for / in order to | için |
index (finger) / Zeigefinger | işaret parmağı |
As for Dustfinger he did not fear the night, he loved the night. | Toz Parmak ise geceden hiç korkmuyordu, o geceyi seviyordu. |
to warn (i) | ikaz etmek |
addition (al) / supplement(ary) | ilave |
to add (i) | ilave etmek |
Hastily she added at once... | Aceleyle hemen ilave etti... |
to pity and lower expectations /make it easier for someone /relent (eg. a boss towards his employee) | insafa gelmek |
to make do / content oneself/manage | idare etmek |
However (a) he has to make do with the room on the loft. (on the roof floor) | Ancak çatı katındaki odayla idare etmesi gerek |
in(side) | içinde |
and for/ as for | içinse |
To drink | içmek |
two | iki |
with | ile |
connection / relationship / dealing | ilişki |
it was / they were related to... (+dat) | İlişkindi |
primitive (cultures/ not technically advanced) | ilkel |
to sign something | imzalamak |
to make/have someone sign something /ı,a/ to have (someone) sign (something); to get (someone) to sign (something); to have (someone) autograph (something); to have (someone) endorse (a check); to get (someone) to endorse (a check). | imzalatmak |
to have something signed (double causative to increase interest of speech) | imzalattırmak |
thin | ince |
cow | inek |
to go down/descend /land | (yere) inmek |
person /human being | insan |
to recoil / to get startled | irkilmek |
if /that (i) / but / as for | ise |
name | isim |
good | iyi |
about / concerning | -le ilgili |
faith / belief | inanç |
believer | inanan |
believers | inananlar |
purposely | inadına |
here (it is)/ now / as you see | işte |
a very subtle humor | çok ince bir espri |
for work | iş için |
to want | istemek |
he doesn't want | istemez |
disgusting / nasty / revolting /ekelhaft | iğrenç |
frightfully / horrible / in a disgusting fashion (b) | iğrenç bir biçimde |
repulsiveness /being disgusting/ Widerwärtigkeit | iğrençlik |
I purposely lied. | İnadına yalan söyledim. |
inside me | içimde |
those who wanted | istedikleri |
to allow a dative | izin vermek |
I do not allow them to do this | bunu yapmalarına izin vermiyorum |
sincerely | içtenlikle |
if you want | isterseniz |
the second | ikinci |
his name (i) | ismi |
Spring (i) | ilkbahar |
to wish / want | istemek |
needle / sting | iğne |
trees that keep (do not lose) their needles | iğnelerini dökmeyen ağaçlar |
was / were ( defect Verbform) | idi |
The rest of the herbs were sharp and thorny vegetation. | Otun kalanı sivri ve dikenli bitkiler idi. |
to hear / vernehmen | işitmek |
What will we drink? | Ne içeceğiz ? |
What will we eat and what will we drink? | Ne yiyip ne içeceğiz ? |
yarn | iplik |
faith / belief (im) | iman |
with faith | imanlı |
His works | işleri |
to drop / to lower / to download/ bring down / let down / dismount | indirmek |
old (i) | ihtiyar |
cave / hole / burrow (i) | in |
to get out of its burrow/den | ininden çıkmak |
to watch / track / trace / follow | izlemek |
overall average / with good and bad sides | iyi kötü |
primitive culture | ilkel kültür |
primitive society | ilkel toplum |
Primitive tribe /clan | ilkel kabile |
it was canceled | iptal oldu |
to cancel | iptal etmek |
to advance/ to progress / proceed | ilerlemek |
massive /big | iri |
confession | itiraf |
to confess / admit | itiraf etmek |
to become thin / to slim / to slim down / to thin | incelmek |
to deny (to deny something whether it is claimed that it is true, or not) | inkâr etmek |
to prove (i) | ispatlamak |
to prove (i) | ispat etmek |
the trace / track / trail | iz |
I will examine your homeworks tomorrow. | Ödevlerinizi yarın inceleyeceğim. |
ahead | ileri |
ahead of its owners | sahiplerinin ilerisi |
up ahead / in the future | ileride |
workmanship / maitrise | işçilik |
an example of extraordinary workmanship (...ü) | olağanüstü işçilik bir örneği |
Inbetween the two | ikisinin arasında |
repelling | itici |
with a repelling power | itici bir güçle |
as if she wanted | istercesine |
The deadly arrows of the Urgal dismounted the two Elves. | Urgalların ölümcül okları iki Elfi yere indirdi. |
'She is the one I want!' | 'Benim istediğim o!' |
interest / concern | ilgi |
revenge / vengeance | İntikam |
thorougly / quite / fully / completely (i) | iyice |
After having thoroughly(i) made sure that the stone was gone | Taşın gittiğinden iyice emin olduktan sonra |
He scanned the tracks | izleri taradı |
to sigh | iç çekmek |
he sighed | iç(ini) çekti |
to moan | inlemek |
while moaning (ken- Gerund) | inlerken |
two by two | ikişer ikişer |
incredulously / with/in disbelief | inanmazlıkla |
to believe | inanmak |
he doesn't believe (aorist) | o inanmaz |
to handle / to be about /to deal with a subject | konu işlemek |
Today we will handle complex numbers. | Bugün karmaşık sayılar konusunu işleyeceğiz. |
It is essential that the news are about topics like X. | Haberin X-mesi gibi temalar işlemesi esastır. |
expression / deposition / statement | ifade |
bipedal / two legged | iki ayaklı |
two winged | iki kanatlı |
a bipedal / two legged, two winged animal | iki ayaklı, iki kanatlı bir hayvan |
to sting | iğne sokmak |
a stinging insect | iğne sokan böcek |
unemployed (jobless) | işsiz |
to be interested in / to look after | ile ilgilenmek |
while they were always interested in simple solutions | Onlar hep basit çözümlerle ilgilenirken |
X consists only of Y / x is just y | X Y-den ibaret |
His whole world consisted of this girl. | Bütün dünyası bu kızdan ibaretti. |
procedure, operation, transaction, process, proceeding, processing, treatment | işlem |
contact | İrtibat |
no matter what, come what may, at all costs, regardless / unbedingt /besonders / vor allem | illa - ille |
You don’t necessarily need to ask your teacher to find an answer to this question; it’s enough to google it. | Bu soruya cevap bulmak için illa hocana sormana gerek yok; gugıllamak yeter. |
Let's keep in touch | irtibatı koparmayalım |
to make contact | İrtibat kurmak |
betrayal | ihanet |
to betray | ihanet etmek |
disease (i) | illet |
the Son of man | insanoğlu |
drink / booze / alcohol | içki |
to avoid drinking / to not drink /lit. to flee from drinking | içkiden kaçınmak |
When John came he fasted and didn't drink | Yahya geldiği zaman oruç tutup içkiden kaçındı |
to bet that | -e iddiaya girmek |
to bet everything | her iddiasına girmek |
She could have bet everything that they were opened | Onların açıldığına her iddiasına girebilirdi |
She could have bet everything that even during the day they were seldom opened | Onların gün boyunca bile nadiren açıldığına her iddiasına girebilirdi. |
involuntarily /unwillkürlich | istemsizce |
to heal | iyileştirmek |
Jesus healed them all. | İsa hepsini iyileştirdi. |
interested/curious / concerned | İlgili |
of a good reputation / of high standing / important / estimable / creditable | İtibarlı |
hasty/ impatient / impulsive (i) | ivecen |
to express sth / to mention / to make a statement | ifade etmek |
to be expressed | ifade edilmek |
to be expressed in a clear and open manner | net ve açık bir şekilde ifade edilmek |
Impulsiveness is, feelings and thoughts expressed in a clear and open manner. | Atılganlık,duygu ve düşüncelerin net ve açık bir şekilde ifade edilmesidir. |
Impulsive (daring/kühne) people are expected to be able to express their rights in a clear manner. | Atılgan kişilerden haklarını net olarak ifade edebilmeleri beklenir. |
Impulsive (daring/kühne) people are expected to also (show) respect (to) the rights of others. | Atılgan kişilerden başkalarının haklarına da saygı göstermeleri beklenir. |
goodness | iyilik |
goodness shines in a girl's smile | iyilik parlar bir kızın gülüşünde |
stack (orderly)/ Stapel | istif |
stacks of books / Bücherstapel | kitap istifleri |
She herself had grown up between stacks of books | Kendisi kitap istifleri arasında büyümüştü |
sign / signal | işaret |
to point out / indicate | işaret etmek |
When the rising light indicates the birth of a new world will you close your eyes ? | Yükselen ışık yeni bir dünya'nın doğuşunu işaret ederken gözlerinizi mi kapayacaksınız ? |
to hurt s.o. | incitmek |
She is my friend I can't hurt her. | O, arkadaşım, onu incitemem. |
Switzerland | İsviçre |
I can go to Switzerland in Summer. | Yazın İsviçre'ye gidebilirim. |
Can I buy you a drink? | Sana içecek bir şey ısmarlayabilir miyim? |
"Let me make you drink a beer" (fam. for may I pay you a drink?) | Sana bir bira içireyim. |
credibility | İnandırıcılık |
England | İngiltere |
I am from England | İngiltereliyim |
I speak English | İngilizce konuşuyorum |
Are you coming from England ? | İngiltere'den mi geliyorsun? |
You speak (the) English very well | İngilizceyi çok iyi konuşuyorsun |
Of course I speak English | tabii ki İngilizce konuşuyorum |
drink | içecek |
Coffee is my favourite drink | Kahve en sevdiğim içecek |
impossible | imkânsız |
It is impossible | Bu imkânsız |
She has a house in Istanbul. | İstanbul'da bir evi var. |
to take care | iyi bakmak |
station | istasyon |
train station | tren istasyonu |
Italy | İtalya |
Sweden | İsveç |
Scotland | İskoçya |
Ireland | İrlanda |
medicine | ilaç |
I don't feel well. | iyi hissetmiyorum |
... (that) he needs ... | ... ihtiyacı olduğunu ... |
to be interested | ilgisi olmak |
What are you interested in ? | Neye ilgin var? |
Are you interested in art ? | Sanata ilgin var mı? |
He's interested in languages. | Dillere ilgisi var . |
first / top primary | ilk |
sale | indirim |
on sale | indirimde |
Push ! | itin(iz) ! |
It's very cheap because it is on sale | çok ucuz çünkü indirimde |
unbelievable ! | inanılmaz! |
both | ikisi |
both of us | ikimiz |
at work | işte |
step(of a ferry)/ gangway / scaffold / Anlegebrücke / Pier / Steg | iskele |
do not jump over before the step is given (on a ferry) | iskele verilmeden atlamayınız |
Are you going to watch a film tonight? | bu gece film izleyecek misin? |
two hours, twenty minutes and five seconds | iki saat yirmi dakika beş saniye |
for two months | iki ay |
within four hours | dört saat içinde |
I wrote a book two years ago. | iki yıl önce bir kitap yazdım |
There were no good films to watch. | izleyecek iyi film yoktu |
Tell me about your relationship | bana ilişkinden bahset |
to be in need of | ihtiyaç duymak |
the needed changes | ihtiyaç duyulan değişiklikler |
to be in urgent need of | acil ihtiyaç duymak |
need little / have little need of | az ihtiyaç duymak |
to need a dictionary | sözlüğe ihtiyaç duymak |
to be in need of someone to talk to | konuşacak birine ihtiyaç duymak |
to need like a hole in the head | hiçbir şekilde ihtiyaç duymamak |
He said he did not need this. | buna ihtiyaç duymadığını söyledi |
interesting | ilginç |
Weird stories were told about (i) these mountains | Bu dağlarla ilgili garip hikâyeler anlatılırdı |
Weird stories were told about (i) these mountains | Bu dağlarla ilgili garip hikâyeler anlatılırdı |
instinct | içgüdü |
instinctive | içgüdüsel |
instinctively he nocked another arrow | içgüdüsel olarak yaya bir ok daha taktı. |
construction / building (i) | inşa |
to build / construct / erect | inşa etmek |
Up and down / seesaw / Wippe | iniş çıkış |
the ups and downs | inişler ve çıkışlar |
to render impossible / to make impossible | imkânsız kılmak |
And those curved streets made it far more impossible to see (what was) beyond/ahead. | Ve o kıvrımlı sokaklar çok daha ilerisine görülmeyi imkânsız kılıyordu. |
better | daha iyi |
best | en iyi |
worker | işçi |
The best is not to go there at all. | En iyisi oraya hiç gitmemek. |
to concern (to involve) | ilgilendirmek |
It doesn't concern you / this is none of your business | seni ilgilendirmez |
to be very good at ... | ... -de iyi olmak |
I am rather good at it | O konuda oldukça iyiyim. |
to function / to act as | işlevi görmek |
silk | ipek |
the inside | içeri |
chance / possibility | ihtimal |
chance that ... | ... olma ihtimali |
there is a chance that it will be sunny today | bugün güneşli olma ihtimali var |
that's just the way it is | durum bundan ibaret |
you hurt him | onu incittin |
she didn't mean to hurt you | seni incitmek istemedi |
I think I hurt his feelings | galiba onun duygularını incittim |
for everyone's best | herkesin iyiliği için |
they don't get along (well) | iyi geçinmiyorlar |
to have a chance ... | ... ihtimali olmak |
they don't have a chance | hiç ihtimalleri yok |
my brother's team have a pretty good chance of winning | kardeşimin takımının kazanma ihtimali oldukça yüksek |
'work passed from work' / too little too late | iş işten geçti |
to recover | iyileşmek |
to work /function | işe yaramak |
that doesn't prove (i) anything | bu hiçbir şey ispatlamaz |
this is how it works / that's the way the cookie crumbles | bu işler böyle |
this is how it happens I've seen it before | bu işler böyle oluyor daha önce de gördüm |
that's how it goes | bu işler böyle yürür |
I don't believe him | ona inanmıyorum |
to deal; to do business | iş yapmak |
to claim; to assert /allege | iddia etmek |
they claim they were only protecting the children | sadece çocukları koruduklarını iddia ediyorlar |
message (i) | ileti |
to post (on social media) (i) | ileti bırakmak |
human rights | insan hakları |
Is there anything to drink ? | İçecek birşey var mı? |
I am fine. / It's going well | İyi gidiyor |
esteem /reputation/prestige /respectability / dignity | itibar |
to accredit/ esteem | itibar etmek |
I have no respect for her / I don't give any credit to her. | Ona hiç itibar etmem |
objection | itiraz |
I have no objection | İtirazım yok |
If you want to say/tell it I have no objection | Söylemek istiyorsan itirazım yok |
return / refund / restoration / repayment / giving back | iade |
return something to its real owner | asıl sahibine iade etmek |
to restore something to its owner | bir şeyi sahibine iade etmek |
return without opening | açılmadan iade |
return date | iade tarihi |
claim for refund | iade talebi |
returned item / good | iade mal |
remboursement account | iade hesabı |
return adres | iade adresi |
to repatriate | ülkesine iade etmek |
to refund | iade yapmak |
a return visit | iade i ziyaret |
Return it ! | bunu iade et |
give back with interest | faiziyle iade etmek |
to pay back | iade etmek |
cases (gram.) | İsim hâliler |
Genitive | ilgi hâli |
to persist / to be obstinate | inat etmek |
obedient | itaatkâr |
disobedient | itaatsız |
disobedience | itaatsızlık |
obedience | itaat |
when /while (i) | iken |
"A tree can only be bent when it is wet (not old and dried up.)" i.e. You can't teach an old dog new tricks. | Ağaç yaş iken eğilir. |
fig /Feige | incir |
Gries | irmik |
mid afternoon (i) | ikindi |
will / desire / yearn / motivation | istek |
interested (i) / eilling / eager / inclined | istekli |
reluctant / inwilling/ ungern | isteksiz |
wishlist | istek listesi |
to wish / yearn (i.d.) | istek duymak |
impulse / sudden passion | anı bir istek |
urgent request | acil istek |
passionate desire | aşırı istek |
caprice | değişken istek |
sexy | cinsel istek uyandıran |
to be enthousiastic about (sthg / a subject) | (bir konuda) istekli olmak |
not to be (can 't be) bothered about | yapmaya istekli olmamak |
enthusiast | istekli kimse |
eager for | -e istekli |
reminiscent | geçmişten konuşmaya istekli |
over-zealous | çok istekli bir biçimde |
eager to learn | öğrenmeye istekli |
eager to win | kazanmaya istekli |
aliterate (unwilling to read) | okumaya isteksiz |
half a smile (unwanting) | isteksiz bir gülüş |
honouring / treat | ikram |
to honour s.o. / to treat to/ to offer | ikram etmek |
to offer wine | şarap ikram etmek |
to serve tea | çay ikram etmek |
to pass something (food) around | bir şeyi (herkese) ikram etmek |
What can I get you? | sana ne ikram edebilirim? |
Look at the powerful expressions on the face of that statue ! | Şu heykelin yüzündeki güçlü ifadelere bakın ! |
message title /header | ileti başlığı |
to destroy (i) | imha etmek |
comb (rooster) | ibik |
hooppe /Wiedehopf | ibibik |
appetite / relish / desire | iştah |
without appetite / appetitlos | iştahsız |
with appetite / heartily / hungrig / mit Lust und Laune | iştahlı |
chair (i) | iskemle |
hint | ipucu |
to follow a hint | ipucu izlemek |
hints | ipuçlar |
potion / elixir | ikisir |
the potion master / teacher | ikisir hocası |
hint / allusion | ima |
to hint / to imply | ima etmek |
builder / constructor | inşaatçı |
the constructor / builder and his wive | insaatcıyla karısı |
unperturbed | istifini bozmadan |
to stay cool / to keep up appearances | istifini bozmamak |
When the iman farts the public shits./ Wenn der Imam furzt, scheißt das Publikum. -meaning, the people who are the experts of something should do it correctly, otherwise everyone else will take their example and do even worse things | İmam osurursa cemaat sıçar. |
There is something fishy about. / something isn't right about this | Bu işte bir iş var. |
stubborn / persistent (adj) | inatçı |
Thank God (b) owner of the voice was persistent. | Bereket sesin sahibi inatçıydı. |
the chair at her bedside | yatağın başucundaki iskemle |
And Ashraf was not going to be interested in the mess anyway | Eşref'in de zaten dağınıklıkla ilgilenecek hali yoktu |
persistingly | inatla |
Because I am stubborm I persistently keep asking you questions . | İnatçı olduğum için sana inatla soru sorup duruyorum. |
fire fighters / fire department / Feuerwehr (Organisation) | itfaiye (örgütü ) |
Call the fire department / Rufen Sie die Feuerwehr ! | itfaiyeyi çağırın! |
lobster /homard /Hummer | istakoz |
Lust haben zu x-en / to want to x | x- mek içinden gelmek |
Ich habe keine Lust zu x-en / I don't want to/feel like x-ing | X-mek içimden hiç gelmiyor |
If you don't feel like answering me you can leave it. / Wenn du keine Lust hast mir zu antworten, kannst du ez auch sein lassen. | Bana cevap vermek hiç içinden gelmiyorsa, vermesen de olur. |
'No !' it came from inside her (she thought it but didn't speak it out) | 'Hayır!' diye geçirdi içinden. |
silky | ipeksi |
silky hair (fur) | ipeksi tüyler |
cooperation /team work | Işbirliği |
to cooperate / collaborate | Işbirliği yapmak |
uncooperative | Işbirliği yapmayan |
close cooperation | sıkı işbirliği |
to play along (cooperate) | Işbirliği etmek |
If you refuse to cooperate... | Işbirliği yapmayı reddedersen |
the lion's den | aslanın ini |
He pushed the door open. | Kapıyı iterek açtı. |
to object /contest /protest | itiraz etmek |
alliance | ittifak |
unreliable /untrustworthy alliances | güvenilmez ittifaklar |
to entitle / to put a name | isimlendirmek |
to rename | yeniden isimlendirmek |
to be named | isimlendirilmek |
my people, the Kenaanians - were named by the False Romans as Phoenicians | benim insanlarım olan Kenaani'ler - yalancı Romanlılar tarafından Fenikeliler olarak isimlendirilmişlerdi |
pearl | inci |
beacon /signal tower | işaret kulesi |
Amon Din işaret kulesi yanıyor. | The beacon of Amon Din is lit. (burns) |
sign language | işaret dili |
marker /highlighter | (fosforlu) işaret kalemi |
the angle of the the cold fire coming from the beacon (signal tower) | işaret kulesinden gelen soğuk ateşin açısı |
I told you all I wanted to say. | Bütün söylemek istediğimi size anlattım. |
most likely | büyük bir ihtimalle |
Most likely he is too busy to write to you. | Büyük bir ihtimalle size yazamayacak kadar meşgul. |
things that are none of your business | işin olmayan şeyler |
You ask questions about things that are none of your business. | İşin(iz) olmayan şeyler hakkında soru soruyorsun(uz). |
That doesn't seem very interesting | Bu çok ilginç görünmüyor. |
İleride, Türkçe öğretmeni olmak istiyor. | In the future he wants to become a Turkish teacher. |
help !!! (i) (rarely used else) | imdat !!! |
police hotline | 155 polis imdat |
scream for help | imdat çılığı |
job interview | iş görüşmesi |
You have to look professionel for the interview. | Görüşmesi için profesyonel görünmek zorunda |
offer /bidding/ tender /Angebot / Preisvorschlag | ihale |
competitors /concurrents / bidders (in context of competing for a deal) | ihaleciler - ihale girenler |
to win a competition (get the deal) | bir ihaleyi kazanmak |
We got (won) a great deal from the government. | Devletten büyük bir ihaleyi kazandık |
contact / communication /link / dialog | iletişim |
to establish an open communication | açık iletişim kurmak |
to be in touch with (i - h) | iletişim içerisinde olmak - iletişim halinde olmak |
wireless communication | kablosuz iletişim |
mass media | kitle iletişim |
mass media and public opinion | kitle iletişim araçları ve kamuoyu |
cross-cultural communication | kültürlerarası iletişim |
social network | sosyal iletişim ağı |
long distance communication (intercity - beyond the country) | şehirlerarası iletişim - uzak mesafe iletişim |
communication link | iletişim bağlantısı |
Sometimes when I watch moves I am as if I were inside the film. | Bazen film seyrederken,ben de filmin içindeymişim gibi olur. |
to neglect | ihmal etmek |
compliment | iltifat |
He was very pleased with my compliment. | O, iltifatımdan çok hoşnuttu. |
He was very pleased with that compliment. | O iltifattan çok hoşnuttu. |
Women on the other hand are more careful about it. | Kadınlar ise bu konuda daha dikkatli. |
to fire / to dismiss from work / to discharge / to give the sack | işten atmak |
to get fired / to get dismissed from work | işten atılmak |
He was fired because he prayed. | namaz kılıyor diye işten atıldı |
torture (noun) | işkence |
to torture | işkence yapmak |
refuge /asylum /Asyl | iltica |
right of asylum / Asylrecht /Asylanspruch/ droit d'asyl | iltica hakkı |
political asylum | siyasal iltica |
immigration and asylum | göç ve iltica |
country of first asylum | ilk iltica ülkesi |
application for asylum | iltica başvurusu |
province / county / provincial | il |
Provincial Gendarmerie Command(er) | İl Jandarma Komutanlığı |
alleged to /allegedly / on charges of | iddiasıyla |
be arrested in alleged plot to murder | cinayet planlama iddiasıyla tutuklanmak |
on charges of "qualified plundering and criminal organization" | "nitelikli yağma ve suç örgütü kurma" iddiasıyla |
(being) the alleged leader of the criminal organization | suç örgütü elebaşı olduğu iddia edilen |
case file / criminal charge file | iddianame |
The Fowler couple in the case file | iddianamedeki Fowler çifti |
the athlete getting acquainted with the Fowler couple which is in the case file at the tennis club | iddianamedeki Fowler çifti ile tenis kulübünden tanışan milli sporcu |
He pointed out that the claims do not reflect the truth. | iddiaların gerçeği yansıtmadığını belirtti. |
Brunson's witness who remarked (pointed out) that he made (gave) these statements | bu ifadeleri verdiğini belirten Brunson'un tanığı |
The objections against it did not change the verdict. | Hakkındaki itirazlar mahkeme kararını değiştirmedi, |
by the words (testimony) of a secret witness | bir gizli tanığın ifadesiyle |
advertisement / announcement /ad | ilan |
There are advertisements on the board. | Panoda ilanlar var. |
Get permission (a day off) from the boss | Patrondan izin al! |
take a day off | bir gün izin al |
take a weekend off | hafta sonu izin al |
He has some time off. | Biraz izni var. |
His mother wants him to eat salad. | Annesi salata yemesini ister. |
My mother wants me to eat salad. | Annem salata yememi ister. |
His mother wants him to eat salad, not fries. | Annesi salata yemesini ister, patates kızartması değil. |
first (of all) / to begin with | ilk olarak |
First of all he looked at the bus schedule. | İlk olarak otobüs programına bakıyor. |
once and for all | ilk ve son olarak |
the first thing I am going to say | ilk olarak söyleyeceğim |
first thing tomorrow | yarın ilk iş olarak |
district | ilçe |
in the district of x | x ilçesinde |
invention (i) | icat |
to invent (i) | icat etmek |
When was the paper tissue invented and by whom ? | Kağıt ne zaman ve kimler tarafından icat edilmiştir? |
which is why / that's why / schon allein deshalb | işte bu yüzden |
the transactions / the procesdures / operations have been completed | işlemleri tamamlandı |
in the statement he made (gave) | verdiği ifadede |
off from work | işten izinli |
internet connection | İnternet bağlantısı |
She hopes that the Internet connection will be good. | İnternet bağlantısının iyi olmasını umuyor. |
he wanted the help of a classmate | sınıf arkadaşının yardımını istedi |
He wanted to see the textbook of a classmate. | Sınıf arkadaşının ders kitabına bakmayı istedi. |
He allowed him to look at the textbook. | Ders kitabına bakmasına izin verdi. |
He allowed me to look at the textbook. | Ders kitabına bakmama izin verdi |
I lost my appetite (lit. my appetite had escaped) | iştahım kaçmıştı |
moaning / whimpering / groaning | inilti |
interest in / paying attention to | ile ilgilenme |
more interest in his ideas / more paying attention to his ideas | fikirleriyle daha çok ilgilenme |
I want you to be more interested in my ideas / I want you to pay more attention to my ideas. | Fikirlerimle daha çok ilgilenmeni isterim. |
to look on Internet | internetten bakmak |
He watched the car approaching | arabanın yaklaşmasını izliyor |
Let them do what they want ! | istediklerini yapsınlar |
He couldn't get the result he wanted. | İstediği sonucu elde edemedi |
deck of cards /card game | iskambil |
manufacturing | imalat |
a manufactoring company | imalat şirketi |
export | ihracat |
the growth of export / the increase of export | ıhracat artması |
to transmit / to convey | iletmek |
I will transmit this. | Bunu ileteceğim |
Bunu ona iletmeyeceğim. | I won't transmit it to her. |
to draw attention | ilgi çekmek |
When women said a wrong word they were burned being declared to be witches. | Kadınlar yanlış bir söz söylediğinde cadı ilan edilerek yakılıyorlardı. |
wrench / Schraubschlüssel / clef anglaise | ingiliz anahtarı |
optimistic | iyimser |
optimism | iyimserlik |
whether or / either | ister |
whether far or close | ister uzak ister yakın |
exception (al) | istisna |
there is no exeption (to this) | istisnası yoktur |
those who claim | iddia edenler |
Those who claim that the reason why they don't believe in God is science | Allah'a inanmama sebebinin bilim olduğunu iddia edenler |
good fairies | iyi periler |
She loved the stories in which were evil spells and good fairies | Kötü büyüler ve iyi perilerin olduğu hikâyeleri seviyordu. |
rather than believing this /instead of believing this | buna inanmaktansa |
to penetrate /to work (its way into) /perpetrade / operate / process /indwell /travel | işlemek |
The cold began to penetrate the rain coat. | Soğuk, yağmurluğun içine işlemeye başladı. |
(it was) not yet invented | henüz icat edilmemiştir |
I bet it was not yet invented. | Bahse girerim ki, henüz icat edilmemiştir. |
let me give you a little hint | size küçük bir ipucu vereyim |
administration / management (i) | idare |
drug administration | ilaç idaresi |
area of interest / domaine / Interessenbereich | ilgi alanı |
custom processing methods special processing methods / benutzerdefinierte Verarbeitungsmethoden | özel işleme yöntemleri |
in a methode to create food addiction | Gıda bağımlılığı yaratacak şekilde |
to manifacture / produce / fabricate | imal etmek |
Products are manufactured to whet the appetite (in a way to whet the appetite) / Produkte werden hergestellt, um den Appetit anzuregen (auf eine den Appetit anregende Weise) | Ürünler iştahını kabartacak şekilde imal ediliyor |
according to his claim / supposedly | iddiasına göre |
resignation /demission/Rücktritt | istifa |
use / benefit / exploitation | istifade |
to exploit / take advantage off | -den istifade etmek |
insan beyinin tuhaflığından istifade etmek | to exploit the quirks of the human brain |
rope /string | ip |
secretly | için için |
to secretly rejoice | için için sevinmek |
to reduce | indirgemek |
to shove / push / thrust | itmek |
i pushed the bowl towards him. | Kâseyi ona doğru ittim. |
I learned that the history exam was cancelled. | Tarih sınavının iptal olduğunu öğrenmiştim. |
a polite compliment | kibar iltifat |
demonstrative pronouns | işaret zamirleri |
We have to continue to fight for human rights. | İnsan hakları için savaşmaya devam etmemiz gerek. |
Don't build your house on sand. | Evini kum üstüne inşa etme. |
His new invention exploded within minutes. | Yeni icadı birkaç dakika içinde patladı. |
meddler /meddlesome | işgüzar |
I don't like my neighbour. He is a meddler. | Komşumdan hoşlanmıyorum. İşgüzar biri. |
Language studies interest me. | Dil çalışmaları beni ilgilendiriyor. |
bitterly | içli içli |
The poor girl started to cry bitterly. | Zavallı kız içli içli ağlamaya başladı. |
resentment /indignation /Groll | içerleme |
One should remain seated until the plane lands. | Uçak yere inene kadar herkes yerinde oturmalı. |
to get revenge | intikam almak |
The victim got /took revenge on the wrongdoer. | Olayın kurbanı, suç failinden intikam aldı. |
It's not the first time, and won't be the last. | İlk defa değildi, son defa da olmayacak. |
fossile | fosil |
the fossiles at the museum | müzedeki fosiller |
magnificence /splendour /grandeur (i) | ihtișam |
We want you to transmit an official emergency cal.... l. | Acilbbir resmi bildiri iletmeni istiyoruz. |
We want you to transmit an official emergency call /announcement. | Acil bir resmi bildiri iletmeni istiyoruz. |
height (i) /altitude | irtifa |
when the helicopter gained altitude | helikopter irtifa kazanırken |
first name / prénom /Vorname (only used in case of confusion, otherwise adı = first name) | ilk adı |
necessity /requirement | icap |
to be necessary | icap etmek |
to require | icap ettirmek |
to appear in person | şahsen icap etmek |
take care of somebody /manage /come to grips with /slang: to kill | icabına bakmak |
to handle the situation | durumun icabına bakmak |
We'll have to take care of him now. (can mean to beat him down /even kill) | Artık onun icabına bakmamız gerekecek. |
principle /guideline /rule /doctrine /precept /motto | ilke |
the rules of the LORD are true, and righteous altogether. | RABbin ilkeleri gerçek, tamamen adildir. |
impression /effect /feeling /seemingness /Anschein | izlenim |
As if someone wanted to give the impression/feeling of a palace reception room to the hereabouts | Sanki birisi buraya sarayın davet salonu izlenmini vermek istemiş |
As if someone wanted to give the impression/feeling of a palace reception room to the hereabouts | Sanki birisi buraya sarayın davet salonu izlenimini vermek istemiş |
grace /elegance (i) | incelik |
power /potential /capacity /capability (i) | iktidar |
the way to power | iktidar yolu |
to have no objection | itirazı olmamak |
It was certain, that they were not going to have any objection. | Onların itirazı olmamayacağı kesindi. |
It was certain that some of those next to him would have no objection to reduce the number of their competitors on the way to power | Yanındakilerden bazılarının, iktidar yolundaki rakiplerinin sayısını azaltmaya itirazi olmayacağı kesindi. |
to violate /infringe | ihlal etmek |
Always if he waited and watched long enough, somebody would make a mistake . | Daima bekleyip yeterince uzun izlerse, birileri bir hata yapardı. |
if I want to change my image, I have to (should) change myself first. (the Sharks in Nemo) | Eğer imajımı değiştirmek istiyorsam, önce kendimi değiştirmeliyim |
I am so relieved that I confessed this. | İtiraf ettiğim çok rahatladım. |
What is the meaning of tbese symbols (i)? | Bu işaretlerin anlamı ne? |
unwillingly /grudgingly /halfheartedly | istemeye istemeye |
to do something through gritted teeth | istemeye istemeye yapmak |
though he was ashamed to admit it to himself | kendisine itiraf etmeye utansa da |
precaution /vigilance /prudence | ihtiyat |
cautiously | ihtiyatla |
Cautiously he lifted his head until he could see with one eye. | İhtiyatla başını tek gözüyle bakabilecek kadar kaldırdı. |
Smoking again and again (participle) he got a headache. | Sigara içe içe başı ağrıdı. |
participation / joining /contribution / taking part | iştirak |
to join /participate / chip in | iştirak etmek |
Therefore she participated in the conversation with twice as much interest. | Bu nedenle sohbete iki kat fazla ilgi ile iştirak ediyordu. |
disclosure /revelatio/give away /exposure | ifşa |
to expose /reveal /betray (a secret) | ifşa etmek |
to leak out (secret information ) | ifşa olunmak |
the cat is out of the bag /the secret is no longer a secret | sır ifşa oldu |
this grief that she wouldn't dare to disclose towards her aunt | teyzesinin karşısında ifşa etmeye cesaret edemeyeceği bu keder |
For a reason I didn't know, I felt like I had been exposed, | Bilmediğim bir sebeple kendimi ifşa edilmiş gibi hissettim |
to see to / to manage / to take care of | icabına bakmak |
This afternoon I will take care of it. | Bu öğleden sonra icabına bakacağım. |
then let me convince you | o zaman seni ikna etmeme izin ver |
Invisible eyes seemed to watch me from every angle, piercing (i) into my skin (t) | Görünmeyen gözler beni her açıdan izliyor, tenime işliyor gibiydi. |
revolt /rebellion /uprising / riot | isyan |
to revolt against / to rebel | isyan etmek |
My arms and legs were revolting. | Kollarım ve bacaklarım isyan etti. |
to manhandle /jostle /push and shove/ push around /rough handle | itip kakmak |
Laughing coarsly he was pushing me around. | Kaba kahkahalar atarak beni itip kakıyordu. |
dog /bastard | it |
you stupid dogs /you stupid bastards | sizi ahmak itler |
Shut up ya stupid dogs/bastards | Çeneler kapansın sizi ahmak itler! |
the up and down going melody | iniş çıkışlı ezgi |
His voice was soft yet its fluctuating (up and down going) melody made me think of raging oceans and wild storms. | Sesi yumuşaktı, yine de iniş çıkışlı ezgisi bana hırçın okyanusları ve vahşi fırtınaları düşünürdü. |
thank you for the compliment | iltifat için teşekkür ederim |
thank you for the compliment, that you made | yaptığınız iltifat için teşekkür ederim |
thank you for the compliment, that you made to my intelligence /wit | zekâma yaptığınız iltifat için teşekkür ederim |
explanation | izah |
to explain (i. e.) | izah etmek |
You have to (l) explain some circumstances to your mother. | Annene bazı durumları izah etmen lazım. |
clam /oyster | istiridye |