women in magnificent dresses | görkemli giysiler içinde kadınlar |
seemingly / apparently /within sight | görünürde |
Apparently he was not there. / He was not in sight | Görünürde yoktu. |
livelihood / living / Unterhalt | Geçim |
With this I gain (ensure) my lifelihood. | Geçimimi bununla sağlıyorum. |
How the rhinoceros's skin got creased / wie das Nashorn seine Falten bekam | gergedan'ın cildi nasıl buruştu |
to have a talk with / confer / discuss / reason / argue /powwow | görüşmek |
I personally reasoned with the wind | Bizzat rüzgâr ile görüştüm |
I would love to see you soon. | Seninle en yakın zamanda görüşmeyi çok isterim. |
galaxy | galaksi |
I think I didn't hear your knocking at the door ? | Kapıya vurduğunu duymadım galiba ? |
newspaper | gazete |
night | gece |
last night | geçen gece |
last / past / previous | geçen |
to pass | geçmek |
to come | gelmek |
young | genç |
youth | gençlik |
That he /they should | gerektiği |
back / rear (g) | geri |
to the back / backwards | geriye |
Bring (me) | getirin |
To fetch/ bring | Getirmek |
planet | gezegen |
like | gibi |
to enter / to get in / insert (g) | girmek |
to go | gitmek |
to hide sthg (g) | gizlemek |
shadow | gölge |
view | gör |
to see | görmek |
to be seen | görülmek |
trunk /stem /body /Rumpf | gövde |
eye | göz |
however / but | gelgelelim |
favourite (g) | gözde |
To draw much attention / to stick out / hit one in the eye | göze batmak |
power | güç |
powerful | güçlü |
Bye bye | Güle güle |
day | gün |
Good morning | günaydın |
still / yet / even so / nevertheless (g) | gene de |
sun | güneş |
diary | günlük |
beautiful | güzel |
to take away / remove / to drive someone (somewhere) | götürmek |
grey | gri |
Duty / task / mission / service | görev |
when he came | geldiğinde |
to grind / grit / gnash (teeth) | gıcırdatmak |
the arrivals / the people coming | gelenler |
in my youth | gençliğimde |
to be unable to sleep at night- pres. part. fut. | geceleri uyuyamayacak |
really / truly / indeed | gerçekten |
usually /generally (g) | genelde |
a shirt | bir gömlek |
young ones / young men | gençler |
last year (s) | geçen sene |
to wear | giymek |
he wished that he had worn | o giymiş olmayı isterdi |
though /although (g) | gerçi |
to creak | gıcırdamak |
the creaking | gıcırtı |
the creaking of the axle | aksın gıcırtısı |
the soft creaking of the axle | aksın yumuşak gıcırtısı |
the creaking sounded loud | gıcırtı yüksek geliyordu |
to smell nice | güzel kokmak |
my mighty rock / rock of my strength | güçlü kayam |
a strong tower / a tower of strength | güçlü bir kule |
to make strong / to strengthen | güçlendirmek |
Even young 'men' grow tired and weak | gençler bile yorulup zayıf düşer |
sky | gök |
in the sky | gökte |
the birds flying in the sky | gökte uçan kuşlar |
heavenly | göksel |
your heavenly Father | Göksel Babanız |
clothing | giyecek |
glory / splendour / magnificence / majesty / brilliance | görkem |
despite his glory | görkemine karşın |
dressed | giyinmiş |
to dress somebody / to robe | giydirmek |
need (g) | gereksinme |
your (pl) need | gereksinmeniz |
that you have a need | gereksinmeniz olduğu |
that you have a need for these | bunlara gereksinmeniz olduğu |
to widen / broaden / extend / spread out (g) | genişlemek |
his smile broadened | gülümsemesi genişledi |
smile | gülümseme |
to laugh | gülmek |
Don't laugh | Gülme |
wrestling | güreş |
a wrestling match | bir güreş maçı |
silver | gümüş |
greyish (s) | grimsi |
greyish (t) | grimtrak |
limply / loosely / flabbily / schlaff | gevşekçe |
his bag hang(a) loosely on one shoulder | çantası bir omuzunda gevşekçe asılıydı |
to send | göndermek |
to show / to indicate (g) | göstermek |
even if he looked old | yaşlı gösterse de |
rose | gül |
clothes | giysi(ler) |
his clothes (sg) | giysisi |
He had plenty of work clothes. | Bol bir iş giysisi vardı. |
a croak | bir gıklama |
He could only get out a croak. | Ancak bir gıklama çıkarabildi. |
funny / ridiculous | gülünç |
to watch / observe / spy | gözlemek |
They are watching like hawks. | şahin gibi gözlüyorlar |
to be buried / to sink into +dat | gömülmek |
to sink into silence | sessizliğe gömülmek |
Best wishes for recovery. /Gute Besserung. | Geçmiş olsun |
thinking about what he should say | ne söylemesi gerektiğini düşünerek |
when it comes to me /concerning me | bana gelince |
to back off / to fall back | gerilemek |
When is he going to come? | Ne zaman gelecek? |
in the dead (lit. blind) of the night | gecenin köründe |
belly | göbek |
his belly | göbeği |
his belly shook with laughter | göbeği kahkaha ile salladı |
in the night / by night | geceleyin |
trust /confidence / faith | güven |
safety /security | güvenlik |
itinerant / traveling / ambulant / umgerziehend | gezici |
peddler (g e) | gezici esnaf |
strange / odd / poor / helpless (g) | garip |
to find strange | garipsemek |
Why are you finding strange that I tell this? | Bunu anlatmamı niye garipsiyorsun? |
to be late | gecikmek |
guitar | gitar |
We played guitar and sang songs. | Gitar çalıp şarkı söyledik. |
to stay somewhere (only) at night | gecelemek |
They will stay with us for three or four days. | Üç-dört gün bizde geceleyecekler. |
usually (g) | genellikle |
I usually don´t watch tv | Genellikle televizyon izlemem. |
The metal expands if you heat it. | Metali ısıtırsan genişler. |
Did you have a nice time ? | iyi zaman geçirdin mi ? |
sun light | güneş ışığı |
(in order) to be able to come | gelebilmek için |
lose /limb | gevşek |
a loose stone | gevşek bir taş |
south | güney |
Southpole | güney kutbu |
to leave behind / to outdistance | geride bırakmak |
getting out of their hiding place | Gizlendikleri yerden çıkan |
chest | göğüs |
onto his chest | göğüsüstü |
The horse fell with his chest hard to the ground | At göğüsüstü yere gömüldü. |
She looked back | geriye baktı |
She looked back at her guards | geriye, korumalarına doğru baktı. |
lake | göl |
a piece of granit | granit parçası |
Comments will come to you right away. (3 sg imp let comments come...) | anında görüşler gelsin |
lack of manners /ill breeding | görgüsüzlük |
to turn back / to return | geri dönmek |
When she saw that there was no way | Bir yol olmadığını görünce |
But it was too late. | Ama çok geç kalmıştı. |
sky | gökyüzü |
Angrily he looked to the sky | Öfkeyle gökyüzüne baktı. |
the rest of (g) | gerisi |
the rest (g) of the forest | ormanın gerisi |
deer / Hirsch | geyik |
to be able to come until here | buraya kadar gelebilmek |
autumn (g) | güz |
a silver coloured cloud | gümüş renkli bir bulut |
to pass / spend / undergo | geçirmek |
security camera | güvenlik kamerası |
He began to study (examine) the security camera | güvenlik kamerasını incelemeye başladı. |
image / picture / display / view | görüntü |
the security camera's pictures | güvenlik kamerasının görüntüleri |
to bury s.o. / dig in s.o. /to commit s.o. to the ground | gömmek |
without seeing / before seeing | görmeden |
to ignore/ to pretend not to see / to turn a blind eye on | görmezden gelmek |
it ignored the things at the side | kenardaki şeyleri görmezden gelmişti |
beauty | güzellik |
her golden-haired beauty was spoiled (rep) | altın saçlı güzelliği bozulmuş |
flashy / spectacular /showy /dressy / resplendant | gösterişli |
His clothes were spectacular /resplendant. | Giysileri gösterişliydi. |
His clothes once were spectacular /resplendant. | Giysileri bir zamanlar gösterişliydi. |
The way passed the forest and the rugged plains. | Yol ormandan ve engebeli düzlüklerden geçiyordu. |
I think (g) | galiba |
according to some | kimilerine göre |
to develop / evolve / progress /take place | gelişmek |
Here is how the event/ it usually takes place: /the event usually develops as follows | Vak'a genelde şu şekilde gelişir: |
imigration | göç |
overview | genel bakış |
An overview of the language | Dile genel bir bakış |
Words borrowed (passed) from Russian) | Rusçadan geçmiş sözcükler |
A number of words borrowed from Russian entered the language through technology | Teknoloji ile dile giren birtakım sözcükler Rusçadan geçmiş |
developed | gelişmiş |
beak (of a bird) | gaga |
beaked / having a beak | gagalı |
general name | genel ad |
general name given to all primates other than man | insandan başka bütün primatlara verilen genel ad |
bodied / with a body | gövdeli |
with a big body/ big sized | iri gövdeli |
Big-bodied animal | iri gövdeli hayvan |
migrant/ migrating /migratory (animals) | göçücü |
kingdom / Reich (biol.) (e.g. animalia/ vielzellige Tiere) | âlem |
from children up to young people | çocuk ve gençlere kadar |
from ambitious children up to young people thinking that the art of lockpicking might facilitate their career | kilit kırma sanatının, kariyerlerini kolaylaştırabileceğini düşünen hırslı çocuk ve gençlere kadar |
random / casual | gelişigüzel |
With a casual fascination | gelişigüzel bir hayranlıkla |
with a casual fascination unknown to criminals | suçlular tarafından bilinmeyen gelişigüzel bir hayranlıkla |
safe | güvenli |
It was no longer safe. | Artık güvenli değildi. |
his chest | göğsü |
with his broad chest and face | geniş göğsü ve yüzüyle |
reality | gerçeklik |
a monument of reality / a pillar of reality | bir gerçeklik anıtı |
Let me pass | geçeyim |
Let me pass immediately to the events | Hemen olaylara geçeyim. |
update | güncelle |
secret / hidden (adj) | gizli |
The name of this book is secret | Bu kitabın adı gizli. |
to trust / to count on | güvenmek |
I can trust you. | Sana güvenebilirim. |
Good. Now I know I can trust you. | İyi. Şimdi sana güvenebileceğimi biliyorum. |
I came to see you. | Seni görmeye geldim. |
Nowadays | Günümüzde |
to google - or more common... | gugıllamak - google'lamak |
sailor/ Matrose | gemici |
lantern / Seemannslaterne | gemici feneri |
until I/you(...) come(s) | gelinceye dek |
until I come (...ne k) | ben gelene kadar |
until I come (...in.. d) | Ben gelinceye dek |
until the Son of man comes (...in.. d) | insanoğlu gelinceye dek |
For also there is nothing hidden that will not be known | Çünkü gizli olup da bilinmeyecek hiçbir şey yoktur. |
day light | gün ışığı |
by day light / in the day light | gün ışığında |
bride /daughter-in-law | gelin |
day time (opposite of gece) | gündüz |
I will sign (it ) some time in the day | Gün içinde imzalarım. |
He slept during the day and worked at night. | Gündüz uyuyup gece çalışıyordu. |
The (whole) day over | Gün boyunca |
rainbow | gökkuşağı |
sin | günah |
sinner | günahkâr |
the school she went to | gittiği okul |
bigger than the school Meggie went to last year | Meggie'nin geçen yıl gittiği okuldan daha büyük |
to seem /look / appear (...k) | gözükmek |
when Mo and Meggie arrived at (came to) the door | Mo'yla Meggie kapının önüne gelince |
when Mo and Meggie arrived at (came to) the door he stood a few steps behind (g) them and... | Mo'yla Meggie kapının önüne gelince o onların birkaç adım gerisinde durup |
unnecessary things | gereksiz şeyler |
If you are going to steal my time with unnecessary things | gereksiz şeylerle zamanımı çalacaksanız |
to pick (birds) / picken | gagalamak |
A couple of fat sparrows picked invisible insects among the gravel. | bir çift şişman serçeler çakılların arasındaki görünmeyen böcekleri gagaladı. |
to spy on / pry / watch / observe / peek | gözetlemek |
heart / soul / feelings (g) | gönül |
reliable / trustworthy / dependable /faithful / treu | Güvenilir |
to know/learn from a reliable source | güvenilir bir kaynaktan öğrenmek |
a reliable person (b) / (i) | güvenilir birey - insan |
a trusted/ trustworthy friend | güvenilir dost |
authenticity | güvenilir olma |
generally recognized as safe | genellikle güvenilir kabul edilen |
maximum dependable capacity | azami güvenilir kapasite |
smiling / cheerful / merry | Güleç |
to be buried alive | canlı canlı gömülmek |
impulsive / foolheardy /unflinching (g.k.) | Gözü kara |
sunrise | güneşin doğuşu |
sunrise / daybreak | gündoğumu |
to develop something / improve / cultivate / advance / build up | geliştirmek |
to improve oneself (morals/ skills) | kendini geliştirmek |
I improved my German | Almancamı geliştirdim. |
My German improved. | Almancam gelişti. |
to beautify / to embellish | güzelleştirmek |
to make your life beautiful | hayatınızı güzelleştirmek |
To be enterprising (impulsive) improves your life. | Atılgan olmak, hayatınızı geliştirir. |
introduction | Giriş |
This much is enough for introduction. | Bu kadar giriş için yeterlidir. |
developement / evolution | gelişim |
about development | gelişim üzerine |
The best step about/on developement | Gelişim üzerine en iyi adım |
The best step on development begins with making a decision to change . | Gelişim üzerine en iyi adım değişime karar vermekle başlar. |
smile / laughter /cackle | gülüş |
really / very (with adj / adv but not for verbs) | gayet |
zeal / effort / endeavour | gayret |
the zeal of the Lord | Rabb'in gayreti |
For the zeal for your house has consumed me, | Çünkü evin için gösterdiğim gayret beni yiyip bitirdi, |
For I can testify about them that they are zealous for God, but their zeal is not based on knowledge. | Onlara ilişkin tanıklık ederim ki, Tanrı için gayretlidirler; ama bu bilinçli bir gayret değildir. |
The answer was very monotone. | Cevap gayet tekdüzeydi. |
I can't take you (pl) to the park today. | Bugün sizi parka götüremem. |
Can you see us? | Bizi görebiliyor musun ? |
Are you able to bring it here ? | Onu buraya getirebiliyor musun ? |
Can you bring it here ? | Onu buraya getirebilir misin ? |
When can we see him? | Ne zaman onu görebiliriz? |
Can you buy us a guitar ? | Bize bir gitar alabilir misin ? |
difficult (g) | güç |
to stroll / stray / wander about (g) breeze (wind) | gezinmek |
the wind breezing on her skin (t) | teninde gezinen rüzgâr |
To feel the wind breezing on her skin much more she closed her eyes | Teninde gezinen rüzgâr çok daha hissetmek için gözlerini kapadı. |
to thump violently | güm güm atmak |
while her heart thumped violently | yüreği güm güm atarken |
to catch s.o. 's eye (x'yle...pl verb) | göz göze gelmek |
He caught Meggie's eye | Meggie'yle göz göze geldiler |
Let's go | gidelim |
weak (g) | güçsüz |
You are very young. | çok gençsin. |
train station (more commonly used) | gar |
to be going | ... gidiyor olmak |
journalist | gazeteci |
waiter | garson |
I am a journalist. | bir gazeteciyim |
to seem / to appear / to show up / to see (a specialist); | (gibi) görünmek |
You should see a doctor. | bir doktora görünmelisin |
the past | geçmiş |
gram | gram |
Can you drive me to this hotel, please ? | beni bu otele götürebilir misiniz lütfen? |
a show | gösteri |
to travel (g) | gezmek |
tonight | bu gece |
late | geç |
ship | gemi |
delayed | gecikmeli |
Do you want to come? | gelmek istiyor musun? |
I think they'll go shopping instead. | galiba bunun yerine alışverişe gidecekler |
next (point in time); the future | gelecek |
to return (something) | geri vermek |
trip (g) | gezi |
Have a nice journey | güle güle gidin |
to sleep in | geç kalkmak |
last night | dün gece |
Last time we took a taxi. | geçen sefer bir taksi tuttuk |
golf | golf |
South America | Güney Amerika |
thriller (literature) / tension (e.g politics) | gerilim |
she prefers thrillers | gerilimleri tercih eder |
to come back; to get back; to return | geri gelmek |
buckskin / chamois / Gemseleder | güderi |
can't / unable | gücü yetmez |
I can't afford to buy her a new dress. | Ona yeni bir elbise almaya gücüm yetmez. |
I can't even afford to buy a used car. | Kullanılmış bir araba bile almaya gücüm yetmez. |
He couldn't afford to buy meat. | Et satın almaya gücü yetmezdi. |
to loosen up | gevşetmek |
Tension | Gerginlik |
He carefully loosened the tension of the bow and proceeded. | Dikkatle yayın gerginliğini gevşetip ilerledi. |
nice looking / appearing pleasant to the eye | göze hoş görünen |
creating (Pres Part) nice looking patterns | göze hoş görünen desenleri oluşturan |
seen (Pres Part) | görülen |
seen (Pres Part) from different angles | değişik açılardan görülen |
intricate | girift |
Intricate stone works | girift taş işlemeler |
the strangest | en garip |
I put my foot into it / Ich bin ins Fettnäpfchen getreten | Gerçekten pot kırdım. |
opinion / idea | görüş |
What's your opinion ? | görüşün ne? |
to play guitar | gitar çalmak |
He is especially good at playing the guitar | özellikle gitar çalmada iyi |
when the daylight reflected | günışığı yansıdığında |
bit / Kandare /Trense (Teil des Halfters im Pferdemaul) (g) | gem |
Write when you get there | gidince yaz |
to get a new job | yeni bir işe girmek |
looks/appearance | görünüş |
necessary | gerekli |
to be sunny | güneşli olmak |
security guard | güvenlik görevlisi |
goal (in a match) | gol |
to blink | göz açıp kapamak |
in the blink of an eye | göz açıp kapayıncaya kadar |
flu | grip |
when I was young | gençken |
my grandma and grandpa went to Africa when they were young | büyükanne ve büyükbabam gençken Afrika'ya gittiler |
unreliable | güvenilmez |
thunderstorm | gökgürültülü fırtına |
down south | güneyde |
there is no need | gerek yok |
idiot / jerk /retarded | gerizekalı |
I was buying his present (h) when he walked (g) into the shop (m) | markete girdiğinde hediyesini alıyordum |
this is a matter of opinion | bu bir görüş meselesi |
according to | göre |
Stretch your feet according to your quilt / Don't spend more than you can afford. | ayağını yorganına göre uzat |
truth; fact; real | gerçek |
to get along (well) | iyi geçinmek |
manners | görgü |
etiquette | görgü kuralları |
eye witness / witness | görgü tanığı |
in broad daylight | güpegündüz |
he robbed the bank in broad daylight | bankayı güpegündüz soydu |
the witness saw the suspect | görgü tanığı şüpheliyi gördü |
sun cream | güneş kremi |
there was a chance of sunshine | güneş açma ihtimali vardı |
... so we brought suntan lotion | ... bu yüzden güneş kremi getirdik |
alibi | gerekçe |
he wants to travel the world | dünyayı gezmek istiyor |
pride | gurur |
to be proud of ... | ...-le gurur duymak |
I am proud of you | seninle gurur duyuyorum |
to mumble | gevelemek |
to mumble | gevelemek |
what things (a lot of things) can happen before sunrise /every cloud has a silver lining / tomorrow is another day | gün doğmadan neler doğar |
you can count on me | bana güvenebilirsin |
at midnight | gece yarısı |
to involve; to require | gerektirmek |
have you considered getting glasses? | gözlük almayı düşündün mü? |
I came, I saw, I conquered/ Veni vidi vici | Geldim, gördüm, yendim |
The truth will set you (sg) free / Veritas vos liberabit | Gerçek seni özgür kılar |
Jesus said : You will know the truth and the truth will set you (pl) free. (Joh 8: 31) | İsa, 'Gerçeği bileceksiniz ve gerçek sizi özgür kılacak' dedi. |
Easy to see, hard to foresee | Görmek kolay, önceden görmek zordur |
to rain cats and dogs | gök delinmek |
It rained cats and dogs in Istanbul | İstanbul'da gök delindi |
to stretch (oneself) | gerinmek |
to hide oneself / to be concealed / to disguise / to be kept secret / to take cover | gizlenmek |
to bite on one's bit (Kandare/ piece of the rein that is in the horses mouth) | gemini ısırmak |
they stood biting on their bits (Kandare) and panting | gemlerini ısırıp soluyarak dikildiler. |
grapefruit | greyfrut |
Guave | Guave |
candied fruit | glaze meyeler |
to risk /dare / der Gefahr ins Auge sehen | göze almak |
He decided not to dare it | Bunu göze alamayacağına karar verdi |
tensely / nervously | gergin gergin |
to catch a glimpse / den Blick streifen / to catch s.o.'s eye | gözüne ilişmek |
Give us today our daily bread. Matta 6 :11 | Bugün bize gündelik ekmeğimizi ver. |
What comes to you (pl) even every hair on your (pl) head is counted. Matta 10:30 | Size gelince, başınızdaki bütün saclar bile sayıldır. |
Klatschmohn / poppy | gelincik |
Nice to see you | Seni görmek ne güzel. |
What does it mean? /was bedeuted das? | Bu ne anlama geliyor ? |
In box | gelen kutusu |
outbox | giden kutusu |
outgoing messages | giden mesajlar |
send box | gönderilen kutusu |
Spam | gereksiz |
snappish /ein Stinker | gıcık |
to get someone's hackles on /to drive s.o. crazy /to give s.o. the pip | gıcık etmek |
snappishly | gıcık bir şekilde |
to get irrititated (g) | gıcık olmak |
to hate (slang) (g) | gıcık almak |
to have a frog in one's throat | boğazında gıcık olmak |
you make me sick (slang) | Beni gıcık ediyorsun |
He pissed me off. | Beni gıcık etti. |
entrepreneur / Unternehmer | girişimci |
It seems very strange to me. | Bana çok garip geliyor. |
sparkling water | gazlı su |
No entry / kein Zutritt | Girilmez |
lyrics | güfte |
to sunbathe | güneşlenmek |
How much is it per day ? | Günlüğü ne kadar ? |
deck (ship) | güverte |
How do I get to the deck? | Güverteye nasıl ulaşırım ? |
sapphire (g) | gökyakut |
graphite | grafit |
Gneis (rock /metamorphose of granit/ can contain quarts, potassium,feldspar and sosium feldspar) | gnays |
silver white | Gümüşümsü beyaz |
pigeon | gücercin |
a broody hen | gurk tavuk |
broodiness | gurk olması |
These are not things one can actually see. | Bunlar aslında görülebilen şeyler değil. |
to burp | geğirmek |
a burp | geğirme |
width | genişlik |
Length width and height | Uzunluk, genişlik ve uzunluk |
set square / Dreieck (tool for drawing) | gönye |
passage | geçit |
hidden passages | gizli geçitler |
He missed the castle (ş) with its hidden passages and its ghosts | Gizli geçitleri ve hayaletleriyle şatoyu özlüyordu. |
to satisfy / eliminate / supply for | gidermek |
Can it eliminate / supply for man's lonliness? | Insanın yalnızlığını giderebilir mu? |
to give confidence / to reassure a dative | güven vermek |
his presence reassuring people | varlığı insana güven veren |
to enter the new year | yeni yıla girmek |
When you enter this year God wants to be also your Father | Tanrı bu yıla girerken senin de baban olmak istiyor. |
I think (s) it will be good if we go/pass another time over the program. | Sanırım programın üstünden bir daha geçsek iyi olacak. |
daredevil / bold (g) | gözüpek |
to stand up to / to face / resist /die Stirn bieten (lit. die Brust aufspannen) | göğüs germek |
And up to now he has faced a lot of dangers. | Şimdiye kadar da pek çok tehlikeye göğüs gerdi. |
safe/ secure | güvencede |
security in an abstract way e.g. insurance policy / plan B | güvence |
I regret that I ever went | gittiğime gideceğime pişman oldum |
in a safe place | güvenli yerde |
Do/did you really believe that | Gerçekten inanıyor musun / inandın mı |
a very beautiful girl | Güzel mi güzel bir kız |
to tense / to strain / to tighten | gerilmek |
She felt that her entire body tensened with fear. | Bütün bedeninin korkuyla gerildigini hissetti. |
She backed off panicking. | Panikleyerek geriledi. |
to sin | günah işlemek |
difficulty (g) | güçlük |
She had difficulty to understand what was happening | Neler olduğunu anlamakta güçlük çekiyordu. |
to roar / thunder | gürlemek |
Why don't you go / come on go (insisting imp.) (Sg) | gitsene |
Why don't you go / come on go (insisting imp.) (Pl) | gitsenize |
My car was broken in / Mein Auto wurde aufgebrochen | arabama hırsız girdi |
I will be coming (spoken) very late tonight. There is also a chance that I don't come at all. | Bu akşam çok geç gelcem. Hiç gelmeme ihtimali de yok değil. |
talkative /chatty | geveze |
Ahmet is a talkative child. He starts to ask questions. | Ahmet geveze bir çocuk. Soru sormaya başlıyor. |
(with) each passing day | her geçen gün |
the problem growing (with) each passing day | her geçen gün büyüyen problem |
to make a living from / to live from / to get along with a gen+la | geçinmek |
He makes a living from this. | Bununla geçiniyor. |
steadily / increasingly / ever | giderek |
the slopes were steadily rising/getting steeper (d) rep. | yamaçlar giderek dikleşmişti |
The little hills/ mounds had turned into mountains and also the cliffs on both sides of the street steadily steepened. | Tepecikler dağlar hâline gelmiş, yolun iki tarafındaki yamaçlar da giderek dikleşmisti. |
Germany is a place worth visiting. / deserves to be visited | Almanya çok gidilesi bir yer. |
as far as I can see / as much as I am concerned / it strikes me that | gördüğüm kadarıyla |
As far as I can see you were born in the wrong story | gördüğüm kadarıyla yanlış bir öyküde doğmuşsunuz |
since she had last seen | görmeyeli |
It was long time since the girl had last seen the sea (from a story told in past tense) | Kız denizi görmeyeli çok olmuştu. |
The colour of the sky had changed /turned to pink and lemon yellow. | Gökyüzünün rengi pembe ve limon sarısına dönmüştü. |
Should he see, should he not see or should he better not look around at all | Görmeli mi görmemeli mi yoksa hiç bakınmamalı mı |
But if I do not look around, I simply can't see anything (what shall I do) | Ama ben bakınmazsam, hiç göremem ki |
nomade | göçebe |
They were a group of nomades | göçebe bir gruptu |
But he didn't want to wait until they would come. | Ama onlar gelene kadar beklemek istemiyordu. |
You (pl) will go Slang | Gitçeniz |
transition point / crossing point / | geçiş noktası |
Watchtower (Jehovah witnesses) | gözcü kulesi |
tide /Gezeiten (g) | gelgit |
the other day /any past day including önceki gün (the day before yesterday) except yesterday which is dün | geçen gün |
to glance /skim / cast an eye on | göz gezdirmek |
I like to cast an eye on the newspapers. | Gazetlere göz gezdirmeyi severim. |
I like to cast an eye on the newspapers in the mornings before breakfast | Sabahları kahvaltıdan önce gazetlere göz gezdirmeyi severim. |
to be late | geç kalmak |
He is always late for work. | İşe hep geç kalır. |
I was late at work today. | Bugün işe geç kaldım. |
to go on on outing (around the city) | gezmeye çıkmak |
I want to go. I love to go. | Gitmek istiyorum. Gitmeyi severim. |
I could go if you want me to go. | Benden gitmemi istersen,gidebilirim. |
I could go if you go. | Sen gidersen,gidebilirim. |
I would go if I had the time. | Zamanım olsa,giderdim. |
I would go if you went. | Sen gidersen,ben de giderdim. |
I have to go. / I must go. | Ben gitmek zorundayım. |
I have to go. I have no choice. | Ben gitmek zorundayım.Başka seçeneğim yok. |
He is too young to go to school. | O okula gitmek için çok küçük. |
He is too young to go to school. (g.k.) | O okula gidemeyecek kadar küçük. |
I will tell you the truth | ben size gerçeği söyleyeceğim |
because I don't get on well with my boss | patronumla geçinemediğim için |
lack of confidence | güven eksikliği |
maybe I have a lack of confidence | belki de güven eksikliğim var |
probably I have a lack of confidence | Herhalde güven eksikliğim var |
dimple | gamze |
with her dimples appearing on her cheek(s) when she laughs | Güldüğünde, yanağında beliren gamzeleriyle, |
She is a pretty cute girl with dimples on her cheek(s) when she laughs. | Güldüğünde, yanağında beliren gamzeleriyle, oldukça sevimli bir kız. |
I understand increasingly better | giderek daha iyi anlıyorum |
He is very busy every day. ( Lit. His days pass very busy) | Günleri çok yoğun geçer. |
He is nervous. (g) | gergindir |
He feels nervous (g) because he doesn't go to many parties. | Çok fazla partiye gitmediği için gergin hissediyor. |
Use it with pleasure | güle güle kullan |
to dodge / avoid / slide over/ to pass off | geçiştirmek |
No! (slang/rude / like Fuck off!) | Git ya! |
counter / office /guichet | gişe |
26/5000 He said the box office (guichet) will close now. | Gişe şimdi kapanacak dedi. |
realistic /down to earth / practical | gerçekçi |
Choose realistic goals. | Gerçekçi hedefler seç. |
Watch your development and celebrate your success. | Gelişimini izle ve başarını kutla. |
good-humoured / smiling | güler yüzlü |
smilingly | güler yüzlü bir şekilde |
he walked and walked | gide gide .... vardı |
secretly | gizlice |
One day five small ducks secretly hid. Mother duck said (rep) quack quack, four ducks have come back. (from a children's song) | Bir gün beş küçük ördek saklanmışlar gizlice. Anne ördek vak vak demiş, dört ördek geri gelmiş. |
One day one small duck secretly hid. Mother duck said (rep) quack quack, the last duck didn't come back either. (from a children's song) | Bir gün bir küçük ördek saklanmışlar gizlice Anne ördek vak vak demiş, son ördek de gelmemiş |
One day dear Mother duck swam crying. Mother duck said (rep) quack quack, five ducks came back. (from a children's song) | Bir gün annecik ördek ağlıyormuş yüzerek Anne ördek vak vak demiş, beş ördek geri gelmiş. |
When I saw the images, I was very sad and cried. | Görüntüleri izleyince çok üzüldüm ve ağladım. |
Head of staff / chief | Genelkurmay |
I f we won't go now | Şimdi gitmeyeceksek |
If we won't go now, when will we go ? | Şimdi gitmeyeceksek ne zaman gideceğiz? |
lovesick | sevdalı |
to be taken into custody | gözaltına alınmak |
5 suspects were taken into custody. | 5 şüpheli gözaltına alındı. |
The skirt looks good but my legs are cold. | Etek iyi gözüküyor ama bacaklarım üşüyor. |
I look good but my legs are cold. | İyi gözüküyorum ama bacaklarım üşüyor. |
I didn't bring food from home. | Evden yemek getirmedim. |
the tension in the region | bölgedeki gerilim |
He had to go to a meeting. | Bir toplantıya gitmesi gerekiyordu |
He needed to see a lot of clients. | Birçok müşteriyi araması gerekiyordu. |
After he went to the office, he would have lunch with his boss. | Ofise gittikten sonra patronuyla öğle yemeği yiyecekti. |
compost | organik gübre |
secretly / sneaky | gizliden gizliye |
This was their first visit to that restaurant. (here: restorant = restoran - depending on pronunciation) | Bu onların o restoranta ilk gidişleriydi. |
This was our first visit to that restaurant. (here: restorant = restoran - depending on pronunciation) | Bu bizim o restoranta ilk gidişimizdi. |
If he had gone west he should have come to a lake by now. | Eğer batıya gidiyor olsaydı, şu ana kadar bir göle gelmiş olmalıydı. |
He thought he might have been going north instead. | Onun yerine kuzeye gidiyor olabileceğini düşündü. |
He thought he might have been going north instead. | Onun yerine kuzeye gidiyor olabileceğini düşündü. |
Why did he have to stop? | Neden durması gerekti? |
He will have to go more often to the dentist. | Dişçiye daha çok gitmesi gerekecek. |
Let's go, it's late. | Gidelim artık, geç oldu. |
If you sleep late you can't get up early. | Geç yatarsan, erken kalkamazsın. |
to widen sthg / to spread out sthg / to expand sthg | genişletmek |
to expand the company | şirkete genişletmek |
şirkete denizaşırı ülkelerde genişletmek | to expend the company overseas |
Traffic has continued to deteriorate steadily/ progressively in the past years. | Geçen yıllarda trafik gittikçe kötüleşmeye devam etti. |
progressively / steadily / more and more | gittikçe |
traditionnel / conventionnel | geleneksel |
recently / the other day | geçenlerde |
roe deers and deers / Rehe und Hirsche | karacalar ve geyikler |
Sometimes you can hear their laughter. | Siz de bazen onların gülüşünü duyabilirsiniz. |
What did you do after our last meeting? | Neler yaptın en son görüşmemizden sonra? |
optician | gözlükçü |
to fill s.o. with pride | gururlandırmak |
They believe in what they can see, hear, touch, taste and smell. | Görebildikleri, işitebildikleri, dokunabildikleri, tadabildikleri ve koklayabildikleri şeylere inanıyorlar. |
observation | gözlem |
basical observation / simple observation | basıt gözlem |
demonstrations / manifestations | gösteriler |
face the music / stand up to something /put a brave front on something / resist/grit one's teeth /breast | göğüs germek |
attempt /enterprise / endeavour | girişim |
a new fascist coup attempt | yeni bir faşist darbe girişim |
And it was the king in person who had to face/resist a new fashist coup attempt | yeni bir faşist darbe girişime göğüs gerenin de bizzat kral oldu |
My train takes you to the wrong cities ( from a poem of Attila İlhan ) | Yanlış şehirlere götürür trenlerim. |
invisible | görünmez |
One (i) could think some times that one is invisible, right? | İnsan bazen görünmez olduğunu düşünebiliyor değil mi |
sundial /Sonnenuhr | güneş saati |
food / nutrition | gıda |
related to the consumed food | tüketilen gıdalarla ilgili |
food industry /Lebensmittelindustrie | gıda endüstrisi |
customs officer / Zollbeamter | gümrük memuru |
when it was so unnecessary | bu kadar gereksizken |
And also when it was so unnecessary that I added another challenge to the pile of difficulties 'on my head'. | Hem de başımdaki zorluk yığınının üstüne bir zorluk daha eklemem bu kadar gereksizken. |
unaware / unguarded | gafil |
to catch unguarded / to catch by surprise | gafil avlamak |
I managed to catch myself unawares. | Ben kendimi gafil avlamayı başardım. |
The truth is (in a place) out there (= for you to be discovered) | Gerçek orada (bir yerde) |
He sat down and loosened his tie. | Oturup, kravatını gevşetti. |
to look nice | güzel görünmek |
This banquet looks nice. | Ziyafet güzel görünüyor. |
If I'm having a bad day, I'll tell all my Facebook friends! | Kötü bir gün geçiriyorsam, tüm Facebook arkadaşlarıma söylerim! |
task distribution | görev dağılımı |
His answers were ridiculous. | Onun cevapları gülünçtü. |
Insecurity | güvensizlik |
insecurity, resentment (indignation,), hesitation and fear | güvensizlik, içerleme, tereddüt ve korku |
the warmth that was in his smile | gülümseyişindeki sıcaklık |
smile (... y..) | gülümseyiş |
pond /small lake | gölet |
Ignore that last part.(or chapter) | O son bölümü göz ardı et. |
income / earning /revenue | gelir |
Costs are up, revenue is down. What can you do? | Masraflar yükseldi, gelirler düştü. Ne yapabilirsin? |
to be on edge | sinirleri gerilmek |
middle name | göbek adı |
first name, middle name and last name | ilk adı, göbek adı ve soyadı |
temporary | geçici |
temporarily | geçici bir süre |
the words hung temporarily in space | kelimler geçici bir süre boşlukta asılı kaldı |
to get in somebodies good graces / to get on the good side of someone /to get into someone's favour /to be into someone's good book | birinin gözüne girmek |
quite elaborated /quite developed | oldukça gelişmiş |
a quite elaborated music | oldukça gelişmiş bir müzik |
it (this) was a highly developed music that could not be fully understood in the first hearing | ilk duyuşta tam olarak algılanamayan oldukça gelişmiş bir müzikti bu |
She thought she needed to go one or two steps backwards. | Bir-iki adım geri çekilmesi gerektiğini düşündü. |
the intricate patterns on the mosaic floor | mozaik zeminindeki girift desenler |
mistrusting /insecure | güvensiz |
Until Frodo comes the safest place for it will be there. | Frodo gelinceye kadar onun için en emniyetli yer orası. |
transient | çabuk gelip geçen |
While he dressed /while he put on his clothes | elbisesini giyinirken |
visible /in sight / observable | gözle görülür |
a visible shiver | gözle görülür bir ürperti |
a visible shiver traveled over everyone who was exposed to that eyeless look. | o gözsüz bakışa maruz kalan herkeste gözle görülür bir ürperti gezindi. |
whole heartedly | canı gönülden |
I will serve him whole heartedly | ona canı gönülden hizmet ederim |
Last week we went to the cinema. | Geçen hafta sinemaya gittik. |
Was the car he showed you new? | Gösterdiği araba yeni mi? |
Since I came here (old form) I have been working a lot. | Buraya geleli çok çalıştım |
Stay at home until your dad comes. | Babanı gelene kadar, evde kal. |
As soon as the tourists xame to İstanbul they went to the market. | Turistler İstanbul'a gelir gelmez çarşıya gitti. |
Luke ignored me and took a sip of his coffee. | Luke beni görmezden gelip kahvesinden bir yudum aldı. |
mob /crowd / mass | güruh |
the mass/crowd of people | insan güruhu |
to stay at the edge of the mob/crowd of people | insan güruhunun kıyısında kalmak |
silvery | gümüşi |
you weren't supposed to see this | bunu görmemeliydin |
you weren't supposed to see any of these | bunların hiçbirini görmemeliydin |
valid | geçerli |
my previous offer is still valid. | önceki teklifi hâlâ geçerli |
Time to go! | Gitme zamanı geldi! |
We could feel the watching us. (We could feel their eyes upon us) | Gözlerini üzerimizde olduğunu hissedebiliyorduk. |
trophy /plunder / loot / booty | ganimet |
The fight ended when one hit the other with a club hard on his head and left with the trophy. | Biri diğerini başına sopayla sertçe vurup ganimetle oradan ayrılınca kavga bitti. |
to provide for | geçindirmek |
The chef provides for you | şef sizi geçindirir |
The chef provides for you | şef sizi geçindirir |
gradually /more and more (g.. d.) | gitgide |
gradually /more and more (g.. d.) | gitgide |
As if I was getting further and further from my goal of rescuing Ethan. | Sanki Ethan'ı kurtarma amacımdan gitgide uzaklaşıyordum. |
grudge / rancour /spite /malice | garez |
She had a serious grudge against me. | O bana karşı ciddi bir garezi vardı. |
The next two days passed in the blink of an eye. | Sonraki iki gün göz açıp kapayıncaya kadar geçti. |
He narrowed (squeezed) his eyes and smiled | Gözlerini kısıp gülümsedi |
wrath / rage /fury (g) | gazap |
to draw s. o.' s fury upon oneself | birinin gazabını üzerine çekmek |
I don't have the intention to embarrass her and draw her fury upon me. | Onu utandırıp da gazabını üzerime çekmeye niyetim yok. |
skyscraper | gökdelen |
I looked at the looming (huge) skyscrapers | devasa gökdelenlere baktım |
whirlpool /swirl | girdap |
a swirl of dry leaves | bir kuru yaprak girdabı |
to smile | gülücük atmak |
Bring me a coffee! | Bana bir kahve getir! |
to be introuble /to be on deep waters /to be in a tight corner /to in an awkward situation | güç durumda (olmak) |
the president who was in deep waters | güç durumdaki başkan |
bushy (moustache /grass) /full/loud voice | gür |
Our customs must seem strange to you. | Geleneklerimiz size yabancı görünüyor olmalı. |
to keep an eye on sthg /to protect sthg | göz kulak olmak |
protect it /keep an eye on it | ona göz kulak ol |