He moved the balls so fast (ç) in the air that Meggie's head turned when she watched (i) him. | topları havada o kadar çabuk hareket ettiriyordu ki onu izlerken Meggie'nin başı döndü. |
reaction | tepki |
He didn't show any reaction. | Hiçbir tepki göstermedi |
to react | Tepki vermek |
to shave / cut short | tıraş etmek |
caterpillar | Tırtıl |
caterpillars that have coloured thorns | renkli dikenleri olan tırtıllar |
salto / summersault /Purzelbaum | takla |
to turn a summersault / einen Purzelbaum schlagen | takla atmak |
to discipline /housebreak /teach manners / bändigen | terbiye etmek |
Fire is easier to discipline than a cat. | Ateşi terbiye etmek bir kediyi terbiye etmekten daha kolay. |
plump /fat (t) | tombul |
a plump vase | tombul bir vazo |
to limp / hobble (t) | topallamak |
Spittle /Spucke (t) | tükürük |
Not even one | tek bir tane bile |
there was not even one | tek bir tane bile yoktu |
the Troyan war | Truva Savaşı |
wood / wooden (t) | tahta |
ok / complete | tamam |
wood (t) floor | tahta zemin |
piece /grain / seed | tane |
History | tarih |
To weigh (out) / deliberate | tartmak |
to carry | taşımak |
rabbit | tavşan |
chicken / hen | tavuk |
hastily | telaşla |
to leave / to abandon (t) | Terk etmek |
to go wrong /to backfire | ters gitmek |
Thanks /Dank | Teşekkür |
thanks | Teşekkürler |
thank you | teşekkür ederim |
Disgust/ repugnance/ revulsion | tiksinti |
to hiss | tıslamak |
ground, soil, earth | toprak |
all (t) whole; entire | tüm |
to derive | türemek |
Turkish | Türkçe |
To hold /grip/ keep / take | tutmak |
Feather / hair /down / long animal hair | tüy |
salt | tuz |
trap | tuzak |
One (of +gen) (t) | teki |
to shiver / tremble (constantly) / quake / shake | titremek |
orange (colour) | turuncu |
foal | tay |
billygoat | teke |
fox | tilki |
dessert | tatlı |
butter | tereyağı |
radish | turp |
Medicine (science) | tıp |
medical science | Tıp bilimi |
treatment / cure | tedavi |
by not having treatment | tedavi olmamakla |
Adverse / opposing / perverse | ters |
attitude /behaviour / manner | tavır |
exactly / precisely / completely | tam |
exactly / precisely / completely (t.o.) | tam olarak |
completely opposite / absolutely opposite | tam ters |
absolutely opposite of these | bunların tam tersi |
to clear / absolve /purge | temize çıkarmak |
to try to purge | temize çıkarmaya çalışmak |
consolation (t) | teselli |
with the consolation (t) | teselliyle |
stone | taş |
stony / rocky | taşlık |
a rocky /rock strewn track (way) | taşlık bir yol |
to prefer | tercih etmek |
as if it would have preferred | tercih edermişçesine |
earth coloured | toprak rengi |
to hang out / to stick around / to jam in / to hook / to fit / to attach / to install / to insert | takılmak |
single / exclusive / only / solitary / unique / one | tek |
with one hand only / with a single hand | tek elle |
hairy / feathered | tüylü |
kind of ... / type of ... | bir tür... |
It was that kind of day. | Bu o tür bir gündü. |
God | Tanrı |
He only is my rock. | Tek kayam Odur. |
He only is my salvation. | Tek kurtuluşum Odur. |
He only is my stronghold | Tek kalem Odur. |
power (t) | takat |
the powerless | takati olmayan |
to stagger / stumble / trip | tökezlemek |
to stumble and fall | tökezleyip düşmek |
fresh | taze |
fresh strength | taze güç |
He carried them on his wings | onları kanatları üzerinde taşıdı |
sort / kind (t) | tür |
Such things / that sort of thing | bu tür şeyler |
such things did not happen | bu tür şeyler olmazdı |
the only thing he did | tek yaptığı |
by (someone) | tarafından |
by the Creator | Yaratıcı tarafından |
to imprison / to hold captive | tutsak etmek |
to be imprisoned / to be held captive | tutsak edilmek |
They were imprisoned by the Creator. | Yaratıcı tarafından tutsak edildiler. |
orangeish (s) | turuncumsu |
orangeish (t) | turuncumtrak |
extremely sparse / not densely populated | tek tük |
bronze | tunç |
familiar | tanıdık |
prisoner(kl) | tutuklu |
to arrest | tutuklamak |
cinnamon | tarçın |
to tinkle /clatter | tıngırdamak |
In his bag were tools banging at each other and tinkling. | Çantasında birbirine çarpıp tıngırdayan aletler vardı. |
He only looked at me. (The only thing he did was to look at me) | Tek yaptığı bana bakmıştı. |
strange | tuhaf |
strange things | tuhaf şeyler |
You begin to think strange things | tuhaf şeyler düşünmeye başlıyorsun |
abandonned / deserted / forsaken | terkedilmiş |
the Forsaken | Terkedilmişler |
all of (+gen) | tümü |
all of the Forsaken | Terkedilmişlerin tümü |
until the end of time | zamanın sonuna |
prisoner(..s) | tutsak |
to remain imprisoned | tutsak kalmak |
they will remain imprisoned | tutsak kalacaklar |
wheel (t) | teker(lek) |
a star cluster | takım yıldızı |
suit (clothes) | takım elbise |
group /set /team | takım |
doubt / uncertainty/ hesitation /perplexion | tereddüt |
to hesitate | tereddüt etmek |
chicken thief | tavuk hırsızı |
a sheep or a chicken thief | koyun ya da tavuk hırsızı |
stuffy nose | tıkalı burun |
blocked /obstructed | tıkalı |
way / manner (t)/ style /fashion | tarz |
the way he looked at me | bana bakma tarzı |
pronunciation / utterance /articulation | telaffuz |
to pronounce / utter | telaffuz etmek |
to be pronounced / uttered | telaffuz edilmek |
his name was uttered | onun adı telaffuz ediliyordu |
passion /ambition | tutku |
threatening / bedrohlich | tehditkâr |
repairman / mechanic | tamirci |
to repair | tamir etmek |
novelties / haberdashery / Kurzwaren | tuhafiye |
peddler (t) | tuhafiyeci |
to complete /to finish (t) | tamamlamak |
television | televizyon |
I watched television continuously the whole day. | Tüm gün televizyon izleyip durdum. |
clean | temiz |
to clean, to make sth clean | temizlemek |
I cleaned the house whole day. | Tüm gün evi temizledim. |
he weighed the possibilities and.... | olasılıkları tartıp |
his whole body was trembling | bütün bedeni titriyordu |
to click / tap | tıkırdatmak |
a click | tıkırtı |
He heard the click. | tıkırtıyı duydu |
goose feathers | kaz tüyleri |
a clean face / beardless | temiz bir yüz |
prudent / cautious (t) | temkinli |
cautiously (t) | temkinli bir şekilde |
to enjoy / drink in / relish | tadını çıkarmak |
while having started to relish | tadını çıkarmaya başlamışken |
to scan /sweep /comb | taramak |
shrill / high pitched / strident | tiz |
a strident scream | tiz bir çığlık |
on / in the ground | toprağın içinde |
crown | taç |
They / it ressembled a crown. | bir taca benziyordu |
Satisfied (t) | Tatmin olarak |
to imitate | taklit etmek |
advice / recommandation (t) | tavsiye |
to smoke (intrans) /fume | tütmek |
smoking /fuming | tüten |
hill | tepe |
that is between two hills | iki tepe arasındaki |
testimony / witness (t) | tanıklık |
for the purpose of testimony (t) | tanıklık amacıyla |
to witness / testify (t) | tanıklık etmek |
He came to witness to/of the light. | Işığa tanıklık etmeye geldi. |
to smoke (e.g. cigarettes) | tüttürmek |
to encourage to / incite / motivate | teşvik etmek |
dust | toz |
ceiling | tavan |
walls, ceilings and floor | duvarlar, tavanlar ve zemin |
painting | tablo |
oddly enough / strangely enough | Tuhaftır ki |
merchant / trader / dealer (t) | tüccar |
brought by merchants | tüccarların getirdiği |
the fine woven fabric brought by merchants | tüccarların getirdiği ince dokunmuş kumaş |
the side (t) | taraf |
on the opposite side | karşı tarafta |
from the opposite side | karşı taraftan |
from the opposite side of the World Sea | Dünya Denizi'nin karşı tarafından |
with dust | tozla |
covered with dust | tozla örtülmüş |
theme / subject / topic (t) | tema |
a topic like 'kids' having fun' | 'çocukların eğlenmesi'gibi tema |
a topic like 'monkeys' playing | 'maymunların oynaması' gibi tema |
snowstorm / blizzard | tipi |
violent /intensive snowstorm | yoğun tipi |
on Chinese soil | Çin topraklarında |
species / Art (biol.) (e.g. wildcats) | tür |
Order / Ordnung (biol.) (e.g. Carnivora/Raubtiere) | takım |
She was the kind of... | O ... türüydü |
She was precisely the kind of student | O tam olarak öğrenci türüydü |
Yana was precisely the kind of student her mentor Arthcamu despised:'the professional amateur'. | Yana, 'profesyonel amatör' olarak, öğretmeni Arthcamu'nun tam olarak nefret ettiği öğrenci türüydü. |
of all criminal types | tüm suçlu tiplerinden |
wire | tel |
wires | teller |
with her wires | telleriyle |
group (t) | topluluk |
in a single movement | tek harekette |
He was ready to draw the arrow in a single movement | Tek harekette oku çekmeye hazırdı. |
flurry/alarm/ hastiness/panic, rush/ whirl/ fuss/ excitement/to-do | telaş |
unagitated/ unruffled/ calm/ steady | telaşsız |
Unhurriedly / steadily | telaşsızca |
chance / coincidence | tesadüf |
in the hand of chance (pl) | tesadüflerin elinde |
How helpless is the power called life in the hand of chance (pl) | Hayat denilen kudret tesadüflerin elinde ne kadar aciz |
And also how insignificant a coincidence it was initially! | Hem başlangıçta ne kadar ehemmiyetsiz bir tesadüf ! |
to treat /cure | tedavi etmek |
to be finished/ completed (t) | tamamlanmak |
it has been finished/ completed (t) | tamamlanmıştır |
to assure/ make (someone) feel sure/ to obtain, get, procure | temin etmek |
assurance /supply /procurement/receiving | temin |
commonly used for Lieferstatus /Delivery Status lit. realization status | temin durumu |
delivery status (correct term) | Teslim durumu |
Supply Processing / in Arbeit /Beschaffung | Temini İşlemde |
to click (computer) | tıklamak |
dangerous | tehlikeli |
And make no bones about it (let's lean over and talk straight), this is a very dangerous book. | Eğri oturup doğru konuşalım, bu çok tehlikeli bir kitap. |
all kinds of | her tür |
all kinds of problems | her tür sorun |
Books cause all kinds of problems. | Kitaplar her tür soruna neden olurlar. |
You can go out on the balcony to get fresh air. | Temiz hava almak için balkona çıkabilirsin. |
gun | tabanca |
He has a pistol to protect himself. | Kendini korumak için bir tabancası var. |
(intensifier for places and time) 'all the way' | ta |
Did you go up all the way to the third floor just to drink water? | Sırf su içmeye ta üçüncü kata mı çıktın? |
He ran all the way to school. | Ta okula kadar koştu. |
somehow / in one way or another (t) | bir türlü |
somehow she couldn't sleep | bir türlü uyuyamıyordu |
sweat | ter |
He wiped off the sweat on his face with his sleeve | Yüzündeki teri koluna sildi. |
to collect sth / gather sth/ hoard (t) | toplamak |
he gathered himself | kendini topladı |
Aunt (maternel) | Teyze |
to cleanse (to render clean) | temiz kılmak |
bag (t) | torba |
meeting | toplantı |
You organize (make) a meeting | toplantı yaparsın |
to attend the meeting | toplantıya katılmak |
You stay in the traffic | trafiğe kalırsın |
delivery / handover | teslim |
to deliver / to hand over | teslim etmek |
a true / real X | tam bir X |
What exactly do you want? | Tam olarak ne istiyorsun? |
prison (t) | Tutukevi |
just like / just as/ ebenso / genauso wie | tıpkı ... gibi |
Just like the iron street gate | tıpkı demir sokak kapısı gibi |
Though it was a beautiful house,it seemed as little inviting as the iron street gate. | Çok güzel bir ev olmasına rağmen, tıpkı demir sokak kapısı gibi o da hiç davetkâr gözükmüyordu. |
just like tightly closed lips / sowie zusammengepreßte Lippen | tıpkı sımsıkı kapalı dudaklar gibi |
The dark wooden house door just like lips tightly pressed together was so repellent that... | Kara ahşaptan ev kapısı, tıpkı sımsıkı kapalı dudaklar gibi öylesine itici duruyordu ki, |
from behind one of those windows | o pencerelerin bir tanesinin arkasından |
Underneath it hang another sign. | Onun altında bir tabela daha asılıydı. |
temple | tapınak |
lucky / fortunate (t) | tâlihli |
to be in luck (t) | tâlihli olmak |
less fortunate (t) | daha az tâlihli |
unfortunate | kötü tâlihli |
tongue twister / (nursery) rhyme | tekerleme |
socially expected | toplumca beklenen |
to gather / to come together / to assemble /to swarm together | toplanmak |
A big crowd gathered around him. | Çevresinde büyük bir kalabalık toplandı. |
seed / germ | tohum |
dawnbreak /twilight / blueish colour of the sky (t) | tan |
boat | tekne |
Therefore Jesus entered a boat and sat down. | Bu yüzden İsa tekneye binip oturdu. |
to identify | tespit etmek |
The person must first identify the aspects (sides) that need to be developed, | kişi, öncelikle geliştirmesi gereken yanlarını tespit etmeli |
Before exhibiting the forms of impulsive behavior, the person must first identify the things/sides that need to be developed, | Atılgan davranış biçimlerini sergilemeden önce kişi, öncelikle geliştirmesi gereken yanlarını tespit etmeli |
Before exhibiting the forms of impulsive behavior, the person must first identify the things/sides that need to be developed, he has to become his own doctor. | Atılgan davranış biçimlerini sergilemeden önce kişi, öncelikle geliştirmesi gereken yanlarını tespit etmeli, kendisinin doktoru olmalıdır. |
monotonous /monotone / uniform | tekdüze |
witness (t) / Zeuge | tanık |
The meeting is at nine. | Toplantı dokuzda. |
detachment / impartiality / neutrality / objectivity | tarafsızlık |
Consistency | Tutarlılık |
inconsistent | tutarsız |
inconsistency | tutarsızlık |
chicken pie | tavuklu börek |
floor (of a building)/base / sole (shoe) | taban |
shoe sole | ayakkabı tabanı |
Books disappeared because their covers where cut and made into shoe soles | kitaplar yok olmuş; çünkü ciltleri kesilip ayakkabı tabanı yapılmış, |
door handle (t) | tutamaç |
door knob | tokmak |
of course /sicher | tabii ki |
What is your phone number ? | Telefon numaran ne ? |
my phone number | telefon numaram |
How do say ... in Turkish ? (s) (lit. is it said) | Türkçede ... nasıl söylenir? |
I don't know him. | Onu tanımıyorum |
Nice to meet you | (sizinle) tanıştığıma memnun oldum |
to meet / to introduce (t) | tanışmak |
Do you speak Turkish ? | Türkçe konuşuyor musun? |
I speak a little Turkish | biraz Türkçe konuşuyorum |
Do you have any desserts? | Hiç tatlınız var mı? |
Of course I have some water. | tabii ki biraz suyum var |
taxi | taksi |
Of course he likes salad. | Tabii ki salata sever. |
T-shirt | tişört |
slippers / flip flaps | terlik |
to go to toilet | tuvalete gitmek |
I need to go to toilet. | Tuvalete gitmem gerekiyor . |
Do you like sweets? | Tatlı sever misin? |
Congratulations ! | tebrikler ! |
train | tren |
theatre | tiyatro |
I want to find the theatre. | Tiyatroyu bulmak istiyorum |
to follow | takip etmek |
my sweatheart | tatlım |
toilet | tuvalet |
toilet paper | tuvalet kâğıdı |
Where is the toilet ? | tuvalet nerede? |
tonne | ton |
again (t) | tekrar |
to repeat | tekrarlamak |
rıght here | tam burada |
the gym is right here | spor salonu tam burada |
Can you repeat this ? | tekrarlayabilir misiniz? |
tv program | televizyon programı |
holiday (t) | tatil |
Happy holidays ! | iyi tatiller! |
terminal | terminal |
to take a taxi | taksi tutmak |
We have to take a taxi. | Bir taksi tutmamız gerekiyor . |
July | Temmuz |
offer | teklif |
to make an offer / to offer | teklif etmek |
Let me make you an offer ! | size bir teklifte bulunayım |
It's a very good offer. | bu çok iyi bir teklif |
ball pen | tükenmez kalem |
to come to an end / to be exhausted / to run out / to be consumed | tükenmek |
Maybe they'll go to the theatre. | belki tiyatroya giderler |
theater play | tiyatro oyunu |
to hang out (with) | -le takılmak |
She will go to Turkey next winter. | gelecek kış Türkiye'ye gidecek |
to clean the house | evi temizlemek |
He spoke Turkish very well. | Türkçe'yi çok iyi konuşurdu. |
technology | teknoloji |
to refresh / renew / freshen up (replenish drinks / strength) | tazelemek |
to be refreshed /replenished | tazelenmek |
He seemed refreshed | tazelenmiş görünüyordu |
discussion / debate / argument (mainly used for dispute) | tartışma |
my dad doesn't know anything about technology | babam teknoloji hakkında hiçbir şey bilmiyor |
Should we tell them about the argument? | onlara tartışmadan bahsedelim mi? |
tennis | tenis |
fishing | balık tutmak |
to move (from somewhere) | taşınmak |
experience /Erfahrung (t) | tecrübe |
tour guide | tur rehberi |
Then he took three arrows and nocked the first, the two others he held in his left hand. | sonra üç tane ok alıp birini yaya taktı, diğer ikisini sol elinde tuttu. |
The arrow plunged hissing into the darkness. | Ok tıslayarak karanlığa daldı. |
danger | Tehlike |
to see whether there was any danger | tehlike olup olmadığını görmek |
Eragon looked a few more minutes around to see if there was any danger, but the only thing moving was the fog. | Eragon birkaç dakika daha tehlike olup olmadığını görmek için etrafına bakındı, ama hareket eden tek şey sisti. |
to be kept open | açık tutulmak |
Those streets were kept open. | O sokaklar açık tutuluyordu. |
Those streets were kept open by the red-cloaked (coat - c) pikemen. | O sokaklar kırmızı ceketli mızraklı askerlerle açık tutuluyordu. |
all / entire / every bit | tamamı |
How was your holiday? | tatilin nasıldı? |
What was your best experience ? | En iyi tecrüben neydi? |
This is my last offer. | bu son teklifim |
to get shaved / to shave | tıraş olmak |
to taste | tatmak |
It was something he had never tasted before | Daha önce böyle bir şey tatmamıştı |
I want to hear that story again | şu hikâyeyi tekrar duymak istiyorum |
show us that video again | şu videoyu bize tekrar göster |
Please don't show us those pictures again | lütfen şu fotoğrafları bize tekrar gösterme |
same (t) | tıpkı |
the spitting image of / Doppelgänger (t..k.. a... ) | tıpkısının aynısı |
we used to live in America, but we moved | Amerika'da yaşardık, ama taşındık |
to climb | tırmanmak |
weather forecast | hava tahmini |
always read the weather forecast | her zaman hava tahminini oku |
technique | teknik |
to discuss / to argue | tartışmak |
tournament | turnuva |
to support a team (t) | takım tutmak |
as we speak; right this second | tam şu anda |
they're arriving in Ankara right this second | tam şu anda Ankara'ya varıyorlar |
Are you following? | takip ediyor musun? |
Experience (t) is the best teacher | tecrübe en iyi öğretmendir |
this is just a silly argument | bu sadece aptalca bir tartışma |
to describe (tf) (also for way directions - turn left, second to the right..) | tarif etmek |
either describe or draw | ya tarif et ya da çiz |
you can either describe the woman or you can draw a picture of her | kadını ya tarif edebilirsin ya da bir resmini çizebilirsin |
to describe (tv) (a quality nice /beautiful /newly constructed - not for giving directions !) | tasvir etmek |
let me give you some advice | sana biraz tavsiye vereyim |
road sign | tabela |
finally we found a road sign | sonunda bir tabela bulduk |
eat sweet talk sweet (let's..) | tatlı yiyelim, tatlı konuşalım |
frugal /genügsam / sparsam | tutumlu |
this treatment works immediately | bu tedavi hemen işe yarıyor |
the police can't arrest the suspect without evidence | polis şüpheliyi kanıt olmadan tutuklayamaz |
designer | tasarımcı |
ball | top |
to thank | teşekkür etmek |
I can't thank you enough | ne kadar teşekkür etsem az |
to represent | temsil etmek |
commercial | ticari |
basic | temel |
to identify / define (math/ chemistry/NOT: in criminology) | tanımlamak |
God helps those who help themselves | Tanrı, kendilerine yardım edenlere yardım eder |
I made a list of the places I went to on holidays. | Tatilde gittiğim yerlerin listesini yaptım. |
Pass me the salt | Tuzu uzat |
to ingurgitate / tuck in / stuff oneself | tıkınmak |
to eat like a pig / to tug in like a pig | domuz gibi tıkınmak |
A hungry chicken dreams (sees) of herself in a wheat store. meaning: [Generally used in a tongue-in-cheek way.] 1. In hopeless situations, one indulges in all sorts of wistful imaginings. | Aç tavuk kendini buğday ambarında görür. |
to guess /estimate | tahmin etmek |
I should have guessed | Tahmin etmeliydim |
Can I taste one ? | Bir tane tadabilir miyim? |
Kaki | trabzon hurması |
tropical fruit /Südfrüchte | tropikal meyveler |
cereal flakes / Getreideflocken | tahıl ezmesi |
Vollkorn /complete (e.g. rice) | tam (taneli ) tahıl |
Estragon | Tarhun |
peppercorn | tane karabiber |
prediction /estimation / Einschätzung /Hochrechnung/ Vorhersage | tahmin |
according to estimations /nach Schätzungen / schätzungsweise | tahminlere göre |
estimator / Vorhersager / forecaster | tahminci |
weather forecaster | hava tahmincisi |
a wild guess | kaba tahmin |
a stab in the dark / wild (round) guess | yuvarlak tahmin |
just as I guessed | tam tahmin ettiğim gibi |
Guess the meaning | anlamı tahmin et |
I never would have guessed | asla tahmin edemezdim |
I thought so | ben de öyle tahmin etmiştim |
You ll never guess whom I ran across a few days ago | birkaç gün önce kime rastladım tahmin bile edemezsin |
as might be expected | tahmin edilebileceği gibi |
overestimated | fazla tahmin edilmiş |
Fill in the blanks / guess the rest yourself | gerisini sen tahmin et |
guess my age | yaşımı tahmin et |
Guess what (happened) | Tahmin et noldu |
Lucky guess | şanslı tahmin |
striped / tabby / getigert cat | tekir kedi |
to pull oneself together / sich fassen / sich aufrappeln | toparlanmak |
to worry s.o. / jem. beunruhigen / perturb a bit (not as strong as kaygılandırmak) | telaşlandırmak |
he kept repeating | tekrarlayıp duruyordu |
Everyone who tasted them would always want more | Onun tadına bakan herkes daha fazlasını isterdi. |
Petal / Blütenblatt /('crown leaf') biol. otherwise ciçek yaprağı | taçyaprak |
bud /Knospe | tomurcuk |
Stapler /Klammeraffe /Hefter | tel zımba |
Please repeat ! | Tekrar et lütfen ! |
heel / Ferse /Hacken | topuk |
finger/foot nail | tırnak |
answer all (e-mail) | tümünü yanıtla |
We are not technophobic people. | Teknofobik insanlar değiliz. |
bottle opener /Korkenzieher | tirbuşon |
Kress | tere |
Can you fix it now? | Şimdi tamir edebilir misiniz? |
One way / one direction | Tek yön |
tourist | turist |
Are there plates/dishes ? | Tabak var mı ? |
Yes of course | Evet tabii |
tropical belt / tropics | tropikal kuşak |
Chalk | tebeşir |
jewelry /ornament (t) | takı |
turquoise (t) | turkuaz |
Titanium / Titan -Ti 22 ( geçiş metalleri / Gümüş gri metalik beyaz) | Titanyum |
shade (of a colour) | ton |
in a slightly grayish shade | hafif gri tonda |
crane /Kranich | turna |
peacock /Pfau | tavuskuşu |
peacock feather | tavuskuşu tüyü |
a proud peacock | kibirli bir tavuskuşu |
Lark /Feldlerche | toygar |
trumpet | trompet |
eclipse | tutulma |
right in the middle | tam ortasında |
a door having a handle of shining brass right in the middle | tam ortasında parlak pirinçten bir kolu olan kapı |
It had a door having a handle of shining brass right in the middle | tam ortasında parlak pirinçten bir kolu olan kapısı vardı |
tong /Greifzange (to hold e.g. cotton balls/medicin) | tutma pensesi |
thermometer | termometre |
to add (+) | toplamak |
bathed in sweat / schweissgebadet | tere batmış |
cold (icy) sweat | buz gibi ter |
to shake all over / to tremble like an aspen leaf | tir tir titremek |
Wad / Stapel /Bündel (e.g. banknotes, letters) | tomar |
hairpin /bobby pin | toka |
with a very strident voice | tiz mi tiz bir sesle |
sugar tongue | şeker tutacağı |
'Allahüekber' shouting | tekbir |
sweetness | tatlılık |
The sweetness of a friend comes from the counsel of the soul. (Prov 27 : 9) | Dostun tatlılığı candan gelen öğüttendir. |
sweet | tatlı |
uneasy (t) | tedirgin |
uneasiness (t) | tedirginlik |
She noticed the uneasiness (t) that was in his face. | yüzündeki tedirginliği fark etti. |
auspicious / favorable | tekin |
spooky / haunted | tekin olmayan |
weird /eerie /unlucky (t) | tekinsiz |
tune / timber | tını |
Spit downwards, but your beard gets in the way; spit upwards, but your moustache is there. : facing a situation in which one has to choose between two equally disaster-spelling options. | Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık. |
to spit | tükürmek |
shrine | türbe |
skin (t) | ten |
The ships (t) pass slowly | Tekneler yavaş yavaş geçiyor. |
field | tarla |
Field crow | tarla kargası |
Usually they dress black like field crows | Genelde tarla kargaları gibi kara giysiler giyerler |
She couldn't hinder her voice to tremble from anger. | Sesinin öfkeden titremesini engelleyemedi. |
Little hill / mound / knoll | tepecik |
to swob /exchange | takas etmek |
pursuit / chase /Verfolgung | takip |
Define it however you like | nasıl tanımlarsanız tanımlayın |
agricultural worker /Landarbeiter | tarım işçisi |
misfortune (t) | tâlihsizlik |
counter / Theke | tezgâh |
immaculate / very clean / spotless | tertemiz |
Every place was scrupulously clean as if its owner spent his free time in digging out out minuscule dirt pieces that were in hidden cracks | Sanki sahibi boş zamanlarını gizli çatlaklardaki minicik pislik parçalarını kazımakla geçiriyormuş gibi her yer tertemizdi. |
He wiped the counter with an old (worn) rag (piece of cloth) | Tezgâhı eskimiş bir bez parçasıyla siliyordu. |
to drum (with one's fingers) | (Parmaklarıyla) tempo tutmak |
The man drummed / tapped with his finger on the counter. | Adam parmağıyla tezgâhta tempo tuttu. |
phrase /expression /locution | tabir |
caution /measure /precaution | tedbir |
to be on the safe side / to err on the side of caution | tedbiri elden bırakmamak |
to throw caution to the wind | tedbiri elden bırakmak |
to dispute | tartışma yaşamak |
Did you have a dispute with someone? | Biriyle tartışma mı yaşadın? |
Did you dispute with s. o.? | Biriyle mi tartıştın? |
misfortune / ill luck | terslik |
if nothing goes wrong | bir terslik olmazsa |
We see each other tomorrow if nothing goes wrong /See you tomorrow... | bir terslik olmazsa yarın görüşürüz |
Are you sweating ? | Sen terliyor musun? |
I am sweating | terliyorum |
to get a promotion | terfi almak |
In that period I got promoted twice. | Bu dönemde iki kez terfi aldım. |
white-skinned / fair | beyaz tenli |
What a coincidence ! | Ne tesadüf ! |
What a coincidence ! Me, too! | Ne tesadüf ! Ben de ! |
fully | Tamamıyla |
if you fully (completely) understood | Tamamıyla anladıysanız |
counter / workbank | tezgâh |
the tools on the workbench | Tezgâhtaki aletler |
clerk / shop assistant / salesman | tezgâhtar |
He doesn't like meetings very much. | Toplantılardan çok hoşlanmaz. |
to leave the shop | mağazayı terk etmek |
What desserts do you have? | Tatlı olarak ne var? |
What would you recommend to us? | Bize ne tavsiye edersiniz? |
try something (lit: just look once at its taste) | bir tadına bak |
screw driver | tornavida |
You should taste every dish of Turkish cuisine. | Türk mutfağının her yemeğini tatmalısınız. |
Look what a coincedence ! | Tesadüfe bak! |
Don't you know her/him ? | Tanımıyor musunuz? |
to be stuck / to be blogged | tıkanmak |
on the brigdes the traffic is blocked (clogged/stuck) | köprülerde trafik tıkanıyor |
The person you meet will never stay the same as you first knew. | Tanıştığınız insan, hiç bir zaman ilk tanıdığınız gibi kalmaz. |
pack up and leave | tası tarağı toplayıp gitmek |
evacuation / release / discharge | tahliye |
Following (after) the decision to release (him) the man was brought to his home. | Adam tahliye kararının ardından evine getirildi. |
Upon(following) his release he has been viewed while preparing his suitcases at home. | Tahliyesinin ardından evinde bavullarını hazırlarken görüntülendi. |
teleconference | telekonferans |
video teleconferencing | görüntülü telekonferans |
audio teleconferencing | görüntüsüz telekonferans |
to be connected via teleconferencing | telekonferans yöntemi ile bağlanmak |
The witnesses at Manisa were connected to the court via teleconferencing | Manisa'daki tanıklar telekonferans yöntemi ile mahkemeye bağlandı |
representative | temsilci |
This kind of stuff is on the market. | Bu tip şeyler pazarda var. |
break / school break / recreation | teneffüs |
during recreation (school break) | teneffüste |
house-cleaning | ev temizliği |
exhausted (t) | tükenmiş |
He feels exhausted and frustrated. | O tükenmiş ve sinirli hissediyor. |
to keep warm | sıcak tutmak |
Does the coat keep you warm ? No, it doesn't. | Montu seni sıcak tutuyor mu? Hayır, sıcak tutmuyor. |
pain that will never leave | hiçbir zaman terk etmeyecek olan acı |
pain that will never leave completely | hiçbir zaman tam olarak terk etmeyecek olan acı |
He waited for the pain that would never leave completely to subside. | Hiçbir zaman tam olarak terk etmeyecek olan acının dinmesini bekledi. |
Human trafficking | İnsan Ticareti |
After treatment at the hospital | Hastanesi'ndeki tedavisi sonrasında |
to escalate | tırmandımak |
to inflame the crisis / to escalate the crisis | krizi tırmandırmak |
to increase the tension / to escalate the tension | gerilimi tırmandırmak |
bölgedeki gerilimi tırmandırmak | to increase the tension in the region |
we recommend that you stay away from any interference | her türlü girişimden uzak durmasını tavsiye ediyoruz |
to ressort to | tevessül etmek |
not to ressort to unlawful rules | hukuk dışı kurallara tevessül etmemek |
she collects the dirty wash | kirli çamaşırlarını toparlayacak |
a new recipe | yeni bir tarif |
a whole box | bir tam kutu |
Thailand / Thai | Tayland |
Thai food | Thai yemeği |
We will be living far away from each other after I move. | Ben taşındıktan sonra birbirimizden çok uzakta yaşayacağız. |
Since I moved we live so far away from each other. | Taşındığımdan sonra birbirimizden çok uzakta yaşıyoruz. |
We've been living too far from each other since I moved. | Taşındığımdan sonra birbirimizden çok uzakta yaşıyorduk. |
He has never time for cleaning. | Temizliğe asla zamanı olmaz. |
he is very nerveous /uneasy about it | onunla ilgili çok tedirgin |
to promote | terfi ettirmek |
to be promoted (...e) | terfi edilmek |
to step up / to work one's way up / to advance | terfi etmek |
to economize / save | tasarruf etmek |
to charge /to caution | tembihlemek |
she cautioned us not to talk to anyone | kimseyle konuşmamayı bize tembihledi |
she had cautioned/charged me so many times | bunu bana defarlarca tembihlemişti |
So that we could meet him for the first time. | onunla ilk kez tanışabilelim diye. |
Let them be able to get acquainted with / that they can get to know him (imp / potential / 3pl) | tanışabilsinler |
ki onunla ilk defa tanışabilsinler | so they could meet him (get to know him) for the first time. |
it finished later than I expected | tahmin ettiğimden daha geç sona erdi |
to ask for / to demand / to claim | talep etmek |
to request a lawyer | avukat talep etmek |
to demand money from someone | birinden para talep etmek |
to demand a guarantee | garanti talep etmek |
to ask for reduction | indirim talep etmek |
to demand revenge | intikam talep etmek |
to kindly request | nazikçe talep etmek |
to request an autopsy | otopsi talep etmek |
to ask for an appointment | randevu talep etmek |
to ask for compensation / to claim damages | tazminat talep etmek |
to ask for a fee | ücret talep etmek |
to ask for help | yardım talep etmek |
in one go / all at the same time / in one lump / all at once | tek seferde |
there are hundreds of people trying all to leave at once | tek seferde gitmeye çalışan yüzlerce insan var |
supply | tedarik |
supplier | tedarikçi |
main suppliers / key suppliers | ana tedarikçiler |
I wanted advise from them. | Olardan tavsiye istedim. |
portable | taşınabilr |
Memory stick / flash memory | taşınabilir bellek |
one of the important cities in history | tarihteki önemli şehirlerden biri |
one of the most important events in history | tarihteki en önemli olaylardan biri |
After ten years / For a decade the Spartans could not take Troya. | On yıl sonunda Spartalılar Truva'yı alamadı. |
chicken bones | tavuk kemikleri |
crocodile | timsah |
psychiatric hospital / madhouse / asylum | tımarhane |
Working all day long I run out of energy. | Gün boyu çalışmaktan enerjim tükeniyor. |
someone I know | tanıdığım biri |
somebody I didn't know | tanımadığım bir kimse |
decent /well-bred /cultivated /genteel /civilized | terbiyeli |
decent people | terbiyeli insanlar |
reparation works | tamir işleri |
new / early grown / out of season | turfanda |
fruit out of season / early grown fruit | turfanda meyve |
public transport vehicles | toplu taşıma araçları |
Only official and public transport vehicles were allowed at the event | Sadece resmi ve toplu taşıma araçlarına izin verilen etkinlikte |
saltiness | tuzluluk |
to salt | tuzlamak |
salinization /Versalzung (soil) | tuzlanma |
basically | temel olarak |
grounds (coffee) / coffee grounds leftover in the cup | telve |
coffee grounds | kahve telvesi |
Some people look at coffee grounds to learn about the future. | Bazıları gelecek öğrenmek için kahve telvelerine bakar. |
they should be defined as (being) | olarak tanımlanmalıdırlar |
fundamentally flawed | temelinden kusurludur |
if / in case of / supposing that | takdirde |
in case it snows / supposing it snows | kar yağdığı takdirde |
otherwise / if not / or else | aksi takdirde |
in this case (t) | bu takdirde |
if required / if requested | istenildiği takdirde |
as may be required | durum gerektirdiği takdirde |
if necessary | gerektiği takdirde |
if no agreement is reached / in case of non agreement | anlaşma olmadığı takdirde |
in default of payment | ödenmediği takdirde |
isolation / loneliness | tenhalık |
my loneliness | tenhalığım |
My eyes speed up your loneliness (from a poem of Attila İlhan ) | gözlerim hızlandırır tenhalığını |
saw | testere |
handsaw | el testeresi |
electric saw | elektrikli testere |
an electric saw cutting trees in the forest | ormanda ağaç kesen bir elektrikli testere |
trigger / Auslöser | tetik |
When one opens the handle the trigger emerges | tutma yerini açınca tetiği ortaya çıkıyor |
handrail /rail (t) | tırabzan |
Louis XIV style | XIV Louis tarzı |
colorful, polished and gold gilded XIV Louis style writing desk | renkli, cilalı ve altın yaldızlı XIV Louis tarzı yazı masası |
to hold together | bir arada tutmak |
road signs /Verkehrsschilder | trafik levhaları |
ration /portion (t) | tayin |
to determine /to name /to designate | tayin etmek |
to be in control of one's destiny | kendi kaderini tayin etmek |
to predetermine /to predestine | önceden tayin etmek |
to appoint s. o. as an arbitrator | hakem tayin etmek |
to appoint s. o. as a heir /to designate a heir | mirasçı tayin etmek |
to set a target /to set a goal | hedef tayin etmek |
exactly / to a T / all of a piece | tıpatıp |
to fit like a glove | tıpatıp uymak |
identical / replica | tıpatıp aynı |
doppelg¨änger (t.. t) | tıpatıp aynısı |
made from the same mold / cut from the same cloth (b.t.b.) | birbirinin tıpatıp benzeri |
to bear a striking resemblance to | tıpatıp benzemek |
tray | tepsi |
on a silver tray | gümüş bir tepsi içinde |
on a silver tray | gümüş bir tepsi içinde |
Leslie would definitely go crazy if she saw that telefon laying on a silver tray. | Leslie telefonun gümüş bir tepsi içinde durduğunu görseydi kesinlikle çıldırırdı. |
to threaten | tehdit etmek |
full to the brim | tıka basa dolu |
his bag was full to the brim 4/crammed with illegal sleeping pills | çantası tıka basa yasadışı uyku ilaçlarıyla doluydu. |
to stuff oneself | tıka basa yemek |
to tuck in /to overcrowd /to fill to ocerflowing /to clutter/ | tıka basa doldurmak |
to tuck in *to stuff one's mouth | ağzını tıka basa doldurmak |
to tolerate /to suffer /to endure | tahammül etmek |
I can't stand/take/endure this word | Bu kelimeye tahammül edemiyorum. |
to kick | tekmelemek |
to kick s.o.'s ass. / jem. in den Hintern treten | kıçını tekmelemek |
to kick (s. o.) senseless | bilinci kaybolana kadar tekmelemek |
to kick against smthg | bir şeyi tekmelemek |
To open that door you need to give it (li. you'll give it) a good kick. | Kapıyı açmak için, güzel bir tekme atacaksın. |
Comb your hair in the shower to save time. | Zamandan tasarruf etmek için saçını duşta tara. |
saving /economy /retrenchment | tasarruf |
to be in a bad mood (lit. one's nerves are on the hill) | sinirleri tepesinde olmak |
Don't talk to him. He's in a bad mood. | Onunla konuşma. Sinirleri tepesinde. |
passionate | tutkulu |
I am a passionate fotographer. | Tutkulu bir fotoğraçıyım. |
to freak out /see red /blow up /flip one's handle | tepesi atmak |
don't freak out /don't go nuts / don't blow up | Tepen atmasın |
Don't freak out, but I just lost our entire savings in a poker game. | Tepen atmasın ama, tüm birikmiş paramızı poker oyununda kaybettim. |
we both stepped (went) a little backwards and smiled sweetly with a respectful expression. | ikimiz de biraz geriye gidip, tatlı tatlı, saygılı bir ifadeyle gülümsedik. |
She had gathered the hair loosely with hairpins | saç tokalarıyla gevşek bir biçimde toplamıştı. |
Teşekkür ederim" demek için en A smile is the best way to say "thank you". | Teşekkür ederim" demek için en iyi yol bir gülümsemesi. |
Please complete your exercise. | Lütfen eğitimini tamamla. |
to be on guard /to be alert (lit. to be on the trigger) | tetikte durmak |
The dogs being on alert growled/snarled. | Tetikte duran köpekler hırladılar. |
rifle / Jagdgewehr - a gun, especially one fired from shoulder level, having a long spirally grooved barrel intended to make a bullet spin and thereby have greater accuracy over a long distance. "a hunting rifle" | tüfek |
to break out in sweat | ter basmak |
the man breaking out in sweat in his parka | parkasının içinde ter basan adam |
a smile (t) | tebessüm |
unpretentiousness /modesty | tevazu |
though a bit strange | biraz tuhaf da olsa |
one for each | birer tane |
There was a door at each end of the room. | Odanın iki ucunda birer tane kapı vardı. |
tailor /seanstress /Schneider(in) | terzi |
Smiling a girl in white extended a tray full of crystal wine glasses towards him. | Gülümseyen, beyazlı bir kız ona kristal kadehlerle dolu bir tepsini uzattı. |
There is sthg I didn't fully understand (a thing got stuck to my mind) | bir şey(e) aklıma takıldı |
dont worry about it too much (let your mind not be more stuck) | fazla aklın takılmasın |
I haven't eaten any fish for three weeks straight (shark in Nemo) | Tam üç haftadır hiç balık yemedim. |
I have never known my father. | Ben babamı hiç tanımadım. |
let me introduce | tanıştırıyım |
let me introduce | tanıştırıyım |
to get satiated /to get filled up to the brim | tıka basa doymak |
filled up to the brim (with food) but not satified in the least | tıka basa doymuş ama hiç mi hiç tatmin |
filled up to the brim (with food) but not satified in the least | tıka basa doymuş ama hiç mi hiç tatmin |
one by one | teker teker |
they disappeared (were lost from sight) one by one | teker teker gözden kayboldular |
wish /request /petition (t) | temenni |
train whistle | tren düdüğü |
train whistles | tren düdükleri |
In fact, he was amazed at how she endured so much fatigue. | Hatta bu kadar yorgunluğa nasıl tahammül ettiğine şaşıyordu. |
to honour | teşrif etmek |
talısman /amulet /charm /spell | tılsım |
to break the spell | tılsımı bozmak |
a spell of power / a power(ful) talisman | kudret tılsımı |
to rasp (voice) | törpülemek |
"Your Master is coming, " the Myrdraal's voice was rasped like a dry snake skin (d) being crushed. (crumbled) | 'Efendiniz geliyor,' Myrdraal'in sesi kuru bir yılan derisinin parçalanması gibi törpüleniyordu. |
trollocs (half human half animal creatures from the Wheel of time) | trolloclar |
The trollocs having already fallen their bellies to the ground were writhing as if they wanted to dig and enter into the ground. | Trolloclar kendilerini çoktan karın üstü yere atmışlar, yeri kazıp içine girmek istemiş gibi kıvranıyorlardı. |
I serve with humility | tevazu ile hizmet ediyorum |
quickly (t) | tez |
May the Day of his return come quickly(t) ! | Dönüş Günü tez gelsin! |
to rattle /clatter (e. g. teeth) | takırdamak |
they should not rattle /let them not rattle (imp neg pl) | takırdamasınlar |
He pressed his teeth together, so they would not rattle. | takırdamasınlar diye dişlerini sıktı. |
We shook(squeezed) hands as if we knew each other from before. | Pek eskiden tanışırmışcasına el sıkıştık. |
cleanish /nearly clean | temize yakın |
Normally I would wear whatever cleanish was on thefloor, but today was special. | Normalde, yerde temize yakın ne varsa alır giyerdim, ama bugün özeldi. |
rape / assault | tecavüz |
rapist | tecavüzcü |
Turning around (to my back) I prepared to run, my mind was full of rapists and murderers. | Arkamı dönüp koşmaya hazırlandım, zihnim tecavüzcüler ve katillerle doluydu. |
to kick /give a kick | tekme atmak |
to plan to give a kick /to intend to kick | tekme atmayı planlamak |
"Damn it Robbie! "I cursed while advancing slowly towards him planning to give him a kick. | Tekme atmayı planlayarak ona doğru ağır ağır ilerlerken, 'Kahretsin Robbie!', kükredim. |
overcrowded /chock-full | tıklım tıklım |
while I was trying to make myself a way through the overcrowded hallway | tıklım tıklım koridorlarda kendime yol açarken |
to expose /exhibit /display (t) | teşhir etmek |
as if a spotlight shone right on me and I was on display | sanki spot ışıkları doğrudan üzerime çevrilmiş ve teşhir edilmiştim. |
He was clad in black and silvery tones | Siyah ve gümüşi tonlarda giyinmiş |
pale skinned | soluk tenli |
the Haunted Court / the Unseelie Court (Court of Dark Pixies/Feries) | Tekinsiz Divanı |
why do you hang out with me all this time | neden bunca zamandır benimle takılıyorsun |
To stay this long in one place is dangerous. | Bir yerde bu kadar uzun süre durmak tehlikelidir. |
What liitle grass remained was yellow and dying. | Tek tük kalan otlar sararmış, ölüyordu. |
I washed plates, goblets, pots and pans piling up like mountains. | Dağ gibi biriken tabak, kadeh, tencere ve tavaları yıkadım. |
a grain sack | bir tahıl çuvalı |
to spark /trigger /set off /induce | tetiklemek |
The reason(n) was not only (s) Prince Ash, though (g) he had sparked my desire not to be noticed. | Nedeni sadece Prens Ash değildi, gerçi fark edilmeme isteğimi tetiklemişti. |
I thought that more robust (drastic/sound) measures should be taken. | Daha sağlam tedbirlerin alınması gerektiği düşündüm. |
lieutnant (t) | teğmen |
"Leave it! You collect that later!" (e. g. dishes on the table) | 'Bırak bırak, sonra toplarsın!' |
When you get to know him you (will) like him a lot | tanıyınca çok seversin |
to come/go somewhere even though you hate it and you dont want to do it, but you know that you have to do it whether you like it or not | tıpış tıpış gelmek / gitmek |
He will come to you (whether he likes it or not) | O, sana tıpış tıpış gelecek. |
pink tinted /rose coloured /bed of roses /rosarot | tozpembe |
to see through rose coloured glasses | tozpembe görmek |
to see the world through rose coloured glasses | dünyayı tozpembe görmek |
Life is not just pink. /Life is not a bed of roses. | Tozpembe değil hayat. |
tuna/thon /Thunfisch (t) | tonbalığı |
doll | taş bebek |