bullet (m) | mermi |
bullet holes | mermi delikleri |
The places gnawed by the worms had looked like tiny bullet holes. | Kurtların kemirdiği yerler minik mermi delikleri gibi görünmüştü. |
angel's statue | melek heykeli |
trade secret / Berufsgeheimniss | Meslek sırrı |
pasta | makarna |
auction | müzayede |
on a book auction | bir kitap müzayedesinde |
spiritual / moral | manevi |
blue | mavi |
Foster child / adoptive child | manevi evlat |
monkey | maymun |
menu | menü |
message | Mesaj |
fruit | meyve |
Or (rather not)/ otherwise | Mi yoksa mı |
mile | mil |
million | milyon |
myth | mit |
was it ? | miydi ? |
by candlelight | mum ışığında |
candlelight | mum ışığı |
candle | mum |
kitchen | mutfak |
happy | mutlu |
unhappy | mutsuz |
Happy New Year | Mutlu Yıllar |
juice | meyve suyu |
purple | mor |
pony | midilli |
Budgerigar (Wellensittich) | Muhabbet Kuşu |
mussel (seashell/ the animal inside) | midye |
mandarin | mandalina |
banana | muz |
mayonnaise | mayonez |
officer (fonctionnaire) | memur |
my table / my desk | masam |
match (sport) | maç |
to murmur / mutter | mırıldanmak |
blueish (s) | mavimsi |
blueish (t) | mavimtrak |
marble | mermer |
oak | meşe |
tall oaktrees | uzun meşeler |
probably / likely/ most likely | muhtemelen |
fairytale /Märchen | masal |
without fairytale | masalsız |
I don't know why (my) life is without fairytales | Hayat neden masalsız bilmem |
cost/ expense | masraf |
worth the expense | masrafına değer |
This alone (even this) is worth the expense. | Bu bile masrafına değer. |
the expense to bring him here | onu buraya getirme masrafı |
expensive (m) | masraflı |
(about) how expensive such things are | bu tür şeyler ne kadar masraflı olduğundan |
to become/turn purple | morarmak |
My arm turned purple because you hit so hard. | Çok sert vurduğun için kolum morardı. |
spear | mızrak |
a long spear | uzun bir mızrak |
helmet | miğfer |
a helmet with gold ornated | altınla süslü bir miğfer |
He held his spear. | Mızrağını tuttu. |
good news | müjde |
coat (m) not much used word (for woman) | manto |
Blouson | mont |
His jacket ( blouson) | Montu |
the person taking off his jacket (which was on him) | üstündeki montu çıkaran kişi |
the person taking off his jacket (which was on him) and covering (upon) the dog who felt cold | üstündeki montu çıkarıp üşüyen köpeğin üzerine örten kişi |
the center /Mittelpunkt | merkez |
the impact hit the center (rep) | darbe merkezi vurmuş |
'or anything'/ 'or whatsoever' Mutated duplication in spoken language - a word is repeated with its initial replaced by: | m |
There is no snow or any such thing (spoken language) | Kar mar yok. |
He doesn't speak German or any such thing. (Spoken language) | Almanca Malmanca bilmiyor. |
I didn't go to work or any such sort. (spoken language) | İşe mişe gitmedim. |
Would you like some water or anything? | Su mu içer misin? |
extend /degree /rank | mertebe |
within the possible extend especial to / for ( a dativ) | mümkün mertebe ... özgü |
consistently | mütemadiyen |
mammal | memeli |
Mammalian species | memeli türü |
a strong predatory mammal species of the felines | kedigillerden, yırtıcı, güçlü bir memeli türü |
cetacean (a marine mammal of the order Cetacea ; a whale, dolphin, or porpoise) | memeli deniz hayvanı |
marine mammal of the whales living in pods(groups) in mild and warm seas that can reach a length of three meters | Balinalardan,ılık ve sıcak denizlerde sürüler durumunda yaşayan, boyları üç metreye kadar erişebilen, memeli deniz hayvanı |
profession | meslek |
mechanism | Mekanizma |
flirting with the mechanism | mekanizması ile flört ederek |
e.g. / such as / for example (m) | meselâ |
possible | mümkün |
it is impossible / unlikely | mümkün değil |
it is impossible not to be astonished | hayret etmemek mümkün değil |
adventure | macera |
grateful | minnettâr |
to be grateful | minnettâr olmak |
famous | meşhur |
nationality (m) | milliyet |
curious | meraklı |
You are curious. | Meraklısın. |
tiny (m) | minik |
tinsy winsy (m) | minicik |
Carpenter | marangoz |
shirt (old word -m) | mintan |
overtime | fazla mesai |
to do overtime | fazla mesai yapmak |
to stay overtime | mesaiye kalmak |
You stay overtime | Mesaiye kalırsın |
court | mahkeme |
Penny /sou / brass farthing | metelik |
to destroy / ruin /to mess up | mahvetmek |
as soon as she had x-ed | X- mişti ki... |
As soon as she had thrown bread crumbs the door was abruptly (in einem Ruck) opened | o, ekmek kırıntılarını atmıştı ki kapı bir anda ardına kadar açıldı. |
satisfied / content / delighted /pleased | memnun |
to be happy with / to be pleased with | - den memnun olmak |
to be dissatisfied with | -den memnun olmamak |
to look back on one's accomplishments with satisfaction | geriye dönüp baktığında başarılarından memnun olmak |
be content with one's life | hayatından memnun olmak |
to please everyone | herkesi memnun etmek |
to be pleased with oneself | kendinden memnun olmak |
to dissatisfy | memnun edememek |
to delight /satisfy / make happy / charm | memnun etmek |
to smirk | kendinden memnun bir şekilde sırıtmak |
to give full satisfaction | tamamen memnun bırakmak |
to give full satisfaction / to literally (in the strict sense) satisfy | tam anlamıyla memnun etmek |
to be glad to meet you | tanıştığına memnun olmak |
pleasurably/satisfactorily / pleasingly | memnun edici bir şekilde |
i'll thank you to mind your own business | sen kendi işine bakarsan memnun olurum |
I'm not happy about it either | ben de bundan memnun değilim |
Nice (to meet) you too | ben de memnun oldum |
it's nice to meet you too | ben de tanıştığımıza memnun oldum |
I'd appreciate it if we just pretend that this never happened | bu hiç yaşanmamış gibi davranırsak çok memnun olurum |
I am so glad (Nice to meet you) | çok memnun oldum |
I am glad you could come | geldiğinize çok memnun oldum |
I will be glad if you come | gelirsen(iz) memnun olurum |
Are you happy/content with your life? | Hayatından memnun musun? |
You can't please everyone. | herkesi memnun edemezsin |
I would love to | memnun kalırım |
I will appreciate it | memnun olurum |
Just let me tell (you)/( I should tell you) how happy /pleased I am | ne kadar mutlu - memnun olduğumu söylemeliyim |
I will be glad to help you | sana yardımcı olmaktan memnun olacağım |
magnificent /spectacular / splendid /brilliant / glorious / great | muhteşem |
to make the most spectacular show of your life / to put on the performance of a life time | hayatının en muhteşem gösterisini yapmak |
epic fail | muhteşem fiyasko |
magnificent beauty | muhteşem güzellik |
fantastic pictures | muhteşem resimler |
the magnificent century | muhteşem yüzyıl |
a splendid victory | muhteşem zafer |
at a fabulous price | muhteşem bir fiyata |
magnificently/ resplendently / spellbindingly | muhteşem bir şekilde |
a great example stands in front of us | muhteşem bir örnek önümüzde duruyor |
jubilant / "flying to the airs from joy" | mutluluktan havalara uçan |
thankful (...kk..) | Müteşekkir |
might/may have x-ed | X-miş olabilir |
My birthday is the fifth of May. | Doğum günüm beş Mayısta. |
The text is easier to understand. | Metnin anlaşılması daha kolaydır. |
Text | metin |
ingredients | malzemeler |
parsley | maydanoz |
half a bundle of parsley | yarım demet maydanoz |
It gives us happiness to please you. | Sizi memnun bırakmak bize mutluluk verir. |
table | masa |
The customer is always right. | müşteri her zaman haklıdır |
light blue | açık mavi |
it is possible | bu mümkün |
Is it possible? | Bu mümkün mü ? |
You are always happy | her zaman mutlusun |
He is never happy | hiçbir zaman mutlu değil |
matter/ issue/ problem | mesele |
What's the matter ? | mesele ne? |
Is it possible to try this on? | bunu üstümde denemem mümkün mü? |
Egypt | Mısır |
guest | misafir |
guest room | misafir odası |
millimetre | milim |
metre | metre |
kilometre | kilometre |
a metre is hundred centimeters | bir metre yüz santimetredir |
He is one metre seventy-five centimetres | o bir metre yetmiş beş santim |
museum | müze |
music | müzik |
maths | matematik |
march | Mart |
May | Mayıs |
furniture | mobilya |
We'll go to the market and the pub | markete ve bara gideceğiz |
letter | mektup |
funny | matrak |
He is going to the museum this afternoon. | bu öğleden sonra müzeye gidecek |
view / sight / landscape | manzara |
stunning views / surprising landscapes / amazing sights | şaşırtıcı manzaralar |
to allow / to render possible | mümkün kılmak |
parliament | meclis |
conservative | muhafazakâr |
excellent | mükemmel |
a flask / water bottle (camping) | matara |
a little flask that seemed to be made out of copper | bakırdan yapılmış gibi görünen küçük bir matara |
gem / jewel / precious stone | mücevher |
a cup covered with jewels | mücevherlerle kaplı bir fincan |
they're for example pretty good at maths | mesela matematikte oldukça iyiler |
I think maths is difficult | bence matematik zor |
swimsuit | mayo |
manager (m) | menajer |
man of the match | maçın adamı |
he was man of the match | maçın adamıydı |
to examine | muayene etmek |
I have to examine your chest | göğsünüzü muayene etmem gerekiyor |
break | mola |
toilet break / pause pipi | tuvalet molası |
stunning/ terrific / devasting /fabulous / entsetzlich / fürchterlich | müthiş |
I messed up | mahvettim! |
available (not occupied) | müsait |
unfortunately | maalesef |
there are no toilets available | müsait tuvalet yok |
Unfortunately there was no free seat | maalesef boş koltuk yoktu |
good game | iyi maç |
well played ! / But it was a good game | iyi maçtı ama! |
upsetting / depressing | moral bozucu |
quantity | miktar |
mask | maske |
musician | müzisyen |
to cost | mal olmak |
It costs a fortune | bir servete mal oluyor |
marathon | maraton |
medal | madalya |
that would be fantastic | muhteşem olurdu |
logical | mantıklı |
illogical | mantıksız |
prisoner (m) | mahkum |
innocent | masum |
store | mağaza |
fashion | moda |
engineer | mühendis |
model | model |
costs | maliyetler |
article | makale |
article on ... | ... hakkında bir makale |
media | medya |
social media | sosyal medya |
sufficiently | yeterli miktarda |
oppressed | mazlum |
Let the oppressed hear (i) and rejoice | Mazlumlar işitip sevinsin ! |
angel | melek |
the Angel of the Lord / Jesus | RaB'bin meleği |
blessed is / lucky is / happy is + Dat | ne mutlu |
lucky me | ne mutlu bana |
lucky you | ne mutlu sana |
Happy is the country which has no history ! | Ne mutlu tarihi olmayan bir ülkeye ! |
Whatever floats your boat / Whatever makes you happy | seni ne mutlu edecekse |
How happy is he who can say I am a Turk | ne mutlu türküm diyene |
to want /lack / to need / to require | -e muhtaç olmak |
to require attention | ilgiye muhtaç olmak |
to live by begging (to be in need for a slice of bread) | bir dilim ekmeğe muhtaç olmak |
to be in the need of the help of others / to end up in the poorhouse | ele güne muhtaç olmak |
satisfaction / pleasure | memnuniyet |
pleasing /gratifying / satisfactory | memnuniyet verici |
to be pleased / to feel pleased | memnuniyet duymak |
to give pleasure / satisfaction / to gratify | memnuniyet vermek |
unrewarding | memnuniyet vermeyen |
gladly / with pleasure | memnuniyetle |
with my coat (m - not often used word for fem. coat) | mantomla |
as much as possible | mümkün olduğu kadar çok - mümkün olduğu kadar fazla |
as soon as possible | mümkün olduğu kadar çabuk |
as early as possible | mümkün olduğu kadar erken |
as near as possible | mümkün olduğu kadar yakın |
at your convenience | mümkün olduğu kadar yakın bir zamanda |
as many times as possible | mümkün olduğu kadar çok kez |
Lime /Limone | Misket limonu |
Fruchtmark | meyve eti |
fruit basket /Obstkorb | meyve serpeti |
Steinobst / fruit with stones | çekirdekli meyveler |
Beerenobst / berries | üzümsü meyveler |
Mango | Mango |
seasonal | mevsimlik |
Corn / Mais | mısır |
Mungbohnen | mung fasulyesi |
marjory | mercanköşk |
a Violet / Veilchen | menekşe |
violet /purple | menekşe rengi |
Drill / Bohrmaschine | matkap |
proud / haughty | mağrur |
haughtiness /disdainfulness | mağrurluk |
to be haughty | mağrur olmak |
What a haughtiness / disdainfulness | Bu ne mağrurluk |
stomach /Magen | mide |
mushroom | mantar |
to gather mushrooms | mantar toplamak |
cork | mantar |
cork stopper (bottle) / Flaschenkorken | mantar tıpa |
colleague /coworker | meslektaş |
flat water | maden suyu |
muffin | muffin |
yeast | maya |
meringue | mereng |
fruitcake (cake with fruit on top) / Obstkuchen | meyveli kek |
fruitcake (with dried fruit) | kuru meyveli kek |
mousse au chocolat (ç) | çikolatali mus |
Barbecue (device) | mangal |
to make a barbecue | mangal yapmak |
mat (foto) | mat |
lense | mercek |
cave (m) | mağara |
monsoon | muson |
red coral / Edelkoralle (for gems) | mercan |
red coral jewelry | mercan takı |
mica /Glimmer (of the group of silicate minerals easily slicable) | mika |
Magnesium - Mg 12 | Magnezyum |
Manganese /Mangan Mn 25 (geçiş metalleri /metalik) | mangan |
seagull | martı |
Marabou stork | marabu |
pique (cards) | maça - pik |
enormous /huge (m) | muazzam |
cloth pin / Wäscheklammer | mandal |
clamp (me...) | mengene |
very purple | mosmor |
his uncle (e) having (rep) a very purple face | yüzü mosmor olmuş eniştesi |
treatment (m) | muamele |
the thing is / the trouble was | mesele şu ki ... |
lettuce | marul |
kind / soft /tender (m) | müşfik |
torch | meşale |
In the darkness appeared people with torches in their hands. | Karanlığın içinde ellerinde meşalelerle insanlar belirdi. |
In the light of the torches she saw men, their fists raised to the sky and in the darkness undulating green flags. | Meşalelerin ışığında adamların gökyüne usanmış yumruklarını, karanlıkta dalgalanan yeşil bayraklarını gördü. |
master / god | mevla |
He who searches will find his master and his trouble (b). -a warning | Arayan mevlasını da bulur, belasını da. |
watercourse /channel / conduct / media | mecra |
for thousands of years | binlerce yıllık |
to text | mesaj atmak |
Please text me ! | Lütfen bana mesaj at ! |
seen that / considering that/since/ étant donné que, vu que | Madem |
Considering that you so much dislike me to be in the shop | Madem beni bu dükkânda bu kadar istemiyordunuz |
surely / absolutely /without fail (m) | mutlaka |
If you dig among the stones surely (m) you will come up with a few bones or smashed helmets. | taşların arasını kazarsan mutlaka birkaç kemiğe, ezilmiş miğferler rastlarsın. |
(Lit. Field Battle of the Commander-in-Chief") was a battle in the Greco-Turkish War (1919–1922) term used for a war of 3+ nations | Meydan muharebesi |
Intervention | müdahale |
He watched the situation with disapproval but he did not dare to intervene. | Bu durumu onaylamadan seyretti ama müdahale etmeye cesaret edemedi. |
debate | müzakere |
Like what for example? | Meselâ ne gibi ? |
Like what for example? | Meselâ ne gibi ? |
even though it costs a bit more money | biraz fazla paraya mal olsa bile |
it seems /to my surprise | meğer |
graduated | mezun |
to graduate from | mezun olmak |
He has a lot of meetings with clients. | Müşterileriyle birçok toplantı yapar. |
Some clients are not very kınd. | Bazı müşteriler hiç nazik değildir. |
Do all of the clients behave kind towards him? | Müşterilerin hepsi ona karşı dost canlısı mı davranır? |
He prepares food for hungry customers. | Acıkan müşterilere yemek hazırlar. |
There are clients from every country. | Her ülkeden müşterisi vardır. |
The shopkeeper enjoys chatting with the customers. | Dükkâncı müşterilerle sohbet etmekten keyif alır. |
(work) shift | mesai |
His shift starts at seven thirty am. | Mesaisi sabah yedi buçukta başlar. |
A milk pudding that has legendary origins dating as far back as Sassanid Persia. The basic ingredients are rice, sugar, rice flour and milk. | Muhallebi |
stricken by /suffering from | muzdarip |
Istanbul suffers from traffic problems. | İstanbul trafik derdinden muzdariptir. |
unfortunately not / unfortunately there are none | maalesef yok |
billions of turkish pounds | milyarlarca lira |
Does he only eat carrots and stuff ? | O yalnız havuç mavuç filan mı yiyecek? |
Does he eat only zucchini, potatoes, cabbage - how (what) should/do I know - carrots and or something? | Yalnız kabak, patates, lahana, ne bileyim, havuç mavuç filan mı yiyecek? |
Since you are so curious... | Madem bu kadar merak ediyorsun ... |
the tiny winzy caves hidden in the heights of the mountains | dağların yükseklerine gizlenmiş minik minik mağaralar |
fashion designer | modacı |
civilization / culture | medeniyet |
Turns out the guy I watched was my husband. / Seems like the man I watched was my husband. | İzlediğim adam meğer eşimmiş. |
fight /strife / struggle (m) / campaign | mücadele |
directorate /management /directorship /headship | Müdürlük |
consideration / idea / observation /opinion | mütalaa |
manager (being a manager) | menajerlik |
that he met with them in the club because he also was a manager | kendileriyle kulüpte menejerlik de yaptığı için tanıştığını, |
mission | misyonerlik |
to be in the mission | misyonerlik yapmak |
missionary activity | misyonerlik faaliyeti |
to engage in missionary activities | misyonerlik faaliyetlerinde bulunmak |
to threaten the national security | milli güvenliği tehdit etmek |
tablecloth (m) | masa örtüsü |
printing shop | matbaa |
a stereo player / Stereoanlage | müzik seti |
Motorbike | Motosiklet |
He thinks of buying a motorbike instead of the car. | O araba yerine motorsiklet almayı düşünüyor. |
handkerchief | mendil |
guard (m) /bodyguard /escort / guardian | muhafız |
Are you ready for the next adventure? | Bir sonraki macera hazır mısın ? |
The beach was at a one hour distance by car. | Plaj arabayla bir saatlik mesafedeydi. |
Each time before going I search for my bathsuit. | Gideceğim her seferinde, önce mayomu ararım. |
But each time I have difficulties to find my bathsuit. | Ama her seferinde mayomu bulmakta zorlanırım. |
Usually I find my bathsuit finally in my wardrobe. | Genellikle sonunda mayomu gardrobumda bulurum. |
I keep wondering (if...) | ... (diye) merak edip duruyorum |
mp3 player (pronunciation) | mp3 çalar (m p üç çalar) |
competition | müsabaka |
wrestling competition | güreş müsabakası |
neighbourhood /surroundings | muhit |
in a neighbourhood (m) they didn't like (b) | beğenmedikleri muhitlerde |
to lower the costs | maliyet azaltmak |
to bring down the cost / to keep down the cost / to reduce the cost | maliyet düşürmek |
to bring down the cost / to keep down the cost / to reduce the cost | maliyet düşürmek |
to increase the cost | maliyet artırmak |
minimum cost | asgari maliyet |
expected cost | beklenen maliyet |
the actual cost | gerçek maliyet |
the unavoidable costs | kaçınılamaz maliyet |
the final cost | kesin maliyet |
available / existing | mevcut |
out of print (not being present in a book publisher's) | kitap yayımcısında mevcut olmamak |
to become available | mevcut hale gelmek |
current network | mevcut ağ |
existing infrastructure | mevcut altyapı |
present study | mevcut çalışma |
the present state / the current situation /present condition | mevcut durum |
best available techniques | mevcut en iyi teknikler |
under present circumstances | mevcut koşullarda |
privacy | mahremiyet |
to love one's privacy | mahremiyetini sevmek |
reasonnable | makul |
I am done (for) / I am fucked | mahvoldum |
trickster / prankster / mischievous / teasing /impish | muzip |
an impish smile | muzip bir gülüş |
qn impish look | muzip bir bakış |
troll | muzip cüce |
a hobgoblin | muzip peri |
Jews (m) | Museviler |
appetizers / amuses-gueule | meze |
inclined / predisposed | meyilli |
She was a bit chatty and inclined to say everything four times | biraz geveze ve her şeyi dört kez söylemeye meyilliydi |
tap / Wasserhahn / robinet | musluk |
the gasket (rubber sealing ring) of the tap / Dichtungsring des Wasserhahns | musluğun contası |
The other day I replace the seal/ gasket of the tap. | Geçen gün musluğun contasını değiştirdim. |
This year a traffic accident occured. | Bu yıl trafik kazası meydana geldi. |
happiness | mutluluk |
unhappiness | mutsuzluk |
miracle | mucıze |
with an instant miracle | anlık bir mucızeyle |
Some believe that God created the world with an instant miracle. | Bazıları Tanrı'nın dünyayı anlık bir mucızeyle yarattığına inanır |
mine | mayın |
mined | mayın döşenmiş |
It makes no sense. /It doesn't seem logic. | Hiç mantıklı gelmiyor. |
to exist / to become available / to subsist | mevcut olmak |
be available in | -de mevcut olmak |
to appear in person | şahsen mevcut olmak |
microwave | mikrodalga |
Moses | Musa |
No microbe can harm him. | Hiçbir mikrop ona zarar veremiyor. |
temple /sanctuary /chapel /shrine (m) | mabet |
place /space /sight /locality | mekân |
I have an awful bad conscious. / Ich habe ein entsetzlich schlechtes Gewissen. | Müthiş bir vicdan azabı içindeyim. |
to whine /heulen /quengeln | mızmızlanmak |
infinitive (gram. ) | mastar |
on the grill | mangalda |
I like fish cooking on the grill. | Mangalda pişen balığı seviyorum. |
orchard | meyvelik |
cellar | mahzen |
wine cellar | şarap mahzeni |
They have an impressive climate-controlled wine cellar. | Etkileyici, iklim kontrollü bir şarap mahzenleri var. |
infested / haunted | musallat |
to haunt / to impost oneself / to pester | musallat olmak |
Thank you for your help; you're an angel. | Yardımın için teşekkür ederim, sen bir meleksin. |
for life (m) | müebbet |
life imprisonment (m) | müebbet hapis |
The criminal was sentenced (ç) to life imprisonment (m) | Suçlu müebbet hapis cezasına çarptırıldı. |
heartburn /Sodbrennen (lit. stomach burning) | mide yanması |
Anxiety can cause heartburn | Endişe, mide yanmasına neden olabilir. |
My brother will graduate in a month. | Erkek kardeşim bir aya kadar mezun olacak. |
I never received good grades in mathematics. | Matematikten hiçbir zaman iyi not alamadım. |
skillfully (m) | maharetle |
with a military skill(fulness) | askeri maharetle |
an enormous weight | muazzam ağırlık |
temperament /nature | mizaç |
her father's furious temperament had passed on to her. | Babasının öfkeli mizacı ona geçmişti. |
They (these) were so shiny, that Jill couldn't decide whether they were jewels or butterflies. | Bunlar öylesine parlakti ki, Jill mücevher mi, kelebek mi karar veremedi. |
There was also compassion in his voice. | Sesinin tonunda merhamet de vardı. |
embarrassed / verschämt / red-faced | mahcubiyetle |
Shaking his shoulders he smiled much more embarrassed. | Omuzlarını silkerek daha çok mahcubiyetle gülümsedi. |
(fire) cracker | maytap |
for a while (m) | bir müddet |
For a while(m) he sat on the edge of his bed and thought. | Bir müddet yatağının kenarına oturup düşündü. |
forced / bound /obliged (m) | mecbur |
to be obliged (m) | mecbur olmak |
he didn't have to (m) wait for him | onu beklemeye mecbur değildi |
country /fatherland /home town (m) | memleket |
in our home country (m) | bizim memlekette |
But in our home country search is lost. The orient is the place to sit and wait. With a bit of patience everything will come to your feet. (Ahmet Hamdi Tanpınar) | Fakat bizim memlekette aranan kaybolur. Şark oturup beklemenin yeridir. Biraz sabırla her şey ayağınıza gelir. |
as late as possible | mümkün mertebe geç |
delay /respite /Aufschub /Frist / (a fixed period of time for carrying out an action) | mühlet |
to grant a delay | mühlet vermek |
deadline | son mühlet |
a week's warning | bir haftalık mühlet |
to be exposed to a dative | maruz kalmak |
everybody exposed to that eyeless look | o gözsüz bakışa maruz kalan herkes |
to make s. o. drowsy | mayıştırmak |
making drowsy /sleepy (m) /schläfrig machen | mayıştırıcı |
lazy /sluggish /sleepy | miskin |
His lazy brown eyes, like those of a cow, looked with a mild surprise | Miskin kahverengi gözleri bir ineğinkiler gibi hafif şaşkınlıkla bakıyordu. |
challengingly /in defiance of | meydan okuyarak |
I gave him a hard look, challenging/daring him to continue... | Devam etmesi için meydan okuyarak sert bir bakış attım. |
I feel sick | midem bulanıyor |
sickening | mide bulandırıcı |
While my stomach lurched, I held my breath. | Midem bulayınca nefesimi tuttum. |
hinge / Scharnier | menteşe |
to get out of the hinges /aus den Angeln geraten | menteşelerinden çıkmak |
slightly sour/ tart / süßsauer /piquant /pungent | mayhoş |
He was gorgeous (magnificent) More than gorgeous, he was beautiful. | Muhteșemdi. Muhteşemden de öte, çok güzeldi. |
I can't do miracles. | Mucizeler yaratamam ya. |
purr (sound of a cat) Schnurren /ronronnement | mırlama |
I heard the cat's purr. | Kedin mırlamasını duydum. |
limited / stuck | mahsur |
to be stuck /limited /isolated /stranded /besieged /shut up | mahsur kalmak |
isolated | mahsur kalan |
to isolate | mahsur bırakmak |
to be stranded in the desert | çölde mahsur kalmak |
to be stuck in the middle of nowhere | dağ başında mahsur kalmak |
Do you mind... /is there any drawback to...? | bir mahsur var mı? |
Do you mind if we see her room? | Odasını görmemizin bir mahsur var mı? |
Since we are together (for once) ... | Madem bir aradayız... |
Since we are together (for once) I want to say a few things. | Madem bir aradayız bir şeyler söylemek istiyorum. |
microwave | mikrodalga |
'and all...' 'etc. etc.' Mutated duplication in spoken language in positive statements - a word is repeated with its initial replaced by: | m |
Well, yes, Alihan is difficult and all, but... | Yani evet , Alihan zordur mordur ama... |
walrus/Walross | mors |