Reading Turkish: Silber - Rüyalar Kitabı 1

QuestionAnswer
"I can swear that there is much dirty wash in my suitcase..." Just then I fell silent for I remembered another thing being in my suitcase."I mean, there are no drugs or so, I finished my sentence with a little low voice and looked accusingly at the dog.'Bavulumda fazlaca kirli çamaşır olduğuna dair yemin edebilirim...'Tam da o sırada bavulumda olan başka bir şeyi hatırladığım için kısa bir an sustum, '... yani uyuşturucu falan yok,' diye biraz alçak sesle cümlemi tamamladım ve suçlarcasına köpeğe baktım
'Entlebuch biosphere cheese ,' I explained.Entlebuch biyosfer peyniri,' diye açıkladım.
'Entlebuch biosphere cheese,' I explained, while my face took the colour of my bordeaux bra which the man held in that moment in his hand.Yüzüm büyük olasılıkla adamın o sırada elinde tuttuğu şarap rengi sütyenimin rengini alırken, 'Entlebuch biyosfer peyniri,' diye açıkladım.
'I think it's an ingenious place to hide drugs.'said one from behind us.'Bence uyuşturucu saklamak için dâhiyane bir yer.' dedi biri arkamızdan.
'Oh my God, and what is this?...' asked the custom officer,whereas his coworker next to him clogged his nose and began to put my underwear holding it with thumb and index finger one by one to the side.'Tanrım, bu da ne böyle?...' diye sordu gümrük memuru, yanındaki meslektaşıysa burnunu tıkadı ve iç çamaşırlarımı baş ve işaret parmaklarıyla tutarak tek tek kenara koymaya başladı.
'Oh my God, and what is this?...' asked the custom officer.'Tanrım, bu da ne böyle?...' diye sordu gümrük memuru.
'Two and a half kilo of unpasteurized cheese.''İki buçuk kiloluk pastörize edilmemiş peynir.'
(animal) hair /furtüy
(by) beingolarak
... I finished my sentence with a little low voicediye biraz alçak sesle cümlemi tamamladım
... looking /... facedsuratlı
a / onebir
a bit outside the cityşehrin biraz dışında
a completely new and great lifeyepyeni ve harika bir hayat
a completely new and great life waited for usyepyeni ve harika bir hayat bizi bekliyordu
a completely new and great life waited for us together with a real homegerçek bir yuvayla birlikte yepyeni ve harika bir hayat bizi bekliyordu
a completely new and great life waited for us, together with a real home which we always had dreamed of.her zaman hayalini kurduğumuz gerçek bir yuvayla birlikte yepyeni ve harika bir hayat bizi bekliyordu
a fat manşişko bir adam
a fat man poking me constantly with his armkoluyla beni sürekli dürtükleyen şişko bir adam
a fat man stinking of beer and poking me constantly with his armkoluyla beni sürekli dürtükleyen ve leş gibi bira kokan şişko bir adam
a few timesbirkaç kez
a fifteen year old girlon beş yaşındaki bir kız
a flower bedçiçek tarhı
a football magazinebir futbol dergisi
a girl with a blond ponytailsarı at kuyruklu bir kız
a home where we will staykalacağımız bir yuva
a home where we will stay longer than a yearbir yıldan fazla kalacağımız bir yuva
a horse tail /ponytailat kuyruğu
a lookbir bakış
a manbir adam
a new/afresh started schoolyeniden başlanan okul
a permanent settlementyerleşik düzen
a place full of secretssırlarla dolu bir yer
a real home (y)gerçek bir yuva
a real home which we had always dreamed ofher zaman hayalini kurduğumuz gerçek bir yuva
a rose bedgül tarhı
a secretsır
a short whilekısa bir an
a sweet smilenazik bir gülümseme
a vegetable bedsebze tarhı
a wonderful view of the Thames Riverharika Thames nehri manzarası
a year /one yearbir yıl
about /concerning (d)dair
about /concerning / relating todair
above HeathrowHeathrow'un üzerinde
absolutely /certainly / definitelykesinlikle
according to me /I thinkbence
according to rumour /reportedlysöylentiye göre
accusingly /as if I was accusing (reproaching)suçlarcasına
actually /in fact / reallyaslında
Actually everybody looked curiously at my suitcase.Aslında herkes bavuluma merakla bakıyordu.
aforementioned /earlier mentionedsöz konusu
after lookingbaktıktan sonra
after looking twice from me to the dogiki kez bir köpeğe bir bana baktıktan sonra
after looking twice from me to the dog, he seized the suitcaseiki kez bir köpeğe bir bana baktıktan sonra bavula el attı
again (y) /allover /afreshyeniden
airlineshavayolları
airplaneuçak
airplaneuçak
almost /nearlyaz kalsın
almost /nearlyneredeyse
already (ş)şimdiden
already / anyway /in first placezaten
already nowdaha şimdiden
Already now standing next to the barrierDaha şimdiden bariyerin yanında dikilmiş
alright /jolly wellpekâlâ
Alright, let's have look at what our Amber has smelled.Pekâlâ, Amber'imiz ne koku almış, bir bakalım.
alsobir de
also /in addition /moreoverbir de
alwaysher zaman
alwayshep
Amber, the stupid dog shook herself.Aptal köpek Amber silkindi.
an ingenious placedâhiyane bir yer
an own room belonging to each of uskendimize ait birer oda
and /also(following noun, participle...)da - de
and at the same timeve aynı zamanda
and before that in Utrecht, Berkeley, Haydarabad, Edinburgh and Munich.ondan önce de Utrecht, Berkeley, Haydarabad, Edinburgh ve Münih'te.
and from its first floor windowve birinci katın penceresinden
and such also her biggest wish became true.ve böylece en büyük dileği de gerçekleşmiş oluyordu.
and therefore the holiday had passed relatively greatve bu yüzden tatil nispeten harika geçmişti
And though my father had bought the tickets like usual from those cheap airlines, the airplane didn't encounter any trouble.Ve babam biletleri her zamanki gibi şu ucuz havayollarından satın almak olsa da, uçak herhangi bir sorunla karşılaşmamıştı.
And though my father had bought the tickets like usual from those cheap airlines, which had according to rumour always low fuel in their tanks, the airplane didn't encounter any trouble.Ve babam biletleri her zamanki gibi söylentiye göre depolarında hep az yakıt olan şu ucuz havayollarından satın almak olsa da, uçak herhangi bir sorunla karşılaşmamıştı.
And though my father had bought the tickets like usual from those cheap airlines, which had reportedly always low fuel in their tanks, even though we did a few turns above Heathrow in order to get a landing permit, the plane didn't encounter any problem.Ve babam biletleri her zamanki gibi, söylentiye göre depolarında hep az yakıt olan şu ucuz havayollarından satın almak olsa da, Heathrow'un üzerinde iniş izni almak için birkaç kez tur attığımız halde uçak herhangi bir sorunla karşılaşmamıştı.
And though my father had bought the tickets like usual from those cheap airlines.Ve babam biletleri her zamanki gibi şu ucuz havayollarından satın almak olsa da.
And we were longing for an own room for each of us.Ve kendimize ait birer odanın özlemini çekiyorduk.
And what is this?!?Bu da ne böyle?
animalhayvan
another officerbaşka bir memur
another officer opened its zipper and lifted up the lid.başka bir memur fermuarını açıp kapağı kaldırdı.
another officer opened its zipper and...başka bir memur fermuarını açıp
another thingbaşka bir şey
another thing being in my suitcasebavulumda olan başka bir şey
any kind of problemherhangi bir sorun
anyway /presumably /I suppose /in any caseherhalde
armkol
as ifsanki
as if he threatened /threateningtehdit edercesine
as much askadar
as much as Ibenim kadar
as much surprised as Ibenim kadar şaşırmış
astonished at-e şaşırmış
astonished at this doingbu işe şaşırmış
at a university in OxfordOxford'da bir üniversitede
at leasten azından
at leasten azından
at least in wintersen azından kışları
at mebana
At present he worked in Zürich and therefore the holiday (including various mountain tours and also the biosphere protection area at Entlebuch) had passed relatively greatŞu sıralar Zürih'te çalışıyordu ve bu yüzden tatil (çeşitli dağ turları ve Entlebuch'taki biyosfer koruma alanı da dâhil olmak üzere) nispeten harika geçmişti.
At present he worked in Zürich and therefore the holiday (including various mountain tours and also the biosphere protection area at Entlebuch) had passed relatively great,what a pity that not every place he got work was that nice.Şu sıralar Zürih'te çalışıyordu ve bu yüzden tatil (çeşitli dağ turları ve Entlebuch'taki biyosfer koruma alanı da dâhil olmak üzere) nispeten harika geçmişti, ne yazık ki iş aldığı her yer böyle güzel değildi.
At present he worked in Zürich.Şu sıralar Zürih'te çalışıyordu.
at that timeo sırada
at that timeo sırada
at the sideyan tarafta
autumnsonbahar
back /rear /hindarka
bagçanta
basementbodrum
becauseçünkü
because for nearly ten yearsçünkü neredeyse on yıldır
because he had thumped through the pages of a football magazine and while reading had moved his lips just as first class pupils.çünkü bir futbol dergisinin sayfalarını karıştırmış ve okurken tıpkı birinci sınıf öğrencileri gibi dudaklarını kıpırdatmıştı.
because I rememberedhatırladığım için
because I remembered I fell silenthatırladığım için sustum
because I remembered I fell silent for a short whilehatırladığım için kısa bir an sustum
Because she wanted to teach in a university in Oxford for nearly ten years.Çünkü neredeyse on yıldır Oxford'da bir üniversitede ders vermek istiyordu.
because to tell the truthçünkü doğruyu söylemek gerekirse
because to tell the truth in order to understand thisçünkü doğruyu söylemek gerekirse bunu anlamak için
Because to tell the truth in order to understand this it was not necessary to have a sensitive nose.Çünkü doğruyu söylemek gerekirse bunu anlamak için hassas bir burna sahip olmak gerekmiyordu.
bed (of flowers /vegetables...)tarh
beerbira
before reaching /without reachingulaşmadan
before thatondan önce
before the airplane reached the runwayuçak kalkış pistine ulaşmadan
beginning to sleepuyumaya başlayan
behindarkasında
behind mearkamda
behind(a) the barrierbariyerin ardında
beingolan
being indifferent and... / he didn't care and...oralı olmayıp
beliefinanç
belonging to each of uskendimize ait birer
better than (a)-dan iyidir
between us andile aramızda
between us and the great life (y)harika yaşamla aramızda
biospherebiyosfer
biosphere protection areabiyosfer koruma alanı
bloodcurdling /eerie /hair curling/dreadfultüyler ürpertici
bookkitap
bordeaux (the colour of wine)şarap rengi
BravoAferin
Bravo! You know now eighty Turkish words.Aferin! Artık seksen Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now fifty Turkish words.Aferin! Artık elli Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now forty Turkish words.Aferin! Artık kırk Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now hundred and ten Turkish words.Aferin! Artık yüz on tane Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now hundred and twenty Turkish words.Aferin! Artık yüz yirmi tane Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now ninety Turkish words.Aferin! Artık doksan Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now one hundred Turkish words.Aferin! Artık yüz Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now seventy Turkish words.Aferin! Artık yetmiş Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now sixty Turkish words.Aferin! Artık altmış Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now ten Turkish words.Aferin! Artık on Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now thirty Turkish words.Aferin! Artık otuz Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now twenty Turkish words.Aferin! Artık yirmi Türkçe kelime biliyorsun.
break / spoil /affect / interrupt /ruinbozmak
breast holdersütyen
British soilİngiliz toprakları
brochurebroşür
but /however / nevertheless/lediglichancak
But I was determined not to allow them to ruin my joy, ultimately behind the barrier waited a completely new and great life for us together with a real home which we always had dreamed of.Ama keyfimi bozmalarına izin vermemeye kararlıydım, sonuçta bariyerin ardında her zaman hayalini kurduğumuz gerçek bir yuvayla birlikte yepyeni ve harika bir hayat bizi bekliyordu.
but then I had given upama sonra vazgeçmiştim
but when a person (i) had spent his summer holidaysama insan yaz tatilini geçirdiğinde
But when someone (i) had spent his summer holidays on the edge of an industrial area in Bratislavaama insan yaz tatilini Bratislava'daki bir sanayı bölgesinin kıyısında geçirdiğinde
But when someone (i) had spent his summer holidays on the edge of an industrial area in Bratislava there was no such thing as gratitude.ama insan yaz tatilini Bratislava'daki bir sanayı bölgesinin kıyısında geçirdiğinde, minnettarlık diye bir şey kalmıyordu.
capitalbaşkenti
carrion /carcass (dead rotten body)leş
cell phonecep telefonu
centuryyüzyıl
characterkarakter
charming /pleasant /nice /lovely (h)hoş
cheapucuz
cheesepeynir
classsınıf
coast /shore /edgekıyı
colleague /coworker (m)meslektaş
colourrenk
comfortablekonforlu
constantly /incessantly/continuously /always (s)sürekli
continentkıta
contract /agreementsözleşme
cottage /country housekır evi
cover /lidkapak
curious (adj)meraklı
curiously (adv but : in a curious (adj) manner)meraklı bir şekilde
curiously (m) (adv)merakla
customsgümrük
customs officergümrük memuru
darkkoyu
dark hairedkoyu saçlı
deepderin
degreederece
determined /decidedkararlı
differentfarklı
differentfarklı
difficultzor
dirtykirli
dirty /filthy /nastypis pis
dirty washkirli çamaşır
doctorate /phddoktora
dogköpek
dogköpek
domain /area /fieldalan
dreadful secretstüyler ürpertici sırlar
dreamrüya
dream / imagination /fantasyhayal
dreamsrüyalar
druguyuşturucu
drug dognarkotik köpeği
drug traffickinguyuşturucu kaçakçılığı
earkulak
earskulaklar
easily /with ease (r)rahatça
eightsekiz
eightyseksen
engineermühendis
English /Britishİngiliz
enthousiasticallyçoşkulu bir şekilde
Enthousiastically he put his nose down on the lid of the suitcase.Çoşkulu bir şekilde burnunu bavul kapağına dayadı.
enthusiasticçoşkulu
enthusiasticallyçoşkulu bir şekilde
Entlebuch biosphere cheeseEntlebuch biyosfer peyniri
estate agent's brochureemlakçının broşürü
evenbile
evenbile
even (h)hatta
even though we did a few turnsbirkaç kez tur attığımız halde
Even though we did a few turns above Heathrow in order to get a landing permit, the airplane didn't encounter any trouble.Heathrow'un üzerinde iniş izni almak için birkaç kez tur attığımız halde, uçak herhangi bir sorunla karşılaşmamıştı.
Even though we did a few turns above Heathrow in order to get a landing permit.Heathrow'un üzerinde iniş izni almak için birkaç kez tur attığımız halde
eventually /ultimatelysonuçta
every place where he got a jobiş aldığı her yer
everybodyherkes
everythingher şey
Everything was ok.Her şey yolundaydı.
excitement / agitationheyecan
executiveyürütme
expertuzman
faceyüz
fatşişko
fatherbaba
fifteenon beş
fifteen years oldon beş yaşında
fiftyelli
finally (n)nihayet
fine / sensitive / delicatehassas
firstbirinci
first / beforeönce
fivebeş
flightuçuş
floor/etagekat
flowerçiçek
footayak
For a home where we would stay at least for more than a year.En azından bir yıldan fazla kalacağımız bir yuvanın.
for being a drug dogBir narkotik köpeği olarak
For being a drug dog he had surprisingly much hair.Bir narkotik köpeği olarak şaşırtıcı derecede çok tüyü vardı.
for example (m)mesela
For my not wanting his cell phone numberCep telefonunun numarasını istemediğim için
for ten yearson yıldır
fourdört
four different continentsdört farklı kıta
frienddost
friendshipdostluk
from joysevinçten
from on /sinceitibaren
from the autumn trimester onsonbahardaki üç aylık dönemden itibaren
From the autumn trimester on my mother would start working in the Magdalen College in Oxford and such also her biggest wish became true.Annem sonbahardaki üç aylık dönemden itibaren Oxford'daki Magdalen College'da çalışmaya başlayacaktı ve böylece en büyük dileği de gerçekleşmiş oluyordu.
From the autumn trimester on my mother would start working in the Magdalen College in Oxford.Annem sonbahardaki üç aylık dönemden itibaren Oxford'daki Magdalen College'da çalışmaya başlayacaktı.
from the basement to the roofbodrumundan çatısına dek
From the window of the first floor there was a wonderful view of the Thames.Birinci katın penceresinden harika Thames nehri manzarası görünüyordu
fuel (noun)yakıt
fulldolu
full of secretssırlarla dolu
gardenbahçe
gentle /polite /sweetnazik
girlkız
God (t)Tanrı
God knowsTanrı bilir
God knows, maybe that his bag was crammed with illegal sleeping pills.Tanrı bilir, belki de çantası tıka basa yasadışı uyku ilaçlarıyla doluydu.
goodbyehoşça kal
gratefulminnettar
gratitudeminnettarlık
greatharika
guy /blokeherif
ha! (interjection)Eh!
Ha, great! /Na toll!Eh, harika!
hairsaçlar
halfyarım
half an houryarım saat
hayloft /barnsamanlık
he /they understood immediatelyhemen anlamıştı
he askedsordu
He began to put my underwear holding it with thumb and index finger one by one to the side.iç çamaşırlarımı baş ve işaret parmaklarıyla tutarak tek tek kenara koymaya başladı.
he blocked his nose /he clogged his noseburnunu tıkadı
he had a restless characterhuzursuz bir karaktere sahipti
He had a restless character just like my mother.O da tıpkı annem gibi huzursuz bir karaktere sahipti.
he had moved his lipsdudaklarını kıpırdatmıştı
He had much hair.Çok tüyü vardı.
He had surprisingly much hair (to a surprising degree)şaşırtıcı derecede çok tüyü vardı
he lifted up the lidkapağı kaldırdı
he looked twice from me to the dogiki kez bir köpeğe bir bana baktı
He made a sign to the girl to get out of the line.Kıza sıradan çıkmasını işaret etti.
he must have gone crazy for joysevinçten çıldırıyor olmalıydı
He must have gone crazy for joy that I didn't want his cell phone number.Cep telefonunun numarasını istemediğim için sevinçten çıldırıyor olmalıydı.
he opened its zipper andfermuarını açıp
He put his nose on the lid of the suitcase.Burnunu bavul kapağına dayadı.
He put my underwear holding it with thumb and index finger one by one to the side.iç çamaşırlarımı baş ve işaret parmaklarıyla tutarak tek tek kenara koydu
He put my underwear one by one to the side holding (them) with his fingersiç çamaşırlarımı parmaklarıyla tutarak tek tek kenara koydu
he satoturdu
he sat (down) on the groundyere oturdu
he should have beenolmalıydı
he showedgösterdi
he showed his teethdişlerini gösterdi
he showed his teeth and...dişlerini gösterip
he smelt /sniffedkokladı
he was a Hovawart speciesHovawart cinsiydi
He was an engineer.Mühendisti.
He/they thought the smelly things were my belongingsberbat kokan şeylerin eşyalarım olduğunu düşünüyordu
He/they thought the things were my belongingsşeylerin eşyalarım olduğunu düşünüyordu.
her biggest wishen büyük dileği
her wishdileği
here:to leaf /browse /thump /generally : to mix /confuse /shufflekarıştırmak
his armkolu
his bagçantası
His bag was filled to the brimçantası tıka basa doluydu
his cell phone numbercep telefonunun numarası
His coworker clogged his nose.Meslektaşı burnunu tıkadı.
his earskulakları
his noseburnu
his teethdişleri
holidaystatiller
horrible /wretched /awfulberbat
horseat
hoursaat
hourssaatler
however /whereas (o)oysa
however between us and the great life waiting for usOysa bizi bekleyen harika yaşamla aramızda
However I had forgottenAncak unutmuştum
However I had forgotten that it stank that much.Ancak onun bu kadar berbat koktuğunu unutmuştum.
huge (k)kocaman
huge / giant here: widekocaman
hundredyüz
hurryacele
I almost had talked to him, but then I had given upAz kalsın onunla konuşacaktım ama sonra vazgeçmiştim
I almost talked to himAz kalsın onunla konuşacaktım.
I can swearyemin edebilirim
I can swear about there being much dirty laundry in my suitcase...Bavulumda fazlaca kirli çamaşır olduğuna dair yemin edebilirim...
I didn't even want to knowbilmek bile istemiyordum
I didn't want his cell phone numberCep telefonunun numarasını istemedim
I explainedaçıkladım
I finished the sentencecümleyi tamamladım
I glanced anxiously at my little sister Mia, who was now already standing next to the barrier and kept rocking impatiently on the spot.Daha şimdiden bariyerin yanında dikilmiş, sabırsızca yerinde sallanıp duran küçük kız kardeşim Mia'ya huzursuz bir bakış attım.
I glanced anxiously at my little sister Mia.Küçük kız kardeşim Mia'ya huzursuz bir bakış attım.
I glanced at my little sister Mia.Küçük kız kardeşim Mia'ya bir bakış attım.
I had almost talked to him, but then given up,because he had thumped through the pages of a football magazine and while reading had moved his lips just as first class pupils.Az kalsın onunla konuşacaktım ama sonra vazgeçmiştim çünkü bir futbol dergisinin sayfalarını karıştırmış ve okurken tıpkı birinci sınıf öğrencileri gibi dudaklarını kıpırdatmıştı.
I had forgottenunutmuştum
I heardduydum
I heard the people (i) chuckleinsanların kıkırdadığını duydum
I heard the people (i) chuckle, the real smugglers were certainly rubbing their hands.İnsanların kıkırdadığını duydum, gerçek kaçakçılar kesinlikle ellerini ovuşturuyordu.
I looked accusingly at the dog.Suçlarcasına köpeğe baktım
I looked at Mia and sighed deeply.Mia'ya bakıp derin bir iç geçirdim.
I looked at the customs officer and placed my sweetest smile on my face.gümrük memuruna bakıp yüzüme en nazik gülümsememi yerleştirdim
I looked at the customs officer and...gümrük memuruna bakıp...
I looked at the dogköpeğe baktım
I meant (that is), there are no drugs or such.yani uyuşturucu falan yok.
I placed my sweetest smile on my face.Yüzüme en nazik gülümsememi yerleştirdim.
I put on my sweetest smile.en nazik gülümsememi yerleştirdim
I rememberedhatırladım
I remembered another thingbaşka bir şeyi hatırladım
I suppose (h) other girls would dream of other thingsbaşka kızlar herhalde başka şeylerin hayalini kurardı
I suppose (h) other girls would dream of other things, but Mia and I were not yearning for anything other than a real home.Başka kızlar herhalde başka şeylerin hayalini kurardı ama Mia ve ben gerçek bir yuvadan başka hiçbir şeyin özlemini çekmiyorduk.
I suppose the spectators thought the smelly things were my belongings.Herhalde izleyiciler berbat kokan şeylerin eşyalarım olduğunu düşünüyordu.
I think for hiding drugs...Bence uyuşturucu saklamak için
I think it's an ingenious place to hide drugs.'Bence uyuşturucu saklamak için dâhiyane bir yer.'
I was determinedkararlıydım
I was determined not to allowizin vermemeye kararlıydım
I was determined not to allow them to ruin my joykeyfimi bozmalarına izin vermemeye kararlıydım
I was determined not to allow them to spoilbozmalarına izin vermemeye kararlıydım
I was not suited next to a fat manşişko bir adamın yanına denk gelmemiştim
I was not suited next to a fat man stinking of beerben leş gibi bira kokan, şişko bir adamın yanına denk gelmemiştim.
I was suspected of doing drug trafficking.uyuşturucu kaçakçılığı yaptığımdan şüphe ediliyordu
I was this time unlike any other time not suited next to a fat man stinking of beer and poking me constantly with his arm.Ben her zamankinden farklı olarak bu kez koluyla beni sürekli dürtükleyen ve leş gibi bira kokan, şişko bir adamın yanına denk gelmemiştim.
I was this time, unlike any other time, not suited next to a fat man stinking of beer.Ben her zamankinden farklı olarak bu kez leş gibi bira kokan, şişko bir adamın yanına denk gelmemiştim.
I will scratch his earskulaklarını kaşıyacağım
if /whereas /as to (a)-ysa
if needed /if necessarygerekirse
illegalyasadışı
illegal sleeping pillsyasadışı uyku ilaçları
immediatelyhemen
impatientlysabırsızca
in a way (used with adjectives to form adverbs)bir şekilde
in eight yearssekiz yılda
In fact the cheese only prolonged our unshakable belief about the great life waiting for us a bit more.Aslında peynir harika bir yaşamın bizi beklediğine dair sarsılmaz inancımızı sadece biraz daha uzatmıştı.
in my suitcasebavulumda
in one's right mind /saneaklı başında
in the estate agent's brochureemlakçının broşüründe
in the front rowön sırada
in the Magdalen College in OxfordOxford'daki Magdalen College'da
In the real estate agent's brochure the house looked comfortable and romantic.Emlakçının broşüründe ev konforlu ve romantik görünüyordu
in the rowsırada
in the same placeaynı yerde
in their tanksdepolarında
including / on condition thatdâhil olmak üzere
including various mountain tours and also the biosphere protection area at Entlebuchçeşitli dağ turları ve Entlebuch'taki biyosfer koruma alanı da dâhil olmak üzere
index(finger)işaret parmağı
industrialsanayı
industrial area (b)sanayı bölge
ingenious /brilliantdâhiyane
innerly /secretlyiçin için
instead ofyerine
instead of that rather nervous looking sneaky faced guyoldukça gergin görünen şu sinsi suratlı herif yerine
instead of that sneaky faced guyşu sinsi suratlı herif yerine
intentionniyet
intentionedniyetli
it had a garden with trees situated insideiçinde ağaçları bulunan bir bahçesi vardı
it had a huge gardenkocaman bir bahçesi vardı
it had a huge garden with old trees and also a barn situated insideİçinde yaşlı ağaçları ve bir de samanlığı bulunan kocaman bir bahçesi vardı.
it had a huge garden with old trees and also a barn situated inside and from the window of the first floor - at least in winters- a wonderful view of the Thames was visible.İçinde yaşlı ağaçları ve bir de samanlığı bulunan kocaman bir bahçesi vardı ve birinci katın penceresinden - en azından kışları - harika Thames nehri manzarası görünüyordu.
It had a huge garden with old trees and also a barn situated inside and from the window of the first floor, a wonderful view of the Thames was visible.İçinde yaşlı ağaçları ve bir de samanlığı bulunan kocaman bir bahçesi vardı ve birinci katın penceresinden harika Thames nehri manzarası görünüyordu.
it had a huge garden with old trees situated insideiçinde yaşlı ağaçları bulunan kocaman bir bahçesi vardı
It had even seemed to me as if it was from its basement to its roof like a place wonderfully full of dreadful secrets.Hatta bana sanki bodrumundan çatısına dek harika bir şekilde tüyler ürpertici sırlarla dolu bir yer gibi görünmüştü.
It had even seemed to me like a place full of secrets.Hatta bana sırlarla dolu bir yer gibi görünmüştü.
It had even seemed to me like a place wonderfully full of creepy secrets.Hatta bana harika bir şekilde tüyler ürpertici sırlarla dolu bir yer gibi görünmüştü.
It had seemed like a place full of secrets.Sırlarla dolu bir yer gibi görünmüştü.
It meant six different countries in four different continents, a six times restarted school, six times to establish new friendships and six times to say goodbye.Dört farklı kıtada, altı farklı ülke, altı kez yeniden başlanan okul, altı kez yeni dostluklar kurmak ve altı kez 'hoşça kal' demek anlamına geliyordu.
it meant six times a new/afresh started (restarted) schoolaltı kez yeniden başlanan okul anlamına geliyordu
it meant six times to establish new friendshipsaltı kez yeni dostluklar kurmak anlamına geliyordu.
it meant six times to say goodbyealtı kez 'hoşça kal' demek anlamına geliyordu.
it only prolonged our unshakable belief a bitsarsılmaz inancımızı sadece biraz daha uzatmıştı
it waited for usbizi bekliyordu
it was fulldoluydu
it was full of sleeping pillsuyku ilaçlarıyla doluydu
It was great naivety that we thought that the only thing between us and the wonderful life waiting for us was the cheese.Bizi bekleyen harika yaşamla aramızda tek şeyin peynir olduğunu düşünmemiz büyük saflıkmış.
it was not difficult to understandanlamak zor değildi
it was not difficult to understand the reason we didn't play pianopiyano çalmamamızın nedenini anlamak zor değildi.
it was not difficult to understand the reason we minimized our personel belongingskişisel eşyalarımızı en aza indirgemiştik nedenini anlamak zor değildi.
it was not difficult to understand the reason we minimized our personel belongings and we didn't play piano.kişisel eşyalarımızı en aza indirgemiştik ve piyano çalmamamızın nedenini anlamak zor değildi.
it was not necessarygerekmiyordu
it was not necessary to have a sensitive nosehassas bir burna sahip olmak gerekmiyordu
it was suspectedşüphe ediliyordu
it was suspected that I did /I was suspected of doingyaptığımdan şüphe ediliyordu
Its taste is really better than its smell/It tastes better than the smell, really.''Tadı kokusundan iyidir, gerçekten.'
jam (m)marmelat
jam (r)reçeli
job /business /work /doing
junehaziran
just /exactlytam
just as /liketıpkı gibi
just liketıpkı gibi
just like my mothertıpkı annem gibi
Just then I fell silent because I remembered another thing being in my suitcase.tam da o sırada bavulumda olan başka bir şeyi hatırladığım için kısa bir an sustum.
Just then I remembered another thingtam da o sırada başka bir şeyi hatırladım
just then/just at that momenttam da o sırada
just when I was going to scratch his earstam kulaklarını kaşıyacağım sırada
just when I was going to scratch his ears he showed his teethtam kulaklarını kaşıyacağım sırada dişlerini gösterdi
just when I was going to scratch his ears, he showed his teeth and barked threatening.Tam kulaklarını kaşıyacağım sırada dişlerini gösterip tehdit edercesine havladı.
land /countryülke
landing (noun)iniş
landing clearance /landing permitiniş izni
Landscape /view /sight /scenerymanzara
lastson
lean against /put on /recline ondayamak
less fuel /low fuelaz yakıt
let's have a lookbir bakalım
Let's have a look at what the dog has smelled.Köpek ne koku almış bir bakalım.
lid /coverkapak
life (h)hayat
life (y)yaşam
like every time /like alwaysher zamanki gibi
like first class pupilstıpkı birinci sınıf öğrencileri gibi
lipsdudaklar
literatureedebiyat
Lottie intended to plant(make) a vegetable bedLottie bir sebze tarhı yapmaya niyetliydi.
Lottie intended to plant(make) a vegetable bed there.Lottie orada bir sebze tarhı yapmaya niyetliydi.
Lottie intended to prepare jam (m)Lottie marmelat hazırlamaya niyetliydi.
Lottie saidLottie söylüyordu
Lottie said sometimes that we should be gratefulLottie bazen minnettar olmamız gerektiğini söylüyordu
Lottie said sometimes that we should be grateful for having seen many places of the WorldLottie bazen dünyanın birçok yerini gördüğümüz için minnettar olmamız gerektiğini söylüyordu
Lottie said sometimes that we should be grateful for having seen many places of the World thanks to my mother and fatherLottie bazen annem ve babam sayesinde dünyanın birçok yerini gördüğümüz için minnettar olmamız gerektiğini söylüyordu
Lottie said sometimes that we should be grateful for having seen many places of the World thanks to my mother and father, but when someone (i) had spent his summer holidays on the edge of an industrial area in Bratislava there was no such thing as gratituLottie bazen annem ve babam sayesinde dünyanın birçok yerini gördüğümüz için minnettar olmamız gerektiğini söylüyordu, ama insan yaz tatilini Bratislava'daki bir sanayı bölgesinin kıyısında geçirdiğinde, minnettarlık diye bir şey kalmıyordu.
lowalçak
luggagebagaj
luggage conveyor beltbagaj taşıma bandın
magazinedergi
manner /way / formşekil
many places of the worlddünyanın birçok yeri
maybebelki de
maybebelki de
maybe he was a Hovawart species.belki de bir Hovawart cinsiydi.
Maybe that his bag was crammed with illegal sleeping pills.Belki de çantası tıka basa yasadışı uyku ilaçlarıyla doluydu.
maybe that his bag was full of sleeping pillsbelki de çantası uyku ilaçlarıyla doluydu
meaning /sense /significationanlam
meanwhileo esnada
medecine / drug /remedy /pillilaç
messydağınık
messy haired /with messy hairdağınık saçlı
Mia and I were not yearning for anything other than a real homeMia ve ben gerçek bir yuvadan başka hiçbir şeyin özlemini çekmiyorduk
Mia didn't have to vomitMia kusmak zorunda kalmamıştı
Mia sighed, too.Mia da iç geçirdi.
month /moonay
monthlyaylık
More over there was of course that pleasant dark haired guy (ç) turning around and smiling at meBir de arkasına dönüp bana gülümseyen şu koyu saçlı, hoş çocuk vardı tabii
more than a yearbir yıldan fazla
Moreover there was of course that nice dark haired guy (ç) sitting in the front row, at the side and turning remarkably often around, smiling at me.Bir de yan tarafta, ön sırada oturan ve dikkat çekecek kadar sıkça arkasına dönüp bana gülümseyen, şu koyu saçlı, hoş çocuk vardı tabii.
Moreover there was of course that nice dark haired guy (ç) sitting in the front row, at the side.Bir de yan tarafta, ön sırada oturan şu koyu saçlı, hoş çocuk vardı tabii.
Moreover there was of course that nice dark haired guy (ç) sitting in the front row.Bir de ön sırada oturan şu koyu saçlı, hoş çocuk vardı tabii.
most likely / probablybüyük olasılıkla
motheranne
mountaindağ
mountain toursdağ turları
muchçok
much (adv)fazlaca
much /excessfazla
much hairçok tüy
MunichMünih
my bordeaux coloured bra which he held in his handelinde tuttuğu şarap rengi sütyenim
my fatherbabam
My father bought the tickets from those cheap airlines.Babam biletleri şu ucuz havayollarından satın aldı.
My father bought the tickets.Babam biletleri satın aldı.
My father was an engineer and he had a restless character just like my mother, that is he constantly changed the place where he stayed.Babam mühendisti ve o da tıpkı annem gibi huzursuz bir karaktere sahipti, yani oturduğu yeri sürekli değiştirirdi.
My father was an engineer.Babam mühendisti.
my joykeyfim
my motherannem
my mother and fatherannemle babam
My mother and father had divorced seven years before.Annemle babam yedi yıl önce boşanmıştı.
my mother is waiting outsideannem dışarıda bekliyor.
My mother is waiting outside to pick me up and my little sister.Annem beni ve küçük kız kardeşimi almak için dışarıda bekliyor.
My mother is waiting outside to pick me up.Annem beni almak için dışarıda bekliyor.
My mother is waiting outside to pick up my little sister.Annem küçük kız kardeşimi almak için dışarıda bekliyor.
my mother who had done a phddoktora yapmış olan annem
my mother who had done a phd in two domainsiki alanda doktora yapmış olan annem
My mother who had done a phd in two domains was an expert in the domain of literature and would make a contract to lecture in another university almost every year.İki alanda doktora yapmış olan annem edebiyat alanında uzmandı ve neredeyse her yıl başka bir üniversitede ders vermek için sözleşme yapardı.
My mother would start workingAnnem çalışmaya başlayacaktı
my sentencecümlem
my sisterkız kardeşim
my sister keeping to rock impatiently on the spotsabırsızca yerinde sallanıp duran kız kardeşim
my suitcasebavulum
my sweetest smileen nazik gülümsemem
naivetysaflık
narcotic /drugnarkotik
needgerek
nervousgergin
nest /homeyuva
newyeni
new startedyeniden başlanan
next toyanında
next to a fat man (direction)şişko bir adamın yanına
ninetydoksan
no wonder (one did not need to wonder)şaşmamak gerekti
No wonder he now was grinning wolfishly.Şimdi pis pis sırıtmasına şaşmamak gerekti.
no wonder he was grinning wolfishlypis pis sırıtmasına şaşmamak gerekti
noseburun
noseburun
Not even half an hour to set foot on British soilİngiliz topraklarına ayak basan yarım saat bile olmamışken
Not even half an hour to set foot on British soil, and I was suspected of doing drug trafficking.İngiliz topraklarına ayak basan yarım saat bile olmamışken uyuşturucu kaçakçılığı yaptığımdan şüphe ediliyordu.
not every place he got work was that nice.iş aldığı her yer böyle güzel değildi
nowşimdi
now /from now on (with positive verb)artık
Now the same boy (ç) looked at my suitcase.Şimdi aynı çocuk bavuluma bakıyordu
Now the same boy (ç) looked curiously at my suitcase.Şimdi aynı çocuk bavuluma meraklı bir şekilde bakıyordu
Now the same boy (ç) looked rather curiously at my suitcase.Şimdi aynı çocuk bavuluma oldukça meraklı bir şekilde bakıyordu.
obligedzorunda
obstacle / hindranceengel
of course (t)tabii
of having done/doing /from what I didyaptığımdan
officer / civil servantmemur
often /frequently (s)sık sık
often /frequently (s)sıkça
Oh my God! /my GodTanrım
old (age)yaşlı
old treesyaşlı ağaçlar
on my face (direction > dative)yüzüme
on the edge of an industrial area in BratislavaBratislava'daki sanayı bölgesinin kıyısında
on the way / okyolunda
onebir
one by one (t)tek tek
one each /one apiecebirer
one from behind usbiri arkamızdan
onto a tablebir masanın üzerine
orya da
Or instead of that messy haired suspiciously pale faced kid/boy, who began to sleep before the airplane reached the runway.Ya da uçak kalkış pistine ulaşmadan uyumaya başlayan, şu dağınık saçlı şüphe çekecek kadar soluk yüzlü çocuk yerine?
or instead of the pale faced kid/boyya da soluk yüzlü çocuk yerine
or such / and so onfalan
other girlsbaşka kızlar
other girls would dream of other thingsbaşka kızlar başka şeylerin hayalini kurardı
other thingsbaşka şeyler
our AmberAmber'imiz
our beliefinancımız
our belief about the great life waiting for usharika bir yaşamın bizi beklediğine dair inancımız
Our dreams too had become true.Bizim hayallerimiz de gerçekleşmişti.
our dreams(h)bizim hayallerimiz
our personal belongingskişisel eşyalarımız
our sixth movingaltıncı taşınmamız
our thinkingdüşünmemiz
our thinking was naivetydüşünmemiz saflıkmış
our timezamanımız
our unshakable beliefsarsılmaz inancımız
packed /crammed /filled to the brim / stuffed /loadedtıka basa
pagesayfa
palesoluk
pale facedsoluk yüzlü
pasteurizedpastörize edilmiş
personalkişisel
pianopiyano
piece /grain (used optional after numbers)tane
place / floor /groundyer
pleaseLütfen
Please... we don't have much time, the airplane was already late, and we waited a long time at the luggage conveyor belt.Lütfen... fazla zamanımız yok, uçak zaten gecikti, bagaj taşıma bandında da çok bekledik.
Please... we don't have much time.Lütfen... fazla zamanımız yok.
pleasure /joy (k)keyif
pocketcep
poking me constantly with his armkoluyla beni sürekli dürtükleyen
poking me with his armkoluyla beni dürtükleyen
Pretoria being the executive capital of the republic of South AfricaGüney Afrika Cumhuriyeti'nin yürütme başkenti olan Pretoria
problemsorun
proportion /relation /ratio *comparison /relativenessnispet
pupil /studentöğrenci
putrid / evil smelling /malodourous (l)leş gibi kokan
quite /pretty /ratheroldukça
quite /pretty /ratheroldukça
rather curiouslyoldukça meraklı bir şekilde
real estate agentemlakçı
reallygerçekten
reason /cause (n)neden
recently /at presentşu sıralar
relatively / in comparison withnispeten
remaining /dating from the 18th century18. yüzyıldan kalma
remarkably / noticible /auffallenddikkat çekecek kadar
republiccumhuriyet
restlesshuzursuz
restless /uneasy /anxioushuzursuz
river (n)nehir
rocking on the spot and....yerinde sallanıp
romanticromantik
roof (ç)çatı
roomoda
rosegül
row /linesıra
rumoursöylenti
sentencecümle
settled /based /stationaryyerleşik
sevenyedi
seven years beforeyedi yıl önce
seventyyetmiş
she was an expert in the domain of literatureedebiyat alanında uzmandı
She would make a contract to lecture in another university almost every year.neredeyse her yıl başka bir üniversitede ders vermek için sözleşme yapardı.
shortkısa
sigh
sisterkız kardeş
situated (found)bulunan
situated insideiçinde bulunan
sixaltı
sixaltı
six different countriesaltı farklı ülke
six timesaltı kez
sixtyaltmış
sleepuyku
sleeping pillsuyku ilaçları
sly / sneakysinsi
sly looking /sneaky facedsinsi suratlı
smell /scentkoku
smelling of beerbira kokan
smelly/stinkyberbat kokan
smilegülümseme
smugglerkaçakçı
smugglerskaçakçılar
smugglingkaçakçılık
so /thus /in this wayböylece
so Mia didn't have to vomityani Mia kusmak zorunda kalmamıştı
soil/ground /territorytoprak
something like gratitudeminnettarlık diye bir şey
sometimesbazen
sourcekaynak
southgüney
South AfricaGüney Afrika
spectators (i)izleyiciler
steady /steadfast /unshakable /unwaveringsarsılmaz
stinking (putridly) of beer /qui pue la bièreleş gibi bira kokan
Stupid animal!Aptal hayvan!
suitcasebavul
summeryaz
surprisedşaşırmış
surprising / amazing /astonishingşaşırtıcı
swissİsviçre
Swiss watchesİsviçre saatler
syntheticsentetik
synthetic drugsentetik uyuşturucu
tablemasa
tailkuyruk
tankdepo
tastetat
teethdişler
ten turkish wordson türkçe kelime
thanks to /grâce à/owing to /throughsayesinde
thanks to me /grâce à moibenim sayemde
thanks to me they could now easily pass the customs with their Swiss watches or synthetic drugsartık benim sayemde İsviçre saatleriyle ya da sentetik uyuşturucularıyla birlikte rahatça gümrükten geçebilirlerdi
thanks to me they could now passartık benim sayemde geçebilirlerdi
thanks to me they could now pass the customsartık benim sayemde gümrükten geçebilirlerdi
thanks to me they could now pass the customs with easeartık benim sayemde rahatça gümrükten geçebilirlerdi
thanks to my mother and fatherannem ve babam sayesinde
that guy (ç) smiling at mebana gülümseyen şu çocuk
that I didyaptığım
That implied six different countries in four different continentsDört farklı kıtada, altı farklı ülke anlamına geliyordu.
that is /namely / I meant /soyani
that is he constantly changed the place where he stayed.yani oturduğu yeri sürekli değiştirirdi.
that is in autumnsonbahardaki
that is in BratislavaBratislava'daki
that it did stink this muchonun bu kadar berbat koktuğu
that messy haired suspiciously pale boy (kid), who is beginning to sleepuyumaya başlayan, şu dağınık saçlı şüphe çekecek kadar soluk yüzlü çocuk
that messy haired suspiciously pale faced boy (kid)şu dağınık saçlı şüphe çekecek kadar soluk yüzlü çocuk
that we (had) dream(ed) ofhayalini kurduğumuz
that we couldn't spend our summer holidays in the same placeyaz tatillerimizi aynı yerde geçiremediğimiz
that we didn't play piano (our not playing piano)piyano çalmamamız
that we have seen many places of the Worlddünyanın birçok yerini gördüğümüz için
The airplane didn't encounter any trouble.Uçak herhangi bir sorunla karşılaşmamıştı.
The airplane was already late.Uçak zaten gecikti.
the Book of DreamsRüyalar Kitabı
the boy (kid) who began to sleep before the airplane reached the runwayuçak kalkış pistine ulaşmadan uyumaya başlayan çocuk
the cover of the suitcasebavul kapağı
The custom officer didn't care and put the suitcase onto a table.Gümrük memuru oralı olmayıp bavulu bir masanın üzerine koydu
The custom officer put the suitcase onto a table.Gümrük memuru bavulu bir masanın üzerine koydu
The custom officer signaled to the girl to get out of the line.Gümrük memuru kıza sıradan çıkmasını işaret etti.
The custom officer, too should have been surprised as much as I, after looking twice from me to the dog, he seized the suitcaseGümrük memuru da benim kadar şaşırmış olmalıydı, iki kez bir köpeğe bir bana baktıktan sonra bavula el attı.
The customs officer seized the suitcase.Gümrük memuru bavula el attı.
the customs officer should have been surprisedgümrük memuru şaşırmış olmalıydı
The customs officer should have been surprised, too.Gümrük memuru da şaşırmış olmalıydı.
The customs officer, too should have been as surprised as me about this doing.Gümrük memuru da bu işe benim kadar şaşırmış olmalıydı.
The customs officer, too should have been surprised as much as I.Gümrük memuru da benim kadar şaşırmış olmalıydı.
the dog barkedköpek havladı
the dog barked as if to threaten /the dog barked threateningköpek tehdit edercesine havladı
the dog sniffedköpek kokladı
the dog sniffed my suitcaseKöpek bavulumu kokladı.
the dog sniffed the suitcaseköpek bavulu kokladı
the fifteen year old girlon beş yaşındaki kız
the first floorbirinci kat
The flight had passed greatUçuş harika geçmişti
The flight had passed great, we hadn't entered a turbulence, so Mia didn't have to vomit and I was this time unlike any other time not suited next to a fat man stinking of beer and poking me constantly with his arm.Uçuş harika geçmişti, türbülansa girmemiştik, yani Mia kusmak zorunda kalmamıştı ve ben her zamankinden farklı olarak bu kez koluyla beni sürekli dürtükleyen ve leş gibi bira kokan şişko bir adamın yanına denk gelmemiştim.
the great life waiting for usbizi bekleyen harika yaşam
the guy turning around and smiling at mearkasına dönüp bana gülümseyen çocuk
the guy turning around remarkably often and smiling at medikkat çekecek kadar sıkça arkasına dönüp bana gülümseyen çocuk
the guy(ç) turning aroundarkasına dönen çocuk
the house looked comfortableev konforlu görünüyordu
the house looked comfortable and romantic.Ev konforlu ve romantik görünüyordu.
the month of junehaziran ayı
the move /moving /Umzug /déménagementtaşınma
the one (s) /those that were behind mearkamdaki
the only thing that stood (was) between us and the great life waiting for us was the cheesebizi bekleyen harika yaşamla aramızda tek şey peynirdi.
the place where he stayedoturduğu yer
The pleasant guy (ç) with the dark coloured hairKoyu renk saçlı, hoş çocuk
the real smugglersgerçek kaçakçılar
the real smugglersgerçek kaçakçılar
the real smugglers were certainly rubbing their handsgerçek kaçakçılar kesinlikle ellerini ovuşturuyordu
the real smugglers, which were behind mearkamdaki gerçek kaçakçılar
the real smugglers, which were waiting in the row behind mearkamdaki sırada bekleyen gerçek kaçakçılar
The real smugglers, which were waiting in the row behind me should have been secretly rejoicing, thanks to me they could now easily pass the customs with their Swiss watches or synthetic drugs.Arkamdaki sırada bekleyen gerçek kaçakçılar için için seviniyor olmalıydılar artık benim sayemde İsviçre saatleriyle ya da sentetik uyuşturucularıyla birlikte rahatça gümrükten geçebilirlerdi.
The real smugglers, which were waiting in the row behind me should have been secretly rejoicing.Arkamdaki sırada bekleyen gerçek kaçakçılar için için seviniyor olmalıydılar.
the reason we didn't play pianopiyano çalmamamızın nedeni
the reason we minimized our personel belongingskişisel eşyalarımızı en aza indirgemiştik nedeni
The rented cottage a bit outside the city dating from the 18th centuryŞehrin biraz dışında kiraladığı 18. yüzyıldan kalma kır evi
the republic of South AfricaGüney Afrika Cumhuriyeti
the runwaykalkış pisti
the sameaynı
the sixthaltıncı
the sixth movingaltıncı taşınma
the smell which the dog gotköpeğin aldığı koku
the sneaky faced guysinsi suratlı herif
the source of the smellkokunun kaynağı
the source of the smell which the dog gotköpeğin aldığı kokunun kaynağı
the summer holidaysyaz tatilleri
the suspiciously pale faced boy (kid)şüphe çekecek kadar soluk yüzlü çocuk
the Thames riverThames nehri
their ruining / them to ruin /that they ruinbozmaları
their tanksdepoları
then /aftersonra
then /aftersonra
then he sat down on the floor and...sonra yere oturup...
Then he sat on the floor and put his nose enthousiastically down on the lid of the suitcase.Sonra yere oturup çoşkulu bir şekilde burnunu bavul kapağına dayadı.
then he set down on the floorsonra yere oturdu
thereorada
there is no needgerek yok
there is notyok
there was / (+ personal ending on its subject: had)vardı
there was no needgerek yoktu
There was no need for agitation. /There was no reason to worry.Heyecana gerek yoktu.
there was no such thing as gratitudeminnettarlık diye bir şey kalmıyordu
there was of coursevardı tabii
there was of course that nice black haired guy(ç)şu koyu saçlı, hoş çocuk vardı tabii
there was of course that nice black haired guy(ç) sitting in the front rowön sırada oturan, şu koyu saçlı, hoş çocuk vardı tabii.
there was of course that nice guy(ç)şu hoş çocuk vardı tabii
therefore /for this (reason) /because of thisbu yüzden
they could now(from now on) passartık geçebilirlerdi
they could passgeçebilirlerdi
They rubbed their hands.Ellerini ovuşturuyordu.
they should have been rejoicingseviniyor olmalıydılar
thingsşeyler
things /goods /belongingseşyalar
thirtyotuz
This also implied that we couldn't spend our summer holidays in the same place we were obliged to go wherever my father worked at that time.Bu da yaz tatillerimizi aynı yerde geçiremediğimiz anlamına geliyordu; babam o sırada nerede çalışıyorsa, oraya gitmek zorundaydık.
This also implied that we couldn't spend our summer holidays in the same place.Bu da yaz tatillerimizi aynı yerde geçiremediğimiz anlamına geliyordu.
this muchbu kadar
This was our sixth move within eight years, and it meant on the same time six different countries in four different continents, a six times restarted school, six times to establish new friendships and six times to say goodbye.Bu, sekiz yılda altıncı taşınmamızdı ve aynı zamanda dört farklı kıtada altı farklı ülke, altı kez yeniden başlanan okul, altı kez yeni dostluklar kurmak ve altı kez 'hoşça kal' demek anlamına geliyordu.
This was our sixth move within eight years.Bu, sekiz yılda altıncı taşınmamızdı.
This was the last obstacleBu son engeldi
This was the last obstacle standing between us and the aforementioned great life (y).Bu, söz konusu harika yaşamla aramızda duran son engeldi.
This was the last obstacle standing between us and the great life (y).Bu, harika yaşamla aramızda duran son engeldi.
those cheap airlinesşu ucuz havayolları
those cheap airlines having according to rumour always low fuel in their tankssöylentiye göre depolarında hep az yakıt olan şu ucuz havayolları
those who were thereorada bulunanlar
those who were there understood immediatelyorada bulunanlar hemen anlamıştı
Those who were there understood immediately the source of the smell which the dog had gotten.Orada bulunanlar köpeğin aldığı kokunun kaynağını hemen anlamıştı.
Though my father had bought the tickets.Babam biletleri satın almak olsa da
threeüç
three monthly /quaterlyüç aylık
thumbbaş parmak
ticketbilet
timezaman
timeskez
times (k)kez
to a degreederecede
to a minimumen aza
to a surprising degreeşaşırtıcı derecede
to allowizin vermek
to asksormak
to barkhavlamak
to beolmak
to be found /to be present (se trouver/sich befinden)bulunmak
to be gratefulminnettar olmak
to be includeddâhil olmak
to be indifferentoralı olmamak
to be lategecikmek
to be started /begunbaşlanmak
to be suited to / to come across / to occur at the same time as /to be suitabledenk gelmek
to be suspectedşüphe edilmek
to become truegerçekleşmiş olmak
to beginbaşlamak
to begin to putkoymaya başlamak
to begin to sleepuyumaya başlamak
to block /to close /to clogtıkamak
to buysatın almak
to carrytaşımak
to change sthgdeğiştirmek
to circle around a few timesbirkaç kez tur atmak
to circuit /to tour aroundtur atmak
to come true /materialize / actualizegerçekleşmek
to continue /to keep on...-ip durmak
to divorceboşanmak
to doyapmak
to do a phddoktora yapmak
to doubt /be sceptical about/ suspectşüphe etmek
to draw suspicionşüphe çekmek
to dream /imagine / fancy (h. k.)hayalini kurmak
to empty /dischargeboşaltmak
to establishkurmak
to establish new friendshipsyeni dostluklar kurmak
to exit /to go out /to come outçıkmak
to explainaçıklamak
to extend /stretch /prolonguzatmak
to findbulmak
to finish /complete (t)tamamlamak
to forgetunutmak
to freak out from joysevinçten çıldırmak
to get /to be united withkavuşmak
to get a jobiş almak
to get a landing permitiniş izni almak
to get out of the linesıradan çıkmak
to giggle /chuckle /chortlekıkırdamak
to give upvazgeçmek
to glancebir bakış atmak
to go crazy / to go wild /to freak out /çıldırmak
to go thereoraya gitmek
to grinsırıtmak
to grin wolfishly /to grin conspiratorially /to leerpis pis sırıtmak
to have a delicate nosehassas bir burna sahip olmak
to have less/low fuel in their tanksdepolarında az yakıt olmak
to have to /to be obliged tozorunda kalmak
to hide (s)saklamak
to hold with one's fingersparmaklarıyla tutmak
to innerly/secretly rejoiceiçin için sevinmek
to knowbilmek
to knowbilmek
to know (knowledge) / wissen / savoirbilmek
to lectureders vermek
to lecture almost every year in another universityneredeyse her yıl başka bir üniversitede ders vermek
to lift /removekaldırmak
to liveyaşamak
to long for /to regretözlemini çekmek
to lookbakmak
to look nervousgergin görünmek
to make (plant) a vegetable bedsebze tarhı yapmak
to make a contractbir sözleşme yapmak
to mebana
to mean /to imply/to add up toanlamına gelmek
to meet /to experience /to run into/encounter (k)karşılaşmak
to minimizeen aza indirgemek
to move (houses)taşınmak
to move /stir somethingkıpırdatmak
to not be /not becomeolmamak
to not play pianopiyano çalmamak
to openaçmak
to pack a suitcasebavul yerleştirmek
to passgeçmek
to pasteurizepastörize etmek
to pay attention, to careoralı olmak
to pick me up (lit. : to take me)beni almak için
to pick my little sister upküçük kız kardeşimi almak için
to place /position here: to put on e. g. smile)yerleştirmek
to play pianopiyano çalmak
to poke /to prod continually /to jostledürtüklemek
to possess /have (+dat.)sahip olmak
to prepare /to make readyhazırlamak
to prepare jam (m)marmelat hazırlamak
to print / press /step onbasmak
to putkoymak
to put to the sidekenara koymak
to put to the side holding with one's fingersparmaklarıyla tutarak kenara koymak
to reachulaşmak
to reach the runwaykalkış pistine ulaşmak
to readokumak
to rejoice /be happy /be gladsevinmek
to rememberhatırlamak
to rent /lease /hirekiralamak
to reproach /to blamesuçlamak
to rubovuşturmak
to ruin my joykeyfimi bozmak
to saysöylemek
to saysöylemek
to say goodbye'hoşça kal' demek
to scratchkaşımak
to see many places of the Worlddünyanın birçok yerini görmek
to seize /to lay hand onel atmak
to seize the suitcasebavula el atmak
to set foot onayak basmak
to set foot on British soilİngiliz topraklarına ayak basmak
to shake /give a jerksilkmek
to shake oneself /to fling outsilkinmek
to showgöstermek
to sigh deeplyderin bir iç geçirmek
to signal /to point at /to make a signişaret etmek
to sitoturmak
to sit in the front rowön sırada oturmak
to sleepuyumak
to smellkoklamak
to smellkoku almak
to smell /to smell ofkokmak
to smilegülümsemek
to spend the holidaystatilleri geçirmek
to spend the summer holidays in the same placeyaz tatillerini aynı yerde geçirmek
to stand / be planteddikilmek
to start / beginbaşlamak
to staykalmak
to swearyemin etmek
to swing /shake / bob /rocksallanmak
to take the colour of my bordeaux braşarap rengi sütyenimin rengini almak
to tell the truthdoğruyu söylemek gerekirse
to the back /backwardsarkasına
to threatentehdit etmek
to thump throw the pages of a football magazinebir futbol dergisinin sayfalarını karıştırmak
to turndönmek
to turn to the back /to turn aroundarkasına dönmek
to understandanlamak
to understand thisbunu anlamak için
to unpack a suitcasebavul boşaltmak
to vomitkusmak
to waitbeklemek
to wait long /to wait a lotçok beklemek
to wonder/ to be surprisedşaşmak
to work /study /tryçalışmak
together withile birlikte
Together with a cottage our dreams too had become true.kır eviyle birlikte bizim hayallerimiz de gerçekleşmişti.
together with a real homegerçek bir yuvayla birlikte
together with their Swiss watches or synthetic drugsİsviçre saatleriyle ya da sentetik uyuşturucularıyla birlikte
toothdiş
treeağaç
trimesterüç aylık dönem
truedoğru
true /realgerçek
turbulencetürbülans
turkish (language)türkçe
twentyyirmi
twiceiki kez
twoiki
twoiki
two "kilo-ish"iki kiloluk
two and a halfiki buçuk
two and a half kilo of cheeseiki buçuk kiloluk peynir
type /kind / speciescins
ultimately behind the barriersonuçta bariyerin ardında
ultimately behind the barrier waited a completely new and great life for us together with a real home which we always had dreamed ofsonuçta bariyerin ardında her zaman hayalini kurduğumuz gerçek bir yuvayla birlikte, yepyeni ve harika bir hayat bizi bekliyordu.
underweariç çamaşırları
universityüniversite
unlike any other time /different than usualher zamankinden farklı olarak
unpasteurizedpastörize edilmemiş
until (d) +dativedek
until (d) +dativedek
until the month of junehaziran ayına dek
Until the month of june we had lived in Pretoria being the executive capital of the republic of South AfricaHaziran ayına dek Güney Afrika Cumhuriyeti'nin yürütme başkenti olan Pretoria'da yaşamıştık.
Until the month of june we had lived in Pretoria being the executive capital of the republic of South Africa and before that in Utrecht, Berkeley, Haydarabad, Edinburgh and Munich.Haziran ayına dek Güney Afrika Cumhuriyeti'nin yürütme başkenti olan Pretoria'da yaşamıştık, ondan önce de Utrecht, Berkeley, Haydarabad, Edinburgh ve Münih'te.
usualher zamanki
various /diverse (ç)çeşitli
vegetablesebze
very new /completely new /nagelneuyepyeni
voiceses
waitingbekleyen
waiting in the rowsırada bekleyen
wash / laundryçamaşır
watch /clocksaat
wayyol
we also waited a long time at the luggage conveyor belt.bagaj taşıma bandında da çok bekledik
we are in a hurryacelemiz var
we didn't long for anything elsebaşka hiçbir şeyin özlemini çekmiyorduk
we didn't missözlemini çekmiyorduk
We don't have much time.Fazla zamanımız yok.
We don't have time.Zamanımız yok.
we had becomeolmuştuk
we had become expertsuzman olmuştuk
We had become experts in packing and unpacking suitcases, it was not difficult to understand the reason we minimized our personel belongings and we didn't play piano.Bavul yerleştirmekte ve boşaltmakta uzman olmuştuk, kişisel eşyalarımızı en aza indirgemiştik ve piyano çalmamamızın nedenini anlamak zor değildi.
We had become experts in packing and unpacking suitcases.Bavul yerleştirmekte ve boşaltmakta uzman olmuştuk.
we had livedyaşamıştık
we hadn't entered a turbulancetürbülansa girmemiştik
We have time.Zamanımız var.
we need to be gratefulminnettar olmamız gerek
We thought that the only thing that stood (was) between us and the great life waiting for us was the cheese.Bizi bekleyen harika yaşamla aramızda tek şeyin peynir olduğunu düşünüyorduk.
we waited a long timeçok bekledik
We were longing for a home where we would stay at least for more than a year.En azından bir yıldan fazla kalacağımız bir yuvanın özlemini çekiyorduk.
we were not yearning for anything other than a real homegerçek bir yuvadan başka hiçbir şeyin özlemini çekmiyorduk
we were obligedzorundaydık
we were obliged to go thereoraya gitmek zorundaydık
we were obliged to go wherever he worked at that timeo sırada nerede çalışıyorsa, oraya gitmek zorundaydık
We were really in a hurry.Gerçekten acelemiz vardı.
we will staykalacağız
We would finally have a permanent settlementNihayet yerleşik bir düzenimiz olacaktı
We would finally have a permanent settlement and get a real home.Nihayet yerleşik bir düzenimiz olacaktı ve gerçek bir yuvaya kavuşacaktık.
we would get a real homegerçek bir yuvaya kavuşacaktık
whatne
what a pity thatne yazık ki
what a pity that not every place he got work was that nicene yazık ki iş aldığı her yer böyle güzel değildi.
what he didonun ne yaptığı
what scentne koku
what the dog has smelledköpek ne koku almış
when /during (s)sırada
when it had not beenolmamışken
when it had not been even half an houryarım saat bile olmamışken
when/while readingokurken
where/that we will staykalacağımız
whereas /as to his coworkermeslektaşıysa
whereas his coworker next to him clogged his noseyanındaki meslektaşıysa burnunu tıkadı
whereas to know what he didonun ne yaptığınıysa bilmek
whereas what he didonun ne yaptığıysa
Whereas what the pleasant guy with the dark coloured hair didKoyu renk saçlı, hoş çocuğun ne yaptığıysa
Whereas what the pleasant guy with the dark coloured hair did, I didn't even want to know.Koyu renk saçlı, hoş çocuğun ne yaptığınıysa bilmek bile istemiyordum.
wherever he worked at that timeo sırada nerede çalışıyorsa
whichhangi
Which custom officer in his right mind would have for example instead of (to) that rather nervous looking sneaky faced guy, pointed out to a blond, ponytailed, fifteen year old girl to get out of the line!Aklı başında hangi gümrük memuru, mesela oldukça gergin görünen şu sinsi suratlı herif yerine on beş yaşındaki, sarı at kuyruklu bir kıza sıradan çıkmasını işaret ederdi ki?
Which custom officer in his right mind would have pointed out to a blond, ponytailed, fifteen year old girl to get out of the line!Aklı başında hangi gümrük memuru on beş yaşındaki, sarı at kuyruklu bir kıza sıradan çıkmasını işaret ederdi ki?
Which custom officer in his right mind would have pointed out to the girl to get out of the line!Aklı başında hangi gümrük memuru kıza sıradan çıkmasını işaret ederdi ki?
Which custom officer in his right mind...Aklı başında hangi gümrük memuru
Which custom officer would have pointed out to the girl to get out of the line!Hangi gümrük memuru kıza sıradan çıkmasını işaret ederdi ki?
which is fifteen years oldon beş yaşındaki
which the man held at that moment in his handadamın o sırada elinde tuttuğu
While my face took most likely the colour of my bordeaux bra which the man held in that moment in his hand.Yüzüm büyük olasılıkla adamın o sırada elinde tuttuğu şarap rengi sütyenimin rengini alırken
while my face took the colour of my bordeaux braYüzüm şarap rengi sütyenimin rengini alırken
While my face took the colour of my bordeaux bra which the man held in that moment in his handYüzüm adamın o sırada elinde tuttuğu şarap rengi sütyenimin rengini alırken
while reading he had moved his lipsokurken dudaklarını kıpırdatmıştı
while reading he had moved his lips just as first class pupilsokurken tıpkı birinci sınıf öğrencileri gibi dudaklarını kıpırdatmıştı
who was next to himyanındaki
wide opened eyeskocaman açılmış gözler
windowpencere
wineşarap
winterkış
wishdilek
with a little low voicebiraz alçak sesle
with a low voicealçak sesle
with his armkoluyla
with his thumb and index fingerbaş ve işaret parmaklarıyla
with my wide opened eyeskocaman açılmış gözlerimle
With my wide opened eyes I looked at the customs officer and placed my sweetest smile on my face.Kocaman açılmış gözlerimle gümrük memuruna bakıp yüzüme en nazik gülümsememi yerleştirdim.
with ponytail /with pigtail / mit Pferdeschwanzat kuyruklu
With the rented cottage a bit outside the city dating from the 18th century our dreams too had become true.Şehrin biraz dışında kiraladığı 18. yüzyıldan kalma kır eviyle birlikte bizim hayallerimiz de gerçekleşmişti.
with their drugsuyuşturucularıyla
with their Swiss watches or synthetic drugsİsviçre saatleriyle ya da sentetik uyuşturucularıyla
wonderfullyharika bir şekilde
wonderfully full of creepy secretsharika bir şekilde tüyler ürpertici sırlarla dolu
word (k)kelime
world /earthdünya
yearyıl
yellow /blond /flaxensarı
you knowbiliyorsun
zipper /Reisverschlussfermuar