Reading Turkish: Silber - Rüyalar Kitabı 1

QuestionAnswer
"I can swear that there is much dirty wash in my suitcase..." Just then I fell silent for I remembered another thing being in my suitcase."I mean, there are no drugs or so, I finished my sentence with a little low voice and looked accusingly at the dog.
'Bavulumda fazlaca kirli çamaşır olduğuna dair yemin edebilirim...'Tam da o sırada bavulumda olan başka bir şeyi hatırladığım için kısa bir an sustum, '... yani uyuşturucu falan yok,' diye biraz alçak sesle cümlemi tamamladım ve suçlarcasına köpeğe baktım
'Entlebuch biosphere cheese ,' I explained.
Entlebuch biyosfer peyniri,' diye açıkladım.
'Entlebuch biosphere cheese,' I explained, while my face took the colour of my bordeaux bra which the man held in that moment in his hand.
Yüzüm büyük olasılıkla adamın o sırada elinde tuttuğu şarap rengi sütyenimin rengini alırken, 'Entlebuch biyosfer peyniri,' diye açıkladım.
'I think it's an ingenious place to hide drugs.'said one from behind us.
'Bence uyuşturucu saklamak için dâhiyane bir yer.' dedi biri arkamızdan.
'Oh my God, and what is this?...' asked the custom officer,whereas his coworker next to him clogged his nose and began to put my underwear holding it with thumb and index finger one by one to the side.
'Tanrım, bu da ne böyle?...' diye sordu gümrük memuru, yanındaki meslektaşıysa burnunu tıkadı ve iç çamaşırlarımı baş ve işaret parmaklarıyla tutarak tek tek kenara koymaya başladı.
'Oh my God, and what is this?...' asked the custom officer.
'Tanrım, bu da ne böyle?...' diye sordu gümrük memuru.
'Two and a half kilo of unpasteurized cheese.'
'İki buçuk kiloluk pastörize edilmemiş peynir.'
(animal) hair /fur
tüy
(by) being
olarak
... I finished my sentence with a little low voice
diye biraz alçak sesle cümlemi tamamladım
... looking /... faced
suratlı
a / one
bir
a bit outside the city
şehrin biraz dışında
a completely new and great life
yepyeni ve harika bir hayat
a completely new and great life waited for us
yepyeni ve harika bir hayat bizi bekliyordu
a completely new and great life waited for us together with a real home
gerçek bir yuvayla birlikte yepyeni ve harika bir hayat bizi bekliyordu
a completely new and great life waited for us, together with a real home which we always had dreamed of.
her zaman hayalini kurduğumuz gerçek bir yuvayla birlikte yepyeni ve harika bir hayat bizi bekliyordu
a fat man
şişko bir adam
a fat man poking me constantly with his arm
koluyla beni sürekli dürtükleyen şişko bir adam
a fat man stinking of beer and poking me constantly with his arm
koluyla beni sürekli dürtükleyen ve leş gibi bira kokan şişko bir adam
a few times
birkaç kez
a fifteen year old girl
on beş yaşındaki bir kız
a flower bed
çiçek tarhı
a football magazine
bir futbol dergisi
a girl with a blond ponytail
sarı at kuyruklu bir kız
a home where we will stay
kalacağımız bir yuva
a home where we will stay longer than a year
bir yıldan fazla kalacağımız bir yuva
a horse tail /ponytail
at kuyruğu
a look
bir bakış
a man
bir adam
a new/afresh started school
yeniden başlanan okul
a permanent settlement
yerleşik düzen
a place full of secrets
sırlarla dolu bir yer
a real home (y)
gerçek bir yuva
a real home which we had always dreamed of
her zaman hayalini kurduğumuz gerçek bir yuva
a rose bed
gül tarhı
a secret
sır
a short while
kısa bir an
a sweet smile
nazik bir gülümseme
a vegetable bed
sebze tarhı
a wonderful view of the Thames River
harika Thames nehri manzarası
a year /one year
bir yıl
about /concerning (d)
dair
about /concerning / relating to
dair
above Heathrow
Heathrow'un üzerinde
absolutely /certainly / definitely
kesinlikle
according to me /I think
bence
according to rumour /reportedly
söylentiye göre
accusingly /as if I was accusing (reproaching)
suçlarcasına
actually /in fact / really
aslında
Actually everybody looked curiously at my suitcase.
Aslında herkes bavuluma merakla bakıyordu.
aforementioned /earlier mentioned
söz konusu
after looking
baktıktan sonra
after looking twice from me to the dog
iki kez bir köpeğe bir bana baktıktan sonra
after looking twice from me to the dog, he seized the suitcase
iki kez bir köpeğe bir bana baktıktan sonra bavula el attı
again (y) /allover /afresh
yeniden
airlines
havayolları
airplane
uçak
airplane
uçak
almost /nearly
az kalsın
almost /nearly
neredeyse
already (ş)
şimdiden
already / anyway /in first place
zaten
already now
daha şimdiden
Already now standing next to the barrier
Daha şimdiden bariyerin yanında dikilmiş
alright /jolly well
pekâlâ
Alright, let's have look at what our Amber has smelled.
Pekâlâ, Amber'imiz ne koku almış, bir bakalım.
also
bir de
also /in addition /moreover
bir de
always
her zaman
always
hep
Amber, the stupid dog shook herself.
Aptal köpek Amber silkindi.
an ingenious place
dâhiyane bir yer
an own room belonging to each of us
kendimize ait birer oda
and /also(following noun, participle...)
da - de
and at the same time
ve aynı zamanda
and before that in Utrecht, Berkeley, Haydarabad, Edinburgh and Munich.
ondan önce de Utrecht, Berkeley, Haydarabad, Edinburgh ve Münih'te.
and from its first floor window
ve birinci katın penceresinden
and such also her biggest wish became true.
ve böylece en büyük dileği de gerçekleşmiş oluyordu.
and therefore the holiday had passed relatively great
ve bu yüzden tatil nispeten harika geçmişti
And though my father had bought the tickets like usual from those cheap airlines, the airplane didn't encounter any trouble.
Ve babam biletleri her zamanki gibi şu ucuz havayollarından satın almak olsa da, uçak herhangi bir sorunla karşılaşmamıştı.
And though my father had bought the tickets like usual from those cheap airlines, which had according to rumour always low fuel in their tanks, the airplane didn't encounter any trouble.
Ve babam biletleri her zamanki gibi söylentiye göre depolarında hep az yakıt olan şu ucuz havayollarından satın almak olsa da, uçak herhangi bir sorunla karşılaşmamıştı.
And though my father had bought the tickets like usual from those cheap airlines, which had reportedly always low fuel in their tanks, even though we did a few turns above Heathrow in order to get a landing permit, the plane didn't encounter any problem.
Ve babam biletleri her zamanki gibi, söylentiye göre depolarında hep az yakıt olan şu ucuz havayollarından satın almak olsa da, Heathrow'un üzerinde iniş izni almak için birkaç kez tur attığımız halde uçak herhangi bir sorunla karşılaşmamıştı.
And though my father had bought the tickets like usual from those cheap airlines.
Ve babam biletleri her zamanki gibi şu ucuz havayollarından satın almak olsa da.
And we were longing for an own room for each of us.
Ve kendimize ait birer odanın özlemini çekiyorduk.
And what is this?!?
Bu da ne böyle?
animal
hayvan
another officer
başka bir memur
another officer opened its zipper and lifted up the lid.
başka bir memur fermuarını açıp kapağı kaldırdı.
another officer opened its zipper and...
başka bir memur fermuarını açıp
another thing
başka bir şey
another thing being in my suitcase
bavulumda olan başka bir şey
any kind of problem
herhangi bir sorun
anyway /presumably /I suppose /in any case
herhalde
arm
kol
as if
sanki
as if he threatened /threatening
tehdit edercesine
as much as
kadar
as much as I
benim kadar
as much surprised as I
benim kadar şaşırmış
astonished at
-e şaşırmış
astonished at this doing
bu işe şaşırmış
at a university in Oxford
Oxford'da bir üniversitede
at least
en azından
at least
en azından
at least in winters
en azından kışları
at me
bana
At present he worked in Zürich and therefore the holiday (including various mountain tours and also the biosphere protection area at Entlebuch) had passed relatively great
Şu sıralar Zürih'te çalışıyordu ve bu yüzden tatil (çeşitli dağ turları ve Entlebuch'taki biyosfer koruma alanı da dâhil olmak üzere) nispeten harika geçmişti.
At present he worked in Zürich and therefore the holiday (including various mountain tours and also the biosphere protection area at Entlebuch) had passed relatively great,what a pity that not every place he got work was that nice.
Şu sıralar Zürih'te çalışıyordu ve bu yüzden tatil (çeşitli dağ turları ve Entlebuch'taki biyosfer koruma alanı da dâhil olmak üzere) nispeten harika geçmişti, ne yazık ki iş aldığı her yer böyle güzel değildi.
At present he worked in Zürich.
Şu sıralar Zürih'te çalışıyordu.
at that time
o sırada
at that time
o sırada
at the side
yan tarafta
autumn
sonbahar
back /rear /hind
arka
bag
çanta
basement
bodrum
because
çünkü
because for nearly ten years
çünkü neredeyse on yıldır
because he had thumped through the pages of a football magazine and while reading had moved his lips just as first class pupils.
çünkü bir futbol dergisinin sayfalarını karıştırmış ve okurken tıpkı birinci sınıf öğrencileri gibi dudaklarını kıpırdatmıştı.
because I remembered
hatırladığım için
because I remembered I fell silent
hatırladığım için sustum
because I remembered I fell silent for a short while
hatırladığım için kısa bir an sustum
Because she wanted to teach in a university in Oxford for nearly ten years.
Çünkü neredeyse on yıldır Oxford'da bir üniversitede ders vermek istiyordu.
because to tell the truth
çünkü doğruyu söylemek gerekirse
because to tell the truth in order to understand this
çünkü doğruyu söylemek gerekirse bunu anlamak için
Because to tell the truth in order to understand this it was not necessary to have a sensitive nose.
Çünkü doğruyu söylemek gerekirse bunu anlamak için hassas bir burna sahip olmak gerekmiyordu.
bed (of flowers /vegetables...)
tarh
beer
bira
before reaching /without reaching
ulaşmadan
before that
ondan önce
before the airplane reached the runway
uçak kalkış pistine ulaşmadan
beginning to sleep
uyumaya başlayan
behind
arkasında
behind me
arkamda
behind(a) the barrier
bariyerin ardında
being
olan
being indifferent and... / he didn't care and...
oralı olmayıp
belief
inanç
belonging to each of us
kendimize ait birer
better than (a)
-dan iyidir
between us and
ile aramızda
between us and the great life (y)
harika yaşamla aramızda
biosphere
biyosfer
biosphere protection area
biyosfer koruma alanı
bloodcurdling /eerie /hair curling/dreadful
tüyler ürpertici
book
kitap
bordeaux (the colour of wine)
şarap rengi
Bravo
Aferin
Bravo! You know now eighty Turkish words.
Aferin! Artık seksen Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now fifty Turkish words.
Aferin! Artık elli Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now forty Turkish words.
Aferin! Artık kırk Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now hundred and ten Turkish words.
Aferin! Artık yüz on tane Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now hundred and twenty Turkish words.
Aferin! Artık yüz yirmi tane Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now ninety Turkish words.
Aferin! Artık doksan Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now one hundred Turkish words.
Aferin! Artık yüz Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now seventy Turkish words.
Aferin! Artık yetmiş Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now sixty Turkish words.
Aferin! Artık altmış Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now ten Turkish words.
Aferin! Artık on Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now thirty Turkish words.
Aferin! Artık otuz Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now twenty Turkish words.
Aferin! Artık yirmi Türkçe kelime biliyorsun.
break / spoil /affect / interrupt /ruin
bozmak
breast holder
sütyen
British soil
İngiliz toprakları
brochure
broşür
but /however / nevertheless/lediglich
ancak
But I was determined not to allow them to ruin my joy, ultimately behind the barrier waited a completely new and great life for us together with a real home which we always had dreamed of.
Ama keyfimi bozmalarına izin vermemeye kararlıydım, sonuçta bariyerin ardında her zaman hayalini kurduğumuz gerçek bir yuvayla birlikte yepyeni ve harika bir hayat bizi bekliyordu.
but then I had given up
ama sonra vazgeçmiştim
but when a person (i) had spent his summer holidays
ama insan yaz tatilini geçirdiğinde
But when someone (i) had spent his summer holidays on the edge of an industrial area in Bratislava
ama insan yaz tatilini Bratislava'daki bir sanayı bölgesinin kıyısında geçirdiğinde
But when someone (i) had spent his summer holidays on the edge of an industrial area in Bratislava there was no such thing as gratitude.
ama insan yaz tatilini Bratislava'daki bir sanayı bölgesinin kıyısında geçirdiğinde, minnettarlık diye bir şey kalmıyordu.
capital
başkenti
carrion /carcass (dead rotten body)
leş
cell phone
cep telefonu
century
yüzyıl
character
karakter
charming /pleasant /nice /lovely (h)
hoş
cheap
ucuz
cheese
peynir
class
sınıf
coast /shore /edge
kıyı
colleague /coworker (m)
meslektaş
colour
renk
comfortable
konforlu
constantly /incessantly/continuously /always (s)
sürekli
continent
kıta
contract /agreement
sözleşme
cottage /country house
kır evi
cover /lid
kapak
curious (adj)
meraklı
curiously (adv but : in a curious (adj) manner)
meraklı bir şekilde
curiously (m) (adv)
merakla
customs
gümrük
customs officer
gümrük memuru
dark
koyu
dark haired
koyu saçlı
deep
derin
degree
derece
determined /decided
kararlı
different
farklı
different
farklı
difficult
zor
dirty
kirli
dirty /filthy /nasty
pis pis
dirty wash
kirli çamaşır
doctorate /phd
doktora
dog
köpek
dog
köpek
domain /area /field
alan
dreadful secrets
tüyler ürpertici sırlar
dream
rüya
dream / imagination /fantasy
hayal
dreams
rüyalar
drug
uyuşturucu
drug dog
narkotik köpeği
drug trafficking
uyuşturucu kaçakçılığı
ear
kulak
ears
kulaklar
easily /with ease (r)
rahatça
eight
sekiz
eighty
seksen
engineer
mühendis
English /British
İngiliz
enthousiastically
çoşkulu bir şekilde
Enthousiastically he put his nose down on the lid of the suitcase.
Çoşkulu bir şekilde burnunu bavul kapağına dayadı.
enthusiastic
çoşkulu
enthusiastically
çoşkulu bir şekilde
Entlebuch biosphere cheese
Entlebuch biyosfer peyniri
estate agent's brochure
emlakçının broşürü
even
bile
even
bile
even (h)
hatta
even though we did a few turns
birkaç kez tur attığımız halde
Even though we did a few turns above Heathrow in order to get a landing permit, the airplane didn't encounter any trouble.
Heathrow'un üzerinde iniş izni almak için birkaç kez tur attığımız halde, uçak herhangi bir sorunla karşılaşmamıştı.
Even though we did a few turns above Heathrow in order to get a landing permit.
Heathrow'un üzerinde iniş izni almak için birkaç kez tur attığımız halde
eventually /ultimately
sonuçta
every place where he got a job
iş aldığı her yer
everybody
herkes
everything
her şey
Everything was ok.
Her şey yolundaydı.
excitement / agitation
heyecan
executive
yürütme
expert
uzman
face
yüz
fat
şişko
father
baba
fifteen
on beş
fifteen years old
on beş yaşında
fifty
elli
finally (n)
nihayet
fine / sensitive / delicate
hassas
first
birinci
first / before
önce
five
beş
flight
uçuş
floor/etage
kat
flower
çiçek
foot
ayak
For a home where we would stay at least for more than a year.
En azından bir yıldan fazla kalacağımız bir yuvanın.
for being a drug dog
Bir narkotik köpeği olarak
For being a drug dog he had surprisingly much hair.
Bir narkotik köpeği olarak şaşırtıcı derecede çok tüyü vardı.
for example (m)
mesela
For my not wanting his cell phone number
Cep telefonunun numarasını istemediğim için
for ten years
on yıldır
four
dört
four different continents
dört farklı kıta
friend
dost
friendship
dostluk
from joy
sevinçten
from on /since
itibaren
from the autumn trimester on
sonbahardaki üç aylık dönemden itibaren
From the autumn trimester on my mother would start working in the Magdalen College in Oxford and such also her biggest wish became true.
Annem sonbahardaki üç aylık dönemden itibaren Oxford'daki Magdalen College'da çalışmaya başlayacaktı ve böylece en büyük dileği de gerçekleşmiş oluyordu.
From the autumn trimester on my mother would start working in the Magdalen College in Oxford.
Annem sonbahardaki üç aylık dönemden itibaren Oxford'daki Magdalen College'da çalışmaya başlayacaktı.
from the basement to the roof
bodrumundan çatısına dek
From the window of the first floor there was a wonderful view of the Thames.
Birinci katın penceresinden harika Thames nehri manzarası görünüyordu
fuel (noun)
yakıt
full
dolu
full of secrets
sırlarla dolu
garden
bahçe
gentle /polite /sweet
nazik
girl
kız
God (t)
Tanrı
God knows
Tanrı bilir
God knows, maybe that his bag was crammed with illegal sleeping pills.
Tanrı bilir, belki de çantası tıka basa yasadışı uyku ilaçlarıyla doluydu.
goodbye
hoşça kal
grateful
minnettar
gratitude
minnettarlık
great
harika
guy /bloke
herif
ha! (interjection)
Eh!
Ha, great! /Na toll!
Eh, harika!
hair
saçlar
half
yarım
half an hour
yarım saat
hayloft /barn
samanlık
he /they understood immediately
hemen anlamıştı
he asked
sordu
He began to put my underwear holding it with thumb and index finger one by one to the side.
iç çamaşırlarımı baş ve işaret parmaklarıyla tutarak tek tek kenara koymaya başladı.
he blocked his nose /he clogged his nose
burnunu tıkadı
he had a restless character
huzursuz bir karaktere sahipti
He had a restless character just like my mother.
O da tıpkı annem gibi huzursuz bir karaktere sahipti.
he had moved his lips
dudaklarını kıpırdatmıştı
He had much hair.
Çok tüyü vardı.
He had surprisingly much hair (to a surprising degree)
şaşırtıcı derecede çok tüyü vardı
he lifted up the lid
kapağı kaldırdı
he looked twice from me to the dog
iki kez bir köpeğe bir bana baktı
He made a sign to the girl to get out of the line.
Kıza sıradan çıkmasını işaret etti.
he must have gone crazy for joy
sevinçten çıldırıyor olmalıydı
He must have gone crazy for joy that I didn't want his cell phone number.
Cep telefonunun numarasını istemediğim için sevinçten çıldırıyor olmalıydı.
he opened its zipper and
fermuarını açıp
He put his nose on the lid of the suitcase.
Burnunu bavul kapağına dayadı.
He put my underwear holding it with thumb and index finger one by one to the side.
iç çamaşırlarımı baş ve işaret parmaklarıyla tutarak tek tek kenara koydu
He put my underwear one by one to the side holding (them) with his fingers
iç çamaşırlarımı parmaklarıyla tutarak tek tek kenara koydu
he sat
oturdu
he sat (down) on the ground
yere oturdu
he should have been
olmalıydı
he showed
gösterdi
he showed his teeth
dişlerini gösterdi
he showed his teeth and...
dişlerini gösterip
he smelt /sniffed
kokladı
he was a Hovawart species
Hovawart cinsiydi
He was an engineer.
Mühendisti.
He/they thought the smelly things were my belongings
berbat kokan şeylerin eşyalarım olduğunu düşünüyordu
He/they thought the things were my belongings
şeylerin eşyalarım olduğunu düşünüyordu.
her biggest wish
en büyük dileği
her wish
dileği
here:to leaf /browse /thump /generally : to mix /confuse /shuffle
karıştırmak
his arm
kolu
his bag
çantası
His bag was filled to the brim
çantası tıka basa doluydu
his cell phone number
cep telefonunun numarası
His coworker clogged his nose.
Meslektaşı burnunu tıkadı.
his ears
kulakları
his nose
burnu
his teeth
dişleri
holidays
tatiller
horrible /wretched /awful
berbat
horse
at
hour
saat
hours
saatler
however /whereas (o)
oysa
however between us and the great life waiting for us
Oysa bizi bekleyen harika yaşamla aramızda
However I had forgotten
Ancak unutmuştum
However I had forgotten that it stank that much.
Ancak onun bu kadar berbat koktuğunu unutmuştum.
huge (k)
kocaman
huge / giant here: wide
kocaman
hundred
yüz
hurry
acele
I almost had talked to him, but then I had given up
Az kalsın onunla konuşacaktım ama sonra vazgeçmiştim
I almost talked to him
Az kalsın onunla konuşacaktım.
I can swear
yemin edebilirim
I can swear about there being much dirty laundry in my suitcase...
Bavulumda fazlaca kirli çamaşır olduğuna dair yemin edebilirim...
I didn't even want to know
bilmek bile istemiyordum
I didn't want his cell phone number
Cep telefonunun numarasını istemedim
I explained
açıkladım
I finished the sentence
cümleyi tamamladım
I glanced anxiously at my little sister Mia, who was now already standing next to the barrier and kept rocking impatiently on the spot.
Daha şimdiden bariyerin yanında dikilmiş, sabırsızca yerinde sallanıp duran küçük kız kardeşim Mia'ya huzursuz bir bakış attım.
I glanced anxiously at my little sister Mia.
Küçük kız kardeşim Mia'ya huzursuz bir bakış attım.
I glanced at my little sister Mia.
Küçük kız kardeşim Mia'ya bir bakış attım.
I had almost talked to him, but then given up,because he had thumped through the pages of a football magazine and while reading had moved his lips just as first class pupils.
Az kalsın onunla konuşacaktım ama sonra vazgeçmiştim çünkü bir futbol dergisinin sayfalarını karıştırmış ve okurken tıpkı birinci sınıf öğrencileri gibi dudaklarını kıpırdatmıştı.
I had forgotten
unutmuştum
I heard
duydum
I heard the people (i) chuckle
insanların kıkırdadığını duydum
I heard the people (i) chuckle, the real smugglers were certainly rubbing their hands.
İnsanların kıkırdadığını duydum, gerçek kaçakçılar kesinlikle ellerini ovuşturuyordu.
I looked accusingly at the dog.
Suçlarcasına köpeğe baktım
I looked at Mia and sighed deeply.
Mia'ya bakıp derin bir iç geçirdim.
I looked at the customs officer and placed my sweetest smile on my face.
gümrük memuruna bakıp yüzüme en nazik gülümsememi yerleştirdim
I looked at the customs officer and...
gümrük memuruna bakıp...
I looked at the dog
köpeğe baktım
I meant (that is), there are no drugs or such.
yani uyuşturucu falan yok.
I placed my sweetest smile on my face.
Yüzüme en nazik gülümsememi yerleştirdim.
I put on my sweetest smile.
en nazik gülümsememi yerleştirdim
I remembered
hatırladım
I remembered another thing
başka bir şeyi hatırladım
I suppose (h) other girls would dream of other things
başka kızlar herhalde başka şeylerin hayalini kurardı
I suppose (h) other girls would dream of other things, but Mia and I were not yearning for anything other than a real home.
Başka kızlar herhalde başka şeylerin hayalini kurardı ama Mia ve ben gerçek bir yuvadan başka hiçbir şeyin özlemini çekmiyorduk.
I suppose the spectators thought the smelly things were my belongings.
Herhalde izleyiciler berbat kokan şeylerin eşyalarım olduğunu düşünüyordu.
I think for hiding drugs...
Bence uyuşturucu saklamak için
I think it's an ingenious place to hide drugs.
'Bence uyuşturucu saklamak için dâhiyane bir yer.'
I was determined
kararlıydım
I was determined not to allow
izin vermemeye kararlıydım
I was determined not to allow them to ruin my joy
keyfimi bozmalarına izin vermemeye kararlıydım
I was determined not to allow them to spoil
bozmalarına izin vermemeye kararlıydım
I was not suited next to a fat man
şişko bir adamın yanına denk gelmemiştim
I was not suited next to a fat man stinking of beer
ben leş gibi bira kokan, şişko bir adamın yanına denk gelmemiştim.
I was suspected of doing drug trafficking.
uyuşturucu kaçakçılığı yaptığımdan şüphe ediliyordu
I was this time unlike any other time not suited next to a fat man stinking of beer and poking me constantly with his arm.
Ben her zamankinden farklı olarak bu kez koluyla beni sürekli dürtükleyen ve leş gibi bira kokan, şişko bir adamın yanına denk gelmemiştim.
I was this time, unlike any other time, not suited next to a fat man stinking of beer.
Ben her zamankinden farklı olarak bu kez leş gibi bira kokan, şişko bir adamın yanına denk gelmemiştim.
I will scratch his ears
kulaklarını kaşıyacağım
if /whereas /as to (a)
-ysa
if needed /if necessary
gerekirse
illegal
yasadışı
illegal sleeping pills
yasadışı uyku ilaçları
immediately
hemen
impatiently
sabırsızca
in a way (used with adjectives to form adverbs)
bir şekilde
in eight years
sekiz yılda
In fact the cheese only prolonged our unshakable belief about the great life waiting for us a bit more.
Aslında peynir harika bir yaşamın bizi beklediğine dair sarsılmaz inancımızı sadece biraz daha uzatmıştı.
in my suitcase
bavulumda
in one's right mind /sane
aklı başında
in the estate agent's brochure
emlakçının broşüründe
in the front row
ön sırada
in the Magdalen College in Oxford
Oxford'daki Magdalen College'da
In the real estate agent's brochure the house looked comfortable and romantic.
Emlakçının broşüründe ev konforlu ve romantik görünüyordu
in the row
sırada
in the same place
aynı yerde
in their tanks
depolarında
including / on condition that
dâhil olmak üzere
including various mountain tours and also the biosphere protection area at Entlebuch
çeşitli dağ turları ve Entlebuch'taki biyosfer koruma alanı da dâhil olmak üzere
index(finger)
işaret parmağı
industrial
sanayı
industrial area (b)
sanayı bölge
ingenious /brilliant
dâhiyane
innerly /secretly
için için
instead of
yerine
instead of that rather nervous looking sneaky faced guy
oldukça gergin görünen şu sinsi suratlı herif yerine
instead of that sneaky faced guy
şu sinsi suratlı herif yerine
intention
niyet
intentioned
niyetli
it had a garden with trees situated inside
içinde ağaçları bulunan bir bahçesi vardı
it had a huge garden
kocaman bir bahçesi vardı
it had a huge garden with old trees and also a barn situated inside
İçinde yaşlı ağaçları ve bir de samanlığı bulunan kocaman bir bahçesi vardı.
it had a huge garden with old trees and also a barn situated inside and from the window of the first floor - at least in winters- a wonderful view of the Thames was visible.
İçinde yaşlı ağaçları ve bir de samanlığı bulunan kocaman bir bahçesi vardı ve birinci katın penceresinden - en azından kışları - harika Thames nehri manzarası görünüyordu.
It had a huge garden with old trees and also a barn situated inside and from the window of the first floor, a wonderful view of the Thames was visible.
İçinde yaşlı ağaçları ve bir de samanlığı bulunan kocaman bir bahçesi vardı ve birinci katın penceresinden harika Thames nehri manzarası görünüyordu.
it had a huge garden with old trees situated inside
içinde yaşlı ağaçları bulunan kocaman bir bahçesi vardı
It had even seemed to me as if it was from its basement to its roof like a place wonderfully full of dreadful secrets.
Hatta bana sanki bodrumundan çatısına dek harika bir şekilde tüyler ürpertici sırlarla dolu bir yer gibi görünmüştü.
It had even seemed to me like a place full of secrets.
Hatta bana sırlarla dolu bir yer gibi görünmüştü.
It had even seemed to me like a place wonderfully full of creepy secrets.
Hatta bana harika bir şekilde tüyler ürpertici sırlarla dolu bir yer gibi görünmüştü.
It had seemed like a place full of secrets.
Sırlarla dolu bir yer gibi görünmüştü.
It meant six different countries in four different continents, a six times restarted school, six times to establish new friendships and six times to say goodbye.
Dört farklı kıtada, altı farklı ülke, altı kez yeniden başlanan okul, altı kez yeni dostluklar kurmak ve altı kez 'hoşça kal' demek anlamına geliyordu.
it meant six times a new/afresh started (restarted) school
altı kez yeniden başlanan okul anlamına geliyordu
it meant six times to establish new friendships
altı kez yeni dostluklar kurmak anlamına geliyordu.
it meant six times to say goodbye
altı kez 'hoşça kal' demek anlamına geliyordu.
it only prolonged our unshakable belief a bit
sarsılmaz inancımızı sadece biraz daha uzatmıştı
it waited for us
bizi bekliyordu
it was full
doluydu
it was full of sleeping pills
uyku ilaçlarıyla doluydu
It was great naivety that we thought that the only thing between us and the wonderful life waiting for us was the cheese.
Bizi bekleyen harika yaşamla aramızda tek şeyin peynir olduğunu düşünmemiz büyük saflıkmış.
it was not difficult to understand
anlamak zor değildi
it was not difficult to understand the reason we didn't play piano
piyano çalmamamızın nedenini anlamak zor değildi.
it was not difficult to understand the reason we minimized our personel belongings
kişisel eşyalarımızı en aza indirgemiştik nedenini anlamak zor değildi.
it was not difficult to understand the reason we minimized our personel belongings and we didn't play piano.
kişisel eşyalarımızı en aza indirgemiştik ve piyano çalmamamızın nedenini anlamak zor değildi.
it was not necessary
gerekmiyordu
it was not necessary to have a sensitive nose
hassas bir burna sahip olmak gerekmiyordu
it was suspected
şüphe ediliyordu
it was suspected that I did /I was suspected of doing
yaptığımdan şüphe ediliyordu
Its taste is really better than its smell/It tastes better than the smell, really.'
'Tadı kokusundan iyidir, gerçekten.'
jam (m)
marmelat
jam (r)
reçeli
job /business /work /doing
june
haziran
just /exactly
tam
just as /like
tıpkı gibi
just like
tıpkı gibi
just like my mother
tıpkı annem gibi
Just then I fell silent because I remembered another thing being in my suitcase.
tam da o sırada bavulumda olan başka bir şeyi hatırladığım için kısa bir an sustum.
Just then I remembered another thing
tam da o sırada başka bir şeyi hatırladım
just then/just at that moment
tam da o sırada
just when I was going to scratch his ears
tam kulaklarını kaşıyacağım sırada
just when I was going to scratch his ears he showed his teeth
tam kulaklarını kaşıyacağım sırada dişlerini gösterdi
just when I was going to scratch his ears, he showed his teeth and barked threatening.
Tam kulaklarını kaşıyacağım sırada dişlerini gösterip tehdit edercesine havladı.
land /country
ülke
landing (noun)
iniş
landing clearance /landing permit
iniş izni
Landscape /view /sight /scenery
manzara
last
son
lean against /put on /recline on
dayamak
less fuel /low fuel
az yakıt
let's have a look
bir bakalım
Let's have a look at what the dog has smelled.
Köpek ne koku almış bir bakalım.
lid /cover
kapak
life (h)
hayat
life (y)
yaşam
like every time /like always
her zamanki gibi
like first class pupils
tıpkı birinci sınıf öğrencileri gibi
lips
dudaklar
literature
edebiyat
Lottie intended to plant(make) a vegetable bed
Lottie bir sebze tarhı yapmaya niyetliydi.
Lottie intended to plant(make) a vegetable bed there.
Lottie orada bir sebze tarhı yapmaya niyetliydi.
Lottie intended to prepare jam (m)
Lottie marmelat hazırlamaya niyetliydi.
Lottie said
Lottie söylüyordu
Lottie said sometimes that we should be grateful
Lottie bazen minnettar olmamız gerektiğini söylüyordu
Lottie said sometimes that we should be grateful for having seen many places of the World
Lottie bazen dünyanın birçok yerini gördüğümüz için minnettar olmamız gerektiğini söylüyordu
Lottie said sometimes that we should be grateful for having seen many places of the World thanks to my mother and father
Lottie bazen annem ve babam sayesinde dünyanın birçok yerini gördüğümüz için minnettar olmamız gerektiğini söylüyordu
Lottie said sometimes that we should be grateful for having seen many places of the World thanks to my mother and father, but when someone (i) had spent his summer holidays on the edge of an industrial area in Bratislava there was no such thing as gratitu
Lottie bazen annem ve babam sayesinde dünyanın birçok yerini gördüğümüz için minnettar olmamız gerektiğini söylüyordu, ama insan yaz tatilini Bratislava'daki bir sanayı bölgesinin kıyısında geçirdiğinde, minnettarlık diye bir şey kalmıyordu.
low
alçak
luggage
bagaj
luggage conveyor belt
bagaj taşıma bandın
magazine
dergi
manner /way / form
şekil
many places of the world
dünyanın birçok yeri
maybe
belki de
maybe
belki de
maybe he was a Hovawart species.
belki de bir Hovawart cinsiydi.
Maybe that his bag was crammed with illegal sleeping pills.
Belki de çantası tıka basa yasadışı uyku ilaçlarıyla doluydu.
maybe that his bag was full of sleeping pills
belki de çantası uyku ilaçlarıyla doluydu
meaning /sense /signification
anlam
meanwhile
o esnada
medecine / drug /remedy /pill
ilaç
messy
dağınık
messy haired /with messy hair
dağınık saçlı
Mia and I were not yearning for anything other than a real home
Mia ve ben gerçek bir yuvadan başka hiçbir şeyin özlemini çekmiyorduk
Mia didn't have to vomit
Mia kusmak zorunda kalmamıştı
Mia sighed, too.
Mia da iç geçirdi.
month /moon
ay
monthly
aylık
More over there was of course that pleasant dark haired guy (ç) turning around and smiling at me
Bir de arkasına dönüp bana gülümseyen şu koyu saçlı, hoş çocuk vardı tabii
more than a year
bir yıldan fazla
Moreover there was of course that nice dark haired guy (ç) sitting in the front row, at the side and turning remarkably often around, smiling at me.
Bir de yan tarafta, ön sırada oturan ve dikkat çekecek kadar sıkça arkasına dönüp bana gülümseyen, şu koyu saçlı, hoş çocuk vardı tabii.
Moreover there was of course that nice dark haired guy (ç) sitting in the front row, at the side.
Bir de yan tarafta, ön sırada oturan şu koyu saçlı, hoş çocuk vardı tabii.
Moreover there was of course that nice dark haired guy (ç) sitting in the front row.
Bir de ön sırada oturan şu koyu saçlı, hoş çocuk vardı tabii.
most likely / probably
büyük olasılıkla
mother
anne
mountain
dağ
mountain tours
dağ turları
much
çok
much (adv)
fazlaca
much /excess
fazla
much hair
çok tüy
Munich
Münih
my bordeaux coloured bra which he held in his hand
elinde tuttuğu şarap rengi sütyenim
my father
babam
My father bought the tickets from those cheap airlines.
Babam biletleri şu ucuz havayollarından satın aldı.
My father bought the tickets.
Babam biletleri satın aldı.
My father was an engineer and he had a restless character just like my mother, that is he constantly changed the place where he stayed.
Babam mühendisti ve o da tıpkı annem gibi huzursuz bir karaktere sahipti, yani oturduğu yeri sürekli değiştirirdi.
My father was an engineer.
Babam mühendisti.
my joy
keyfim
my mother
annem
my mother and father
annemle babam
My mother and father had divorced seven years before.
Annemle babam yedi yıl önce boşanmıştı.
my mother is waiting outside
annem dışarıda bekliyor.
My mother is waiting outside to pick me up and my little sister.
Annem beni ve küçük kız kardeşimi almak için dışarıda bekliyor.
My mother is waiting outside to pick me up.
Annem beni almak için dışarıda bekliyor.
My mother is waiting outside to pick up my little sister.
Annem küçük kız kardeşimi almak için dışarıda bekliyor.
my mother who had done a phd
doktora yapmış olan annem
my mother who had done a phd in two domains
iki alanda doktora yapmış olan annem
My mother who had done a phd in two domains was an expert in the domain of literature and would make a contract to lecture in another university almost every year.
İki alanda doktora yapmış olan annem edebiyat alanında uzmandı ve neredeyse her yıl başka bir üniversitede ders vermek için sözleşme yapardı.
My mother would start working
Annem çalışmaya başlayacaktı
my sentence
cümlem
my sister
kız kardeşim
my sister keeping to rock impatiently on the spot
sabırsızca yerinde sallanıp duran kız kardeşim
my suitcase
bavulum
my sweetest smile
en nazik gülümsemem
naivety
saflık
narcotic /drug
narkotik
need
gerek
nervous
gergin
nest /home
yuva
new
yeni
new started
yeniden başlanan
next to
yanında
next to a fat man (direction)
şişko bir adamın yanına
ninety
doksan
no wonder (one did not need to wonder)
şaşmamak gerekti
No wonder he now was grinning wolfishly.
Şimdi pis pis sırıtmasına şaşmamak gerekti.
no wonder he was grinning wolfishly
pis pis sırıtmasına şaşmamak gerekti
nose
burun
nose
burun
Not even half an hour to set foot on British soil
İngiliz topraklarına ayak basan yarım saat bile olmamışken
Not even half an hour to set foot on British soil, and I was suspected of doing drug trafficking.
İngiliz topraklarına ayak basan yarım saat bile olmamışken uyuşturucu kaçakçılığı yaptığımdan şüphe ediliyordu.
not every place he got work was that nice.
iş aldığı her yer böyle güzel değildi
now
şimdi
now /from now on (with positive verb)
artık
Now the same boy (ç) looked at my suitcase.
Şimdi aynı çocuk bavuluma bakıyordu
Now the same boy (ç) looked curiously at my suitcase.
Şimdi aynı çocuk bavuluma meraklı bir şekilde bakıyordu
Now the same boy (ç) looked rather curiously at my suitcase.
Şimdi aynı çocuk bavuluma oldukça meraklı bir şekilde bakıyordu.
obliged
zorunda
obstacle / hindrance
engel
of course (t)
tabii
of having done/doing /from what I did
yaptığımdan
officer / civil servant
memur
often /frequently (s)
sık sık
often /frequently (s)
sıkça
Oh my God! /my God
Tanrım
old (age)
yaşlı
old trees
yaşlı ağaçlar
on my face (direction > dative)
yüzüme
on the edge of an industrial area in Bratislava
Bratislava'daki sanayı bölgesinin kıyısında
on the way / ok
yolunda
one
bir
one by one (t)
tek tek
one each /one apiece
birer
one from behind us
biri arkamızdan
onto a table
bir masanın üzerine
or
ya da
Or instead of that messy haired suspiciously pale faced kid/boy, who began to sleep before the airplane reached the runway.
Ya da uçak kalkış pistine ulaşmadan uyumaya başlayan, şu dağınık saçlı şüphe çekecek kadar soluk yüzlü çocuk yerine?
or instead of the pale faced kid/boy
ya da soluk yüzlü çocuk yerine
or such / and so on
falan
other girls
başka kızlar
other girls would dream of other things
başka kızlar başka şeylerin hayalini kurardı
other things
başka şeyler
our Amber
Amber'imiz
our belief
inancımız
our belief about the great life waiting for us
harika bir yaşamın bizi beklediğine dair inancımız
Our dreams too had become true.
Bizim hayallerimiz de gerçekleşmişti.
our dreams(h)
bizim hayallerimiz
our personal belongings
kişisel eşyalarımız
our sixth moving
altıncı taşınmamız
our thinking
düşünmemiz
our thinking was naivety
düşünmemiz saflıkmış
our time
zamanımız
our unshakable belief
sarsılmaz inancımız
packed /crammed /filled to the brim / stuffed /loaded
tıka basa
page
sayfa
pale
soluk
pale faced
soluk yüzlü
pasteurized
pastörize edilmiş
personal
kişisel
piano
piyano
piece /grain (used optional after numbers)
tane
place / floor /ground
yer
please
Lütfen
Please... we don't have much time, the airplane was already late, and we waited a long time at the luggage conveyor belt.
Lütfen... fazla zamanımız yok, uçak zaten gecikti, bagaj taşıma bandında da çok bekledik.
Please... we don't have much time.
Lütfen... fazla zamanımız yok.
pleasure /joy (k)
keyif
pocket
cep
poking me constantly with his arm
koluyla beni sürekli dürtükleyen
poking me with his arm
koluyla beni dürtükleyen
Pretoria being the executive capital of the republic of South Africa
Güney Afrika Cumhuriyeti'nin yürütme başkenti olan Pretoria
problem
sorun
proportion /relation /ratio *comparison /relativeness
nispet
pupil /student
öğrenci
putrid / evil smelling /malodourous (l)
leş gibi kokan
quite /pretty /rather
oldukça
quite /pretty /rather
oldukça
rather curiously
oldukça meraklı bir şekilde
real estate agent
emlakçı
really
gerçekten
reason /cause (n)
neden
recently /at present
şu sıralar
relatively / in comparison with
nispeten
remaining /dating from the 18th century
18. yüzyıldan kalma
remarkably / noticible /auffallend
dikkat çekecek kadar
republic
cumhuriyet
restless
huzursuz
restless /uneasy /anxious
huzursuz
river (n)
nehir
rocking on the spot and....
yerinde sallanıp
romantic
romantik
roof (ç)
çatı
room
oda
rose
gül
row /line
sıra
rumour
söylenti
sentence
cümle
settled /based /stationary
yerleşik
seven
yedi
seven years before
yedi yıl önce
seventy
yetmiş
she was an expert in the domain of literature
edebiyat alanında uzmandı
She would make a contract to lecture in another university almost every year.
neredeyse her yıl başka bir üniversitede ders vermek için sözleşme yapardı.
short
kısa
sigh
sister
kız kardeş
situated (found)
bulunan
situated inside
içinde bulunan
six
altı
six
altı
six different countries
altı farklı ülke
six times
altı kez
sixty
altmış
sleep
uyku
sleeping pills
uyku ilaçları
sly / sneaky
sinsi
sly looking /sneaky faced
sinsi suratlı
smell /scent
koku
smelling of beer
bira kokan
smelly/stinky
berbat kokan
smile
gülümseme
smuggler
kaçakçı
smugglers
kaçakçılar
smuggling
kaçakçılık
so /thus /in this way
böylece
so Mia didn't have to vomit
yani Mia kusmak zorunda kalmamıştı
soil/ground /territory
toprak
something like gratitude
minnettarlık diye bir şey
sometimes
bazen
source
kaynak
south
güney
South Africa
Güney Afrika
spectators (i)
izleyiciler
steady /steadfast /unshakable /unwavering
sarsılmaz
stinking (putridly) of beer /qui pue la bière
leş gibi bira kokan
Stupid animal!
Aptal hayvan!
suitcase
bavul
summer
yaz
surprised
şaşırmış
surprising / amazing /astonishing
şaşırtıcı
swiss
İsviçre
Swiss watches
İsviçre saatler
synthetic
sentetik
synthetic drug
sentetik uyuşturucu
table
masa
tail
kuyruk
tank
depo
taste
tat
teeth
dişler
ten turkish words
on türkçe kelime
thanks to /grâce à/owing to /through
sayesinde
thanks to me /grâce à moi
benim sayemde
thanks to me they could now easily pass the customs with their Swiss watches or synthetic drugs
artık benim sayemde İsviçre saatleriyle ya da sentetik uyuşturucularıyla birlikte rahatça gümrükten geçebilirlerdi
thanks to me they could now pass
artık benim sayemde geçebilirlerdi
thanks to me they could now pass the customs
artık benim sayemde gümrükten geçebilirlerdi
thanks to me they could now pass the customs with ease
artık benim sayemde rahatça gümrükten geçebilirlerdi
thanks to my mother and father
annem ve babam sayesinde
that guy (ç) smiling at me
bana gülümseyen şu çocuk
that I did
yaptığım
That implied six different countries in four different continents
Dört farklı kıtada, altı farklı ülke anlamına geliyordu.
that is /namely / I meant /so
yani
that is he constantly changed the place where he stayed.
yani oturduğu yeri sürekli değiştirirdi.
that is in autumn
sonbahardaki
that is in Bratislava
Bratislava'daki
that it did stink this much
onun bu kadar berbat koktuğu
that messy haired suspiciously pale boy (kid), who is beginning to sleep
uyumaya başlayan, şu dağınık saçlı şüphe çekecek kadar soluk yüzlü çocuk
that messy haired suspiciously pale faced boy (kid)
şu dağınık saçlı şüphe çekecek kadar soluk yüzlü çocuk
that we (had) dream(ed) of
hayalini kurduğumuz
that we couldn't spend our summer holidays in the same place
yaz tatillerimizi aynı yerde geçiremediğimiz
that we didn't play piano (our not playing piano)
piyano çalmamamız
that we have seen many places of the World
dünyanın birçok yerini gördüğümüz için
The airplane didn't encounter any trouble.
Uçak herhangi bir sorunla karşılaşmamıştı.
The airplane was already late.
Uçak zaten gecikti.
the Book of Dreams
Rüyalar Kitabı
the boy (kid) who began to sleep before the airplane reached the runway
uçak kalkış pistine ulaşmadan uyumaya başlayan çocuk
the cover of the suitcase
bavul kapağı
The custom officer didn't care and put the suitcase onto a table.
Gümrük memuru oralı olmayıp bavulu bir masanın üzerine koydu
The custom officer put the suitcase onto a table.
Gümrük memuru bavulu bir masanın üzerine koydu
The custom officer signaled to the girl to get out of the line.
Gümrük memuru kıza sıradan çıkmasını işaret etti.
The custom officer, too should have been surprised as much as I, after looking twice from me to the dog, he seized the suitcase
Gümrük memuru da benim kadar şaşırmış olmalıydı, iki kez bir köpeğe bir bana baktıktan sonra bavula el attı.
The customs officer seized the suitcase.
Gümrük memuru bavula el attı.
the customs officer should have been surprised
gümrük memuru şaşırmış olmalıydı
The customs officer should have been surprised, too.
Gümrük memuru da şaşırmış olmalıydı.
The customs officer, too should have been as surprised as me about this doing.
Gümrük memuru da bu işe benim kadar şaşırmış olmalıydı.
The customs officer, too should have been surprised as much as I.
Gümrük memuru da benim kadar şaşırmış olmalıydı.
the dog barked
köpek havladı
the dog barked as if to threaten /the dog barked threatening
köpek tehdit edercesine havladı
the dog sniffed
köpek kokladı
the dog sniffed my suitcase
Köpek bavulumu kokladı.
the dog sniffed the suitcase
köpek bavulu kokladı
the fifteen year old girl
on beş yaşındaki kız
the first floor
birinci kat
The flight had passed great
Uçuş harika geçmişti
The flight had passed great, we hadn't entered a turbulence, so Mia didn't have to vomit and I was this time unlike any other time not suited next to a fat man stinking of beer and poking me constantly with his arm.
Uçuş harika geçmişti, türbülansa girmemiştik, yani Mia kusmak zorunda kalmamıştı ve ben her zamankinden farklı olarak bu kez koluyla beni sürekli dürtükleyen ve leş gibi bira kokan şişko bir adamın yanına denk gelmemiştim.
the great life waiting for us
bizi bekleyen harika yaşam
the guy turning around and smiling at me
arkasına dönüp bana gülümseyen çocuk
the guy turning around remarkably often and smiling at me
dikkat çekecek kadar sıkça arkasına dönüp bana gülümseyen çocuk
the guy(ç) turning around
arkasına dönen çocuk
the house looked comfortable
ev konforlu görünüyordu
the house looked comfortable and romantic.
Ev konforlu ve romantik görünüyordu.
the month of june
haziran ayı
the move /moving /Umzug /déménagement
taşınma
the one (s) /those that were behind me
arkamdaki
the only thing that stood (was) between us and the great life waiting for us was the cheese
bizi bekleyen harika yaşamla aramızda tek şey peynirdi.
the place where he stayed
oturduğu yer
The pleasant guy (ç) with the dark coloured hair
Koyu renk saçlı, hoş çocuk
the real smugglers
gerçek kaçakçılar
the real smugglers
gerçek kaçakçılar
the real smugglers were certainly rubbing their hands
gerçek kaçakçılar kesinlikle ellerini ovuşturuyordu
the real smugglers, which were behind me
arkamdaki gerçek kaçakçılar
the real smugglers, which were waiting in the row behind me
arkamdaki sırada bekleyen gerçek kaçakçılar
The real smugglers, which were waiting in the row behind me should have been secretly rejoicing, thanks to me they could now easily pass the customs with their Swiss watches or synthetic drugs.
Arkamdaki sırada bekleyen gerçek kaçakçılar için için seviniyor olmalıydılar artık benim sayemde İsviçre saatleriyle ya da sentetik uyuşturucularıyla birlikte rahatça gümrükten geçebilirlerdi.
The real smugglers, which were waiting in the row behind me should have been secretly rejoicing.
Arkamdaki sırada bekleyen gerçek kaçakçılar için için seviniyor olmalıydılar.
the reason we didn't play piano
piyano çalmamamızın nedeni
the reason we minimized our personel belongings
kişisel eşyalarımızı en aza indirgemiştik nedeni
The rented cottage a bit outside the city dating from the 18th century
Şehrin biraz dışında kiraladığı 18. yüzyıldan kalma kır evi
the republic of South Africa
Güney Afrika Cumhuriyeti
the runway
kalkış pisti
the same
aynı
the sixth
altıncı
the sixth moving
altıncı taşınma
the smell which the dog got
köpeğin aldığı koku
the sneaky faced guy
sinsi suratlı herif
the source of the smell
kokunun kaynağı
the source of the smell which the dog got
köpeğin aldığı kokunun kaynağı
the summer holidays
yaz tatilleri
the suspiciously pale faced boy (kid)
şüphe çekecek kadar soluk yüzlü çocuk
the Thames river
Thames nehri
their ruining / them to ruin /that they ruin
bozmaları
their tanks
depoları
then /after
sonra
then /after
sonra
then he sat down on the floor and...
sonra yere oturup...
Then he sat on the floor and put his nose enthousiastically down on the lid of the suitcase.
Sonra yere oturup çoşkulu bir şekilde burnunu bavul kapağına dayadı.
then he set down on the floor
sonra yere oturdu
there
orada
there is no need
gerek yok
there is not
yok
there was / (+ personal ending on its subject: had)
vardı
there was no need
gerek yoktu
There was no need for agitation. /There was no reason to worry.
Heyecana gerek yoktu.
there was no such thing as gratitude
minnettarlık diye bir şey kalmıyordu
there was of course
vardı tabii
there was of course that nice black haired guy(ç)
şu koyu saçlı, hoş çocuk vardı tabii
there was of course that nice black haired guy(ç) sitting in the front row
ön sırada oturan, şu koyu saçlı, hoş çocuk vardı tabii.
there was of course that nice guy(ç)
şu hoş çocuk vardı tabii
therefore /for this (reason) /because of this
bu yüzden
they could now(from now on) pass
artık geçebilirlerdi
they could pass
geçebilirlerdi
They rubbed their hands.
Ellerini ovuşturuyordu.
they should have been rejoicing
seviniyor olmalıydılar
things
şeyler
things /goods /belongings
eşyalar
thirty
otuz
This also implied that we couldn't spend our summer holidays in the same place we were obliged to go wherever my father worked at that time.
Bu da yaz tatillerimizi aynı yerde geçiremediğimiz anlamına geliyordu; babam o sırada nerede çalışıyorsa, oraya gitmek zorundaydık.
This also implied that we couldn't spend our summer holidays in the same place.
Bu da yaz tatillerimizi aynı yerde geçiremediğimiz anlamına geliyordu.
this much
bu kadar
This was our sixth move within eight years, and it meant on the same time six different countries in four different continents, a six times restarted school, six times to establish new friendships and six times to say goodbye.
Bu, sekiz yılda altıncı taşınmamızdı ve aynı zamanda dört farklı kıtada altı farklı ülke, altı kez yeniden başlanan okul, altı kez yeni dostluklar kurmak ve altı kez 'hoşça kal' demek anlamına geliyordu.
This was our sixth move within eight years.
Bu, sekiz yılda altıncı taşınmamızdı.
This was the last obstacle
Bu son engeldi
This was the last obstacle standing between us and the aforementioned great life (y).
Bu, söz konusu harika yaşamla aramızda duran son engeldi.
This was the last obstacle standing between us and the great life (y).
Bu, harika yaşamla aramızda duran son engeldi.
those cheap airlines
şu ucuz havayolları
those cheap airlines having according to rumour always low fuel in their tanks
söylentiye göre depolarında hep az yakıt olan şu ucuz havayolları
those who were there
orada bulunanlar
those who were there understood immediately
orada bulunanlar hemen anlamıştı
Those who were there understood immediately the source of the smell which the dog had gotten.
Orada bulunanlar köpeğin aldığı kokunun kaynağını hemen anlamıştı.
Though my father had bought the tickets.
Babam biletleri satın almak olsa da
three
üç
three monthly /quaterly
üç aylık
thumb
baş parmak
ticket
bilet
time
zaman
times
kez
times (k)
kez
to a degree
derecede
to a minimum
en aza
to a surprising degree
şaşırtıcı derecede
to allow
izin vermek
to ask
sormak
to bark
havlamak
to be
olmak
to be found /to be present (se trouver/sich befinden)
bulunmak
to be grateful
minnettar olmak
to be included
dâhil olmak
to be indifferent
oralı olmamak
to be late
gecikmek
to be started /begun
başlanmak
to be suited to / to come across / to occur at the same time as /to be suitable
denk gelmek
to be suspected
şüphe edilmek
to become true
gerçekleşmiş olmak
to begin
başlamak
to begin to put
koymaya başlamak
to begin to sleep
uyumaya başlamak
to block /to close /to clog
tıkamak
to buy
satın almak
to carry
taşımak
to change sthg
değiştirmek
to circle around a few times
birkaç kez tur atmak
to circuit /to tour around
tur atmak
to come true /materialize / actualize
gerçekleşmek
to continue /to keep on...
-ip durmak
to divorce
boşanmak
to do
yapmak
to do a phd
doktora yapmak
to doubt /be sceptical about/ suspect
şüphe etmek
to draw suspicion
şüphe çekmek
to dream /imagine / fancy (h. k.)
hayalini kurmak
to empty /discharge
boşaltmak
to establish
kurmak
to establish new friendships
yeni dostluklar kurmak
to exit /to go out /to come out
çıkmak
to explain
açıklamak
to extend /stretch /prolong
uzatmak
to find
bulmak
to finish /complete (t)
tamamlamak
to forget
unutmak
to freak out from joy
sevinçten çıldırmak
to get /to be united with
kavuşmak
to get a job
iş almak
to get a landing permit
iniş izni almak
to get out of the line
sıradan çıkmak
to giggle /chuckle /chortle
kıkırdamak
to give up
vazgeçmek
to glance
bir bakış atmak
to go crazy / to go wild /to freak out /
çıldırmak
to go there
oraya gitmek
to grin
sırıtmak
to grin wolfishly /to grin conspiratorially /to leer
pis pis sırıtmak
to have a delicate nose
hassas bir burna sahip olmak
to have less/low fuel in their tanks
depolarında az yakıt olmak
to have to /to be obliged to
zorunda kalmak
to hide (s)
saklamak
to hold with one's fingers
parmaklarıyla tutmak
to innerly/secretly rejoice
için için sevinmek
to know
bilmek
to know
bilmek
to know (knowledge) / wissen / savoir
bilmek
to lecture
ders vermek
to lecture almost every year in another university
neredeyse her yıl başka bir üniversitede ders vermek
to lift /remove
kaldırmak
to live
yaşamak
to long for /to regret
özlemini çekmek
to look
bakmak
to look nervous
gergin görünmek
to make (plant) a vegetable bed
sebze tarhı yapmak
to make a contract
bir sözleşme yapmak
to me
bana
to mean /to imply/to add up to
anlamına gelmek
to meet /to experience /to run into/encounter (k)
karşılaşmak
to minimize
en aza indirgemek
to move (houses)
taşınmak
to move /stir something
kıpırdatmak
to not be /not become
olmamak
to not play piano
piyano çalmamak
to open
açmak
to pack a suitcase
bavul yerleştirmek
to pass
geçmek
to pasteurize
pastörize etmek
to pay attention, to care
oralı olmak
to pick me up (lit. : to take me)
beni almak için
to pick my little sister up
küçük kız kardeşimi almak için
to place /position here: to put on e. g. smile)
yerleştirmek
to play piano
piyano çalmak
to poke /to prod continually /to jostle
dürtüklemek
to possess /have (+dat.)
sahip olmak
to prepare /to make ready
hazırlamak
to prepare jam (m)
marmelat hazırlamak
to print / press /step on
basmak
to put
koymak
to put to the side
kenara koymak
to put to the side holding with one's fingers
parmaklarıyla tutarak kenara koymak
to reach
ulaşmak
to reach the runway
kalkış pistine ulaşmak
to read
okumak
to rejoice /be happy /be glad
sevinmek
to remember
hatırlamak
to rent /lease /hire
kiralamak
to reproach /to blame
suçlamak
to rub
ovuşturmak
to ruin my joy
keyfimi bozmak
to say
söylemek
to say
söylemek
to say goodbye
'hoşça kal' demek
to scratch
kaşımak
to see many places of the World
dünyanın birçok yerini görmek
to seize /to lay hand on
el atmak
to seize the suitcase
bavula el atmak
to set foot on
ayak basmak
to set foot on British soil
İngiliz topraklarına ayak basmak
to shake /give a jerk
silkmek
to shake oneself /to fling out
silkinmek
to show
göstermek
to sigh deeply
derin bir iç geçirmek
to signal /to point at /to make a sign
işaret etmek
to sit
oturmak
to sit in the front row
ön sırada oturmak
to sleep
uyumak
to smell
koklamak
to smell
koku almak
to smell /to smell of
kokmak
to smile
gülümsemek
to spend the holidays
tatilleri geçirmek
to spend the summer holidays in the same place
yaz tatillerini aynı yerde geçirmek
to stand / be planted
dikilmek
to start / begin
başlamak
to stay
kalmak
to swear
yemin etmek
to swing /shake / bob /rock
sallanmak
to take the colour of my bordeaux bra
şarap rengi sütyenimin rengini almak
to tell the truth
doğruyu söylemek gerekirse
to the back /backwards
arkasına
to threaten
tehdit etmek
to thump throw the pages of a football magazine
bir futbol dergisinin sayfalarını karıştırmak
to turn
dönmek
to turn to the back /to turn around
arkasına dönmek
to understand
anlamak
to understand this
bunu anlamak için
to unpack a suitcase
bavul boşaltmak
to vomit
kusmak
to wait
beklemek
to wait long /to wait a lot
çok beklemek
to wonder/ to be surprised
şaşmak
to work /study /try
çalışmak
together with
ile birlikte
Together with a cottage our dreams too had become true.
kır eviyle birlikte bizim hayallerimiz de gerçekleşmişti.
together with a real home
gerçek bir yuvayla birlikte
together with their Swiss watches or synthetic drugs
İsviçre saatleriyle ya da sentetik uyuşturucularıyla birlikte
tooth
diş
tree
ağaç
trimester
üç aylık dönem
true
doğru
true /real
gerçek
turbulence
türbülans
turkish (language)
türkçe
twenty
yirmi
twice
iki kez
two
iki
two
iki
two "kilo-ish"
iki kiloluk
two and a half
iki buçuk
two and a half kilo of cheese
iki buçuk kiloluk peynir
type /kind / species
cins
ultimately behind the barrier
sonuçta bariyerin ardında
ultimately behind the barrier waited a completely new and great life for us together with a real home which we always had dreamed of
sonuçta bariyerin ardında her zaman hayalini kurduğumuz gerçek bir yuvayla birlikte, yepyeni ve harika bir hayat bizi bekliyordu.
underwear
iç çamaşırları
university
üniversite
unlike any other time /different than usual
her zamankinden farklı olarak
unpasteurized
pastörize edilmemiş
until (d) +dative
dek
until (d) +dative
dek
until the month of june
haziran ayına dek
Until the month of june we had lived in Pretoria being the executive capital of the republic of South Africa
Haziran ayına dek Güney Afrika Cumhuriyeti'nin yürütme başkenti olan Pretoria'da yaşamıştık.
Until the month of june we had lived in Pretoria being the executive capital of the republic of South Africa and before that in Utrecht, Berkeley, Haydarabad, Edinburgh and Munich.
Haziran ayına dek Güney Afrika Cumhuriyeti'nin yürütme başkenti olan Pretoria'da yaşamıştık, ondan önce de Utrecht, Berkeley, Haydarabad, Edinburgh ve Münih'te.
usual
her zamanki
various /diverse (ç)
çeşitli
vegetable
sebze
very new /completely new /nagelneu
yepyeni
voice
ses
waiting
bekleyen
waiting in the row
sırada bekleyen
wash / laundry
çamaşır
watch /clock
saat
way
yol
we also waited a long time at the luggage conveyor belt.
bagaj taşıma bandında da çok bekledik
we are in a hurry
acelemiz var
we didn't long for anything else
başka hiçbir şeyin özlemini çekmiyorduk
we didn't miss
özlemini çekmiyorduk
We don't have much time.
Fazla zamanımız yok.
We don't have time.
Zamanımız yok.
we had become
olmuştuk
we had become experts
uzman olmuştuk
We had become experts in packing and unpacking suitcases, it was not difficult to understand the reason we minimized our personel belongings and we didn't play piano.
Bavul yerleştirmekte ve boşaltmakta uzman olmuştuk, kişisel eşyalarımızı en aza indirgemiştik ve piyano çalmamamızın nedenini anlamak zor değildi.
We had become experts in packing and unpacking suitcases.
Bavul yerleştirmekte ve boşaltmakta uzman olmuştuk.
we had lived
yaşamıştık
we hadn't entered a turbulance
türbülansa girmemiştik
We have time.
Zamanımız var.
we need to be grateful
minnettar olmamız gerek
We thought that the only thing that stood (was) between us and the great life waiting for us was the cheese.
Bizi bekleyen harika yaşamla aramızda tek şeyin peynir olduğunu düşünüyorduk.
we waited a long time
çok bekledik
We were longing for a home where we would stay at least for more than a year.
En azından bir yıldan fazla kalacağımız bir yuvanın özlemini çekiyorduk.
we were not yearning for anything other than a real home
gerçek bir yuvadan başka hiçbir şeyin özlemini çekmiyorduk
we were obliged
zorundaydık
we were obliged to go there
oraya gitmek zorundaydık
we were obliged to go wherever he worked at that time
o sırada nerede çalışıyorsa, oraya gitmek zorundaydık
We were really in a hurry.
Gerçekten acelemiz vardı.
we will stay
kalacağız
We would finally have a permanent settlement
Nihayet yerleşik bir düzenimiz olacaktı
We would finally have a permanent settlement and get a real home.
Nihayet yerleşik bir düzenimiz olacaktı ve gerçek bir yuvaya kavuşacaktık.
we would get a real home
gerçek bir yuvaya kavuşacaktık
what
ne
what a pity that
ne yazık ki
what a pity that not every place he got work was that nice
ne yazık ki iş aldığı her yer böyle güzel değildi.
what he did
onun ne yaptığı
what scent
ne koku
what the dog has smelled
köpek ne koku almış
when /during (s)
sırada
when it had not been
olmamışken
when it had not been even half an hour
yarım saat bile olmamışken
when/while reading
okurken
where/that we will stay
kalacağımız
whereas /as to his coworker
meslektaşıysa
whereas his coworker next to him clogged his nose
yanındaki meslektaşıysa burnunu tıkadı
whereas to know what he did
onun ne yaptığınıysa bilmek
whereas what he did
onun ne yaptığıysa
Whereas what the pleasant guy with the dark coloured hair did
Koyu renk saçlı, hoş çocuğun ne yaptığıysa
Whereas what the pleasant guy with the dark coloured hair did, I didn't even want to know.
Koyu renk saçlı, hoş çocuğun ne yaptığınıysa bilmek bile istemiyordum.
wherever he worked at that time
o sırada nerede çalışıyorsa
which
hangi
Which custom officer in his right mind would have for example instead of (to) that rather nervous looking sneaky faced guy, pointed out to a blond, ponytailed, fifteen year old girl to get out of the line!
Aklı başında hangi gümrük memuru, mesela oldukça gergin görünen şu sinsi suratlı herif yerine on beş yaşındaki, sarı at kuyruklu bir kıza sıradan çıkmasını işaret ederdi ki?
Which custom officer in his right mind would have pointed out to a blond, ponytailed, fifteen year old girl to get out of the line!
Aklı başında hangi gümrük memuru on beş yaşındaki, sarı at kuyruklu bir kıza sıradan çıkmasını işaret ederdi ki?
Which custom officer in his right mind would have pointed out to the girl to get out of the line!
Aklı başında hangi gümrük memuru kıza sıradan çıkmasını işaret ederdi ki?
Which custom officer in his right mind...
Aklı başında hangi gümrük memuru
Which custom officer would have pointed out to the girl to get out of the line!
Hangi gümrük memuru kıza sıradan çıkmasını işaret ederdi ki?
which is fifteen years old
on beş yaşındaki
which the man held at that moment in his hand
adamın o sırada elinde tuttuğu
While my face took most likely the colour of my bordeaux bra which the man held in that moment in his hand.
Yüzüm büyük olasılıkla adamın o sırada elinde tuttuğu şarap rengi sütyenimin rengini alırken
while my face took the colour of my bordeaux bra
Yüzüm şarap rengi sütyenimin rengini alırken
While my face took the colour of my bordeaux bra which the man held in that moment in his hand
Yüzüm adamın o sırada elinde tuttuğu şarap rengi sütyenimin rengini alırken
while reading he had moved his lips
okurken dudaklarını kıpırdatmıştı
while reading he had moved his lips just as first class pupils
okurken tıpkı birinci sınıf öğrencileri gibi dudaklarını kıpırdatmıştı
who was next to him
yanındaki
wide opened eyes
kocaman açılmış gözler
window
pencere
wine
şarap
winter
kış
wish
dilek
with a little low voice
biraz alçak sesle
with a low voice
alçak sesle
with his arm
koluyla
with his thumb and index finger
baş ve işaret parmaklarıyla
with my wide opened eyes
kocaman açılmış gözlerimle
With my wide opened eyes I looked at the customs officer and placed my sweetest smile on my face.
Kocaman açılmış gözlerimle gümrük memuruna bakıp yüzüme en nazik gülümsememi yerleştirdim.
with ponytail /with pigtail / mit Pferdeschwanz
at kuyruklu
With the rented cottage a bit outside the city dating from the 18th century our dreams too had become true.
Şehrin biraz dışında kiraladığı 18. yüzyıldan kalma kır eviyle birlikte bizim hayallerimiz de gerçekleşmişti.
with their drugs
uyuşturucularıyla
with their Swiss watches or synthetic drugs
İsviçre saatleriyle ya da sentetik uyuşturucularıyla
wonderfully
harika bir şekilde
wonderfully full of creepy secrets
harika bir şekilde tüyler ürpertici sırlarla dolu
word (k)
kelime
world /earth
dünya
year
yıl
yellow /blond /flaxen
sarı
you know
biliyorsun
zipper /Reisverschluss
fermuar