Reading Turkish: Sissoylu Vol. 1 - Son İmperatorluk - Brandon Sanderson

QuestionAnswer
"And one would think, that a thousand years of working in the fields should have made them a bit more effective in this regard," declared Tresting.
'İnsan düşünüyor da, tarlalarda bin yıl çalışmanın onları bu konuda biraz daha etkili bir hâle getirmiş olması gerekirdi,' diye fikrini belirtti Tresting.
"Never!" said Tresting.
'Asla!' dedi Tresting.
"Oh, half a dozen or so," said Tresting. "Some from beating and some from exhaustion."
'Eh, bir yarım düzine filan,' dedi Tresting. 'Bazıları dayaktan, bazıları yorgunluktan.'
"You should see the city Skaas, Tresting, " said the obligator turning backwards to watch the Skaa workers.
'Sen şehir skaalarını bir görmelisin, Tresting,' dedi obligatör skaa işçilerini izlemek için geri dönerek.
'Ok, Tresting,' said the obligator.
'Pekâla, Tresting,' dedi obligatör.
(at) here (locative)
burada
(by) bowing his head
başını eğerek
(by) raising
kaldırarak
(by) turning
dönerek
(by) working
çalışarak
(by) working under the falling ashes
düşen küllerin altında çalışarak
(it) is not
değil
(it) was not
değildi
(particle that means in spoken language to not be sure / whereas in Scientific language to be 5000% certain)
- dir - dır - dur
(question particle for yes/no questions /est-ce que?)
mi - mı - mu
(regarding) that all signs have been seen
tüm alametlerin görülmüş olduğuna dair
(the) controlling
kontrol etme
(To my surprise) so many people trust me.
O kadar fazla insan bana güveniyor ki.
(to) me (dat)
bana
(verb ending that expresses that during the action independantly sthg else is happening) when / while
- ken
..., declared Tresting
..., diye fikrini belirtti Tresting.
a dozen
bir düzine
a few (+sg)
birkaç
a few seconds
birkaç saniye
a liar
yalancı
a lie
yalan
a little bit
biraz
a little bit more
biraz daha
a little bit more efficient
biraz daha etkili
a lot
çok
a silent indifference
sessiz bir umursamazlık
a small hill
küçük bir tepe
a small hill overlooking the fields
tarlalara yukarıdan bakan küçük bir tepe
a terrace that was on top of a small hill
küçük bir tepenin üstündeki bir taraça
a thousand years
bin yıl
a thousand years of working in the fields
tarlalarda bin yıl çalışmanın
a thousand years of working in the fields should have made them a bit more effective
tarlalarda bin yıl çalışmanın onları biraz daha etkili bir hâle getirmiş olması gerekirdi
a thousand years of working in the fields should have made them a bit more effective in this regard
Tarlalarda bin yıl çalışmanın onları bu konuda biraz daha etkili bir hâle getirmiş olması gerekirdi
a/one
bir
about /concerning (+ dat)
dair
according to you /you think
sence
actually
aslında
against /towards +dative
karşı
against the midday heat
öğlen sıcağına karşı
age /era
çağ
all (+pl)
tüm
all (b)
bütün
all signs
tüm alametler
all that /that many /so /that's it
o kadar (da)
all the way down
ta altına
all the way down and to the sides of his nose
ta altına ve burnunun yanlarına
all the way down and until the sides of his nose
ta altına ve burnunun yanlarına kadar
and
ve
and /also
da - de
and he really was a very important obligator
gerçekten de çok önemli bir obligatördü
And one thinks
insan düşünüyor da
and really very important
gerçekten de çok önemli
and then
sonra da
and then he glanced at the sun above
sonra da yukarıdaki güneşe göz attı.
angle
açı
anxiety /worry /fear /doubt
endişe
anyway
neyse
arm
kol
arms
kollar
around
etrafında
around the eyes
gözlerin etrafında
around their eyes
onların gözlerinin etrafında
around their eyes were only a few marks.
onların gözlerinin etrafında sadece birkaç işaret vardı.
as if
sanki
as if made to underline
sanki altını çizmek için yapılmış
as if to underline
sanki altını çizmek için
as soon as he goes (lit. he goes he doesn't go)
gider gitmez
as soon as the foreman left they went back to their laxity.
Ustabaşı gider gitmez gevşekliklerine geri dönüyorlardı
ash showers
kül yağmurları
ash showers are unusual
kül yağmurları ender
Ash showers were not so unusual in the Last Empire, but Tresting had wanted to prevent the appearance of soot stains on his new suit jacket and his beautiful red waist coat having come by canal boat straight from Luthadel.
Son İmperatorluk'ta kül yağmurları o kadar da ender değildi, ama Tresting doğrudan Luthadel'den kanal teknesiyle gelmiş olan yeni takım ceketi ve güzel kırmızı yeleğinde is lekeleri oluşmasına engel olmak istemişti.
Ash showers were not so unusual in the Last Empire.
Son İmperatorluk'ta kül yağmurları o kadar da ender değildi.
ash(es)
kül
Ashes were falling from the Sky
Gökten Kül Yağıyordu
at first
ilk zamanlarda
At first there were a few runaways.
İlk zamanlarda birkaç kaçak oluyordu
At first when these lands were inheried from my father to me
Bu toprakların babamdan bana miras kaldığı ilk zamanlarda
at first when these lands were inherited
bu toprakların miras kaldığı ilk zamanlarda
At first when these lands were inherited from my father to me there were a few runaways, but I had their families executed.
Bu toprakların babamdan bana miras kaldığı ilk zamanlarda birkaç kaçak oluyordu, ama onların ailelerini idam ettirdim.
At first when these lands were inherited from my father to me there were a few runaways.
Bu toprakların babamdan bana miras kaldığı ilk zamanlarda birkaç kaçak oluyordu.
back (a)
arka
back /backwards (g)
geri
back(wards) (g)
geri
beating
dayak
beautiful
güzel
being
olan
being the most distinctive feature in his face
yüzündeki en belirgin özellik olan
bent (past passive participle)
eğilmiş
beyond
öte
beyond of /on the other side of
ötesinde
beyond the smokey blackness
dumanlı siyahlığın ötesinde
beyond the smokey blackness that was in the upper parts of the sky
gökyüzünün üst taraflarındaki dumanlı siyahlığın ötesinde
big
büyük
black
siyah
blackness
siyahlık
boat
tekne
Bowing his head the obligator checked his pocket watch and then he glanced at the sun above.
Obligatör başını eğerek köstekli saatini kontrol etti, sonra da yukarıdaki güneşe göz attı.
Bowing his head the obligator checked his pocket watch.
Obligatör başını eğerek köstekli saatini kontrol etti.
Bowing his head the obligator checked his watch.
Obligatör başını eğerek saatini kontrol etti.
bright /shining /agleam /brilliant
ışıltılı
bright /shiny
parlak
brown
kahverengi
but
ama
but as soon as the foreman went (left)
ama ustabaşı gider gitmez
But I still wonder whether they have found the wrong man.
Ama hâlâ yanlış adamı bulmuş olup olmadıklarını merak ediyorum.
but still
ama hâlâ
but they were only minor functionaries
ama onlar sadece ufak memurlardı
by a canal boat
kanal teknesiyle
canal boat
kanal teknesi
champion
şampiyon
channel/canal /conduct
kanal
clothes /garb /outfit
kıyafet
come (past passive participle)
gelmiş
compared to the ones in Luthadel
Luthadel'in içinde olanlarla kıyaslandıkları zaman
Compared to the ones in Luthadel these are actually quite hard workers.
Bunlar Luthadel'in içinde olanlarla kıyaslandıkları zaman aslında oldukça çalışkanlar.
control
kontrol
courage
cesaret
creature
yaratık
decorating
süsleyen
decorating the skin
deriyi süsleyen
despite (r) +dative
rağmen
despite the ash rains
kül yağmurlarına rağmen
Despite the ash showers the sun was bright today.
Kül yağmurlarına rağmen bugün güneş parlaktı.
Despite the ash showers the sun was bright today; it was shining with a brilliant crimson red beyond the smokey blackness that was in the upper parts of the sky.
Kül yağmurlarına rağmen bugün güneş parlaktı, gökyüzünün üst taraflarındaki dumanlı siyahlığın ötesinde ışıltılı bir kızıllıkla parlıyordu.
diligently / keenly / with effort / heartily
gayretle
directly
doğrudan
directly /firsthand /straight from
doğrudan
discipline
disiplin
Do they see a liar?
Bir yalancı mı görüyorlar?
easy
kolay
effective /efficient
etkili
effort /endeavor /struggle
çaba
emperor
imperator
empire
İmperatorluk
escape /fugitive/runaway
kaçak
everybody
herkes
everybody thinks
herkes düşünüyor
everybody thinks that I am a hero
herkes bir kahraman olduğumu düşünüyor
execution
idam
eye
göz
eye
göz
eyebrow
kaş
eyes
gözler
face
yüz
falling (participle)
düşen
family
aile
father
baba
feature/characteristic / specialty
özellik
field
tarla
firmness /tightness
sıkılık
first
ilk
fitting /appropriate
uygun
fog /mist
sis
for a few seconds
birkaç saniye için
foreman /headman /task master
ustabaşı
Fortunately there was not much wind.
Neyse ki fazla rüzgâr yoktu.
Fortunately there was not much wind; the parasol would most likely be efficient.
Neyse ki fazla rüzgâr yoktu; şemsiye büyük olasılıkla etkili olacaktı.
forward
öne
found (perfect passive participle)
bulmuş
from above (y) ablative
yukarıdan
from beating
dayaktan
from exhaustion
yorgunluktan
from his god
tanrı'sından
from my father
babamdan
from one angle /in one regard /on one level/in a way
bir açıdan
from the sky (abl)
gökten
front / forehead
alın
Getting out a handkerchief Tresting wiped his forehead, he was grateful for the shade of the parasol against the midday heat.
Tresting bir mendil çıkararak alnını sildi, öğlen sıcağına karşı şemsiyenin gölgesine minnettardı.
Getting out a handkerchief Tresting wiped his forehead.
Tresting bir mendil çıkararak alnını sildi.
God
Tanrı
good
iyi
good /property /merchandise
mal
grateful /thankful +dative
minnettar
grey
gri
grey robes
gri cübbeler
guest /visitor (m)
misafir
guests (m)
misafirler
half
yarım
half a dozen
bir yarım düzine
handkerchief
mendil
hard working
çalışkan
having come (participle)
gelmiş olan
having come by canal boat
kanal teknesiyle gelmiş olan
having come from Luthadel
Luthadel'den gelmiş olan
having come straight from Luthadel
doğrudan Luthadel'den gelmiş olan
he doesn't go
gitmez
he expressed his opinion
fikrini belirtti
He frowned and...
kaşlarını çatıp
he glanced at the sun
güneşe göz attı
he goes
gider
he had (+possessive)
vardı
he had his own personal obligators
kendi kişisel obligatörleri vardı
he had obligators
obligatörleri vardı
he had wanted to prevent the formation of soot spots
is lekeleri oluşmasına engel olmak istemişti
He had wanted to prevent the formation/appearance of soot spots on his beautiful red waist coat.
Güzel kırmızı yeleğinde is lekeleri oluşmasına engel olmak istemişti.
He had wanted to prevent.
Engel olmak istemişti.
He had wanted.
istemişti
he is and... / he became and... (+ pl pronoun they are/became and...)
olup
he is lying
yalan söylüyor
he lost his courage /(+ pl subject :they lost their courage)
cesaretini kaybetti
he opened /(with pl pronoun: they opened)
açtı
He opened an umbrella.
Bir şemsiye açtı.
He paid Him
O'na ödeme yaptı
He paid Him in return for the services of his obligators.
Obligatörlerinin hizmetleri karşılığında O'na ödeme yaptı.
He paid Him in return for the services.
Hizmetler karşılığında O'na ödeme yaptı.
he seemed
görünüyordu
he seemed pleased (lit. he seemed like having become pleased)
memnun olmuş gibi görünüyordu
He seemed pleased which was a good thing, too.
Memnun olmuş gibi görünüyordu ki bu da iyi bir şeydi.
He stood quietly in his grey robes.
Gri cübbelerinin içinde sessizce dikiliyordu.
He stood silently
sessizce dikiliyordu
he thinks
düşünüyor
He was grateful
minnettardı
He was grateful for the shade of the parasol against the midday heat.
Öğlen sıcağına karşı şemsiyenin gölgesine minnettardı.
He was grateful for the shade of the parasol.
Şemsiyenin gölgesine minnettardı.
He was in the rank of a prelan.
Prelan rütbesindeydi
He was standing
duruyordu
He wiped his forehead.
Alnını sildi.
head
baş
heart (k)
kalp
hearts (k)
kalpler
heat /hot
sıcak
here it is /you see
işte
Here you have a control on the skaas.
Burada senin skaalar üstünde bir kontrolün var.
Here you have a more... direct control on the skaas.
Burada senin skaalar üstünde daha... doğrudan bir kontrolün var.
hero
kahraman
hill
tepe
his beautiful red waist coat
güzel kırmızı yeleği
his beautiful red waist coat having come from Luthadel
Luthadel'den gelmiş olan güzel kırmızı yeleği
his eybrows
kaşları
his front
alnı
his honourable guest
saygı değer misafiri
his movement
hareketi
His movement was as if it had been made to underline /It was as if his movement was made to underline
Hareketi sanki altını çizmek için yapılmış gibiydi
his new suit jacket
yeni takım ceketi
his new suit jacket and beautiful red waist coat having come by canal boat straight from Luthadel
doğrudan Luthadel'den kanal teknesiyle gelmiş olan yeni takım ceketi ve güzel kırmızı yeleği
his new suit jacket having come by canal boat
kanal teknesiyle gelmiş olan yeni takım ceketi
his nose
burnu
his own /himself
kendi
his servants
hizmetkârları
His servants leaped forward
Hizmetkârları öne atıldı
His servants leaped forward and opened a parasol.
Hizmetkârları öne atıldı ve bir şemsiye açtı.
His servants opened a parasol over his guest.
Hizmetkârları misafirinin üstüne bir şemsiye açtı.
His servants opened a parasol over Tresting and his guest.
Hizmetkârları Tresting ile misafirinin üstüne bir şemsiye açtı.
His servants opened a parasol over Tresting.
Hizmetkârları Tresting üstüne bir şemsiye açtı.
His servants opened a parasol.
Hizmetkârları bir şemsiye açtı.
His tattoes were huge
Dövmeleri kocamandı
His tattoes were huge, they reached all the way down and until the sides of his nose.
Dövmeleri kocamandı, ta altına ve burnunun yanlarına kadar uzanıyordu.
his thought
fikri
his watch
saati
horde /band /gang /mob / herd/ lot
güruh
how many
kaç tane
How many are you losing in a month?
Bir ayda kaç tane kaybediyorsundur?
How many you think you are losing in a month?
Bir ayda kaç tane kaybediyorsundur sence?
huge
kocaman
hundred
yüz
hundred people
yüz kişi
hundreds of
yüzlerce
hundreds of people
yüzlerce kişi
hundreds of people in brown work clothes
kahverengi iş kıyafetleri içinde yüzlerce kişi
Hundreds of people in brown work clothes were taking care of the crops.
Kahverengi iş kıyafetleri içinde yüzlerce kişi ürünlerle ilgileniyorlardı .
I
ben
I am a hero.
Bir kahramanım.
I am not
değilim
I am not a hero.
Bir kahraman değilim.
I don't understand
anlamıyorum
I don't understand at all
hiç anlamıyorum
I don't understand at all the men having problems
Sorun yaşayan adamları hiç anlamıyorum.
I don't understand at all the men having problems with their Skaas.
Skaalarıyla sorun yaşayan adamları hiç anlamıyorum.
I don't understand at all the men having problems with their Skaas; I found controlling the creatures easy if only you enforced in an appropriate firmness a discipline.
Skaalarıyla sorun yaşayan adamları hiç anlamıyorum; ben eğer sadece uygun sıkılıkta bir disiplin uygularsan yaratıkları kontrol etmenin kolay olduğunu buldum.
I fear/worry that I am not a hero
bir kahraman olmadığımdan endişe ediyorum
I found
ben buldum
I found controlling the creatures easy if only you enforced in an appropriate firmness a discipline.
Ben eğer sadece uygun sıkılıkta bir disiplin uygularsan yaratıkları kontrol etmenin kolay olduğunu buldum.
I found controlling the creatures easy.
Ben yaratıkları kontrol etmenin kolay olduğunu buldum.
I found that controlling is easy
kontrol etmenin kolay olduğunu buldum
I had their families executed
onların ailelerini idam ettirdim
I will carry
taşıyacağım
I wonder
merak ediyorum
I wonder whether they have found
bulmuş olup olmadıklarını merak ediyorum
I wonder whether they have found the wrong man
yanlış adamı bulmuş olup olmadıklarını merak ediyorum
I worry
endişe ediyorum
I worry that I am not the hero everybody thinks I am.
herkesin olduğumu düşündüğü kahraman olmadığımdan endişe ediyorum
I would carry /it's said that I will carry
taşıyacakmışım
idea /opinion /thought
fikir
if (can be omitted)
eğer
if only
eğer sadece
if they knew
bilseler
if you enforce
uygularsan
if you enforce a discipline
bir disiplin uygularsan
if you enforce in an appropriate firmness a discipline
uygun sıkılıkta bir disiplin uygularsan
important
önemli
in
içinde
in
içinde
in
içinde
in a month
bir ayda
In a way this is also what worries me most.
Bir açıdan beni en çok endişelendiren şey de bu.
in brown work clothes
kahverengi iş kıyafetleri içinde
in firmness
sıkılıkta
in grey robes
gri cübbelerin içinde
in his face
yüzünde
in his grey robes
gri cübbelerinin içinde
in return for /for
karşılığında
in return for the services
hizmetleri karşılığında
in the back
arkada
in the fields
tarlalarda
in their effort
çabalarında
In their efforts was a laziness.
çabalarında bir tembellik vardı.
in their hearts (k)
kalplerinin içinde
in this regard /in this aspect
bu konuda
indifference
umursamazlık
inefficient / unproductive/fruitless/sterile
verimsiz
instead (in the place of this)
bunun yerine
instead they only worked their heads bent, doing their work moving in a silent indifference
bunun yerine sadece başları eğilmiş çalışıyor sessiz bir umursamazlık içinde işlerini yaparak hareket ediyorlardı.
it forced them
onları zorluyordu
it is like /it is as if
gibi
it reached all the way down and until the sides of his nose.
ta altına ve burnunun yanlarına kadar uzanıyordu
it should have been /it had to be
olması gerekirdi
it was a good thing
iyi bir şeydi
It was as if his movement was made to underline the subtle tattoes which being the most distinctive feature in his face decorated the skin around his eyes.
hareketi sanki yüzündeki en belirgin özellik olan gözlerinin etrafındaki deriyi süsleyen incelikli dövmelerin altını çizmek için yapılmış gibiydi.
It was as if his movement was made to underline the tattoes in his face.
Hareketi sanki yüzündeki dövmelerin altını çizmek için yapılmış gibiydi.
It was as if his movement was made to underline the tattoes.
Hareketi sanki dövmelerin altını çizmek için yapılmış gibiydi.
it was glowing red (it was shining with a ruddiness)
kızıllıkla parlıyordu
it was like /it was as if
gibiydi
It was like as if it was made to underline
sanki altını çizmek için yapılmış gibiydi
it was shining
parlıyordu
it was shining with a brilliant crimson red
ışıklı bir kızıllıkla parlıyordu
It was shining with a brilliant crimson red beyond the smokey blackness that was in the upper parts of the sky.
Gökyüzünün üst taraflarındaki dumanlı siyahlığın ötesinde ışıltılı bir kızıllıkla parlıyordu.
It's said that I will carry the future of the entire world on my arms.
Bütün dünyanın geleceğini kollarımda taşıyacakmışım.
just as /just like /the same
tıpkı
just like /the same as
tıpkı
just like he paid
tıpkı ödeme yaptığı gibi
just like he paid Him in return for the services of his obligators.
tıpkı obligatörlerinin hizmetleri karşılığında O'na ödeme yaptığı gibi.
just like me
tıpkı benim gibi
land /soil /territory
toprak
last
son
laziness /sluggishness/paresse/Faulheit
tembellik
lazy /sluggish /idle/ paresseux/faul
tembel
lethargic /drowsy /sleepy
uyuşuk
light/ glimmer /flash /shimmering
ışıltı
like
gibi
Like all Skaas
bütün Skaalar gibi
Like all Skaas they, too
Bütün Skaalar gibi onlar da
Like all Skaas they, too belonged to the Lord Ruler.
Bütün Skaalar gibi onlar da Lord Hükümdar'a aitti.
Like all Skaas they, too belonged to the Lord Ruler; Tresting was getting his workers only as a rent from his God, just like he paid Him in return for the services of his obligators.
Bütün Skaalar gibi onlar da Lord Hükümdar'a aitti; Tresting işçilerini Tanrı'sından sadece kiralayarak almaktaydı, tıpkı obligatörlerinin hizmetleri karşılığında O'na ödeme yaptığı gibi.
like me
benim gibi
lineage /family /ancestry /pedigree
soy
looking (participle)
bakan
looking from above to the fields /overlooking the fields
tarlalara yukarıdan bakan
looking to the fields
tarlalara bakan
loose
gevşek
looseness /slack /laxity
gevşeklik
luckily /fortunately
neyse ki
made
yapılmış
man / guy
adam
mansion
köşk
maybe (that)
belki de
Maybe in their hearts they, too are wondering just like me.
Belki kalplerinin içinde, onlar da merak ediyorlardır, tıpkı benim gibi.
Maybe that they wouldn't be surprised at all.
Belki de hiç şaşırmazlardı.
maybe they, too
belki onlar da
Maybe they, too are wondering
Belki onlar da merak ediyorlardır
Maybe they, too are wondering just like me
Belki onlar da merak ediyorlardır, tıpkı benim gibi
me (acc.)
beni
men having problems
sorun yaşayan adamlar
mind /intelligence
akıl
Mistborn
Sissoylu
month
ay
more
daha
more/much /excessive
fazla
my arms
kollarım
my father
babam
need
gerek
never
asla
new
yeni
next to him
yanında
noon /midday
öğle(n)
nose
burun
not
değil
not at all
hiç
not at all
hiç
not that much
o kadar fazla değil
not that unusual
o kadar da ender değil
obstacle
engel
of course
elbette ki
Of course the Skaa were like this.
Elbette ki skaalar böyleydi.
Of course they didn't complain
Şikâyet etmiyorlardı elbette
Of course they didn't complain, they had that much sense, instead they only worked their heads bent, doing their work moving in a silent indifference
Şikâyet etmiyorlardı elbette, o kadar da akılları vardı; bunun yerine sadece başları eğilmiş çalışıyor, sessiz bir umursamazlık içinde işlerini yaparak hareket ediyorlardı.
Of course they didn't complain, they had that much sense...
Şikâyet etmiyorlardı elbette, o kadar da akılları vardı...
of working
çalışmanın
officer/ civil servant
memur
oh
eh
Oh, half a dozen or so.
Eh bir yarım düzine filan.
on a terrace
bir taraçada
on a terrace that was on top of a small hill overlooking the fields
tarlalara yukarıdan bakan küçük bir tepenin üstündeki bir taraçada
on his beautiful red waist coat
güzel kırmızı yeleğinde
on my arms
kollarımda
on the skaas
skaalar üstünde
on top of (... st...)position > locative
üstünde
on top of / over (direction/movement > dative)
üstüne
on top of a small hill
küçük bir tepenin üstünde
one of his eyebrows /one eyebrow
bir kaşı
One would think, that a thousand years of working in the fields should have made them a bit more effective in this regard
İnsan düşünüyor da, tarlalarda bin yıl çalışmanın onları bu konuda biraz daha etkili bir hâle getirmiş olması gerekirdi .
oneself
kendi
only
sadece
or
ya
Or runaways?
Ya kaçaklar?
or so
filan
Or what if they knew that their champion was doubting himself.
Ya eğer onlar şampiyonlarının kendisinden şüphe ettiğini bilseler
Or what would they think if they knew
Ya eğer bilseler ne düşünürlerdi
Or what would they think if they knew that their champion was doubting himself?
Ya eğer onlar şampiyonlarının kendisinden şüphe ettiğini bilseler ne düşünürlerdi?
Or what would they think if they knew that their champion, the hero of ages, their saviour was doubting himself?
Ya eğer onlar şampiyonlarının, çağların kahramanı'nın, kurtarıcılarının kendisinden şüphe ettiğini bilseler ne düşünürlerdi?
over Tresting and his guest
Tresting ile misafirinin üstüne
passing (in the act of passing)
geçmekte olan
people
kişiler
people think /one thinks
insan düşünüyor
person
kişi
person /human /pl : people
insan
personal
kişisel
philosopher
filozof
place
yer
pleased
memnun
Pleased to meet you. (lit. I have become pleased)
Memnun oldum
pocket watch (watch on a chain)
köstekli saat
possibilty /probability
olasılık
prelan (title given in the story /serving the Lord Prelan)
prelan
probably /most likely /very likely
büyük olasılıkla
problem
sorun
product /crop /fruit
ürün
prologue
öndeyiş
prominent / evident / distinctive
belirgin
quickly
hızla
quietly
sessizce
quite
oldukça
rain /shower
yağmur
rank /grade/degree
rütbe
rare /unusual (e)
ender
really
gerçekten
red
kırmızı
red /scarlet
kızıl
red /scarlet /crimson
kızıl
respect
saygı
right / correct /true /straight
doğru
robe (talar)
cübbe
ruddiness (reddishness)
kızıllık
ruler / sovereign
hükümdar
said the obligator
dedi obligatör
said the obligator turning backwards
dedi obligatör geri dönerek
saviour
kurtarıcı
second (part of a minute)
saniye
seen (perfect passive participle)
görülmüş
servant
hizmetkâr
servants
hizmetkârlar
service
hizmet
set / team
takım
shade /shadow
gölge
should have
gerekirdi
should have made them a bit more effective
onları biraz daha etkili bir hâle getirmiş olması gerekirdi
should have rendered them
onları hâle getirmiş olması gerekirdi
should have rendered/should have made
hâle getirmiş olması gerekirdi
side (t)
taraf
sign /mark /signal
işaret
sign /omen / miracle
alamet
silent
sessiz
skin (d)
deri
sky
gökyüzü
sky /heaven
gök
small
küçük
small/tiny
ufak
smoke
duman
smokey
dumanlı
so many people
o kadar fazla insan
so many people trust me
o kadar fazla insan bana güveniyor
some
bazı
some
bazıları
Some from beating and some from exhaustion
bazıları dayaktan, bazıları da yorgunluktan
sometimes
bazı zamanlarda
Sometimes I worry that I am not the hero everybody thinks I am.
Bazı zamanlarda herkesin olduğumu düşündüğü kahraman olmadığımdan endişe ediyorum.
soot /smut
is
soot stains
is lekeleri
spot /stain /smear
leke
standing
durmakta olan
state /posture / situation /demeanor
hâl
still
hâlâ
Subject /topic /matter
konu
subtle
incelikli
subtle tattoes
incelikli dövmeler
such /like this
böyle
suit /Anzug
takım elbise
suit jacket
takım ceketi
sun
güneş
tattoe
dövme
temperature /heat
sıcaklık
terrace
taraça
that / so /word to connect direct speech to the main sentence when the main sentence uses any verb other than demek
diye
that /so /but /... enough /to my surprise
ki
that controlling is (accusative)
kontrol etmenin olduğunu
that I am (accusative)
olduğumu
that I am not (ablative)
olmadığımdan
that is is (dat.)
olduğuna
that is/was on top of
üstündeki
that many /that much
o kadar fazla
that the hero of the ages was doubting himself (acc)
çağların kahramanı'nın kendisinden şüphe ettiğini
that their champion was doubting himself (acc)
şampiyonlarının kendisinden şüphe ettiğini
that their saviour doubted himself (acc.)
kurtarıcılarının kendisinden şüphe ettiğini
that they were not (acc.)
olmadıklarını
that was in the back
arkadaki
that was in the upper sides of the sky
gökyüzünün üst taraflarındaki
that were in his face
yüzündeki
that, too was a good thing
bu da iyi bir şeydi
the boat having brought
getirmiş olan tekne
the canal boat having brought Tresting's new suit
Tresting'in yeni takım elbisesini getirmiş olan kanal teknesi
the city Skaas
şehir Skaaları
the entire world
bütün dünya
The Final Empire
Son İmperatorluk
the future
gelecek
the future of the entire world
bütün dünyanın geleceği
the future of the world
dünyanın geleceği
the hero everybody thinks I am
herkesin olduğumu düşündüğü kahraman
the hero of the ages
çağların kahramanı
the man standing
durmakta olan adam
the man standing on top of the hill
tepenin üstünde durmakta olan adam
the more the merrier
o kadar fazla o kadar iyi
the most
en çok
the most distinctive
en belirgin
the most distinctive feature
en belirgin özellik
the most distinctive feature in his face
yüzündeki en belirgin özellik
the most.... (superlative)
en
the noon heat /the midday heat
öğlen sıcağı
the noon sky /the midday sky
öğlen göğü
the obligator (a controlling person in this story)
obligatör
the obligator checked
obligatör kontrol etti
The obligator checked his watch.
Obligatör saatini kontrol etti.
The obligator raised an eyebrow
Obligatör bir kaşını kaldırdı.
The obligator shook his head.
Obligatör başını salladı.
The obligator shook his head; he was standing quietly in his grey robes.
Obligatör başını salladı; gri cübbelerinin içinde sessizce dikiliyordu.
The obligator turned raising one eyebrow.
Obligatör bir kaşını kaldırarak döndü.
The obligator turned raising one eyebrow; it was as if his movement was made to underline the subtle tattoes which being the most distinctive feature in his face decorated the skin around his eyes.
Obligatör bir kaşını kaldırarak döndü; hareketi sanki yüzündeki en belirgin özellik olan gözlerinin etrafındaki deriyi süsleyen incelikli dövmelerin altını çizmek için yapılmış gibiydi.
the ones being
olanlar
the ones being in Luthadel
Luthadel'in içinde olanlar
The parasol most likely would be efficient.
Şemsiye büyük olasılıkla etkili olacaktı.
the parasol would be efficient
şemsiye etkili olacaktı
The peasants were a sleepy lot.
Köylüler uyuşuk bir güruhtu.
The peasants were a sleepy, unproductive lot.
Köylüler uyuşuk, verimsiz bir güruhtu.
The peasants were an unproductive lot.
Köylüler verimsiz bir güruhtu.
The philosophers assure me
Filozoflar beni temin ediyorlar.
The philosophers assure me that all signs have been seen.
Filozoflar tüm alametlerin görülmüş olduğuna dair beni temin ediyorlar.
The philosophers assure me that this is the right time and that all signs have been seen.
Filozoflar doğru zamanın bu olduğuna ve tüm alametlerin görülmüş olduğuna dair beni temin ediyorlar.
The philosophers assure me that this is the right time.
Filozoflar doğru zamanın bu olduğuna dair beni temin ediyorlar.
the red midday sky
kızıl öğlen göğü
the remaining
geri kalanları
The remaining lost their courage.
Geri kalanları cesaretini kaybetti.
The remaining quickly lost their courage.
Geri kalanları hızla cesaretini kaybetti.
the same
aynı
the same kanal boat
aynı kanal teknesi
the services of his obligators
obligatörlerinin hizmetleri
the services of the obligators
obligatörlerin hizmetleri
the shade of the parasol
şemsiyenin gölgesi
the Skaa (name for slave workers in this book)
skaalar
the Skaa workers
Skaa işçileri
The Skaas actually were not Tresting's property.
Skaalar aslında Tresting'in malı değildi.
The Skaas actually were not Tresting's property.
Skaalar aslında Tresting'in malı değildi.
the skin (d) around his eyes
gözlerinin etrafındaki deri
the smokey blackness
dumanlı siyahlık
the subtle tattoes decorating the skin around his eyes
gözlerinin etrafındaki deriyi süsleyen incelikli dövmeler
the subtle tattoes decorating the skin around his eyes being the most distinctive feature in his face
yüzündeki en belirgin özellik olan gözlerinin etrafındaki deriyi süsleyen incelikli dövmeler
the sun above
yukarıdaki güneş
The sun was bright.
Güneş parlaktı.
the thing that worries me
beni endişelendiren şey
the thing that worries me most
beni en çok endişelendiren şey
the upper sides (t)
üst taraflar
the upper sides of the sky
gökyüzünün üst tarafları
The whip forced them for a few seconds to move diligently.
Kamçı onları birkaç saniye için gayretle hareket etmeye zorluyordu.
the whip forced them to move
kamçı onları hareket etmeye zorluyordu
the whip of a passing foreman
geçmekte olan bir ustabaşının kamçısı
The whip of a passing foreman forced them
Geçmekte olan bir ustabaşının kamçısı onları zorluyordu
The whip of a passing foreman forced them for a few seconds to move diligently, but as soon as the foreman left they went back to their laxity.
Geçmekte olan bir ustabaşının kamçısı onları birkaç saniye için gayretle hareket etmeye zorluyordu, ama ustabaşı gider gitmez gevşekliklerine geri dönüyorlardı.
The whip of a passing foreman forced them for a few seconds to move diligently.
Geçmekte olan bir ustabaşının kamçısı onları birkaç saniye için gayretle hareket etmeye zorluyordu.
the whole /all (b)
bütün
the wip of a foreman
bir ustabaşının kamçısı
the working
çalışma
the world /earth
dünya
the wrong guy
yanlış adam
their champion
şampiyonları
their effort
çabaları
their eyes
onların gözleri
their families
onların aileleri
their heads
başları
their heads bent
başları eğilmiş
their hearts (k)
kalpleri
their intelligence /their minds
akılları
their saviour
kurtarıcıları
there is
var
there is not
yok
there is not
yok
there was
vardı
There was a sluggishness to their efforts but that's of course what the Skaa were like.
Çabalarında bir tembellik vardı ama elbette ki Skaalar böyleydi işte.
There was a sluggishness to their efforts, but of course the Skaa were like this.
Çabalarında bir tembellik vardı ama elbette ki Skaalar böyleydi.
there was not
yoktu
there was not
yoktu
there was not much wind
fazla rüzgâr yoktu
there were a few runaways
birkaç kaçak oluyordu
These are actually quite hard workers.
Bunlar aslında oldukça çalışkanlar.
These are hard working. /These are hard workers.
Bunlar çalışkanlar.
these compared to the ones in Luthadel
Bunlar Luthadel'in içinde olanlarla kıyaslandıkları zaman
they
onlar
they are looking at me
bana bakıyorlar
they are wondering
merak ediyorlar
they are wondering (could be)
merak ediyorlardır
they belonged to (+dative)
aitti
they belonged to the Lord Ruler.
Lord Hükümdar'a aitti.
They didn't complain
şikâyet etmiyorlardı
they moved
hareket ediyorlardı
they moved doing their work
işlerini yaparak hareket ediyorlardı
they moved doing their work in a silent indifference
sessiz bir umursamazlık içinde işlerini yaparak hareket ediyorlardı
they returned /they went back
geri dönüyorlardı
they say
diyorlar
they say that
diyorlar ki
They say that I would carry the future of the entire world on my arms.
Diyorlar ki bütün dünyanın geleceğini kollarımda taşıyacakmışım.
they see
görüyorlar
they went back to their laxity
gevşekliklerine geri dönüyorlardı
they were doing their work
işlerini yapıyorlardı
they were intelligent
akılları vardı
they were taking care of the crops
ürünlerle ilgileniyorlardı
they were that smart/intelligent /they had that much sense
o kadar da akılları vardı
they were working their heads bent
başları eğilmiş çalışıyorlardı
they would think /they used to think
düşünürlerdi
they wouldn't be surprised
şaşırmazlardı
they wouldn't be surprised at all
hiç şaşırmazlardı
they, too are wondering in their hearts
kalplerinin içinde onlar da merak ediyorlar
thing
şey
thing
şey
this
bu
this also is the thing
şey de bu
This is also what worries me most.
Beni en çok endişelendiren şey de bu.
this is the right time
doğru zaman bu
This man had come from Luthadel by canal boat.
Bu adam kanal teknesiyle Luthadel'den gelmişti.
This man had come from Luthadel by the same boat that had brought Tresting's new suit.
Bu adam Tresting'in yeni takım elbisesini getirmiş olan aynı kanal teknesiyle Luthadel'den gelmişti.
This man was in the rank of a prelan and he really was a very important obligator.
Bu adam prelan rütbesindeydi; gerçekten de çok önemli bir obligatördü.
This man was in the rank of a prelan.
Bu adam prelan rütbesindeydi.
thousand
bin
time (z)
zaman
tiredness / exhaustion
yorgunluk
to apply /exert /enforce
uygulamak
to assure /make sure/provide /supply /procure
temin etmek
to be bent
eğilmek
to be compared
kıyaslanmak
to be efficient / to be effective /to have influence
etkili olmak
to be seen
görülmek
to be surprised
şaşırmak
to bend sthg
eğmek
to bring
getirmek
to burst /rush/dash/plunge /leap/hurl oneself /launch out into
atılmak
to carry
taşımak
to come
gelmek
to compare
kıyaslamak
to complain
şikâyet etmek
to control
kontrol etmek
to declare /to express one's opinion
fikrini belirtmek
to decorate /embellish
süslemek
to do business /work
iş yapmak
to do/make
yapmak
to doubt /to be sceptical of
şüphe etmek
to doubt oneself
kendinden şüphe etmek
to draw
çizmek
to execute
idam etmek
to fall
düşmek
to fall /pour /rain
yağmak
to find
bulmak
to find
bulmak
to flee /escape
kaçmak
to force
zorlamak
to frown
kaşlarını çatmak
to get as a rent
kiralayarak almak
to get out /leave /exit
çıkmak
to get sthg out
çıkarmak
to glance (lit. to throw an eye at)
göz atmak
to go
gitmek
to have found
bulmuş olmak
to have problems
sorun yaşamak
to have rendered
hâle getirmiş olmak
to have s. o. executed
birini idam ettirmek
to inherit
miras kalmak
to know (sthg) /wissen
bilmek
to lie
yalan söylemek
to lift
kaldırmak
to look
bakmak
to look after /to take care of / to be interested in
ilgilenmek
to lose
kaybetmek
to lose courage
cesareti kaybetmek
to me (Dative)
bana
to move
hareket etmek
to move diligently
gayretle hareket etmek
to occur /take form /to take shape/to consist
oluşmak
to open
açmak
to pass
geçmek
to pay
ödeme yapmak
to prevent
engel olmak
to rain down from heaven
gökten yağmak
to reach /spread /extend
uzanmak
to remain
geri kalmak
to remark /point out
belirtmek
to render
hâle getirmek
to rent
kiralamak
to say
demek
to see
görmek
to see
görmek
to seem
görünmek
to shake
sallamak
to shine
parlamak
to stand (up) /be planted
dikilmek
to stand /stop
durmak
to stay
kalmak
to take /get
almak
to the sides of his nose (direction >dative)
burnunun yanlarına
to think
düşünmek
to think
düşünmek
to throw
atmak
to trust
güvenmek
to turn
dönmek
to turn back /return
geri dönmek
to underline
altını çizmek
to underline the subtle tattoes decorating the skin
deriyi süsleyen incelikli dövmelerin altını çizmek için
to underline the tattoes
dövmelerin altını çizmek
to understand
anlamak
to want
istemek
to watch
izlemek
to wipe /delete
silmek
to wonder /to be curious
merak etmek
to work
çalışmak
to work
çalışmak
to work a thousand years in the fields
tarlalarda bin yıl çalışmak
to worry /fear
endişe etmek
to worry s. o. /to cause s. o. to worry
endişelendirmek
to wrinkle /knit
çatmak
today
bugün
together with
ile birlikte
towards (+dat)
doğru
towards the midday sky
öğlen göğüne doğru
towards the sky
göğe doğru
town /city
şehir
Tresting also had his own personal obligators back in the mansion, but they were only minor functionaries; around their eyes were only a few marks.
Tresting'in arkadaki köşkünde kendi kişisel obligatörleri de vardı ama onlar sadece ufak memurlardı; onların gözlerinin etrafında sadece birkaç işaret vardı.
Tresting also had his own personal obligators back in the mansion.
Tresting'in arkadaki köşkünde kendi kişisel obligatörleri de vardı.
Tresting and (i) his guest
Tresting ile misafiri
Tresting got out a handkerchief.
Tresting bir mendil çıkardı.
Tresting had his own personal obligators back in his mansion
Tresting'in arkadaki köşkünde kendi kişisel obligatörleri vardı.
Tresting had his own personal obligators in his mansion
Tresting'in köşkünde kendi kişisel obligatörleri vardı
Tresting had wanted to prevent the appearance of soot stains on his new suit jacket and his beautiful red waist coat having come by canal boat straight from Luthadel.
Tresting doğrudan Luthadel'den kanal teknesiyle gelmiş olan yeni takım ceketi ve güzel kırmızı yeleğinde is lekeleri oluşmasına engel olmak istemişti.
Tresting turned towards the man standing next to him on top of the hill.
Tresting tepenin üstünde yanında durmakta olan adama doğru döndü.
Tresting turned towards the man standing next to him.
Tresting yanında durmakta olan adama doğru döndü.
Tresting turned towards the man standing on top of the hill
Tresting tepenin üstünde durmakta olan adama doğru döndü.
Tresting turned towards the man.
Tresting adama doğru döndü.
Tresting was getting his workers only as a rent from his God.
Tresting işçilerini Tanrı'sından sadece kiralayarak almaktaydı.
Tresting was getting his workers only as a rent.
Tresting işçilerini sadece kiralayarak almaktaydı.
Tresting was standing together with his guest
Tresting misafiriyle birlikte duruyordu
Tresting was standing together with his guest on a terrace that was on top of a small hill overlooking the fields.
Tresting misafiriyle birlikte tarlalara yukarıdan bakan küçük bir tepenin üstündeki bir taraçada duruyordu.
Tresting was standing together with his guest on a terrace.
Tresting misafiriyle birlikte bir taraçada duruyordu.
Tresting's mansion
Tresting'in köşkü
turning back to watch the Skaa workers
skaa işçilerini izlemek için geri dönerek
turning backwards
geri dönerek
umbrella /parasol
şemsiye
umbrella /parasol
şemsiye
under
altında
under the ashes
küllerin altında
under the falling ashes
düşen küllerin altında
very well /ok
pekâla
village
köy
villager /peasant
köylü
waist coat /vest
yelek
watch /clock
saat
watch chain
köstek
what
ne
what do they see
ne görüyorlar
What do they see when they look at me?
Bana baktıkları zaman ne görüyorlar?
what would they think
ne düşünürlerdi
What would they think if they knew
eğer bilseler ne düşünürlerdi
when compared to / when (they are) compared to
kıyaslandığı zaman - kıyaslandıkları zaman
when these lands were inherited
Bu toprakların miras kaldığı zaman
when they look at me
bana baktıkları zaman
When they look at me, do they see a liar?
Bana baktıkları zaman bir yalancı mı görüyorlar?
whether they had found (acc)
bulmuş olup olmadıklarını
whether they were (lit. they were and that they were not) (acc.)
olup olmadıklarını
which /that
ki
which was a good thing, too
ki bu da iyi bir şeydi
While Lord Tresting frowned and glanced towards the sky.
Lord Tresting kaşlarını çatıp göğe doğru göz atarken
While Lord Tresting frowned and was glancing towards the red midday sky his servants leaped forward and opened a parasol over Tresting and his honourable guest.
Lord Tresting kaşlarını çatıp kızıl öğlen göğüne doğru göz atarken hizmetkârları öne atıldı ve Tresting ile saygı değer misafirinin üstüne bir şemsiye açtı.
While Lord Tresting was glancing
Lord Tresting göz atarken
While Lord Tresting was glancing towards the red midday sky
Lord Tresting kızıl öğlen göğüne doğru göz atarken
While Lord Tresting was glancing towards the sky
Lord Tresting göğe doğru göz atarken
While Lord Tresting was glancing towards the sky his servants opened a parasol over Tresting and his guest.
Lord Tresting göğe doğru göz atarken hizmetkârları Tresting ile misafirinin üstüne bir şemsiye açtı.
While Lord Tresting was glancing towards the sky his servants opened a parasol over Tresting and his honourable guest.
Lord Tresting göğe doğru göz atarken hizmetkârları Tresting ile saygı değer misafirinin üstüne bir şemsiye açtı
While Lord Tresting was glancing towards the sky his servants opened a parasol over Tresting.
Lord Tresting göğe doğru göz atarken hizmetkârları Tresting üstüne bir şemsiye açtı.
whip
kamçı
wind
rüzgâr
with /and
ile
with a ruddiness
kızıllıkla
work
work
work clothes
iş kıyafetleri
worker
işçi
Working under the falling ashes hundreds of people in brown work clothes were taking care of the crops.
Kahverengi iş kıyafetleri içinde yüzlerce kişi düşen küllerin altında çalışarak ürünlerle ilgileniyorlardı.
worrying /that worries me (participle referring to the word that follows)
endişelendiren
worthy of
değer
worthy of respect /honorable /respectable/esteemed
saygı değer
wrong
yanlış
year
yıl
you (sg)
sen
you are losing
kaybediyorsun
you are losing (not sure)
kaybediyorsundur
you have a control
senin bir kontrolün var
you should see
görmelisin
you should see (once) (spoken language)
bir görmelisin
You should see the city Skaas, Tresting
Sen şehir skaalarını bir görmelisin, Tresting.
your
senin