to take shelter / harbour / lodge /unterkommen / hausen (longer than sığınmak which is only looking for a temporary shelter) | barınmak |
Once there used to lodge a merciless band of robbers there. | Orada bir zamanlar acımasız bir eşkıya çetesi barınıyormuş. |
Cloth /Tuch (linen) | bez |
shelter /hiding place (of low quality e.g. a dog's hut / place for homeless people ) | barınak |
well kept / snug / geplegt | Bakımlı |
a well kept little (market) place | bakımlı küçük bir meydan |
father | baba |
personally / in person | bizzat |
I waited for you yesterday, a pity (it was bad) that you could not find time. | Dün seni bekledim; ama zaman bulamaman kötü oldu. |
If looks could kill I would have died now | Bakışlar öldürebilseydi şu an ölmüştüm. |
to dominate / triumph over (b.g.) | baskın gelmek |
to dominate / triumph over (b.ç.) | baskın çıkmak |
memory / recollection (b) / Gedächtnis | bellek |
leg | bacak |
look / regard | bakış |
to look | bakmak |
fish | balık |
to me (dat) | bana |
head | baş |
another | başka |
to begin | başlamak |
beginning | başlangıç |
hood | başlık |
step on / press / print / stamp | basmak |
to suppress | bastırmak |
west | batı |
owl | baykuş |
some - some (pl) (ba) | Bazı - Bazıları |
Talent/skill/ adeptness/ cunning / know how/ proficiency | beceri |
to be liked | beğenilmek |
to like | beğenmek |
single | bekâr |
To expect / wait for | beklemek |
Unexpected /Unforeseen /surprise | beklenmedik |
To be expected | beklenmek |
document / certificate (b) | belge |
indicative /stating | belirten |
I | ben |
To ressemble /look like /remind of | benzemek |
Format /style / shape / form | biçim |
even | bile |
to be known | bilinmek |
Unknown / strange/ obscure / mysterious / that is not known | bilinmeyen |
to know | bilmek |
thousand | bin |
a(n) /one | bir |
beer | bira |
to leave (behind) / to stop / to quit | bırakmak |
a lot of /many | birçok |
suddenly / all of a sudden (lit. from one to one) | birdenbire |
one(of) | biri |
a few | birkaç |
together (with)- | (-le) birlikte |
to end /to finish something | bitirmek |
end | bitiş |
to end | bitmek |
we | biz |
to us (dat) | bize |
chapter / part | bölüm |
free / empty | boş |
Thus / so | Böylece |
of size / tall /high / long | boylu |
horn | boynuz |
Along / round /over / for / throughout | boyunca |
this | bu |
to find | bulmak |
to be found / to be (somewhere) / to exist | bulunmak |
invention | Buluş |
cloud | bulut |
of/ from this (abl) | bundan |
here (locative) | Burada |
to wrap / to take on | bürünmek |
all / every (b) | bütün |
magic | büyü |
big | büyük |
ice | buz |
to crouch / shrink (usually more for objects /for persons rather çömelmek) | büzülmek |
knowledge / information/ understanding | bilgi |
white | beyaz |
whale | balina |
insect / bug | böcek |
almond | badem |
honey | bal |
pepper | biber |
to brag /boast | böbürlenmek |
therefore | bu yüzden |
some people (bi) | birileri |
achieve /succeed / accomplish | başarmak |
I used to succeed | başarırdım |
as is known / bekanntermaßen | bilindiği gibi |
to apply (e.g. for a job) | başvurmak |
the applicants | başvuranlar |
he doesn't want to wait | beklemek istemez |
a year and a half | bir buçuk yıl |
therefore | bu yüzden |
gentlemen | baylar |
all the ugliness | bütün çirkinlik |
my knowing | bilmem |
it was my knowing / the fact was that I knew | bilmemdi |
plenty | bol |
with plenty of sugar | bol şekerli |
tea with plenty of sugar | bol şekerli bir çay |
a few months | birkaç ay |
to disgust / sicken/bore | bıktırmak |
Finally they sickened me | Sonunda bıktırdılar beni |
to manage / to get something done (careful- not use with human direct object) | becermek |
I did not manage | becermedim |
I could not manage | beceremedim |
I could not manage to be (+ adj) | olmayı beceremedim |
primitivity / vulgarity | basitlik |
It is vulgarity | basitliktir |
fool (b) | budala |
baby | bebek |
the first | birinci |
covered with clouds : cloud covered | bulutlarla kaplı |
westwards | batıya |
Spring (b) | bahar |
The arrival (coming) of Spring (b) | Baharın gelmesi |
an icy cold | buz gibi bir soğuk |
a bit | biraz |
blackberry / Brombeere | böğürtlen |
blackberry branches / brambles | böğürtlenlerin dalları |
plant | bitki |
plants / vegetation | bitkiler |
all the world /the whole earth | bütün dünya |
creating the whole world | bütün dünyayı yaratan |
His understanding cannot be grasped. | Onun bilgisi kavranamaz. |
to bind / bond / connect | bağlamak |
the ones connecting | bağlayanlar |
But those (quant à ceux) who connect / attach | bağlayanlarsa |
body (b) | beden |
for your body | bedeniniz için |
to mow / to reap | biçmek |
he reaps | biçer |
They neither sow nor reap | Ne eker ne de biçerler |
to collect / to put aside / accumulate / save | biriktirmek |
to collect food | yiyecek biriktirmek |
they collect food | yiyecek biriktirirler |
to grow | büyümek |
one of these | bunlardan biri |
dressed like one of them | bunlardan biri gibi giyinmiş |
today | bugün |
bent double / very stooped /(due to old age, infirmity, etc.) | iki büklüm |
to meet s.o. | buluşmak |
hoarse | boğuk |
maybe | belki |
or perhaps | belki de |
rider | binici |
copper/ Kupfer - Cu 29 (Geniş metaleri /Metalik kahverengidir) | bakır |
primitive /simple / easy / lowleveled | basit |
to sink (soleil) | batmak |
to appear (b) | belirmek |
exhausted | bitkin |
Any other reason (s) | Başka herhangi sebep |
Without thinking of any other reason (s) | Başka herhangi sebepten düşünmeden |
since (+abl) (referring to a completed action) | beri |
Me too / me neither / so do I / neither do I | Ben de |
neck /Nacken | boyun |
to his neck | boynuna |
length | boyu |
for life / lifelong | ömür boyu |
lifetime warranty | ömür boyu garanti |
life imprisonment / life sentence | ömür boyu hapis |
body height | boy uzunluğu |
cloudless | bulutsuz |
the cloudless night sky | bulutsuz gece göğü |
thousands | binlerce |
all of them | bunların hepsi |
nose / muzzle /snout | burun |
to pick one's nose | burun karıştırmak |
My nose is bleeding. | Burnum kanıyor. |
to wipe one's nose | burnunu silmek |
to blow one's nose | burnunu sümkürmek |
(in) these days | bugünlerde |
Tell me that ! | Bana bunu söyle! |
if I could know for sure | kesin olarak bilebilseydim |
and if I could know for sure how the rumours started | Ve söylentinin nasıl başladığını kesin olarak bilebilseydim |
throat /Hals | boğaz |
to clear one's throat | boğazını temizlemek |
suchlike /quasi / seinesgleichen/ihresgleichen/dergleichen | benzeri |
suchlike places | benzeri yerler |
region | bölge |
in some regions | bazı bölgelerde |
to consider one´s own, to feel one´s own | benimsemek |
My father isn´t considering the same political ideas his own as my uncle . | Babam amcamla aynı siyasî düşünceleri benimsemiyor. |
to accumulate (intransitive) sich anhäufen | birikmek |
certain / determined (b) | belli |
to talk nonsense, to prate, to talk about unnecessary things stupidly | boş boş konuşmak |
It's certain what he will do. | Ne yapacağı belli |
to twist / distort | bükmek |
He twisted his lip in a fashion. | Dudağını bir şekilde büktü. |
vaguely / indistinctly / faint / nebulous | belli belirsiz |
appear and... | belirip |
In the darkness vague shades appeared and... | Karanlıkta belli belirsiz gölgeler belirip |
Three white horses with their riders on top | Üzerinde binicileri olan üç beyaz at |
evident / pronounced /clear | belirgin |
with a clear authority | belirgin bir otoriteyle |
whereupon / upon this | bunun üzerine |
The one having the helm on his head | Başında miğfer olan |
From the place where he was | Bulunduğu yerden |
a part of the forest (area) | ormanın bir bölümü |
a quarter mile of the forest area | Ormanın çeyrek millik bir bölümü |
suddenly / at once (b) | birden |
shouts/ grudges | bağrışmalar |
a hoarse scream | boğuk bir çığlık |
Beer and similar beverages | Bira ve benzeri içecekler |
brain (b) | beyin |
emptiness / gap /space | boşluk |
to want to fill this space | Bu boşluğu doldurmak istemek |
When the brain gets bored | Beyin sıkılınca |
The brain when it gets bored wants to fill this emptiness/gap. | Beyin sıkılınca bu boşluğu doldurmak ister. |
to combine /associate (b) / assemble | birleştirmek |
Combine two ideas and create a new one. | İki fikri birleştirip yeni bir fikir yaratın |
horned | boynuzlu |
The horned creatures | boynuzlu yaratıklar |
to yell at someone | bağırmak |
unconsconcious | bilinçsiz |
His lips twisted in disgust | Dudakları tiksintiyle büküldü |
to fascinate / to cast a spell on | büyülemek |
Her beauty being fascinating to any mortal man | Herhangi ölümlü erkeği büyüleyecek olan güzelliği |
after attaching | bağladıktan sonra |
they would find | bulurlardı |
clear / bright (b) | berrak |
The sky was clear and dark | gökyüzü berrak ve karanlıktı |
glacier /ice field | buzul |
from the glaciers | buzullardan |
president / chairman | başkan |
mayor / maire | belediye başkan |
prime minister / chancellor | başbakan |
to point out / to specify / to note / to mention | belirtmek |
He pointed out that the person was an employe working at the city hall | O, kişinin belediyede çalışan bir işçi olduğunu belirtti. |
to stand next to something in order to watch it / protect it | başında durmak |
to leave s.o. / sthg | başından ayrılmak |
The person who for a while stayed with (watched over) the dog later left the dog. | Bir süre köpeğin başında duran kişi daha sonra köpeğin başından ayrıldı. |
sometimes | bazen |
And while the weather is like this | Ve hava böyleyken |
who knows / who can know | kim bilebilir |
to break down / to get out of order / to deteriorate | bozulmak |
The walls were/had been deteriorated (Plqpf) | Duvarlar bozulmuştu |
The ceiling was deteriorated with scorch marks (Plqpf) | Tavan yanık izleriyle bozulmuştu |
My car broke down. | Arabam bozuldu. |
waist /loins /Taille | bel |
(for a wall/ceiling) to bulge/ sag / be deformed | bel vermek |
deformed walls | bel veren duvarlar |
to faint / to adore | bayılmak |
the woman who fainted in the bus | otobüste bayılmış kadın |
I adore the coffee | Kahveye bayılıyorum. |
one by one | birer birer |
(who/which) each and every one of them | ki hepsi birer |
masterpiece | başyapıt |
it was a masterpiece | başyapıttı |
(Which) each and every one of them was a masterpiece | ki hepsi birer başyapıttı |
skillfully | beceriyle |
he skillfully was keeping his balance | beceriyle dengesini koruyordu |
dwarfish /short / gedrungen / zwergenhaft | bodur |
seine gedrungene Gestalt / his short stature | bodur yapısı |
with white (snow) all around | beyaz içinde |
Ankara woke up today with white all around. | Ankara bugüne beyaz içinde uyandı. |
the Turkic language spoken in China's Xinjiang (Sincan) region. | Çin'in Sincan bölgesinde konuşulan Türki dil. |
some /several / a certain number of | birtakım |
watchman / guard | bekçi |
watchman´s duty / Aufsicht/ la garde | bekçilik |
to stand guard / monter la garde | bekçilik etmek |
to be fed | beslenmek |
to be fed for guardian work | bekçilik işler için beslenmek |
bowels/intestine | bağırsak |
bee wax | balmumu |
honey and beewax making insects | bal ve bal mumu yapan böcekler |
hairdresser (b) | berber |
ladies' hairdresser (b) | kadın berberi |
men's hairdresser | erkek berberi |
deposit / accumulation | birikinti |
accumulations / patches of snow | kar birikintileri |
Accumulations of snow were covering the ground. | Kar birikintileri toprağı örtüyordu. |
and the sun did not always have to be down. | ve her zaman güneşin batmış olması gerekmiyordu. |
seen by / to judge from the number of wolves | kurtların sayısına bakılırsa |
flag | bayrak |
flank / side | böğür |
the mare's flank | kısrağın böğrü |
Head physician / Medical superintendent / Consultant / Chief physician | baştabib |
the head of the hospital('s medical stuff) | hasta(ha)ne baştabibi |
He was a minister | bakanlık yapmış |
Lady (b) | bayan |
you know very little | çok az biliyorsundur |
pressure / impression / print | baskı |
to press / make pressure / squeeze / bear against | baskı yapmak |
the cover of the book pressed against the girl's ear | kitabın kapağı kızın kulağına baskı yapıyordu. |
Meggie adored to read books by candlelight. | Meggie, mum ışığında kitap okumaya bayılıyordu. |
to discharge / frei werden / sich entladen | boşalmak |
commandment | buyruk |
instead | bunun yerine |
worse (b) | beter |
hill / slope (b) | Bayır |
Pretty much / considerably / quite a bit (b) | bayağı |
from now on / henceforth (b) | bundan böyle |
wisdom | bilgelik |
from x onwards / from x until now | X-den bu yana |
together with this / at the same time /however | Bununla birlikte |
yoke (agricul.) | boyunduruk |
Take (load) my yoke and learn from me. | Boyunduruğumu yüklenip benden öğrenin |
To carry my yoke is easy, my burden is light. | Boyunduruğumu taşımak kolay, yüküm hafiftir. |
ear (corn) /head of grain / Ähre | başak |
When his disciples were hungry they plucked heads of grain and began to eat. | Öğrencileri acıkınca başakları koparıp yemeye başladılar. |
reported /announced | bildirilen |
these (following) words proclaimed by the prophet Isaiah | Peygamber Yeşaya aracılığıyla bildirilen şu söz |
loyality/ allegiance / devotion / adherence / attachment | bağlılık |
holiday /feastday /day off /festive /festlich | bayramlık |
to talk inappropriate / curse ( lit. to festively open one's mouth) | bayramlık ağzını açmak |
festive clothes / sunday clothes (e/g) | bayramlık elbise - giysi |
skills | beceriler |
a number of social skills | birtakım sosyal beceriler |
to choke s.o/ to strangle/ to suffocate s.o. / erwürgen | boğmak |
to get strangled / choke /ersticken | boğulmak |
parable / comparison | benzetme |
the parable of the seed | Tohum benzetmesi |
Why do you talk in (with) parables to the people ? | Halka neden benzetmelerle konuşuyorsun ? |
His disciples came and asked Jesus: 'Why do you talk in parables to the people?' | Öğrencileri gelip İsa'ya 'Halka neden benzetmelerle konuşuyorsun ?', diye sordular. |
Ambassador | büyükelçi |
Embassy | büyükelçilik |
pea / Erbse | beselye |
to inform / instruct | bilgilendirmek |
the sources informed you (pl) wrong | kaynaklar sizi yanlış bilgilendirmiş. |
The sources from whom you took this information instructed you (pl) wrong./misinformed you | Bu bilgiyi aldığınız kaynaklar sizi yanlış bilgilendirmiş. |
That house is ours. | O ev bizim(ki) |
to describe (a quality nice /beautiful /newly constructed - not for giving directions !) | betimlemek |
Can you describe her ? | Onu betimleyebilir misin ? |
Can you buy him a computer ? | Onun için bir bilgisayar alabilir misin ? |
Can you find us ? | Bizi bulabilir misin ? |
Don't look at him for a long time. | Ona uzun bir süre bakma |
Can you give me a glass of water? | Bana bir bardak su verebilir misin? |
These trees are ours. | Bu ağaçlar bizimki. |
to be determined / defined | belirlenmek |
the view and the intuition to be described | betimlenecek görüş ve sezgi |
The situation and the event to be explained, the view and the intuition to be described | Anlatılacak hâl ve olay, betimlenecek görüş ve sezgi, |
The situation and the event to be explained, the view and the intuition to be described, must be clearly and net defined in the mind of the narrator. | Anlatılacak hâl ve olay, betimlenecek görüş ve sezgi, anlatıcının zihninde açık ve net biçimde belirlenmelidir. |
faint / unconscious | baygın |
the faint smell (pl) of oleander (pl) | zakkumların baygın kokuları |
small pasty / patty (usually filled with minced meat) / pie | börek |
steam baths / Dampfbäder | buhar banyoları |
knife | bıçak |
I think (b) | bence |
I think it's too big | Bence fazla büyük |
I think so too. | Bence de öyle. |
You are welcome / It's nothing | bir şey değil |
kiosk | büfe |
buffet | büfe |
Let's go to the bank. | Bankaya gidelim. |
grandmother (paternel) | babaanne |
The bank is open. | banka açık |
addicted | bağımlı |
This is very good. / It's good | Bu çok iyi |
We are addicted to sugar. | şekere bağımlıyız |
date; meet-up (between two) / appointment | buluşma |
It's half past eight | saat sekiz buçuk |
When is your date/appointment ? | Buluşman ne zaman? |
capital / Hauptstadt | başkent |
pub / bar | bar |
He is going to a pub. | Bir bara gidiyor. |
tips / Trinkgeld / pourboire | bahşiş |
white wine | beyaz şarap |
a little more / more | biraz daha |
Would you like some more beer ? | biraz daha bira istiyor musunuz? |
building (b) | bina |
The United Kingdom | Birleşik Krallık |
Mr. X | X Bay |
Mrs. X | X Bayan |
Sometimes she wears a red dress | bazen kırmızı bir elbise giyer |
wrist /ankle | bilek |
gentleman | beyefendi |
by the way | bu arada |
bathroom | banyo |
near here / dans les environs | buralarda |
Is there a museum near here? | buralarda bir müze var mı? |
Who is this boy? | bu erkek çocuk kim? |
The doctor thinks your leg is broken. | Doktor bacağının kırıldığını düşünüyor . |
Wait a minute | bir dakika bekleyin |
never mind | boşver |
boarding pass | biniş kartı |
ticket | bilet |
luggage | bagaj |
suitcase | bavul |
My luggage is too heavy | bagajım çok ağır |
What do you(sg) want to do today ? | bugün ne yapmak istiyorsun? |
the fifth | beşinci |
What's the date today? | bugünün tarihi ne? |
Today is the second of January | bugün iki Ocak |
debt | borç |
to owe / to have debt | borcu olmak |
How much is it? | bu ne kadar? |
It's for free ! | bedava! |
the bookshop has a sale on | kitapçıda indirim var |
hang on | bekleyin |
garden | bahçe |
someone | birisi |
with me | benimle |
Do you want to come to the party with me ? | benimle partiye gelmek ister misin? |
dirty dishes | bulaşık(lar) |
which day of the week is today? | bugün haftanın hangi günü? |
Today is Monday, so tomorrow is Tuesday | bugün Pazartesi yani yarın Salı |
two thousand | iki bin |
two thousand and one | iki bin bir |
two thousand seventeen | iki bin on yedi |
1945 | bin dokuz yüz kırk beş |
with us | bizimle |
we waited for two weeks | iki hafta bekledik |
science | bilim |
to tell (in conversation) | bahsetmek |
to tell about ... | ... -den bahsetmek |
exhaustion | bitkinlik |
The exhaustion drained away | bitkinlik tükendi |
badminton | badminton |
basketball | basketbol |
baseball | beyzbol |
ice hockey | buz hokeyi |
boxing | boks |
documentary | belgesel |
gardening | bahçecilik |
I enjoy playing basketball | basketbol oynamayı severim |
Tell me about your family | bana ailenden bahset |
tubular / röhrenförmig | boru şeklinde |
He would have to go home empty-handed. | eve eli boş dönmek zorunda kalacaktı. |
minister | bakan |
I love this place. | burasını seviyorum |
It's nice here. | burası güzel |
It isn't that simple | o kadar da basit değil |
bike | bisiklet |
to ride a bike (s) | bisiklet sürmek |
to paint (a wall) + Dat. in ... colour (e.g. yeşilE) | boyamak |
They are good at many things. | birçok şeyde iyiler |
size / magnitude / greatness | büyüklük |
the deers had nearly the size of ponies | Geyikler yaklaşık bir midilli büyüklüğündeydiler |
antlers / Geweih | boynuzlar |
to decorate / adorn (b) | bezemek |
(it was) decorated with bells | zillerle bezenmişti |
schneeweiss | bembeyaz |
peace | barış |
the people want peace | halk barış istiyor |
successful | başarılı |
a little bit | birazcık |
cloudy | bulutlu |
out west | batıda |
there will be showers out west | batıda sağanak yağışlar olacak |
success | başarı |
this was a great success! | müthiş bir başarıydı! |
obviously | belli ki |
she obviously made a mistake | belli ki bir hata yaptı |
she obviously made a mistake | belli ki bir hata yaptı |
draw/ scoreless / unentschieden | berabere |
to draw /tie (sport) / unentschieden spielen | berabere kalmak |
Neither team won the game; they drew. | İki takım da oyunu kazanamadı; berabere kaldılar. |
The two teams tied. (were even) | İki takım berabere kaldı. |
bracelet | bilezik |
I think this bracelet is my mum's | galiba bu bilezik annemin |
cost / price (b) | bedel |
blanket / cover | battaniye |
broken (b) | bozuk |
I don't think the broken laptop is mine | bence bozuk dizüstü bilgisayar benim değil |
to stab | bıçaklamak |
how did you break your nose? | burnunu nasıl kırdın? |
to be a couple | beraber olmak |
to make up | barışmak |
(with) each other | birbiriyle |
they don't speak to each other anymore | artık birbirleriyle konuşmuyorlar |
we should make up | barışmalıyız |
we used to be a couple, but not anymore | beraberdik, ama artık değiliz |
you never speak to each other | birbirinizle hiç konuşmuyorsunuz |
to step on top of | üstüne basmak |
you stepped right on top of it / you hit the nail on the head | tam üstüne bastın |
to depend on | bağlı olmak |
it's up to me | bana bağlı |
bronze (b) | bronz |
pressure | basınç |
blood pressure | kan basıncı |
I'm sure you'll be very successful | eminim çok başarılı olacaksın |
to be divorced | boşanmak |
my mum and dad got divorced | anne ve babam boşandılar |
sunken | battı |
point of view | bakış açısı |
trouble (b) | bela |
we're in big trouble | büyük bir beladayız |
to report | bildirmek |
... the man who reported the problem | ... sorunu bildiren adam |
paint | boya |
did you check if we need paint for the ceiling? | tavan için boyaya ihtiyacımız olup olmadığını kontrol ettin mi? |
have you heard from her since yesterday? | dünden beri ondan bir haber aldın mı? |
growth | büyüme |
(fava) bean | bakla |
Get out the beans that are in your mouth / spill the beans / let's hear it / let the cat out of the bag | ağzındaki baklayı çıkar |
I am living with my family | Ailemle birlikte yaşıyorum |
Divide and rule (set the others against each other so you rule over them/ org. divide et impera) | Böl ve yönet |
It took me the whole day. | Bütün günümü aldı |
to survive a crisis / to weather the storm / endure the difficult situation | badire atlatmak |
to barely escape drowning | boğulma tehlikesi atlatmak |
I do not need to know | Benim bilmeme gerek yok |
to look around / to look about | bakınmak |
to be sharpened / honed / gewetzt werden | bilenmek |
to be painted / to make-up | boyanmak |
to be soaked in blood | al kanlara boyanmak |
to become steamed up, become misted over / se couvrir de buée / sich beschlagen / anlaufen | buğulanmak |
to ice over / to frost over | buzlanmak |
to be captivated /mesmerized / bewitched /to be under a spell | büyülenmek |
troublemaker | baş belâsı |
Accusative | belirtme hâli - -i hâli |
Locative | bulunma hâli - -de hâli |
adverb | belirteç |
crisis / misfortune | badire |
mist / steam / Beschlag / condensation / vapor | buğu |
a great (big) lady (b), taller than any woman Edmund had seen so far | Edmund'un şimdiye kadar gördüğü kadınlardan daha uzun boylu, büyük bir bayan. |
A part from this it was a beautiful face, (but) it was proud cold and stern. | Bunun dışında çok güzel bir yüzdü; gururlu, soğuk ve ciddiydi. |
clumsily / awkwardly / helplessly | beceriksizce |
horrible / wretched /lousy / disgusting | berbat |
to spoil / to make mess of | berbat etmek |
This can spoil everything. | Bu her şeyi berbat edebilir. |
to turn into a mess | berbat bir hal almak |
to turn into a mess | berbat bir hal almak |
foul smelling / evil smelling / stinking / putrid (b) | berbat kokan |
you look like a mess | berbat görünüyorsun |
I know it sucks | berbat olduğunu biliyorum |
It's terrible here | burası berbat |
terrible times | berbat zamanlar |
atrociously / accursedly / dismally / rottenly | berbat bir şekilde |
wheat | buğday |
a bet / a wager (b) | bahis |
to bet / enter a wager (b) | bahse girmek |
A wager is a fool's argument./ When a fool finds no words he enters a bet. | Ahmak adam söz bulamayınca bahse girer. |
A wound inflicted by a knife will heal; but one that words inflict (= the tongue inflicts) never heals. equiv: Words cut more (or, deeper) than swords (or, the sharpest sword; or, knife, blade). | Bıçak yarası geçer, dil yarası geçmez. |
pretext / Vorwand | bahane |
You can easily find a pretext to do this | Bunu yapmak için kolaylıkla bir bahane bulabilirsin |
vineyard | bağ |
1. to give (as a gift) / schenken 2. to forgive | bağışlamak |
The father gives to his son a vineyard, the son doesn't give to the father a bunch of grapes. | Babası oğluna bir bağ bağışlamış, oğul babaya bir salkım üzüm vermemiş. |
If you take care it will become a vineyard if you don't take care it will become a mountain. | Bakarsan bağ olur bakmazsan dağ olur. |
If by looking one can become a master the dog would be a butcher. | Bakmakla usta olunsa köpek kasap olurdu. |
A fish stinks from the head on (a corruption begins from the top) | Balık baştan kokar. |
Tell me who are your friends and let me tell you who you are. | Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. |
to happen (to s.o.) | Başa gelmek |
what happens (to s.o.) has to be endured (is endured) | Başa gelen çekilir. |
Something weird happened to me. | Başıma garip bir olay geldi. |
to cooperate (lit. give head to head) | Baş başa vermek |
As long as you don't cooperate the stone won't move. | Baş başa vermeyince taş yerinden kalkmaz. |
The fish that has sunk will swim on the side ( what is done is done / you can't save the situation/in for a penny in for pound) | Battı balık yan gider. |
Free vinegar is sweeter than honey. | Bedava sirke baldan tatlıdır. |
For a bachelor it's easy to divorce his wife. (You can't judge a person without being in their shoes) | Bekâra karı boşamak kolay. |
Five fingers are not one. (Not everybody in a group can be alike) | Beş parmak bir olmaz. |
gooseberry / Stachelbeere | bektaşiüzümü |
Paranuss | brezilyacevizi |
white rice | beyaz pirinç |
Hülsenfrüchte | Bakliyat |
spices /Gewürze | baharatlar |
spice mixture / Kräutermischung | baharat torbası |
Curry powder | baharat harmanı |
rosmary | biberiye |
lentghwise /continually / on and on | boyuna |
to tell on and on / to describe in all details | (enine) boyuna anlatmak |
magical / enchanted | büyülü |
mustache / Schnurrbart | bıyık |
to smirk / verschmitzt lachen | bıyık altından gülmek |
What a mess ! | Bu ne dağınıklık. |
Yes a little | Evet biraz |
Fussknöchel / ankle | ayak bileği |
Wade /Unterschenkel /shank | baldır |
Thumb /Daumen | başparmak |
wheat flour | buğday unu |
fuel / petrol | Benzin |
It takes petrol. | Benzin alır. |
the longest delay (waiting time) | en uzun bekletme |
I hate queuing (waiting in a queue) | Kuyrukta beklemekten nefret ediyorum. |
I hate to enter a queue. | Kuyruğa girmekten nefret ediyorum. |
Tickets please | Biletler lütfen |
Stop here ! | Burada durun! |
Wait here ! | Burada bekleyin ! |
Here is a tip ! | Bahşiş burada. |
Can I have a helmet ? (e.g. bike/motorbike...) | Başlık alabilir miyim? |
Do you like cycling (b) ? | Bisiklete binmeyi sever misin ? |
How does the fridge work ? | Buzdolabı nasıl çalışıyor? |
print layout | baskı sayfa düzeni |
size /dimension | boyut |
longitude / Längengrad /meriadian | boylam |
bazalt | basalt |
malachite | bakır taşı |
Beryllium -Be 4 | Berilyum |
Borun /Bor - B 5 | bor |
Nightingale | bülbül |
robin (n) | nar bülbülü |
great tit /Kohlmeise | büyük baştankara |
Blue tit | mavi baştankara |
colouring pencils /Buntstifte | boyalı kalem |
As (cards) (b) | birli |
Scientists | bilimadamları |
When scientists noticed this they realized that there were also other substances than the protons in the nuclear. | Bilimadamları bunu fark edince, çekirdekte protonlardan başka maddelerin de olduğunu anlamışlar. |
When X were discovered for the first time | X ilk kez bulundukları zaman |
When protons and electrons were discovered for the first time they were believed to be the smallest particles found in nature. | Protonlar ve elektronlar ilk kez bulundukları zaman, onların doğada bulunan en küçük parçacıklar olduğuna inanılıyordu. |
Scientists were very surprised when they noticed this. | Bilimadamları bunu fark edince çok şaşırmışlar. |
divided /: | bölü |
8: 4 = 2 | sekiz bölü dört eşittir iki. |
to get drowned by x (e.g. a sound) | X- menin içinde boğulup gitmek |
his words got drowned by Dudley's long,noiseful burp | sözcükleri Dudley'den çıkan uzun, gürültülü bir geğirmenin içinde boğulup gitti |
beaker (chemistry glass cup/ measuring cup) | beher |
per / apiece /each | beher |
per year | beher yıl |
each and every loss | beher hasar başına |
each and every accident | beher kaza başına |
each and any occurence | beher olay başına |
to divide | bölmek |
to blow (chewing gum) bubbles | (sakız) balon şişirmek |
to make (chewing gum) bubbles explode | (sakız) balon patlatmak |
Magic (noun) | büyücülük |
Hogwarts School of Witchcraft and Wizardry | Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu |
magician | büyücü |
Harry Potter was a magician. | Harry Potter bir büyücüydü . |
unique (b) | benzersiz |
completely (b) | büsbütün |
to ignore (b ) | bilmezlikten gelmek |
to completely ignore (b.b.g.) | büsbütün bilmezlikten gelmek |
to ask in | buyur etmek |
if they ever knew | bir bilseler |
I don't - didn't really believe that. | Ben de aslında inanmıyorum - inanmadım |
step / Stufe | basamak |
dude (m/fem) (b) | be |
Cheer up bro/ not all hope is lost (texting / full version) | 'Üzülme be olm!' - 'Üzülme be oğlum!' |
bull | boğa |
like an angry bull | kızgın bir boğa gibi |
bellow / Brüllen | böğürtü |
to let out a bellow / to break out into a bellow | bir böğürtü koparmak |
He let out a bellow like an angry bull | kızgın bir boğa gibi bir böğürtü kopardı |
headfirst / headlong / thoughtlessly / Hals über Kopf | balıklama |
to jump at something /to fling oneself at something / to dive headfirst into something (d/a) | balıklama dalmak - balıklama atlamak |
to jump at the opportunity | firsata balıklama atlamak |
Diving headfirst at Harry, he grabbed his ankle | Harry'ye doğru balıklama dalarak onu ayak bileğinden yakaladı. |
something fishy (b) | bityeniği |
It is clear (k) that there is something fishy. | Bir bityeniği olduğu kesin |
He takes them to pieces, puts a spell on them (and)reassembles them again. | Parçalarına ayırır, büyü yapar, yeniden birleştirir. |
a raid | baskın |
to raid | baskın yapmak |
She stood before them, her hands on her hips. | Onların önünde durdu, elleri belinde |
She looked from one guilty face to the next. | Bir suçlu yüzden diğerine baktı. |
bedside | başucu |
who forgives all your sins (s), who heals all your disease (Ps. 103:3) | Bütün suçlarını bağışlayan, Bütün hastalıklarını iyileştiren, |
blabbermouth /Schwatzkopf | Boşboğazı |
Don't leave today's work for tomorrow. / Was du heute kannst besorgen, das verschiebe nicht auf morgen. | Bugünün işini yarına bırakma. |
You should(will) kiss the wrist you could not twist. meaning: This is really an invitation to acknowledgement and respect when you are beaten or bested, physically or otherwise. | Bükemediğin bileği öpeceksin. |
(Though) They put the nightingale into a golden cage, it still moaned for its home. | Bülbülü altın kafese koymuşlar, (yine de) 'Ah, vatanım!' demiş. |
to give way to a dat. | yerini bırakmak |
fisherman | balıkçı |
Some fishermen go to the Black sea to fish. | Bazı balıkçılar balık tutmak için Karadeniz'e gidiyorlar. |
maybe tonight, maybe tomorrow | Belki bu akşam, belki yarın. |
This morning there are many fishermen in the Bosporos. | Bu sabah Boğaz'da çok balıkçı var. |
Go away (from here) | Buradan git ! |
The fishermen are fishing until the evening. | Balıkçılar akşama kadar balık tutuyor. |
What is that to me ? Qu'est- ce que cela peut me faire ? | Bana ne ? |
red mullet / Rotbarbe (20cm (max 30cm) perchlike Mediterr,N.E Atlantik, Karadeniz. Live on muddy or sandy grounds) | barbunya |
Perch, turbot (Steinbutt), red mullet (Rotbarbe), lobster, shrimps and mussels | Levrek, kalkan, barbunya, istakoz, karidesler ve midyeler |
Guess what (b b) spoken | bil bakalım |
Guess whose birthday is today. (spoken b b) | Bil bakalım bugün kimin doğum günü |
Guess what happened (spoken bb) | Bil bakalım ne oldu |
Guess who is here (spoken bb) | Bil bakalım kim geldi |
expectations | beklentiler |
I have big expectations from life and myself | Hayatımdan ve kendimden büyük beklentilerim var |
to get infected / be transmitted by / catch | bulaşmak |
to infect / spread infection / transmit infection | bulaştırmak |
But how fear will be spread to every place, here is what he knows very well. | Ama korkunun her yere nasıl bulaştırılacağını,işte bunu çok iyi bilir. |
Bead /pearl | boncuk |
very black beady eyes | simsiyah boncuk gözler |
Maybe this book is holding (hosting) a secret inside. | Belki de bu kitap, içinde bir sır barındırıyor. |
to oppress / ho overwhelm / to weigh down / stupefy | bunaltmak |
But after a while the air began to get hot and stuffy. | Fakat bir süre sonra hava ısınmaya ve bunaltmaya başladı |
stuffy /oppressing/overwhelming | bunaltıcı |
very different / utterly different / quite different | bambaşka |
It was different, completely different | Başkaydı, bambaşka. |
But if I don't like it I simply don't speak at all | Ama ben beğenmezsem, hiç konuşmam ki |
Should he know, should he not know or should he never learn at all | Bilmeli mi bilmemeli mi yoksa hiç öğrenmemeli mi |
chimney | baca |
ties /bindings /bonds | bağlar |
strong ties | güçlü bağlar |
each to his own (everybody's thoughts belong to himself) | herkesin fikri kendini bağlar |
who cares (spoken) | kimi bağlar |
I had read a sentence similar to this. | Buna benzer bir cümleyi okumuştum. |
promontory /headland / Landzunge | burun |
brain storm | beyin fırtınası |
(Hi) it's me! | Benim! |
dude (b) | babo |
dude (be) | bebe |
He loves/adores (b) icecream. | Dondurmaya bayılır. |
to get on a dativ (bus -train - horse - bicycle) from an ablativ (station- platform..) | binmek |
I get on the train. | Trene biniyorum. |
I get on the train every day from/at the same station. | Her gün aynı istasyondan trene binerim. |
Are you too overwhelmed by/ sick of the heat ? | Sen de sıcaktan bunaldın mı? |
to deal with / to cope with | ile baş etmek |
if you knew | bir bilsen |
If you knew how (much) I love you ! | Seni nasıl seviyorum,bir bilsen! |
How can you say these words to şe? | Bu sözü bana nasıl söyleyebilirsin? |
I need to know | bilmem gerek |
What time shall we meet ? | Ne zaman buluşacağız ? |
Where shall we meet ? | Nerede buluşacağız ? |
I go quite often, maybe once a week. | Oldukça sık giderim, belki haftada bir. |
for a start / to begin with | başlangıç olarak |
I take some soup to begin with | başlangıç olarak biraz çorba alayım |
don't pretend you don't know | bilmiyormuş gibi davranma |
It smells fishy. | Burnuma kötü kokular geliyor. |
successful | başarlı |
You have to work hard to be successful | Başarılı olmak için çok sıkı çalışmak zorundasınız |
independant | bağımsız |
being independant | bağımsız olarak |
I don't have a teacher. I am learning Turkish independently. | Öğretmenim yok. Bağımsız olarak Türkçe öğreniyorum. |
Vintage /Weinlese/ vendange | Bağ bozumu |
to take a hot bath | sıcak banyo yapmak |
I have decided to first save some more money. | İlk önce biraz daha para biriktirmeye karar verdim |
He uses his computer a lot. | O, bilgisayarını çok kullanır. |
He needs a new computer. | Yeni bir bilgisayara ihtiyacı var. |
Her (own) computer is old and slow. | Kendi bilgisayarı eski ve yavaş. |
My (own) computer ıs old and slow. | Kendi bilgisayarım eski ve yavaş. |
Nightingale's nest, is a Turkish phyllo dough dessert. It takes its name from its hollow and circular shape. Having been baked, warm syrup is sprinkled, and the hollow center is filled with pistachios before being served. | Bülbül yuvası |
It is quite a long time since I last saw you. | Seni son gördüğümden beri uzun zaman oldu. |
I am fine (spoken) (b) | Bomba gibiyim |
Excuse me ? (to draw attention e.g. to a waiter) (lit. can you look?) | Bakar mısınız ? |
Yes please ? (e.g. Waiter asking for orders) | Buyurun? |
on top of it / in addition/ moreover / plus / also (b) | bir de |
to put it another way | bir de şu şeklide ifade edersem |
And errh /Also, do you have bell pepper (pepper for stuffing) ? | Birde, dolmalık biber var mı? |
How much do I owe you ? | Borcum ne kadar ? |
Let me explain it to you ! | Bak, sana anlatayım ! |
Aşağıya in ve bir bak. | Go down and look ! |
the overwhelming / suffocating city life | boğucu şehir hayatı |
instead of the overwhelming/ suffocating noise of the city life you can hear birds singing in the trees | boğucu şehir hayatının gürültüsü yerine ağaçlarda öten kuşların ezgilerini duyabilirsin |
uncontrolled / unpredictable / random | başıboş |
the random (uncontrolled) oscillation of creeks | derelerin başıboş salınımı |
spotted / dotted / speckled | benekli |
a blue speckled butterfly | Mavi benekli kelebek |
Their hides have a vivid and shiny colour, with reddish yellow and black spots. | Canlı ve parlak renge sahip postları kırmızımsı sarı ve siyah benekli. |
thrush nightingale (dotted nightingale) | benekli bübül |
spotted dalmatian | benekli dalmaçyalı |
a spotted dress | benekli elbise |
fishery / Fischerei / la pêche | balıkçılık |
our family ties | aile bağımız |
press members | basın mensubu |
national and international press members | ulusal ve uluslararası basın mensubu |
a large number of national and international press members | ulusal ve uluslararası çok sayıda basın mensubu |
His arrival was followed by a large number of national and international press members. | onun gelişini de ulusal ve uluslararası çok sayıda basın mensubu takip etti. |
appliance store (washing machines etc) | beyaz eşya dükkanı |
balcony | balkon |
tonsils / Mandeln (body) | Bademcikler |
There's inflammation in your tonsils. (Mandeln) | Bademciklerinizde iltihap var. |
tonsilitis / Mandelentzündung | bademcik iltihabı |
bronchia / Bronchien | bronşlar |
bronchitis | bronşit |
They work hard and are successful at school. | Sıkı çalışırlar ve okulda başarılıdırlar. |
They help each other with homework. | Birbirlerine ev ödevlerinde yardım ederler. |
We help each other with homework. | Birbirimize ev ödevlerinde yardım ederiz. |
to start /initiate / launch | başlatmak |
to be started /initiated/ launched | başlatılmak |
the initiated investigation | başlatılan soruşturma |
the investigation launched after the accident | kaza sonrası başlatılan soruşturma |
to wrap into the cloth /in das Tuch einwickeln | beze sarmak |
we shouldn't have left (b) | bırakmamalıydık |
We shouldn't have left her in trouble. | Onu zor durumda bırakmamalıydık. |
Bluff / Blöff | blöf |
Whether our bluff will function or not | Blöfümüzün işe yarayıp yaramayacağı |
We don't know whether our bluff will function or not | Blöfümüzün işe yarayıp yaramayacağını bilmiyoruz |
We don't know whether our bluff will function or not and we will never get a chance to find out. | Blöfümüzün işe yarayıp yaramayacağını bilmiyoruz ve bunu öğrenmek için asla bir şansımız olmayacak. |
to disturb / to break / to spoil /to disrupt | bozmak |
We are the only one's to spoil/disrupt his plans. / Wir sind die Einzigen, die seine Pläne durchkreuzen können | Onun planlarını bozabilecek olan yalnızca bizleriz. |
In a written statement from the Ministry | Bakanlıktan yapılan yazılı açıklamada |
to get on well with / to comply with / to consort / to agree with | bağdaşmak |
it does not comply with (fact) / it is not compatible | bağdaşmamaktadır |
it is in no way compatible | hiçbir şekilde bağdaşmamaktadır |
it is in no way compatible with the international rules of law | uluslararası hukuk kurallarıyla hiçbir şekilde bağdaşmamaktadır. |
science fiction films | bilim kurgu filmler |
he had a sor throat | boğazı şişti |
Sometimes, when I am ready to go, the weather is cloudy! | Bazen, tam gitmeye hazır olduğum zaman hava bulutlanır! |
the classmate said he could take a look at the textbook | sınıf arkadaşı ders kitabına bakabileceğini söyledi. |
My classmatte said I could have a look at the textbook. | Sınıf arkadaşım ders kitabına bakabileceğimi söyledi. |
spicy / seasoned | baharatlı |
spicy dishes | baharatlı yemekleri |
He is not like his brother. He is very different from him. | O erkek kardeşine benzemez. O ondan çok farklı. |
contagious | bulaşıcı |
it was in a stupid /unreasonable way catching/contagious | Bu, mantıksız bir şekilde bulaşıcı bir durumdu |
virgin | bakire |
What would they usually do together? | Birlikte genellikle ne yaparlardı? |
What would they usually do together? | Birlikte genellikle ne yaparlardı? |
this kind of pressure | bu tarz bir baskı |
He doesn't like this kind of pressure. | Bu tarz bir baskıyı sevmiyor. |
to feel pressure | baskıyı hissetmek |
to be unable to handle the pressure | baskıyı kaldıramamak |
to increase the pressure on someone | birinin üzerindeki baskıyı artırmak |
to take the pressure of someone | üzerindeki baskıyı almak |
I don't know what I should do / I don't know what to do. | Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. |
I am thinking about today | bugünü düsünüyorum |
human science / humanities | beşeri bilimler |
branch / faculty / subject | branş |
I couldn't find anything for a decent price. | Uygun fiyatlı birşey bulmayı başaramadım |
diapers | bebek bezi |
to change the diapers | bezini değiştirmek |
I helped to change the diapers | Bezini değiştirmeye yardım ettim. |
dark clouds | kara bulutlar |
certainly / yes / with pleasure | baş üstüne |
periodocally / at certain intervals | belirli aralıklarla |
periodical (newspaper) | belirli aralıklarla çıkan gazete |
we will wait for you ( lady) / we'd like to see you anytime/again / we hope to see you again / come qgqin | yine bekleriz (hanımefendi) |
to end up / to land in | boylamak |
one day you'll end up in a madhouse | bir gün tımarhaneyi boylayacaksın |
to dye hair | saçları boyamak |
plentiful / abundantly / generously / plenty | bol bol |
to be infested with lice | bitlenmek |
everybody was infested with lice | herkes bitleniyordu |
to empty /to dump / to unload | boşaltmak |
to empty /to dump / to unload | boşaltmak |
uniqueness /incomparability / dissimilarity | benzersizlik |
A municipal bus hit the bicycle. | Bir belediye otobüsü bisiklete çarptı. |
pepper shaker | biberlik |
cloudiness | bulutlanma |
Clouding is a kind of cloud clusters that appear(i) in the dark moments of the screen. | Bulutlanma ekranın karanlık anlarında çıkan bir tür bulut kümelerinden ibarettir. |
the sky is clouded over | gökyüzü bulutlanıyor |
the sky is clouded over | gökyüzü bulutlanıyor |
iciness | buzlanma |
similarity / ressemblance /Ähnlichkeit | benzerlik |
integrity / wholeness / completeness | bütünlük |
totalitarian (relating to a system (or a person belonging to it ) of government that is centralized and dictatorial and requires complete subservience to the state. | bütüncül |
holistic (characterized by the belief that the parts of something are intimately interconnected and explicable only by reference to the whole. / medicine : treating the whole person- body and soul) | bütünsel |
integration / replenishment / completition / condition / make up exam | bütünleme |
change /coin / Wechselgeld / Kleingeld | bozuk para |
coin cashing machine /Münzautomat | bozuk para bütünleme makinesi |
make-up examination (to allow students, with legitimate reasons for missing a scheduled exam, to fulfil the requirements of a course, and hence avoid being penalized for factors beyond their control) | bütünleme sınavı |
disk defragmentation | disk bütünleme |
knowledgeable | bilgili |
uninformed /ignorant / unlearned | bilgisiz |
ignorance / unawareness | bilgisizlik |
bovine / cattle (b) | büyükbaş |
bovine animal / cattle | büyükbaş hayvan |
at (least) /might as well /then | bari |
this was (rep) my destiny | buymuş benim alın yazım |
bad spells / evil spells | kötü büyüler |
divorce | boşanma |
immunity /exemption / dispensation | bağışıklık |
Its super power is to have developed an unbelievable imune system. | Süper gücü, bağışıklık sisteminin inanılmaz gelişmiş olması. |
to put to sleep | bayıltmak |
And so if this shock does not kill it is strong enough to put opponents to sleep. | Bu şok öldürmese de karşısındaki bayıltmaya yetecek kadar güçlü. |
blocked | bloke |
to block / blockieren | bloke etmek |
because it blocks the cell phone signals | cep telefonu sinyallerini bloke ettiği için |
because it blocks the cell phone signals nobody can talk on the phone | cep telefonu sinyallerini bloke ettiği için kimse telefonla konuşamıyor |
3 dimensional | 3 boyutlu |
Thanks to the 3D front design | 3 boyutlu yüz tasarımı sayesinde |
I wiped the little table with a wet cloth /Ich wischte den Wohnzimmertisch nit einem feuchten Tuch ab | Nemli bir bezle sehpanın üzerine sildim. |
ballet | bale |
ballet teacher | bale hocası |
miserable /unfortunate (b) | bedbaht |
passenger car /Personenwagen | binek aracı |
indivisible | bölünemeyen |
something about calculating non-divisible values | bölünemeyen değerlerinin hesaplanmasıyla ilgili bir şeyler |
to nag at s.o. (for sthg) / to pester /keep on someone (about something)/to badger someone to death / plague somebody's life out | başının etini yemek |
She kept pestering at me, what shall I do ? | Başımın etini yedi, ne yapayım ? |
brochure | broşür |
basement / cellar | bodrum |
from its cellar to the roof | bodrumundan çatısına dek harika |
but me / me on the other hand | bense ( ben ise) |
Everybody went to the party but I (me on the other hand I) prefered to stay home. | herkes partiye gitti bense evde kalmayı tercih ettim |
especially /particularly (b) | bilhassa |
It had been exhibited particularly for us. | bilhassa bizim için sergilenmişti |
to turn white as chalk /to turn pale from fear | beti benzi atmak |
swamp | bataklık |
The police couldn't find the criminal in the swamp but the insects did. | Polis bataklıkta suçluyu bulamadı ama böcekleri buldu. |
to consider | göz önünde bulundurmak |
Please consider me for the job. | İş için, lütfen beni göz önünde bulundurun. |
to maintain /to service | bakımını yapmak |
The rangers maintain the hiking trails (p) in the forest. | Korucular, ormandaki patikaların bakımını yapacak. |
The technician will connect the wires /cables (k) | Teknisyen kabloları bağlayacak. |
Shelter is one of the (our) three basic needs. | Üç temel ihtiyaçlarımızdan birisi barınaktır. |
from the beginning until the end | baştan sona kadar |
I read twice from beginning to end | Baştan sona kadar iki kez okudum. |
to mess up sthg / to make a mess of / to screw up / to muck up /to make a pig's ear out of | eline yüzüne bulaştırmak |
because we messed them up ourselves / Weil wir sie selbst vermasselt haben | hepsini elimize yüzümüze bulaştırdığımız için |
Buy two get one for free. | İki tane alana, bir tane bedava. |
I worked all day. I am exhausted. | Bütün gün çalıştım; bitkinim. |
to walk up the stairs | basamakları çıkmak |
to walk up the stairs one by one | basamakları tek tek çıkmak |
to waver /flounder /get confused /hesitate | bocalamak |
a bell trouser /trouser with wide legs | bol paça pantolon |
to completely refuse | bütünüyle reddetmek |
a total /complete refusal | bütünüyle reddetme |
in the case of a complete refusal | bütünüyle reddetmesi durumunda |
fortune /luck /chance (b) | baht |
unfortunate /illfated (b) | bahtsız |
whoever the unfortunates might be | bahtsızlar kim olsa olsun |
And such a thing ruins the joke | böyle bir şey şakayı da bozar |
pack /package /bundle | bohça |
Taking his bundle he proceeded(d) towards the door. | Bohçasını alarak kapıya doğru davrandı. |
this is the best way | en iyisi böyle |
to spot /dapple /dot /freckle /speck | beneklemek |
The deep dark sky was speckled with stars. | Kapkara gök yıldızlarla beneklenmişti. |
I am not (just) a brainless eating machine. (quotation from the shark in Nemo) | Beyinsiz yemek makinesi değilim. |
would you be friends with me? | Benimle arkadaş olur musun? |
Start by saying your name. (colloq.) | adını söyleyerek başla bakalım |
gardener | bahçıvan |
for good /completely / through and through /altogether | bütün bütün |
to leave for good /für immer weggehen | bütün bütün gitmek |
according to my knowledge he left for good | benim bildiğim kadarıyla bütün bütün gitti |
spade (b) | bel |
a new gardener's spade (b) | yeni bir bahçıvan beli |
discounting the fact that... /putting aside the fact that... /ignoring the fact that... | bir tarafa bırakırsak |
left aside | bir tarafa bakılırsa |
if things like x are/were left aside | x gibi şeyler bir tarafa bakılırsa |
if things like making phone calls from the neighbour's house were left aside, he spent this week pretty much on reading books. | Komşunun evinden telefon etmek gibi şeyler bir tarafa bakılırsa, bu haftayı hemen hemen kitap okuyarak geçirmişti. |
in any case /no matter what happens (b) | behemehal |
a magical weapon | büyülü bir silâh |
herein /avec ça /daran /darin /damit | bunda |
not to be alone in this | bunda yalnız olmamak |
there is nothing strange about that | bunda bir gariplik yok ki |
there is some truth in that | bunda doğruluk payı var |
you got that right /you are right in that /damit hast du recht | bunda haklısın |
what's wrong with that | ne var bunda? |
dictatorship /bossiness /tyranny /peremptoriness | buyurganlık |
there was (a sound of) dictatorship in his voice | sesinde bir buyurganlık vardı |
The child ran home shouting (participle) | Çocuk bağıra bağıra evine koştu. |
Is there someone who can help me? | Bana yardım eden var mı? |
I can't answer this question. Ask someone who knows. | Bu soruya cevap veremem. Bir bilene sor. |
more than one | birden fazla |
more than one moaning was heard (s. d.) | birden fazla inleme sesi duyuldu |
When I'm done we feed the pigs together, ok? | işim bitince birlikte domuzları besleriz, tamam mı? |
saving (b) | birikim |
my iPod which I bought with my savings of a year | bir yıllık birikimimle aldığım iPod'um |
without me | bensiz |
This time you will have to go without me. | Bu kez bensiz gitmek zorunda kalacaksın. |
to sprain /twist /get twisted | burkulmak |
to sprain /twist one's ankle | ayağı burkulmak |
my stomach twisted (not a very common expression) | midem bukuldu |
to sniff (after crying) /schniefen | burnunu çekmek |
Sniffing I backed away and wiped my eyes with my palms, I was shaking. | Burnumu çekerek gerileyip avuçlarıma gözlerimi sildim, titriyordum. |
I could cope with this. | Bununla bas edebilirdim. |
a metallic coppery smell | metalik bakırımsı bir koku |
apparant /clear /as plain as a pikestaff (ba) | bariz |
their presence was obvious, even if they did not manifest themselves (show themselves openly) once | kendilerini bir kere bile açıkça göstermeseler de varlıkları barizdi |
The twigs (thin branches) looked like fine sharpened blades. | İnce dallar iyi bilenmiş ince bıçaklar gibi görünüyordu. |
(How about you) don't look at me! | Bana bakmasana! |
The goblins crouched and fled in all directions. | Goblinler büzülerek kaçıştılar. |
idiot /fool / lummox | bön |
to gawp / gawk /gaze | bön bön bakmak |
work of an idiot | bön iși |
blurred /blurry /foggy/cloudy/misty | bulanık |
the screen was blurred and cracked | ekran bulanık ve çatlamıştı |
choking /suffocating /stuffy /stifling | boğucu |
change /coin /Kleingeld | bozukluk |
let it sound at least / (let it be a big thing) | ses getirsin bari |
if I'm going to do something /if I am getting involved | bir işler karıştıracaksam |
If I am to get involved, it might as well be big (let it sound at least) | bir işler karıştıracaksam, ses getirsin bari. |
to tell in all colours /to go in raptures about | ballandıra ballandıra anlatmak |
the White House (lit. white palace) | Beyaz Saray |
knuckle | boğum |
His face was wrinkled like a tree. | Yüzü bir ağaç gibi boğum boğumdu. |
thousands of times | binlerce kere |
Let's divide the cake into equal parts. | Pastayı eşit parçalara bölelim. |
grey /brown (old word) | boz |
Steppe (flat unforested grassland) | bozkır |
"Grey wolves" (turkish right wing extremist organization) | Bozkurt |
pufferfish /Kugelfish | balon balığı |
That is a different pair of shoes/ that's another story | o başka |