Reading Turkish: Silber - Rüyalar Kitabı 1

QuestionAnswer
"I can swear that there is much dirty wash in my suitcase..." Just then I fell silent for I remembered another thing being in my suitcase."I mean, there are no drugs or so, I finished my sentence with a little low voice and looked accusingly at the dog.
'Bavulumda fazlaca kirli çamaşır olduğuna dair yemin edebilirim...'Tam da o sırada bavulumda olan başka bir şeyi hatırladığım için kısa bir an sustum, '... yani uyuşturucu falan yok,' diye biraz alçak sesle cümlemi tamamladım ve suçlarcasına köpeğe baktım
I think it's an ingenious place to hide drugs.
'Bence uyuşturucu saklamak için dâhiyane bir yer.'
'I think it's an ingenious place to hide drugs.'said one from behind us.
'Bence uyuşturucu saklamak için dâhiyane bir yer.' dedi biri arkamızdan.
to say goodbye
'hoşça kal' demek
Its taste is really better than its smell/It tastes better than the smell, really.'
'Tadı kokusundan iyidir, gerçekten.'
'Oh my God, and what is this?...' asked the custom officer,whereas his coworker next to him clogged his nose and began to put my underwear holding it with thumb and index finger one by one to the side.
'Tanrım, bu da ne böyle?...' diye sordu gümrük memuru, yanındaki meslektaşıysa burnunu tıkadı ve iç çamaşırlarımı baş ve işaret parmaklarıyla tutarak tek tek kenara koymaya başladı.
'Oh my God, and what is this?...' asked the custom officer.
'Tanrım, bu da ne böyle?...' diye sordu gümrük memuru.
'Two and a half kilo of unpasteurized cheese.'
'İki buçuk kiloluk pastörize edilmemiş peynir.'
better than (a)
-dan iyidir
astonished at
-e şaşırmış
to continue /to keep on...
-ip durmak
if /whereas /as to (a)
-ysa
remaining /dating from the 18th century
18. yüzyıldan kalma
hurry
acele
we are in a hurry
acelemiz var
which the man held at that moment in his hand
adamın o sırada elinde tuttuğu
Bravo
Aferin
Bravo! You know now sixty Turkish words.
Aferin! Artık altmış Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now ninety Turkish words.
Aferin! Artık doksan Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now fifty Turkish words.
Aferin! Artık elli Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now forty Turkish words.
Aferin! Artık kırk Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now ten Turkish words.
Aferin! Artık on Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now thirty Turkish words.
Aferin! Artık otuz Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now eighty Turkish words.
Aferin! Artık seksen Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now seventy Turkish words.
Aferin! Artık yetmiş Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now twenty Turkish words.
Aferin! Artık yirmi Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now hundred and ten Turkish words.
Aferin! Artık yüz on tane Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now one hundred Turkish words.
Aferin! Artık yüz Türkçe kelime biliyorsun.
Bravo! You know now hundred and twenty Turkish words.
Aferin! Artık yüz yirmi tane Türkçe kelime biliyorsun.
in one's right mind /sane
aklı başında
Which custom officer in his right mind...
Aklı başında hangi gümrük memuru
Which custom officer in his right mind would have pointed out to the girl to get out of the line!
Aklı başında hangi gümrük memuru kıza sıradan çıkmasını işaret ederdi ki?
Which custom officer in his right mind would have pointed out to a blond, ponytailed, fifteen year old girl to get out of the line!
Aklı başında hangi gümrük memuru on beş yaşındaki, sarı at kuyruklu bir kıza sıradan çıkmasını işaret ederdi ki?
Which custom officer in his right mind would have for example instead of (to) that rather nervous looking sneaky faced guy, pointed out to a blond, ponytailed, fifteen year old girl to get out of the line!
Aklı başında hangi gümrük memuru, mesela oldukça gergin görünen şu sinsi suratlı herif yerine on beş yaşındaki, sarı at kuyruklu bir kıza sıradan çıkmasını işaret ederdi ki?
domain /area /field
alan
six
altı
six
altı
six different countries
altı farklı ülke
six times
altı kez
it meant six times to say goodbye
altı kez 'hoşça kal' demek anlamına geliyordu.
it meant six times to establish new friendships
altı kez yeni dostluklar kurmak anlamına geliyordu.
it meant six times a new/afresh started (restarted) school
altı kez yeniden başlanan okul anlamına geliyordu
the sixth
altıncı
the sixth moving
altıncı taşınma
our sixth moving
altıncı taşınmamız
sixty
altmış
low
alçak
with a low voice
alçak sesle
But when someone (i) had spent his summer holidays on the edge of an industrial area in Bratislava
ama insan yaz tatilini Bratislava'daki bir sanayı bölgesinin kıyısında geçirdiğinde
But when someone (i) had spent his summer holidays on the edge of an industrial area in Bratislava there was no such thing as gratitude.
ama insan yaz tatilini Bratislava'daki bir sanayı bölgesinin kıyısında geçirdiğinde, minnettarlık diye bir şey kalmıyordu.
but when a person (i) had spent his summer holidays
ama insan yaz tatilini geçirdiğinde
But I was determined not to allow them to ruin my joy, ultimately behind the barrier waited a completely new and great life for us together with a real home which we always had dreamed of.
Ama keyfimi bozmalarına izin vermemeye kararlıydım, sonuçta bariyerin ardında her zaman hayalini kurduğumuz gerçek bir yuvayla birlikte yepyeni ve harika bir hayat bizi bekliyordu.
but then I had given up
ama sonra vazgeçmiştim
our Amber
Amber'imiz
but /however / nevertheless/lediglich
ancak
However I had forgotten that it stank that much.
Ancak onun bu kadar berbat koktuğunu unutmuştum.
However I had forgotten
Ancak unutmuştum
meaning /sense /signification
anlam
to understand
anlamak
it was not difficult to understand
anlamak zor değildi
to mean /to imply/to add up to
anlamına gelmek
mother
anne
my mother
annem
My mother is waiting outside to pick me up.
Annem beni almak için dışarıda bekliyor.
My mother is waiting outside to pick me up and my little sister.
Annem beni ve küçük kız kardeşimi almak için dışarıda bekliyor.
my mother is waiting outside
annem dışarıda bekliyor.
My mother is waiting outside to pick up my little sister.
Annem küçük kız kardeşimi almak için dışarıda bekliyor.
From the autumn trimester on my mother would start working in the Magdalen College in Oxford and such also her biggest wish became true.
Annem sonbahardaki üç aylık dönemden itibaren Oxford'daki Magdalen College'da çalışmaya başlayacaktı ve böylece en büyük dileği de gerçekleşmiş oluyordu.
From the autumn trimester on my mother would start working in the Magdalen College in Oxford.
Annem sonbahardaki üç aylık dönemden itibaren Oxford'daki Magdalen College'da çalışmaya başlayacaktı.
thanks to my mother and father
annem ve babam sayesinde
My mother would start working
Annem çalışmaya başlayacaktı
my mother and father
annemle babam
My mother and father had divorced seven years before.
Annemle babam yedi yıl önce boşanmıştı.
Stupid animal!
Aptal hayvan!
Amber, the stupid dog shook herself.
Aptal köpek Amber silkindi.
back /rear /hind
arka
behind me
arkamda
the one (s) /those that were behind me
arkamdaki
the real smugglers, which were behind me
arkamdaki gerçek kaçakçılar
the real smugglers, which were waiting in the row behind me
arkamdaki sırada bekleyen gerçek kaçakçılar
The real smugglers, which were waiting in the row behind me should have been secretly rejoicing, thanks to me they could now easily pass the customs with their Swiss watches or synthetic drugs.
Arkamdaki sırada bekleyen gerçek kaçakçılar için için seviniyor olmalıydılar artık benim sayemde İsviçre saatleriyle ya da sentetik uyuşturucularıyla birlikte rahatça gümrükten geçebilirlerdi.
The real smugglers, which were waiting in the row behind me should have been secretly rejoicing.
Arkamdaki sırada bekleyen gerçek kaçakçılar için için seviniyor olmalıydılar.
to the back /backwards
arkasına
the guy(ç) turning around
arkasına dönen çocuk
to turn to the back /to turn around
arkasına dönmek
the guy turning around and smiling at me
arkasına dönüp bana gülümseyen çocuk
behind
arkasında
now /from now on (with positive verb)
artık
thanks to me they could now pass
artık benim sayemde geçebilirlerdi
thanks to me they could now pass the customs
artık benim sayemde gümrükten geçebilirlerdi
thanks to me they could now pass the customs with ease
artık benim sayemde rahatça gümrükten geçebilirlerdi
thanks to me they could now easily pass the customs with their Swiss watches or synthetic drugs
artık benim sayemde İsviçre saatleriyle ya da sentetik uyuşturucularıyla birlikte rahatça gümrükten geçebilirlerdi
they could now(from now on) pass
artık geçebilirlerdi
actually /in fact / really
aslında
Actually everybody looked curiously at my suitcase.
Aslında herkes bavuluma merakla bakıyordu.
In fact the cheese only prolonged our unshakable belief about the great life waiting for us a bit more.
Aslında peynir harika bir yaşamın bizi beklediğine dair sarsılmaz inancımızı sadece biraz daha uzatmıştı.
horse
at
with ponytail /with pigtail / mit Pferdeschwanz
at kuyruklu
a horse tail /ponytail
at kuyruğu
month /moon
ay
foot
ayak
to set foot on
ayak basmak
monthly
aylık
the same
aynı
in the same place
aynı yerde
almost /nearly
az kalsın
I almost had talked to him, but then I had given up
Az kalsın onunla konuşacaktım ama sonra vazgeçmiştim
I had almost talked to him, but then given up,because he had thumped through the pages of a football magazine and while reading had moved his lips just as first class pupils.
Az kalsın onunla konuşacaktım ama sonra vazgeçmiştim çünkü bir futbol dergisinin sayfalarını karıştırmış ve okurken tıpkı birinci sınıf öğrencileri gibi dudaklarını kıpırdatmıştı.
I almost talked to him
Az kalsın onunla konuşacaktım.
less fuel /low fuel
az yakıt
I explained
açıkladım
to explain
açıklamak
to open
açmak
tree
ağaç
father
baba
my father
babam
My father bought the tickets.
Babam biletleri satın aldı.
Though my father had bought the tickets.
Babam biletleri satın almak olsa da
My father bought the tickets from those cheap airlines.
Babam biletleri şu ucuz havayollarından satın aldı.
My father was an engineer and he had a restless character just like my mother, that is he constantly changed the place where he stayed.
Babam mühendisti ve o da tıpkı annem gibi huzursuz bir karaktere sahipti, yani oturduğu yeri sürekli değiştirirdi.
My father was an engineer.
Babam mühendisti.
luggage
bagaj
luggage conveyor belt
bagaj taşıma bandın
we also waited a long time at the luggage conveyor belt.
bagaj taşıma bandında da çok bekledik
garden
bahçe
to look
bakmak
after looking
baktıktan sonra
at me
bana
to me
bana
that guy (ç) smiling at me
bana gülümseyen şu çocuk
behind(a) the barrier
bariyerin ardında
to print / press /step on
basmak
suitcase
bavul
to unpack a suitcase
bavul boşaltmak
the cover of the suitcase
bavul kapağı
to pack a suitcase
bavul yerleştirmek
We had become experts in packing and unpacking suitcases, it was not difficult to understand the reason we minimized our personel belongings and we didn't play piano.
Bavul yerleştirmekte ve boşaltmakta uzman olmuştuk, kişisel eşyalarımızı en aza indirgemiştik ve piyano çalmamamızın nedenini anlamak zor değildi.
We had become experts in packing and unpacking suitcases.
Bavul yerleştirmekte ve boşaltmakta uzman olmuştuk.
to seize the suitcase
bavula el atmak
my suitcase
bavulum
in my suitcase
bavulumda
I can swear about there being much dirty laundry in my suitcase...
Bavulumda fazlaca kirli çamaşır olduğuna dair yemin edebilirim...
another thing being in my suitcase
bavulumda olan başka bir şey
sometimes
bazen
thumb
baş parmak
with his thumb and index finger
baş ve işaret parmaklarıyla
another officer
başka bir memur
another officer opened its zipper and...
başka bir memur fermuarını açıp
another officer opened its zipper and lifted up the lid.
başka bir memur fermuarını açıp kapağı kaldırdı.
another thing
başka bir şey
I remembered another thing
başka bir şeyi hatırladım
we didn't long for anything else
başka hiçbir şeyin özlemini çekmiyorduk
other girls
başka kızlar
other girls would dream of other things
başka kızlar başka şeylerin hayalini kurardı
I suppose (h) other girls would dream of other things
başka kızlar herhalde başka şeylerin hayalini kurardı
I suppose (h) other girls would dream of other things, but Mia and I were not yearning for anything other than a real home.
Başka kızlar herhalde başka şeylerin hayalini kurardı ama Mia ve ben gerçek bir yuvadan başka hiçbir şeyin özlemini çekmiyorduk.
other things
başka şeyler
capital
başkenti
to begin
başlamak
to start / begin
başlamak
to be started /begun
başlanmak
to wait
beklemek
waiting
bekleyen
maybe
belki de
maybe
belki de
maybe he was a Hovawart species.
belki de bir Hovawart cinsiydi.
Maybe that his bag was crammed with illegal sleeping pills.
Belki de çantası tıka basa yasadışı uyku ilaçlarıyla doluydu.
maybe that his bag was full of sleeping pills
belki de çantası uyku ilaçlarıyla doluydu
I was this time unlike any other time not suited next to a fat man stinking of beer and poking me constantly with his arm.
Ben her zamankinden farklı olarak bu kez koluyla beni sürekli dürtükleyen ve leş gibi bira kokan, şişko bir adamın yanına denk gelmemiştim.
I was this time, unlike any other time, not suited next to a fat man stinking of beer.
Ben her zamankinden farklı olarak bu kez leş gibi bira kokan, şişko bir adamın yanına denk gelmemiştim.
I was not suited next to a fat man stinking of beer
ben leş gibi bira kokan, şişko bir adamın yanına denk gelmemiştim.
according to me /I think
bence
I think for hiding drugs...
Bence uyuşturucu saklamak için
to pick me up (lit. : to take me)
beni almak için
as much as I
benim kadar
as much surprised as I
benim kadar şaşırmış
thanks to me /grâce à moi
benim sayemde
horrible /wretched /awful
berbat
smelly/stinky
berbat kokan
He/they thought the smelly things were my belongings
berbat kokan şeylerin eşyalarım olduğunu düşünüyordu
five
beş
even
bile
even
bile
ticket
bilet
you know
biliyorsun
to know (knowledge) / wissen / savoir
bilmek
to know
bilmek
to know
bilmek
I didn't even want to know
bilmek bile istemiyordum
a / one
bir
one
bir
a man
bir adam
let's have a look
bir bakalım
a look
bir bakış
to glance
bir bakış atmak
also /in addition /moreover
bir de
also
bir de
More over there was of course that pleasant dark haired guy (ç) turning around and smiling at me
Bir de arkasına dönüp bana gülümseyen şu koyu saçlı, hoş çocuk vardı tabii
Moreover there was of course that nice dark haired guy (ç) sitting in the front row, at the side and turning remarkably often around, smiling at me.
Bir de yan tarafta, ön sırada oturan ve dikkat çekecek kadar sıkça arkasına dönüp bana gülümseyen, şu koyu saçlı, hoş çocuk vardı tabii.
Moreover there was of course that nice dark haired guy (ç) sitting in the front row, at the side.
Bir de yan tarafta, ön sırada oturan şu koyu saçlı, hoş çocuk vardı tabii.
Moreover there was of course that nice dark haired guy (ç) sitting in the front row.
Bir de ön sırada oturan şu koyu saçlı, hoş çocuk vardı tabii.
a football magazine
bir futbol dergisi
to thump throw the pages of a football magazine
bir futbol dergisinin sayfalarını karıştırmak
onto a table
bir masanın üzerine
for being a drug dog
Bir narkotik köpeği olarak
For being a drug dog he had surprisingly much hair.
Bir narkotik köpeği olarak şaşırtıcı derecede çok tüyü vardı.
to make a contract
bir sözleşme yapmak
a year /one year
bir yıl
more than a year
bir yıldan fazla
a home where we will stay longer than a year
bir yıldan fazla kalacağımız bir yuva
in a way (used with adjectives to form adverbs)
bir şekilde
beer
bira
smelling of beer
bira kokan
with a little low voice
biraz alçak sesle
one each /one apiece
birer
one from behind us
biri arkamızdan
first
birinci
the first floor
birinci kat
From the window of the first floor there was a wonderful view of the Thames.
Birinci katın penceresinden harika Thames nehri manzarası görünüyordu
a few times
birkaç kez
to circle around a few times
birkaç kez tur atmak
even though we did a few turns
birkaç kez tur attığımız halde
biosphere
biyosfer
biosphere protection area
biyosfer koruma alanı
the great life waiting for us
bizi bekleyen harika yaşam
the only thing that stood (was) between us and the great life waiting for us was the cheese
bizi bekleyen harika yaşamla aramızda tek şey peynirdi.
It was great naivety that we thought that the only thing between us and the wonderful life waiting for us was the cheese.
Bizi bekleyen harika yaşamla aramızda tek şeyin peynir olduğunu düşünmemiz büyük saflıkmış.
We thought that the only thing that stood (was) between us and the great life waiting for us was the cheese.
Bizi bekleyen harika yaşamla aramızda tek şeyin peynir olduğunu düşünüyorduk.
it waited for us
bizi bekliyordu
our dreams(h)
bizim hayallerimiz
Our dreams too had become true.
Bizim hayallerimiz de gerçekleşmişti.
basement
bodrum
from the basement to the roof
bodrumundan çatısına dek
break / spoil /affect / interrupt /ruin
bozmak
their ruining / them to ruin /that they ruin
bozmaları
I was determined not to allow them to spoil
bozmalarına izin vermemeye kararlıydım
to empty /discharge
boşaltmak
to divorce
boşanmak
that is in Bratislava
Bratislava'daki
on the edge of an industrial area in Bratislava
Bratislava'daki sanayı bölgesinin kıyısında
brochure
broşür
And what is this?!?
Bu da ne böyle?
This also implied that we couldn't spend our summer holidays in the same place.
Bu da yaz tatillerimizi aynı yerde geçiremediğimiz anlamına geliyordu.
This also implied that we couldn't spend our summer holidays in the same place we were obliged to go wherever my father worked at that time.
Bu da yaz tatillerimizi aynı yerde geçiremediğimiz anlamına geliyordu; babam o sırada nerede çalışıyorsa, oraya gitmek zorundaydık.
astonished at this doing
bu işe şaşırmış
this much
bu kadar
This was the last obstacle
Bu son engeldi
therefore /for this (reason) /because of this
bu yüzden
This was the last obstacle standing between us and the great life (y).
Bu, harika yaşamla aramızda duran son engeldi.
This was our sixth move within eight years, and it meant on the same time six different countries in four different continents, a six times restarted school, six times to establish new friendships and six times to say goodbye.
Bu, sekiz yılda altıncı taşınmamızdı ve aynı zamanda dört farklı kıtada altı farklı ülke, altı kez yeniden başlanan okul, altı kez yeni dostluklar kurmak ve altı kez 'hoşça kal' demek anlamına geliyordu.
This was our sixth move within eight years.
Bu, sekiz yılda altıncı taşınmamızdı.
This was the last obstacle standing between us and the aforementioned great life (y).
Bu, söz konusu harika yaşamla aramızda duran son engeldi.
to find
bulmak
situated (found)
bulunan
to be found /to be present (se trouver/sich befinden)
bulunmak
to understand this
bunu anlamak için
his nose
burnu
He put his nose on the lid of the suitcase.
Burnunu bavul kapağına dayadı.
he blocked his nose /he clogged his nose
burnunu tıkadı
nose
burun
nose
burun
so /thus /in this way
böylece
most likely / probably
büyük olasılıkla
pocket
cep
cell phone
cep telefonu
his cell phone number
cep telefonunun numarası
I didn't want his cell phone number
Cep telefonunun numarasını istemedim
For my not wanting his cell phone number
Cep telefonunun numarasını istemediğim için
He must have gone crazy for joy that I didn't want his cell phone number.
Cep telefonunun numarasını istemediğim için sevinçten çıldırıyor olmalıydı.
type /kind / species
cins
republic
cumhuriyet
sentence
cümle
my sentence
cümlem
I finished the sentence
cümleyi tamamladım
and /also(following noun, participle...)
da - de
already now
daha şimdiden
Already now standing next to the barrier
Daha şimdiden bariyerin yanında dikilmiş
I glanced anxiously at my little sister Mia, who was now already standing next to the barrier and kept rocking impatiently on the spot.
Daha şimdiden bariyerin yanında dikilmiş, sabırsızca yerinde sallanıp duran küçük kız kardeşim Mia'ya huzursuz bir bakış attım.
about /concerning (d)
dair
about /concerning / relating to
dair
lean against /put on /recline on
dayamak
mountain
dağ
mountain tours
dağ turları
messy
dağınık
messy haired /with messy hair
dağınık saçlı
until (d) +dative
dek
until (d) +dative
dek
to be suited to / to come across / to occur at the same time as /to be suitable
denk gelmek
tank
depo
their tanks
depoları
in their tanks
depolarında
to have less/low fuel in their tanks
depolarında az yakıt olmak
degree
derece
to a degree
derecede
magazine
dergi
deep
derin
to sigh deeply
derin bir iç geçirmek
to lecture
ders vermek
to change sthg
değiştirmek
to stand / be planted
dikilmek
remarkably / noticible /auffallend
dikkat çekecek kadar
the guy turning around remarkably often and smiling at me
dikkat çekecek kadar sıkça arkasına dönüp bana gülümseyen çocuk
wish
dilek
her wish
dileği
... I finished my sentence with a little low voice
diye biraz alçak sesle cümlemi tamamladım
tooth
diş
teeth
dişler
his teeth
dişleri
he showed his teeth
dişlerini gösterdi
he showed his teeth and...
dişlerini gösterip
ninety
doksan
doctorate /phd
doktora
to do a phd
doktora yapmak
my mother who had done a phd
doktora yapmış olan annem
full
dolu
it was full
doluydu
friend
dost
friendship
dostluk
true
doğru
to tell the truth
doğruyu söylemek gerekirse
lips
dudaklar
he had moved his lips
dudaklarını kıpırdatmıştı
I heard
duydum
to be included
dâhil olmak
including / on condition that
dâhil olmak üzere
ingenious /brilliant
dâhiyane
an ingenious place
dâhiyane bir yer
to turn
dönmek
four
dört
four different continents
dört farklı kıta
That implied six different countries in four different continents
Dört farklı kıtada, altı farklı ülke anlamına geliyordu.
It meant six different countries in four different continents, a six times restarted school, six times to establish new friendships and six times to say goodbye.
Dört farklı kıtada, altı farklı ülke, altı kez yeniden başlanan okul, altı kez yeni dostluklar kurmak ve altı kez 'hoşça kal' demek anlamına geliyordu.
world /earth
dünya
many places of the world
dünyanın birçok yeri
that we have seen many places of the World
dünyanın birçok yerini gördüğümüz için
to see many places of the World
dünyanın birçok yerini görmek
to poke /to prod continually /to jostle
dürtüklemek
our thinking
düşünmemiz
our thinking was naivety
düşünmemiz saflıkmış
literature
edebiyat
she was an expert in the domain of literature
edebiyat alanında uzmandı
ha! (interjection)
Eh!
Ha, great! /Na toll!
Eh, harika!
to seize /to lay hand on
el atmak
my bordeaux coloured bra which he held in his hand
elinde tuttuğu şarap rengi sütyenim
They rubbed their hands.
Ellerini ovuşturuyordu.
fifty
elli
real estate agent
emlakçı
estate agent's brochure
emlakçının broşürü
in the estate agent's brochure
emlakçının broşüründe
In the real estate agent's brochure the house looked comfortable and romantic.
Emlakçının broşüründe ev konforlu ve romantik görünüyordu
to a minimum
en aza
to minimize
en aza indirgemek
at least
en azından
at least
en azından
We were longing for a home where we would stay at least for more than a year.
En azından bir yıldan fazla kalacağımız bir yuvanın özlemini çekiyorduk.
For a home where we would stay at least for more than a year.
En azından bir yıldan fazla kalacağımız bir yuvanın.
at least in winters
en azından kışları
her biggest wish
en büyük dileği
my sweetest smile
en nazik gülümsemem
I put on my sweetest smile.
en nazik gülümsememi yerleştirdim
obstacle / hindrance
engel
Entlebuch biosphere cheese
Entlebuch biyosfer peyniri
'Entlebuch biosphere cheese ,' I explained.
Entlebuch biyosfer peyniri,' diye açıkladım.
the house looked comfortable
ev konforlu görünüyordu
the house looked comfortable and romantic.
Ev konforlu ve romantik görünüyordu.
things /goods /belongings
eşyalar
or such / and so on
falan
different
farklı
different
farklı
much /excess
fazla
We don't have much time.
Fazla zamanımız yok.
much (adv)
fazlaca
zipper /Reisverschluss
fermuar
he opened its zipper and
fermuarını açıp
to be late
gecikmek
need
gerek
there is no need
gerek yok
there was no need
gerek yoktu
if needed /if necessary
gerekirse
it was not necessary
gerekmiyordu
nervous
gergin
to look nervous
gergin görünmek
true /real
gerçek
a real home (y)
gerçek bir yuva
we were not yearning for anything other than a real home
gerçek bir yuvadan başka hiçbir şeyin özlemini çekmiyorduk
we would get a real home
gerçek bir yuvaya kavuşacaktık
together with a real home
gerçek bir yuvayla birlikte
a completely new and great life waited for us together with a real home
gerçek bir yuvayla birlikte yepyeni ve harika bir hayat bizi bekliyordu
the real smugglers
gerçek kaçakçılar
the real smugglers
gerçek kaçakçılar
the real smugglers were certainly rubbing their hands
gerçek kaçakçılar kesinlikle ellerini ovuşturuyordu
to come true /materialize / actualize
gerçekleşmek
to become true
gerçekleşmiş olmak
really
gerçekten
We were really in a hurry.
Gerçekten acelemiz vardı.
they could pass
geçebilirlerdi
to pass
geçmek
he showed
gösterdi
to show
göstermek
rose
gül
a rose bed
gül tarhı
smile
gülümseme
to smile
gülümsemek
customs
gümrük
customs officer
gümrük memuru
The customs officer seized the suitcase.
Gümrük memuru bavula el attı.
The custom officer put the suitcase onto a table.
Gümrük memuru bavulu bir masanın üzerine koydu
The custom officer, too should have been surprised as much as I, after looking twice from me to the dog, he seized the suitcase
Gümrük memuru da benim kadar şaşırmış olmalıydı, iki kez bir köpeğe bir bana baktıktan sonra bavula el attı.
The customs officer, too should have been surprised as much as I.
Gümrük memuru da benim kadar şaşırmış olmalıydı.
The customs officer, too should have been as surprised as me about this doing.
Gümrük memuru da bu işe benim kadar şaşırmış olmalıydı.
The customs officer should have been surprised, too.
Gümrük memuru da şaşırmış olmalıydı.
The custom officer signaled to the girl to get out of the line.
Gümrük memuru kıza sıradan çıkmasını işaret etti.
The custom officer didn't care and put the suitcase onto a table.
Gümrük memuru oralı olmayıp bavulu bir masanın üzerine koydu
the customs officer should have been surprised
gümrük memuru şaşırmış olmalıydı
I looked at the customs officer and placed my sweetest smile on my face.
gümrük memuruna bakıp yüzüme en nazik gülümsememi yerleştirdim
I looked at the customs officer and...
gümrük memuruna bakıp...
south
güney
South Africa
Güney Afrika
the republic of South Africa
Güney Afrika Cumhuriyeti
Pretoria being the executive capital of the republic of South Africa
Güney Afrika Cumhuriyeti'nin yürütme başkenti olan Pretoria
which
hangi
Which custom officer would have pointed out to the girl to get out of the line!
Hangi gümrük memuru kıza sıradan çıkmasını işaret ederdi ki?
great
harika
our belief about the great life waiting for us
harika bir yaşamın bizi beklediğine dair inancımız
wonderfully
harika bir şekilde
wonderfully full of creepy secrets
harika bir şekilde tüyler ürpertici sırlarla dolu
a wonderful view of the Thames River
harika Thames nehri manzarası
between us and the great life (y)
harika yaşamla aramızda
fine / sensitive / delicate
hassas
to have a delicate nose
hassas bir burna sahip olmak
it was not necessary to have a sensitive nose
hassas bir burna sahip olmak gerekmiyordu
I remembered
hatırladım
because I remembered
hatırladığım için
because I remembered I fell silent for a short while
hatırladığım için kısa bir an sustum
because I remembered I fell silent
hatırladığım için sustum
to remember
hatırlamak
even (h)
hatta
It had even seemed to me like a place wonderfully full of creepy secrets.
Hatta bana harika bir şekilde tüyler ürpertici sırlarla dolu bir yer gibi görünmüştü.
It had even seemed to me as if it was from its basement to its roof like a place wonderfully full of dreadful secrets.
Hatta bana sanki bodrumundan çatısına dek harika bir şekilde tüyler ürpertici sırlarla dolu bir yer gibi görünmüştü.
It had even seemed to me like a place full of secrets.
Hatta bana sırlarla dolu bir yer gibi görünmüştü.
airlines
havayolları
to bark
havlamak
dream / imagination /fantasy
hayal
that we (had) dream(ed) of
hayalini kurduğumuz
to dream /imagine / fancy (h. k.)
hayalini kurmak
life (h)
hayat
animal
hayvan
june
haziran
the month of june
haziran ayı
until the month of june
haziran ayına dek
Until the month of june we had lived in Pretoria being the executive capital of the republic of South Africa and before that in Utrecht, Berkeley, Haydarabad, Edinburgh and Munich.
Haziran ayına dek Güney Afrika Cumhuriyeti'nin yürütme başkenti olan Pretoria'da yaşamıştık, ondan önce de Utrecht, Berkeley, Haydarabad, Edinburgh ve Münih'te.
Until the month of june we had lived in Pretoria being the executive capital of the republic of South Africa
Haziran ayına dek Güney Afrika Cumhuriyeti'nin yürütme başkenti olan Pretoria'da yaşamıştık.
to prepare /to make ready
hazırlamak
above Heathrow
Heathrow'un üzerinde
Even though we did a few turns above Heathrow in order to get a landing permit.
Heathrow'un üzerinde iniş izni almak için birkaç kez tur attığımız halde
Even though we did a few turns above Heathrow in order to get a landing permit, the airplane didn't encounter any trouble.
Heathrow'un üzerinde iniş izni almak için birkaç kez tur attığımız halde, uçak herhangi bir sorunla karşılaşmamıştı.
immediately
hemen
he /they understood immediately
hemen anlamıştı
always
hep
always
her zaman
a real home which we had always dreamed of
her zaman hayalini kurduğumuz gerçek bir yuva
a completely new and great life waited for us, together with a real home which we always had dreamed of.
her zaman hayalini kurduğumuz gerçek bir yuvayla birlikte yepyeni ve harika bir hayat bizi bekliyordu
usual
her zamanki
like every time /like always
her zamanki gibi
unlike any other time /different than usual
her zamankinden farklı olarak
everything
her şey
Everything was ok.
Her şey yolundaydı.
anyway /presumably /I suppose /in any case
herhalde
I suppose the spectators thought the smelly things were my belongings.
Herhalde izleyiciler berbat kokan şeylerin eşyalarım olduğunu düşünüyordu.
any kind of problem
herhangi bir sorun
guy /bloke
herif
everybody
herkes
excitement / agitation
heyecan
There was no need for agitation. /There was no reason to worry.
Heyecana gerek yoktu.
he was a Hovawart species
Hovawart cinsiydi
charming /pleasant /nice /lovely (h)
hoş
goodbye
hoşça kal
restless /uneasy /anxious
huzursuz
restless
huzursuz
he had a restless character
huzursuz bir karaktere sahipti
two
iki
two
iki
my mother who had done a phd in two domains
iki alanda doktora yapmış olan annem
two and a half
iki buçuk
two and a half kilo of cheese
iki buçuk kiloluk peynir
twice
iki kez
he looked twice from me to the dog
iki kez bir köpeğe bir bana baktı
after looking twice from me to the dog
iki kez bir köpeğe bir bana baktıktan sonra
after looking twice from me to the dog, he seized the suitcase
iki kez bir köpeğe bir bana baktıktan sonra bavula el attı
two "kilo-ish"
iki kiloluk
medecine / drug /remedy /pill
ilaç
between us and
ile aramızda
together with
ile birlikte
our belief
inancımız
belief
inanç
landing (noun)
iniş
landing clearance /landing permit
iniş izni
to get a landing permit
iniş izni almak
I heard the people (i) chuckle
insanların kıkırdadığını duydum
from on /since
itibaren
to allow
izin vermek
I was determined not to allow
izin vermemeye kararlıydım
spectators (i)
izleyiciler
sigh
underwear
iç çamaşırları
He put my underwear holding it with thumb and index finger one by one to the side.
iç çamaşırlarımı baş ve işaret parmaklarıyla tutarak tek tek kenara koydu
He began to put my underwear holding it with thumb and index finger one by one to the side.
iç çamaşırlarımı baş ve işaret parmaklarıyla tutarak tek tek kenara koymaya başladı.
He put my underwear one by one to the side holding (them) with his fingers
iç çamaşırlarımı parmaklarıyla tutarak tek tek kenara koydu
innerly /secretly
için için
to innerly/secretly rejoice
için için sevinmek
it had a garden with trees situated inside
içinde ağaçları bulunan bir bahçesi vardı
situated inside
içinde bulunan
it had a huge garden with old trees situated inside
içinde yaşlı ağaçları bulunan kocaman bir bahçesi vardı
job /business /work /doing
every place where he got a job
iş aldığı her yer
not every place he got work was that nice.
iş aldığı her yer böyle güzel değildi
to get a job
iş almak
to signal /to point at /to make a sign
işaret etmek
index(finger)
işaret parmağı
as much as
kadar
where/that we will stay
kalacağımız
a home where we will stay
kalacağımız bir yuva
we will stay
kalacağız
to lift /remove
kaldırmak
the runway
kalkış pisti
to reach the runway
kalkış pistine ulaşmak
to stay
kalmak
cover /lid
kapak
lid /cover
kapak
he lifted up the lid
kapağı kaldırdı
character
karakter
determined /decided
kararlı
I was determined
kararlıydım
here:to leaf /browse /thump /generally : to mix /confuse /shuffle
karıştırmak
to meet /to experience /to run into/encounter (k)
karşılaşmak
floor/etage
kat
to get /to be united with
kavuşmak
source
kaynak
smuggler
kaçakçı
smugglers
kaçakçılar
smuggling
kaçakçılık
to scratch
kaşımak
word (k)
kelime
to put to the side
kenara koymak
belonging to each of us
kendimize ait birer
an own room belonging to each of us
kendimize ait birer oda
absolutely /certainly / definitely
kesinlikle
my joy
keyfim
to ruin my joy
keyfimi bozmak
I was determined not to allow them to ruin my joy
keyfimi bozmalarına izin vermemeye kararlıydım
pleasure /joy (k)
keyif
times
kez
times (k)
kez
to giggle /chuckle /chortle
kıkırdamak
to move /stir something
kıpırdatmak
cottage /country house
kır evi
Together with a cottage our dreams too had become true.
kır eviyle birlikte bizim hayallerimiz de gerçekleşmişti.
to rent /lease /hire
kiralamak
dirty
kirli
dirty wash
kirli çamaşır
short
kısa
a short while
kısa bir an
continent
kıta
book
kitap
coast /shore /edge
kıyı
girl
kız
sister
kız kardeş
my sister
kız kardeşim
He made a sign to the girl to get out of the line.
Kıza sıradan çıkmasını işaret etti.
winter
kış
personal
kişisel
our personal belongings
kişisel eşyalarımız
the reason we minimized our personel belongings
kişisel eşyalarımızı en aza indirgemiştik nedeni
it was not difficult to understand the reason we minimized our personel belongings
kişisel eşyalarımızı en aza indirgemiştik nedenini anlamak zor değildi.
it was not difficult to understand the reason we minimized our personel belongings and we didn't play piano.
kişisel eşyalarımızı en aza indirgemiştik ve piyano çalmamamızın nedenini anlamak zor değildi.
huge / giant here: wide
kocaman
huge (k)
kocaman
wide opened eyes
kocaman açılmış gözler
with my wide opened eyes
kocaman açılmış gözlerimle
With my wide opened eyes I looked at the customs officer and placed my sweetest smile on my face.
Kocaman açılmış gözlerimle gümrük memuruna bakıp yüzüme en nazik gülümsememi yerleştirdim.
it had a huge garden
kocaman bir bahçesi vardı
he smelt /sniffed
kokladı
to smell
koklamak
to smell /to smell of
kokmak
smell /scent
koku
to smell
koku almak
the source of the smell
kokunun kaynağı
arm
kol
his arm
kolu
with his arm
koluyla
poking me with his arm
koluyla beni dürtükleyen
poking me constantly with his arm
koluyla beni sürekli dürtükleyen
a fat man stinking of beer and poking me constantly with his arm
koluyla beni sürekli dürtükleyen ve leş gibi bira kokan şişko bir adam
a fat man poking me constantly with his arm
koluyla beni sürekli dürtükleyen şişko bir adam
comfortable
konforlu
to put
koymak
to begin to put
koymaya başlamak
dark
koyu
The pleasant guy (ç) with the dark coloured hair
Koyu renk saçlı, hoş çocuk
Whereas what the pleasant guy with the dark coloured hair did, I didn't even want to know.
Koyu renk saçlı, hoş çocuğun ne yaptığınıysa bilmek bile istemiyordum.
Whereas what the pleasant guy with the dark coloured hair did
Koyu renk saçlı, hoş çocuğun ne yaptığıysa
dark haired
koyu saçlı
ear
kulak
ears
kulaklar
his ears
kulakları
I will scratch his ears
kulaklarını kaşıyacağım
to establish
kurmak
to vomit
kusmak
tail
kuyruk
dog
köpek
dog
köpek
the dog sniffed the suitcase
köpek bavulu kokladı
the dog sniffed my suitcase
Köpek bavulumu kokladı.
the dog barked
köpek havladı
the dog sniffed
köpek kokladı
what the dog has smelled
köpek ne koku almış
Let's have a look at what the dog has smelled.
Köpek ne koku almış bir bakalım.
the dog barked as if to threaten /the dog barked threatening
köpek tehdit edercesine havladı
I looked at the dog
köpeğe baktım
the smell which the dog got
köpeğin aldığı koku
the source of the smell which the dog got
köpeğin aldığı kokunun kaynağı
I glanced at my little sister Mia.
Küçük kız kardeşim Mia'ya bir bakış attım.
I glanced anxiously at my little sister Mia.
Küçük kız kardeşim Mia'ya huzursuz bir bakış attım.
to pick my little sister up
küçük kız kardeşimi almak için
carrion /carcass (dead rotten body)
leş
stinking (putridly) of beer /qui pue la bière
leş gibi bira kokan
putrid / evil smelling /malodourous (l)
leş gibi kokan
Lottie said sometimes that we should be grateful for having seen many places of the World thanks to my mother and father
Lottie bazen annem ve babam sayesinde dünyanın birçok yerini gördüğümüz için minnettar olmamız gerektiğini söylüyordu
Lottie said sometimes that we should be grateful for having seen many places of the World thanks to my mother and father, but when someone (i) had spent his summer holidays on the edge of an industrial area in Bratislava there was no such thing as gratitu
Lottie bazen annem ve babam sayesinde dünyanın birçok yerini gördüğümüz için minnettar olmamız gerektiğini söylüyordu, ama insan yaz tatilini Bratislava'daki bir sanayı bölgesinin kıyısında geçirdiğinde, minnettarlık diye bir şey kalmıyordu.
Lottie said sometimes that we should be grateful for having seen many places of the World
Lottie bazen dünyanın birçok yerini gördüğümüz için minnettar olmamız gerektiğini söylüyordu
Lottie said sometimes that we should be grateful
Lottie bazen minnettar olmamız gerektiğini söylüyordu
Lottie intended to plant(make) a vegetable bed
Lottie bir sebze tarhı yapmaya niyetliydi.
Lottie intended to prepare jam (m)
Lottie marmelat hazırlamaya niyetliydi.
Lottie intended to plant(make) a vegetable bed there.
Lottie orada bir sebze tarhı yapmaya niyetliydi.
Lottie said
Lottie söylüyordu
please
Lütfen
Please... we don't have much time, the airplane was already late, and we waited a long time at the luggage conveyor belt.
Lütfen... fazla zamanımız yok, uçak zaten gecikti, bagaj taşıma bandında da çok bekledik.
Please... we don't have much time.
Lütfen... fazla zamanımız yok.
Landscape /view /sight /scenery
manzara
jam (m)
marmelat
to prepare jam (m)
marmelat hazırlamak
table
masa
officer / civil servant
memur
curiously (m) (adv)
merakla
curious (adj)
meraklı
curiously (adv but : in a curious (adj) manner)
meraklı bir şekilde
for example (m)
mesela
colleague /coworker (m)
meslektaş
His coworker clogged his nose.
Meslektaşı burnunu tıkadı.
whereas /as to his coworker
meslektaşıysa
Mia sighed, too.
Mia da iç geçirdi.
Mia didn't have to vomit
Mia kusmak zorunda kalmamıştı
Mia and I were not yearning for anything other than a real home
Mia ve ben gerçek bir yuvadan başka hiçbir şeyin özlemini çekmiyorduk
I looked at Mia and sighed deeply.
Mia'ya bakıp derin bir iç geçirdim.
grateful
minnettar
to be grateful
minnettar olmak
we need to be grateful
minnettar olmamız gerek
gratitude
minnettarlık
something like gratitude
minnettarlık diye bir şey
there was no such thing as gratitude
minnettarlık diye bir şey kalmıyordu
engineer
mühendis
He was an engineer.
Mühendisti.
Munich
Münih
narcotic /drug
narkotik
drug dog
narkotik köpeği
gentle /polite /sweet
nazik
a sweet smile
nazik bir gülümseme
what
ne
what scent
ne koku
what a pity that
ne yazık ki
what a pity that not every place he got work was that nice
ne yazık ki iş aldığı her yer böyle güzel değildi.
reason /cause (n)
neden
river (n)
nehir
almost /nearly
neredeyse
to lecture almost every year in another university
neredeyse her yıl başka bir üniversitede ders vermek
She would make a contract to lecture in another university almost every year.
neredeyse her yıl başka bir üniversitede ders vermek için sözleşme yapardı.
finally (n)
nihayet
We would finally have a permanent settlement
Nihayet yerleşik bir düzenimiz olacaktı
We would finally have a permanent settlement and get a real home.
Nihayet yerleşik bir düzenimiz olacaktı ve gerçek bir yuvaya kavuşacaktık.
proportion /relation /ratio *comparison /relativeness
nispet
relatively / in comparison with
nispeten
intention
niyet
intentioned
niyetli
He had a restless character just like my mother.
O da tıpkı annem gibi huzursuz bir karaktere sahipti.
meanwhile
o esnada
at that time
o sırada
at that time
o sırada
wherever he worked at that time
o sırada nerede çalışıyorsa
we were obliged to go wherever he worked at that time
o sırada nerede çalışıyorsa, oraya gitmek zorundaydık
room
oda
to read
okumak
when/while reading
okurken
while reading he had moved his lips
okurken dudaklarını kıpırdatmıştı
while reading he had moved his lips just as first class pupils
okurken tıpkı birinci sınıf öğrencileri gibi dudaklarını kıpırdatmıştı
being
olan
(by) being
olarak
quite /pretty /rather
oldukça
quite /pretty /rather
oldukça
instead of that rather nervous looking sneaky faced guy
oldukça gergin görünen şu sinsi suratlı herif yerine
rather curiously
oldukça meraklı bir şekilde
to be
olmak
he should have been
olmalıydı
to not be /not become
olmamak
when it had not been
olmamışken
we had become
olmuştuk
fifteen
on beş
fifteen years old
on beş yaşında
which is fifteen years old
on beş yaşındaki
a fifteen year old girl
on beş yaşındaki bir kız
the fifteen year old girl
on beş yaşındaki kız
ten turkish words
on türkçe kelime
for ten years
on yıldır
before that
ondan önce
and before that in Utrecht, Berkeley, Haydarabad, Edinburgh and Munich.
ondan önce de Utrecht, Berkeley, Haydarabad, Edinburgh ve Münih'te.
that it did stink this much
onun bu kadar berbat koktuğu
what he did
onun ne yaptığı
whereas to know what he did
onun ne yaptığınıysa bilmek
whereas what he did
onun ne yaptığıysa
there
orada
those who were there
orada bulunanlar
those who were there understood immediately
orada bulunanlar hemen anlamıştı
Those who were there understood immediately the source of the smell which the dog had gotten.
Orada bulunanlar köpeğin aldığı kokunun kaynağını hemen anlamıştı.
to pay attention, to care
oralı olmak
to be indifferent
oralı olmamak
being indifferent and... / he didn't care and...
oralı olmayıp
to go there
oraya gitmek
we were obliged to go there
oraya gitmek zorundaydık
he sat
oturdu
the place where he stayed
oturduğu yer
to sit
oturmak
thirty
otuz
to rub
ovuşturmak
at a university in Oxford
Oxford'da bir üniversitede
in the Magdalen College in Oxford
Oxford'daki Magdalen College'da
however /whereas (o)
oysa
however between us and the great life waiting for us
Oysa bizi bekleyen harika yaşamla aramızda
to put to the side holding with one's fingers
parmaklarıyla tutarak kenara koymak
to hold with one's fingers
parmaklarıyla tutmak
unpasteurized
pastörize edilmemiş
pasteurized
pastörize edilmiş
to pasteurize
pastörize etmek
alright /jolly well
pekâlâ
Alright, let's have look at what our Amber has smelled.
Pekâlâ, Amber'imiz ne koku almış, bir bakalım.
window
pencere
cheese
peynir
dirty /filthy /nasty
pis pis
to grin wolfishly /to grin conspiratorially /to leer
pis pis sırıtmak
no wonder he was grinning wolfishly
pis pis sırıtmasına şaşmamak gerekti
piano
piyano
to play piano
piyano çalmak
to not play piano
piyano çalmamak
that we didn't play piano (our not playing piano)
piyano çalmamamız
the reason we didn't play piano
piyano çalmamamızın nedeni
it was not difficult to understand the reason we didn't play piano
piyano çalmamamızın nedenini anlamak zor değildi.
easily /with ease (r)
rahatça
colour
renk
jam (r)
reçeli
romantic
romantik
dream
rüya
dreams
rüyalar
the Book of Dreams
Rüyalar Kitabı
hour
saat
watch /clock
saat
hours
saatler
impatiently
sabırsızca
my sister keeping to rock impatiently on the spot
sabırsızca yerinde sallanıp duran kız kardeşim
naivety
saflık
to possess /have (+dat.)
sahip olmak
to hide (s)
saklamak
to swing /shake / bob /rock
sallanmak
hayloft /barn
samanlık
industrial
sanayı
industrial area (b)
sanayı bölge
as if
sanki
yellow /blond /flaxen
sarı
a girl with a blond ponytail
sarı at kuyruklu bir kız
steady /steadfast /unshakable /unwavering
sarsılmaz
our unshakable belief
sarsılmaz inancımız
it only prolonged our unshakable belief a bit
sarsılmaz inancımızı sadece biraz daha uzatmıştı
to buy
satın almak
thanks to /grâce à/owing to /through
sayesinde
page
sayfa
hair
saçlar
vegetable
sebze
a vegetable bed
sebze tarhı
to make (plant) a vegetable bed
sebze tarhı yapmak
eight
sekiz
in eight years
sekiz yılda
eighty
seksen
synthetic
sentetik
synthetic drug
sentetik uyuşturucu
voice
ses
they should have been rejoicing
seviniyor olmalıydılar
to rejoice /be happy /be glad
sevinmek
from joy
sevinçten
he must have gone crazy for joy
sevinçten çıldırıyor olmalıydı
to freak out from joy
sevinçten çıldırmak
often /frequently (s)
sık sık
often /frequently (s)
sıkça
to shake oneself /to fling out
silkinmek
to shake /give a jerk
silkmek
class
sınıf
sly / sneaky
sinsi
sly looking /sneaky faced
sinsi suratlı
the sneaky faced guy
sinsi suratlı herif
a secret
sır
row /line
sıra
when /during (s)
sırada
in the row
sırada
waiting in the row
sırada bekleyen
to get out of the line
sıradan çıkmak
to grin
sırıtmak
full of secrets
sırlarla dolu
a place full of secrets
sırlarla dolu bir yer
It had seemed like a place full of secrets.
Sırlarla dolu bir yer gibi görünmüştü.
pale
soluk
pale faced
soluk yüzlü
last
son
autumn
sonbahar
that is in autumn
sonbahardaki
from the autumn trimester on
sonbahardaki üç aylık dönemden itibaren
then /after
sonra
then /after
sonra
then he set down on the floor
sonra yere oturdu
Then he sat on the floor and put his nose enthousiastically down on the lid of the suitcase.
Sonra yere oturup çoşkulu bir şekilde burnunu bavul kapağına dayadı.
then he sat down on the floor and...
sonra yere oturup...
eventually /ultimately
sonuçta
ultimately behind the barrier
sonuçta bariyerin ardında
ultimately behind the barrier waited a completely new and great life for us together with a real home which we always had dreamed of
sonuçta bariyerin ardında her zaman hayalini kurduğumuz gerçek bir yuvayla birlikte, yepyeni ve harika bir hayat bizi bekliyordu.
he asked
sordu
to ask
sormak
problem
sorun
... looking /... faced
suratlı
to reproach /to blame
suçlamak
accusingly /as if I was accusing (reproaching)
suçlarcasına
I looked accusingly at the dog.
Suçlarcasına köpeğe baktım
to say
söylemek
to say
söylemek
rumour
söylenti
according to rumour /reportedly
söylentiye göre
those cheap airlines having according to rumour always low fuel in their tanks
söylentiye göre depolarında hep az yakıt olan şu ucuz havayolları
aforementioned /earlier mentioned
söz konusu
contract /agreement
sözleşme
constantly /incessantly/continuously /always (s)
sürekli
breast holder
sütyen
of course (t)
tabii
just /exactly
tam
just then/just at that moment
tam da o sırada
Just then I fell silent because I remembered another thing being in my suitcase.
tam da o sırada bavulumda olan başka bir şeyi hatırladığım için kısa bir an sustum.
Just then I remembered another thing
tam da o sırada başka bir şeyi hatırladım
just when I was going to scratch his ears
tam kulaklarını kaşıyacağım sırada
just when I was going to scratch his ears he showed his teeth
tam kulaklarını kaşıyacağım sırada dişlerini gösterdi
just when I was going to scratch his ears, he showed his teeth and barked threatening.
Tam kulaklarını kaşıyacağım sırada dişlerini gösterip tehdit edercesine havladı.
to finish /complete (t)
tamamlamak
piece /grain (used optional after numbers)
tane
God (t)
Tanrı
God knows
Tanrı bilir
God knows, maybe that his bag was crammed with illegal sleeping pills.
Tanrı bilir, belki de çantası tıka basa yasadışı uyku ilaçlarıyla doluydu.
Oh my God! /my God
Tanrım
bed (of flowers /vegetables...)
tarh
taste
tat
holidays
tatiller
to spend the holidays
tatilleri geçirmek
to carry
taşımak
the move /moving /Umzug /déménagement
taşınma
to move (houses)
taşınmak
as if he threatened /threatening
tehdit edercesine
to threaten
tehdit etmek
one by one (t)
tek tek
the Thames river
Thames nehri
packed /crammed /filled to the brim / stuffed /loaded
tıka basa
to block /to close /to clog
tıkamak
just like my mother
tıpkı annem gibi
like first class pupils
tıpkı birinci sınıf öğrencileri gibi
just as /like
tıpkı gibi
just like
tıpkı gibi
soil/ground /territory
toprak
to circuit /to tour around
tur atmak
turbulence
türbülans
we hadn't entered a turbulance
türbülansa girmemiştik
turkish (language)
türkçe
(animal) hair /fur
tüy
bloodcurdling /eerie /hair curling/dreadful
tüyler ürpertici
dreadful secrets
tüyler ürpertici sırlar
cheap
ucuz
before reaching /without reaching
ulaşmadan
to reach
ulaşmak
to forget
unutmak
I had forgotten
unutmuştum
sleep
uyku
sleeping pills
uyku ilaçları
it was full of sleeping pills
uyku ilaçlarıyla doluydu
to sleep
uyumak
to begin to sleep
uyumaya başlamak
beginning to sleep
uyumaya başlayan
that messy haired suspiciously pale boy (kid), who is beginning to sleep
uyumaya başlayan, şu dağınık saçlı şüphe çekecek kadar soluk yüzlü çocuk
drug
uyuşturucu
drug trafficking
uyuşturucu kaçakçılığı
I was suspected of doing drug trafficking.
uyuşturucu kaçakçılığı yaptığımdan şüphe ediliyordu
with their drugs
uyuşturucularıyla
to extend /stretch /prolong
uzatmak
expert
uzman
we had become experts
uzman olmuştuk
airplane
uçak
airplane
uçak
The airplane didn't encounter any trouble.
Uçak herhangi bir sorunla karşılaşmamıştı.
before the airplane reached the runway
uçak kalkış pistine ulaşmadan
the boy (kid) who began to sleep before the airplane reached the runway
uçak kalkış pistine ulaşmadan uyumaya başlayan çocuk
The airplane was already late.
Uçak zaten gecikti.
flight
uçuş
The flight had passed great
Uçuş harika geçmişti
The flight had passed great, we hadn't entered a turbulence, so Mia didn't have to vomit and I was this time unlike any other time not suited next to a fat man stinking of beer and poking me constantly with his arm.
Uçuş harika geçmişti, türbülansa girmemiştik, yani Mia kusmak zorunda kalmamıştı ve ben her zamankinden farklı olarak bu kez koluyla beni sürekli dürtükleyen ve leş gibi bira kokan şişko bir adamın yanına denk gelmemiştim.
there was / (+ personal ending on its subject: had)
vardı
there was of course
vardı tabii
to give up
vazgeçmek
and at the same time
ve aynı zamanda
And though my father had bought the tickets like usual from those cheap airlines, which had according to rumour always low fuel in their tanks, the airplane didn't encounter any trouble.
Ve babam biletleri her zamanki gibi söylentiye göre depolarında hep az yakıt olan şu ucuz havayollarından satın almak olsa da, uçak herhangi bir sorunla karşılaşmamıştı.
And though my father had bought the tickets like usual from those cheap airlines, the airplane didn't encounter any trouble.
Ve babam biletleri her zamanki gibi şu ucuz havayollarından satın almak olsa da, uçak herhangi bir sorunla karşılaşmamıştı.
And though my father had bought the tickets like usual from those cheap airlines.
Ve babam biletleri her zamanki gibi şu ucuz havayollarından satın almak olsa da.
And though my father had bought the tickets like usual from those cheap airlines, which had reportedly always low fuel in their tanks, even though we did a few turns above Heathrow in order to get a landing permit, the plane didn't encounter any problem.
Ve babam biletleri her zamanki gibi, söylentiye göre depolarında hep az yakıt olan şu ucuz havayollarından satın almak olsa da, Heathrow'un üzerinde iniş izni almak için birkaç kez tur attığımız halde uçak herhangi bir sorunla karşılaşmamıştı.
and from its first floor window
ve birinci katın penceresinden
and therefore the holiday had passed relatively great
ve bu yüzden tatil nispeten harika geçmişti
and such also her biggest wish became true.
ve böylece en büyük dileği de gerçekleşmiş oluyordu.
And we were longing for an own room for each of us.
Ve kendimize ait birer odanın özlemini çekiyorduk.
or
ya da
or instead of the pale faced kid/boy
ya da soluk yüzlü çocuk yerine
Or instead of that messy haired suspiciously pale faced kid/boy, who began to sleep before the airplane reached the runway.
Ya da uçak kalkış pistine ulaşmadan uyumaya başlayan, şu dağınık saçlı şüphe çekecek kadar soluk yüzlü çocuk yerine?
fuel (noun)
yakıt
at the side
yan tarafta
that is /namely / I meant /so
yani
so Mia didn't have to vomit
yani Mia kusmak zorunda kalmamıştı
that is he constantly changed the place where he stayed.
yani oturduğu yeri sürekli değiştirirdi.
I meant (that is), there are no drugs or such.
yani uyuşturucu falan yok.
next to
yanında
who was next to him
yanındaki
whereas his coworker next to him clogged his nose
yanındaki meslektaşıysa burnunu tıkadı
to do
yapmak
that I did
yaptığım
of having done/doing /from what I did
yaptığımdan
it was suspected that I did /I was suspected of doing
yaptığımdan şüphe ediliyordu
half
yarım
half an hour
yarım saat
when it had not been even half an hour
yarım saat bile olmamışken
illegal
yasadışı
illegal sleeping pills
yasadışı uyku ilaçları
summer
yaz
the summer holidays
yaz tatilleri
that we couldn't spend our summer holidays in the same place
yaz tatillerimizi aynı yerde geçiremediğimiz
to spend the summer holidays in the same place
yaz tatillerini aynı yerde geçirmek
life (y)
yaşam
to live
yaşamak
we had lived
yaşamıştık
old (age)
yaşlı
old trees
yaşlı ağaçlar
seven
yedi
seven years before
yedi yıl önce
I can swear
yemin edebilirim
to swear
yemin etmek
new
yeni
to establish new friendships
yeni dostluklar kurmak
again (y) /allover /afresh
yeniden
new started
yeniden başlanan
a new/afresh started school
yeniden başlanan okul
very new /completely new /nagelneu
yepyeni
a completely new and great life
yepyeni ve harika bir hayat
a completely new and great life waited for us
yepyeni ve harika bir hayat bizi bekliyordu
place / floor /ground
yer
he sat (down) on the ground
yere oturdu
rocking on the spot and....
yerinde sallanıp
instead of
yerine
settled /based /stationary
yerleşik
a permanent settlement
yerleşik düzen
to place /position here: to put on e. g. smile)
yerleştirmek
seventy
yetmiş
year
yıl
twenty
yirmi
there is not
yok
way
yol
on the way / ok
yolunda
nest /home
yuva
executive
yürütme
hundred
yüz
face
yüz
century
yüzyıl
While my face took the colour of my bordeaux bra which the man held in that moment in his hand
Yüzüm adamın o sırada elinde tuttuğu şarap rengi sütyenimin rengini alırken
While my face took most likely the colour of my bordeaux bra which the man held in that moment in his hand.
Yüzüm büyük olasılıkla adamın o sırada elinde tuttuğu şarap rengi sütyenimin rengini alırken
'Entlebuch biosphere cheese,' I explained, while my face took the colour of my bordeaux bra which the man held in that moment in his hand.
Yüzüm büyük olasılıkla adamın o sırada elinde tuttuğu şarap rengi sütyenimin rengini alırken, 'Entlebuch biyosfer peyniri,' diye açıkladım.
while my face took the colour of my bordeaux bra
Yüzüm şarap rengi sütyenimin rengini alırken
on my face (direction > dative)
yüzüme
I placed my sweetest smile on my face.
Yüzüme en nazik gülümsememi yerleştirdim.
time
zaman
our time
zamanımız
We have time.
Zamanımız var.
We don't have time.
Zamanımız yok.
already / anyway /in first place
zaten
difficult
zor
obliged
zorunda
to have to /to be obliged to
zorunda kalmak
we were obliged
zorundaydık
to work /study /try
çalışmak
wash / laundry
çamaşır
bag
çanta
his bag
çantası
His bag was filled to the brim
çantası tıka basa doluydu
roof (ç)
çatı
various /diverse (ç)
çeşitli
including various mountain tours and also the biosphere protection area at Entlebuch
çeşitli dağ turları ve Entlebuch'taki biyosfer koruma alanı da dâhil olmak üzere
to exit /to go out /to come out
çıkmak
to go crazy / to go wild /to freak out /
çıldırmak
flower
çiçek
a flower bed
çiçek tarhı
much
çok
we waited a long time
çok bekledik
to wait long /to wait a lot
çok beklemek
much hair
çok tüy
He had much hair.
Çok tüyü vardı.
enthusiastic
çoşkulu
enthusiastically
çoşkulu bir şekilde
enthousiastically
çoşkulu bir şekilde
Enthousiastically he put his nose down on the lid of the suitcase.
Çoşkulu bir şekilde burnunu bavul kapağına dayadı.
because
çünkü
because he had thumped through the pages of a football magazine and while reading had moved his lips just as first class pupils.
çünkü bir futbol dergisinin sayfalarını karıştırmış ve okurken tıpkı birinci sınıf öğrencileri gibi dudaklarını kıpırdatmıştı.
because to tell the truth
çünkü doğruyu söylemek gerekirse
because to tell the truth in order to understand this
çünkü doğruyu söylemek gerekirse bunu anlamak için
Because to tell the truth in order to understand this it was not necessary to have a sensitive nose.
Çünkü doğruyu söylemek gerekirse bunu anlamak için hassas bir burna sahip olmak gerekmiyordu.
because for nearly ten years
çünkü neredeyse on yıldır
Because she wanted to teach in a university in Oxford for nearly ten years.
Çünkü neredeyse on yıldır Oxford'da bir üniversitede ders vermek istiyordu.
in the front row
ön sırada
there was of course that nice black haired guy(ç) sitting in the front row
ön sırada oturan, şu koyu saçlı, hoş çocuk vardı tabii.
to sit in the front row
ön sırada oturmak
first / before
önce
to long for /to regret
özlemini çekmek
we didn't miss
özlemini çekmiyorduk
pupil /student
öğrenci
land /country
ülke
university
üniversite
three
üç
three monthly /quaterly
üç aylık
trimester
üç aylık dönem
My mother who had done a phd in two domains was an expert in the domain of literature and would make a contract to lecture in another university almost every year.
İki alanda doktora yapmış olan annem edebiyat alanında uzmandı ve neredeyse her yıl başka bir üniversitede ders vermek için sözleşme yapardı.
English /British
İngiliz
British soil
İngiliz toprakları
Not even half an hour to set foot on British soil
İngiliz topraklarına ayak basan yarım saat bile olmamışken
Not even half an hour to set foot on British soil, and I was suspected of doing drug trafficking.
İngiliz topraklarına ayak basan yarım saat bile olmamışken uyuşturucu kaçakçılığı yaptığımdan şüphe ediliyordu.
to set foot on British soil
İngiliz topraklarına ayak basmak
I heard the people (i) chuckle, the real smugglers were certainly rubbing their hands.
İnsanların kıkırdadığını duydum, gerçek kaçakçılar kesinlikle ellerini ovuşturuyordu.
swiss
İsviçre
Swiss watches
İsviçre saatler
with their Swiss watches or synthetic drugs
İsviçre saatleriyle ya da sentetik uyuşturucularıyla
together with their Swiss watches or synthetic drugs
İsviçre saatleriyle ya da sentetik uyuşturucularıyla birlikte
it had a huge garden with old trees and also a barn situated inside and from the window of the first floor - at least in winters- a wonderful view of the Thames was visible.
İçinde yaşlı ağaçları ve bir de samanlığı bulunan kocaman bir bahçesi vardı ve birinci katın penceresinden - en azından kışları - harika Thames nehri manzarası görünüyordu.
It had a huge garden with old trees and also a barn situated inside and from the window of the first floor, a wonderful view of the Thames was visible.
İçinde yaşlı ağaçları ve bir de samanlığı bulunan kocaman bir bahçesi vardı ve birinci katın penceresinden harika Thames nehri manzarası görünüyordu.
it had a huge garden with old trees and also a barn situated inside
İçinde yaşlı ağaçları ve bir de samanlığı bulunan kocaman bir bahçesi vardı.
wine
şarap
bordeaux (the colour of wine)
şarap rengi
to take the colour of my bordeaux bra
şarap rengi sütyenimin rengini almak
surprised
şaşırmış
surprising / amazing /astonishing
şaşırtıcı
to a surprising degree
şaşırtıcı derecede
He had surprisingly much hair (to a surprising degree)
şaşırtıcı derecede çok tüyü vardı
to wonder/ to be surprised
şaşmak
no wonder (one did not need to wonder)
şaşmamak gerekti
a bit outside the city
şehrin biraz dışında
The rented cottage a bit outside the city dating from the 18th century
Şehrin biraz dışında kiraladığı 18. yüzyıldan kalma kır evi
With the rented cottage a bit outside the city dating from the 18th century our dreams too had become true.
Şehrin biraz dışında kiraladığı 18. yüzyıldan kalma kır eviyle birlikte bizim hayallerimiz de gerçekleşmişti.
manner /way / form
şekil
things
şeyler
He/they thought the things were my belongings
şeylerin eşyalarım olduğunu düşünüyordu.
now
şimdi
Now the same boy (ç) looked at my suitcase.
Şimdi aynı çocuk bavuluma bakıyordu
Now the same boy (ç) looked curiously at my suitcase.
Şimdi aynı çocuk bavuluma meraklı bir şekilde bakıyordu
Now the same boy (ç) looked rather curiously at my suitcase.
Şimdi aynı çocuk bavuluma oldukça meraklı bir şekilde bakıyordu.
No wonder he now was grinning wolfishly.
Şimdi pis pis sırıtmasına şaşmamak gerekti.
already (ş)
şimdiden
fat
şişko
a fat man
şişko bir adam
next to a fat man (direction)
şişko bir adamın yanına
I was not suited next to a fat man
şişko bir adamın yanına denk gelmemiştim
that messy haired suspiciously pale faced boy (kid)
şu dağınık saçlı şüphe çekecek kadar soluk yüzlü çocuk
there was of course that nice guy(ç)
şu hoş çocuk vardı tabii
there was of course that nice black haired guy(ç)
şu koyu saçlı, hoş çocuk vardı tabii
instead of that sneaky faced guy
şu sinsi suratlı herif yerine
recently /at present
şu sıralar
At present he worked in Zürich and therefore the holiday (including various mountain tours and also the biosphere protection area at Entlebuch) had passed relatively great,what a pity that not every place he got work was that nice.
Şu sıralar Zürih'te çalışıyordu ve bu yüzden tatil (çeşitli dağ turları ve Entlebuch'taki biyosfer koruma alanı da dâhil olmak üzere) nispeten harika geçmişti, ne yazık ki iş aldığı her yer böyle güzel değildi.
At present he worked in Zürich and therefore the holiday (including various mountain tours and also the biosphere protection area at Entlebuch) had passed relatively great
Şu sıralar Zürih'te çalışıyordu ve bu yüzden tatil (çeşitli dağ turları ve Entlebuch'taki biyosfer koruma alanı da dâhil olmak üzere) nispeten harika geçmişti.
At present he worked in Zürich.
Şu sıralar Zürih'te çalışıyordu.
those cheap airlines
şu ucuz havayolları
it was suspected
şüphe ediliyordu
to be suspected
şüphe edilmek
to doubt /be sceptical about/ suspect
şüphe etmek
the suspiciously pale faced boy (kid)
şüphe çekecek kadar soluk yüzlü çocuk
to draw suspicion
şüphe çekmek