacakları keçi bacağı gibiydi (parlak siyah kıllarla kaplıydı)
Above his waist he was human but his legs were like goat legs (they were covered with shiny black fur) and instead of feet he had goat hooves
Belinden yukarısı insan şeklindeydi fakat bacakları keçi bacağı gibiydi (parlak siyah kıllarla kaplıydı) ve ayak yerine keçi toynakları vardı.
Above his waist he was human but his legs were like goat legs.
Belinden yukarısı insan şeklindeydi fakat bacakları keçi bacağı gibiydi.
Maybe there are eagles (existing/fact), maybe deers.
Belki kartallar vardır, belki geyikler.
Maybe there are eagles (existing/fact)
Belki kartallar vardır.
to show (b. e.)
belli etmek
to dissimulate (hide)
belli etmemek
snow-white /extremely white
bembeyaz
an umbrella covered with very white snow
bembeyaz karla kaplı bir şemsiye
I
ben
I will do research in the house.
Ben evde araştırma yapacağım.
I will now go to sleep.
Ben şimdi yatmaya gideceğim.
excuse me / forgive me
beni affet
my name
benim adım
Mr. (after the name)
Bey
white
beyaz
white
beyaz
white hair
beyaz saçlar
five
beş
five stairs up
beş basamak yukarı
even
bile
one / a
bir
a step
bir adım
A moment later
Bir an sonra
A moment later she noticed that the thing touching her hands and her face was no longer soft fur but something hard, rough and even thorny.
Bir an sonra ellerine ve yüzüne dokunan şeyin artık yumuşak kürk değil sert, kaba ve hatta dikenli bir şey olduğunu fark etti.
like branches of a tree
bir ağacın dalları gibi
also /in addition
bir de
In addition he had a tail, however (a) Lucy didn't notice this in the beginning, because in order to keep it from trailing in the snow the Faun had placed his tail smoothly on his arm holding the umbrella.
Bir de kuyruğu vardı ancak Lucy bunu başlangıçta fark etmemişti, çünkü Faun, kuyruğunun karda sürünmesini engellemek için şemsiyeyi tutan kolunun üzerine düzgünce yerleştirmişti.
In addition he had a tail, however (a) Lucy didn't notice this in the beginning
Bir de kuyruğu vardı, ancak Lucy bunu başlangıçta fark etmemişti.
In addition he had a tail.
Bir de kuyruğu vardı.
in a house
bir evde
she advanced one, two more steps
bir iki adım daha ilerledi
I am human
bir insanım
you are human
bir insansın
She saw a light.
Bir ışık gördü.
a door occured /was seen
bir kapı görülüyordu
what they call a girl
bir kız dedikleri
I am a girl
bir kızım
in a corner
bir köşede
in its corner
bir köşesinde
a room with a harp in one corner
bir köşesinde bir arpın bulunduğu bir oda
there was (il se trouvait) a harp in one (of its) corner (s)
bir köşesinde bir arpın bulunuyordu
in the middle of a wood
bir ormanın ortasında
to stand in the middle of a forest
bir ormanın ortasında durmak
There is a radio.
Bir radyo var.
There is a radio and also lots of books.
Bir radyo ve sürüyle de kitap var.
in an hour
bir saate kalmaz
it will clear up in an hour
bir saate kalmaz hava açılır
another row
bir sıra daha
she noticed that there was another row of coats hanging
bir sıra paltonun daha asılı olduğunu fark etti
there was another row of coats hanging
bir sıra paltonun daha asılıydı
if there is a problem I can always go back (lit. if there is a problem my going back is always possible)
Bir sorun çıkarsa, her zaman geri dönmem mümkün
after a while
bir süre sonra
After a while she noticed that she was standing in the middle of a wood.
Bir süre sonra bir ormanın ortasında durduğunu fark etti.
after a while she noticed
Bir süre sonra fark etti.
After a while she noticed that she was standing in the darkness of the night in the middle of a wood.
Bir süre sonra gecenin karanlığında bir ormanın ortasında durduğunu fark etti.
After a while she noticed that she was standing in the darkness of the night in the middle of a wood, that there was snow(pl) under her feet and that it was still snowing.
Bir süre sonra gecenin karanlığında bir ormanın ortasında durduğunu, ayaklarının altında karlar olduğunu ve halen kar yağmakta olduğunu fark etti.
a lot of packages
bir sürü paket
He was carrying a lot of packages.
Bir sürü paket taşıyordu.
also a lot of books
bir sürüyle de kitap
of a kind
bir türden
in one direction
bir yöne
once upon a time
bir zamanlar
Once upon a time there were four children.
Bir zamanlar dört çocuk vardı.
Once there were four children called Peter, Susan, Edmund and Lucy.
Bir zamanlar isimleri Peter, Susan, Edmund ve Lucy olan dört çocuk vardı.
one child /a child
bir çocuk
There is a child.
Bir çocuk var.
leading (opening) to a upper floor and a balcony
bir üst koridor ve balkona açılan
a door occured /was seen leading to an upper floor and balcony
bir üst koridor ve balkona açılan bir kapı görülüyordu
something
bir şey
a thing
bir şey
about /concerning something (it's a fact)
bir şey hakkındadır
Nothing will happen.
Bir şey olmaz.
she touched something
bir şeye dokundu
as if it was about to say a thing
bir şeyi söylemek üzereymiş gibiydi
something(s)
bir şeyler
one, two, three, four, five
bir, iki, üç, dört, beş
Stop complaining!
Bırak şikayet etmeyi!
leave /stop /give up /Drop it! /Chuck it!
bırak!
a bit
biraz
a little longer
biraz daha uzun
to each other
birbirine
opening into each other
birbirine açılan
there were lots of rooms opening into one another
birbirine açılan sürüyle oda vardı
ten to one
bire on
I bet ten to one that in one hour it will clear up.
Bire on bahse girerim ki bir saate kalmaz hava açılır.
I bet ten to one that ...
Bire on bahse girerim ki...
for someone to lock himself inside the cupboard
birinin kendini dolaba kapatması
she knew how foolish it was for someone to lock himself inside the cupboard
birinin kendini dolaba kapatmasının ne kadar aptalca olduğunu biliyordu
a few
birkaç
a few centimeters
birkaç santim
in a few centimeters
birkaç santim uzakta
at a few centimeters distance at the place where the back side of the cupboard should have been
birkaç santim uzakta dolabın arka yüzünün olması gereken yerde
not at few centimeters distance at the place where the back side of the cupboard should have been
birkaç santim uzakta dolabın arka yüzünün olması gereken yerde değil
together
birlikte
a lot of
birçok
there were many places
birçok yer vardı
when he finished
bitirdiğinde
When it had finished it bowed before her.
Bitirdiğinde onun önünde saygıyla eğildi.
that you could not finish
bitiremediğiniz
to finish /end something
bitirmek
to finish /end something
bitirmek
they had finished and were in the room
bitirmişler ve odadaydılar
they had finished
bitirmişlerdi
us
bizi
they don't hear us
bizi duymazlar
they don't hear us anyway
bizi duymazlar zaten
size /height
boy
his neck
boynu
He had a scarf around his neck.
Boynunda bir atkı vardı.
Around his neck he had a red woolen scarf and also his skin was quite red.
Boynunda kırmızı yünden bir atkı vardı ve teni de oldukça kırmızıydı.
Around his neck he had a red woolen scarf (from red wool.)
Boynunda kırmızı yünden bir atkı vardı.
horn
boynuz
his horns appeared
boynuzları görünmekteydi
neck
boyun
empty
boş
empty rooms
boş odalar
doors leading/opening to empty rooms
boş odalara açılan kapılar
doors leading row after row to empty rooms /rows of doors opening to empty rooms
boş odalara açılan sıra sıra kapılar
the rows of doors opening to empty rooms had begun to frighten her
boş odalara açılan sıra sıra kapılar onu ürpertmeye başlamıştı
this
bu
by the way (b. a.)
bu arada
Actually our situation is quite good.
Bu arada durumumuz oldukça iyi.
This was a Faun.
Bu bir Faun'du.
this was a lamp post
bu bir lamba direğiydi
this story
bu hikâye
this story is about something
bu hikâye bir şey hakkındadır
This story is about something happening to them (fact) when they were sent far from London.
Bu hikâye Londra'dan uzağa gönderildiklerinde onların başına gelen bir şey hakkındadır
this story is about something happening to them (fact)
bu hikâye onların başına gelen bir şey hakkındadır
this story is about something happening to them (fact) during the war
bu hikâye savaş sırasında onların başına gelen bir şey hakkındadır
This story is about something happening to them (fact) during the war when they were sent far from London because of the air raids.
Bu hikâye, savaş sırasında hava saldırıları yüzünden Londra'dan uzağa gönderildiklerinde, onların başına gelen bir şey hakkındadır.
This story is about something happening to them when they were sent far from London during the war.
Bu hikâye, savaş sırasında Londra'dan uzağa gönderildiklerinde, onların başına gelen bir şey hakkındadır.
This sound
Bu ses
And what's this noise?
Bu ses de ne?
What is this sound?
Bu ses ne?
to come this way
bu tarafa gelmek
This must be a big cupboard.
Bu çok büyük bir dolap olmalı.
in this way /thus
bu şekilde
/what she found (the things she found) /what they found
buldukları
to find
bulmak
it's possible to find
bulmak mümkün
after this
bundan sonra
After this there was a room with green curtains which had a harp in one corner.
Bundan sonra bir köşesinde bir arpın bulunduğu yeşil perdeli bir oda vardı.
After this there was a room with green curtains.
Bundan sonra yeşil perdeli bir oda vardı.
not to show this /to dissimulate this
bunu belli etmemek
Edmund, who was trying to dissimulate this
bunu belli etmemeye çalışan Edmund
to try to dissimulate this
bunu belli etmemeye çalışmak
she saw that this was a lamp post
bunun bir lamba direği olduğunu gördü.
Here
Burada
here/in this place (locative)
burada
if they hear that we talk here
Burada konuştuğumuzu duyarlarsa
if they hear that we talk here, there will be a row.
Burada konuştuğumuzu duyarlarsa patırtı çıkar.
There are so many hallways here
Burada o kadar çok koridor var
There are so many hallways and staircases here, that...
Burada o kadar çok koridor ve merdiven var, ki
There are so many hallways and staircases here, that even to go to the dining room takes ten minutes.
Burada o kadar çok koridor ve merdiven var, ki yemek odasına gitmek bile on dakika sürüyor.
There are so. many staircases here, that...
Burada o kadar çok merdiven var, ki...
here (nominative) /this place
burası
This here was a house.
Burası bir evdi.
This here was a big house.
Burası büyük bir evdi.
This here was a bigger house.
Burası daha büyük bir evdi.
This here was a house bigger than what she had seen.
Burası gördüklerinden daha büyük bir evdi.
This here is a great place for birds.
Burası kuşlar için harika bir yer.
It was almost completely dark here
burası neredeyse tamamen karanlıktı
It was almost completely dark here and in order not to hit her face at the back of the cupboard she stretched out her arms towards the front.
Burası neredeyse tamamen karanlıktı ve yüzünü dolabın arkasına çarpmamak için kollarını öne uzatmıştı.
This here is such a house, that whatever we do, nobody will say a thing.
Burası öyle bir ev, ki ne yaparsak yapalım kimse bir şey demez.
This here is such a house, that...
Burası öyle bir ev, ki...
This here was a house much bigger than what she had seen so far
Burası şimdiye kadar gördüklerinden çok daha büyük bir evdi.
This here was a house bigger than what she had seen so far, the long hallways and the rows of doors opening to empty rooms had begun to frighten her.
Burası, şimdiye kadar gördüklerinden çok daha büyük bir evdi; uzun koridorlar ve boş odalara açılan sıra sıra kapılar onu ürpertmeye başlamıştı.
to here (dative)
buraya
come here
buraya gel
while coming here
buraya gelirken
Did you see those mountains while coming here?
Buraya gelirken o dağları gördünüz mü?
to come here
buraya gelmek
area /region
bölge
so/such /like this
böyle
in a place like this
böyle bir yerde
In a place like this you can find anything.
Böyle bir yerde her şeyi bulmak mümkün.
Don't talk like this!
Böyle konuşma!
fold / Falte
büklüm
all
bütün
all (b)
bütün
all his packages
bütün paketleri
he dropped all his packages to the ground
bütün paketlerini yere düşürdü
all his face
bütün yüzü
covering (having covered) all of his face
bütün yüzünü kaplamış
messy white hair covering (having covered) all of his face
bütün yüzünü kaplamış dağınık beyaz saçlar
big /large
büyük
witch
cadı
and /also(following noun, participle...)
da - de
bigger
daha büyük
longer
daha uzun
to like more
daha çok sevmek
before /earlier
daha önce
I have never seen a Son of Adam or a Daughter of Eve before.
Daha önce ne bir Adamoğlu ne de bir Havvakızı gördüm.
branch
dal
to plunge /dive
dalmak
to behave /to act /to comport oneself
davranmak
mountain
dağ
messy
dağınık
messy white hair
dağınık beyaz saçlar
it was possible to see mountains and trees
dağları ve ağaçları görmek mümkündü
what they call
dedikleri
to say
demek
to say /call
demek
he doesn't say
demez
to try/test (one time experiment)
denemek
to be tried out
denenmek
she had thought it would be worth to be tried /she thought it was worth trying
denenmeye değeceğini düşünmüştü
(window) sill
denizlik
little river /creek
dere
it was not possible to see the creek
dereyi görmek mümkün değildi
I say
derim
the depth
derinlik
He continued
Devam ediyordu
to continue
devam etmek
she had thought it would be worth
değeceğini düşünmüştü
isn't it? /aren't you? /am I not?
değil mi?
he was not
değildi
to be worth
değmek
thorny
dikenli
pole /post /beam/mast
direk
the other
diğer
the other
diğer
with the other hand
diğer eliyle
with the other hand he was carrying a lot of packages
diğer eliyle bir sürü paket taşıyordu
and with the other hand he was carrying a lot of packages wrapped in brown paper.
diğer eliyle de kahverengi kağıda sarılmış bir sürü paket taşıyordu
She began to advance towards the other light
Diğer ışığa doğru ilerlemeye başladı.
the other direction
diğer yöne
outside /exterior
dışarı
to go outside
dışarıya çıkmak
except for (d)
dışında
to touch (+dat)
dokunmak
the back side of the cupboard
dolabın arka yüzü
in the place where should have been the back side of the cupboard
dolabın arka yüzünün olması gereken yerde
the back of the cupboard
dolabın arkası
at the back of the cupboard
dolabın arkasına
to advance expecting to touch the back of the cupboard
dolabın arkasına dokunacağını umarak ilerlemek
expecting to touch the back of the cupboard she advanced one more step-then two or three - inside
dolabın arkasına dokunacağını umarak içeriye doğru bir - sonra iki ya da üç - adım daha ilerledi
expecting to touch the back of the cupboard she advanced one more step inside
dolabın arkasına dokunacağını umarak içeriye doğru bir adım daha ilerledi
to hope /expect to touch(fut) the back of the cupboard
dolabın arkasına dokunacağını ummak
to touch the back of the cupboard
dolabın arkasına dokunmak
the open door of the cupboard
dolabın açık kapısı
She could see the open door of the cupboard
Dolabın açık kapısını görebiliyordu.
the depth of the cupboard
dolabın derinliği
when she looked inside the cupboard
dolabın içine baktığında
when she looked inside the cupboard she saw a row of coats hanging (there), most of them being long fur coats.
Dolabın içine baktığında, çoğunluğu uzun kürk olan sürüyle paltonun asılı olduğunu gördü.
to open the door of the wardrobe
dolabın kapısını açmak
to open the door of the wardrobe to be worth to be tried out
dolabın kapısını açmanın denenmeye değeceği
to try to open the door of the cupboard
dolabın kapısını açmayı denemek
the smooth and hard surface of the cupboard floor
dolabın tabanının düzgün ve sert yüzeyi
instead of the smooth and hard surface of the cupboard floor
dolabın tabanının düzgün ve sert yüzeyi yerine
instead of the smooth and hard surface of the cupboard floor she touched something soft
Dolabın tabanının düzgün ve sert yüzeyi yerine yumuşak bir şeye dokundu.
Instead of the smooth and hard surface of the cupboard floor she touched something soft, powdery and very cold.
Dolabın tabanının düzgün ve sert yüzeyi yerine yumuşak, toz halinde ve çok soğuk bir şeye dokundu.
wardrobe /cupboard
dolap
cupboard
dolap
something other than a cupboard/closet
dolaptan başka bir şey
full
dolu
full
dolu
to stand
durmak
to stand
durmak
situation (d)
durum
our situation
durumumuz
she stood and
durup
While she stood and looked at it /standing and looking at it
durup ona bakarken
While she stood and looked at it wondering why there was a lamp post in the middle of the wood and thought about what to do now
Durup ona bakarken ve neden ormanın ortasında bir lamba direği olduğunu merak edip şimdi ne yapacağını düşünürken
While she stood and looked at it wondering why there was a lamp post in the middle of the wood and thought about what to do now she heard the sound of footsteps approaching herself.
Durup ona bakarken ve neden ormanın ortasında bir lamba direği olduğunu merak edip şimdi ne yapacağını düşünürken, kendine doğru yaklaşan ayak sesleri duydu.
to stand and look at it
durup ona bakmak
they hear
duyarlar
if they hear
duyarlarsa
she heard
duydu
to hear
duymak
they don't hear
duymazlar
four
dört
four feet
dört ayak
to land on one's feet /to be in luck (lit. to fall on four legs)
dört ayak üzerine düşmek
we were lucky (we fell on four legs)
dört ayak üzerine düştük
four children
dört çocuk
There are four children.
Dört çocuk var.
smooth /straight /glatt
düzgün
smooth and hard
düzgün ve sert
the hard and smooth surface
düzgün ve sert yüzey
smoothly
düzgünce
to fall
düşmek
it was /they were in the middle of falling
düşmekteydi
to think
düşünmek
am I right to think
düşünmekte haklı mıyım
she had thought
düşünmüştü
while thinking
düşünürken
to drop /to cause to fall
düşürmek
Edmund (the second youngest of them) had wanted to laugh
Edmund (ikinci küçükleriydi) gülmek istemişti.
Edmund had had to act/behave
Edmund davranmak zorunda kalmıştı.
Edmund had wanted to laugh
Edmund gülmek istemişti
Edmund had wanted to laugh but not to show it he had to clean his nose.
Edmund gülmek istemişti, ama belli etmemek için sümkürür gibi davranmak zorunda kalmıştı.
Edmund had wanted to
Edmund istemişti
Edmund had to act/behave as if blowing his nose
Edmund sümkürür gibi davranmak zorunda kalmıştı.
Edmund had been forced to /Edmund had had to...
Edmund zorunda kalmıştı.
hand
el
of course /naturally (e)
elbette
of course /naturally (e)
elbette
He had an umbrella in his hand.
Elinde bir şemsiye vardı.
hands
eller
one of his hands
ellerinden biri
with one of his hands
ellerinden biriyle
with one of his hands - as I said - he was holding the umbrella
ellerinden biriyle - söylediğim gibi - şemsiyeyi tutuyordu
With one of his hands - as I said - he was holding the umbrella; and with the other hand he was carrying a lot of packages wrapped in brown paper.
Ellerinden biriyle - söylediğim gibi - şemsiyeyi tutuyordu; diğer eliyle de kahverengi kağıda sarılmış bir sürü paket taşıyordu.
with one of his hands he was holding the umbrella
ellerinden biriyle şemsiyeyi tutuyordu
the thing touching her hands and her face
ellerine ve yüzüne dokunan şey
to touch her hands and her face
ellerine ve yüzüne dokunmak
to touch with her hands
elleriyle dokunmak
to be about to touch with her hands
elleriyle dokunmak üzere
bending over about to touch it with her hands
Elleriyle dokunmak üzere eğilirken
'Mothballs, I wonder.' she thought bending down about to touch it with her hands.
Elleriyle dokunmak üzere eğilirken, 'Naftalin topakları mı, acaba.' diye düşündü.
while she was confident /sure
emin olduğu halde
the smallest /the youngest
en küçük
the smallest /youngest of them
en küçükleri
She was the youngest of them.
en küçükleriydi
the nearest
en yakın
three kilometers away from the nearest post office
en yakın postaneden üç kilometre uzakta
the nearest train station
en yakın tren istasyonu
fifteen kilometers away from the nearest train station
en yakın tren istasyonundan on beş kilometre uzakta
the house of an old professor, which was fifteen kilometers away from the nearest train station
en yakın tren istasyonundan on beş kilometre uzakta olan yaşlı bir profesörün evi
to hinder /prevent from /keep from
engellemek
in order to keep from
engellemek için
quite /pretty
epeyce
pretty old books
epeyce eski kitaplar
far away
epeyce uzakta
following
ertesi
the following morning
ertesi sabah
old /ancient
eski
to look around
etrafı gözden geçirmek
they began to look around
etrafı gözden geçirmeye başladılar
house
ev
married
evli
bending over
eğilirken
to bend / bow /incline /double
eğilmek
but (f)
fakat
but (f)
fakat
But a little later they came to a very long room.
Fakat az sonra çok uzun bir odaya geldiler.
But she couldn't touch a thing.
Fakat bir şeye dokunamadı.
But a little later they came to a very long room full of paintings.
Fakat biraz sonra resimlerle dolu, çok uzun bir odaya geldiler.
but the following morning
fakat ertesi sabah
But the following morning it was raining
Fakat ertesi sabah yağmur yağıyordu.
But the following morning it was raining heavily.
Fakat ertesi sabah yoğun bir yağmur yağıyordu
But the following morning it was raining so heavily that looking out of the window you couldn't see the mountains or the trees or the creek which was in the garden.
Fakat ertesi sabah öyle yoğun bir yağmur yağıyordu ki pencereden dışarı bakıldığında ne dağları ne ağaçları ne de bahçedeki dereyi görmek mümkündü.
to notice
fark etmek
The faun was so busy gathering his packages
Faun paketlerini toplamakla o kadar meşguldü
The faun was so busy gathering his packages, that it didn't answer in the beginning.
Faun paketlerini toplamakla o kadar meşguldü, ki başlangıçta yanıt vermedi.
In order to prevent it from trailing in the snow, the Faun had placed his tail smoothly on his arm holding the umbrella.
Faun, kuyruğunun karda sürünmesini engellemek için şemsiyeyi tutan kolunun üzerine düzgünce yerleştirmişti.
much /excessive
fazla
(their) not having an excessive role
fazla rolleri olmayan
strange /odd /weird (g)
garip
strange (g)
garip
He had a strange (g), but pleasant little face
Garip, ama hoş küçük bir yüzü vardı.
night
gece
night
gece
in the darkness of the night
gecenin karanlığında
they came
geldiler
they came
geldiler
when he came
geldiğinde
to come
gelmek
to go /turn back
geri dönmek
I don't go back / my going back
geri dönmem
back /in the back /behind (loc.)
geride
backwards (g)
geriye
when looking backwards
geriye bakınca
to look backwards
geriye bakmak
really
gerçekten
there was really nothing else
gerçekten başka bir şey yoktu
deer
geyik
to travel
gezmek
that you couldn't finish (with) visting /you couldn't finish travelling around
gezmekle bitiremediğiniz
a kind of house that you couldn't finish travelling around
gezmekle bitiremediğiniz türden bir ev
This (place) was a kind of house that you couldn't finish travelling around and it had many unexpected places
Gezmekle bitiremediğiniz türden bir evdi burası ve umulmadık birçok yeri vardı.
This (place) was a kind of house that you couldn't finish travelling around
Gezmekle bitiremediğiniz türden bir evdi burası.
to pass
geçmek
like
gibi
like
gibi
I will go
gideceğim
to enter
girmek
Go sleep yourself!
Git kendin yat!
go sleep!
git yat!
go!
git!
time to go
gitme zamanı
when they were sent
gönderildiklerinde
when he was sent
gönderildiğinde
to be sent
gönderilmek
they had been sent
gönderilmişlerdi
to send
göndermek
the ones she/they had seen / what she/they had seen
gördükleri
than the ones /what she/they had seen
gördüklerinden
bigger than what she had seen
gördüklerinden daha büyük
much bigger than 'the ones' / what she had seen
gördüklerinden çok daha büyük
they saw
gördüler
you saw (pl)
gördünüz
Did you see?
gördünüz mü?
when he saw
gördüğü zaman
she could see
görebiliyordu
it was possible to see
görmek mümkündü
to occur /to be seen
görülmek
to seem /to appear /to look
görünmek
he seemed /he looked
görünüyordu
trunk /stem
gövde
to laugh
gülmek
day
gün
the daylight
gün ışığı
about /concerning
hakkında
about /concerning (it's a fact)
hakkındadır
right /correct
haklı
am I right
haklı mıyım
however /whereas (h)
halbuki
however the door opened
halbuki kapı açıldı
however the door opened easily
halbuki kapı kolayca açıldı
however the door opened surprisingly easy
halbuki kapı sürpriz bir şekilde kolayca açıldı
However the door opened surprisingly easy and two mothballs fell to the ground.
Halbuki kapı sürpriz bir şekilde kolayca açıldı ve iki naftalin topağı yere düştü.
still
halen
she noticed that it was still snowing.
Halen kar yağmakta olduğunu fark etti.
it was still snowing
halen kar yağmaktaydı
wonderful
harika
a great place
harika bir yer
to remember
hatırlamak
as if it had remembered /it seemed to have remembered
hatırlamış gibiydi
even
hatta
even thorny
hatta dikenli
she could even see the room passing through which she had come this way
hatta içinden geçerek bu tarafa geldiği odayı görebiliyordu
air /weather
hava
weather /air
hava
it will clear up /the weather will clear up
hava açılır
to clear up (weather)
hava açılmak
air raids /air strikes
hava saldırıları
because of the air raids
hava saldırıları yüzünden
when they were sent far from London because of the air raids
hava saldırıları yüzünden Londra'dan uzağa gönderildiklerinde
a daughter of Eve
Havvakızı
to shout in amazement
hayretle bağırmak
to shout in amazement
hayretle bağırmak
immediately
hemen
immediately /at once
hemen
immediately she entered the wardrobe
hemen dolabın içine girdi
İmmediately she entered the wardrobe, dived among the coats and wiped her face over the coats
hemen dolabın içine girdi, paltoların arasına daldı ve yüzünü paltolara sürdü.
all
hep
all of us
hepimiz
if we all go to bed
hepimiz yatsak
all (h)
hepsi
all were full
hepsi doluydu
from both sides
her iki yanından
all that we want
her istediğimiz
to do all that we want
her istediğimizi yapmak
to allow that we do all we want
her istediğimizi yapmamıza izin vermek
anyway
her neyse
Anyway, they won't hear us anyway.
Her neyse, bizi duymazlar zaten.
Anyway, it's time for you to go to bed.
Her neyse, senin yatağa gitme zamanın.
I always can go back (lit. my going back is possible)
her zaman geri dönmem mümkün
everything
her şey
Everything will be very wonderfull.
Her şey çok harika olacak.
it's possible to find anything
her şeyi bulmak mümkün
everyone
herkes
Everybody joined in this decision /Everybody agreed
Herkes bu karara katıldı
excited
heyecanlı
she was excited
heyecanlıydı
story
hikâye
in the story
hikâyede
three servants not having an excessive role in the story
hikâyede fazla rolleri olmayan üç hizmetçi
to feel
hissetmek
housemaid /servant
hizmetçi
there was nothing
hiçbir şey yoktu
pleasant
hoş
grumpy /cranky /moody
huysuz
Edmund who grew bad-tempered
huysuzlaşan Edmund
to grow bad-tempered /to become grumpy
huysuzlaşmak
still
hâlâ
still being a bit puzzled
hâlâ biraz şaşkın olarak
still advancing
hâlâ ilerleyerek
still advancing and pushing coats to the side
hâlâ ilerleyerek ve paltoları kenara iterek
old man /old woman
ihtiyar
the old man will allow
ihtiyar izin verecek
two mothballs fell to the ground
iki naftalin topağı yere düştü
two windows
iki pencere
two windows which looked out in one direction
iki pencerenin bir yöne baktığı
two of its windows looking out in one direction
iki penceresinin bir yöne baktığı
two of its windows looking out in one direction and (d) two facing the other.
iki penceresinin bir yöne de iki penceresinin diğer yöne baktığı
two of its windows looking out in the other direction
iki penceresinin diğer yöne baktığı
from two sides
iki yanından
second
ikinci
(he was) the second youngest of them
ikinci küçükleriydi
with
ile
with
ile
together with
ile birlikte
ahead
ileride
to advance
ilerlemek
She began to advance
ilerlemeye başladı
the first
ilk
the first evening
ilk akşam
the first few doors
ilk birkaç kapı
the first few doors opened to /led to
ilk birkaç kapı açılıyordu
the first few doors opened /led to guest bed rooms
ilk birkaç kapı misafir yatak odalarına açılıyordu
The first few doors opened /led as the children had expected to guest bed rooms
ilk birkaç kapı, çocukların beklediği gibi, misafir yatak odalarına açılıyordu
The first few doors opened /led as the children had expected to guest bed rooms, but a little later they came to a very long room full of paintings and there they saw an armour.
ilk birkaç kapı, çocukların beklediği gibi, misafir yatak odalarına açılıyordu, fakat az sonra resimlerle dolu, çok uzun bir odaya geldiler ve orada bir zırh gördüler.
The first few doors opened /led as the children had expected to guest bed rooms, but a little later they came to a very long room full of paintings.
ilk birkaç kapı, çocukların beklediği gibi, misafir yatak odalarına açılıyordu, fakat az sonra resimlerle dolu, çok uzun bir odaya geldiler.
the first night
ilk gece
beyond the first row
ilk sıranın ardında
she noticed that behind the first row there was a second row
ilk sıranın ardında ikinci bir sıra olduğunu fark etti
she noticed that beyond the first row there was another second row of coats hanging
ilk sıranın ardında ikinci bir sıra paltonun daha asılı olduğunu fark etti
beyond the first row there was a second row
ilk sıranın ardında ikinci bir sıra vardı
l'évangile /gospel /New Testament /(commonly used for: Bible)
incil
man /human
insan
human
insan
human
insan
human form
insan şekli
he was in human form
insan şeklindeydi
it would be foolish for someone (a human) to lock himself inside a cupboard
insanın kendisini bir dolaba kapatması sersemlik olacaktı
name (i)
isim
names (i)
isimler
their names
isimleri
their names being / called
isimleri olan
four children called Peter, Susan, Edmund and Lucy
isimleri Peter, Susan, Edmund ve Lucy olan dört çocuk
three servants which were called Ivy, Margaret and Betty.
isimleri İvy, Margaret ve Betty olan üç hizmetçi
Three servants whose names were İvy, Margaret and Betty, but they don't play an excessive role in the story.
isimleri İvy, Margaret ve Betty olan, ama hikâyede fazla rolleri olmayan üç hizmetçi
station
istasyon
that we want
istediğimiz
to want to
istemek
to push
itmek
Good evening
iyi akşamlar
good night
iyi geceler
to say good night
iyi geceler demek
to say good night and,,,
iyi geceler deyip...
it wouldn't be good
iyi olmaz
wouldn't it be good
iyi olmaz mı
he will allow
izin verecek
to allow
izin vermek
she advanced one more step inside
içeriye doğru bir adım daha ilerledi
the room passing through which she had come this way
içinden geçerek bu tarafa geldiği oda
to pass through to come this way /to come this way by passing through
içinden geçerek bu tarafa gelmek
to pass through
içinden geçmek
light
ışık
towards the light
ışığa doğru
She began to advance towards the light.
ışığa doğru ilerlemeye başladı
she reached the light
ışığa ulaştı
into the bright light (into the brightness of the light)
ışığın aydınlığına
coarse / rough /rude
kaba
breakfast
kahvaltı
their breakfast
kahvaltıları
they had finished their breakfast
kahvaltılarını bitirmişlerdi
they had finished breakfast
kahvaltıyı bitirmişlerdi
brown
kahverengi
wrapped in brown paper
kahverengi kağıda sarılmış
a lot of packages wrapped in brown paper
kahverengi kağıda sarılmış bir sürü paket
brown paper
kahverengi kağıt
to stay /remain
kalmak
to lock( in) /to close sthg
kapatmak
door
kapı
at the door
kapıda
a big cupboard having a mirror in its door
kapısında ayna olan büyük bir dolap
something other than a big cupboard/closet having a mirror in its door
kapısında ayna olan büyük bir dolaptan başka bir şey
they saw a quite empty room, where was nothing but a big cupboard having a mirror in its door
kapısında ayna olan büyük bir dolaptan başka bir şey bulunmadığı oldukça boş bir oda gördüler.
there was nothing but a big cupboard having a mirror in its door (something other than a big cupboard/closet having a mirror in its door was not found)
kapısında ayna olan büyük bir dolaptan başka bir şey bulunmuyordu
to cover
kaplamak
covering (having covered) (k)
kaplamış
snow
kar
to snow
kar yağmak
because of the snow
kar yüzünden
darkness
karanlık
in the darkness
karanlıkta
decision
karar
in order to prevent from trailing in the snow
karda sürünmesini engellemek için
covered with snow
karla kaplı
a snow covered umbrella / an umbrella covered with snow
karla kaplı bir şemsiye
the crunch-crunch sounds coming from the snow
karlardan gelen kırt-kırt sesleri
eagle
kartal
to meet
karşılamak
floor /étage
kat
to join /participate / chip in
katılmak
paper
kağıt
side (k)
kenar
to the side
kenara
to introduce myself
kendimi tanıtmak
Allow me to introduce myself.
Kendimi tanıtmama izin ver.
yourself
kendin
for oneself
kendine
towards her(self)
kendine doğru
approaching herself
kendine doğru yaklaşan
she heard the sound of footsteps approaching herself
kendine doğru yaklaşan ayak sesleri duydu
to open a way for oneself
kendine yol açmak
to be about to open a way for herself
kendine yol açmak üzere
to lock oneself into a cupboard
kendisini bir dolaba kapatmak
to lock oneself in
kendisini kapatmak
goat
keçi
goat leg
keçi bacağı
that...
ki...
animal hair /fur /poil
kıl
church
kilise
the bible in church (lit. the NT)
kilisedeki incil
they were even bigger than the Bible in church
kilisedeki İncil'den bile büyüktü
locked
kilitli
while she was almost sure that it was locked
kilitli olduğuna neredeyse emin olduğu halde
to be locked
kilitli olmak
covered with hair (fur)
kıllarla kaplı
who
kim
nobody
kimse
nobody will say a thing
kimse bir şey demez
red
kırmızı
from/of red wool
kırmızı yünden
rural
kırsal
in a rural area
kırsal bir bölgede
a house in a rural area
kırsal bir bölgede olan bir ev
the house of an elderly professor in a rural area
kırsal bir bölgede olan yaşlı bir profesörün evi
crunch - crunch (sound)
kırt-kırt
the crunch-crunch sounds
kırt-kırt sesleri
short
kısa
with his short, pointed beard
kısa, sivri sakalıyla
book
kitap
with books
kitaplarla
curly
kıvırcık
curly hair
kıvırcık saçlar
With his curly hair and his short, pointed beard, he had a strange (g) but pleasant little face.
Kıvırcık saçları ve kısa, sivri sakalıyla garip ama hoş, küçük bir yüzü vardı.
girl
kız
the girl's room
kızların odası
to the girls'room
kızların odasına
smell
koku
arm
kol
easily
kolayca
her arms
kolları
She stretched out her arms towards the front
kollarını öne uzatmıştı
Don't talk!
Konuşma!
to talk
konuşmak
that we talk
konuştuğumuz
if they hear that we talk
konuştuğumuzu duyarlarsa
you speak
konuşuyorsun
hallway
koridor
tail
kuyruk
he had placed his tail smoothly on his arm holding the umbrella
kuyruğunu şemsiyeyi tutan kolunun üzerine düzgünce yerleştirmişti
he had placed his tail on his arm holding the umbrella
kuyruğunu şemsiyeyi tutan kolunun üzerine yerleştirmişti
bird
kuş
doubtless
kuşkusuz
Doubtless /no doubt
kuşkusuz
No doubt she left the door open
Kuşkusuz kapıyı açık bırakmıştı
No doubt she left the door open because she knew it would be foolish for someone (a human) to lock himself inside a cupboard
Kuşkusuz kapıyı açık bırakmıştı,çünkü insanın kendisini bir dolaba kapatmasının sersemlik olacağını biliyordu.
for birds
kuşlar için
a great place for birds
kuşlar için harika bir yer
steward /butler /chamberlain (housekeeper)
kâhya
his housekeeper
kâhyası
together with his housekeeper Mrs Macready and three servants
kâhyası Bayan Macready ve üç hizmetçi ile birlikte
He lived together with his housekeeper Mrs Macready and three servants in a very big house.
Kâhyası Bayan Macready ve üç hizmetçi ile birlikte çok büyük bir evde yaşıyordu.
He lived together with his housekeeper and three servants.
Kâhyası ve üç hizmetçi ile birlikte yaşıyordu.
corner
köşe
fur /fur coat
kürk
it was not fur but a hard, rough and thorny thing
kürk değil sert, kaba ve dikenli bir şeydi
to touch fur
kürke dokunmak
small /young
küçük
He had a small face.
Küçük bir yüzü vardı.
a little upper floor
küçük bir üst koridor
lamp /light
lamba
lamp post
lamba direği
London
Londra
far from London
Londra'dan uzak
when they were sent far from London
Londra'dan uzağa gönderildiklerinde
there was nothing that Lucy liked more
Lucy 'nin daha çok sevdiği hiçbir şey yoktu
There nothing Lucy liked more than touching fur and its smell.
Lucy 'nin kürke dokunmaktan ve onun kokusundan daha çok sevdiği hiçbir şey yoktu.
Lucy (the youngest of them) was afraid
Lucy (en küçükleriydi) korkmuştu.
Lucy was a bit afraid, but at the same time she was also curious and excited. .
Lucy biraz korkmuştu, ama aynı zamanda meraklı ve heyecanlıydı da.
Lucy was a bit afraid, but at the same time she was curious.
Lucy biraz korkmuştu, ama aynı zamanda meraklıydı.
Lucy was a bit afraid.
Lucy biraz korkmuştu.
except for Lucy
Lucy dışında
the whole group except for Lucy
Lucy dışında tüm takım
the whole group went outside again except for Lucy
Lucy dışında tüm takım dışarıya çıktı.
Lucy had stayed behind, because while (o. h.) she was almost sure that it was locked she thought it was worth trying to open the door of the wardrobe.
Lucy geride kalmıştı, çünkü kilitli olduğuna neredeyse emin olduğu halde, dolabın kapısını açmanın denenmeye değeceğini düşünmüştü.
Lucy had stayed behind
Lucy geride kalmıştı.
When he saw Lucy
Lucy gördüğü zaman
Lucy was scared of him and Edmund had wanted to laugh.
Lucy ondan korkmuş ve Edmund gülmek istemişti.
He was a little taller than Lucy and had an umbrella covered with very white snow in his hand.
Lucy'den biraz daha uzun boyluydu ve elinde bembeyaz karla kaplı bir şemsiye vardı.
He was a little taller than Lucy
Lucy'den biraz daha uzun boyluydu.
what Lucy found /the things Lucy found
Lucy'nin buldukları
What Lucy found in the cupboard
Lucy'nin dolapta buldukları
There was nothing Lucy liked more than touching fur.
Lucy'nin kürke dokunmaktan daha çok sevdiği hiçbir şey yoktu.
There was nothing Lucy liked more than its smell .
Lucy'nin onun kokusundan daha çok sevdiği hiçbir şey yoktu.
When he saw Lucy, he was so surprised that
Lucy'yi gördüğü zaman öyle şaşırmıştı ki
When he saw Lucy, he was so surprised that he dropped all his packages to the ground.
Lucy'yi gördüğü zaman öyle şaşırmıştı ki bütün paketlerini yere düşürdü.
adventure
macera
their adventures
maceraları
she wondered and...
merak edip
while she wondered and thought /while wondering and thinking
merak edip düşünürken
to wonder
merak etmek
curious
meraklı
I don't want to be inquisitive (curious)
meraklı olmak istemiyorum
she was curious and excited
meraklı ve heyecanlıydı
she was curious
meraklıydı
staircase
merdiven
busy
meşgul
he was busy
meşguldü
guest
misafir
guest room
misafir odası
guest bed room
misafir yatak odası
possible (m)
mümkün
possible (m)
mümkün
it was possible
mümkündü
mothballs, I wonder
naftalin topakları mı, acaba
mothballs?
naftalin topakları mı?
mothballs
naftalin topağı
how
nasıl
How so? /How's that? / What do you mean?
Nasıl yani?
I didn't see a son of Adam or a daughter of Eve
ne bir Adamoğlu ne de bir Havvakızı gördüm
What are these
ne bunlar
What are these, as if they were branches of a tree. /why, it is just like branches of trees.
Ne bunlar sanki bir ağacın dalları gibi.
neither mountains nor trees
ne dağlar ne de ağaçlar
It was not possible to see either the mountains or the trees or the creek in the garden.
Ne dağları ne ağaçları ne de bahçedeki dereyi görmek mümkündü.
it was not possible to see either the mountains or the trees
Ne dağları ne de ağaçları görmek mümkündü
she knew how foolish it was
ne kadar aptalca olduğunu biliyordu
neither nor (+ pos verb)
ne ne de
whatever we do
ne yaparsak yapalım
neither... nor...
ne... ne de...
why
neden
She wondered why there was a lamp post in the middle of the wood and...
Neden ormanın ortasında bir lamba direği olduğunu merak edip
While she wondered why there was a lamp post in the middle of the wood and thought about what to do now
Neden ormanın ortasında bir lamba direği olduğunu merak edip şimdi ne yapacağını düşünürken
why is there a lamp post in the middle of the wood?
Neden ormanın ortasında bir lamba direği var?
almost /nearly
neredeyse
while she was almost sure
neredeyse emin olduğu halde
a thing it did not intend
niyet etmediği bir şey
as if it was about to say a thing it didn't intend
niyet etmediği bir şeyi söylemek üzereymiş gibiydi
to intend
niyet etmek
Christmas
Noel
Christmas shopping
Noel alışverişi
that /those
o
those mountains
o dağlar
Did you see those mountains?
O dağları gördünüz mü?
he was so busy
o kadar meşguldü
so many
o kadar çok
so many hallways
o kadar çok koridor
room
oda
room
oda
in the room
odada
Except for the dead fly on the window sill there was really nothing else in the room.
Odada pencerenin denizliğindeki ölü sineği saymazsak; gerçekten başka bir şey yoktu.
Except for the dead fly there was really nothing else in the room.
Odada ölü sineği saymazsak; gerçekten başka bir şey yoktu.
he was in the room
odadaydı
they were in the room
odadaydılar
there could be / possibly /it may be /it's possible
olabilir
will be
olacak
being
olan
they saw a quite empty room
oldukça boş bir oda gördüler
quite good
oldukça iyi
in the place where should have been
olması gereken yerde
when he was
olunca
shoulder
omuz
her shoulder
omzu
over her shoulder (ablative)
omzunun üzerinden
when looking backwards over her shoulder
omzunun üzerinden geriye bakınca
When looking backwards over her shoulder she could see the open door of the wardrobe.
Omzunun üzerinden geriye bakınca dolabın açık kapısını görebiliyordu.
When looking backwards over her shoulder she could see there among the tree trunks the open door of the wardrobe.
Omzunun üzerinden geriye bakınca, orada, ağaçların gövdelerin arasında dolabın açık kapısını görebiliyordu.
When looking backwards over her shoulder she could see there among the tree trunks the open door of the wardrobe and even the room which she had passed through to come this way.
Omzunun üzerinden geriye bakınca, orada, ağaçların gövdelerin arasında dolabın açık kapısını ve hatta içinden geçerek bu tarafa geldiği odayı görebiliyordu.
ten
on
fifteen
on beş
fifteen kilometers
on beş kilometre
fifteen kilometers away
on beş kilometre uzakta
ten minutes
on dakika
it takes ten minutes
on dakika sürüyor
to look at it
ona bakmak
to be afraid of him
ondan korkmak
after that
ondan sonra
After that there were a lot of rooms opening successively into each other
Ondan sonra ardı sıra birbirine açılan sürüyle oda vardı
After that there were a lot of rooms opening successively into each other and all were full of books, most of them were quite old books
Ondan sonra ardı sıra birbirine açılan sürüyle oda vardı ve hepsi kitaplarla doluydu; çoğunluğu epeyce eski kitaplardı
After that there were a lot of rooms opening successively into each other and all were full of books, most of them were quite old books and some of them were bigger than the Bible in a church.
Ondan sonra ardı sıra birbirine açılan sürüyle oda vardı ve hepsi kitaplarla doluydu; çoğunluğu epeyce eski kitaplardı ve bazıları kilisedeki İncil'den bile büyüktü.
they
onlar
to them (dat. pl.)
onlara
the room being set apart for them
onlara ayrılan oda
They were in the room being set apart for them.
Onlara ayrılan odadaydılar.
to be set apart for them
onlara ayrılmak
when he came to meet them at the door
onları kapıda karşılamaya geldiğinde
when he came to meet them
onları karşılamaya geldiğinde
their
onların
their head
onların başı
happening to them
onların başına gelen
something happening to them
onların başına gelen bir şey
to happen to them
onların başına gelmek
they loved him (rep)
onu sevmişlerdi
its smell
onun kokusu
in front of her
onun önünde
(in) there (locative)
orada
there
orada
there was still daylight (it seemed)
orada hâlâ gün ışığı varmış
It seemed to be still daylight there.
Orada hâlâ gün ışığı varmış gibi görünmekteydi.
wood /jungle
orman
wood /jungle
orman
in the wood
ormanın içinde
She began to advance through the wood towards the other light.
Ormanın içinde diğer ışığa doğru ilerlemeye başladı.
She advanced in/through the wood.
Ormanın içinde ilerledi.
in the middle of
ortasında
boy
oğlan
the boys came
oğlanlar geldiler
the boys came to the girls'room
oğlanlar kızların odasına geldiler
The boys came to the girls'room and they began to look around together.
Oğlanlar kızların odasına geldiler ve birlikte etrafı gözden geçirmeye başladılar.
boys and girls
oğlanlar ve kızlar
a package
paket
coat (winter coat)
palto
the coat was hanging
palto asılıydı
pushing coats to the side
paltoları kenara iterek
she dived inbetween the coats
paltoların arasına daldı
the soft folds of the coats
paltoların yumuşak büklümleri
pushing the soft folds of the coats to the side
paltoların yumuşak büklümlerini kenara iterek
she saw that the coat was hanging
paltonun asılı olduğunu gördü
she saw the coat
paltoyu gördü
bright / shiny
parlak
they/it were covered with shiny black hair/fur
parlak siyah kıllarla kaplıydı
finger
parmak
with her fingers
parmaklarıyla
Expecting to touch the back of the cupboard with her fingers she advanced one more step-then two or three - inside
Parmaklarıyla dolabın arkasına dokunacağını umarak içeriye doğru bir - sonra iki ya da üç - adım daha ilerledi
a row will come out
patırtı çıkar
to kick up a row
patırtı çıkarmak
window
pencere
window
pencere
from the window
pencereden
when looked (pass.) outside from the window
pencereden dışarı bakıldığında
when looked (pass.) outside from the window it was not possible to see either the mountains or the trees or the creek which was in the garden.
pencereden dışarı bakıldığında ne dağları ne ağaçları ne de bahçedeki dereyi görmek mümkündü.
the window sill
pencerenin denizliği
which were on the window sill
pencerenin denizliğindeki
the dead fly on the window sill
pencerenin denizliğindeki ölü sinek
except for the dead fly on the window sill
pencerenin denizliğindeki ölü sineği saymazsak
curtain
perde
badger
porsuk
post office
postane
professor
profesör
The professor was a man who had white hair.
Profesör beyaz saçları olan bir adamdı.
The professor was a very old man who had white hair.
Profesör beyaz saçları olan çok yaşlı bir adamdı.
The professor was a man.
Profesör bir adamdı.
The professor was not married and lived together with his housekeeper Mrs Macready and three servants (whose names were İvy, Margaret and Betty but who didn't play an excessive role in the story) in a very big house.
Profesör evli değildi ve kâhyası Bayan Macready ve (isimleri İvy, Margaret ve Betty olan, ama hikâyede fazla rolleri olmayan) üç hizmetçi ile birlikte çok büyük bir evde yaşıyordu.
The professor was not married and lived together with his housekeeper Mrs Macready and three servants in a very big house.
Profesör evli değildi ve kâhyası Bayan Macready ve üç hizmetçi ile birlikte çok büyük bir evde yaşıyordu.
The professor was not married.
Profesör evli değildi.
The professor was married.
Profesör evliydi.
with the professor
profesör ile - profesör'le
The professor was a very old man who had messy white hair covering almost all of his face.
Profesör neredeyse bütün yüzünü kaplamış dağınık beyaz saçları olan çok yaşlı bir adamdı
The professor was a very old man who had messy white hair covering almost all of his face and the children loved him immediately.
Profesör neredeyse bütün yüzünü kaplamış dağınık beyaz saçları olan çok yaşlı bir adamdı ve çocuklar onu hemen sevmişlerdi.
The professor was a very old man.
Profesör çok yaşlı bir adamdı.
The professor looked so strange, that Edmund had wanted to laugh, but not to show it, he had to pretend cleaning his nose.
Profesör öyle tuhaf görünüyordu, ki Edmund gülmek istemişti, ama belli etmemek için sümkürür gibi davranmak zorunda kalmıştı.
The professor looked so strange, that Edmund had wanted to laugh.
Profesör öyle tuhaf görünüyordu, ki Edmund gülmek istemişti.
The professor looked so strange, that Lucy had been afraid of him and Edmund had wanted to laugh, but not to show it, he had to pretend cleaning his nose.
Profesör öyle tuhaf görünüyordu, ki Lucy ondan korkmuş ve Edmund gülmek istemişti ama belli etmemek için sümkürür gibi davranmak zorunda kalmıştı.
to say good night to the professor
Profesör'e iyi geceler demek
breakfast with the professor
profesör'le kahvaltı
they had finished their breakfast with the professor
profesör'le kahvaltılarını bitirmişlerdi
They had just finished their breakfast with the professor and they were in the long room with the low ceiling.
Profesör'le kahvaltılarını yeni bitirmişler ve uzun, alçak tavanlı odadaydılar.
They had just finished their breakfast with the professor and they were in the room set apart for them on the top floor - the long room with the low ceiling.
Profesör'le kahvaltılarını yeni bitirmişler ve üst katta onlara ayrılan odada - uzun, alçak tavanlı odadaydılar.
They had just finished their breakfast with the professor and they were in the room set apart for them on the top floor - the long room with the low ceiling, two windows which looked out in one direction and (d) two facing the other.
Profesör'le kahvaltılarını yeni bitirmişler ve üst katta onlara ayrılan odada - uzun, alçak tavanlı, iki penceresinin bir yöne de iki penceresinin diğer yöne baktığı odadaydılar.
They had just finished their breakfast with the professor
Profesör'le kahvaltılarını yeni bitirmişlerdi
the professor's house
profesörün evi
to the professor's house
profesörün evine
radio
radyo
painting /picture /drawing
resim
full of paintings
resimlerle dolu
a room full of paintings
resimlerle dolu bir oda
role
rol
(their) having a role
rolleri olan
(their) not having a role
rolleri olmayan
morning
sabah
only /just (s)
sadece
only a bird
sadece bir kuş
beard
sakal
as if
sanki
as if he had done Christmas shopping
sanki Noel alışverişi yapmış gibi
He looked like as if he had done Christmas shopping.
sanki Noel alışverişi yapmış gibi görünüyordu
to be wrapped
sarılmak
to wrap
sarmak
war
savaş
during the war
savaş sırasında
respectfully
saygıyla
to bow (respectfully)
saygıyla eğilmek
except /besides (lit. if we don't count)
saymazsak
hair (pl)
saçlar
among his hair
saçlarının arasında
from out of his hair
saçlarının arasından
coming out of his hair from both sides of his front
saçlarının arasından alnının her iki yanından çıkan
Coming out of his hair, from(on) both sides of his front his horns appeared.
Saçlarının arasından alnının her iki yanından çıkan boynuzları görünmekteydi.
coming out of his hair
saçlarının arasından çıkan
Come off it! /Give me a break!/Cut the shit!
Saçmalama
you (sg)
sen
Am I right to think that you are a daughter of Eve?
Sen bir Havvakızı olduğunu düşünmekte haklı mıyım?
Are you what they call a girl?
Sen bir kız dedikleri misin?
Who are you, that you tell me to go to sleep?
Sen kimsin ki bana yatmamı söylüyorsun?
Who are you, that you....
Sen kimsin ki...
Who are you?
Sen kimsin?
time for you to go to bed
senin yatağa gitme zamanın
goofy /scatterbrain /ninny
sersem
to be foolish
sersemlik olmak
hard /solid /firm
sert
a hard, rough and thorny thing
sert, kaba ve dikenli bir şey
sound /voice /noise
ses
sound /voice /noise
ses
cute /charming /amiable
sevimli
to love /like
sevmek
they loved (reported past)
sevmişlerdi
fly (insect)
sinek
except for the fly / if we don't count the fly
sineği saymazsak
row /line
sıra
row after row /in rows /row by row
sıra sıra
during
sırasında
pointed /sharp /spitz
sivri
black
siyah
they/it was covered with black hair/fur
siyah kıllarla kaplıydı
Then she felt some things crunching under her feet.
Sonra ayaklarının altında çıtırdayan bir şeyler hissetti.
then two or three
sonra iki ya da üç
Then when you/one went down three stairs and five up there occured a door
Sonra üç basamak aşağı ve beş basamak yukarı çıkılınca bir kapı görülüyordu.
Then when you/one went down three stairs and five up there occured a door leading to a little upper floor and a balcony.
Sonra üç basamak aşağı ve beş basamak yukarı çıkılınca küçük bir üst koridor ve balkona açılan bir kapı görülüyordu.
problem
sorun
if there is a problem
sorun çıkarsa
a problem arise /problem come up
sorun çıkmak
cold
soğuk
to stop talking /to be quiet /to shut up
susmak
as I said /as I was saying
söylediğim gibi
to say / speak
söylemek
you say
söylüyorsun
to blow one's nose
sümkürmek
like blowing his nose
sümkürür gibi
to act as if blowing his nose
sümkürür gibi davranmak
to wipe on /rub against
sürmek
surprise
sürpriz
surprisingly
sürpriz bir şekilde
surprisingly easy
sürpriz bir şekilde kolayca
flock / herd/swarm / crowd
sürü
to drag /trail /crawl
sürünmek
a lot of (s)
sürüyle
she saw a row of (a lot of - s) coats hanging
sürüyle paltonun asılı olduğunu gördü
it takes / pass (time)
sürüyor
floor /base /Boden
taban
of course (that)
tabii ki
of course
tabii ki
of course she had left the door open
tabii ki kapıyı açık bırakmıştı
team /group
takım
exactly
tam olarak
she understood exactly
tam olarak anladı
she didn't exactly understand
tam olarak anlamadı
not exactly understanding
tam olarak anlamayarak
just in time
tam zamanında
as if it had remembered just in time
tam zamanında hatırlamış gibiydi
to know (someone)
tanımak
to introduce s. o.
tanıtmak
side (t)
taraf
ceiling
tavan
to carry
taşımak
skin (t)
ten
his skin(t) also was quite red
teni de oldukça kırmızıydı
fox
tilki
pellet (ball)
topak
to gather
toplamak
busy with gathering
toplamakla meşgul
hoof
toynak
powder/ dust
toz
powdery /pulverulent
toz halinde
train
tren
train station
tren istasyonu
from the train station
tren istasyonundan
strange (t)
tuhaf
someone strange
tuhaf birisi
Someone strange came out from among the trees into the bright light.
Tuhaf birisi ağaçların arasından ışığın aydınlığına çıktı.
Someone strange came out from among the trees.
Tuhaf birisi ağaçların arasından çıktı.
he looked strange
tuhaf görünüyordu
Mr. Tumnus
Tumnus Bey
to hold
tutmak
all of
tüm
because of all of these packages and the snow
tüm bu paketler ve kar yüzünden
Because of all of these packages and the snow he looked like he had done Christmas shopping.
Tüm bu paketler ve kar yüzünden sanki Noel alışverişi yapmış gibi görünüyordu.
because of all of these packages
tüm bu paketler yüzünden
all of these
tüm bunlar
very close to all of these
tüm bunların çok yakınında
Very close to all of these, they saw a quite empty room, where was nothing but a big cupboard having a mirror in its door
Tüm bunların çok yakınında, kapısında ayna olan büyük bir dolaptan başka bir şeyin bulunmadığı oldukça boş bir oda gördüler.
the whole group
tüm takım
the whole group went outside again
tüm takım yeniden dışarıya çıktı
kind
tür
kind of house
türden bir ev
to reach
ulaşmak
to hope /expect
ummak
unexpected /unimagined /unforeseen
umulmadık
there were many places that were unexpected
umulmadık birçok yer vardı
it had many unexpected places
umulmadık birçok yeri vardı
far /away /remote
uzak
distant
uzak
in the distance
uzakta
to extend /stretch
uzatmak
long
uzun
long /tall
uzun
tall
uzun boylu
He was tall
uzun boyluydu
long hallways
uzun koridorlar
the long hallways and the rows of doors opening to empty rooms had begun to frighten her
uzun koridorlar ve boş odalara açılan sıra sıra kapılar onu ürpertmeye başlamıştı.
they were in the long room
uzun odadaydılar
they were in the long room with the low ceiling
uzun, alçak tavanlı odadaydılar
there is /there are
var
there was /there were
vardı
and
ve
and
ve
and they began to look around together
ve birlikte etrafı gözden geçirmeye başladılar
And in this way their adventures began.
Ve bu şekilde maceraları başlamış oldu.
and all were full of books
ve hepsi kitaplarla doluydu
and after a short while
ve kısa bir süre sonra
And after a short while someone strange came out from among the trees into the bright light.
Ve kısa bir süre sonra tuhaf birisi ağaçların arasından ışığın aydınlığına çıktı.
and there they saw an armour.
ve orada bir zırh gördüler.
And the woods?
Ve ormanları?
And then she saw a light ahead.
Ve sonra ileride bir ışık gördü.
And then she saw a light ahead, not at few centimeters distance at the place where the back side of the cupboard should have been
Ve sonra ileride bir ışık gördü; birkaç santim uzakta dolabın arka yüzünün olması gereken yerde değil
And then she saw a light ahead, not at few centimeters distance at the place where the back side of the cupboard should have been, but the light was far away.
Ve sonra ileride bir ışık gördü; birkaç santim uzakta dolabın arka yüzünün olması gereken yerde değil, ama epeyce uzaktaydı ışık.
and the children loved him almost immediately
ve çocuklar onu hemen sevmişlerdi
when he x'ed
x- diğinde
when they x'ed
x-diklerinde
near
yakın
approaching
yaklaşan
about / circa / rough / approximative
yaklaşık
about ten minutes
yaklaşık on dakika
in/at about ten minutes
yaklaşık on dakikada
in about ten minutes she reached the light
yaklaşık on dakikada ışığa ulaştı
In about ten minutes she reached the light and saw that this was a lamp post.
Yaklaşık on dakikada ışığa ulaştı ve bunun bir lamba direği olduğunu gördü.
side (y)
yan
so / namely
yani
he didn't answer
yanıt vermedi
to answer (y. e.)
yanıt vermek
I will do
yapacağım
let us do
yapalım
if we do
yaparsak
to do
yapmak
not to do
yapmamak
to remember not to do
yapmamayı hatırlamak
as if it had remembered just in time not to do so
yapmamayı tam zamanında hatırlamış gibiydi
to allow that we do
yapmamıza izin vermek
tomorrow
yarın
Let's start exploring tomorrow.
Yarın araştırmaya başlayalım
I say let's start exploring tomorrow.
Yarın araştırmaya başlayalım, derim.
sleep!
yat!
bed
yatak
bed room
yatak odası
time to go to bed
yatağa gitme zamanı
to go to bed
yatağa gitmek
to go to bed /to go to sleep
yatmak
I will go to sleep
yatmaya gideceğim
if we go to bed
yatsak
to fall /drop (rain/snow)
yağmak
rain
yağmur
it would rain
yağmur yağacaktı
it was raining
yağmur yağıyordu
to live
yaşamak
he lived
yaşıyordu
an old professor
yaşlı bir profesör
food
yemek
dining room
yemek odası
to go to the dining room
yemek odasına gitmek
even to go to the dining room
yemek odasına gitmek bile
even to go to the dining room it takes ten minutes
yemek odasına gitmek bile on dakika sürüyor
to go to the dining room it takes ten minutes
yemek odasına gitmek on dakika sürüyor
new /recent(ly) / only just
yeni
again /de nouveau /afresh
yeniden
place
yer
in the place
yerde
to fall on the ground
yere düşmek
to drop to the ground
yere düşürmek
instead of
yerine
to place /position
yerleştirmek
green
yeşil
green curtains
yeşil perdeler
snake
yılan
to open a way
yol açmak
tired
yorgun
being tired
yorgun olan
Edmund who was tired (being tired)
yorgun olan Edmund
Edmund who was tired and who grew bad-tempered when he was tired
yorgun olan yorgun olunca da huysuzlaşan Edmund
Edmund, who was tired and getting distempered when he was tired, but (a) trying to dissimulate this, said:'Give me a break! Don't talk like this!"
Yorgun olan yorgun olunca da huysuzlaşan, ancak bunu belli etmemeye çalışan Edmund 'Saçmalama' dedi. 'Böyle konuşma!'
Edmund who was tired, but (a) trying to dissimulate this
yorgun olan, ancak bunu belli etmemeye çalışan Edmund
Edmund, who was tired and getting distempered when he was tired, but (a) trying to dissimulate this
Yorgun olan, yorgun olunca da huysuzlaşan, ancak bunu belli etmemeye çalışan Edmund
when he was tired
yorgun olunca
and when he was tired
yorgun olunca da
and Edmund who grew bad-tempered when he was tired
Yorgun olunca da huysuzlaşan Edmund
heavy / dense /busy
yoğun
it was raining heavily
yoğun bir yağmur yağıyordu
up
yukarı
upstairs / upper floor
yukarı kat
to go (ç) upstairs
yukarı kata çıkmak
after going upstairs
yukarı kata çıktıktan sonra
when you went up(lit. when gone up)
yukarı çıkılınca
to ascend
yukarı çıkmak
soft
yumuşak
she touched something soft
yumuşak bir şeye dokundu
soft and cold things
yumuşak ve soğuk şeyler
soft and cold things were in the middle of falling
yumuşak ve soğuk şeyler düşmekteydi
Soft and cold things were in the middle of falling on her.
Yumuşak ve soğuk şeyler üzerine düşmekteydi.
she touched something soft and powdery
yumuşak ve toz halinde bir şeye dokundu
direction
yön
wool
yün
to walk
yürümek
face
yüz
face
yüz
surface
yüzey
his face
yüzü
because of
yüzünden
because of
yüzünden
in order not to hit her face at the back of the cupboard
yüzünü dolabın arkasına çarpmamak için
in order not to hit her face at the back of the cupboard she stretched out her arms to the front
yüzünü dolabın arkasına çarpmamak için kollarını öne uzatmıştı.
she wiped her face over the coats
yüzünü paltolara sürdü
in order not to hit her face
yüzünü çarpmamak için
time
zaman
time
zaman
anyway /in first place /besides
zaten
armour
zırh
to be obliged to /to be forced to/to have to
zorunda kalmak
to hit
çarpmak
to exit
çıkmak
to crunch /scrunch / crackle (branches / snow when crushed)
çıtırdamak
some things crunching
çıtırdayan bir şeyler
child
çocuk
children
çocuklar
the children had been sent
çocuklar gönderilmişlerdi
The children were sent to the house of an elderly professor in a rural area.
Çocuklar kırsal bir bölgede olan yaşlı bir profesörün evine gönderilmişlerdi.
There are children.
Çocuklar var.
The children had been sent to the house of an old professor.
Çocuklar yaşlı bir profesörün evine gönderilmişlerdi.
The children were sent to the house of an elderly professor in a rural area fifteen kilometers away from the nearest train station and three kilometers from the post office.
Çocuklar, kırsal bir bölgede en yakın tren istasyonundan on beş kilometre ve en yakın postaneden üç kilometre uzakta olan yaşlı bir profesörün evine gönderilmişlerdi.
as the children expected
çocukların beklediği gibi
very
çok
very big
çok büyük
in a very big house
çok büyük bir evde
He lived in a very big house.
Çok büyük bir evde yaşıyordu.
much bigger
çok daha büyük
I am delighted
çok memnun oldum
a very cute old man
çok sevimli bir ihtiyar
very cold
çok soğuk
They came to a very long room.
Çok uzun bir odaya geldiler.
the majority /most of them
çoğunluğu
most of them were quite old books
çoğunluğu epeyce eski kitaplardı
most of them being long fur coats
çoğunluğu uzun kürk olan
because
çünkü
because she knew
çünkü biliyordu
because she thought to open the door of the wardrobe was worth to be tried. (worth trying)
çünkü dolabın kapısını açmanın denenmeye değeceğini düşünmüştü.
because the Faun in order to keep his tail from trailing in the snow
çünkü Faun kuyruğunun karda sürünmesini engellemek için
because she knew it would be foolish for someone (a human) to lock himself inside a cupboard
çünkü insanın kendisini bir dolaba kapatmasının sersemlik olacağını biliyordu.
because while she was almost sure that it was locked she thought it was worth trying to open the door of the wardrobe.
çünkü kilitli olduğuna neredeyse emin olduğu halde, dolabın kapısını açmanın denenmeye değeceğini düşünmüştü.
dead
ölü
the dead fly
ölü sinek
except for the dead fly
ölü sineği saymazsak
except for the dead fly there was really nothing else
ölü sineği saymazsak, gerçekten başka bir şey yoktu
to the front
öne
in front of
önünde
so /such
öyle
so /such
öyle
such a house
öyle bir ev
he looked so strange
öyle tuhaf görünüyordu
he looked so strange, that Lucy had been afraid of him
öyle tuhaf görünüyordu, ki Lucy ondan korkmuştu
he looked so strange, that...
öyle tuhaf görünüyordu, ki...
it was raining so heavlily that..
öyle yoğun bir yağmur yağıyordu ki...
he was so surprised that
öyle şaşırmıştı ki
to frighten s. o. (increasingly/slowly... usually for a situation /an environment /an atmosphere)
ürpertmek
top floor/upstairs (ü. k.)
üst kat
on the top floor
üst katta
They were in the room on the top floor, set apart for them - the long room with the low ceiling.
Üst katta onlara ayrılan odada - uzun, alçak tavanlı odadaydılar.
They were in the room being set apart for them on the top floor. .
üst katta onlara ayrılan odadaydılar
they were in the long room with the low ceiling, set apart for them on the top floor.
Üst katta onlara ayrılan uzun, alçak tavanlı odadaydılar
to be about /on the brink of / on the verge of
üzere
as if it was about to
üzereymiş gibiydi
on top of /onto (direction)
üzerine
on top of her (direction/dative)
üzerine
three
üç
three stairs down
üç basamak aşağı
three kilometers away
üç kilometre uzakta
The old man will allow that we do all we want.
İhtiyar her istediğimizi yapmamıza izin verecek.
The first night, after (they)had said good night to the professor and gone upstairs
İlk gece, Profesör'e iyi geceler deyip yukarı kata çıktıktan sonra
The first night, after (they)had said good night to the professor and gone upstairs, the boys came to the girls'room and they began to look around together.
İlk gece, Profesör'e iyi geceler deyip yukarı kata çıktıktan sonra oğlanlar kızların odasına geldiler ve birlikte etrafı gözden geçirmeye başladılar.
The first night, (when they) said good night to the professor and...
İlk gece, Profesör'e iyi geceler deyip...
hawk
şahin
possibly hawks, too
şahinler de olabilir
surprized /puzzled
şaşkın
umbrella
şemsiye
his arm holding the umbrella
şemsiyeyi tutan kolu
he was holding the umbrella
şemsiyeyi tutuyordu
thing
şey
the thing was not any longer soft fur but a hard, rough and thorny thing
şey artık yumuşak kürk değil, sert, kaba ve dikenli bir şeydi
she noticed that the thing was not any longer soft fur but a hard, rough and thorny thing
şeyin artık yumuşak kürk değil, sert, kaba ve dikenli bir şey olduğunu fark etti
She noticed that the thing was no longer soft fur but something hard, rough and even thorny.
şeyin artık yumuşak kürk değil, sert, kaba ve hatta dikenli bir şey olduğunu fark etti
the thing being something thorny
şeyin dikenli bir şey olduğu
She noticed that the thing was something thorny.
şeyin dikenli bir şey olduğunu fark etti
to complain
şikayet etmek
what she will do now
şimdi ne yapacak
while she was thinking what to do now
şimdi ne yapacağını düşünürken
up till now /until now /so far
şimdiye kadar