Reading Turkish: Patasana - Ahmet Ümit

QuestionAnswer
'Now nothing can save me anymore' she thought, being seized by terror.
'Artık beni hiçbir şey kurtaramaz' diye düşündü dehşete kapılarak.
'Now nothing can save me anymore' she thought.
'Artık beni hiçbir şey kurtaramaz' diye düşündü.
'I need to flee,' she thought, but she couldn't flee, she just stood like this at the ancient wall which she got stuck to, her eyes fixed on the approaching crowd.
'Kaçmam gerek,' diye düşünüyor ama kaçamıyor, yapışıp kaldığı antik duvarda gözlerini yaklaşan kalabalığa dikmiş, öylece duruyordu.
'I need to flee,' she thought, but she couldn't flee, she just stood like this.
'Kaçmam gerek,' diye düşünüyor ama kaçamıyor, öylece duruyordu.
"I need to flee," she thought, but she couldn't flee.
'Kaçmam gerek,' diye düşünüyor ama kaçamıyordu.
"I need to flee," she thought.
'Kaçmam gerek,' diye düşünüyordu.
to rush /dash
-a - e doğru atılmak
to continue /to keep on (in an annoying way)
-ip durmak
hastily /in a hurry
aceleyle
she hastily got up
aceleyle kalktı
man (a)
adam
the men's fists stretched out to the sky
adamların gökyüzüne uzanmış yumrukları
the men's fists
adamların yumrukları
step
adım
step
adım
step by step
adım adım
with steps
adımlarla
belonging to (defect verbform + Dat. )
ait
mind / reason / intelligence
akıl
to petrify (lit. to take the mind out of one's head)
aklını başından almak
God is great. (Allahu akbar)
Allahüekber
six
altı
sixty
altmış
but
ama
but strangely she wasn't wondering where her friends were
ama tuhaftır arkadaşlarının nerede olduğunu merak etmiyordu
but because she was sleepy
ama uyku sersemi olduğu için
only /merely /lediglich
ancak
Only the walls of the ancient city stopped her.
Ancak antik kentin surları onu durdurdu.
Only the ruined walls (s) of the ancient city stopped her.
Ancak antik kentin yıkık surları onu durdurdu.
But /However (a) instead of the blow came a voice.
Ancak darbe yerine bir ses geldi.
suddenly (a)
aniden
to understand
anlamak
to understand
anlamak
She tried to understand
Anlamaya çalıştı.
she couldn't understand
anlayamadı
she couldn't understand /she couldn't tell
anlayamadı
though she couldn't understand
anlayamasa
when she understood
anlayınca
suddenly
ansızın
ancient (a)
antik
the ancient city
antik kent
the walls (s) of the ancient city
antik kentin surları
the ancient city's stone wall
antik kentin taş duvarı
to lean against the stone wall of the ancient city
antik kentin taş duvarına yaslanmak
leaned against the stone wall of the ancient city
antik kentin taş duvarına yaslanmış
Leaned against the stone wall of the ancient city she watched the firefly.
Antik kentin taş duvarına yaslanmış ateşböceğini izliyordu.
Leaned against the stone wall of the ancient city she watched the firefly, being the only view she could choose.
Antik kentin taş duvarına yaslanmış seçebildiği tek görüntü olan bu ateşböceğini izliyordu.
the ruined walls (s) of the ancient city
antik kentin yıkık surları
friend
arkadaş
friends
arkadaşlar
her friends
arkadaşları
where are her friends
arkadaşları nerede
she was wondering where were her friends
arkadaşlarının nerede olduğunu merak ediyordu
she wasn't wondering where her friends were
arkadaşlarının nerede olduğunu merak etmiyordu
to increase / math: to add
artmak
the more it increased
arttıkça
fire
ateş
The fireflies multiplied.
Ateşböcekleri çoğaldı.
the number of the fireflies
ateşböceklerinin sayısı
the more the number of fireflies increased
ateşböceklerinin sayısı arttıkça
The more the number of fireflies increased the more also the darkness deepened.
Ateşböceklerinin sayısı arttıkça karanlık daha da koyulaşıyordu.
firefly
ateşböceği
she was watching the firefly
ateşböceğini izliyordu
she saw that the firefly began to multiply
ateşböceğinin çoğalmaya başladığını gördü
she saw that the firefly began to multiply, two, five, eight...
Ateşböceğinin çoğalmaya başladığını gördü, iki, beş, sekiz...
month
ay
to light up /brighten /become clear
aydınlanmak
the same
aynı
he repeated the same words
aynı sözcükleri tekrarlıyordu
to open
açmak
she opened
açtı
slow /heavy
ağır
with slow steps
ağır adımlarla
slow but steady steps
ağır ama kararlı adımlar
mouth
ağız
a familiar melody /a melody she was acquainted with
aşina olduğu bir ezgi
it was to her ear as if a melody she was acquainted with was playing
aşina olduğu bir ezgi çalınır gibi oldu kulağına
to be acquainted with
aşina olmak
strong enough to supress
bastıracak kadar güçlü
to suppress
bastırmak
faint
baygın
flag
bayrak
to yell /shout /scream (b)
bağırmak
head
baş
to succeed
başarmak
trying to protect her head with her hands
başını elleriyle korumaya çalışarak
Trying to protect her head with her hands she began to wait with fear for the first blow landing on her body.
Başını elleriyle korumaya çalışarak bedenine inecek ilk darbeyi korkuyla beklemeye başladı.
trying to protect her head with her hands she began to wait
başını elleriyle korumaya çalışarak beklemeye başladı
She lifted her head, fixing her eyes onto the darkness behind the crowd, she tried to understand the voice.
Başını kaldırdı, gözlerini kalabalığın arkasındaki karanlığa dikerek sesi anlamaya çalıştı.
She lifted her head.
Başını kaldırdı.
another thing
başka bir şey
to begin
başlamak
body (b)
beden
landing on her body (going to land)
bedenine inecek
the first blow landing on her body
bedenine inecek ilk darbe
she waited
bekledi
to wait
beklemek
she began to wait
beklemeye başladı
to appear (b)
belirmek
sign /symptom
belirti
without showing a sign
belirti göstermeden
thank God /abundance
bereket
Thank God the owner of the voice was persistent.
Bereket sesin sahibi inatçıydı.
five
beş
five, six, seven, eight
beş, altı, yedi, sekiz
without knowing
bilmeden
a /one
bir
1+1 = 2
bir artı bir eşittir iki.
like a firefly
bir ateşböceği gibi
it glittered like a firefly
bir ateşböceği gibi parıldadı
it kept sparkling like a firefly
bir ateşböceği gibi parıldayıp duruyordu
out of one mouth
bir ağızdan
another time /once more /again
bir daha
He didn't shout (b) another time.
Bir daha bağırmadı.
One minute, I am coming!
Bir dakika, geliyorum!
a melody
bir ezgi
like a melody was played
bir ezgi çalınır gibi
it was to her ear as if a melody was playing
bir ezgi çalınır gibi oldu kulağına
a melody was playing
bir ezgi çalıyordu
a mask
bir maske
a stone
bir taş
a stone or a fist
bir taş ya da bir yumruk
without showing a sign of furor
bir taşkınlık belirtisi göstermeden
a t shirt
bir tişört
other than a t-shirt
bir tişörten başka bir şey
a place
bir yer
from some place (pl)
bir yerlerden
one, two, three
bir, iki, üç,
one, two, three, four, five
bir, iki, üç, dört, beş
to leave / quit
bırakmak
suddenly (b)
birden
Suddenly (b) the fireflies vanished.
Birden ateşböcekleri yok oldu.
this
bu
this firefly
bu ateşböceği
this sight petrified her
bu görüntü aklını başından alıyordu.
onto the faces of these people (i)
bu insanların yüzüne
that this voice belonged to Captain Eşref
bu sesin Yüzbaşı Eşref'e ait olduğu
She couldn't tell that this voice belonged to Captain Eşref.
Bu sesin Yüzbaşı Eşref'e ait olduğunu anlayamadı.
insect /bug
böcek
whole /all
bütün
her whole body
bütün bedeni
She felt all of her body.
Bütün bedeni hissetti.
All of her body tensed with fear.
Bütün bedeni korkuyla gerildi.
She felt that all of her body tensed with fear .
Bütün bedeninin korkuyla gerildiğini hissetti.
all of the town folk
bütün kasaba halkı
All of the town folk were against her /opposite her.
Bütün kasaba halkı karşısındaydı.
fascinated
büyülenmiş gibi
Fascinated she kept listening to the voice.
Büyülenmiş gibi, sesi dinleyip duruyordu.
and /also
da - de
the more also /even more /the further
daha da
two months earlier
daha iki ay önce
the hallways that had been filled two months earlier by village children
daha iki ay önce köy çocuklarının doldurduğu koridorlar
better
daha iyi
much more
daha çok
in order to feel much more
daha çok hissetmek için
minute
dakika
wave
dalga
wave by wave
dalga dalga
the buzz increasing wave by wave
dalga dalga yükselen uğultu
fluttering green flags
dalgalanan yeşil bayraklar
to wave /ripple /float /undulate /flutter
dalgalanmak
hit /blow
darbe
instead of the blow
darbe yerine
horror / terror /dread
dehşet
seized by terror
dehşete kapılarak
crazily /madly
delice
She paid attention
dikkat kesildi
to pay attention /to be all ears
dikkat kesilmek
to set on /fix /rest on
dikmek
to listen
dinlemek
she kept listening
dinleyip duruyordu
ninety
doksan
to fill
doldurmak
to straighten up (oneself)
doğrulmak
lips
dudaklar
her lips began to smile
dudakları gülümsemeye başladı
to stop s. o. /sthg
durdurmak
without stopping /non stop
durmadan
to repeat non stop
durmadan yinelemek
to stop
durmak
wall
duvar
from the wall
duvardan
she could hear
duyabiliyordu
she heard
duydu
to hear
duymak
to hear
duymak
He must have heard.
duymuş olmalıydı
four
dört
dream (d)
düş
the excitement of the dream
düşün heyecanı
to think
düşünmek
hand
el
her hands
elleri
in their hands
ellerinde
with torches in their hands
ellerinde meşalelerle
people with torches in their hands
ellerinde meşalelerle insanlar
with her hands
elleriyle
to protect with her hands
elleriyle korumak
fifty
elli
the smallest
en küçük
the smallest sign
en küçük belirti
the smallest sign of furor
en küçük bir taşkınlık belirtisi
breeze
esinti
the breeze stopped
esinti kesildi
old (e)
eski
Esra's lips began to smile.
Esra'nın dudakları gülümsemeye başladı.
Esra's lips began to smile by themselves.
Esra'nın dudakları kendiliğinden gülümsemeye başladı.
yes
evet
Yes, she hadn't been mistaken, the sounds were coming from the fireflies.
Evet yanılmamıştı sesler ateşböceklerinden geliyordu.
Yes, she hadn't been mistaken
Evet, yanılmamıştı
makes /equals (math)
eşittir
things /goods /belongings
eşyalar
to notice
fark etmek
when she came
gelince
it came
geliyordu
to come
gelmek
to drop back / to draw back /to recoil
gerilemek
to be strained /tensed/ tightened
gerilmek
behind (g)
gerisinde
to stroll /stray /wander about /breeze (wind)
gezinmek
to pass /carry /stick (out /on)
geçirmek
like
gibi
to go
gitmek
to put on /wear
giymek
the sky
gökyüzü
to the sky
gökyüzüne
reaching/raised to the sky
gökyüzüne uzanmış
shadow
gölge
within the shadows
gölgeler içinde
the light moving within the shadows
gölgeler içinde kıpırdayan ışık
The light moving within the shadows passed a strange (t) mask onto the faces of these people she knew, this sight petrified her.
Gölgeler içinde kıpırdayan ışık, tanıdığı bu insanların yüzüne tuhaf bir maske geçiriyor, bu görüntü aklını başından alıyordu.
the light moving within the shadows passed a strange (t) mask onto the faces of these people she knew.
Gölgeler içinde kıpırdayan ışık, tanıdığı bu insanların yüzüne tuhaf bir maske geçiriyordu.
She saw
gördü
the dream she had seen
gördüğü düş
to see
görmek
view
görüntü
image /sight /display / view
görüntü
appearance
görünüm
without showing
göstermeden
to show
göstermek
eye
göz
her eyes
gözleri
Her eyes on the "light crowd"
Gözleri ışık kalabalığında
Her eyes on the "light crowd", her ear on the buzzing, she waited with patience.
Gözleri ışık kalabalığında, kulağı uğultuda, sabırla bekledi.
Her eyes on the "light crowd", she waited with patience.
Gözleri ışık kalabalığında, sabırla bekledi.
Her eyes on the 'light crowd' approaching by multiplying
Gözleri çoğalarak yaklaşan ışık kalabalığında
Her eyes on the "light crowd" approaching by multiplying, her ear on the wave by wave increasing buzz, she waited with patience.
Gözleri çoğalarak yaklaşan ışık kalabalığında, kulağı dalga dalga yükselen uğultuda, sabırla bekledi.
she opened her eyes
gözlerini açtı
fixing her eyes onto the darkness behind the crowd
gözlerini kalabalığın arkasındaki karanlığa dikerek
she closed her eyes
gözlerini kapadı
when she closed her eyes
gözlerini kapayınca
When she closed her eyes the breeze suddenly (a) stopped.
Gözlerini kapayınca esinti aniden kesildi.
fixing her eyes onto the darkness
gözlerini karanlığa dikerek
fixing her eyes onto the darkness she tried to understand the voice
gözlerini karanlığa dikerek sesi anlamaya çalıştı
her eyes fixed on the approaching crowd
gözlerini yaklaşan kalabalığa dikmiş
their eyes fixed on her
gözlerini üzerine dikmiş
chest (body)
göğüs
rib cage /Brustkorb
göğüs kafesi
as if it was going to tear her rib cage apart
göğüs kafesini yırtıp çıkacakmış gibi
to smile
gülümsemek
she began to smile
gülümsemeye başladı
nice / beautiful
güzel
Nice. You have sixty words in your basket.
Güzel. Sepetinizde altmış sözcük var.
Nice. You have ninety words in your basket.
Güzel. Sepetinizde doksan sözcük var.
Nice. You have fifty words in your basket.
Güzel. Sepetinizde elli sözcük var.
Nice. You have two hundred and fifty words in your basket.
Güzel. Sepetinizde iki yüz elli tane sözcük var.
Nice. You have two hundred words in your basket.
Güzel. Sepetinizde iki yüz tane sözcük var.
Nice. You have forty words in your basket.
Güzel. Sepetinizde kırk sözcük var.
Nice. There are /you have ten words in your basket.
Güzel. Sepetinizde on sözcük var.
Nice. You have thirty words in your basket.
Güzel. Sepetinizde otuz sözcük var.
Nice. You have eighty words in your basket.
Güzel. Sepetinizde seksen sözcük var.
Nice. You have seventy words in your basket.
Güzel. Sepetinizde yetmiş sözcük var.
Nice. You have twenty words in your basket.
Güzel. Sepetinizde yirmi sözcük var.
Nice. You have hundred and sixty words in your basket.
Güzel. Sepetinizde yüz altmış tane sözcük var.
Nice. You have hundred and ninety words in your basket.
Güzel. Sepetinizde yüz doksan tane sözcük var.
Nice. You have hundred and fifty words in your basket.
Güzel. Sepetinizde yüz elli tane sözcük var.
Nice. You have hundred and forty words in your basket.
Güzel. Sepetinizde yüz kırk tane sözcük var.
Nice. You have hundred and ten words in your basket.
Güzel. Sepetinizde yüz on tane sözcük var.
Nice. You have hundred and thirty words in your basket.
Güzel. Sepetinizde yüz otuz tane sözcük var.
Nice. You have hundred and eighty words in your basket.
Güzel. Sepetinizde yüz seksen tane sözcük var.
Nice. You have hundred words in your basket.
Güzel. Sepetinizde yüz sözcük var.
Nice. You have hundred and seventy words in your basket.
Güzel. Sepetinizde yüz yetmiş tane sözcük var.
Nice. You have hundred and twenty words in your basket.
Güzel. Sepetinizde yüz yirmi tane sözcük var.
Nice. You have three hundred words in your basket.
Güzel. Sepetinizde üç yüz tane sözcük var.
strong
güçlü
the people / folk (h)
halk
to shout /scream
haykırmak
all (h)
hep
they all shouted out of one mouth
hep bir ağızdan haykırıyordu
They all shouted out of one mouth: "Allahu akbar, Allahu akbar..."
Hep bir ağızdan haykırıyordu: 'Allahüekber, Allahüekber...'
any moment
her an
Any moment a stone or a fist could land on her head.
Her an başına bir taş ya da bir yumruk inebilirdi.
excitement / agitation /emotion, /enthusiasm /Aufregung
heyecan
to feel
hissetmek
quickly (in one sudden movement)
hızla
She quickly straightened up in the bed.
Hızla doğruldu yatakta.
She quickly straightened up.
Hızla doğruldu.
fast (h)
hızlı
nothing
hiçbir şey
nothing /anything
hiçbir şey
nothing can save me
hiçbir şey beni kurtaramaz
Without thinking anything
Hiçbir şey düşünmeden
Without thinking anything she rushed to the door.
Hiçbir şey düşünmeden kapıya doğru atıldı.
still
hâlâ
Though she still couldn't understand what it said
Hâlâ ne söylediğini anlayamasa
And though she still couldn't understand what it said
Hâlâ ne söylediğini anlayamasa da
And though she still couldn't understand what it said it was to her ear like a melody she was acquainted with was playing
Hâlâ ne söylediğini anlayamasa da aşina olduğu bir ezgi çalınır gibi oldu kulağına.
two
iki
two months ago
iki ay önce
two words (s)
iki sözcük
he repeated two words (s)
iki sözcüğü tekrarlıyordu
the first
ilk
the first blow
ilk darbe
primary school
ilkokul
persistent
inatçı
he was persistent
inatçıydı
thin /fine
ince
a fine wind
ince bir rüzgar
a fine wind carried the smell from some place (pl)
ince bir rüzgar kokuları taşıyordu bir yerlerden
it could come down /it could land
inebilirdi
people /humans
insanlar
People appeared.
insanlar belirdi.
chair (i)
iskemle
to leave on the chair (i) (dative!)
iskemleye bırakmak
good
iyi
to watch (i)
izlemek
she was watching
izliyordu
the inside
in
içinde
light
ışık
"light crowd"
ışık kalabalığı
The light caused the things in the room to gain back their own appearance.
Işık odadaki eşyalara kendi görünümlerini yeniden kazandırıyordu.
The light began to cause the things in the room to regain their own appearance.
Işık odadaki eşyalara kendi görünümlerini yeniden kazandırmaya başladı.
She saw the light.
Işığı gördü.
thus (i) /voici /here it is / you see
işte
Thus she noticed
işte fark etti
cage
kafes
crowd
kalabalık
The crowd approached with slow steps.
Kalabalık ağır adımlarla yaklaşıyordu.
The crowd approached with slow but steady steps.
Kalabalık ağır ama kararlı adımlarla yaklaşıyordu.
The crowd approached with slow but steady steps: "Allahu akbar. Allahu akbar..."
Kalabalık ağır ama kararlı adımlarla yaklaşıyordu: 'Allahüekber, Allahüekber...'
when the crowd approached
Kalabalık yaklaşırken
The crowd approached
Kalabalık yaklaşıyordu.
when the crowd approached step by step without getting angry
Kalabalık öfkelenmeden adım adım yaklaşırken
when the crowd approached step by step without getting angry, without showing the slightest (k) sign of furor, they all shouted out of one mouth: 'Allahu akbar, Allahu akbar...'
Kalabalık öfkelenmeden en küçük bir taşkınlık belirtisi göstermeden, adım adım yaklaşırken hep bir ağızdan haykırıyordu:'Allahüekber, Allahüekber...'
when the crowd approached step by step without getting angry, without showing the slightest sign of furor
Kalabalık öfkelenmeden, en küçük bir taşkınlık belirtisi göstermeden, adım adım yaklaşırken
the darkness behind the crowd
kalabalığın arkasındaki karanlık
to lift up
kaldırmak
to get up
kalkmak
to close sthg
kapa(t) mak
when she closed
kapayınca
door
kapı
at the door
kapıda
the one at the door
kapıdaki
The one at the door must have heard, since he didn't shout another time.
Kapıdaki duymuş olmalıydı, ki bir daha bağırmadı.
The one at the door must have heard.
Kapıdaki duymuş olmalıydı.
to the one at the door
kapıdakine
"One minute, I am coming, " she shouted (s) to the one at the door.
Kapıdakine 'Bir dakika, geliyorum,' seslendi.
She shouted(s) to the one at the door.
Kapıdakine seslendi.
to give rein to /to abandon oneself /to be seized /taken with /to give way to
kapılmak
one step behind (g) the door
kapının bir adım gerisinde
He was standing one step behind the door.
kapının bir adım gerisinde duruyordu
One step behind (g) the door stood Captain Eşref.
Kapının bir adım gerisinde duruyordu Yüzbaşı Eşref.
behind (g) the door
kapının gerisinde
she rushed to the door
kapıya doğru atıldı
until she opened the door
kapıyı açıncaya kadar
Until she opened the door she couldn't tell that this voice belonged to Captain Eşref.
Kapıyı açıncaya kadar bu sesin Yüzbaşı Eşref'e ait olduğunu anlayamadı.
until she opened the door and perceived (s) his shy, black eyes
Kapıyı açıp ürkek, kara gözlerini seçinceye kadar
until she opened the door and perceived (s) his shy, black eyes, she couldn't tell that this voice belonged to Captain Eşref.
Kapıyı açıp ürkek, kara gözlerini seçinceye kadar bu sesin Yüzbaşı Eşref'e ait olduğunu anlayamadı.
And until she opened the door and perceived (s) his shy, black eyes, she couldn't tell that this voice belonged to Captain Eşref.
Kapıyı açıp ürkek, kara gözlerini seçinceye kadar da bu sesin Yüzbaşı Eşref'e ait olduğunu anlayamadı.
she opened the door and...
kapıyı açıp...
to open the door
kapıyı açmak
darkness
karanlık
the more also the darkness deepened
karanlık daha da koyulaşıyordu
the darkness deepened
karanlık koyulaşıyordu
the more the darkness deepened
karanlık koyulaştıkça
The more the darkness deepened the buzzing also approached.
Karanlık koyulaştıkça uğultu da yaklaşıyordu.
in the darkness she saw their fluttering green flags
karanlıkta dalgalanan yeşil bayraklarını gördü
in the darkness she saw
karanlıkta gördü
in the darkness she saw their green flags
karanlıkta yeşil bayraklarını gördü
in the darkness
karanlığın içinde
People appeared in the darkness with torches in their hands.
Karanlığın içinde ellerinde meşalelerle insanlar belirdi.
People appeared in the darkness.
Karanlığın içinde insanlar belirdi.
decisive /determined/firm /steady
kararlı
determination
kararlılık
with determination
kararlılıkla
With determination he repeated the same words.
Kararlılıkla aynı sözcükleri tekrarlıyordu.
against /opposite / before /towards /facing
karşı
opposite her /facing her /against her
karşısında
he was against her
karşısındaydı
town (k)
kasaba
the town folk (k. h.)
kasaba halkı
to bring (in) /to make/cause sthg to gain (k)
kazandırmak
she couldn't escape
kaçamıyordu
to flee /escape /get away
kaçmak
I need to flee
kaçmam gerek
(one's) own
kendi
their own appearances
kendi görünümleri
to gain back (again) their own appearances
kendi görünümlerini yeniden kazanmak
by themselves /on their own account
kendiliğinden
city (k)
kent
to be cut / to stop
kesilmek
to cut /to stop sthg
kesmek
linen /Leinen
keten
linen trousers /Leinenhose
keten pantolon
who
kim
who it was
kim olduğu
she didn't figure out who it was
kim olduğunu çıkarmıyordu
to move /stirr
kıpırdamak
forty
kırk
scent /smell
koku
pulling off
kopararak
to tear away / pull off /snatch
koparmak
floor /hallway
koridor
this primary school whose hallways were filled two months earlier by village children
koridorlarını daha iki ay önce köy çocuklarının doldurduğu bu ilkokul
to fill its hallways
koridorlarını doldurmak
the small room of this primary school whose hallways were filled by village children
koridorlarını köy çocuklarının doldurduğu bu ilkokulun küçük odası
the things in the small room of this primary school whose hallways were filled by village children
koridorlarını köy çocuklarının doldurduğu bu ilkokulun küçük odasındaki eşyalar
this school whose hallways were filled by village children
koridorlarını köy çocuklarının doldurduğu bu okul
fear
korku
fear
korku
with fear
korkuyla
with fear
korkuyla
to try (ç) to protect
korumaya çalışmak
jeans
kot
cotton
koton
to deepen /darken /thicken
koyulaşmak
the more it deepened
koyulaştıkça
ear
kulak
her ear on the wave by wave increasing buzz
kulağı dalga dalga yükselen uğultuda
her ear on the buzzing
kulağı uğultuda
her ear on the rising buzz
kulağı yükselen uğultuda
to save
kurtarmak
village
köy
village children
köy çocukları
small
küçük
the small primary school room
küçük ilkokulun odası
the things that were in the small primary school room
küçük ilkokulun odasındaki eşyalar
she was wondering
merak ediyordu
to wonder
merak etmek
she was not wondering
merak etmiyordu
curiously
merakla
curiously she opened her eyes
merakla gözlerini açtı
torch / Fackel
meşale
in the light of the torches
meşalelerin ışığında
In the light of the torches she saw the men's fists stretched out to the sky.
Meşalelerin ışığında adamların gökyüzüne uzanmış yumruklarını gördü.
In the light of the torches she saw the men's fists stretched out to the sky, in the darkness she saw their fluttering green flags.
Meşalelerin ışığında adamların gökyüzüne uzanmış yumruklarını, karanlıkta dalgalanan yeşil bayraklarını gördü.
In the light of the torches she saw the men's fists.
Meşalelerin ışığında adamların yumruklarını gördü.
In the light of the torches she saw the men's fists, in the darkness she saw their green flags.
Meşalelerin ışığında adamların yumruklarını, karanlıkta yeşil bayraklarını gördü.
in the light of the torches she saw
meşalelerin ışığında gördü
with torches
meşalelerle
chorus
nakarat
what
ne
what
ne
what he/she/it said
ne söylediği
where
nerede
without knowing what (dat.) had happened (u)
neye uğradığını bilmeden
Not knowing what was going on, she hastily got up.
Neye uğradığını bilmeden, aceleyle kalktı yataktan.
to be shocked /to not know what hit s. o.
neye uğradığını şaşırmak
at that moment
o anda
so fast that..
o kadar hızlı ki
That voice was repeating her name without stopping
O ses durmadan adını yineliyordu
room
oda
the things in the room
odadaki eşyalar
the things in the room gained back their own appearances
odadaki eşyalar kendi görünümlerini yeniden kazanıyordu
the inside of the room
odanın içi
the inside of the room brightened
odanın içi aydınlandı
the door of the room
odanın kapısı
The room's door was knocked at.
Odanın kapısına vuruluyordu.
The room's door was knocked at like mad, that voice repeated her name without stopping: "Mrs. Esra... Mrs. Esra
Odanın kapısına çılgınca vuruluyor, o ses durmadan adını yineliyordu: 'Esra Hanım... Esra Hanım...'
The room's door was knocked at like mad.
Odanın kapısına çılgınca vuruluyordu.
the middle of the room
odanın ortası
when she came to the middle of the room
odanın ortasına gelince
When she came to the middle of the room, she stopped.
Odanın ortasına gelince, durdu.
school
okul
being
olan
to be /become
olmak
ten
on
her
onu
when she saw him
onu görünce
When she saw him, Esra's lips began to smile on their own account.
Onu görünce Esra'nın dudakları kendiliğinden gülümsemeye başladı.
They were watching her.
Onu izliyorlardı.
middle
orta
thirty
otuz
(the) plain /meadow
ova
in the darkness falling (ç) suddenly over the plain it kept sparkling like a firefly.
Ovaya ansızın çöken karanlığın içinde bir ateşböceği gibi parıldayıp duruyordu.
the darkness falling (ç) over the plain
ovaya çöken karanlık
the darkness falling (ç) over the plain
ovaya çöken karanlık
in the darkness falling (ç) over the plain
ovaya çöken karanlığın içinde
in the darkness falling (ç) over the plain it kept sparkling like a firefly.
Ovaya çöken karanlığın içinde bir ateşböceği gibi parıldayıp duruyordu.
to fall /collapse over the plain
ovaya çökmek
to panic
paniklemek
she recoiled panicking
panikleyerek geriledi
to recoil panicking
panikleyerek gerilemek
trousers
pantolon
While putting on the trousers
pantolonu giyerken
While putting on the trousers, she thought she knew the owner of the voice, but because she was sleepy she couldn't make out who it was.
Pantolonu giyerken sesin sahibini tanıdığını düşündü, ama uyku sersemi olduğu için kim olduğunu çıkaramıyordu.
While putting on the trousers, she thought she knew the owner of the voice, but because she was sleepy she didn't make out who it was.
Pantolonu giyerken sesin sahibini tanıdığını düşündü, ama uyku sersemi olduğu için kim olduğunu çıkarmıyordu.
to glitter /sparkle
parıldamak
it was continuing to sparkle/it kept sparkling
parıldayıp duruyordu
window
pencere
from the window
pencereden
the light filtering in from the window
pencereden süzülen ışık
The light filtering in from the window began to cause the things in the room to regain their own appearance.
Pencereden süzülen ışık odadaki eşyalara kendi görünümlerini yeniden kazandırmaya başladı.
The light filtering in from the window began to cause the things in the little room of this primary school whose hallways had been filled two months earlier by village children to regain their own appearance.
Pencereden süzülen ışık, daha iki ay önce koridorlarını köy çocuklarının doldurduğu bu ilkokulun küçük odasındaki eşyalara kendi görünümlerini yeniden kazandırmaya başladı.
wind
rüzgar
the wind carried the scent (pl)
rüzgar kokuları taşıyordu
with patience
sabırla
she waited with patience
sabırla bekledi
the owner
sahip
calm
sakin
She tried to be calm.
Sakin olmaya çalıştı.
as if
sanki
As if they were one single person (i)
Sanki tek bir insanmış gibi
They were watching her their eyes fixed on her as if they were one single person (i).
Sanki tek bir insanmış gibi gözlerini üzerine dikmiş onu izliyorlardı.
They were watching her as if they were one single person (i).
Sanki tek bir insanmış gibi onu izliyorlardı.
she can't count
sayamaz
she can't/ couldn't count anymore/any longer
sayamaz oldu
I can't/couldn't count any longer
sayamaz oldum
you can't /couldn't count any longer
sayamaz oldun
number
sayı
the numbers increased
sayılar artıyordu
The numbers increased so fast that she couldn't count any longer.
Sayılar o kadar hızlı artıyordu ki sayamaz oldu.
The numbers increased so fast (h) that...
sayılar o kadar hızlı artıyordu ki...
Their number was increasing so fast that she couldn't count any longer.
Sayıları o kadar hızlı artıyordu ki sayamaz oldu.
to count
saymak
eight
sekiz
eighty
seksen
basket
sepet
your (pl/ formal) basket
sepetiniz
in your (pl/formal) basket
sepetinizde
giddy /dizzy /noun: scatterbrain /oaf /silly
sersem
voice /noise /sound
ses
the noise was coming
ses geliyordu
She tried to understand the voice.
Sesi anlamaya çalıştı.
the owner of the voice
sesin sahibi
the owner of the voice was persistent
sesin sahibi inatçıydı
she thought she knew the owner of the voice
sesin sahibini tanıdığını düşündü
In her voice was still the excitement of the dream.
Sesinde hâlâ düşün heyecanı vardı.
In her voice was still the excitement of the dream she had seen.
Sesinde hâlâ gördüğü düşün heyecanı vardı.
In her voice was still agitation.
Sesinde hâlâ heyecan vardı.
to call /shout /yell (s)
seslenmek
the sounds were coming from the fireflies
sesler ateşböceklerinden geliyordu
she could hear the voices now
sesleri şimdi duyabiliyordu
she could hear the voices better now
Sesleri, şimdi daha iyi duyabiliyordu.
that she could choose
seçebildiği
the view that she could choose
seçebildiği görüntü
the only view she could choose
seçebildiği tek görüntü
this firefly being the only view she could choose
seçebildiği tek görüntü olan bu ateşböceği
She watched this firefly being the only view she could choose.
Seçebildiği tek görüntü olan bu ateşböceğini izliyordu.
until she perceived (s)
seçinceye kadar
to choose
seçmek
to distinguish / perceive /choose
seçmek
back (body part)
sırt
her back
sırtı
Pulling her back away from the wall, she paid attention.
Sırtını duvardan kopararak dikkat kesildi.
she pulled her back from the wall
Sırtını duvardan kopardı
finally
sonunda
finally she succeeded to understand
sonunda anlamayı başardı
finally she succeeded
sonunda başardı
Finally she succeeded to understand the words: "Mrs. Esra, Mrs. Esra... "
Sonunda sözcükleri anlamayı başardı: 'Esra Hanım, Esra Hanım...'
wall (s)
sur
to say
söylemek
word (s)
sözcük
word(s)
sözcük
when she understood the words
sözcükleri anlayınca
When she understood the words, the inside of the room brightened.
Sözcükleri anlayınca, odanın içi aydınlandı.
She heard the words (s) , she knew that knew them but she couldn't interpret them.
Sözcükleri duyuyor, tanıdığını biliyor ama yorumlayamıyordu.
She heard the words (s)
Sözcükleri duyuyordu.
to filter in /drain (.. ü)
süzülmek
piece /grain (used optional after numbers)
tane
that she knew (t)
tanıdığı
familiar
tanıdığı
onto the faces of these people (i) that she knew
tanıdığı bu insanların yüzüne
it passed /carried/put a strange(t) mask on the faces of these people she knew
tanıdığı bu insanların yüzüne tuhaf bir maske geçiriyordu
She knew that she knew them (sg)
tanıdığını biliyordu
to know (someone) / kennen
tanımak
stone
taş
stone wall
taş duvar
to carry
taşımak
furor /frenzy
taşkınlık
the only one /single
tek
alone
tek başına
she was alone
tek başınaydı
the 'Allahu akbar' reciting
tekbir
a voice strong enough to supress the 'Allahu akbar' reciting
tekbiri bastıracak kadar güçlü bir ses
to repeat
tekrarlamak
skin (t)
ten
on her skin
teninde
the wind breezing on her skin
teninde gezinen rüzgar
in order to feel the wind breezing on her skin much more
teninde gezinen rüzgar daha çok hissetmek için
To feel the wind breezing on her skin much more she closed her eyes.
Teninde gezinen rüzgar daha çok hissetmek için gözlerini kapadı.
strange (adj) (t)
tuhaf
a strange(t) mask
tuhaf bir maske
strangely
tuhaftır
sleep
uyku
sleepy
uyku sersemi
to be sleepy
uyku sersemi olmak
far
uzak
from far
uzaktan
to come from far
uzaktan gelmek
(from) somewhere far off / (from) somewhere in the distance
uzaktan uzağa
She heard a buzzing somewhere in the distance, curiously she opened her eyes.
Uzaktan uzağa bir uğultu duydu, merakla gözlerini açtı.
She heard a buzzing somewhere in the distance.
Uzaktan uzağa bir uğultu duydu.
From far, a voice strong enough to supress the 'Allahu akbar' reciting.
Uzaktan, tekbiri bastıracak kadar güçlü bir ses.
to reach / to be extended /outstretched
uzanmak
(to) far
uzağa
to go far away
uzağa gitmek
to visit /run into /meet/experience (u)
uğramak
a buzzing /humming
uğultu
also the buzzing approached
uğultu da yaklaşıyordu
there is
var
to beat (one time) / to knock
vurmak
to be knocked /beaten
vurulmak
the approaching 'light crowd'
yaklaşan ışık kalabalığı
it was approaching
yaklaşıyordu
to approach
yaklaşmak
to be mistaken /to be wrong
yanılmak
she hadn't been mistaken
yanılmamıştı
she just stood like this at the ancient wall which she got stuck to, her eyes fixed on the approaching crowd.
yapışıp kaldığı antik duvarda gözlerini yaklaşan kalabalığa dikmiş, öylece duruyordu.
she just stood like this at the ancient wall which she got stuck to
yapışıp kaldığı antik duvarda, öylece duruyordu.
to get stuck on (+dat)
yapışıp kalmak
to fasten on/ cling / glue / stick
yapışmak
to lean against + dat. (y)
yaslanmak
bed
yatak
in/on the bed
yatakta
to get out of the bed /to climb out of the bed /to get up
yataktan kalkmak
bedside /Bettende
yatağın başı
which was at the bedside
yatağın başındaki
the chair (i) at her bedside
yatağın başındaki iskemle
The linen trousers she had left on the chair(i) at the bedside
Yatağın başındaki iskemleye bıraktığı keten pantolon
She headed for the linen trousers she had left on the chair(i) at her bedside.
Yatağın başındaki iskemleye bıraktığı keten pantolona yöneldi.
seven
yedi
again (y)
yeniden
seventy
yetmiş
green
yeşil
green flags
yeşil bayraklar
their green flags
yeşil bayrakları
ruined
yıkık
the ruined walls(s)
yıkık surlar
to repeat / quote (y)
yinelemek
twenty
yirmi
twenty-one
yirmi bir
as if it was going to tear apart
yırtıp çıkacakmış gibi
to tear off (lit. to tear and go out)
yırtıp çıkmak
to tear /claw /rip (up)
yırtmak
to vanish
yok olmak
tired
yorgun
she was tired
yorgundu
She was tired, alone but strangely she wasn't wondering where her friends were.
Yorgundu, tek başınaydı ama tuhaftır arkadaşlarının nerede olduğunu merak etmiyordu.
to interpret /commentate /decipher
yorumlamak
she couldn't interpret them
yorumlayamıyordu
fist
yumruk
to head for /steer for /direct oneself towards
yönelmek
to rise /swell
yükselmek
heart (y)
yürek
her heart (y)
yüreği
Her heart was beating madly
Yüreği delice çarpıyordu.
Her heart was beating in the rib cage.
Yüreği göğüs kafesinde çarpıyordu.
Her heart was beating madly as if it was going to tear her rib cage apart. "Allahu akbar, Allahu akbar... "
Yüreği göğüs kafesini yırtıp çıkacakmış gibi delice çarpıyordu. 'Allahüekber, Allahüekber...'
Her heart was beating.
Yüreği çarpıyordu.
hundred
yüz
captain (milit.)
yüzbaşı
belonging to Captain Eşref
Yüzbaşı Eşref'e ait
oleander
zakkum
the faint scents of oleander (pl)
zakkumların baygın kokuları
the smell (pl) of oleander (pl)
zakkumların kokuları
to try / to work / to study
çalışmak
to play (music)
çalmak
to multiply (math)
çarpmak
to beat (heart)
çarpmak
to make out /(figure out)
çıkarmak
frentically /madly
çılgınca
children
çocuklar
a lot /much
çok
well known / very familiar
çok bildik
very old
çok eski
A very old, well known chorus: Allahu akbar, Allahu akbar...
Çok eski, çok bildik bir nakarat: 'Allahüekber, Allahüekber...'
two very familiar words
çok iyi tanıdığı iki sözcüğü
by /through multiplying
çoğalarak
the 'light crowd' approaching by multiplying
çoğalarak yaklaşan ışık kalabalığı
to approach by multiplying
çoğalarak yaklaşmak
to breed /procreate /multiply
çoğalmak
to begin to multiply/breed
çoğalmaya başlamak
the darkness falling /collapsing
çöken karanlık
to fall / collapse /come down
çökmek
without getting angry
öfkelenmeden
to get angry
öfkelenmek
first /before
önce
before /earlier
önce
First she saw the light.
Önce ışığı gördü.
just like this
öylece
she just stood like this
öylece duruyordu
shy
ürkek
shy, black eyes
ürkek, kara gözler
until she perceived (s) his shy, black eyes
ürkek, kara gözlerini seçinceye kadar
she didn't have anything on but a t shirt
üzerinde bir tişörten başka bir şey yoktu
to have on /to wear
üzerinde olmak
on top of (direction - dative)
üzerine
three
üç
/three times seven /three multiplied by seven / 3 x 7
üç çarpı yedi
3x 7 = 21
üç çarpı yedi eşittir yirmi bir
The owner of the voice repeated two words, two very familiar words.
İki sözcüğü tekrarlıyordu sesin sahibi, çok iyi tanıdığı iki sözcüğü.
The owner of the voice repeated two words. (s)
İki sözcüğü tekrarlıyordu sesin sahibi.
She began with fear to wait for the first blow.
İlk darbeyi korkuyla beklemeye başladı
A fine wind carried the faint scents of oleander (pl) from some place (pl)
İnce bir rüzgar zakkumların baygın kokularını taşıyordu bir yerlerden.
Thus at that moment she noticed that she wasn't wearing anything but a t shirt.
İşte o anda üzerinde bir tişörten başka bir şey olmadığını fark etti
Thus she noticed that she didn't have anything on but a t shirt
İşte üzerinde bir tişörten başka bir şey olmadığını fark etti
to be surprised
şaşırmak
now
şimdi