"I need to flee," she thought, but she couldn't flee. | 'Kaçmam gerek,' diye düşünüyor ama kaçamıyordu. |
"I need to flee," she thought. | 'Kaçmam gerek,' diye düşünüyordu. |
"light crowd" | ışık kalabalığı |
"One minute, I am coming, " she shouted (s) to the one at the door. | Kapıdakine 'Bir dakika, geliyorum,' seslendi. |
'I need to flee,' she thought, but she couldn't flee, she just stood like this at the ancient wall which she got stuck to, her eyes fixed on the approaching crowd. | 'Kaçmam gerek,' diye düşünüyor ama kaçamıyor, yapışıp kaldığı antik duvarda gözlerini yaklaşan kalabalığa dikmiş, öylece duruyordu. |
'I need to flee,' she thought, but she couldn't flee, she just stood like this. | 'Kaçmam gerek,' diye düşünüyor ama kaçamıyor, öylece duruyordu. |
'Now nothing can save me anymore' she thought, being seized by terror. | 'Artık beni hiçbir şey kurtaramaz' diye düşündü dehşete kapılarak. |
'Now nothing can save me anymore' she thought. | 'Artık beni hiçbir şey kurtaramaz' diye düşündü. |
(from) somewhere far off / (from) somewhere in the distance | uzaktan uzağa |
(one's) own | kendi |
(the) plain /meadow | ova |
(to) far | uzağa |
/three times seven /three multiplied by seven / 3 x 7 | üç çarpı yedi |
1+1 = 2 | bir artı bir eşittir iki. |
3x 7 = 21 | üç çarpı yedi eşittir yirmi bir |
a /one | bir |
a buzzing /humming | uğultu |
a familiar melody /a melody she was acquainted with | aşina olduğu bir ezgi |
a fine wind | ince bir rüzgar |
A fine wind carried the faint scents of oleander (pl) from some place (pl) | İnce bir rüzgar zakkumların baygın kokularını taşıyordu bir yerlerden. |
a fine wind carried the smell from some place (pl) | ince bir rüzgar kokuları taşıyordu bir yerlerden |
a lot /much | çok |
a mask | bir maske |
a melody | bir ezgi |
a melody was playing | bir ezgi çalıyordu |
a place | bir yer |
a stone | bir taş |
a stone or a fist | bir taş ya da bir yumruk |
a strange(t) mask | tuhaf bir maske |
a t shirt | bir tişört |
A very old, well known chorus: Allahu akbar, Allahu akbar... | Çok eski, çok bildik bir nakarat: 'Allahüekber, Allahüekber...' |
a voice strong enough to supress the 'Allahu akbar' reciting | tekbiri bastıracak kadar güçlü bir ses |
again (y) | yeniden |
against /opposite / before /towards /facing | karşı |
all (h) | hep |
All of her body tensed with fear. | Bütün bedeni korkuyla gerildi. |
all of the town folk | bütün kasaba halkı |
All of the town folk were against her /opposite her. | Bütün kasaba halkı karşısındaydı. |
alone | tek başına |
also the buzzing approached | uğultu da yaklaşıyordu |
ancient (a) | antik |
and /also | da - de |
And though she still couldn't understand what it said | Hâlâ ne söylediğini anlayamasa da |
And though she still couldn't understand what it said it was to her ear like a melody she was acquainted with was playing | Hâlâ ne söylediğini anlayamasa da aşina olduğu bir ezgi çalınır gibi oldu kulağına. |
And until she opened the door and perceived (s) his shy, black eyes, she couldn't tell that this voice belonged to Captain Eşref. | Kapıyı açıp ürkek, kara gözlerini seçinceye kadar da bu sesin Yüzbaşı Eşref'e ait olduğunu anlayamadı. |
another thing | başka bir şey |
another time /once more /again | bir daha |
any moment | her an |
Any moment a stone or a fist could land on her head. | Her an başına bir taş ya da bir yumruk inebilirdi. |
appearance | görünüm |
as if | sanki |
as if it was going to tear apart | yırtıp çıkacakmış gibi |
as if it was going to tear her rib cage apart | göğüs kafesini yırtıp çıkacakmış gibi |
As if they were one single person (i) | Sanki tek bir insanmış gibi |
at that moment | o anda |
at the door | kapıda |
back (body part) | sırt |
basket | sepet |
bed | yatak |
bedside /Bettende | yatağın başı |
before /earlier | önce |
behind (g) | gerisinde |
behind (g) the door | kapının gerisinde |
being | olan |
belonging to (defect verbform + Dat. ) | ait |
belonging to Captain Eşref | Yüzbaşı Eşref'e ait |
better | daha iyi |
body (b) | beden |
breeze | esinti |
but | ama |
But /However (a) instead of the blow came a voice. | Ancak darbe yerine bir ses geldi. |
but because she was sleepy | ama uyku sersemi olduğu için |
but strangely she wasn't wondering where her friends were | ama tuhaftır arkadaşlarının nerede olduğunu merak etmiyordu |
by /through multiplying | çoğalarak |
by themselves /on their own account | kendiliğinden |
cage | kafes |
calm | sakin |
captain (milit.) | yüzbaşı |
chair (i) | iskemle |
chest (body) | göğüs |
children | çocuklar |
chorus | nakarat |
city (k) | kent |
cotton | koton |
crazily /madly | delice |
crowd | kalabalık |
curiously | merakla |
curiously she opened her eyes | merakla gözlerini açtı |
darkness | karanlık |
decisive /determined/firm /steady | kararlı |
determination | kararlılık |
door | kapı |
dream (d) | düş |
ear | kulak |
eight | sekiz |
eighty | seksen |
Esra's lips began to smile by themselves. | Esra'nın dudakları kendiliğinden gülümsemeye başladı. |
Esra's lips began to smile. | Esra'nın dudakları gülümsemeye başladı. |
excitement / agitation /emotion, /enthusiasm /Aufregung | heyecan |
eye | göz |
faint | baygın |
familiar | tanıdığı |
far | uzak |
fascinated | büyülenmiş gibi |
Fascinated she kept listening to the voice. | Büyülenmiş gibi, sesi dinleyip duruyordu. |
fast (h) | hızlı |
fear | korku |
fear | korku |
fifty | elli |
finally | sonunda |
finally she succeeded | sonunda başardı |
finally she succeeded to understand | sonunda anlamayı başardı |
Finally she succeeded to understand the words: "Mrs. Esra, Mrs. Esra... " | Sonunda sözcükleri anlamayı başardı: 'Esra Hanım, Esra Hanım...' |
fire | ateş |
firefly | ateşböceği |
first /before | önce |
First she saw the light. | Önce ışığı gördü. |
fist | yumruk |
five | beş |
five, six, seven, eight | beş, altı, yedi, sekiz |
fixing her eyes onto the darkness | gözlerini karanlığa dikerek |
fixing her eyes onto the darkness behind the crowd | gözlerini kalabalığın arkasındaki karanlığa dikerek |
fixing her eyes onto the darkness she tried to understand the voice | gözlerini karanlığa dikerek sesi anlamaya çalıştı |
flag | bayrak |
floor /hallway | koridor |
fluttering green flags | dalgalanan yeşil bayraklar |
forty | kırk |
four | dört |
frentically /madly | çılgınca |
friend | arkadaş |
friends | arkadaşlar |
from far | uzaktan |
From far, a voice strong enough to supress the 'Allahu akbar' reciting. | Uzaktan, tekbiri bastıracak kadar güçlü bir ses. |
from some place (pl) | bir yerlerden |
from the wall | duvardan |
from the window | pencereden |
furor /frenzy | taşkınlık |
giddy /dizzy /noun: scatterbrain /oaf /silly | sersem |
God is great. (Allahu akbar) | Allahüekber |
good | iyi |
green | yeşil |
green flags | yeşil bayraklar |
hand | el |
hastily /in a hurry | aceleyle |
He didn't shout (b) another time. | Bir daha bağırmadı. |
He must have heard. | duymuş olmalıydı |
he repeated the same words | aynı sözcükleri tekrarlıyordu |
he repeated two words (s) | iki sözcüğü tekrarlıyordu |
he was against her | karşısındaydı |
he was persistent | inatçıydı |
He was standing one step behind the door. | kapının bir adım gerisinde duruyordu |
head | baş |
heart (y) | yürek |
her | onu |
her back | sırtı |
her ear on the buzzing | kulağı uğultuda |
her ear on the rising buzz | kulağı yükselen uğultuda |
her ear on the wave by wave increasing buzz | kulağı dalga dalga yükselen uğultuda |
her eyes | gözleri |
her eyes fixed on the approaching crowd | gözlerini yaklaşan kalabalığa dikmiş |
Her eyes on the "light crowd" | Gözleri ışık kalabalığında |
Her eyes on the "light crowd" approaching by multiplying, her ear on the wave by wave increasing buzz, she waited with patience. | Gözleri çoğalarak yaklaşan ışık kalabalığında, kulağı dalga dalga yükselen uğultuda, sabırla bekledi. |
Her eyes on the "light crowd", her ear on the buzzing, she waited with patience. | Gözleri ışık kalabalığında, kulağı uğultuda, sabırla bekledi. |
Her eyes on the "light crowd", she waited with patience. | Gözleri ışık kalabalığında, sabırla bekledi. |
Her eyes on the 'light crowd' approaching by multiplying | Gözleri çoğalarak yaklaşan ışık kalabalığında |
her friends | arkadaşları |
her hands | elleri |
her heart (y) | yüreği |
Her heart was beating in the rib cage. | Yüreği göğüs kafesinde çarpıyordu. |
Her heart was beating madly | Yüreği delice çarpıyordu. |
Her heart was beating madly as if it was going to tear her rib cage apart. "Allahu akbar, Allahu akbar... " | Yüreği göğüs kafesini yırtıp çıkacakmış gibi delice çarpıyordu. 'Allahüekber, Allahüekber...' |
Her heart was beating. | Yüreği çarpıyordu. |
her lips began to smile | dudakları gülümsemeye başladı |
her whole body | bütün bedeni |
hit /blow | darbe |
horror / terror /dread | dehşet |
hundred | yüz |
I can't/couldn't count any longer | sayamaz oldum |
I need to flee | kaçmam gerek |
image /sight /display / view | görüntü |
in | içinde |
In her voice was still agitation. | Sesinde hâlâ heyecan vardı. |
In her voice was still the excitement of the dream she had seen. | Sesinde hâlâ gördüğü düşün heyecanı vardı. |
In her voice was still the excitement of the dream. | Sesinde hâlâ düşün heyecanı vardı. |
in order to feel much more | daha çok hissetmek için |
in order to feel the wind breezing on her skin much more | teninde gezinen rüzgar daha çok hissetmek için |
in the darkness | karanlığın içinde |
in the darkness falling (ç) over the plain | ovaya çöken karanlığın içinde |
in the darkness falling (ç) over the plain it kept sparkling like a firefly. | Ovaya çöken karanlığın içinde bir ateşböceği gibi parıldayıp duruyordu. |
in the darkness falling (ç) suddenly over the plain it kept sparkling like a firefly. | Ovaya ansızın çöken karanlığın içinde bir ateşböceği gibi parıldayıp duruyordu. |
in the darkness she saw | karanlıkta gördü |
in the darkness she saw their fluttering green flags | karanlıkta dalgalanan yeşil bayraklarını gördü |
in the darkness she saw their green flags | karanlıkta yeşil bayraklarını gördü |
in the light of the torches | meşalelerin ışığında |
in the light of the torches she saw | meşalelerin ışığında gördü |
In the light of the torches she saw the men's fists stretched out to the sky, in the darkness she saw their fluttering green flags. | Meşalelerin ışığında adamların gökyüzüne uzanmış yumruklarını, karanlıkta dalgalanan yeşil bayraklarını gördü. |
In the light of the torches she saw the men's fists stretched out to the sky. | Meşalelerin ışığında adamların gökyüzüne uzanmış yumruklarını gördü. |
In the light of the torches she saw the men's fists, in the darkness she saw their green flags. | Meşalelerin ışığında adamların yumruklarını, karanlıkta yeşil bayraklarını gördü. |
In the light of the torches she saw the men's fists. | Meşalelerin ışığında adamların yumruklarını gördü. |
in their hands | ellerinde |
in your (pl/formal) basket | sepetinizde |
in/on the bed | yatakta |
insect /bug | böcek |
instead of the blow | darbe yerine |
it came | geliyordu |
it could come down /it could land | inebilirdi |
it glittered like a firefly | bir ateşböceği gibi parıldadı |
it kept sparkling like a firefly | bir ateşböceği gibi parıldayıp duruyordu |
it passed /carried/put a strange(t) mask on the faces of these people she knew | tanıdığı bu insanların yüzüne tuhaf bir maske geçiriyordu |
it was approaching | yaklaşıyordu |
it was continuing to sparkle/it kept sparkling | parıldayıp duruyordu |
it was to her ear as if a melody she was acquainted with was playing | aşina olduğu bir ezgi çalınır gibi oldu kulağına |
it was to her ear as if a melody was playing | bir ezgi çalınır gibi oldu kulağına |
jeans | kot |
just like this | öylece |
landing on her body (going to land) | bedenine inecek |
leaned against the stone wall of the ancient city | antik kentin taş duvarına yaslanmış |
Leaned against the stone wall of the ancient city she watched the firefly, being the only view she could choose. | Antik kentin taş duvarına yaslanmış seçebildiği tek görüntü olan bu ateşböceğini izliyordu. |
Leaned against the stone wall of the ancient city she watched the firefly. | Antik kentin taş duvarına yaslanmış ateşböceğini izliyordu. |
light | ışık |
like | gibi |
like a firefly | bir ateşböceği gibi |
like a melody was played | bir ezgi çalınır gibi |
linen /Leinen | keten |
linen trousers /Leinenhose | keten pantolon |
lips | dudaklar |
makes /equals (math) | eşittir |
man (a) | adam |
middle | orta |
mind / reason / intelligence | akıl |
minute | dakika |
month | ay |
mouth | ağız |
much more | daha çok |
nice / beautiful | güzel |
Nice. There are /you have ten words in your basket. | Güzel. Sepetinizde on sözcük var. |
Nice. You have eighty words in your basket. | Güzel. Sepetinizde seksen sözcük var. |
Nice. You have fifty words in your basket. | Güzel. Sepetinizde elli sözcük var. |
Nice. You have forty words in your basket. | Güzel. Sepetinizde kırk sözcük var. |
Nice. You have hundred and eighty words in your basket. | Güzel. Sepetinizde yüz seksen tane sözcük var. |
Nice. You have hundred and fifty words in your basket. | Güzel. Sepetinizde yüz elli tane sözcük var. |
Nice. You have hundred and forty words in your basket. | Güzel. Sepetinizde yüz kırk tane sözcük var. |
Nice. You have hundred and ninety words in your basket. | Güzel. Sepetinizde yüz doksan tane sözcük var. |
Nice. You have hundred and seventy words in your basket. | Güzel. Sepetinizde yüz yetmiş tane sözcük var. |
Nice. You have hundred and sixty words in your basket. | Güzel. Sepetinizde yüz altmış tane sözcük var. |
Nice. You have hundred and ten words in your basket. | Güzel. Sepetinizde yüz on tane sözcük var. |
Nice. You have hundred and thirty words in your basket. | Güzel. Sepetinizde yüz otuz tane sözcük var. |
Nice. You have hundred and twenty words in your basket. | Güzel. Sepetinizde yüz yirmi tane sözcük var. |
Nice. You have hundred words in your basket. | Güzel. Sepetinizde yüz sözcük var. |
Nice. You have ninety words in your basket. | Güzel. Sepetinizde doksan sözcük var. |
Nice. You have seventy words in your basket. | Güzel. Sepetinizde yetmiş sözcük var. |
Nice. You have sixty words in your basket. | Güzel. Sepetinizde altmış sözcük var. |
Nice. You have thirty words in your basket. | Güzel. Sepetinizde otuz sözcük var. |
Nice. You have three hundred words in your basket. | Güzel. Sepetinizde üç yüz tane sözcük var. |
Nice. You have twenty words in your basket. | Güzel. Sepetinizde yirmi sözcük var. |
Nice. You have two hundred and fifty words in your basket. | Güzel. Sepetinizde iki yüz elli tane sözcük var. |
Nice. You have two hundred words in your basket. | Güzel. Sepetinizde iki yüz tane sözcük var. |
ninety | doksan |
Not knowing what was going on, she hastily got up. | Neye uğradığını bilmeden, aceleyle kalktı yataktan. |
nothing | hiçbir şey |
nothing /anything | hiçbir şey |
nothing can save me | hiçbir şey beni kurtaramaz |
now | şimdi |
number | sayı |
old (e) | eski |
oleander | zakkum |
on her skin | teninde |
on top of (direction - dative) | üzerine |
One minute, I am coming! | Bir dakika, geliyorum! |
one step behind (g) the door | kapının bir adım gerisinde |
One step behind (g) the door stood Captain Eşref. | Kapının bir adım gerisinde duruyordu Yüzbaşı Eşref. |
one, two, three | bir, iki, üç, |
one, two, three, four, five | bir, iki, üç, dört, beş |
only /merely /lediglich | ancak |
Only the ruined walls (s) of the ancient city stopped her. | Ancak antik kentin yıkık surları onu durdurdu. |
Only the walls of the ancient city stopped her. | Ancak antik kentin surları onu durdurdu. |
onto the faces of these people (i) | bu insanların yüzüne |
onto the faces of these people (i) that she knew | tanıdığı bu insanların yüzüne |
opposite her /facing her /against her | karşısında |
other than a t-shirt | bir tişörten başka bir şey |
out of one mouth | bir ağızdan |
people /humans | insanlar |
People appeared in the darkness with torches in their hands. | Karanlığın içinde ellerinde meşalelerle insanlar belirdi. |
People appeared in the darkness. | Karanlığın içinde insanlar belirdi. |
People appeared. | insanlar belirdi. |
people with torches in their hands | ellerinde meşalelerle insanlar |
persistent | inatçı |
piece /grain (used optional after numbers) | tane |
primary school | ilkokul |
Pulling her back away from the wall, she paid attention. | Sırtını duvardan kopararak dikkat kesildi. |
pulling off | kopararak |
quickly (in one sudden movement) | hızla |
reaching/raised to the sky | gökyüzüne uzanmış |
rib cage /Brustkorb | göğüs kafesi |
room | oda |
ruined | yıkık |
scent /smell | koku |
school | okul |
seized by terror | dehşete kapılarak |
seven | yedi |
seventy | yetmiş |
shadow | gölge |
she began to smile | gülümsemeye başladı |
she began to wait | beklemeye başladı |
She began with fear to wait for the first blow. | İlk darbeyi korkuyla beklemeye başladı |
she can't count | sayamaz |
she can't/ couldn't count anymore/any longer | sayamaz oldu |
she closed her eyes | gözlerini kapadı |
she could hear | duyabiliyordu |
she could hear the voices better now | Sesleri, şimdi daha iyi duyabiliyordu. |
she could hear the voices now | sesleri şimdi duyabiliyordu |
she couldn't escape | kaçamıyordu |
she couldn't interpret them | yorumlayamıyordu |
She couldn't tell that this voice belonged to Captain Eşref. | Bu sesin Yüzbaşı Eşref'e ait olduğunu anlayamadı. |
she couldn't understand | anlayamadı |
she couldn't understand /she couldn't tell | anlayamadı |
she didn't figure out who it was | kim olduğunu çıkarmıyordu |
she didn't have anything on but a t shirt | üzerinde bir tişörten başka bir şey yoktu |
She felt all of her body. | Bütün bedeni hissetti. |
She felt that all of her body tensed with fear . | Bütün bedeninin korkuyla gerildiğini hissetti. |
she hadn't been mistaken | yanılmamıştı |
she hastily got up | aceleyle kalktı |
She headed for the linen trousers she had left on the chair(i) at her bedside. | Yatağın başındaki iskemleye bıraktığı keten pantolona yöneldi. |
she heard | duydu |
She heard a buzzing somewhere in the distance, curiously she opened her eyes. | Uzaktan uzağa bir uğultu duydu, merakla gözlerini açtı. |
She heard a buzzing somewhere in the distance. | Uzaktan uzağa bir uğultu duydu. |
She heard the words (s) | Sözcükleri duyuyordu. |
She heard the words (s) , she knew that knew them but she couldn't interpret them. | Sözcükleri duyuyor, tanıdığını biliyor ama yorumlayamıyordu. |
she just stood like this | öylece duruyordu |
she just stood like this at the ancient wall which she got stuck to | yapışıp kaldığı antik duvarda, öylece duruyordu. |
she just stood like this at the ancient wall which she got stuck to, her eyes fixed on the approaching crowd. | yapışıp kaldığı antik duvarda gözlerini yaklaşan kalabalığa dikmiş, öylece duruyordu. |
she kept listening | dinleyip duruyordu |
She knew that she knew them (sg) | tanıdığını biliyordu |
She lifted her head, fixing her eyes onto the darkness behind the crowd, she tried to understand the voice. | Başını kaldırdı, gözlerini kalabalığın arkasındaki karanlığa dikerek sesi anlamaya çalıştı. |
She lifted her head. | Başını kaldırdı. |
she opened | açtı |
she opened her eyes | gözlerini açtı |
she opened the door and... | kapıyı açıp... |
She paid attention | dikkat kesildi |
she pulled her back from the wall | Sırtını duvardan kopardı |
She quickly straightened up in the bed. | Hızla doğruldu yatakta. |
She quickly straightened up. | Hızla doğruldu. |
she recoiled panicking | panikleyerek geriledi |
she rushed to the door | kapıya doğru atıldı |
She saw | gördü |
she saw that the firefly began to multiply | ateşböceğinin çoğalmaya başladığını gördü |
she saw that the firefly began to multiply, two, five, eight... | Ateşböceğinin çoğalmaya başladığını gördü, iki, beş, sekiz... |
She saw the light. | Işığı gördü. |
She shouted(s) to the one at the door. | Kapıdakine seslendi. |
she thought she knew the owner of the voice | sesin sahibini tanıdığını düşündü |
She tried to be calm. | Sakin olmaya çalıştı. |
She tried to understand | Anlamaya çalıştı. |
She tried to understand the voice. | Sesi anlamaya çalıştı. |
she waited | bekledi |
she waited with patience | sabırla bekledi |
she was alone | tek başınaydı |
she was not wondering | merak etmiyordu |
she was tired | yorgundu |
She was tired, alone but strangely she wasn't wondering where her friends were. | Yorgundu, tek başınaydı ama tuhaftır arkadaşlarının nerede olduğunu merak etmiyordu. |
she was watching | izliyordu |
she was watching the firefly | ateşböceğini izliyordu |
she was wondering | merak ediyordu |
she was wondering where were her friends | arkadaşlarının nerede olduğunu merak ediyordu |
she wasn't wondering where her friends were | arkadaşlarının nerede olduğunu merak etmiyordu |
She watched this firefly being the only view she could choose. | Seçebildiği tek görüntü olan bu ateşböceğini izliyordu. |
shy | ürkek |
shy, black eyes | ürkek, kara gözler |
sign /symptom | belirti |
six | altı |
sixty | altmış |
skin (t) | ten |
sleep | uyku |
sleepy | uyku sersemi |
slow /heavy | ağır |
slow but steady steps | ağır ama kararlı adımlar |
small | küçük |
so fast that.. | o kadar hızlı ki |
step | adım |
step | adım |
step by step | adım adım |
still | hâlâ |
stone | taş |
stone wall | taş duvar |
strange (adj) (t) | tuhaf |
strangely | tuhaftır |
strong | güçlü |
strong enough to supress | bastıracak kadar güçlü |
suddenly | ansızın |
suddenly (a) | aniden |
suddenly (b) | birden |
Suddenly (b) the fireflies vanished. | Birden ateşböcekleri yok oldu. |
ten | on |
thank God /abundance | bereket |
Thank God the owner of the voice was persistent. | Bereket sesin sahibi inatçıydı. |
that she could choose | seçebildiği |
that she knew (t) | tanıdığı |
that this voice belonged to Captain Eşref | bu sesin Yüzbaşı Eşref'e ait olduğu |
That voice was repeating her name without stopping | O ses durmadan adını yineliyordu |
the 'Allahu akbar' reciting | tekbir |
the 'light crowd' approaching by multiplying | çoğalarak yaklaşan ışık kalabalığı |
the ancient city | antik kent |
the ancient city's stone wall | antik kentin taş duvarı |
the approaching 'light crowd' | yaklaşan ışık kalabalığı |
the breeze stopped | esinti kesildi |
the buzz increasing wave by wave | dalga dalga yükselen uğultu |
the chair (i) at her bedside | yatağın başındaki iskemle |
The crowd approached | Kalabalık yaklaşıyordu. |
The crowd approached with slow but steady steps. | Kalabalık ağır ama kararlı adımlarla yaklaşıyordu. |
The crowd approached with slow but steady steps: "Allahu akbar. Allahu akbar..." | Kalabalık ağır ama kararlı adımlarla yaklaşıyordu: 'Allahüekber, Allahüekber...' |
The crowd approached with slow steps. | Kalabalık ağır adımlarla yaklaşıyordu. |
the darkness behind the crowd | kalabalığın arkasındaki karanlık |
the darkness deepened | karanlık koyulaşıyordu |
the darkness falling (ç) over the plain | ovaya çöken karanlık |
the darkness falling (ç) over the plain | ovaya çöken karanlık |
the darkness falling /collapsing | çöken karanlık |
the door of the room | odanın kapısı |
the dream she had seen | gördüğü düş |
the excitement of the dream | düşün heyecanı |
the faint scents of oleander (pl) | zakkumların baygın kokuları |
The fireflies multiplied. | Ateşböcekleri çoğaldı. |
the first | ilk |
the first blow | ilk darbe |
the first blow landing on her body | bedenine inecek ilk darbe |
the hallways that had been filled two months earlier by village children | daha iki ay önce köy çocuklarının doldurduğu koridorlar |
the inside | iç |
the inside of the room | odanın içi |
the inside of the room brightened | odanın içi aydınlandı |
The light began to cause the things in the room to regain their own appearance. | Işık odadaki eşyalara kendi görünümlerini yeniden kazandırmaya başladı. |
The light caused the things in the room to gain back their own appearance. | Işık odadaki eşyalara kendi görünümlerini yeniden kazandırıyordu. |
the light filtering in from the window | pencereden süzülen ışık |
The light filtering in from the window began to cause the things in the little room of this primary school whose hallways had been filled two months earlier by village children to regain their own appearance. | Pencereden süzülen ışık, daha iki ay önce koridorlarını köy çocuklarının doldurduğu bu ilkokulun küçük odasındaki eşyalara kendi görünümlerini yeniden kazandırmaya başladı. |
The light filtering in from the window began to cause the things in the room to regain their own appearance. | Pencereden süzülen ışık odadaki eşyalara kendi görünümlerini yeniden kazandırmaya başladı. |
the light moving within the shadows | gölgeler içinde kıpırdayan ışık |
The light moving within the shadows passed a strange (t) mask onto the faces of these people she knew, this sight petrified her. | Gölgeler içinde kıpırdayan ışık, tanıdığı bu insanların yüzüne tuhaf bir maske geçiriyor, bu görüntü aklını başından alıyordu. |
the light moving within the shadows passed a strange (t) mask onto the faces of these people she knew. | Gölgeler içinde kıpırdayan ışık, tanıdığı bu insanların yüzüne tuhaf bir maske geçiriyordu. |
The linen trousers she had left on the chair(i) at the bedside | Yatağın başındaki iskemleye bıraktığı keten pantolon |
the men's fists | adamların yumrukları |
the men's fists stretched out to the sky | adamların gökyüzüne uzanmış yumrukları |
the middle of the room | odanın ortası |
the more also /even more /the further | daha da |
the more also the darkness deepened | karanlık daha da koyulaşıyordu |
the more it deepened | koyulaştıkça |
the more it increased | arttıkça |
the more the darkness deepened | karanlık koyulaştıkça |
The more the darkness deepened the buzzing also approached. | Karanlık koyulaştıkça uğultu da yaklaşıyordu. |
the more the number of fireflies increased | ateşböceklerinin sayısı arttıkça |
The more the number of fireflies increased the more also the darkness deepened. | Ateşböceklerinin sayısı arttıkça karanlık daha da koyulaşıyordu. |
the noise was coming | ses geliyordu |
the number of the fireflies | ateşböceklerinin sayısı |
the numbers increased | sayılar artıyordu |
The numbers increased so fast (h) that... | sayılar o kadar hızlı artıyordu ki... |
The numbers increased so fast that she couldn't count any longer. | Sayılar o kadar hızlı artıyordu ki sayamaz oldu. |
the one at the door | kapıdaki |
The one at the door must have heard, since he didn't shout another time. | Kapıdaki duymuş olmalıydı, ki bir daha bağırmadı. |
The one at the door must have heard. | Kapıdaki duymuş olmalıydı. |
the only one /single | tek |
the only view she could choose | seçebildiği tek görüntü |
the owner | sahip |
the owner of the voice | sesin sahibi |
The owner of the voice repeated two words, two very familiar words. | İki sözcüğü tekrarlıyordu sesin sahibi, çok iyi tanıdığı iki sözcüğü. |
The owner of the voice repeated two words. (s) | İki sözcüğü tekrarlıyordu sesin sahibi. |
the owner of the voice was persistent | sesin sahibi inatçıydı |
the people / folk (h) | halk |
The room's door was knocked at like mad, that voice repeated her name without stopping: "Mrs. Esra... Mrs. Esra | Odanın kapısına çılgınca vuruluyor, o ses durmadan adını yineliyordu: 'Esra Hanım... Esra Hanım...' |
The room's door was knocked at like mad. | Odanın kapısına çılgınca vuruluyordu. |
The room's door was knocked at. | Odanın kapısına vuruluyordu. |
the ruined walls (s) of the ancient city | antik kentin yıkık surları |
the ruined walls(s) | yıkık surlar |
the same | aynı |
the sky | gökyüzü |
the small primary school room | küçük ilkokulun odası |
the small room of this primary school whose hallways were filled by village children | koridorlarını köy çocuklarının doldurduğu bu ilkokulun küçük odası |
the smallest | en küçük |
the smallest sign | en küçük belirti |
the smallest sign of furor | en küçük bir taşkınlık belirtisi |
the smell (pl) of oleander (pl) | zakkumların kokuları |
the sounds were coming from the fireflies | sesler ateşböceklerinden geliyordu |
the things in the room | odadaki eşyalar |
the things in the room gained back their own appearances | odadaki eşyalar kendi görünümlerini yeniden kazanıyordu |
the things in the small room of this primary school whose hallways were filled by village children | koridorlarını köy çocuklarının doldurduğu bu ilkokulun küçük odasındaki eşyalar |
the things that were in the small primary school room | küçük ilkokulun odasındaki eşyalar |
the town folk (k. h.) | kasaba halkı |
the view that she could choose | seçebildiği görüntü |
the walls (s) of the ancient city | antik kentin surları |
the wind breezing on her skin | teninde gezinen rüzgar |
the wind carried the scent (pl) | rüzgar kokuları taşıyordu |
their eyes fixed on her | gözlerini üzerine dikmiş |
their green flags | yeşil bayrakları |
Their number was increasing so fast that she couldn't count any longer. | Sayıları o kadar hızlı artıyordu ki sayamaz oldu. |
their own appearances | kendi görünümleri |
there is | var |
they all shouted out of one mouth | hep bir ağızdan haykırıyordu |
They all shouted out of one mouth: "Allahu akbar, Allahu akbar..." | Hep bir ağızdan haykırıyordu: 'Allahüekber, Allahüekber...' |
They were watching her as if they were one single person (i). | Sanki tek bir insanmış gibi onu izliyorlardı. |
They were watching her their eyes fixed on her as if they were one single person (i). | Sanki tek bir insanmış gibi gözlerini üzerine dikmiş onu izliyorlardı. |
They were watching her. | Onu izliyorlardı. |
thin /fine | ince |
things /goods /belongings | eşyalar |
thirty | otuz |
this | bu |
this firefly | bu ateşböceği |
this firefly being the only view she could choose | seçebildiği tek görüntü olan bu ateşböceği |
this primary school whose hallways were filled two months earlier by village children | koridorlarını daha iki ay önce köy çocuklarının doldurduğu bu ilkokul |
this school whose hallways were filled by village children | koridorlarını köy çocuklarının doldurduğu bu okul |
this sight petrified her | bu görüntü aklını başından alıyordu. |
though she couldn't understand | anlayamasa |
Though she still couldn't understand what it said | Hâlâ ne söylediğini anlayamasa |
three | üç |
thus (i) /voici /here it is / you see | işte |
Thus at that moment she noticed that she wasn't wearing anything but a t shirt. | İşte o anda üzerinde bir tişörten başka bir şey olmadığını fark etti |
Thus she noticed | işte fark etti |
Thus she noticed that she didn't have anything on but a t shirt | İşte üzerinde bir tişörten başka bir şey olmadığını fark etti |
tired | yorgun |
to appear (b) | belirmek |
to approach | yaklaşmak |
to approach by multiplying | çoğalarak yaklaşmak |
to be /become | olmak |
to be acquainted with | aşina olmak |
to be cut / to stop | kesilmek |
to be knocked /beaten | vurulmak |
to be mistaken /to be wrong | yanılmak |
to be shocked /to not know what hit s. o. | neye uğradığını şaşırmak |
to be sleepy | uyku sersemi olmak |
to be strained /tensed/ tightened | gerilmek |
to be surprised | şaşırmak |
to beat (heart) | çarpmak |
to beat (one time) / to knock | vurmak |
to begin | başlamak |
to begin to multiply/breed | çoğalmaya başlamak |
to breed /procreate /multiply | çoğalmak |
to bring (in) /to make/cause sthg to gain (k) | kazandırmak |
to call /shout /yell (s) | seslenmek |
to carry | taşımak |
to choose | seçmek |
to close sthg | kapa(t) mak |
to come | gelmek |
to come from far | uzaktan gelmek |
to continue /to keep on (in an annoying way) | -ip durmak |
to count | saymak |
to cut /to stop sthg | kesmek |
to deepen /darken /thicken | koyulaşmak |
to distinguish / perceive /choose | seçmek |
to drop back / to draw back /to recoil | gerilemek |
to fall / collapse /come down | çökmek |
to fall /collapse over the plain | ovaya çökmek |
to fasten on/ cling / glue / stick | yapışmak |
to feel | hissetmek |
To feel the wind breezing on her skin much more she closed her eyes. | Teninde gezinen rüzgar daha çok hissetmek için gözlerini kapadı. |
to fill | doldurmak |
to fill its hallways | koridorlarını doldurmak |
to filter in /drain (.. ü) | süzülmek |
to flee /escape /get away | kaçmak |
to gain back (again) their own appearances | kendi görünümlerini yeniden kazanmak |
to get angry | öfkelenmek |
to get out of the bed /to climb out of the bed /to get up | yataktan kalkmak |
to get stuck on (+dat) | yapışıp kalmak |
to get up | kalkmak |
to give rein to /to abandon oneself /to be seized /taken with /to give way to | kapılmak |
to glitter /sparkle | parıldamak |
to go | gitmek |
to go far away | uzağa gitmek |
to have on /to wear | üzerinde olmak |
to head for /steer for /direct oneself towards | yönelmek |
to hear | duymak |
to hear | duymak |
to increase / math: to add | artmak |
to interpret /commentate /decipher | yorumlamak |
to know (someone) / kennen | tanımak |
to lean against + dat. (y) | yaslanmak |
to lean against the stone wall of the ancient city | antik kentin taş duvarına yaslanmak |
to leave / quit | bırakmak |
to leave on the chair (i) (dative!) | iskemleye bırakmak |
to lift up | kaldırmak |
to light up /brighten /become clear | aydınlanmak |
to listen | dinlemek |
to make out /(figure out) | çıkarmak |
to move /stirr | kıpırdamak |
to multiply (math) | çarpmak |
to notice | fark etmek |
to open | açmak |
to open the door | kapıyı açmak |
to panic | paniklemek |
to pass /carry /stick (out /on) | geçirmek |
to pay attention /to be all ears | dikkat kesilmek |
to petrify (lit. to take the mind out of one's head) | aklını başından almak |
to play (music) | çalmak |
to protect with her hands | elleriyle korumak |
to put on /wear | giymek |
to reach / to be extended /outstretched | uzanmak |
to recoil panicking | panikleyerek gerilemek |
to repeat | tekrarlamak |
to repeat / quote (y) | yinelemek |
to repeat non stop | durmadan yinelemek |
to rise /swell | yükselmek |
to rush /dash | -a - e doğru atılmak |
to save | kurtarmak |
to say | söylemek |
to see | görmek |
to set on /fix /rest on | dikmek |
to shout /scream | haykırmak |
to show | göstermek |
to smile | gülümsemek |
to stop | durmak |
to stop s. o. /sthg | durdurmak |
to straighten up (oneself) | doğrulmak |
to stroll /stray /wander about /breeze (wind) | gezinmek |
to succeed | başarmak |
to suppress | bastırmak |
to tear /claw /rip (up) | yırtmak |
to tear away / pull off /snatch | koparmak |
to tear off (lit. to tear and go out) | yırtıp çıkmak |
to the one at the door | kapıdakine |
to the sky | gökyüzüne |
to think | düşünmek |
to try (ç) to protect | korumaya çalışmak |
to try / to work / to study | çalışmak |
to understand | anlamak |
to understand | anlamak |
to vanish | yok olmak |
to visit /run into /meet/experience (u) | uğramak |
to wait | beklemek |
to watch (i) | izlemek |
to wave /ripple /float /undulate /flutter | dalgalanmak |
to wonder | merak etmek |
to yell /shout /scream (b) | bağırmak |
torch / Fackel | meşale |
town (k) | kasaba |
trousers | pantolon |
trying to protect her head with her hands | başını elleriyle korumaya çalışarak |
trying to protect her head with her hands she began to wait | başını elleriyle korumaya çalışarak beklemeye başladı |
Trying to protect her head with her hands she began to wait with fear for the first blow landing on her body. | Başını elleriyle korumaya çalışarak bedenine inecek ilk darbeyi korkuyla beklemeye başladı. |
twenty | yirmi |
twenty-one | yirmi bir |
two | iki |
two months ago | iki ay önce |
two months earlier | daha iki ay önce |
two very familiar words | çok iyi tanıdığı iki sözcüğü |
two words (s) | iki sözcük |
until she opened the door | kapıyı açıncaya kadar |
until she opened the door and perceived (s) his shy, black eyes | Kapıyı açıp ürkek, kara gözlerini seçinceye kadar |
until she opened the door and perceived (s) his shy, black eyes, she couldn't tell that this voice belonged to Captain Eşref. | Kapıyı açıp ürkek, kara gözlerini seçinceye kadar bu sesin Yüzbaşı Eşref'e ait olduğunu anlayamadı. |
Until she opened the door she couldn't tell that this voice belonged to Captain Eşref. | Kapıyı açıncaya kadar bu sesin Yüzbaşı Eşref'e ait olduğunu anlayamadı. |
until she perceived (s) | seçinceye kadar |
until she perceived (s) his shy, black eyes | ürkek, kara gözlerini seçinceye kadar |
very old | çok eski |
view | görüntü |
village | köy |
village children | köy çocukları |
voice /noise /sound | ses |
wall | duvar |
wall (s) | sur |
wave | dalga |
wave by wave | dalga dalga |
well known / very familiar | çok bildik |
what | ne |
what | ne |
what he/she/it said | ne söylediği |
when she came | gelince |
when she came to the middle of the room | odanın ortasına gelince |
When she came to the middle of the room, she stopped. | Odanın ortasına gelince, durdu. |
when she closed | kapayınca |
when she closed her eyes | gözlerini kapayınca |
When she closed her eyes the breeze suddenly (a) stopped. | Gözlerini kapayınca esinti aniden kesildi. |
when she saw him | onu görünce |
When she saw him, Esra's lips began to smile on their own account. | Onu görünce Esra'nın dudakları kendiliğinden gülümsemeye başladı. |
when she understood | anlayınca |
when she understood the words | sözcükleri anlayınca |
When she understood the words, the inside of the room brightened. | Sözcükleri anlayınca, odanın içi aydınlandı. |
when the crowd approached | Kalabalık yaklaşırken |
when the crowd approached step by step without getting angry | Kalabalık öfkelenmeden adım adım yaklaşırken |
when the crowd approached step by step without getting angry, without showing the slightest (k) sign of furor, they all shouted out of one mouth: 'Allahu akbar, Allahu akbar...' | Kalabalık öfkelenmeden en küçük bir taşkınlık belirtisi göstermeden, adım adım yaklaşırken hep bir ağızdan haykırıyordu:'Allahüekber, Allahüekber...' |
when the crowd approached step by step without getting angry, without showing the slightest sign of furor | Kalabalık öfkelenmeden, en küçük bir taşkınlık belirtisi göstermeden, adım adım yaklaşırken |
where | nerede |
where are her friends | arkadaşları nerede |
which was at the bedside | yatağın başındaki |
While putting on the trousers | pantolonu giyerken |
While putting on the trousers, she thought she knew the owner of the voice, but because she was sleepy she couldn't make out who it was. | Pantolonu giyerken sesin sahibini tanıdığını düşündü, ama uyku sersemi olduğu için kim olduğunu çıkaramıyordu. |
While putting on the trousers, she thought she knew the owner of the voice, but because she was sleepy she didn't make out who it was. | Pantolonu giyerken sesin sahibini tanıdığını düşündü, ama uyku sersemi olduğu için kim olduğunu çıkarmıyordu. |
who | kim |
who it was | kim olduğu |
whole /all | bütün |
wind | rüzgar |
window | pencere |
with determination | kararlılıkla |
With determination he repeated the same words. | Kararlılıkla aynı sözcükleri tekrarlıyordu. |
with fear | korkuyla |
with fear | korkuyla |
with her hands | elleriyle |
with patience | sabırla |
with slow steps | ağır adımlarla |
with steps | adımlarla |
with torches | meşalelerle |
with torches in their hands | ellerinde meşalelerle |
within the shadows | gölgeler içinde |
without getting angry | öfkelenmeden |
without knowing | bilmeden |
without knowing what (dat.) had happened (u) | neye uğradığını bilmeden |
without showing | göstermeden |
without showing a sign | belirti göstermeden |
without showing a sign of furor | bir taşkınlık belirtisi göstermeden |
without stopping /non stop | durmadan |
Without thinking anything | Hiçbir şey düşünmeden |
Without thinking anything she rushed to the door. | Hiçbir şey düşünmeden kapıya doğru atıldı. |
word (s) | sözcük |
word(s) | sözcük |
yes | evet |
Yes, she hadn't been mistaken | Evet, yanılmamıştı |
Yes, she hadn't been mistaken, the sounds were coming from the fireflies. | Evet yanılmamıştı sesler ateşböceklerinden geliyordu. |
you can't /couldn't count any longer | sayamaz oldun |
your (pl/ formal) basket | sepetiniz |