gang /band/ mob | çete |
band of robbers /Räuberbande | eşkıya çetesi |
shrubbery/ bushes / Gebüsch | çalılık |
bed sheet /Laken | çarşaf |
burka | kara çarşaf |
age / time / epoch | çağ |
striped / gestreift | çizgili |
to gurgle | çağlamak |
Racoon / Waschbär (regional) | çamaşırcıayı |
chinese (adj. e.g. chinese food / chinese scripture. .. | çin |
bush | çalı |
to work / to try | çalışmak |
wheel | çark |
Crooked / curved | Çarpık |
Strike (against) /slap / hit/ bang / knock/ smash / bump into / crash | Çarpmak |
tea | çay |
attractiveness / charme / appeal | çekicilik |
notch / nick /chip/ Kerbe | çentik |
pair (+ sg) / couple | çift |
to remove /to emit / issue / extract /ausziehen | çıkarmak |
strawberry | çilek |
To stir up/ to whip up/ to whisk / to flutter/ to struggle/ to flail | çırpınmak |
to nail | çivilemek |
to be nailed | çivilenmek |
to be drawn (painted) | çizilmek |
boot | Çizme |
to draw | çizmek |
child | çocuk |
most of | çoğu |
very (ç) | çok |
already | çoktan |
soup | çorba |
solution / answer / remedy | çözüm |
because | çünkü |
To rot / decay / go bad (ç) | Çürümek |
rotten | çürümüş |
ugly /unattractive /hideous | çirkin |
female goat / doe | çebiç |
chocolate | çikolata |
mud / muck | çamur |
to throw mud | çamur atmak |
unsociable /reserved / shy | çekingen |
ugliness / Häßlichkeit | çirkinlik |
too many / too much (ç) | çok fazla |
too many emotions | çok fazla duygu |
much and even too much | çok hem de çok fazla |
palpitation / throb | çarpıntı |
a palpitation would come | çarpıntı geliyordu |
to withdraw /to retreat /to be pulled / to quit | çekilmek |
to pull (at both hands)/ to tug / ( to backbite /criticize maliciously) | çekiştirmek |
the times he tried to tug | çekiştirmeyi denediği zamanlar |
to crackle | çıtırdamak |
who crackles / crackling (Present Participle) | çıtırdayan |
There were no squirrels crackling in the branches. | Dallarda çıtırdayan sincaplar yoktu. |
most of / majority | çoğunluk |
most of the grass | otun çoğunluğu |
to collapse / cave in / sink / give way | çökmek |
when it collapses / sinks/grows weary - gerund | çökünce |
get me out ! / take me out ! | Çıkar beni ! |
tent / tabernacle | çadır |
to dwell in your tent | çadırında oturmak |
to stir / flap / shake something/flutter | çırpmak |
flapping (its) wings | kanat çırpan |
an eagle flapping its wings | kanat çırpan bir kartal |
dew | çiy |
grass / grass ground | çimen |
to drizzle | çiselemek |
drizzling rain | çiseleyen yağmur |
like drizzling rain upon the grass | çimen üzerine çiseleyen yağmur gibi |
to contort | çarpılmak |
farmer | çiftçi |
farm | çiftlik |
lots of kids | çoluk çocuk |
flower | çiçek |
with purple flowers in your hand | elinde mor çiçeklerle |
resolution (pixel) | çözünürlük |
the evening star (ç y) | çoban yıldızı |
laundry /Wäsche / washing | çamaşır |
washing line | çamaşır ipi |
Whenever a washing rope dropped its wash in the dirt | Ne zaman bir çamaşır ipi çamaşırları çamura düşürse |
peddlar | çerçi |
with the first peddlar of the year | yılın ilk çerçisi ile |
roof | çatı |
thatcher /Dachdecker | çatı tamircisi |
wednesday | çarşamba |
to play music | çalmak |
a pair of curved horns | bir çift eğri boynuz |
when it hit | çarparken |
the click emitted by something hard | sert bir şeyin çıkardığı tıkırtı |
environment / surroundings / milieu | çevre |
cautiously examinating her surroundings | çevresini temkinli bir şekilde inceleyen |
to enclose /surround / encircle | çevrelemek |
to tack/strike / drive in / hammer/ flash | çakmak |
from the inside of his palm a red lightening flashed and | avucunun içinden kırmızı bir şimşek çakıp |
scream (ç) | çığlık |
to climb / ascend / to go out/ to go with a specific purpose / to be off/ to date | çıkmak |
He climbed onto a high piece of granit. | Yüksek bir granit parçasının üstüne çıktı. |
one quarter / a fourth | çeyrek |
a quarter mile | çeyrek millik |
jagged / notched | çentikli |
towards the jagged granit block (piece) | çentikli granit parçasına doğru |
agile / swift | çevik |
with a swift movement | çevik bir hareketle |
your interest in your environment | sizin çevrenize olan ilginiz |
to steal | çalmak |
to solve / figure out / untangle / puzzle out / unravel | çözmek |
crack | çatlak |
madness | çılgınlık |
before the ceasing of this madness | bu çılgınlık dinmeden önce |
to be struck by lightning (living beings only/electrocuted) | şimşeklerle çarpılmak |
flashing/hitting (Present Participle) (careful with humans !) | çakan |
to bend / lean (something) to (one side)/ to crook, bend/ to set or make (sthg) askew/put (sthg) at an angle/ to distort, willfully to misinterpret / verzerren | çarpıtmak |
the colourful tapestries and paintings distorted by the deformed walls | bel veren duvarların çarpıttığı renkli duvar halıları ve tablolar |
a circle (ç) | bir çember |
a line | bir çizgi |
a serpentine line ( eine Schlangenlinie ) | yılansı bir çizgi |
helpless /desperate / irremediably | çaresiz |
lack of means / despair / impuissance | çaresizlik |
the Elve's despair | Elfin çaresizliği |
to pull / draw / tow /haul / attract / absorb | çekmek |
hard / tough / difficult / rough | çetin |
exit | Çıkış |
naked | çıplak |
tiny (m) naked feet | minik çıplak ayaklar |
to turn / translate / convert | çevirmek |
to be turned (ç) | çevrilmek |
and voices like pages of a huge book being turned | ve koca bir kitabın sayfaları çevriliyormuş gibi sesler |
as if it wanted to pull her again into its pages | onu tekrar sayfalarının içine çekmek istercesine |
The cover of the book pressed against the girl's ear as if it wanted to pull her again into its pages. | Kitabın kapağı, onu tekrar sayfalarının içine çekmek istercesine kızın kulağına baskı yapıyordu. |
drawer / Schublade | çekmece |
to put the effort / to try hard | çaba göstermek |
sandal (shoe) | çalık |
There's little time, (but nonetheless) you go out | Vakit az çıkarsın |
You run to your kid, you get it from school | Çocuğuna koşarsın, okuldan alırsın |
to be brought (out) / expelled / to be taken | çıkarılmak |
to reveal / to bring to the open (ç) | açığa çıkarmak |
to be revealed/ to be brought into the open (ç) | açığa çıkarılmak |
For also there is nothing covered that will not be revealed (ç) | Çünkü örtülü olup da açığa çıkarılmayacak hiçbir şey yoktur. |
cross (Jesus) | Çarmıh |
He who does not load/take his cross and come after me is not worthy (l) of me. | Çarmıhını yüklenip ardımdan gelmeyen bana layık değildir. |
Did he suffer much? | Çok acı çekti mi ? |
reedpipe / flute | kaval |
chinese (person) | Çinli |
market (ç) | çarşı |
In the marketplaces | çarşı meydanlarında |
Gravel/ Kies / / Kieselsteine | Çakıl |
on the Gravelstone way/ auf dem Kiesweg | Çakıl yolunda |
The car stood on the gravel in front of the big house. | Araba büyük evin önündeki çakılın üstünde duruyordu. |
attractive | çekici |
to violate (a law) /break / run over | çiğnemek |
even though / in case they break (the law) | çiğnedikleri hâlde |
to quarrel / bicker | çekişmek |
He will not quarrel and shout. | çekişip bağırmayacak |
chin / jaw | Çene |
trash / garbage | Çöpü |
A very, very great many / Es sind viele, sehr viele | çok var, bir süre |
desert (ç) | çöl |
The telephone is ringing. | Telefon çalıyor. |
to withdraw money | para çekmek |
to withraw money from the account | Hesaptan para çekmek |
to withdraw money from the bank | Bankadan para çekmek |
to withraw money from the bank account | Banka hesabından para çekmek |
fork | çatal |
kind/ sort/variety (ç) | çeşit |
types of cheese | peynir çeşitleri |
colour assortment | renk çeşitleri |
they differ in kind | çeşitleri ayrı |
types of dessert | tatlı çeşitleri |
types of salad | salata çeşitleri |
types of cement | çimento çeşitleri |
all kinds of x | bütün x çeşitleri |
all kinds of vegetables | bütün sebze çeşitleri |
socks | çorap |
is the soup hot? | çorba sıcak mı? |
... because you're sick | ... çünkü hastasın |
I am angry because I'm hungry | kızgınım çünkü açım |
He is a little sad, because he doesn't have a girlfriend. | Biraz üzgün çünkü kız arkadaşı yok. |
bless you! (sneezing) | çok yaşa! |
China | Çin |
to call (out)/ to shout | çağırmak |
Call an ambulance | bir ambulans çağırın |
She has too much money. | çok fazla parası var |
chest of drawers / Komode | çekmeceli dolap |
we are going(out) to the mountain. | dağa çıkıyoruz |
I would love to | ... çok isterim |
Don't cross the yellow line. | sarı çizgiyi geçmeyiniz |
It's a quarter to... | ...-e çeyrek var |
Chinese (language) | Çince |
Chinese (nationality) | Çinli |
we still play badminton together on Wednesdays | Çarşambaları hâlâ birlikte badminton oynuyoruz |
pine tree | çam |
Most of the pine's needles had burned. | Çamların çoğunun iğneleri yanmıştı. |
diameter | çap |
Right in the middle (diameter) of the explosion | Patlama çapının tam ortasında |
Right in the center of the explosion lay a blue polished stone. | Patlama çapının tam ortasında cilalı mavi bir taş yatıyordu. |
... because it's such a diverse place (different) | ... çünkü çok farklı bir yer |
republican | cumhuriyetçi |
The Republican People's Party | Cumhuriyetçi Halk Partisi |
forked | çatallı |
their forked horns (ihr Geweih) | çatallı boynuzları |
urine/ pee | çiş |
I need to pee | çişim geldi |
These flowers are for my mum | bu çiçekler annem için |
often /mostly /most times / frequently | çoğu kez |
I think polls are often unreliable | bence anketler çoğu kez güvenilmez |
Which boots are mine? | hangi çizmeler benim? |
can you draw a picture of him? | onun bir resmini çizebilir misin? |
in this day and age ... / in our age | çağımızda |
cure /remedy | çare |
to ask somebody out on a date | çıkma teklif etmek |
he asked her out on a date | ona çıkma teklif etti |
to train /to start (a machine) | çalıştırmak |
mad | çılgın |
liver / lung | ciğer |
my everything / 'corner of my liver' (outdated) | ciğerimin köşesi |
to contradict | çelişmek |
the girl who works in the cinema | sinemada çalışan kız |
online | çevrimiçi |
offline | çevrimdışı |
to reveal | ortaya çıkarmak |
I drink tea without sugar. | Çayı şekersiz içiyorum. |
A teapot doesn't boil from watching it. | Çaydanlık bakmakla kaynamaz |
around (ç) | çevresinde |
to recover quickly / to overcome quickly (ç) | çabuk atlatmak |
to beware / to abstain from/ to fear / to hesitate / to shy away from | çekinmek |
to blossom / to come into flower / to bust out | çiçeklenmek |
to wear out / get exhausted / die | Canı çıkmak |
Let him die/wear out - May he die | canı çıksın |
to get a bad reputation | adı çıkmak |
Better to die than become notorious.equiv: Give a dog a bad name and hang him.He that has an ill name is half hanged .May the life of a man come out instead of his name coming out | Adamın adı çıkacağına canı çıksın. |
Why are you going to Berlin. Go to Vienna instead. | Berlin'e gideceğine Viyana'ya git |
Stone (fruit) /pit / Kern | Çekirdek |
without stones / kernlos | çekirdeksiz |
Kerngehäuse | çekirdek yatağı |
crisp /knackig (food) | çıtır |
foul /rotten | çürük |
Passionsfrucht (fortune wheel /catherine's wheel) | Çarkıfelek |
Pine nut / Pinienkern | Çamfıstığı |
roh /uncooked | çiğ |
when they went up | çıkar(lar)ken |
to crack / to die from overeating / exhaustion/ zerspringen / bersten | çatlamak |
He would continue to eat until exploding | çatlayana kadar yemeye devam ederdi |
to burst out laughing | gülmekten çatlamak |
to crack one's skull | kafatası çatlamak |
to die to know something / vor Neugierde platzen | meraktan çatlamak |
to break one's neck to do something (lit the bloodvessel on one's forehead) | alnının damarı çatlamak |
to be green with envy | hasetten çatlamak - kıskançlıktan çatlamak |
corolla (petals) / Blüte | çiçek |
Staubgefäss (Blume) /stamen | çiçektozu borusu |
calyx /Blütenkelch | çanak |
daisy /Gänseblümchen | Çayır papatyası |
Roggen /rye | Çavdar |
Roggenmehl / rye flour | Çavdar unu |
Roggenvollkornmehl / rye wholemeal flour | Çavdar kepekli un |
Roggenmischbrot /rye mixed bread | Çavdar ekmeği karışık |
jaw bone | çene kemiği |
hot chocolate | sıcak çikolata |
chocolate cake (t) | çikolatalı turta |
chili pepper (ç) | çili biberi |
to set up a tent | bir çadır kurmak |
Can I have sheets ? | Çarşaf alabilir miyim? |
frame | çerçeve |
waterfall | çağlayan |
Flintstone / Feuerstein | Çakmak taşı |
Zinc -Zn 30 (geçiş metalleri /Mavimsi açık gri) | çinko |
the weight of the nucleus | Çekirdek ağırlığı |
times / mal (calculation ) | çarpı |
3x7 = 21 | üç çarpı yedi eşittir yirmi bir |
tweezers / Pinzette | çımbız |
circumference /Umfang (geom.) | çevre |
to multiply (×) | çarpmak |
to substract (-) | çıkarmak |
to pull up | yukarı çekiştirmek |
Dudley pulled up his trousers which was falling from his fat popo. | Dudley koca poposundan aşağı düşen pantolonunu yukarı çekiştirdi. |
crazily / frantically | çılgıncasına |
click /crack / snap / Laut /Pieps | çıt |
to make no noise / sound / mucksmäuschenstill sein | çıt çıkarmamak |
if you make a noise /the least little sound (lit. If your click is getting out) | çıtın çıkarsa |
If from now on you make the least little noise you would wish you never were born. | Bundan sonra çıtın çıkarsa, keşke hiç doğmamış olsaydım dersin. |
strutting / playful | çalımlı çalımlı |
tea set /Teeservice | çay takımı |
to drive crazy /to run nuts | çıldırtmak |
It drives Mum mad. | Bu durum annemi çıldırtıyor . |
pit / (big) hole / hollow / Grube | çukur |
breakdown / collapse / depression | çöküntü |
depression (psych.) | ruhsal çöküntü |
One flower is not proof that summer has arrived. equiv: One swallow doesn't bring the summer. | Bir çiçekle yaz gelmez. |
Get the news from a child or a madman. meaning: They chatter away and reveal secrets that we would not normally hear. near equiv: Children and fools speak the truth | Bir çocuktan bir deliden al haberi. |
to multiply (fig. ) | çoğalmak |
rough / turbulent | çalkantılı |
The sea is very rough. | Deniz çok çalkantılı. |
Do you have fire? (A lighter) | çakmağın var mı? |
hard working / diligent / fleissig | çalışkan |
Let's hurry up ! | Çabuk olalım ! |
You drive me crazy (ç) | Beni çıldırtıyorsun. |
washing powder | çamaşır tozu |
washing machine | çamaşır makinesi |
the dudes whistled (and) said | ıslık çaldı bebeler dediler |
How do children learn to talk ? | Çocuklar konuşmayı nasıl öğrenirler? |
so many questions | çok fazla soru |
I could never work that hard. | Ben asla o kadar çok çalışamazdım . |
czech | çekçe |
Please close the door when you get out. | Lütfen,çıkarken kapıyı kapatın. |
Did you throw the unneeded stuff in the trash? | Gereksiz olan eşyaları çöpe attın mı? |
I am trying on a pair of shoes. | Bir çift ayakkabıyı deniyorum. |
She invited me for tea (colloq.) | çaya davet etti |
We have a large selection / Wir haben eine grosse Auswahl | Çeşitlerimiz çok. |
Our meals are very varied. | Yemeklerimiz çok çeşitlidir. |
pocket knife | çakı |
I summoned called you here for an important business | Seni önemli bir iş için buraya çağırdım |
If we work faster the quality certainly does not stay. | Daha hızlı çalışırsak, kalite kesinlikle kalmaz. |
trash (box) /garbage bin | çöp kutusu |
The cat is playing with the trash. | Kedi çöp kutusu ile oynuyor. |
It is better to study fifteen minutes each day than to study two hours once a week. | Her gün on beş dakika çalışmak, haftada bir kez ,iki saat çalışmaktan daha iyidir. |
tea seller | çaycı |
surrounded | çevrili |
Turkey is surrounded by seas on three sides. | Türkiye’nin üç tarafı denizlerle çevrilidir. |
According to a study in the US, men are struck six times more by lightning than women. | ABD'deki bir araştırmaya göre, erkeklere kadınlardan 6 kat daha fazla yıldırım çarpıyor. |
flowershop / florist / flower seller | çiçekçi |
He is trying to start his car. | Arabasını çalıştırmaya çalışıyor. |
His car does not start. (not work) | Arabası çalışmıyor. |
crocus /Krokus | çiğdem |
to crouch (down) / kauern | çömelmek |
She crouched down beside one of the trees. /Sie kauerte sich neben einen der Bäume. | Kız ağaçlardan birinin yanında çömeldi. |
The (top of the) lawn was covered with faded crocusses. | çimenlerin üzeri solmuş çiğdemlerle kaplanmıştı |
to be stuck | çakılıp kalmak |
Then he is stuck where he was. / Dann sitzt er fest. | O zaman olduğu yere çakılıp kalır. |
Friday he would work until late. | Cuma günü geç saatlere kadar çalışacaktı. |
cartoon film / Zeichentrickfilm | çizgi filmler |
the squirrels of a cartoon | çizgi filmlerindeki sincaplar |
He ressembled the squirrels of a cartoon. | çizgi filmlerindeki sincaplara benziyordu |
He has no clean socks. | Hiç temiz çorabı yok. |
The walking leaflet said there wouldn't be any phone reception in the mountains. | Yürüyüş broşüründe dağlarda telefonun çekmeyeceği yazıyordu. |
If you continue to work like this you surely will succeed. | Böyle çalışmaya devam edersen, mutlaka başarılı olursun. |
I hesitate to take my umbrella | yanıma şemsiyemi almakta çekinirim |
gilt-head bream / Goldbrasse (found in the Mediterranean Sea and the eastern coastal regions of the North Atlantic Ocean. It commonly reaches about 35 centimetres (1.15 ft) in length, but may reach 70 cm (2.3 ft) and weigh up to about 7.36 kilograms. It's | çipura |
cross (x) | çarpı |
to draw a cross | bir çarpı çizmek |
You draw a cross on the floor with that chalk and run home | O tebeşirle yere bir çarpı çizip eve koşarsın |
fire wood | çıra |
smallpox | çiçek hastalığı |
hammer | çekiç |
childish | çocukça |
childishness / childish behaviour | çocukça davranma |
childish pleasure | çocukça zevk |
schoolboy humour | çocukça espri |
match-making | çöpçatanlık |
to match-make | çöpçatanlık yapmak |
dating agency | çöpçatanlık ajansı |
dating website | çöpçatanlık sitesi |
match-making service | çöpçatanlık hizmeti |
So what if you don't love me | ne çıkar beni sevmesen de |
to endeavour/to struggle / make an effort | çabalamak |
to make a tremendous effort | çok çabalamak |
to row against the tide | güçlüklere karşı çabalamak |
to go the extra mile | biraz daha çabalamak |
to make efforts in vain / to beat one's head against the wall / to run one's head against a brick wall | boş yere çabalamak |
struggling to understand | anlamak için çabalamak |
contradiction / discrepancy | çelişki |
complicated /confusing / intricate / incomprehensible | çetrefil |
to pop out / to burst into scene | ansızın ortaya çıkıvermek |
His ability to sudddeny pop up in every visible sight of the house, to be able to move silent like a cat were respect rising talents. | Onun evin her görülebilen her yerinde ansızın ortaya çıkıvermek, kedi gibi sessiz hareket edebilmek gibi gerçekten de saygı uyandıracak yetenekleri vardı. |
The secret has not been solved yet | Sırrı henüz çözülemedi |
to clean up /array /spruce up | çeki düzen vermek |
to preen /get oneself into shape /make oneself presentable /get one's act together/to adapt /sich zurechtmachen | kendine çeki düzen vermek |
to tidy up the kitchen | mutfağa çeki düzen vermek |
enormous contradictions | muazzam çelişkiler |
to look after / to mastermind /manage / run a business / keep the homefires burning | çekip çevirmek |
to run / manage / maintaian a household | evi çekip çevirmek |
childhood | çocukluk |
I miss all the free time I had in my childhood. | Çocukluğumda sahip olduğum boş zamanlarımı özlüyorum. |
I can't work with these people | Bu insanlarla çalışamam! |
snacks(chips /chocolat /nuts...) | çerez |
scratch / Kratzer | çizik |
the scratches on the mailbox | posta kutusundaki çizikler |
I can't start the car | Arabayı çalıştıramıyorum |
to condem /sentence | çarptırmak |
to be sentenced | cezaya çarptırılmak |
to flower /bloom | çiçek açmak |
The trees will flower in a few weeks. | Ağaçlar birkaç haftaya kadar çiçek açacak. |
to withdraw /to fall back | geri çekmek |
I hear him coming: let's withdraw, my lord. | Onun geldiğini duyuyorum; geri çekilelim efendim. |
lawnmower | çim biçme makinası |
The lawnmower needs gasoline. | Çim biçme makinası için benzin gerekli. |
Don't step on my lawn / Get off my lawn. | Çimlerime basma. |
black cumin | çörek otu |
fenugrec | çemen |
face /visage (ç) | çehre |
the one's covering their faces | çehreyi örtenler |
dirty word/slang word for penis / 'Schwanz' | çükün |
by leaps and bounds /very quickly /rapidly | çarçabuk |
I can't get the thing off my mind. (I remember it again and again.) | Şey aklımdan çıkmıyor. |
high five | çak bir beşlik |
sack (ç) | çuval |
two sacks (ç) of potatoes | iki çuval patates |
to hesitate to visit /to avoid going to | uğramaktan çekinmek |
this afternoon he would go to the place he every month grudgingly avoided to visit. | O gün öğleden sonra da her ay istemeye istemeye uğramaktan çekindiği yere gidecekti. |
clay jar | çömlek |
screaming and shouting | çığlık çığlığa |
Slowly, painfully he pushed the panic to the back of his mind, locked it there and kept it there, though it tried to come out screaming. | Yavaşça, acıyla, paniği zihnin gerisine itti, oraya kapattı ve çığlık çığlığa dışarı çıkmaya çalışmasına rağmen orada tuttu. |
to scream for ice cream | çığlık çığlığa dondurma istemek |
to pop up /to turn up / to show up /to happen to | çıkagelmek |
if anyone had turned up with a good house, property, an estate and a nice title | Herhangi biri iyi bir ev, mal, mülk ve güzel bir unvanla çıkagelseydi |
if anyone had turned up with a good house, property, an estate and a nice title Edith would have still clung (continued to remain attached) to Captain Lennox. | Herhangi biri iyi bir ev, mal, mülk ve güzel bir unvanla çıkagelseydi Edith yine de Yüzbaşı Lennox'a bağlı kalmayı sürdürüyor olurdu |
dowry /trousseau /Mitgift | çeyiz |
I have spared no expense for her dowry | Çeyizi için hiçbir masraftan kaçınmadım |
crust around the eyes | çapak |
to get crusted (eyes) | çapaklanmak |
the sides of my eyes had become crusted | gözlerimin kenarları çapaklanmıştı |
wiping the last crusts from my eyes | gözlerimde kalan son çapakları silerek |
striking /stunning | çarpıcı |
strikingly handsome | çarpıcı derecede yakışıklı |
to go beserk / to freak out | çılgına dönmek |
When he looked at her pale bandaged face he freaked out and insisted to go immediately to the hospital. | Onun solgun, bandajlı yüzüne bakınca çılgına döndü ve hemen hastaneye gitmek için ısrar etti. |
to pinch | çimdiklemek |
I wanted to pinch myself | kendimi çimdiklemek istedim |
I wanted to pinch myself to see (understand)whether this was a nightmare or hallucination. | Bunun bir kâbus ya da sanrı olup olmadığını anlamak için kendimi çimdiklemek istedim |
quickly (adv) in no time (ç) | çabucak |
He straightened quickly. | Çabucak dikleşti. |
hook | çengel |
hooked | çengel biçiminde |
a tangle of bushes having hooked yellow thorns as long as my thumb | başparmağım uzunluğunda, çengel biçiminde, sarı dikenleri olan karmaşık çalılar |
slanting eyes /schräge Augen (unteres Augenlid hat eine Falte, die einen Teil des Auges bedeckt / häufig bei Asiaten) | çekik gözler |
steel | çelik |
His eyes were shining like steel. | Gözleri çelik gibi parlıyordu. |
His eyes were shining like steel. | Gözleri çelik gibi parlıyordu. |
barren /infertile /desert /poor /waterless | çorap |
a barren clearing (no trees) | çorak açıklık |
to clash /conflict / be on conflict | çatışmak |
especially if it conflicted with my strict orders | özellikle de benim kesin emirlerimle çatışıyorsa |
I don't break the school rules | okulun kurallarını çiğnemem |
If I am not there, they 'll eat you alive (lit. raw) / Si je ne suis pas là, ils te mangeront tout cru. | Ben olmazsam seni çiğ çiğ yerler. |
my father is weary (because of age) /physically and mentally tired (not: collapsed!) | babam çöktü artık |
weary | çökmüş |
if his shoulders wear not hanging down (collapsed) he would tall | omuzları çökmüş olmasa uzun boylu olacaktı |
agility /swiftness | çeviklik |
he moved with a swiftness/an agility that denied his age | yaşını inkâr edecek bir çeviklikle hareket ediyordu. |
special police force /S. W. A. T team /more qualified police officers used for raids(e. g. drugs) | çevik kuvvet |
hammerhead shark/Hammerhai | çekiç balığı |
workshop (activity) | çalıştay |