i

QuestionAnswer
for / in order to
için
index (finger) / Zeigefinger
işaret parmağı
As for Dustfinger he did not fear the night, he loved the night.
Toz Parmak ise geceden hiç korkmuyordu, o geceyi seviyordu.
to warn (i)
ikaz etmek
addition (al) / supplement(ary)
ilave
to add (i)
ilave etmek
Hastily she added at once...
Aceleyle hemen ilave etti...
to pity and lower expectations /make it easier for someone /relent (eg. a boss towards his employee)
insafa gelmek
to make do / content oneself/manage
idare etmek
However (a) he has to make do with the room on the loft. (on the roof floor)
Ancak çatı katındaki odayla idare etmesi gerek
in(side)
içinde
and for/ as for
içinse
To drink
içmek
two
iki
with
ile
connection / relationship / dealing
ilişki
it was / they were related to... (+dat)
İlişkindi
primitive (cultures/ not technically advanced)
ilkel
to sign something
imzalamak
to make/have someone sign something /ı,a/ to have (someone) sign (something); to get (someone) to sign (something); to have (someone) autograph (something); to have (someone) endorse (a check); to get (someone) to endorse (a check).
imzalatmak
to have something signed (double causative to increase interest of speech)
imzalattırmak
thin
ince
cow
inek
to go down/descend /land
(yere) inmek
person /human being
insan
to recoil / to get startled
irkilmek
if /that (i) / but / as for
ise
name
isim
good
iyi
about / concerning
-le ilgili
faith / belief
inanç
believer
inanan
believers
inananlar
purposely
inadına
here (it is)/ now / as you see
işte
a very subtle humor
çok ince bir espri
for work
iş için
to want
istemek
he doesn't want
istemez
disgusting / nasty / revolting /ekelhaft
iğrenç
frightfully / horrible / in a disgusting fashion (b)
iğrenç bir biçimde
repulsiveness /being disgusting/ Widerwärtigkeit
iğrençlik
I purposely lied.
İnadına yalan söyledim.
inside me
içimde
those who wanted
istedikleri
to allow a dative
izin vermek
I do not allow them to do this
bunu yapmalarına izin vermiyorum
sincerely
içtenlikle
if you want
isterseniz
the second
ikinci
his name (i)
ismi
Spring (i)
ilkbahar
to wish / want
istemek
needle / sting
iğne
trees that keep (do not lose) their needles
iğnelerini dökmeyen ağaçlar
was / were ( defect Verbform)
idi
The rest of the herbs were sharp and thorny vegetation.
Otun kalanı sivri ve dikenli bitkiler idi.
to hear / vernehmen
işitmek
What will we drink?
Ne içeceğiz ?
What will we eat and what will we drink?
Ne yiyip ne içeceğiz ?
yarn
iplik
faith / belief (im)
iman
with faith
imanlı
His works
işleri
to drop / to lower / to download/ bring down / let down / dismount
indirmek
old (i)
ihtiyar
cave / hole / burrow (i)
in
to get out of its burrow/den
ininden çıkmak
to watch / track / trace / follow
izlemek
overall average / with good and bad sides
iyi kötü
primitive culture
ilkel kültür
primitive society
ilkel toplum
Primitive tribe /clan
ilkel kabile
it was canceled
iptal oldu
to cancel
iptal etmek
to advance/ to progress / proceed
ilerlemek
massive /big
iri
confession
itiraf
to confess / admit
itiraf etmek
to become thin / to slim / to slim down / to thin
incelmek
to deny (to deny something whether it is claimed that it is true, or not)
inkâr etmek
to prove (i)
ispatlamak
to prove (i)
ispat etmek
the trace / track / trail
iz
I will examine your homeworks tomorrow.
Ödevlerinizi yarın inceleyeceğim.
ahead
ileri
ahead of its owners
sahiplerinin ilerisi
up ahead / in the future
ileride
workmanship / maitrise
işçilik
an example of extraordinary workmanship (...ü)
olağanüstü işçilik bir örneği
Inbetween the two
ikisinin arasında
repelling
itici
with a repelling power
itici bir güçle
as if she wanted
istercesine
The deadly arrows of the Urgal dismounted the two Elves.
Urgalların ölümcül okları iki Elfi yere indirdi.
'She is the one I want!'
'Benim istediğim o!'
interest / concern
ilgi
revenge / vengeance
İntikam
thorougly / quite / fully / completely (i)
iyice
After having thoroughly(i) made sure that the stone was gone
Taşın gittiğinden iyice emin olduktan sonra
He scanned the tracks
izleri taradı
to sigh
iç çekmek
he sighed
iç(ini) çekti
to moan
inlemek
while moaning (ken- Gerund)
inlerken
two by two
ikişer ikişer
incredulously / with/in disbelief
inanmazlıkla
to believe
inanmak
he doesn't believe (aorist)
o inanmaz
to handle / to be about /to deal with a subject
konu işlemek
Today we will handle complex numbers.
Bugün karmaşık sayılar konusunu işleyeceğiz.
It is essential that the news are about topics like X.
Haberin X-mesi gibi temalar işlemesi esastır.
expression / deposition / statement
ifade
bipedal / two legged
iki ayaklı
two winged
iki kanatlı
a bipedal / two legged, two winged animal
iki ayaklı, iki kanatlı bir hayvan
to sting
iğne sokmak
a stinging insect
iğne sokan böcek
unemployed (jobless)
işsiz
to be interested in / to look after
ile ilgilenmek
while they were always interested in simple solutions
Onlar hep basit çözümlerle ilgilenirken
X consists only of Y / x is just y
X Y-den ibaret
His whole world consisted of this girl.
Bütün dünyası bu kızdan ibaretti.
procedure, operation, transaction, process, proceeding, processing, treatment
işlem
contact
İrtibat
no matter what, come what may, at all costs, regardless / unbedingt /besonders / vor allem
illa - ille
You don’t necessarily need to ask your teacher to find an answer to this question; it’s enough to google it.
Bu soruya cevap bulmak için illa hocana sormana gerek yok; gugıllamak yeter.
Let's keep in touch
irtibatı koparmayalım
to make contact
İrtibat kurmak
betrayal
ihanet
to betray
ihanet etmek
disease (i)
illet
the Son of man
insanoğlu
drink / booze / alcohol
içki
to avoid drinking / to not drink /lit. to flee from drinking
içkiden kaçınmak
When John came he fasted and didn't drink
Yahya geldiği zaman oruç tutup içkiden kaçındı
to bet that
-e iddiaya girmek
to bet everything
her iddiasına girmek
She could have bet everything that they were opened
Onların açıldığına her iddiasına girebilirdi
She could have bet everything that even during the day they were seldom opened
Onların gün boyunca bile nadiren açıldığına her iddiasına girebilirdi.
involuntarily /unwillkürlich
istemsizce
to heal
iyileştirmek
Jesus healed them all.
İsa hepsini iyileştirdi.
interested/curious / concerned
İlgili
of a good reputation / of high standing / important / estimable / creditable
İtibarlı
hasty/ impatient / impulsive (i)
ivecen
to express sth / to mention / to make a statement
ifade etmek
to be expressed
ifade edilmek
to be expressed in a clear and open manner
net ve açık bir şekilde ifade edilmek
Impulsiveness is, feelings and thoughts expressed in a clear and open manner.
Atılganlık,duygu ve düşüncelerin net ve açık bir şekilde ifade edilmesidir.
Impulsive (daring/kühne) people are expected to be able to express their rights in a clear manner.
Atılgan kişilerden haklarını net olarak ifade edebilmeleri beklenir.
Impulsive (daring/kühne) people are expected to also (show) respect (to) the rights of others.
Atılgan kişilerden başkalarının haklarına da saygı göstermeleri beklenir.
goodness
iyilik
goodness shines in a girl's smile
iyilik parlar bir kızın gülüşünde
stack (orderly)/ Stapel
istif
stacks of books / Bücherstapel
kitap istifleri
She herself had grown up between stacks of books
Kendisi kitap istifleri arasında büyümüştü
sign / signal
işaret
to point out / indicate
işaret etmek
When the rising light indicates the birth of a new world will you close your eyes ?
Yükselen ışık yeni bir dünya'nın doğuşunu işaret ederken gözlerinizi mi kapayacaksınız ?
to hurt s.o.
incitmek
She is my friend I can't hurt her.
O, arkadaşım, onu incitemem.
Switzerland
İsviçre
I can go to Switzerland in Summer.
Yazın İsviçre'ye gidebilirim.
Can I buy you a drink?
Sana içecek bir şey ısmarlayabilir miyim?
"Let me make you drink a beer" (fam. for may I pay you a drink?)
Sana bir bira içireyim.
credibility
İnandırıcılık
England
İngiltere
I am from England
İngiltereliyim
I speak English
İngilizce konuşuyorum
Are you coming from England ?
İngiltere'den mi geliyorsun?
You speak (the) English very well
İngilizceyi çok iyi konuşuyorsun
Of course I speak English
tabii ki İngilizce konuşuyorum
drink
içecek
Coffee is my favourite drink
Kahve en sevdiğim içecek
impossible
imkânsız
It is impossible
Bu imkânsız
She has a house in Istanbul.
İstanbul'da bir evi var.
to take care
iyi bakmak
station
istasyon
train station
tren istasyonu
Italy
İtalya
Sweden
İsveç
Scotland
İskoçya
Ireland
İrlanda
medicine
ilaç
I don't feel well.
iyi hissetmiyorum
... (that) he needs ...
... ihtiyacı olduğunu ...
to be interested
ilgisi olmak
What are you interested in ?
Neye ilgin var?
Are you interested in art ?
Sanata ilgin var mı?
He's interested in languages.
Dillere ilgisi var .
first / top primary
ilk
sale
indirim
on sale
indirimde
Push !
itin(iz) !
It's very cheap because it is on sale
çok ucuz çünkü indirimde
unbelievable !
inanılmaz!
both
ikisi
both of us
ikimiz
at work
işte
step(of a ferry)/ gangway / scaffold / Anlegebrücke / Pier / Steg
iskele
do not jump over before the step is given (on a ferry)
iskele verilmeden atlamayınız
Are you going to watch a film tonight?
bu gece film izleyecek misin?
two hours, twenty minutes and five seconds
iki saat yirmi dakika beş saniye
for two months
iki ay
within four hours
dört saat içinde
I wrote a book two years ago.
iki yıl önce bir kitap yazdım
There were no good films to watch.
izleyecek iyi film yoktu
Tell me about your relationship
bana ilişkinden bahset
to be in need of
ihtiyaç duymak
the needed changes
ihtiyaç duyulan değişiklikler
to be in urgent need of
acil ihtiyaç duymak
need little / have little need of
az ihtiyaç duymak
to need a dictionary
sözlüğe ihtiyaç duymak
to be in need of someone to talk to
konuşacak birine ihtiyaç duymak
to need like a hole in the head
hiçbir şekilde ihtiyaç duymamak
He said he did not need this.
buna ihtiyaç duymadığını söyledi
interesting
ilginç
Weird stories were told about (i) these mountains
Bu dağlarla ilgili garip hikâyeler anlatılırdı
Weird stories were told about (i) these mountains
Bu dağlarla ilgili garip hikâyeler anlatılırdı
instinct
içgüdü
instinctive
içgüdüsel
instinctively he nocked another arrow
içgüdüsel olarak yaya bir ok daha taktı.
construction / building (i)
inşa
to build / construct / erect
inşa etmek
Up and down / seesaw / Wippe
iniş çıkış
the ups and downs
inişler ve çıkışlar
to render impossible / to make impossible
imkânsız kılmak
And those curved streets made it far more impossible to see (what was) beyond/ahead.
Ve o kıvrımlı sokaklar çok daha ilerisine görülmeyi imkânsız kılıyordu.
better
daha iyi
best
en iyi
worker
işçi
The best is not to go there at all.
En iyisi oraya hiç gitmemek.
to concern (to involve)
ilgilendirmek
It doesn't concern you / this is none of your business
seni ilgilendirmez
to be very good at ...
... -de iyi olmak
I am rather good at it
O konuda oldukça iyiyim.
to function / to act as
işlevi görmek
silk
ipek
the inside
içeri
chance / possibility
ihtimal
chance that ...
... olma ihtimali
there is a chance that it will be sunny today
bugün güneşli olma ihtimali var
that's just the way it is
durum bundan ibaret
you hurt him
onu incittin
she didn't mean to hurt you
seni incitmek istemedi
I think I hurt his feelings
galiba onun duygularını incittim
for everyone's best
herkesin iyiliği için
they don't get along (well)
iyi geçinmiyorlar
to have a chance ...
... ihtimali olmak
they don't have a chance
hiç ihtimalleri yok
my brother's team have a pretty good chance of winning
kardeşimin takımının kazanma ihtimali oldukça yüksek
'work passed from work' / too little too late
iş işten geçti
to recover
iyileşmek
to work /function
işe yaramak
that doesn't prove (i) anything
bu hiçbir şey ispatlamaz
this is how it works / that's the way the cookie crumbles
bu işler böyle
this is how it happens I've seen it before
bu işler böyle oluyor daha önce de gördüm
that's how it goes
bu işler böyle yürür
I don't believe him
ona inanmıyorum
to deal; to do business
iş yapmak
to claim; to assert /allege
iddia etmek
they claim they were only protecting the children
sadece çocukları koruduklarını iddia ediyorlar
message (i)
ileti
to post (on social media) (i)
ileti bırakmak
human rights
insan hakları
Is there anything to drink ?
İçecek birşey var mı?
I am fine. / It's going well
İyi gidiyor
esteem /reputation/prestige /respectability / dignity
itibar
to accredit/ esteem
itibar etmek
I have no respect for her / I don't give any credit to her.
Ona hiç itibar etmem
objection
itiraz
I have no objection
İtirazım yok
If you want to say/tell it I have no objection
Söylemek istiyorsan itirazım yok
return / refund / restoration / repayment / giving back
iade
return something to its real owner
asıl sahibine iade etmek
to restore something to its owner
bir şeyi sahibine iade etmek
return without opening
açılmadan iade
return date
iade tarihi
claim for refund
iade talebi
returned item / good
iade mal
remboursement account
iade hesabı
return adres
iade adresi
to repatriate
ülkesine iade etmek
to refund
iade yapmak
a return visit
iade i ziyaret
Return it !
bunu iade et
give back with interest
faiziyle iade etmek
to pay back
iade etmek
cases (gram.)
İsim hâliler
Genitive
ilgi hâli
to persist / to be obstinate
inat etmek
obedient
itaatkâr
disobedient
itaatsız
disobedience
itaatsızlık
obedience
itaat
when /while (i)
iken
"A tree can only be bent when it is wet (not old and dried up.)" i.e. You can't teach an old dog new tricks.
Ağaç yaş iken eğilir.
fig /Feige
incir
Gries
irmik
mid afternoon (i)
ikindi
will / desire / yearn / motivation
istek
interested (i) / eilling / eager / inclined
istekli
reluctant / inwilling/ ungern
isteksiz
wishlist
istek listesi
to wish / yearn (i.d.)
istek duymak
impulse / sudden passion
anı bir istek
urgent request
acil istek
passionate desire
aşırı istek
caprice
değişken istek
sexy
cinsel istek uyandıran
to be enthousiastic about (sthg / a subject)
(bir konuda) istekli olmak
not to be (can 't be) bothered about
yapmaya istekli olmamak
enthusiast
istekli kimse
eager for
-e istekli
reminiscent
geçmişten konuşmaya istekli
over-zealous
çok istekli bir biçimde
eager to learn
öğrenmeye istekli
eager to win
kazanmaya istekli
aliterate (unwilling to read)
okumaya isteksiz
half a smile (unwanting)
isteksiz bir gülüş
honouring / treat
ikram
to honour s.o. / to treat to/ to offer
ikram etmek
to offer wine
şarap ikram etmek
to serve tea
çay ikram etmek
to pass something (food) around
bir şeyi (herkese) ikram etmek
What can I get you?
sana ne ikram edebilirim?
Look at the powerful expressions on the face of that statue !
Şu heykelin yüzündeki güçlü ifadelere bakın !
message title /header
ileti başlığı
to destroy (i)
imha etmek
comb (rooster)
ibik
hooppe /Wiedehopf
ibibik
appetite / relish / desire
iştah
without appetite / appetitlos
iştahsız
with appetite / heartily / hungrig / mit Lust und Laune
iştahlı
chair (i)
iskemle
hint
ipucu
to follow a hint
ipucu izlemek
hints
ipuçlar
potion / elixir
ikisir
the potion master / teacher
ikisir hocası
hint / allusion
ima
to hint / to imply
ima etmek
builder / constructor
inşaatçı
the constructor / builder and his wive
insaatcıyla karısı
unperturbed
istifini bozmadan
to stay cool / to keep up appearances
istifini bozmamak
When the iman farts the public shits./ Wenn der Imam furzt, scheißt das Publikum. -meaning, the people who are the experts of something should do it correctly, otherwise everyone else will take their example and do even worse things
İmam osurursa cemaat sıçar.
There is something fishy about. / something isn't right about this
Bu işte bir iş var.
stubborn / persistent (adj)
inatçı
Thank God (b) owner of the voice was persistent.
Bereket sesin sahibi inatçıydı.
the chair at her bedside
yatağın başucundaki iskemle
And Ashraf was not going to be interested in the mess anyway
Eşref'in de zaten dağınıklıkla ilgilenecek hali yoktu
persistingly
inatla
Because I am stubborm I persistently keep asking you questions .
İnatçı olduğum için sana inatla soru sorup duruyorum.
fire fighters / fire department / Feuerwehr (Organisation)
itfaiye (örgütü )
Call the fire department / Rufen Sie die Feuerwehr !
itfaiyeyi çağırın!
lobster /homard /Hummer
istakoz
Lust haben zu x-en / to want to x
x- mek içinden gelmek
Ich habe keine Lust zu x-en / I don't want to/feel like x-ing
X-mek içimden hiç gelmiyor
If you don't feel like answering me you can leave it. / Wenn du keine Lust hast mir zu antworten, kannst du ez auch sein lassen.
Bana cevap vermek hiç içinden gelmiyorsa, vermesen de olur.
'No !' it came from inside her (she thought it but didn't speak it out)
'Hayır!' diye geçirdi içinden.
silky
ipeksi
silky hair (fur)
ipeksi tüyler
cooperation /team work
Işbirliği
to cooperate / collaborate
Işbirliği yapmak
uncooperative
Işbirliği yapmayan
close cooperation
sıkı işbirliği
to play along (cooperate)
Işbirliği etmek
If you refuse to cooperate...
Işbirliği yapmayı reddedersen
the lion's den
aslanın ini
He pushed the door open.
Kapıyı iterek açtı.
to object /contest /protest
itiraz etmek
alliance
ittifak
unreliable /untrustworthy alliances
güvenilmez ittifaklar
to entitle / to put a name
isimlendirmek
to rename
yeniden isimlendirmek
to be named
isimlendirilmek
my people, the Kenaanians - were named by the False Romans as Phoenicians
benim insanlarım olan Kenaani'ler - yalancı Romanlılar tarafından Fenikeliler olarak isimlendirilmişlerdi
pearl
inci
beacon /signal tower
işaret kulesi
Amon Din işaret kulesi yanıyor.
The beacon of Amon Din is lit. (burns)
sign language
işaret dili
marker /highlighter
(fosforlu) işaret kalemi
the angle of the the cold fire coming from the beacon (signal tower)
işaret kulesinden gelen soğuk ateşin açısı
I told you all I wanted to say.
Bütün söylemek istediğimi size anlattım.
most likely
büyük bir ihtimalle
Most likely he is too busy to write to you.
Büyük bir ihtimalle size yazamayacak kadar meşgul.
things that are none of your business
işin olmayan şeyler
You ask questions about things that are none of your business.
İşin(iz) olmayan şeyler hakkında soru soruyorsun(uz).
That doesn't seem very interesting
Bu çok ilginç görünmüyor.
İleride, Türkçe öğretmeni olmak istiyor.
In the future he wants to become a Turkish teacher.
help !!! (i) (rarely used else)
imdat !!!
police hotline
155 polis imdat
scream for help
imdat çılığı
job interview
iş görüşmesi
You have to look professionel for the interview.
Görüşmesi için profesyonel görünmek zorunda
offer /bidding/ tender /Angebot / Preisvorschlag
ihale
competitors /concurrents / bidders (in context of competing for a deal)
ihaleciler - ihale girenler
to win a competition (get the deal)
bir ihaleyi kazanmak
We got (won) a great deal from the government.
Devletten büyük bir ihaleyi kazandık
contact / communication /link / dialog
iletişim
to establish an open communication
açık iletişim kurmak
to be in touch with (i - h)
iletişim içerisinde olmak - iletişim halinde olmak
wireless communication
kablosuz iletişim
mass media
kitle iletişim
mass media and public opinion
kitle iletişim araçları ve kamuoyu
cross-cultural communication
kültürlerarası iletişim
social network
sosyal iletişim ağı
long distance communication (intercity - beyond the country)
şehirlerarası iletişim - uzak mesafe iletişim
communication link
iletişim bağlantısı
Sometimes when I watch moves I am as if I were inside the film.
Bazen film seyrederken,ben de filmin içindeymişim gibi olur.
to neglect
ihmal etmek
compliment
iltifat
He was very pleased with my compliment.
O, iltifatımdan çok hoşnuttu.
He was very pleased with that compliment.
O iltifattan çok hoşnuttu.
Women on the other hand are more careful about it.
Kadınlar ise bu konuda daha dikkatli.
to fire / to dismiss from work / to discharge / to give the sack
işten atmak
to get fired / to get dismissed from work
işten atılmak
He was fired because he prayed.
namaz kılıyor diye işten atıldı
torture (noun)
işkence
to torture
işkence yapmak
refuge /asylum /Asyl
iltica
right of asylum / Asylrecht /Asylanspruch/ droit d'asyl
iltica hakkı
political asylum
siyasal iltica
immigration and asylum
göç ve iltica
country of first asylum
ilk iltica ülkesi
application for asylum
iltica başvurusu
province / county / provincial
il
Provincial Gendarmerie Command(er)
İl Jandarma Komutanlığı
alleged to /allegedly / on charges of
iddiasıyla
be arrested in alleged plot to murder
cinayet planlama iddiasıyla tutuklanmak
on charges of "qualified plundering and criminal organization"
"nitelikli yağma ve suç örgütü kurma" iddiasıyla
(being) the alleged leader of the criminal organization
suç örgütü elebaşı olduğu iddia edilen
case file / criminal charge file
iddianame
The Fowler couple in the case file
iddianamedeki Fowler çifti
the athlete getting acquainted with the Fowler couple which is in the case file at the tennis club
iddianamedeki Fowler çifti ile tenis kulübünden tanışan milli sporcu
He pointed out that the claims do not reflect the truth.
iddiaların gerçeği yansıtmadığını belirtti.
Brunson's witness who remarked (pointed out) that he made (gave) these statements
bu ifadeleri verdiğini belirten Brunson'un tanığı
The objections against it did not change the verdict.
Hakkındaki itirazlar mahkeme kararını değiştirmedi,
by the words (testimony) of a secret witness
bir gizli tanığın ifadesiyle
advertisement / announcement /ad
ilan
There are advertisements on the board.
Panoda ilanlar var.
Get permission (a day off) from the boss
Patrondan izin al!
take a day off
bir gün izin al
take a weekend off
hafta sonu izin al
He has some time off.
Biraz izni var.
His mother wants him to eat salad.
Annesi salata yemesini ister.
My mother wants me to eat salad.
Annem salata yememi ister.
His mother wants him to eat salad, not fries.
Annesi salata yemesini ister, patates kızartması değil.
first (of all) / to begin with
ilk olarak
First of all he looked at the bus schedule.
İlk olarak otobüs programına bakıyor.
once and for all
ilk ve son olarak
the first thing I am going to say
ilk olarak söyleyeceğim
first thing tomorrow
yarın ilk iş olarak
district
ilçe
in the district of x
x ilçesinde
invention (i)
icat
to invent (i)
icat etmek
When was the paper tissue invented and by whom ?
Kağıt ne zaman ve kimler tarafından icat edilmiştir?
which is why / that's why / schon allein deshalb
işte bu yüzden
the transactions / the procesdures / operations have been completed
işlemleri tamamlandı
in the statement he made (gave)
verdiği ifadede
off from work
işten izinli
internet connection
İnternet bağlantısı
She hopes that the Internet connection will be good.
İnternet bağlantısının iyi olmasını umuyor.
he wanted the help of a classmate
sınıf arkadaşının yardımını istedi
He wanted to see the textbook of a classmate.
Sınıf arkadaşının ders kitabına bakmayı istedi.
He allowed him to look at the textbook.
Ders kitabına bakmasına izin verdi.
He allowed me to look at the textbook.
Ders kitabına bakmama izin verdi
I lost my appetite (lit. my appetite had escaped)
iştahım kaçmıştı
moaning / whimpering / groaning
inilti
interest in / paying attention to
ile ilgilenme
more interest in his ideas / more paying attention to his ideas
fikirleriyle daha çok ilgilenme
I want you to be more interested in my ideas / I want you to pay more attention to my ideas.
Fikirlerimle daha çok ilgilenmeni isterim.
to look on Internet
internetten bakmak
He watched the car approaching
arabanın yaklaşmasını izliyor
Let them do what they want !
istediklerini yapsınlar
He couldn't get the result he wanted.
İstediği sonucu elde edemedi
deck of cards /card game
iskambil
manufacturing
imalat
a manufactoring company
imalat şirketi
export
ihracat
the growth of export / the increase of export
ıhracat artması
to transmit / to convey
iletmek
I will transmit this.
Bunu ileteceğim
Bunu ona iletmeyeceğim.
I won't transmit it to her.
to draw attention
ilgi çekmek
When women said a wrong word they were burned being declared to be witches.
Kadınlar yanlış bir söz söylediğinde cadı ilan edilerek yakılıyorlardı.
wrench / Schraubschlüssel / clef anglaise
ingiliz anahtarı
optimistic
iyimser
optimism
iyimserlik
whether or / either
ister
whether far or close
ister uzak ister yakın
exception (al)
istisna
there is no exeption (to this)
istisnası yoktur
those who claim
iddia edenler
Those who claim that the reason why they don't believe in God is science
Allah'a inanmama sebebinin bilim olduğunu iddia edenler
good fairies
iyi periler
She loved the stories in which were evil spells and good fairies
Kötü büyüler ve iyi perilerin olduğu hikâyeleri seviyordu.
rather than believing this /instead of believing this
buna inanmaktansa
to penetrate /to work (its way into) /perpetrade / operate / process /indwell /travel
işlemek
The cold began to penetrate the rain coat.
Soğuk, yağmurluğun içine işlemeye başladı.
(it was) not yet invented
henüz icat edilmemiştir
I bet it was not yet invented.
Bahse girerim ki, henüz icat edilmemiştir.
let me give you a little hint
size küçük bir ipucu vereyim
administration / management (i)
idare
drug administration
ilaç idaresi
area of interest / domaine / Interessenbereich
ilgi alanı
custom processing methods special processing methods / benutzerdefinierte Verarbeitungsmethoden
özel işleme yöntemleri
in a methode to create food addiction
Gıda bağımlılığı yaratacak şekilde
to manifacture / produce / fabricate
imal etmek
Products are manufactured to whet the appetite (in a way to whet the appetite) / Produkte werden hergestellt, um den Appetit anzuregen (auf eine den Appetit anregende Weise)
Ürünler iştahını kabartacak şekilde imal ediliyor
according to his claim / supposedly
iddiasına göre
resignation /demission/Rücktritt
istifa
use / benefit / exploitation
istifade
to exploit / take advantage off
-den istifade etmek
insan beyinin tuhaflığından istifade etmek
to exploit the quirks of the human brain
rope /string
ip
secretly
için için
to secretly rejoice
için için sevinmek
to reduce
indirgemek
to shove / push / thrust
itmek
i pushed the bowl towards him.
Kâseyi ona doğru ittim.
I learned that the history exam was cancelled.
Tarih sınavının iptal olduğunu öğrenmiştim.
a polite compliment
kibar iltifat
demonstrative pronouns
işaret zamirleri
We have to continue to fight for human rights.
İnsan hakları için savaşmaya devam etmemiz gerek.
Don't build your house on sand.
Evini kum üstüne inşa etme.
His new invention exploded within minutes.
Yeni icadı birkaç dakika içinde patladı.
meddler /meddlesome
işgüzar
I don't like my neighbour. He is a meddler.
Komşumdan hoşlanmıyorum. İşgüzar biri.
Language studies interest me.
Dil çalışmaları beni ilgilendiriyor.
bitterly
içli içli
The poor girl started to cry bitterly.
Zavallı kız içli içli ağlamaya başladı.
resentment /indignation /Groll
içerleme
One should remain seated until the plane lands.
Uçak yere inene kadar herkes yerinde oturmalı.
to get revenge
intikam almak
The victim got /took revenge on the wrongdoer.
Olayın kurbanı, suç failinden intikam aldı.
It's not the first time, and won't be the last.
İlk defa değildi, son defa da olmayacak.
fossile
fosil
the fossiles at the museum
müzedeki fosiller
magnificence /splendour /grandeur (i)
ihtișam
We want you to transmit an official emergency cal.... l.
Acilbbir resmi bildiri iletmeni istiyoruz.
We want you to transmit an official emergency call /announcement.
Acil bir resmi bildiri iletmeni istiyoruz.
height (i) /altitude
irtifa
when the helicopter gained altitude
helikopter irtifa kazanırken
first name / prénom /Vorname (only used in case of confusion, otherwise adı = first name)
ilk adı
necessity /requirement
icap
to be necessary
icap etmek
to require
icap ettirmek
to appear in person
şahsen icap etmek
take care of somebody /manage /come to grips with /slang: to kill
icabına bakmak
to handle the situation
durumun icabına bakmak
We'll have to take care of him now. (can mean to beat him down /even kill)
Artık onun icabına bakmamız gerekecek.
principle /guideline /rule /doctrine /precept /motto
ilke
the rules of the LORD are true, and righteous altogether.
RABbin ilkeleri gerçek, tamamen adildir.
impression /effect /feeling /seemingness /Anschein
izlenim
As if someone wanted to give the impression/feeling of a palace reception room to the hereabouts
Sanki birisi buraya sarayın davet salonu izlenmini vermek istemiş
As if someone wanted to give the impression/feeling of a palace reception room to the hereabouts
Sanki birisi buraya sarayın davet salonu izlenimini vermek istemiş
grace /elegance (i)
incelik
power /potential /capacity /capability (i)
iktidar
the way to power
iktidar yolu
to have no objection
itirazı olmamak
It was certain, that they were not going to have any objection.
Onların itirazı olmamayacağı kesindi.
It was certain that some of those next to him would have no objection to reduce the number of their competitors on the way to power
Yanındakilerden bazılarının, iktidar yolundaki rakiplerinin sayısını azaltmaya itirazi olmayacağı kesindi.
to violate /infringe
ihlal etmek
Always if he waited and watched long enough, somebody would make a mistake .
Daima bekleyip yeterince uzun izlerse, birileri bir hata yapardı.
if I want to change my image, I have to (should) change myself first. (the Sharks in Nemo)
Eğer imajımı değiştirmek istiyorsam, önce kendimi değiştirmeliyim
I am so relieved that I confessed this.
İtiraf ettiğim çok rahatladım.
What is the meaning of tbese symbols (i)?
Bu işaretlerin anlamı ne?
unwillingly /grudgingly /halfheartedly
istemeye istemeye
to do something through gritted teeth
istemeye istemeye yapmak
though he was ashamed to admit it to himself
kendisine itiraf etmeye utansa da
precaution /vigilance /prudence
ihtiyat
cautiously
ihtiyatla
Cautiously he lifted his head until he could see with one eye.
İhtiyatla başını tek gözüyle bakabilecek kadar kaldırdı.
Smoking again and again (participle) he got a headache.
Sigara içe içe başı ağrıdı.
participation / joining /contribution / taking part
iştirak
to join /participate / chip in
iştirak etmek
Therefore she participated in the conversation with twice as much interest.
Bu nedenle sohbete iki kat fazla ilgi ile iştirak ediyordu.
disclosure /revelatio/give away /exposure
ifşa
to expose /reveal /betray (a secret)
ifşa etmek
to leak out (secret information )
ifşa olunmak
the cat is out of the bag /the secret is no longer a secret
sır ifşa oldu
this grief that she wouldn't dare to disclose towards her aunt
teyzesinin karşısında ifşa etmeye cesaret edemeyeceği bu keder
For a reason I didn't know, I felt like I had been exposed,
Bilmediğim bir sebeple kendimi ifşa edilmiş gibi hissettim
to see to / to manage / to take care of
icabına bakmak
This afternoon I will take care of it.
Bu öğleden sonra icabına bakacağım.
then let me convince you
o zaman seni ikna etmeme izin ver
Invisible eyes seemed to watch me from every angle, piercing (i) into my skin (t)
Görünmeyen gözler beni her açıdan izliyor, tenime işliyor gibiydi.
revolt /rebellion /uprising / riot
isyan
to revolt against / to rebel
isyan etmek
My arms and legs were revolting.
Kollarım ve bacaklarım isyan etti.
to manhandle /jostle /push and shove/ push around /rough handle
itip kakmak
Laughing coarsly he was pushing me around.
Kaba kahkahalar atarak beni itip kakıyordu.
dog /bastard
it
you stupid dogs /you stupid bastards
sizi ahmak itler
Shut up ya stupid dogs/bastards
Çeneler kapansın sizi ahmak itler!
the up and down going melody
iniş çıkışlı ezgi
His voice was soft yet its fluctuating (up and down going) melody made me think of raging oceans and wild storms.
Sesi yumuşaktı, yine de iniş çıkışlı ezgisi bana hırçın okyanusları ve vahşi fırtınaları düşünürdü.
thank you for the compliment
iltifat için teşekkür ederim
thank you for the compliment, that you made
yaptığınız iltifat için teşekkür ederim
thank you for the compliment, that you made to my intelligence /wit
zekâma yaptığınız iltifat için teşekkür ederim
explanation
izah
to explain (i. e.)
izah etmek
You have to (l) explain some circumstances to your mother.
Annene bazı durumları izah etmen lazım.
clam /oyster
istiridye