(a) bow and arrow (lit. arrow and bow) ok ve yay (ancient word for) wine bade (for) that he got away from the farm çiftliklerden uzaklaştığı için (from) over /upon üzerinden (it) is not değil (it) was darkness karanlıktı (it) was not değildi (quasi) as if it would have preferred to bring snow sanki kar getirmeyi tercih edermişçesine (sheep) fold/pen /Gehege /Koppel ağıl (the) back sırt (the) road yol (which were ) in the east doğudaki (who is/was) born (Present Participle) doğan a ready bow hazır bir yay a bad smell pis bir koku a bear had not come down ayı inmemişti a bit stiffened biraz sertleşmiş a bit stiffened from settling (ripening) over the winter kışın bekletilmekten biraz sertleşmiş a bow bir yay a bow whose arrow is nocked oku takılmış bir yay a bow whose arrow was nocked, ready to be drawn oku takılmış çekilmeye hazır bir yay a brown mare kahverengi bir kısrak a careless boot dikkatsiz bir çizme a day bir gün a deep shadow derin bir gölge a feeling bir his a feeling arose inside of him içinde bir his doğdu a feeling of being watched izleniyormuş gibi bir his a feeling of being watched grew inside him içinde izleniyormuş gibi bir his doğdu a fool bir aptal a gentle (light) breeze hafif bir esinti a gentle voice yumuşak bir ses a head taller than -den bir baş uzun a heavy silence ağır bir sessizlik a heavy silence was suspended over the ground / lay on the land toprağın üzerinde ağır bir sessizlik asılıydı a horse and a wagon bir at ve araba a horse with a wagen araba ile bir at a kind bir tür a light wind rose hafif bir rüzgar yükseldi a little bit biraz a little bit of green biraz yeşillik a loud voice yüksek bir ses a mare bir kısrak a memory bir anı a month bir ay a month past bir ay geçmiş a monument of reality bir gerçeklik anıtı a particularly cold winter özellikle soğuk bir kış a particularly entangled wood özellikle dolaşık bir orman a particularly strong breeze özellikle güçlü bir esinti a rocky /rock strewn track (way) taşlık bir yol a shaggy mare uzun tüylü bir kısrak a shaggy, brown mare uzun tüylü kahverengi bir kısrak a shirt bir gömlek a silence was suspended bir sessizlik asılıydı a silence was suspended over the ground toprağın üzerinde bir sessizlik asılıydı A spider was weaving its net in the tree. Bir örümcek ağaçta ağını örüyordu. a troublesome thought sıkıntılı bir düşünce a walking stick yürüyüş asası a wind rose bir rüzgar yükseldi abandon oneself to fall prey to/be taken by /be overcome by /o -e kapılmak about /concerning konusunda about to be used /as to be used /for the purpose of being used kullanılmak üzere according to some kimilerine göre According to some a wind rose in the Misty Mountains. Bir rüzgar kimilerine göre Puslu Dağlar'da yükseldi. accumulations / patches of snow kar birikintileri Accumulations of snow were covering the ground. Kar birikintileri toprağı örtüyordu. Accumulations of white snow were still covering the ground. Beyaz kar birikintileri hâlâ toprağı örtüyordu. after / later / then sonra after /behind (p) peşinde after dark /after getting dark hava karardıktan sonra after dark it was no longer safe artık hava karardıktan sonra güvenli değildi again yeniden ages /epoches /eras çağlar ages come çağlar gelir ages come and pass çağlar gelir ve geçer ages come and pass çağlar gelir ve geçer ages come and pass (and) leave memories which become legendary çağlar gelir ve geçer, efsaneleşen anılar bırakır ages come and pass and leave memories çağlar gelir ve geçer ve anılar bırakır ages leave memories çağlar anılar bırakır ages leave memories çağlar anılar bırakır ages leave memories which become legendary çağlar efsaneleşen anılar bırakır ages pass çağlar geçer air /weather hava all the way to his cheek yanağına kadar almost /nearly neredeyse already çoktan already passed (and) gone çoktan geçip gitmiş although (r) rağmen Although its being (dative) a month past upon the arrival of Spring Baharın gelmesinin üzerinden bir ay geçmiş olmasına rağmen Although its being a month past upon the arrival of Spring the wind was carrying an icy cold (quasi) as if it would have preferred to bring snow. Baharın gelmesinin üzerinden bir ay geçmiş olmasına rağmen rüzgar sanki kar getirmeyi tercih edermişçesine buz gibi bir soğuk taşıyordu. always daima always her zaman among the trees ağaçların arasında Among the trees nothing was moving but the wind. Ağaçların arasında rüzgârdan başka hiçbir şey kıpırdamıyordu. Among the trees nothing was moving, nothing made a sound but the wind. . Ağaçların arasında rüzgârdan başka hiçbir şey kıpırdamıyor, ses çıkarmıyordu. an age bir çağ an age /epoche /era bir çağ an age already passed (and) gone çoktan geçip gitmiş bir çağ an age already passed (and) gone Çoktan geçip gitmiş bir çağ an age yet to come henüz gelmemiş bir çağ an age yet to come, (an age) already passed (and) gone henüz gelmemiş, çoktan geçip gitmiş bir çağ an empty road boş bir yol An Empty Road Boş Bir Yol an entangled wood dolaşık bir orman an especially beautiful cloak özellikle güzel bir pelerin an especially icy cold özellikle buz gibi bir soğuk an especially strong man özellikle güçlü bir adam an extra shirt fazladan bir gömlek an icy cold buz gibi bir soğuk and he looked guiltily on the road. ve suçlu suçlu yola baktı. and the sun did not always have to go down ve her zaman güneşin batmış olması gerekmiyordu anyway / already /as a matter of fact / in first place zaten Apart from her smiling face he didn't remember many (p) things. Gülümseyen yüzü dışında pek bir şey hatırlamıyordu. apart from this / other than this / for the rest bunun dışında apart from this there was silence bunun dışında bir sessizlik vardı appearance görünüş apple elma apple brandy elma brendi apple cider elma şarabı arm kol arrow ok arrow ok as even if he were overtaken by flood sanki sele kapılsa bile As for Rand, he was glad, that he got away from the farm, almost as happy as he was about the arrival of Bel Tine. Rand ise, çiftliklerden uzaklaştığı memnundu, neredeyse Bel Tine'ın gelmesinden olduğu kadar memnun. As for Rand, he was glad, that he got away from the farm. Rand ise, çiftliklerden uzaklaştığı memnundu. As for Rand, he was glad. Rand ise, memnundu. as happy as he was about the arrival of Bel Tine Bel Tine'ın gelmesinden olduğu kadar memnun as he was watching gözetlerken as he was watching his own side of the way yolun kendi tarafını gözetlerken as if (he was) being watched izleniyormuş gibi as if /quasi /like sanki as if it would have preferred tercih edermişçesine as if mixed with shadow sanki gölgeyle karışmış As Rand was watching his side of the way, a feeling grew inside of him. Rand yolun kendi tarafını gözetlerken içinde bir his doğdu. As Rand was watching his side of the way, a feeling of being watched grew inside of him. Rand yolun kendi tarafını gözetlerken içinde izleniyormuş gibi bir his doğdu. As Tam had taught Tam'ın öğretmiş olduğu gibi As Tam had taught him Tam'ın ona öğretmiş olduğu gibi at the other side /at the far side öbür yanda at the other/far side of Bela Bela'nın öbür yanında attention /care aldırış attitude /manner /behaviour tavır axle aks baby bebek barrel /Faß fıçı bear ayı bear ayı bears also were after the sheep ayılar da koyunların peşindeydi Bears also were after the sheep whereas for years a bear had not come down there. Ayılar da koyunların peşindeydi, halbuki yıllardır oralara ayı inmemişti. before / prior to önce before the Breaking of the World Dünyanın Kırılışı'ndan önce beginning başlangıç beginnings başlangıçlar behind arkasında below / beneath altında below the always/ever cloud-capped peaks daima bulutlarla kaplı zirvelerin altında beneath the cloud-covered peaks bulutlarla kaplı zirvelerin altında beneath the summits/ peaks zirvelerin altında benefit / profit / advantage / usefulness fayda bird kuş birds kuşlar black siyah blackberries böğürtlenler blackberry / Brombeere böğürtlen blackberry branches böğürtlenlerin dalları boots çizmeler boredom / annoyance / nuisance sıkıntı branch dal branches dallar branches dallar breeze esinti breezes esintiler bright / brightness aydınlık brown kahverengi brown kahverengi brown nets kahverengi ağlar but ama But concerning the brandy and the wine he had given his word, still he had waited for the delivery until one day before the festival. Ama brendi ve şarap konusunda söz vermişti, yine de teslimat için festivalden bir gün öncesine kadar beklemişti. But concerning the brandy and the wine he had given his word. Ama brendi ve şarap konusunda söz vermişti. but inside ama içinde but inside there was a solidness ama içinde bir sağlamlık vardı. but inside there was a solidness, that even if he were overcome by flood his feet would not be uprooted. ama içinde, sanki sele kapılsa bile ayaklarını yerden kesilmeyecekmiş gibi bir sağlamlık vardı. But it was a beginning Ama bir başlangıçtı. but it was that kind of day ama bu o tür bir gündü but its light was darkness as if mixed with shadow ama ışığı karanlıktı sanki gölgeyle karışmış gibi But the feeling continued, got stronger. Ama duygu devam etti, güçlendi. But the feeling continued. Ama duygu devam etti. by fading /when fading (erek- Gerund) solarak by using kullanarak by using his spear mızrağını kullanarak by using his spear as (being) a walking stick mızrağını yürüyüş asası olarak kullanarak called (Present Participle) denilen calmly /leisurely/at ease sakin sakin calmness /tranquility /composure sakinlik careful dikkatli careless / listless / heedless dikkatsiz careless boots crushing them onları ezen dikkatsiz çizmeler cattle sığır cheek yanak cheek /Wange yanak chest (body) /Brust (e. g. des Mannes) göğüs cloak pelerin cloud bulut cloud-covered summits bulutlarla kaplı zirveler clouds bulutlar coat ceket cobweb / spidernet örümcek ağı cobwebs / spidernets örümcek ağları cold soğuk colour renk coming down /descending inen concerning the brandy and the wine brendi ve şarap konusunda covered kaplı covered with clouds : cloud covered bulutlarla kaplı creating yaratan creating unpleasant thoughts hoş olmayan düşünceler yaratan creek /water course /brook /small stream çay crushing (Present Participle) ezen darkness karanlık deep derin delivery teslimat deposit / accumulation birikinti depressing / uneasy / distressed sıkıntılı dirty pis downwards aşağıya downwards into the Two Rivers aşağıya İki Nehir'e doğru Downwards it flailed into the Two Rivers, into the entangled wood called the Westwood and beat two men walking with a horse and a wagon down the rock-strewn track called the Quarry Road. Aşağıya İki Nehir'e doğru Batıormanı denilen dolaşık ormana doğru çırpındı ve Taşocağı Yolu denilen taşlık yolda bir at ve araba ile yürüyen iki adamı dövdü. Downwards it flailed into the Two Rivers, into the entangled wood called the Westwood. Aşağıya İki Nehir'e doğru Batıormanı denilen dolaşık ormana doğru çırpındı. dream düş earth coloured toprak rengi east doğu eastwards doğuya eastwards doğuya eight sekiz eight big barrels of apple cider sekiz büyük fıçı elma şarabı eight big barrels of apple cider stood in the cart sekiz büyük fıçı elma şarabı arabada duruyordu eight big barrels of apple cider stood wobbeling in the cart sekiz büyük fıçı elma şarabı yalpalayan arabada duruyordu eight big barrels of apple cider, a bit stiffened from settling (ripening) over the winter, stood wobbeling in the cart kışın bekletilmekten biraz sertleşmiş sekiz büyük fıçı elma şarabı yalpalayan arabada duruyordu Emond's Field Emond Meydanı ending bitiş endings bitişler enough yeterince entangled dolaşık Especially / particularly özellikle even bile even (b) bile even /though (h) hattâ even so /still /nonetheless yine de even the myths are forgotten mitler bile unutulur even the myths are forgotten mitler bile unutulur every man her adam every man who has sheep koyunları olan her adam Every now and then he by slightly touched the mare's flank he was reminding (her) to keep walking. Zaman zaman kısrağın böğrüne hafifçe dokunarak, yürümeye devam etmesini hatırlatıyordu. Every now and then he slightly touched the mare's flank. Zaman zaman kısrağın böğrüne hafifçe dokundu. every spring and every summer her bahar ve her yaz Every spring at 'Bel Tine' her bahar Bel Tine'da Every summer he continued to put flowers on her grave on Sundays. Her yaz, pazarları mezarına çiçek koymaya devam ediyordu. everybody herkes everybody in that region o bölgedeki herkes except (that) / outside (of) / apart from dışında extra / additional fazladan eye göz eye göz fabric / cloth kumaş face /visage (y) yüz farm çiftlik farmer çiftçi Father baba flag bayrak flank /side böğür flood sel flower çiçek fogg (p) pus foggy / misty puslu foliage / verdure / green yeşillik foot ayak for a while bir süre For a while he tried to throw it off. Bir süre bunu üstünden atmaya çalıştı. For wanting to check that Tam was still there Tam'ın hâlâ orada olduğundan emin olmak istediği için for years yıllardır foreigner yabancı free, empty boş from his mother annesinden from inside içinden from settling (ripening) during the winter kışın bekletilmekten from time to time /every now and then zaman zaman gıdıklanmak to tickle glad /happy /satisfied memnun grass / herb ot grave mezar green yeşil grey gri ground / soil toprak group topluluk groups of trees ağaç toplulukları guiltily suçlu suçlu haftalardır for weeks hair saç hair / feather tüy hair /feather (t) tüy hairy / feathered tüylü half of yarısında half of the times zamanların yarısında half of the times he tried denediği zamanların yarısında half of the times he tried to tug çekiştirmeyi denediği zamanların yarısında Half of the times his cloak was hooking to the quiver. Pelerini, zamanların yarısında sadağa takılıyordu. Half of the times instead, his cloak was hooking to the quiver swinging at his hip. Pelerini, yerine zamanların yarısında kalçasında sallanan sadağa takılıyordu. Half of the times instead, his cloak was hooking to the quiver. Pelerini, yerine zamanların yarısında sadağa takılıyordu. hand el handful /sprinkle/soupçon /ein Hauch von /Büschel /Prise tutam hard /tough (adv) zorlu harder daha zorlu He did not expect them Bunları beklemiyordu He did not expect them, though Gerçi bunları beklemiyordu He always had wanted to make sure (now it's too late)/ He would have wanted to make sure (had there been an opportunity) Emin olmak isterdi He began to observe. gözlemeye başladı. he blew o esti he comes o gelir He continued to put flowers on her grave. Mezarına çiçek koymaya devam ediyordu. He didn't remember many (p) things. Pek bir şey hatırlamıyordu. he didn't travel yolculuk yapmıyordu he feels (is feeling) o hissediyor he felt o hissediyordu He felt a bit foolish himself O kendini biraz aptal gibi hissediyordu. He felt a bit foolish himself for wanting to check that Tam was still there Tam'ın hâlâ orada olduğundan emin olmak istediği için kendini biraz aptal gibi hissediyordu He felt a bit foolish himself for wanting to check that Tam was still there, but it was that kind of day. Tam'ın hâlâ orada olduğundan emin olmak istediği için kendini biraz aptal gibi hissediyordu ama bu o tür bir gündü. He felt a bit foolish himself, but it was that kind of day. O kendini biraz aptal gibi hissediyordu, ama bu o tür bir gündü. He felt a bit foolish. O biraz aptal gibi hissediyordu. he felt like a fool/foolish O aptal gibi hissediyordu he forgets o unutur He forgets the myth. O, miti unutur. He forgets the way. O yolu unutur. He gave his name. (i) O ismini verdi. He gave his name (i) to the beach. O, kumsala ismini verdi. He gave his name (i) to the mountains. O, dağlara ismini verdi. he gives o verir he goes o gider He guiltily began to observe his side of the way. Suçlu suçlu yolun kendine düşen tarafını gözlemeye başladı. He had announced that it would take more than wolves kurtlardan fazlasının gerekeceğini ilan etmişti He had announced that it would take more than wolves and a cold wind to prevent him from making his delivery this spring. . Bu bahar teslimatını yapmasını engellemek için kurtlar ve soğuk bir rüzgârdan daha fazlasının gerekeceğini ilan etmişti. he had waited beklemişti He had waited until one day before the festival. Festivalden bir gün öncesine kadar beklemişti. he held o tuttu He held the cloak one-handed. O pelerini tek elle tuttu. He held the cloak. O pelerini tuttu. he is carrying o taşıyor He is coming again. O yeniden geliyor. He is expecting them (these) / he is waiting for them Bunları bekliyor he is forgotten o unutulur he looked o baktı He looked at his father. O babasına baktı. He looked at the shaggy, brown mare. O uzun tüylü kahverengi kısrağa baktı. He looked over the mare at his father. O kısrağın üzerinden babasına baktı. He looked over the shaggy brown mare at his father. O uzun tüylü kahverengi kısrağın üzerinden babasına baktı. He really did not expect them. Bunları gerçekten beklemiyordu He really was expecting them. Bunları gerçekten bekliyordu. He remembered her smiling face. Gülümseyen yüzünü hatırlıyordu. he said (s) söylüyordu he said /they said (with pl subject) diyordu He snatched the coat off his hand. O ceketi elinden kopardı. He touched the mare's flank. Kısrağın böğrüne dokundu. He tried to throw it off Bunu üstünden atmaya çalıştı. He wanted to be sure / He wanted to check Emin olmak istedi He wanted to be sure / He wanted to check that Tam was still there. O Tam'ın hâlâ orada olduğundan emin olmak istedi. He was a head taller than everyone in that region. O bölgedeki herkesten bir baş uzundu. He was a head taller than his father and than everyone in that region and in his appearance were very (ç) few things of Tam, maybe nothing apart from the width of his shoulders. Babasından ve o bölgedeki herkesten bir baş uzundu ve görünüşünde Tam'dan çok az şey vardı, belki omuzların genişliği dışında hiçbir şey. He was a head taller than his father and than everyone in that region. O babasından ve o bölgedeki herkesten bir baş uzundu. He was a head taller than his father. Babasından bir baş uzundu. he was carrying o taşıyordu He was expecting them (these) / he was waiting for them Bunları bekliyordu He was ready to draw the arrow Oku çekmeye hazırdı He was ready to draw the arrow in a single movement Tek harekette oku çekmeye hazırdı. He was ready to draw the arrow in a single movement all the way up to his cheek. Tek harekette yanağına kadar oku çekmeye hazırdı. He was ready. O hazırdı. He was reminding to continue to walk. Yürümeye devam etmesini hatırlatıyordu. He was reminding to continue. devam etmesini hatırlatıyordu. He wished his coat to be thick / He wished his coat were thick O ceketinin kalın olmasını isterdi. He wished his coat to be thicker / He wished his coat were thicker O ceketinin daha kalın olmasını isterdi. He wished his coat to be... / He wished his coat were... O ceketinin olmasını isterdi. he wished that he had worn o giymiş olmayı isterdi He wished that he had worn a shirt. o bir gömlek giymiş olmayı isterdi. He wished that he had worn a thicker coat. O daha kalın bir ceket giymiş olmayı isterdi. He wished that he had worn an extra shirt. O fazladan bir gömlek giymiş olmayı isterdi. he would wish / he used to wish / he would have liked ( Aorist Narrative) o isterdi he/ she /it is / becomes o olur he/ she /it fades o solar heavy / weighty / grave / severe ağır her smiling face gülümseyen yüzü high / loud yüksek hill tepe hills tepeler himself (acc.) kendini hip kalça his (its) name (i) ismi his back sırtı his cheeks yanakları his cheeks could be lined yanakları çizgili olabilirdi His cheeks roughened from (with) the sun could be lined, there could be only a sprinkling of black remaining in the grey of his hair, but in the inside there was a solidness, that even if he were overtaken by flood his feet would not be uprooted. Güneşle kabalaşmış yanakları çizgili, saçının grisinde yalnızca bir tutam siyah kalmış olabilirdi ama içinde sanki sele kapılsa bile ayaklarını yerden kesilmeyecekmiş gibi bir sağlamlık vardı. His cheeks roughened from (with) the sun could be lined, there could be only a sprinkling of black remaining in the grey of his hair, but in the inside there was a solidness. Güneşle kabalaşmış yanakları çizgili, saçının grisinde yalnızca bir tutam siyah kalmış olabilirdi ama içinde bir sağlamlık vardı. His cheeks roughened from (with) the sun could be lined. Güneşle kabalaşmış yanakları çizgili olabilirdi his chest göğsü his cloak pelerini His cloak instead was hooking to his quiver. Pelerini yerine sadağına takılıyordu. His cloak slapped against his legs. Pelerini, bacaklarına çarptı. His cloak was hooking to his quiver. Pelerini sadağına takılıyordu. His cloak, half of the times he tried to tug it, was hooking to the quiver instead. Pelerini, yerine, çekiştirmeyi denediği zamanların yarısında sadağa takılıyordu. His cloak, half of the times he tried to tug it, was hooking to the quiver swinging at his hips instead. Pelerini, yerine çekiştirmeyi denediği zamanların yarısında kalçasında sallanan sadağa takılıyordu. his coat ceketi his father babası His feet wouldn't be cut of the ground /his feet wouldn't be uprooted Ayaklarını yerden kesilmeyecekmiş gibi his grey eyes gri gözleri his hip kalçası his legs bacakları his mother annesi His mother was a foreigner Annesi bir yabancı idi. His mother was a foreigner and apart from her smiling face he didn't remember many things. Annesi bir yabancı idi ve gülümseyen yüzü dışında pek bir şey hatırlamıyordu. His mother was a foreigner and apart from her smiling face he didn't remember many things; still he continued to put flowers on her grave every Spring at Bel Tine and every Summer on Sundays. Annesi bir yabancı idi ve gülümseyen yüzü dışında pek bir şey hatırlamıyordu, yine de her bahar Bel Tine'da ve her yaz, pazarları mezarına çiçek koymaya devam ediyordu. his own side(t) of the way yolun kendi tarafı his side (lit. the side that fell on him) kendine düşen taraf His skin was prickling as if he was being tickled from inside. Derisi içinden gıdıklanıyormuş gibi iğnelendi. his skin was tickling from inside derisini içinden gıdıklanıyordu his trying / that he tried denediği horse at horse at humans too as much as sheep insanlar da koyunlar kadar humans too as much as sheep were in the position of prey insanlar da koyunlar kadar av konumundaydı Humans too as much as sheep were in the position of prey and the sun did not always have to go down. İnsanlar da koyunlar kadar av konumundaydı ve her zaman güneşin batmış olması gerekmiyordu. humans too were in the position of prey insanlar da av konumundaydı I am glad. Memnun oldum. I am not sure Emin değilim I am sure Eminim I couldn't make sure Emin olamadım I made sure / I assured myself Emin oldum I want to be sure Emin olmak istiyorum ice buz icy (ice like) buz gibi important önemli in a single movement tek harekette in an age bir çağda In an age already passed (and) gone a wind rose. Çoktan geçip gitmiş bir çağ'da bir rüzgar yükseldi. In an age, according to some (in) the Third Age Bir Çağ'da, kimilerine göre Üçüncü Çağ'da In an age, according to some (in) the Third Age, in an age yet to come, (in an age) already passed (and) gone, a wind rose in the Misty Mountains. Bir Çağ'da, kimilerine göre Üçüncü Çağ'da, henüz gelmemiş, çoktan geçip gitmiş bir Çağ'da Puslu Dağlar'da bir rüzgar yükseldi. in his appearance görünüşünde In his appearance were very (ç) few things of Tam, maybe nothing apart from the width of his shoulders. Görünüşünde Tam'dan çok az şey vardı, belki omuzların genişliği dışında hiçbir şey. In his appearance were very (ç) few things of Tam. Görünüşünde Tam'dan çok az şey vardı. in his other hand diğer elinde In his other hand he had a bow ready for pulling, whose arrow was nocked. Diğer elinde, oku takılmış olan, çekilmiş hazır bir yay vardı. In his other hand there was/he had a bow whose arrow was nocked, ready to be drawn. Diğer elinde oku takılmış çekilmeye hazır bir yay vardı. in order to be used at Bel Tine Bel Tine'da kullanılmak üzere in the branches dallarda in the grey of his hair saçının grisinde in the middle of ortasında in the middle of a dream düşün ortasında In the Misty Mountains a wind rose. Puslu Dağlar'da bir rüzgar yükseldi. in the mountains dağlarda in the mountains dağlarda in the other hand diğer elde In the places which were not reached by its light Işığının ulaşmadığı yerlerde In the places which were not reached by its light, the sun was giving neither brightness nor warmth. Işığının ulaşmadığı yerlerde, güneş ne aydınlık ne ısı veriyordu. in the position of prey av konumunda in the Second Age İkinci Çağ'da in the Third Age Üçüncü Çağ'da In the Third Age a wind rose. Üçüncü Çağ'da bir rüzgar yükseldi. In the/his other hand he had a bow. Diğer elinde bir yay vardı. in winter kışın In winter there is only snow. (!it It always snows in winter. There's no way it's winter and it's not snowy) Yalnızca kışın kar var. inn han inside him içinde instead (off) yerine into/ towards the Two Rivers İki Nehir'e doğru it / they leave bırakır it / they leave memories anılar bırakır it beat o dövdü it came from his mother annesinden geldi It could be that there was only a sprinkling of black remaining in the grey of his hair saçının grisinde yalnızca bir tutam siyah kalmış olabilirdi it did not come yet / it is yet to come henüz gelmemiş it didn't need to /it didn't have to gerekmiyordu it fanned out o havalandırdı it flailed / fluttered/ struggled /whipped (up) o çırpındı it glued o yapıştırdı it had sat (reported Past narrative) o oturmuştu it leaves/ they leave memories which become legendary efsaneleşen anılar bırakır it left a nasty / foul smell pis bir koku bıraktı it must have olmalıydı it must have passed harder in the mountains dağlarda daha sert geçmiş olmalıydı it needed more than wolves and a cold wind kurtlar ve soğuk bir rüzgârdan daha fazlasını gerekiyordu it needed more than wolves and a cold wind to prevent him from making his delivery teslimatını yapmasını engellemek için kurtlar ve soğuk bir rüzgârdan daha fazlasını gerekiyordu. it slapped o çarptı it snatched o kopardı it turns o döner It was a depressing / troublesome morning Sıkıntılı bir sabahtı. it was a month past / being a month past bir ay geçmiş olması It was a morning. Bir sabahtı. It was an uneasy morning creating unpleasant thoughts. Hoş olmayan düşünceler yaratan sıkıntılı bir sabahtı. it was hooking o takılıyordu it was important önemliydi It was important for Tam to keep his word. Tam için sözünü tutmak önemliydi. It was important for Tam. Tam için önemliydi. it was no longer safe artık güvenli değildi it was no longer safe to be outside after dark Artık hava karardıktan sonra dışarıda olmak güvenli değildi. it was not safe güvenli değildi it was not safe to be outside dışarıda olmak güvenli değildi it was safe güvenliydi It was that kind of day. Bu o tür bir gündü. it would be better / they'd better don't (with pl subject) /with if - verbform iyi olurdu it's no problem hiç sorun değil its being a month past upon the arrival of Spring Baharın gelmesinin üzerinden bir ay geçmiş olması its being thicker / it to be thicker (acc. case) onun daha kalın olmasını Its light was darkness. ışığı karanlıktı judged by /looked at + dat. bakılırsa judged by the number of wolves coming down into Two Rivers İki Nehir'e inen kurtların sayısına bakılırsa judged by the number of wolves coming down into Two Rivers it must have passed harder in the mountains İki Nehir'e inen kurtların sayısına bakılırsa, dağlarda daha sert geçmiş olmalıydı. last / passed geçen last year (s) geçen sene Last year's entangled blackberry branches were spreading brown nets over the stones spread under the trees.. Geçen senenin böğürtlenlerinin dolaşık dalları ağaçların altına saçılmış taşların üzerine kahverengi ağlar yayıyordu. Last year's entangled blackberry branches were spreading brown nets over the stones. Geçen senenin böğürtlenlerinin dolaşık dalları taşların üzerine kahverengi ağlar yayıyordu. last year's entwined blackberry branches geçen senenin böğürtlenlerinin dolaşık dalları leaf yaprak leaves yapraklar leg bacak legend efsane legend efsane legends efsaneler Legends fade to myth ( legends when fading become myth ) and when the age who gave birth to them comes again, even the myths are forgotten. Efsaneler solarak mit olur ve onları doğuran çağ yeniden geldiğinde, mitler bile unutulur. legends become myth efsaneler mit olur legends become myth efsaneler mit olur Legends become myth and even the myths are forgotten. Efsaneler mit olur ve mitler bile unutulur. Legends become myth and when the age who gave birth to them comes again, even the myths are forgotten. Efsaneler mit olur ve onları doğuran çağ yeniden geldiğinde, mitler bile unutulur. legends fade to myth ( legends when fading become myth ) efsaneler solarak mit olur Legends legends fade to myth ( legends when fading become myth ) and when the age who gave birth to them comes again, even the myths are forgotten. Efsaneler solarak mit olur ve onları doğuran çağ yeniden geldiğinde, mitler bile unutulur. legs bacaklar light (brightness) ışık light (not heavy) hafif light and warmth ışık ve ısı like a flag bayrak gibi like a fool / foolish aptal gibi Like the rock in the middle of a dream. Bir düşün ortasındaki kaya gibi. little / few pek az long uzun long uzun long haired / shaggy uzun tüylü losing (needles) döken man adam maybe nothing apart from the width of his shoulders belki omuzların genişliği dışında hiçbir şey memories anılar memories anılar memories which become legendary efsaneleşen anılar mixed with shadow gölgeyle karışmış monument anıt more daha more than daha fazla more than a cold wind soğuk bir rüzgârdan daha fazlası more than wolves kurtlardan daha fazlası more than wolves and a cold wind kurtlar ve soğuk bir rüzgârdan daha fazlası morning sabah most of / majority çoğunluk Most of the few herbs were nettles. Pek az otun çoğunluğu ısırgandı. Most of the few seen herbs were nettles. Görülen pek az otun çoğunluğu ısırgandı. Most of the few seen herbs were nettles; the rest (k) were either sharp and thorny vegetation or stinkweed leaving a foul smell on the careless boots who crushed them. Görülen pek az otun çoğunluğu ısırgandı; kalanı ya sivri ve dikenli bitkiler ya da onları ezen dikkatsiz çizmelerin üzerinde pis bir koku bırakan kokuşmuşotları idi. most of the grass otun çoğunluğu Most of the herbs were nettles. Otun çoğunluğu ısırgandı. mother anne mountain dağ mountain dağ mountains dağlar movement hareket much fazla myth mit myths mitler name (i) isim needle iğne neither nor ne ne de net ağ nettle ısırgan No use to work / study / try çalışmanın bir faydası yoktur Not even Tam (+ neg. verb) Tam bile Not even Tam traveled much these days. Tam bile bugünlerde fazla yolculuk yapmıyordu. Not even Tam traveled these days. Tam bile bugünlerde yolculuk yapmıyordu. Not even Tam traveled. Tam bile yolculuk yapmıyordu. nothing else than the wind rüzgârdan başka hiçbir şey nothing was moving, nothing made a sound hiçbir şey kıpırdamıyor, ses çıkarmıyordu. Now he was walking calmly along the way. Şimdi yol boyunca sakin sakin yürüyordu. number sayı ocean okyanus of his being (Ablative) / that he is/was olduğundan of Tam's being (Ablative) /that Tam is /was Tam'ın olduğundan off his hand elinden old and dirty boots eski ve pis çizmeler old people yaşlı kişiler on / at his hip kalçasında on / over / upon / above üzerinde on blackberry branches böğürtlenlerin dalları üzerinde On places where tight groups of trees dropped a deep shadow Sıkı ağaç topluluklarının derin bir gölge düşürdüğü yerlerde On places where tight groups of trees dropped a deep shadow, accumulations of white snow were still covering the ground. Sıkı ağaç topluluklarının derin bir gölge düşürdüğü yerlerde, beyaz kar birikintileri hâlâ toprağı örtüyordu. on Sundays pazarları on the blackberry branches böğürtlenlerin dallarının üzerinde on the Quarry Road Taşocağı Yolu'nda on the rock-strewn track taşlık yolda on the rock-strewn track called the Quarry Road Taşocağı Yolu denilen taşlık yolda on top of / upon /onto (dat) üzerine on top of the trees in the east doğudaki ağaçların üzerine on/in the farms çiftliklerde only (y) a sprinkle of black yalnızca bir tutam siyah only / just / nothing but (y) yalnızca Only at the sea there was a little bit of wind. (At that moment, there was some wind only on the sea, and not elsewhere.) Yalnızca denizde biraz rüzgar vardı. Only in winter there is snow. !it If it ever snows, it happens only in winter. (There may be winters when it doesn't snow at all, but it only snows in winter.) Nur im Winter kommt Schnee vor. Yalnızca kışın kar olur. Only on the trees was a little bit of green. Yalnızca ağaçlarda biraz yeşillik vardı. Only on the trees were some leaves. Yalnızca ağaçlarda biraz yaprak vardı. Only on trees that keep their leaves and needles over winter there was a little bit of green. Yalnızca kış boyunca yapraklarını ve iğnelerini dökmeyen ağaçlarda biraz yeşillik vardı. or (y) ya da out there /over there /thereabouts oralar outside /exterior dışarıda over / along / round boyunca over the ground toprağın üzerinde over the place yer boyunca over winter kış boyunca pale solgun Pale(ly) it had sat on top of the trees in the east Solgun solgun doğudaki ağaçların üzerine oturmuştu Pale(ly) it had sat on top of the trees in the east, but its light was darkness as if mixed with shadow. Solgun solgun doğudaki ağaçların üzerine oturmuştu ama ışığı karanlıktı sanki gölgeyle karışmış gibi. pass(ed) and (- ip Gerund) geçip passed (and) gone geçip gitmiş people(k) kişiler plant bitki plants / vegetation bitkiler pleasant / agreable / fine hoş position /situation /status /location konum powerful / strong güçlü prey av problem sorun quiver sadak Rand is glad. Rand memnun oldu. Rand touched his arrow. Rand okuna dokundu. Rand was glad. Rand memnundu. Rand wished that his coat were thicker or that he had worn an extra shirt. Rand, ceketinin daha kalın olmasını ya da fazladan bir gömlek giymiş olmayı isterdi. Rand wished that his coat were thicker. Rand, ceketinin daha kalın olmasını isterdi. ready hazır reality gerçeklik really / truly / indeed gerçekten red /scarlet (e. g. for hair) kızıl region bölge river nehir road yol rock kaya rotten / foul / fetid / rancid kokuşmuş roughened kabalaşmış ruddiness (the red) /die Röte kızıllık safe güvenli said his manners diyordu tavırları sand kum scattered stones saçılmış taşlar seen (Passive Present Participle) görülen shadow gölge sharp / pointed sivri sharp and thorny vegetation sivri ve dikenli bitkiler she gives birth o doğurur sheep koyun sheep folds koyun ağılları shore / coast kıyı shores kıyılar side (t) taraf side(t) taraf silence / quiet sessizlik single / exclusive / only / solitary / unique / one tek single / exclusive / only / solitary / unique / one tek skin(d) deri slightly hafifçe smell koku snow Kar snow kar snow-capped karla kaplı snow-capped peaks karla kaplı zirveler so / much / ever so / very (p) pek soft /nice /gentle yumuşak soft or loud yumuşak veya yüksek some (k) kimi spear /lance / javelot mızrak spider örümcek Spiders were weaving their nets in the trees. Örümcekler ağaçlarda ağlarını örüyordu. spring bahar Spring (b) Bahar squirrel sincap squirrels sincaplar stable ahır stick asa still / yet henüz still / yet / until now (.â) hâlâ Still he continued every spring and every summer Yine de her bahar ve her yaz devam ediyordu Still he continued to put flowers on her grave every Spring at Bel Tine and every Summer on Sundays. Yine de her bahar Bel Tine'da ve her yaz, pazarları mezarına çiçek koymaya devam ediyordu. Still he had waited for the delivery until one day before the festival. Yine de teslimat için festivalden bir gün öncesine kadar beklemişti. Stinkweed (lit. rotten herbs) kokuşmuşotları stone taş stones taşlar stony / rocky taşlık striped /lined çizgili sturdyness /robustness /soundness /firmness /solidness sağlamlık summer yaz summit / peak zirve summits / peaks zirveler sun güneş Sunday pazar sure / certain / confident /positive / secure / reliable emin Tam said it came from his mother Tam annesinden geldiğini söylüyordu. Tam said that his grey eyes and the red of his hair came from his mother. Tam, gri gözleri ile saçlarının kızıllığının annesinden geldiğini söylüyordu. Tam said that his grey eyes came from his mother. Tam, gri gözlerinin annesinden geldiğini söylüyordu. Tam said that the red of his hair came from his mother. Tam, saçlarının kızıllığının annesinden geldiğini söylüyordu. Tam used to deliver every year Tam her yıl teslim ederdi. Tam used to deliver every year the same as these Tam her yıl bunların aynısını teslim ederdi. Tam used to deliver every year the same as these to the Winespring Inn for the use on Bel Tine and he had announced that it would take more than wolves and a cold wind to prevent him from making his delivery this spring. Tam her yıl Bel Tine'da kullanılmak üzere Badeçay Hanı'na bunların aynısını teslim ederdi ve bu bahar teslimatını yapmasını engellemek için kurtlar ve soğuk bir rüzgârdan daha fazlasının gerekeceğini ilan etmişti. Tam used to deliver every year the same as these to the Winespring Inn for the use on Bel Tine. Tam her yıl Bel Tine'da kullanılmak üzere Badeçay Hanı'na bunların aynısını teslim ederdi. Tam walked at the other side of Bela, without hurry /unagitated without paying attention to the wind that caused his brown cloak to sway like a flag, using his spear as a walking stick. Tam, Bela'nın öbür yanında mızrağını yürüyüş asası olarak kullanarak kahverengi pelerinini bayrak gibi dalgalandıran rüzgara aldırış etmeden telaşsızça yürüyordu. Tam walked at the other/far side of Bela. Tam, Bela'nın öbür yanında yürüyordu. Tam walked without hurry /unagitated Tam telaşsızça yürüyordu. Tam walked without hurry /unagitated using his spear as a walking stick. Tam mızrağını yürüyüş asası olarak kullanarak telaşsızça yürüyordu. Tam walked without hurry /unagitated without paying attention to the wind that caused his brown cloak to sway like a flag, Tam, kahverengi pelerinini bayrak gibi dalgalandıran rüzgara aldırış etmeden telaşsızça yürüyordu. Tam walked without hurry /unagitated without paying attention to the wind that caused his brown cloak to sway like a flag, using his spear as a walking stick. Tam mızrağını yürüyüş asası olarak kullanarak kahverengi pelerinini bayrak gibi dalgalandıran rüzgara aldırış etmeden telaşsızça yürüyordu. Tam walked without hurry /unagitated without paying attention to the wind that caused his cloak to sway like a flag. Tam, pelerinini bayrak gibi dalgalandıran rüzgara aldırış etmeden telaşsızça yürüyordu. Tam walked without hurry /unagitated without paying attention to the wind. Tam rüzgara aldırış etmeden, telaşsızça yürüyordu. Tam was still there. Tam hâlâ oradaydı. Tam was there. Tam oradaydı. Tam's apple brandy Tam'ın elma brendisi Tam's calmness Tam'ın sakinliği Tam's calmness reminded Rand off his task and he guiltily began to observe his side of the way. Tam'ın sakinliği Rand'a görevini hatırlattı ve suçlu suçlu yolun kendine düşen tarafını gözlemeye başladı. Tam's calmness reminded Rand off his task. Tam'ın sakinliği Rand'a görevini hatırlattı. Tam's calmness reminded Rand. Tam'ın sakinliği Rand'a hatırlattı. task görev that kind o tür that morning o sabah That morning he was like a monument of reality. O sabah bir gerçeklik anıtı gibiydi. that Tam was still there Tam'ın hâlâ orada olduğundan the age gives birth to myths çağ mit doğurur the age is coming çağ geliyor The age is coming again. Çağ yeniden geliyor. the age who gave birth to them (present participle) onları doğuran çağ the always cloud-capped peaks daima bulutlarla kaplı zirveler The arrival (coming) of Spring (b) Baharın gelmesi the arrival of Bel Tine Bel Tine'ın gelmesi The arrow was ready to be pulled Ok çekilmeye hazırdı. The benefit of working / studying / trying çalışmanın faydası The birds are singing. Kuşlar ötüyor. The birds in the branches were singing. Dallardaki kuşlar ötüyordu. the birds singing / who sang öten kuşlar The birds singing in the forest sounded loud. Ormanda öten kuşların sesi yüksek geliyordu. The birds were singing in the forest. Kuşlar ormanda ötüyordu. The blackberry branches were spreading brown nets. Böğürtlenlerin dalları kahverengi ağlar yayıyordu. The bow's arrow was nocked. Yayın oku takılmış. The Breaking of the World Dünyanın Kırılışı The breezes glued his cloak to his back. Esintiler pelerinini sırtına yapıştırdı. The breezes glued Rand al Thor's cloak to his back, (and) slapped the woolen cloth against his legs. Esintiler Rand al Thor'un pelerinini sırtına yapıştırdı, yün kumaşı bacaklarına çarptı. The breezes glued Rand al Thor's cloak to his back, slapped the earth coloured woolen cloth against his legs, then fanned it out behind (him). Esintiler Rand al Thor'un pelerinini sırtına yapıştırdı, toprak rengi yün kumaşı bacaklarına çarptı, sonra arkasında havalandırdı. The breezes glued Rand al Thor's cloak to his back, slapped the woolen cloth against his legs, then fanned it out behind (him). Esintiler Rand al Thor'un pelerinini sırtına yapıştırdı, yün kumaşı bacaklarına çarptı, sonra arkasında havalandırdı. The breezes glued Rand al Thor's cloak to his back. Esintiler Rand al Thor'un pelerinini sırtına yapıştırdı. The brightness and warmth of the sun Güneşin aydınlığı ve ısısı The brightness of the sun Güneşin aydınlığı the creaking gıcırtı the creaking of the axle aksın gıcırtısı the creaking sounded loud gıcırtı yüksek geliyordu the earth coloured woolen cloth toprak rengi yün kumaş The entangled wood called the Westwood Batıormanı denilen dolaşık orman the eye of the world dünyanın gözü The Eye of the World Dünyanın Gözü the feeling duygu the fetching (+ Acc.) getirmeyi the few herbs seen görülen pek az otlar the first birinci the First Age Birinci Çağ the grey of his hair saçının grisi the hair on his arms kollarındaki tüyler the hair on his arms stood on edge /he had goosebumps kollarındaki tüyler diken diken oldu The hair on his arms stood on edge, his skin prickled as if he was being tickled from inside. Kollarındaki tüyler diken diken oldu, derisi içinden gıdıklanıyormuş gibi iğnelendi. The legends are forgotten. Efsaneler unutulur. The light of the sun Güneşin ışığı the mare's flank kısrağın böğrü The memories are forgotten. Anılar unutulur. the memories fade anılar solar the Misty Mountains Puslu Dağlar the number of wolves kurtların sayısı the number of wolves coming down into Two Rivers İki Nehir'e inen kurtların sayısı the old people remember yaşlı kişiler hatırlıyor the oldest people en yaşlı kişiler the other diğer the other / the far öbür the other hand diğer el the place who was the shore(s) of a great ocean before the Breaking of the World Dünyanın Kırılışı'ndan önce büyük bir okyanusun kıyıları olan yer The places reached by its light Işığının ulaştığı yerler the pulling (+ acc) çekiştirmeyi the Quarry Road Taşocağı Yolu the quiver swinging at his hip kalçasında sallanan sadak the quiver who swung / the swinging quiver sallanan sadak the red of his hair saçlarının kızıllığı the remainder / rest kalan The rest (k) of the herbs were either sharp and thorny vegetation or stinkweed leaving a foul smell on the careless boots who crushed them. Otun kalanı ya sivri ve dikenli bitkiler ya da onları ezen dikkatsiz çizmelerin üzerinde pis bir koku bırakan kokuşmuşotları idi. The rest (k) of the herbs were stinkweed leaving a foul smell on the careless boots who crushed them. Otun kalanı onları ezen dikkatsiz çizmelerin üzerinde pis bir koku bırakan kokuşmuşotları idi. the rest of the herbs otun kalanı The rest of the herbs were sharp and thorny vegetation or stinkweed. Otun kalanı ya sivri ve dikenli bitkiler ya da kokuşmuşotları idi. The rest of the herbs were sharp and thorny vegetation. Otun kalanı sivri ve dikenli bitkiler idi. the road gets (becomes) empty yol boş olur The road is empty /free yol boştur the same as these bunların aynısı the Sand Hills Kum Tepeleri The Sand Hills, the place who was the shore(s ) of a great ocean before the Breaking of the World Kum Tepeleri, Dünyanın Kırılışı'ndan önce büyük bir okyanusun kıyıları olan yer the second ikinci The Second Age passed (and) gone, the Third Age still to come İkinci Çağ geçip gitmiş, Üçüncü Çağ henüz gelmemiş the sheep were in the position of prey koyunlar av konumundaydı the shores of a great ocean büyük bir okyanusun kıyıları the side(t) of the way yolun tarafı the soft creaking of the axle aksın yumuşak gıcırtısı The soft creaking of the axle sounded loud. Aksın yumuşak gıcırtısı yüksek geliyordu. The spider is weaving a net. Örümcek ağ örüyor. the stable walls ahır duvarları The stinkweed (s) left a foul smell on the boots. Kokuşmuşotları çizmelerin üzerinde pis bir koku bıraktı. The stinkweed (s) left a foul smell on the careless boots crushing them. Kokuşmuşotları onları ezen dikkatsiz çizmelerin üzerinde pis bir koku bıraktı. The stinkweed (s) left a foul smell. Kokuşmuşotları pis bir koku bıraktı. the study / work / the trying çalışma the sun didn't have to go down güneşin batmış olması gerekmiyordu the sun had gone down güneş batmıştı The sun is giving its light and warmth and brightness. Güneş ışığını, ısısını ve aydınlığını veriyor. The sun is giving light and warmth. Güneş ışık ve ısı veriyor. The sun was giving a bright light. Güneş aydınlık bir ışık veriyordu. The sun was giving neither brightness nor warmth. Güneş ne aydınlık ne ısı veriyordu The sun was giving no warmth. Güneş hiç ısı vermiyordu. the third üçüncü The Third Age has not yet come / is still to come Üçüncü Çağ henüz gelmemiş the times he tried denediği zamanlar the times he tried to tug çekiştirmeyi denediği zamanlar the trees (which were) in the east doğudaki ağaçlar The Two Rivers İki Nehir The warmth of the sun Güneşin ısısı The Westwood Batıormanı the wheel çark the wheel of time zaman çarkı the wheel of time zaman çarkı the wheel of time turns zaman çarkı döner the wheel of time turns zaman çarkı döner the wheel of time turns, ages come and pass zaman çarkı döner, çağlar gelir ve geçer The wheel of time turns, ages come and pass (and) leave memories which become legendary. Zaman çarkı döner, çağlar gelir ve geçer, efsaneleşen anılar bırakır. The wheel of time turns, ages come and pass (and) leave memories which become legendary. Zaman çarkı döner, çağlar gelir ve geçer, efsaneleşen anılar bırakır. the width genişlik the width of his shoulders omuzların genişliği The wind arose. Rüzgar yükseldi. The wind beat two men /walking / who walked with a horse and a wagon on the rock-strewn track called the Quarry Road. Rüzgar Taşocağı Yolu denilen taşlık yolda bir at ve araba ile yürüyen iki adamı dövdü. The wind beat two men /walking / who walked with a horse and a wagon. Rüzgar bir at ve araba ile yürüyen iki adamı dövdü. The wind beat two men /walking / who walked. Rüzgar yürüyen iki adamı dövdü. The wind beat two men walking with a horse and a wagon on the rock-strewn track Rüzgar taşlık yolda bir at ve araba ile yürüyen iki adamı dövdü. The wind beat two men. Rüzgar iki adamı dövdü. The wind blew eastwards over the place Rüzgar doğuya yer boyunca esti. The wind blew eastwards, along the Sand Hills, over the place who was the shore(s) of a great ocean before the Breaking of the World. Rüzgar doğuya, Kum Tepeleri boyunca, Dünyanın Kırılışı'ndan önce büyük bir okyanusun kıyıları olan yer boyunca esti. The wind blew eastwards. Rüzgar doğuya esti. The wind blew over the ocean. Rüzgar okyanus boyunca esti. The wind blew over the place. Rüzgar yer boyunca esti. The wind blew over the Sand Hills, who were (over the place which was) the shores of a great ocean before the Breaking of the World. Rüzgar Kum Tepeleri boyunca, Dünyanın Kırılışı'ndan önce büyük bir okyanusun kıyıları olan yer boyunca esti. The wind blew over the Sand Hills. Rüzgar Kum Tepeleri boyunca esti. The wind blew. Rüzgar esti. the wind born under the always cloud-capped peaks daima bulutlarla kaplı zirvelerin altında doğan rüzgar the wind born under the always cloud-capped peaks daima bulutlarla kaplı zirvelerin altında doğan rüzgar The wind born under the always cloud-capped peaks blew over the mountains. Daima bulutlarla kaplı zirvelerin altında doğan rüzgar dağlar boyunca esti. The wind born under the always cloud-capped peaks, who gave his name to the mountains Dağlara ismini veren, daima bulutlarla kaplı zirvelerin altında doğan rüzgar, The wind born under the always cloud-capped peaks, who gave his name to the mountains blew eastwards, along the Sand Hills, over the place who was the shore(s) of a great ocean before the Breaking of the World. Dağlara ismini veren, daima bulutlarla kaplı zirvelerin altında doğan rüzgar, doğuya, Kum Tepeleri boyunca, Dünyanın Kırılışı'ndan önce büyük bir okyanusun kıyıları olan yer boyunca esti. The wind carried an icy cold (quasi) as if it would have preferred to bring snow. Rüzgar sanki kar getirmeyi tercih edermişçesine buz gibi bir soğuk taşıyordu. The wind flailed into the entangled wood called the Westwood. Rüzgar Batıormanı denilen dolaşık ormana doğru çırpındı. The wind gave its name (i) to the snow-capped peaks. Rüzgar karla kaplı zirvelere ismini verdi. The wind is gone. Rüzgar gitmiş. The wind preferred to bring snow. Rüzgar kar getirmeyi tercih etti. The wind rose in the mountains and blew over the place. Rüzgar dağlarda yükseldi ve yer boyunca esti. The wind rose in the mountains and blew over the place. (-ip Gerund) Rüzgar dağlarda yükselip yer boyunca esti. The wind rose in the mountains. Rüzgar dağlarda yükseldi. The wind rose in the Third Age. Rüzgar Üçüncü Çağ'da yükseldi. The wind snatched the coat off his hand. Rüzgar ceketi elinden kopardı. the wind that caused his cloak to sway like a flag pelerinini bayrak gibi dalgalandıran rüzgar The wind was carrying an icy cold. Rüzgar buz gibi bir soğuk taşıyordu. The wind was carrying snow. Rüzgar kar taşıyordu. The wind was howling Rüzgar uluyordu. The wind was howling when it arose, but other than this a heavy silence was laying over the land. Rüzgar yükselirken uluyordu ama bunun dışında toprağın üzerinde ağır bir sessizlik asılıydı. The wind was howling when it arose. Rüzgar yükselirken uluyordu. The wind was not the beginning. Rüzgar başlangıç değildi. the wind who gave his name to the mountains dağlara ismini veren rüzgar the wind who gave its name to the mountains dağlara ismini veren rüzgar the Winespring Inn Badeçay Hanı the wolf kurt The wolf was howling Kurt uluyordu. the wolves coming down into Two Rivers İki Nehir'e inen kurtlar The wolves had attacked the sheep folds and torn the stable walls into pieces with their teeth to reach the cattle and the horses. Kurtlar koyun ağıllarına saldırmış, sığır ve atlara ulaşmak için ahır duvarlarını dişleriyle parçalamıştı. The wolves had attacked the sheep folds and torn the stable walls into pieces with their teeth. Kurtlar koyun ağıllarına saldırmış ve ahır duvarlarını dişleriyle parçalamıştı. The wolves had attacked the sheep folds. Kurtlar koyun ağıllarına saldırmıştı. the wolves had torn the stable walls into pieces Kurtlar ahır duvarlarını parçalamıştı. the wolves had torn the stable walls into pieces with their teeth Kurtlar ahır duvarlarını dişleriyle parçalamıştı. the woman gives birth kadın doğurur the woman gives birth to a baby kadın bir bebek doğurur The woolen cloth slapped against his legs. Yün kumaş bacaklarına çarptı. then it fanned it out behind (him). sonra arkasında havalandırdı. there orada there are vardır there are beginnings başlangıçlar vardır there are beginnings and endings başlangıçlar ve bitişler vardır there are endings bitişler vardır there are neither beginnings nor ends ne başlangıçlar ne de bitişler vardır There used to be some wind only on the sea,( and not elsewhere.) (It's not the case now. Now there's wind everywhere.) Nur an der See kam Wind vor. Yalnızca denizde biraz rüzgar olurdu. there was vardı There was no use to try çalışmanın bir faydası yoktu There was no use to try to hold the cloak one-handed. Pelerini tek elle tutmaya çalışmanın bir faydası yoktu. There was no use to try to hold the cloak one-handed; in his other hand he had a bow whose arrow was knocked, ready to be drawn. Pelerini tek elle tutmaya çalışmanın bir faydası yoktu; diğer elinde oku takılmış çekilmeye hazır bir yay vardı. There was no use to try to hold the cloak. Pelerini tutmaya çalışmanın bir faydası yoktu There was no use to try to hold. tutmaya çalışmanın bir faydası yoktu There was nothing but trees. / There were only trees. Yalnızca ağaçlar vardı. There were birds singing in the branches. Dallarda öten kuşlar vardı. There were birds singing in the forest. Ormanda öten kuşlar vardı. There were no birds singing in the forest, no squirrels crackling in the branches. Ormanda öten kuşlar, dallarda çıtırdayan sincaplar yoktu. There were no birds singing in the forest. Ormanda öten kuşlar yoktu. There were no squirrels crackling in the branches. Dallarda çıtırdayan sincaplar yoktu. There were no squirrels in the branches. Dallarda sincaplar yoktu. There where squirrels in the branches. Dallarda sincaplar vardı. these bunlar these days bugünlerde they didn't go /they were not going gitmiyorlardı they'd better don't try çalışmasalar iyi olurdu they'd better don't try to hinder engellemeye çalışmasalar iyi olurdu they'd better don't try to hinder Tam al Thor to reach Emond's Field Tam al'Thor'un Emond Meydanı'na ulaşmasını engellemeye çalışmasalar iyi olurdu. they'd better don't try to hinder Tam al'Thor to reach Tam al'Thor'un ulaşmasını engellemeye çalışmasalar iyi olurdu. thick kalın thicker daha kalın things to watch out for dikkat etmesi gereken şeyler things to watch out for every man her adamın dikkat etmesi gereken şeyler things to watch out for every man who has sheep koyunları olan her adamın dikkat etmesi gereken şeyler This spring he did not expect them anyway / in first place Bu bahar bunları zaten beklemiyordu. this was a day bu bir gündü thorny dikenli though /although (g) gerçi Though he was not expecting them, indeed Gerçi bunları beklemiyordu, gerçekten Though he was not really expecting them, this spring he did not expect them anyway . Gerçi bunları beklemiyordu, gerçekten, bu bahar bunları zaten beklemiyordu. Though they were not going for years Hattâ haftalardır gitmiyorlardı Though were not even going to the village for weeks. Hattâ, haftalardır köye bile gitmiyorlardı. thought düşünce tight /narrow /short sıkı tight groups of trees sıkı ağaç toplulukları tight groups of trees dropped a deep shadow on the places sıkı ağaç toplulukları yerlere derin bir gölge düşürdü time zaman time zaman times zamanlar to aerate/ ventilate / fan (out) havalandırmak to attack /assault +dat saldırmak to bang / to slam / to hit / to knock / to bump /to strike/ to crash (transitive and intransitive) çarpmak to be / to become olmak to be cut / to stop kesilmek to be made waiting > to settle /ripen bekletilmek to be outside dışarıda olmak to be overcome by flood sele kapılmak to be pulled / to quit / to withdraw çekilmek to be scattered saçılmak to be sure / make sure emin olmak to be used kullanılmak to be watched izlenmek to be/get born doğmak to beat (up) (repeated beating) dövmek to become legendary efsaneleşmek to blow esmek to break kırmak to carry taşımak to coarsen /to become rude /to babarize /to become vulgar kabalaşmak to come gelmek to come gelmek to come down /to descend inmek to continue /to keep on devam etmek to cover / envelope / wrap örtmek to crackle çıtırdamak to creak gıcırdamak to create / to call into being yaratmak to crush / squeeze / crunch ezmek to cut /to stop sthg kesmek to darken kararmak to deliver teslim etmek to drop / to throw düşürmek to fade solmak to feel (t=d) hissetmek to feel a prickling /to be pinned iğnelenmek to fetch / to bring getirmek to flap / ripple / undulate/ flattern / wogen / schlingern (Boot) dalgalanmak to forget unutmak to get away from the farm çiftliklerden uzaklaşmak to get dark hava kararmak to get stronger güçlenmek to give birth doğurmak to give birth doğurmak to glue / to fix / to stick / to paste yapıştırmak to go gitmek to hang (on) / to be suspended asılmak to hang out / to stick around / to jam in / to hook / to fit / to attach / to install / to insert takılmak to his back sırtına to hold tutmak to howl ulumak to keep one's word sözünü tutmak to leave bırakmak to look bakmak to lose (leaves/needles) / to pour /dump /effuse /diffuse dökmek to make his delivery teslimatını yapmak to make noise ses çıkarmak to make s. o. wait bekletmek to make sth flap /to cause (water) to break into waves/to cause (sth) to undulate; to cause (sth) to wave/sway (as in a wind)/ripple dalgalandırmak to move /stirr kıpırdamak to observe /to spy gözlemek to pass geçmek to pass geçmek to pass tough zorlu geçmek to pay attention /to care aldırış etmek to prefer tercih etmek to prevent him from making his delivery teslimatını yapmasını engellemek için to promise /give one's word söz vermek to pull (at both hands)/ to tug / ( to backbite /criticize maliciously) çekiştirmek to put koymak to put flowers on her grave mezarına çiçek koymak to reach ulaşmak to reach +dat ulaşmak to reach the cattle sığırlara ulaşmak için to reach the cattle and the horses sığır ve atlara ulaşmak için to reach the horses atlara ulaşmak için to remember hatırlamak to remember hatırlamak to remind s. o. hatırlatmak To rise / arise / develop / increase yükselmek to rise / to increase yükselmek to rot / to go bad kokuşmak to scatter saçmak to see görmek to sing / whistle / craw ötmek to sink /go down (sun) batmak to sit oturmak to smell nice güzel kokmak to smile gülümsemek to snatch koparmak to spy /pry /peek /observe /watch gözetlemek to stand on edge /to have goosebumps diken diken olmak to stiffen /harden sertleşmek to stink pis kokmak to swing / to rock / to shake sallanmak to teach öğretmek to tear into pieces parçalamak to the village köye to thereabouts /over there oralara to think düşünmek to throw it off bunu üstünden atmak to touch dokunmak to touch (+dat) dokunmak to travel yolculuk yapmak to try (one time experiment) denemek to turn dönmek to use kullanmak to use kullanmak to wait beklemek to wait (for) / to expect / to hope for + Acc beklemek to walk yürümek to wear giymek to weave örmek to wish / want istemek to wobble /swing /stagger /switch yalpalamak to work / to study / to try çalışmak to/ against his legs bacaklarına tooth diş tough/solid / hard/ rigid/ stiff /firm- for an object opposed to soft - hart (German) sert tougher than what the oldest people remember en yaşlı kişilerin hatırladığından daha zorlu towards doğru towards / into the entangled wood called the Westwood Batıormanı denilen dolaşık ormana doğru tree ağaç trees ağaçlar trees that keep (do not lose) their needles iğnelerini dökmeyen ağaçlar trees that keep their leaves and needles over winter kış boyunca yapraklarını ve iğnelerini dökmeyen ağaçlar trees that lose their leaves yapraklarını döken ağaçlar trees that lose their leaves in winter kışın yapraklarını döken ağaçlar trees that lose their needles iğnelerini döken ağaçlar two iki two men iki adam two men walking on the Quarry Road Taşocağı Yolu'nda yürüyen iki adam two men walking on the rock-strewn track taşlık yolda yürüyen iki adam two men walking with a horse and a wagon bir at ve araba ile yürüyen iki adam two men walking with a horse and a wagon on the rock-strewn track taşlık yolda bir at ve araba ile yürüyen iki adam two men with a horse and a wagon bir at ve araba ile iki adam Two Rivers (place name) İki Nehir under the trees ağaçların altına unhurriedly telaşsızça unpleasant hoş olmayan unpleasant thoughts hoş olmayan düşünceler until one day before the festival festivalden bir gün öncesine kadar upon careless boots dikkatsiz çizmelerin üzerinde upon careless boots crushing them onları ezen dikkatsiz çizmelerin üzerinde upon scattered stones saçılmış taşların üzerine upon the stones taşların üzerine upon the stones scattered under the trees ağaçların altına saçılmış taşların üzerine view gör village köy voice ses voiceless / silent sessiz wagon / car / cart araba wall