Reading Turkish: Sissoylu Vol. 1 - Son İmperatorluk - Brandon Sanderson

QuestionAnswer
"Never!" said Tresting.
'Asla!' dedi Tresting.
"Oh, half a dozen or so," said Tresting. "Some from beating and some from exhaustion."
'Eh, bir yarım düzine filan,' dedi Tresting. 'Bazıları dayaktan, bazıları yorgunluktan.'
'Ok, Tresting,' said the obligator.
'Pekâla, Tresting,' dedi obligatör.
"You should see the city Skaas, Tresting, " said the obligator turning backwards to watch the Skaa workers.
'Sen şehir skaalarını bir görmelisin, Tresting,' dedi obligatör skaa işçilerini izlemek için geri dönerek.
"And one would think, that a thousand years of working in the fields should have made them a bit more effective in this regard," declared Tresting.
'İnsan düşünüyor da, tarlalarda bin yıl çalışmanın onları bu konuda biraz daha etkili bir hâle getirmiş olması gerekirdi,' diye fikrini belirtti Tresting.
(particle that means in spoken language to not be sure / whereas in Scientific language to be 5000% certain)
- dir - dır - dur
(verb ending that expresses that during the action independantly sthg else is happening) when / while
- ken
..., declared Tresting
..., diye fikrini belirtti Tresting.
man / guy
adam
family
aile
they belonged to (+dative)
aitti
mind /intelligence
akıl
their intelligence /their minds
akılları
they were intelligent
akılları vardı
sign /omen / miracle
alamet
front / forehead
alın
to take /get
almak
his front
alnı
He wiped his forehead.
Alnını sildi.
under
altında
to underline
altını çizmek
but
ama
but still
ama hâlâ
But I still wonder whether they have found the wrong man.
Ama hâlâ yanlış adamı bulmuş olup olmadıklarını merak ediyorum.
but they were only minor functionaries
ama onlar sadece ufak memurlardı
but as soon as the foreman went (left)
ama ustabaşı gider gitmez
to understand
anlamak
I don't understand
anlamıyorum
back (a)
arka
in the back
arkada
that was in the back
arkadaki
never
asla
actually
aslında
to burst /rush/dash/plunge /leap/hurl oneself /launch out into
atılmak
to throw
atmak
month
ay
the same
aynı
the same kanal boat
aynı kanal teknesi
angle
açı
to open
açmak
he opened /(with pl pronoun: they opened)
açtı
father
baba
my father
babam
from my father
babamdan
looking (participle)
bakan
to look
bakmak
(to) me (dat)
bana
to me (Dative)
bana
they are looking at me
bana bakıyorlar
when they look at me
bana baktıkları zaman
When they look at me, do they see a liar?
Bana baktıkları zaman bir yalancı mı görüyorlar?
What do they see when they look at me?
Bana baktıkları zaman ne görüyorlar?
some
bazı
sometimes
bazı zamanlarda
Sometimes I worry that I am not the hero everybody thinks I am.
Bazı zamanlarda herkesin olduğumu düşündüğü kahraman olmadığımdan endişe ediyorum.
some
bazıları
Some from beating and some from exhaustion
bazıları dayaktan, bazıları da yorgunluktan
head
baş
(by) bowing his head
başını eğerek
their heads
başları
their heads bent
başları eğilmiş
they were working their heads bent
başları eğilmiş çalışıyorlardı
prominent / evident / distinctive
belirgin
to remark /point out
belirtmek
maybe (that)
belki de
Maybe that they wouldn't be surprised at all.
Belki de hiç şaşırmazlardı.
Maybe in their hearts they, too are wondering just like me.
Belki kalplerinin içinde, onlar da merak ediyorlardır, tıpkı benim gibi.
maybe they, too
belki onlar da
Maybe they, too are wondering
Belki onlar da merak ediyorlardır
Maybe they, too are wondering just like me
Belki onlar da merak ediyorlardır, tıpkı benim gibi
I
ben
I found
ben buldum
I found controlling the creatures easy if only you enforced in an appropriate firmness a discipline.
Ben eğer sadece uygun sıkılıkta bir disiplin uygularsan yaratıkları kontrol etmenin kolay olduğunu buldum.
I found controlling the creatures easy.
Ben yaratıkları kontrol etmenin kolay olduğunu buldum.
me (acc.)
beni
the thing that worries me most
beni en çok endişelendiren şey
This is also what worries me most.
Beni en çok endişelendiren şey de bu.
the thing that worries me
beni endişelendiren şey
like me
benim gibi
to know (sthg) /wissen
bilmek
if they knew
bilseler
thousand
bin
a thousand years
bin yıl
a/one
bir
in a month
bir ayda
How many you think you are losing in a month?
Bir ayda kaç tane kaybediyorsundur sence?
How many are you losing in a month?
Bir ayda kaç tane kaybediyorsundur?
from one angle /in one regard /on one level/in a way
bir açıdan
In a way this is also what worries me most.
Bir açıdan beni en çok endişelendiren şey de bu.
if you enforce a discipline
bir disiplin uygularsan
a dozen
bir düzine
you should see (once) (spoken language)
bir görmelisin
I am not a hero.
Bir kahraman değilim.
I fear/worry that I am not a hero
bir kahraman olmadığımdan endişe ediyorum
I am a hero.
Bir kahramanım.
one of his eyebrows /one eyebrow
bir kaşı
on a terrace
bir taraçada
the wip of a foreman
bir ustabaşının kamçısı
Do they see a liar?
Bir yalancı mı görüyorlar?
half a dozen
bir yarım düzine
He opened an umbrella.
Bir şemsiye açtı.
a little bit
biraz
a little bit more
biraz daha
a little bit more efficient
biraz daha etkili
to have s. o. executed
birini idam ettirmek
a few (+sg)
birkaç
there were a few runaways
birkaç kaçak oluyordu
a few seconds
birkaç saniye
for a few seconds
birkaç saniye için
this
bu
This man had come from Luthadel by canal boat.
Bu adam kanal teknesiyle Luthadel'den gelmişti.
This man was in the rank of a prelan.
Bu adam prelan rütbesindeydi.
This man was in the rank of a prelan and he really was a very important obligator.
Bu adam prelan rütbesindeydi; gerçekten de çok önemli bir obligatördü.
This man had come from Luthadel by the same boat that had brought Tresting's new suit.
Bu adam Tresting'in yeni takım elbisesini getirmiş olan aynı kanal teknesiyle Luthadel'den gelmişti.
that, too was a good thing
bu da iyi bir şeydi
in this regard /in this aspect
bu konuda
At first when these lands were inheried from my father to me
Bu toprakların babamdan bana miras kaldığı ilk zamanlarda
At first when these lands were inherited from my father to me there were a few runaways, but I had their families executed.
Bu toprakların babamdan bana miras kaldığı ilk zamanlarda birkaç kaçak oluyordu, ama onların ailelerini idam ettirdim.
At first when these lands were inherited from my father to me there were a few runaways.
Bu toprakların babamdan bana miras kaldığı ilk zamanlarda birkaç kaçak oluyordu.
at first when these lands were inherited
bu toprakların miras kaldığı ilk zamanlarda
when these lands were inherited
Bu toprakların miras kaldığı zaman
today
bugün
to find
bulmak
to find
bulmak
found (perfect passive participle)
bulmuş
to have found
bulmuş olmak
whether they had found (acc)
bulmuş olup olmadıklarını
I wonder whether they have found
bulmuş olup olmadıklarını merak ediyorum
These are actually quite hard workers.
Bunlar aslında oldukça çalışkanlar.
these compared to the ones in Luthadel
Bunlar Luthadel'in içinde olanlarla kıyaslandıkları zaman
Compared to the ones in Luthadel these are actually quite hard workers.
Bunlar Luthadel'in içinde olanlarla kıyaslandıkları zaman aslında oldukça çalışkanlar.
These are hard working. /These are hard workers.
Bunlar çalışkanlar.
instead (in the place of this)
bunun yerine
instead they only worked their heads bent, doing their work moving in a silent indifference
bunun yerine sadece başları eğilmiş çalışıyor sessiz bir umursamazlık içinde işlerini yaparak hareket ediyorlardı.
(at) here (locative)
burada
Here you have a control on the skaas.
Burada senin skaalar üstünde bir kontrolün var.
Here you have a more... direct control on the skaas.
Burada senin skaalar üstünde daha... doğrudan bir kontrolün var.
his nose
burnu
to the sides of his nose (direction >dative)
burnunun yanlarına
nose
burun
such /like this
böyle
the whole /all (b)
bütün
all (b)
bütün
the entire world
bütün dünya
the future of the entire world
bütün dünyanın geleceği
It's said that I will carry the future of the entire world on my arms.
Bütün dünyanın geleceğini kollarımda taşıyacakmışım.
Like all Skaas
bütün Skaalar gibi
Like all Skaas they, too
Bütün Skaalar gibi onlar da
Like all Skaas they, too belonged to the Lord Ruler.
Bütün Skaalar gibi onlar da Lord Hükümdar'a aitti.
Like all Skaas they, too belonged to the Lord Ruler; Tresting was getting his workers only as a rent from his God, just like he paid Him in return for the services of his obligators.
Bütün Skaalar gibi onlar da Lord Hükümdar'a aitti; Tresting işçilerini Tanrı'sından sadece kiralayarak almaktaydı, tıpkı obligatörlerinin hizmetleri karşılığında O'na ödeme yaptığı gibi.
big
büyük
probably /most likely /very likely
büyük olasılıkla
courage
cesaret
to lose courage
cesareti kaybetmek
he lost his courage /(+ pl subject :they lost their courage)
cesaretini kaybetti
robe (talar)
cübbe
and /also
da - de
more
daha
about /concerning (+ dat)
dair
beating
dayak
from beating
dayaktan
said the obligator
dedi obligatör
said the obligator turning backwards
dedi obligatör geri dönerek
to say
demek
skin (d)
deri
decorating the skin
deriyi süsleyen
to underline the subtle tattoes decorating the skin
deriyi süsleyen incelikli dövmelerin altını çizmek için
worthy of
değer
not
değil
(it) is not
değil
(it) was not
değildi
I am not
değilim
to stand (up) /be planted
dikilmek
discipline
disiplin
that / so /word to connect direct speech to the main sentence when the main sentence uses any verb other than demek
diye
they say
diyorlar
they say that
diyorlar ki
They say that I would carry the future of the entire world on my arms.
Diyorlar ki bütün dünyanın geleceğini kollarımda taşıyacakmışım.
right / correct /true /straight
doğru
towards (+dat)
doğru
this is the right time
doğru zaman bu
directly /firsthand /straight from
doğrudan
directly
doğrudan
having come straight from Luthadel
doğrudan Luthadel'den gelmiş olan
his new suit jacket and beautiful red waist coat having come by canal boat straight from Luthadel
doğrudan Luthadel'den kanal teknesiyle gelmiş olan yeni takım ceketi ve güzel kırmızı yeleği
smoke
duman
smokey
dumanlı
the smokey blackness
dumanlı siyahlık
beyond the smokey blackness
dumanlı siyahlığın ötesinde
to stand /stop
durmak
standing
durmakta olan
the man standing
durmakta olan adam
He was standing
duruyordu
(by) turning
dönerek
to turn
dönmek
tattoe
dövme
His tattoes were huge
Dövmeleri kocamandı
His tattoes were huge, they reached all the way down and until the sides of his nose.
Dövmeleri kocamandı, ta altına ve burnunun yanlarına kadar uzanıyordu.
to underline the tattoes
dövmelerin altını çizmek
the world /earth
dünya
the future of the world
dünyanın geleceği
falling (participle)
düşen
under the falling ashes
düşen küllerin altında
(by) working under the falling ashes
düşen küllerin altında çalışarak
to fall
düşmek
to think
düşünmek
to think
düşünmek
they would think /they used to think
düşünürlerdi
he thinks
düşünüyor
oh
eh
Oh, half a dozen or so.
Eh bir yarım düzine filan.
of course
elbette ki
Of course the Skaa were like this.
Elbette ki skaalar böyleydi.
the most.... (superlative)
en
the most distinctive
en belirgin
the most distinctive feature
en belirgin özellik
the most
en çok
rare /unusual (e)
ender
anxiety /worry /fear /doubt
endişe
I worry
endişe ediyorum
to worry /fear
endişe etmek
worrying /that worries me (participle referring to the word that follows)
endişelendiren
to worry s. o. /to cause s. o. to worry
endişelendirmek
obstacle
engel
to prevent
engel olmak
He had wanted to prevent.
Engel olmak istemişti.
effective /efficient
etkili
to be efficient / to be effective /to have influence
etkili olmak
around
etrafında
if (can be omitted)
eğer
What would they think if they knew
eğer bilseler ne düşünürlerdi
if only
eğer sadece
to be bent
eğilmek
bent (past passive participle)
eğilmiş
to bend sthg
eğmek
more/much /excessive
fazla
there was not much wind
fazla rüzgâr yoktu
idea /opinion /thought
fikir
his thought
fikri
to declare /to express one's opinion
fikrini belirtmek
he expressed his opinion
fikrini belirtti
or so
filan
philosopher
filozof
The philosophers assure me
Filozoflar beni temin ediyorlar.
The philosophers assure me that this is the right time.
Filozoflar doğru zamanın bu olduğuna dair beni temin ediyorlar.
The philosophers assure me that this is the right time and that all signs have been seen.
Filozoflar doğru zamanın bu olduğuna ve tüm alametlerin görülmüş olduğuna dair beni temin ediyorlar.
The philosophers assure me that all signs have been seen.
Filozoflar tüm alametlerin görülmüş olduğuna dair beni temin ediyorlar.
diligently / keenly / with effort / heartily
gayretle
to move diligently
gayretle hareket etmek
the future
gelecek
to come
gelmek
come (past passive participle)
gelmiş
having come (participle)
gelmiş olan
need
gerek
should have
gerekirdi
back /backwards (g)
geri
back(wards) (g)
geri
turning backwards
geri dönerek
to turn back /return
geri dönmek
they returned /they went back
geri dönüyorlardı
the remaining
geri kalanları
The remaining lost their courage.
Geri kalanları cesaretini kaybetti.
The remaining quickly lost their courage.
Geri kalanları hızla cesaretini kaybetti.
to remain
geri kalmak
really
gerçekten
and really very important
gerçekten de çok önemli
and he really was a very important obligator
gerçekten de çok önemli bir obligatördü
to bring
getirmek
the boat having brought
getirmiş olan tekne
loose
gevşek
looseness /slack /laxity
gevşeklik
they went back to their laxity
gevşekliklerine geri dönüyorlardı
to pass
geçmek
passing (in the act of passing)
geçmekte olan
the whip of a passing foreman
geçmekte olan bir ustabaşının kamçısı
The whip of a passing foreman forced them for a few seconds to move diligently, but as soon as the foreman left they went back to their laxity.
Geçmekte olan bir ustabaşının kamçısı onları birkaç saniye için gayretle hareket etmeye zorluyordu, ama ustabaşı gider gitmez gevşekliklerine geri dönüyorlardı.
The whip of a passing foreman forced them for a few seconds to move diligently.
Geçmekte olan bir ustabaşının kamçısı onları birkaç saniye için gayretle hareket etmeye zorluyordu.
The whip of a passing foreman forced them
Geçmekte olan bir ustabaşının kamçısı onları zorluyordu
like
gibi
it is like /it is as if
gibi
it was like /it was as if
gibiydi
he goes
gider
as soon as he goes (lit. he goes he doesn't go)
gider gitmez
to go
gitmek
he doesn't go
gitmez
grey
gri
grey robes
gri cübbeler
in grey robes
gri cübbelerin içinde
in his grey robes
gri cübbelerinin içinde
He stood quietly in his grey robes.
Gri cübbelerinin içinde sessizce dikiliyordu.
sky /heaven
gök
from the sky (abl)
gökten
Ashes were falling from the Sky
Gökten Kül Yağıyordu
to rain down from heaven
gökten yağmak
sky
gökyüzü
the upper sides of the sky
gökyüzünün üst tarafları
that was in the upper sides of the sky
gökyüzünün üst taraflarındaki
beyond the smokey blackness that was in the upper parts of the sky
gökyüzünün üst taraflarındaki dumanlı siyahlığın ötesinde
It was shining with a brilliant crimson red beyond the smokey blackness that was in the upper parts of the sky.
Gökyüzünün üst taraflarındaki dumanlı siyahlığın ötesinde ışıltılı bir kızıllıkla parlıyordu.
shade /shadow
gölge
to see
görmek
to see
görmek
you should see
görmelisin
to be seen
görülmek
seen (perfect passive participle)
görülmüş
to seem
görünmek
he seemed
görünüyordu
they see
görüyorlar
eye
göz
eye
göz
to glance (lit. to throw an eye at)
göz atmak
eyes
gözler
around the eyes
gözlerin etrafında
the skin (d) around his eyes
gözlerinin etrafındaki deri
the subtle tattoes decorating the skin around his eyes
gözlerinin etrafındaki deriyi süsleyen incelikli dövmeler
towards the sky
göğe doğru
sun
güneş
The sun was bright.
Güneş parlaktı.
he glanced at the sun
güneşe göz attı
horde /band /gang /mob / herd/ lot
güruh
to trust
güvenmek
beautiful
güzel
his beautiful red waist coat
güzel kırmızı yeleği
on his beautiful red waist coat
güzel kırmızı yeleğinde
He had wanted to prevent the formation/appearance of soot spots on his beautiful red waist coat.
Güzel kırmızı yeleğinde is lekeleri oluşmasına engel olmak istemişti.
they moved
hareket ediyorlardı
to move
hareket etmek
his movement
hareketi
His movement was as if it had been made to underline /It was as if his movement was made to underline
Hareketi sanki altını çizmek için yapılmış gibiydi
It was as if his movement was made to underline the tattoes.
Hareketi sanki dövmelerin altını çizmek için yapılmış gibiydi.
It was as if his movement was made to underline the tattoes in his face.
Hareketi sanki yüzündeki dövmelerin altını çizmek için yapılmış gibiydi.
It was as if his movement was made to underline the subtle tattoes which being the most distinctive feature in his face decorated the skin around his eyes.
hareketi sanki yüzündeki en belirgin özellik olan gözlerinin etrafındaki deriyi süsleyen incelikli dövmelerin altını çizmek için yapılmış gibiydi.
everybody
herkes
everybody thinks that I am a hero
herkes bir kahraman olduğumu düşünüyor
everybody thinks
herkes düşünüyor
the hero everybody thinks I am
herkesin olduğumu düşündüğü kahraman
I worry that I am not the hero everybody thinks I am.
herkesin olduğumu düşündüğü kahraman olmadığımdan endişe ediyorum
quickly
hızla
service
hizmet
servant
hizmetkâr
servants
hizmetkârlar
his servants
hizmetkârları
His servants opened a parasol.
Hizmetkârları bir şemsiye açtı.
His servants opened a parasol over his guest.
Hizmetkârları misafirinin üstüne bir şemsiye açtı.
His servants opened a parasol over Tresting and his guest.
Hizmetkârları Tresting ile misafirinin üstüne bir şemsiye açtı.
His servants opened a parasol over Tresting.
Hizmetkârları Tresting üstüne bir şemsiye açtı.
His servants leaped forward
Hizmetkârları öne atıldı
His servants leaped forward and opened a parasol.
Hizmetkârları öne atıldı ve bir şemsiye açtı.
He paid Him in return for the services.
Hizmetler karşılığında O'na ödeme yaptı.
in return for the services
hizmetleri karşılığında
not at all
hiç
not at all
hiç
I don't understand at all
hiç anlamıyorum
they wouldn't be surprised at all
hiç şaşırmazlardı
state /posture / situation /demeanor
hâl
to render
hâle getirmek
to have rendered
hâle getirmiş olmak
should have rendered/should have made
hâle getirmiş olması gerekirdi
still
hâlâ
ruler / sovereign
hükümdar
execution
idam
to execute
idam etmek
with /and
ile
together with
ile birlikte
to look after /to take care of / to be interested in
ilgilenmek
first
ilk
at first
ilk zamanlarda
emperor
imperator
subtle
incelikli
subtle tattoes
incelikli dövmeler
person /human /pl : people
insan
people think /one thinks
insan düşünüyor
And one thinks
insan düşünüyor da
soot /smut
is
soot stains
is lekeleri
he had wanted to prevent the formation of soot spots
is lekeleri oluşmasına engel olmak istemişti
to want
istemek
He had wanted.
istemişti
good
iyi
it was a good thing
iyi bir şeydi
to watch
izlemek
in
içinde
in
içinde
in
içinde
work
work
work clothes
iş kıyafetleri
to do business /work
iş yapmak
sign /mark /signal
işaret
it was shining with a brilliant crimson red
ışıklı bir kızıllıkla parlıyordu
light/ glimmer /flash /shimmering
ışıltı
bright /shining /agleam /brilliant
ışıltılı
they moved doing their work
işlerini yaparak hareket ediyorlardı
they were doing their work
işlerini yapıyorlardı
here it is /you see
işte
worker
işçi
hero
kahraman
brown
kahverengi
in brown work clothes
kahverengi iş kıyafetleri içinde
hundreds of people in brown work clothes
kahverengi iş kıyafetleri içinde yüzlerce kişi
Working under the falling ashes hundreds of people in brown work clothes were taking care of the crops.
Kahverengi iş kıyafetleri içinde yüzlerce kişi düşen küllerin altında çalışarak ürünlerle ilgileniyorlardı.
Hundreds of people in brown work clothes were taking care of the crops.
Kahverengi iş kıyafetleri içinde yüzlerce kişi ürünlerle ilgileniyorlardı .
(by) raising
kaldırarak
to lift
kaldırmak
to stay
kalmak
heart (k)
kalp
hearts (k)
kalpler
their hearts (k)
kalpleri
in their hearts (k)
kalplerinin içinde
they, too are wondering in their hearts
kalplerinin içinde onlar da merak ediyorlar
whip
kamçı
The whip forced them for a few seconds to move diligently.
Kamçı onları birkaç saniye için gayretle hareket etmeye zorluyordu.
the whip forced them to move
kamçı onları hareket etmeye zorluyordu
channel/canal /conduct
kanal
canal boat
kanal teknesi
by a canal boat
kanal teknesiyle
having come by canal boat
kanal teknesiyle gelmiş olan
his new suit jacket having come by canal boat
kanal teknesiyle gelmiş olan yeni takım ceketi
against /towards +dative
karşı
in return for /for
karşılığında
you are losing
kaybediyorsun
you are losing (not sure)
kaybediyorsundur
to lose
kaybetmek
how many
kaç tane
escape /fugitive/runaway
kaçak
to flee /escape
kaçmak
eyebrow
kaş
his eybrows
kaşları
He frowned and...
kaşlarını çatıp
to frown
kaşlarını çatmak
oneself
kendi
his own /himself
kendi
he had his own personal obligators
kendi kişisel obligatörleri vardı
to doubt oneself
kendinden şüphe etmek
that /so /but /... enough /to my surprise
ki
which /that
ki
which was a good thing, too
ki bu da iyi bir şeydi
to rent
kiralamak
to get as a rent
kiralayarak almak
red
kırmızı
clothes /garb /outfit
kıyafet
to compare
kıyaslamak
when compared to / when (they are) compared to
kıyaslandığı zaman - kıyaslandıkları zaman
to be compared
kıyaslanmak
red /scarlet /crimson
kızıl
red /scarlet
kızıl
the red midday sky
kızıl öğlen göğü
ruddiness (reddishness)
kızıllık
with a ruddiness
kızıllıkla
it was glowing red (it was shining with a ruddiness)
kızıllıkla parlıyordu
person
kişi
people
kişiler
personal
kişisel
huge
kocaman
arm
kol
easy
kolay
arms
kollar
my arms
kollarım
on my arms
kollarımda
control
kontrol
(the) controlling
kontrol etme
to control
kontrol etmek
I found that controlling is easy
kontrol etmenin kolay olduğunu buldum
that controlling is (accusative)
kontrol etmenin olduğunu
Subject /topic /matter
konu
saviour
kurtarıcı
their saviour
kurtarıcıları
that their saviour doubted himself (acc.)
kurtarıcılarının kendisinden şüphe ettiğini
watch chain
köstek
pocket watch (watch on a chain)
köstekli saat
village
köy
villager /peasant
köylü
The peasants were a sleepy lot.
Köylüler uyuşuk bir güruhtu.
The peasants were a sleepy, unproductive lot.
Köylüler uyuşuk, verimsiz bir güruhtu.
The peasants were an unproductive lot.
Köylüler verimsiz bir güruhtu.
mansion
köşk
ash(es)
kül
ash showers
kül yağmurları
ash showers are unusual
kül yağmurları ender
despite the ash rains
kül yağmurlarına rağmen
Despite the ash showers the sun was bright today; it was shining with a brilliant crimson red beyond the smokey blackness that was in the upper parts of the sky.
Kül yağmurlarına rağmen bugün güneş parlaktı, gökyüzünün üst taraflarındaki dumanlı siyahlığın ötesinde ışıltılı bir kızıllıkla parlıyordu.
Despite the ash showers the sun was bright today.
Kül yağmurlarına rağmen bugün güneş parlaktı.
under the ashes
küllerin altında
small
küçük
a small hill
küçük bir tepe
on top of a small hill
küçük bir tepenin üstünde
a terrace that was on top of a small hill
küçük bir tepenin üstündeki bir taraça
spot /stain /smear
leke
they belonged to the Lord Ruler.
Lord Hükümdar'a aitti.
While Lord Tresting was glancing
Lord Tresting göz atarken
While Lord Tresting was glancing towards the sky
Lord Tresting göğe doğru göz atarken
While Lord Tresting was glancing towards the sky his servants opened a parasol over Tresting and his guest.
Lord Tresting göğe doğru göz atarken hizmetkârları Tresting ile misafirinin üstüne bir şemsiye açtı.
While Lord Tresting was glancing towards the sky his servants opened a parasol over Tresting and his honourable guest.
Lord Tresting göğe doğru göz atarken hizmetkârları Tresting ile saygı değer misafirinin üstüne bir şemsiye açtı
While Lord Tresting was glancing towards the sky his servants opened a parasol over Tresting.
Lord Tresting göğe doğru göz atarken hizmetkârları Tresting üstüne bir şemsiye açtı.
While Lord Tresting frowned and glanced towards the sky.
Lord Tresting kaşlarını çatıp göğe doğru göz atarken
While Lord Tresting frowned and was glancing towards the red midday sky his servants leaped forward and opened a parasol over Tresting and his honourable guest.
Lord Tresting kaşlarını çatıp kızıl öğlen göğüne doğru göz atarken hizmetkârları öne atıldı ve Tresting ile saygı değer misafirinin üstüne bir şemsiye açtı.
While Lord Tresting was glancing towards the red midday sky
Lord Tresting kızıl öğlen göğüne doğru göz atarken
having come from Luthadel
Luthadel'den gelmiş olan
his beautiful red waist coat having come from Luthadel
Luthadel'den gelmiş olan güzel kırmızı yeleği
the ones being in Luthadel
Luthadel'in içinde olanlar
compared to the ones in Luthadel
Luthadel'in içinde olanlarla kıyaslandıkları zaman
good /property /merchandise
mal
pleased
memnun
Pleased to meet you. (lit. I have become pleased)
Memnun oldum
he seemed pleased (lit. he seemed like having become pleased)
memnun olmuş gibi görünüyordu
He seemed pleased which was a good thing, too.
Memnun olmuş gibi görünüyordu ki bu da iyi bir şeydi.
officer/ civil servant
memur
handkerchief
mendil
they are wondering
merak ediyorlar
they are wondering (could be)
merak ediyorlardır
I wonder
merak ediyorum
to wonder /to be curious
merak etmek
(question particle for yes/no questions /est-ce que?)
mi - mı - mu
grateful /thankful +dative
minnettar
He was grateful
minnettardı
to inherit
miras kalmak
guest /visitor (m)
misafir
guests (m)
misafirler
what
ne
what would they think
ne düşünürlerdi
what do they see
ne görüyorlar
anyway
neyse
luckily /fortunately
neyse ki
Fortunately there was not much wind.
Neyse ki fazla rüzgâr yoktu.
Fortunately there was not much wind; the parasol would most likely be efficient.
Neyse ki fazla rüzgâr yoktu; şemsiye büyük olasılıkla etkili olacaktı.
all that /that many /so /that's it
o kadar (da)
they were that smart/intelligent /they had that much sense
o kadar da akılları vardı
not that unusual
o kadar da ender değil
that many /that much
o kadar fazla
not that much
o kadar fazla değil
so many people
o kadar fazla insan
so many people trust me
o kadar fazla insan bana güveniyor
(To my surprise) so many people trust me.
O kadar fazla insan bana güveniyor ki.
the more the merrier
o kadar fazla o kadar iyi
He paid Him
O'na ödeme yaptı
the obligator (a controlling person in this story)
obligatör
Bowing his head the obligator checked his pocket watch and then he glanced at the sun above.
Obligatör başını eğerek köstekli saatini kontrol etti, sonra da yukarıdaki güneşe göz attı.
Bowing his head the obligator checked his pocket watch.
Obligatör başını eğerek köstekli saatini kontrol etti.
Bowing his head the obligator checked his watch.
Obligatör başını eğerek saatini kontrol etti.
The obligator shook his head.
Obligatör başını salladı.
The obligator shook his head; he was standing quietly in his grey robes.
Obligatör başını salladı; gri cübbelerinin içinde sessizce dikiliyordu.
The obligator turned raising one eyebrow.
Obligatör bir kaşını kaldırarak döndü.
The obligator turned raising one eyebrow; it was as if his movement was made to underline the subtle tattoes which being the most distinctive feature in his face decorated the skin around his eyes.
Obligatör bir kaşını kaldırarak döndü; hareketi sanki yüzündeki en belirgin özellik olan gözlerinin etrafındaki deriyi süsleyen incelikli dövmelerin altını çizmek için yapılmış gibiydi.
The obligator raised an eyebrow
Obligatör bir kaşını kaldırdı.
the obligator checked
obligatör kontrol etti
The obligator checked his watch.
Obligatör saatini kontrol etti.
he had obligators
obligatörleri vardı
the services of the obligators
obligatörlerin hizmetleri
the services of his obligators
obligatörlerinin hizmetleri
He paid Him in return for the services of his obligators.
Obligatörlerinin hizmetleri karşılığında O'na ödeme yaptı.
being
olan
the ones being
olanlar
possibilty /probability
olasılık
quite
oldukça
that I am (accusative)
olduğumu
that is is (dat.)
olduğuna
that they were not (acc.)
olmadıklarını
that I am not (ablative)
olmadığımdan
it should have been /it had to be
olması gerekirdi
he is and... / he became and... (+ pl pronoun they are/became and...)
olup
whether they were (lit. they were and that they were not) (acc.)
olup olmadıklarını
to occur /take form /to take shape/to consist
oluşmak
they
onlar
should have made them a bit more effective
onları biraz daha etkili bir hâle getirmiş olması gerekirdi
should have rendered them
onları hâle getirmiş olması gerekirdi
it forced them
onları zorluyordu
their families
onların aileleri
I had their families executed
onların ailelerini idam ettirdim
their eyes
onların gözleri
around their eyes
onların gözlerinin etrafında
around their eyes were only a few marks.
onların gözlerinin etrafında sadece birkaç işaret vardı.
bright /shiny
parlak
to shine
parlamak
it was shining
parlıyordu
very well /ok
pekâla
prelan (title given in the story /serving the Lord Prelan)
prelan
He was in the rank of a prelan.
Prelan rütbesindeydi
despite (r) +dative
rağmen
rank /grade/degree
rütbe
wind
rüzgâr
watch /clock
saat
his watch
saati
only
sadece
to shake
sallamak
second (part of a minute)
saniye
as if
sanki
as if to underline
sanki altını çizmek için
as if made to underline
sanki altını çizmek için yapılmış
It was like as if it was made to underline
sanki altını çizmek için yapılmış gibiydi
respect
saygı
worthy of respect /honorable /respectable/esteemed
saygı değer
his honourable guest
saygı değer misafiri
you (sg)
sen
You should see the city Skaas, Tresting
Sen şehir skaalarını bir görmelisin, Tresting.
according to you /you think
sence
your
senin
you have a control
senin bir kontrolün var
silent
sessiz
a silent indifference
sessiz bir umursamazlık
they moved doing their work in a silent indifference
sessiz bir umursamazlık içinde işlerini yaparak hareket ediyorlardı
quietly
sessizce
He stood silently
sessizce dikiliyordu
heat /hot
sıcak
temperature /heat
sıcaklık
firmness /tightness
sıkılık
in firmness
sıkılıkta
to wipe /delete
silmek
fog /mist
sis
Mistborn
Sissoylu
black
siyah
blackness
siyahlık
the Skaa workers
Skaa işçileri
turning back to watch the Skaa workers
skaa işçilerini izlemek için geri dönerek
the Skaa (name for slave workers in this book)
skaalar
The Skaas actually were not Tresting's property.
Skaalar aslında Tresting'in malı değildi.
The Skaas actually were not Tresting's property.
Skaalar aslında Tresting'in malı değildi.
on the skaas
skaalar üstünde
I don't understand at all the men having problems with their Skaas.
Skaalarıyla sorun yaşayan adamları hiç anlamıyorum.
I don't understand at all the men having problems with their Skaas; I found controlling the creatures easy if only you enforced in an appropriate firmness a discipline.
Skaalarıyla sorun yaşayan adamları hiç anlamıyorum; ben eğer sadece uygun sıkılıkta bir disiplin uygularsan yaratıkları kontrol etmenin kolay olduğunu buldum.
last
son
The Final Empire
Son İmperatorluk
Ash showers were not so unusual in the Last Empire, but Tresting had wanted to prevent the appearance of soot stains on his new suit jacket and his beautiful red waist coat having come by canal boat straight from Luthadel.
Son İmperatorluk'ta kül yağmurları o kadar da ender değildi, ama Tresting doğrudan Luthadel'den kanal teknesiyle gelmiş olan yeni takım ceketi ve güzel kırmızı yeleğinde is lekeleri oluşmasına engel olmak istemişti.
Ash showers were not so unusual in the Last Empire.
Son İmperatorluk'ta kül yağmurları o kadar da ender değildi.
and then
sonra da
and then he glanced at the sun above
sonra da yukarıdaki güneşe göz attı.
problem
sorun
to have problems
sorun yaşamak
men having problems
sorun yaşayan adamlar
I don't understand at all the men having problems
Sorun yaşayan adamları hiç anlamıyorum.
lineage /family /ancestry /pedigree
soy
to decorate /embellish
süslemek
decorating
süsleyen
all the way down
ta altına
all the way down and to the sides of his nose
ta altına ve burnunun yanlarına
all the way down and until the sides of his nose
ta altına ve burnunun yanlarına kadar
it reached all the way down and until the sides of his nose.
ta altına ve burnunun yanlarına kadar uzanıyordu
set / team
takım
suit jacket
takım ceketi
suit /Anzug
takım elbise
God
Tanrı
from his god
tanrı'sından
side (t)
taraf
terrace
taraça
field
tarla
looking to the fields
tarlalara bakan
looking from above to the fields /overlooking the fields
tarlalara yukarıdan bakan
a small hill overlooking the fields
tarlalara yukarıdan bakan küçük bir tepe
on a terrace that was on top of a small hill overlooking the fields
tarlalara yukarıdan bakan küçük bir tepenin üstündeki bir taraçada
in the fields
tarlalarda
to work a thousand years in the fields
tarlalarda bin yıl çalışmak
a thousand years of working in the fields
tarlalarda bin yıl çalışmanın
a thousand years of working in the fields should have made them a bit more effective
tarlalarda bin yıl çalışmanın onları biraz daha etkili bir hâle getirmiş olması gerekirdi
a thousand years of working in the fields should have made them a bit more effective in this regard
Tarlalarda bin yıl çalışmanın onları bu konuda biraz daha etkili bir hâle getirmiş olması gerekirdi
to carry
taşımak
I would carry /it's said that I will carry
taşıyacakmışım
I will carry
taşıyacağım
boat
tekne
lazy /sluggish /idle/ paresseux/faul
tembel
laziness /sluggishness/paresse/Faulheit
tembellik
to assure /make sure/provide /supply /procure
temin etmek
hill
tepe
the man standing on top of the hill
tepenin üstünde durmakta olan adam
just as /just like /the same
tıpkı
just like /the same as
tıpkı
just like me
tıpkı benim gibi
just like he paid Him in return for the services of his obligators.
tıpkı obligatörlerinin hizmetleri karşılığında O'na ödeme yaptığı gibi.
just like he paid
tıpkı ödeme yaptığı gibi
land /soil /territory
toprak
Tresting turned towards the man.
Tresting adama doğru döndü.
Getting out a handkerchief Tresting wiped his forehead.
Tresting bir mendil çıkararak alnını sildi.
Getting out a handkerchief Tresting wiped his forehead, he was grateful for the shade of the parasol against the midday heat.
Tresting bir mendil çıkararak alnını sildi, öğlen sıcağına karşı şemsiyenin gölgesine minnettardı.
Tresting got out a handkerchief.
Tresting bir mendil çıkardı.
Tresting had wanted to prevent the appearance of soot stains on his new suit jacket and his beautiful red waist coat having come by canal boat straight from Luthadel.
Tresting doğrudan Luthadel'den kanal teknesiyle gelmiş olan yeni takım ceketi ve güzel kırmızı yeleğinde is lekeleri oluşmasına engel olmak istemişti.
Tresting and (i) his guest
Tresting ile misafiri
over Tresting and his guest
Tresting ile misafirinin üstüne
Tresting was getting his workers only as a rent.
Tresting işçilerini sadece kiralayarak almaktaydı.
Tresting was getting his workers only as a rent from his God.
Tresting işçilerini Tanrı'sından sadece kiralayarak almaktaydı.
Tresting was standing together with his guest on a terrace.
Tresting misafiriyle birlikte bir taraçada duruyordu.
Tresting was standing together with his guest
Tresting misafiriyle birlikte duruyordu
Tresting was standing together with his guest on a terrace that was on top of a small hill overlooking the fields.
Tresting misafiriyle birlikte tarlalara yukarıdan bakan küçük bir tepenin üstündeki bir taraçada duruyordu.
Tresting turned towards the man standing on top of the hill
Tresting tepenin üstünde durmakta olan adama doğru döndü.
Tresting turned towards the man standing next to him on top of the hill.
Tresting tepenin üstünde yanında durmakta olan adama doğru döndü.
Tresting turned towards the man standing next to him.
Tresting yanında durmakta olan adama doğru döndü.
Tresting also had his own personal obligators back in the mansion, but they were only minor functionaries; around their eyes were only a few marks.
Tresting'in arkadaki köşkünde kendi kişisel obligatörleri de vardı ama onlar sadece ufak memurlardı; onların gözlerinin etrafında sadece birkaç işaret vardı.
Tresting also had his own personal obligators back in the mansion.
Tresting'in arkadaki köşkünde kendi kişisel obligatörleri de vardı.
Tresting had his own personal obligators back in his mansion
Tresting'in arkadaki köşkünde kendi kişisel obligatörleri vardı.
Tresting's mansion
Tresting'in köşkü
Tresting had his own personal obligators in his mansion
Tresting'in köşkünde kendi kişisel obligatörleri vardı
the canal boat having brought Tresting's new suit
Tresting'in yeni takım elbisesini getirmiş olan kanal teknesi
all (+pl)
tüm
all signs
tüm alametler
(regarding) that all signs have been seen
tüm alametlerin görülmüş olduğuna dair
small/tiny
ufak
indifference
umursamazlık
foreman /headman /task master
ustabaşı
as soon as the foreman left they went back to their laxity.
Ustabaşı gider gitmez gevşekliklerine geri dönüyorlardı
to apply /exert /enforce
uygulamak
if you enforce
uygularsan
fitting /appropriate
uygun
if you enforce in an appropriate firmness a discipline
uygun sıkılıkta bir disiplin uygularsan
lethargic /drowsy /sleepy
uyuşuk
to reach /spread /extend
uzanmak
there is
var
there was
vardı
he had (+possessive)
vardı
and
ve
inefficient / unproductive/fruitless/sterile
verimsiz
or
ya
Or what would they think if they knew
Ya eğer bilseler ne düşünürlerdi
Or what if they knew that their champion was doubting himself.
Ya eğer onlar şampiyonlarının kendisinden şüphe ettiğini bilseler
Or what would they think if they knew that their champion was doubting himself?
Ya eğer onlar şampiyonlarının kendisinden şüphe ettiğini bilseler ne düşünürlerdi?
Or what would they think if they knew that their champion, the hero of ages, their saviour was doubting himself?
Ya eğer onlar şampiyonlarının, çağların kahramanı'nın, kurtarıcılarının kendisinden şüphe ettiğini bilseler ne düşünürlerdi?
Or runaways?
Ya kaçaklar?
a lie
yalan
to lie
yalan söylemek
he is lying
yalan söylüyor
a liar
yalancı
next to him
yanında
wrong
yanlış
the wrong guy
yanlış adam
I wonder whether they have found the wrong man
yanlış adamı bulmuş olup olmadıklarını merak ediyorum
made
yapılmış
to do/make
yapmak
creature
yaratık
half
yarım
to fall /pour /rain
yağmak
rain /shower
yağmur
waist coat /vest
yelek
new
yeni
his new suit jacket
yeni takım ceketi
place
yer
year
yıl
there is not
yok
there is not
yok
there was not
yoktu
there was not
yoktu
tiredness / exhaustion
yorgunluk
from exhaustion
yorgunluktan
the sun above
yukarıdaki güneş
from above (y) ablative
yukarıdan
hundred
yüz
face
yüz
hundred people
yüz kişi
hundreds of
yüzlerce
hundreds of people
yüzlerce kişi
in his face
yüzünde
that were in his face
yüzündeki
the most distinctive feature in his face
yüzündeki en belirgin özellik
being the most distinctive feature in his face
yüzündeki en belirgin özellik olan
the subtle tattoes decorating the skin around his eyes being the most distinctive feature in his face
yüzündeki en belirgin özellik olan gözlerinin etrafındaki deriyi süsleyen incelikli dövmeler
time (z)
zaman
to force
zorlamak
effort /endeavor /struggle
çaba
their effort
çabaları
in their effort
çabalarında
There was a sluggishness to their efforts but that's of course what the Skaa were like.
Çabalarında bir tembellik vardı ama elbette ki Skaalar böyleydi işte.
There was a sluggishness to their efforts, but of course the Skaa were like this.
Çabalarında bir tembellik vardı ama elbette ki Skaalar böyleydi.
In their efforts was a laziness.
çabalarında bir tembellik vardı.
(by) working
çalışarak
hard working
çalışkan
the working
çalışma
to work
çalışmak
to work
çalışmak
of working
çalışmanın
to wrinkle /knit
çatmak
age /era
çağ
the hero of the ages
çağların kahramanı
that the hero of the ages was doubting himself (acc)
çağların kahramanı'nın kendisinden şüphe ettiğini
to get sthg out
çıkarmak
to get out /leave /exit
çıkmak
to draw
çizmek
a lot
çok
to pay
ödeme yapmak
prologue
öndeyiş
forward
öne
important
önemli
beyond
öte
beyond of /on the other side of
ötesinde
feature/characteristic / specialty
özellik
noon /midday
öğle(n)
the noon sky /the midday sky
öğlen göğü
towards the midday sky
öğlen göğüne doğru
the noon heat /the midday heat
öğlen sıcağı
against the midday heat
öğlen sıcağına karşı
He was grateful for the shade of the parasol against the midday heat.
Öğlen sıcağına karşı şemsiyenin gölgesine minnettardı.
product /crop /fruit
ürün
they were taking care of the crops
ürünlerle ilgileniyorlardı
the upper sides (t)
üst taraflar
on top of (... st...)position > locative
üstünde
that is/was on top of
üstündeki
on top of / over (direction/movement > dative)
üstüne
At first there were a few runaways.
İlk zamanlarda birkaç kaçak oluyordu
empire
İmperatorluk
One would think, that a thousand years of working in the fields should have made them a bit more effective in this regard
İnsan düşünüyor da, tarlalarda bin yıl çalışmanın onları bu konuda biraz daha etkili bir hâle getirmiş olması gerekirdi .
champion
şampiyon
their champion
şampiyonları
that their champion was doubting himself (acc)
şampiyonlarının kendisinden şüphe ettiğini
to be surprised
şaşırmak
they wouldn't be surprised
şaşırmazlardı
town /city
şehir
the city Skaas
şehir Skaaları
umbrella /parasol
şemsiye
umbrella /parasol
şemsiye
The parasol most likely would be efficient.
Şemsiye büyük olasılıkla etkili olacaktı.
the parasol would be efficient
şemsiye etkili olacaktı
the shade of the parasol
şemsiyenin gölgesi
He was grateful for the shade of the parasol.
Şemsiyenin gölgesine minnettardı.
thing
şey
thing
şey
this also is the thing
şey de bu
to complain
şikâyet etmek
They didn't complain
şikâyet etmiyorlardı
Of course they didn't complain
Şikâyet etmiyorlardı elbette
Of course they didn't complain, they had that much sense...
Şikâyet etmiyorlardı elbette, o kadar da akılları vardı...
Of course they didn't complain, they had that much sense, instead they only worked their heads bent, doing their work moving in a silent indifference
Şikâyet etmiyorlardı elbette, o kadar da akılları vardı; bunun yerine sadece başları eğilmiş çalışıyor, sessiz bir umursamazlık içinde işlerini yaparak hareket ediyorlardı.
to doubt /to be sceptical of
şüphe etmek