Reading Turkish: Deception Point/İhanet Noktası - Dan Brown

QuestionAnswer
"...? " asked Brophy, descending from the slay.
Kızaktan inen Brophy, '...?' diye sordu.
"...? " he asked
... diye sordu.
"At least close the door!" he said.
'En azından kapıyı kapatın!' dedi.
"Dr. Brophy," shouted one of them.
İçlerinden biri 'Dr. Brophy,' diye seslendi.
"Good (g)!", said the first (b) man.
Birinci adam, 'Güzel,' dedi.
"Good morning," he said.
'Günaydın,' dedi.
"Good morning," he said. "Can I help you?"
'Günaydın,' dedi. 'Size yardımcı olabilir miyim?'
"How stupid I am," he thought.
'Ne kadar aptalım,' diye düşündü.
"I fancy, this has to do with trust."
'Sanırım bunun itimatla ilgisi var.'
"It is a pleasure for us to entertain you, Miss Sexton."
'Sizi ağırlamaktan zevk duyarız Bayan Sexton.'
"Of course, Sir."
'Elbette, efendim.'
"Rachel Sexton. I am his daughter."
'Rachel Sexton. Kızıyım.'
"Senator Sexton is like usual in his lodge." said the chiefwaiter. "So who are you (pl/formal)?"
Şefgarson: 'Senatör Sexton her zamanki gibi locasında.' dedi. 'Peki siz kimsiniz?'
"This is strange," he thought.
'Bu tuhaf,' diye düşündü.
"What happened, girls? " asked Brophy, descending from the slay.
Kızaktan inen Brophy, 'Ne oldu, kızlar?' diye sordu.
''You better learn to dominate yourself.'
'Kendine hâkim olmayı öğrensen iyi edersin.'
'A thing (eh/thingummy), Sir...'
'Şey, efendim...'
'A thing (eh/thingummy), Sir...' By coughing the journalist gave an air as if he was worried because of his question.
'Şey, efendim...' Muhabir öksürerek sorusundan dolayı endişeleniyormuş gibi bir hava verdi.
'Ah let's not talk about work' lowering his voice, Sexton leaned over the table.
'Ah, işten bahsetmeyelim.' Sexton sesini alçaltarak masada öne doğru eğildi.
'And on the subject of families,' the journalist continued.
Muhabir 'Ve aileler konusunda,' diye devam etti.
'And on the subject of families,' the journalist continued. 'You often talk about education.'
Muhabir 'Ve aileler konusunda,' diye devam etti. 'Sıkça eğitimden bahsediyorsunuz.'
'As I said, family first.' (ö. a.)
'Dediğim gibi, önce aile.'
'Busy. The campaign is going well, I see.'
'Yoğun. Kampanyanın iyi gittiğini görüyorum.'
'Bye bye, darling, (t). Stop by the office sometime and say hello. And for God's sake get married. You are thirty-three.'
'Güle güle, tatlım. Bir ara ofise uğrayıp bir merhaba de. Ve Tanrı aşkına evlen. Otuz üç yaşındasın.'
'Can you explain the logic of this?' 'Of course. I am a fan of strong women and strong families.'
'Bunun mantığını açıklayabilir misin?' 'Elbette. Ben güçlü kadınların ve güçlü ailelerin hayranıyım.'
'Can' t I call my daughter for breakfast? '
'Kızımı kahvaltıya çağırmaz mıyım?'
'Come on, tell me, how is it going?'
'Anlat bakalım, nasıl gidiyor?'
'Conflicts?'
'Çatışmalar mı?'
'Conflicts?' With an innocent expression of surprise Senator Sexton leaned forward. 'How come you talk about conflicts?'
'Çatışmalar mı?' Senatör Sexton masum bir şaşkınlık ifadesiyle başını ileri uzattı. 'Nasıl çatışmalardan bahsediyorsunuz?'
'Dad, didn't you want to see me?'
'Baba beni görmek istememiş miydin?'
'Dad, I am not working for the President. I didn't even meet the President. For God's sake, I am working at Fairfax.'
Baba, ben Başkan için çalışmıyorum. Başkan'la karşılaşmadım bile. Tanrı aşkına, ben Fairfax'de çalışıyorum! '
'Dad, I am not working for the President.'
'Baba, ben Başkan için çalışmıyorum.'
'Do you have a say about this succes (of yours)?'
'Bu başarınız hakkında bir söyleceğiniz var mı?'
'Don't kid yourself. You are no longer that young. '
'Kendini küçük düşürme. Artık o kadar genç değilsin.'
'Finally, Sir, "said the reporter.
Muhabir, 'Efendim, son olarak,' dedi.
'Finally, Sir, "said the reporter. In the last few weeks (that we passed) it has been determined in the polls that you made a tremendous leap.
'Muhabir,' Efendim, son olarak, ' dedi.' Geçtiğimiz son birkaç hafta içinde kamuoyu araştırmalarında muazzam bir sıçrama yaptığınız belirlendi.'
'Good and secondly?' (being second)
'Peki ikinci olarak?'
'Hello dad!
'Merhaba baba.'
'How come you(formal) talk (b) about conflicts?'
'Nasıl çatışmalardan bahsediyorsunuz?'
'How is the man from the Ministry of Foreign Affairs that I arranged for you?'
'Dışişleri Bakanlığı'ndan sana ayarladığım şu adam nasıl?'
'I got your message.'
'Mesajını aldım.'
'I have a proposition for you' said Senator Sexton.
Senatör Sexton, 'Sana bir teklifim var,' dedi.
'I hope this was not your reason to ask me to breakfast.'
'Umarım beni kahvaltıya çağırma sebebin bu değildi.'
'I know Sexton well,' the (other) man chuckled. 'He even f... his daughter.'
Adam kıkırdadı. 'Ben Sexton'ı iyi tanırım, o kızını bile becerir.'
'I missed you, too.' thought Rachel.
'Ben de seni özledim,' diye düşündü Rachel.
'I want to throw you a flotation ring,' he said
'Sana bir can simidi atmak istiyorum,' dedi.
'I was not aware of that I am drowning.'
'Boğulduğumun farkında değildim.'
'I worked a lot to get this job, dad. I won't quit.'
'Bu işi almak için çok çalıştım, baba. Bırakmayacağım. '
'It is exciting to see that in the midst of your tight schedule both of you find time to dine together.'
'Sıkışık programınız arasında ikinizin birlikte yemeğe vakit bulduğunu görmek oldukça heyecan verici.'
'It looks as if you were working for the President.'
'Başkan için çalışıyormuşsun gibi görünüyor.'
'Let me guess,' she answered.
'Bırak tahmin edeyim,' diye cevap verdi.
'May I ask, Sir, how do you solve your and your daughter's conflicts of interest?'
'Sizin ve kızınızın çıkar çatışmalarınızı nasıl çözdüğünüzü sorabilir miyim efendim?'
'Miss Sexton,' the reporter said quick as a lightening.
Muhabir bir çırpıda, 'Bayan Sexton,' dedi.
'Nice body!', whispered one of the eaters.
Yemek yiyenlerden biri, 'Güzel vücut!', diye fısıldadı.
'Nice body!', whispered one of the eaters. 'Sexton found himself even a new wife.'
Yemek yiyenlerden biri, 'Güzel vücut!', diye fısıldadı. 'Sexton kendine yeni bir eş bulmuş bile.'
'Nice body!',he whispered.
'Güzel vücut!', diye fısıldadı.
'Not you, the President is drowning.'
'Sen değil, Başkan boğuluyor.'
'Of course. I am a fan of strong women and strong families.'
'Elbette. Ben güçlü kadınların ve güçlü ailelerin hayranıyım.'
'Politics is a matter of perception, Rachel.' (fact)
'Siyaset algılama meselesidir, Rachel.'
'Rachel!' her father finished his phone call and stood up in order to kiss her cheek.
'Rachel!' Babası telefon görüşmesini bitirip onu yanağından öpmek için ayağa kalktı.
'Ralph or whoever you are know this well: I have no intention to quit my job in order to work in behalf of Senator Sexton.'
'Ralph ya da kimsen, şunu iyi bil: Senatör Sexton adına çalışmak için işimi bırakmaya hiç niyetim yok.'
'Ralph Sneeden,' said the reporter. 'Washington Post. May I ask you a few questions?'
Muhabir 'Ralph Sneeden,' dedi. 'Washington Post. Size birkaç soru sorabilir miyim?'
'Ralph, first of all, the President and I are not opponents.'
'Ralph, öncelikle Başkan ve ben rakip değiliz.'
'Secondly, my daughter is not working for the President: She is working in an intelligence organisation.'
'İkinci olarak, kızım Başkan için çalışmıyor : istihbarat teşkilatında görev yapıyor.'
'Senator Sexton?' A journalist appeared next to the table.
'Senatör Sexton?' Masanın yanında bir muhabir belirmişti.
'Senator Sexton?' A journalist appeared next to the table. The Senator's demeanor changed at once.
'Senatör Sexton?' Masanın yanında bir muhabir belirmişti. Senatörün tavrı hemen değişti.
'Senator, your TV adds are calling for equal salaries to be given to women at the workplace and at the same time for the issueing of a law for the application of tax cuts to newly weds.'
'Senatör, televizyonlardaki reklamlarınız işyerlerinde kadınlara eşit maaşlar verilmesi ve aynı zamanda yeni evlilere vergi indirimi uygulanması için kanun çıkarılması çağrısında bulunuyor.'
'Sirs,' she said. 'I have to go.'
'Beyler,' dedi. 'Gitmek zorundayım.'
'Sirs,' she said. 'It breaks my heart, but I have to go. I am late for work.'
'Beyler,' dedi. 'Kalbim el vermiyor ama gitmek zorundayım. İşe geç kaldım.'
'So it is.' Her father examined her with care.
'Öyle.' Babası, onu dikkatle inceledi.
'That means we are starting,' she thought.
'Demek başlıyoruz' diye düşündü.
'That's his daughter, you idiot,' answered the other.
Diğeri, 'O kızı, salak,' diye yanıtladı.
'the anchor woman': long enough to appear sexy
'Haber spikeri kadın' seksi görünecek kadar uzun
'The conflict arising because your daughter is working for your opponent.'
'Kızınızın rakibiniz için çalışıyor olmasından kaynalanan çatışma.'
'The president should begin to worry. (be overcome by worry)'
Başkan endişeye kapılmış olmalı.
'Think of your future, Rachel. You can work for me.'
'Geleceğini düşün, Rachel. Benim için çalışabilirsin.'
'Thirty-four,' she jumped in. 'Your secretary send a card.'
'Otuz dört`,' diye atladı. 'Sekreterin kart göndermişti.'
'Thirty-four. It can be called an old maid, (young girl) .
'Otuz dört. Yaşlı bir genç kız denebilir.'
'What happened?'
'Ne oldu?'
'With pleasure, Ralph. Only be quick!'
'Memnuniyetle, Ralph. Yalnız çabuk ol.'
'Without love everything else is meaningless.'
'Aşk yoksa geri kalan her şey anlamsızdır.'
'You (pl or formal) suggested quite controversial budget cuttings for the allocation of more funds to the schools that are in our country.'
'Ülkemizdeki okullara daha fazla fon ayrılması için hayli ihtilaflı bütçe kesintileri teklif ettiniz.'
'You know when I was thirty-four, I was already...' '... married to my mother, f... the neighbour(slady), didn't you?'
'Biliyorsun ben otuz dört yaşımdayken çoktan...' '... annemle evlenmiş, komşuyu becermiştin, değil mi?'
'You know, your selfish manners sometimes really...'
'Biliyor musun, bazen bencil tavırların gerçekten...'
'You look exhausted.'
'Bitkin görünüyorsun.'
'You should jump on board before it' s too late.'
'Çok geç olmadan gemiye atlamalısın.'
'You should spare time for the important things, Rachel.'
'Önemli şeylere zaman ayırmalısın Rachel.'
'You should spare time for the important things, Rachel.' Without love everything else is meaningless. Aşk yoksa geri kalan her şey anlamsızdır.'
'Önemli şeylere zaman ayırmalısın Rachel. Aşk yoksa geri kalan her şey anlamsızdır.'
(by) blowing(s) a cloud (k) of powdery snow into the air
toz gibi kardan bir kümeyi havaya savurarak
(by) coughing
öksürerek
(by) drawing a curve
kavis çizerek
(by) embracing the glacial peaks with military skill
buzul zirvelerini askeri maharetle kucaklayarak
(by) lowering his voice
sesini alçaltarak
(by) raising his head
başını kaldırarak
(by) taking off
havalanarak
(by) turning
çevirerek
(by) wiping his mouth
ağzını silerek
(RPRT DIRNRO STAT = DRL UKODIR RPRV)
DRL UKODIR RPRV
... married to my mother, f... the neighbour(slady), didn't you?
... annemle evlenmiş, komşuy becermiştin, değil mi? u
a clowd(cluster) of powdery snow
toz gibi kardan bir küme
a croissant
bir kruvasan
a curve
kavis
a difficult question
zor bir soru
a dual helice transport (freight) helicopter
çift pervaneli bir nakliye helikopteri
A dual helice transport (freight) helicopter that was behind the storm clouds which were beginning to gather
Toplanmaya başlayan fırtına bulutların ardındaki çift pervaneli bir nakliye helikopteri
A dual helice transport (freight) helicopter that was behind the storm clouds which were beginning to gather descended drawing a curve, embracing the glacial peaks with military skill.
Toplanmaya başlayan fırtına bulutların ardındaki çift pervaneli bir nakliye helikopteri, buzul zirvelerini askeri maharetle kucaklayarak, kavis çizerek alçalıyordu.
A dual helice transport (freight) helicopter that was behind the storm clouds which were beginning to gather descended drawing a curve.
Toplanmaya başlayan fırtına bulutların ardındaki çift pervaneli bir nakliye helikopteri kavis çizerek alçalıyordu.
a famous widower
ünlü bir dul
A famous widower is looking for a young wife for himself.
Ünlü bir dul kendine genç bir hanım arıyor.
a fan
hayran
a fan of strong women
güçlü kadınların hayranı
a favor
bir kıyak
a few (+sg)
birkaç
a few lines
birkaç satır
a few questions
birkaç soru
a formal announcement /solemn declaration
resmi bildiri
a fund
fon
a gift from God (a) /a natural talent
Allah vergisi
a helicopter descended, drawing a curve, embracing the glacial peaks with military skill
bir helikopter buzul zirvelerini askeri maharetle kucaklayarak, kavis çizerek alçalıyordu.
a helper
yardımcı
a hidden favour presented in the appearance of a difficult question
zor bir soru görünümünde sunulan üstü kapalı bir kıyak
a hidden purpose
gizli bir amaç
a hint
üstü kapalı söz
A journalist appeared.
Bir muhabir belirmişti.
a law for the application of tax cuts to newly weds
yeni evlilere vergi indirimi uygulanması için kanun
a little
biraz
a lot of memories
pek çok anı
a lot of memories had come to her mind
Aklına pek çok anı geldi.
a low frequency
düşük frekans
a matter of perception
algılama meselesi
a matter of trust
itimat meselesi
a newsspeaker
haber spikeri
a note paper
not kâğıdı
a note paper with a few written lines on it
üzerine birkaç satır yazılı bir not kâğıdı
a part
bir parça
a part of her defence shield
savunma kalkanının bir parçası
a part of her defence shield was melting away under his look
bakışları altında savunma kalkanının bir parçası eriyip gidiyordu
a pop song
pop şarkı
a position in a quite low level
oldukça alt seviyede bir pozisyon
a regular client
devamlı müşteri
a regular client (of) here
buranın devamlı müşteri
a secret message
gizli bir mesaj
a secret message text
gizli bir mesaj metni
a single word
tek bir söz
a sous-entendu (hidden) favor
üstü kapalı bir kıyak
a transport (freight) helicopter
nakliye helikopteri
a very busy woman
çok meşgul bir kadın
a wolf of politics / expert politician
bir siyaset kurdu
a young wife
genç bir hanım
abbreviation
kısaltma
about /concerning
hakkında
about this success (of yours)
bu başarınız hakkında
accident
kaza
actually
aslında
Actually the harsh electronic ringing interrupted the conversation uncomfortably, but at the moment it could be said that it sounded even melodious (to her) .
Aslında şiddetli elektronik çınlama konuşmaları rahatsız edici bir şekilde bölerdi ama şu anda kulağa melodik geldiği bile söylenebilirdi.
Actually the harsh electronic ringing interrupted the conversation uncomfortably.
Aslında şiddetli elektronik çınlama konuşmaları rahatsız edici bir şekilde bölerdi.
adds/publicities
reklamlar
after leaving behind
arkada bıraktıktan sonra
after leaving twelve republican candidates behind
on iki cumhuriyetçi adayı arkada bıraktıktan sonra
After leaving twelve republican candidates behind he had almost made certain to become his party's canditate for president of the United States of America.
On iki cumhuriyetçi adayı arkada bıraktıktan sonra, partisinin Amerika Birleşik Devletleri başkan adayı olmayı neredeyse garantilemişti.
again (y)
yeniden
against
karşı
against the enormous weight
muazzam ağırlığa karşı
against the hands
ellere karşı
against the strong hands pushing him outside
onu dışarı iten güçlü ellere karşı
age
yaş
Ah, let's not talk about work.
Ah, işten bahsetmeyelim.
air
hava
all the rest /everything else
geri kalan her şey
almost /nearly
neredeyse
almost /nearly (a)
adeta
almost /nearly (a) like two ice crystals
adeta iki buz kristali
already
çoktan
also /besides
ayrıca
Also it would be nice if would stop going after this subject.
Ayrıca bu konuda çabalamayı bıraksan iyi...
altitude
irtifa
always (d)
daima
an air of well-bred nobility
terbiyeli asalet havası
an air of...
havası
an enthousiastic spirit
çoşkulu bir ruh
an offical emergency call (announcement)
acil bir resmi bildiri
and
ve
and at the same time
ve aynı zamanda
and at the same time (they) were calling for the issueing of a law for the application of tax cuts to newly weds.
ve aynı zamanda yeni evlilere vergi indirimi uygulanması için kanun çıkarılması çağrısında bulunuyor.
And for God's sake get married.
Ve Tanrı aşkına evlen.
And if you 'll write anything alluding to the opposite
ve eğer bunun aksini ima edecek herhangi bir şey yazarsan
and if you write anything
ve eğer herhangi bir şey yazarsan
and if you write anything alluding to the opposite, you (will) remove that recording device only with a corkscrew from your ass.
ve eğer bunun aksini ima edecek herhangi bir şey yazarsan, o kayıt cihazını kıçından ancak tirbuşonla çıkarırsın.
and if you'll write anything alluding to (lit. and if you write anything that will allude to)
ve eğer ima edecek herhangi bir şey yazarsan
and of course
ve tabi
and still less of them
daha da azı
and still less of them looked (appeared) like Rachel Sexton.
daha da azı Rachel Sexton gibi görünürdü.
And what the hell was the meaning of that message?
Ve o mesajın anlamı neydi öyle!
angrily (h)
hiddetle
angry
öfkeli
animal
hayvan
anything
herhangi bir şey
anything that will allude to something contrary to this
bunun aksini ima edecek herhangi bir şey
appearance /view
görünüm
application of
uygulanması
appointment /rendez-vous
randevu
around (loc.)
etrafta
arrogant / insolent
küstah
as /while
-diği sırada
as a matter of fact /strictly speaking/in fact
doğrusunu istersen
as I said
dediğim gibi
as if he was worried
endişeleniyormuş gibi
as if he was worried because of his question
sorusundan dolayı endişeleniyormuş gibi
as if hot coffee had been tossed
sıcak kahve fırlatılmış gibi
as if the order to postpone had come
erteleme emri gelmiş gibi
as if the order to postpone her father's renforcement speech had come
babasının infaz söylevine erteleme emri gelmiş gibi
as if they were in a hurry
aceleleri varmış gibi
as if they were not in a hurry
aceleleri yokmuş gibi
As Rachel went to her father's table
Rachel, babasının masasına gittiği sırada,
As Rachel went to her father's table, the Senator was talking in a loud voice on his cell phone about one of his latest achievements.
Rachel, babasının masasına gittiği sırada, senatör cep telefonunda yüksek sesle son başarılarından biri hakkında konuşuyordu.
as soon as they were settled
onlar yerleşir yerleşmez
As soon as they were settled, the helicopter taking off turned westwards.
Onlar yerleşir yerleşmez helikopter havalanarak batıya döndü.
As the helicopter climbed to thousand three hundred meters it zoomed over the ice canyons and crevices.
Helikopter bin üç yüz metreye çıkarken, buzul kanyonları ve yarıkları üstünden dikine yükseliyordu.
as we said
dediğimiz
asking me to breakfast
beni kahvaltıya çağırma
ass /Arsch /cul
kıç
at breakfast (s. k.)
sabah kahvaltısında
at fifty meters
elli metre kadar
at least
en azından
at that moment
o an
At that moment Rachel regretted exploding all of a sudden.
Rachel o an birdenbire köpürmesinden dolayı pişman oldu.
At that moment Rachel regretted.
Rachel o an pişman oldu.
at the moment /now
şu anda
at the right time /right on time
tam zamanında
at the workplaces
işyerlerinde
attached
bağlı
attractive
çekici
away /at a distance
uzağa
bad /evil
kötü
bad news
kötü haber
bag
çanta
basket
sepet
battered (beaten)
dövülmüş
Be calm! /Calm down!
Sakin ol!
Be quick (ç. o.)
Çabuk ol!
because his words were interrupted
lafı kesildiği için
because of (an ablative)
dolayı
because of / due to (d) + abl.
dolayı
because of exploding
köpürmesinden dolayı
because of his question
sorusundan dolayı
before going
gitmeden önce
before it is too late
çok geç olmadan
Before leaving can you make a comment?
Gitmeden önce bir yorum yapabilir misiniz?
beginning to gather
toplanmaya başlayan
behind (a)
arkada
behind /after(... d..)
ardında
Behind the storm clouds, (which were) beginning to gather
Toplanmaya başlayan fırtına bulutların ardında
being in the style that was the latest fashion in Washington
Washington'da en revaçta olan tarzda
being made/being held
yapılan
betrayal /treachery /infidelity /deception
ihanet
between /in the midst of / among
arasında
between your tight schedule
sıkışık programınız arasında
Bewildered Brophy took his wireless out of the pocket of his parka.
Şaşkınlık içindeki Brophy telsizini parkasının cebinden çıkardı.
big wavy hair
iri dalgalı saçlar
black pepper
karabiber
blessed
kutsanmış
blessing (n)
nimet
blood
kan
Bloody Mary - Bloody Mary is a cocktail containing vodka, tomato juice, and other spices and flavorings including Worcestershire sauce, hot sauces, garlic, herbs, horseradish, celery, olives, salt, black pepper, lemon juice, lime juice and/or celery salt.
Bloody Mary
blouse
bluz
body (v)
vücut
breakfast
kahvaltı
Brophy at gun point climbed leading his reluctant dogs from the sled runners into the freight compartment of the helicopter.
Namlunun ucundaki Brophy isteksiz köpeklerini yönlendirerek paten demirinden helikopterin yük bölümüne çıktı.
Brophy being at gun point /Brophy who was at the tip of the rifle barrel
Namlunun ucundaki Brophy
Brophy climbed, leading his reluctant dogs, from the sled runners into the freight compartment of the helicopter.
Brophy isteksiz köpeklerini yönlendirerek, paten demirinden helikopterin yük bölümüne çıktı.
Brophy looked at the paper.
Brophy kâğıda baktı.
Brophy screamed.
Brophy çığlık atıyordu.
Brophy sweating in his parka
Parkasının içinde ter basan Brophy
Brophy sweating in his parka asked :"And who are you?"
Parkasının içinde ter basan Brophy, 'Siz de kimsiniz?' diye sordu. '
Brophy tried to defend himself against the hands.
Brophy ellere karşı kendini savunmaya çalıştı.
Brophy tried to defend himself against the strong hands trying to push him outside .
Brophy onu dışarı iten güçlü ellere karşı kendini savunmaya çalıştı.
Brophy tried to defend himself.
Brophy kendini savunmaya çalıştı.
Brophy was completely confused.
Brophy'nin aklı tamamen karışmıştı.
Brophy was confused.
Brophy'nin aklı karışmıştı.
Brophy watched the dogs' struggling with pain against the enormous weight
Brophy köpeklerin muazzam ağırlığa karşı acıyla mücadele edişlerini seyretti.
Brophy watched their struggling with pain against the enormous weight
Brophy muazzam ağırlığa karşı acıyla mücadele edişlerini seyretti.
Brophy watched with horror the dogs' struggling with pain against the enormous weight.
Brophy köpeklerin muazzam ağırlığa karşı acıyla mücadele edişlerini dehşet içinde seyretti.
Brophy who was bewildered
şaşkınlık içindeki Brophy
Brophy's four dogs
Brophy'nin dört köpeği
Brophy's four dogs pulled the geological detection device slay over the tundra.
Brophy'nin dört köpeği, jeolojik algılama aygıtları kızağını tundra üzerinde çekiyordu.
Brophy's four dogs remaining attached to his sledge
Brophy'nin kızağına bağlı duran dört köpeği
Brophy's four dogs remaining attached to his sledge had begun to whimper.
Brophy'nin kızağına bağlı duran dört köpeği inlemeye başlamıştı.
Brophy's head
Brophy'nin başı
Brophy's sledge
Brophy'nin kızağı
Brophy's voice was trembling
Brophy'nin sesi titriyordu
Brophy's voice was trembling while he transmitted the strange message.
Tuhaf mesajı iletirken Brophy'nin sesi titriyordu.
Brophy, already on his feet, was screaming.
Brophy çoktan ayağa kalkmış çığlık atıyordu.
Brophy, descending from the slay
kızaktan inen Brophy
brown
kahverengi
budget
bütçe
budget cuts
bütçe kesintileri
Bursting into laughter Senator Sexton eliminated the question in a wink.
Senatör Sexton kahkahaya boğularak soruyu bir anda saf dışı bıraktı.
busy
meşgul
busy/hectic
yoğun
But at least the excuse to escape was ready.
Ama en azından kaçmak için bahanesi hazırdı.
but at the moment it could be said that it sounded even melodious (to her)
ama şu anda kulağa melodik geldiği bile söylenebilirdi.
but at the moment it sounded melodious (to her)
şu anda kulağa melodik geldi
but he had added the middle name himself long time ago.
ama göbek adını uzun zaman önce kendi ilave etmişti.
but he was quickly winning the one of the country
ama ülkeninkini hızla kazanıyordu
but thanks to this menu (ö)
ama bu mönü sayesinde
But thanks to this menu (ö) it was at breakfast the stamping ground of Washington's politicians.
Ama bu mönü sayesinde sabah kahvaltısında Washington siyasilerinin uğrak yeriydi.
but then
ama sonra
button
düğme
By coughing the journalist gave an air as if he was worried because of his question.
Muhabir öksürerek sorusundan dolayı endişeleniyormuş gibi bir hava verdi.
by fear
korkudan
by implication /sous-entendu
üstü kapalı
by raising his rifle (Gewehr)
tüfeğini kaldırarak
by saying
diyerek
by tapping his watch
saatine hafifçe vurarak
by your daughter's working (abl.)
kızınızın çalışmasından
bye bye (said by the person staying)
güle güle
Bye bye, darling, (t).
Güle güle, tatlım.
calf
dana
call signal
çağrı sinyali
called by the reporters(g)
gazetecilerin dediği
called grapefruit by the reporters(g)
gazetecilerin greyfurt dediği
campaign
kampanya
Can I help you(pl/formal) ? /lit. can I be a helper to you?
Size yardımcı olabilir miyim?
can you explain
açıklayabilir misin
Can you explain the logic of this?
Bunun mantığını açıklayabilir misin?
Can you make a comment?
Bir yorum yapabilir misiniz?
Can't I call?
Çağırmaz mıyım?
Can't you understand that your working for him is affecting me badly?
onun için çalışmanın beni kötü etkilediğini anlayamıyor musun
Can't you understand?
anlayamıyor musun?
candidate
aday
candidate for president of the United States of America
Amerika Birleşik Devletleri başkan adayı
card
kart
catch /snatch /seize (y)
yakalamak
caused by /inflicted /arising
kaynaklanan
cell phone
cep telefonu
cell phone conversations
cep telefonu görüşmeleri
chance /luck
şans
chapter /section /compartment
bölüm
cheek /Wange
yanak
chief waiter
şefgarson
child
çocuk
children
çocuklar
chin /jaw
çene
classic/vintage
klasik
cleft /fissure /crevice /split
yarık
clever /smart
akıllı
client
müşteri
Close the door!
Kapıyı kapat!
clothes
giysiler
clothes suiting the cold weather conditions
soğuk hava şartlarına uygun giysiler
cloud
bulut
clouds
bulutlar
cluster (k) /flock /pile/ cloud
küme
cold
soğuk
cold
soğuk
colour
renk
Come on, tell me!
Anlat bakalım!
Coming winter he will snatch the White House
Gelecek kış Beyaz Saray'ı koparacak.
Coming winter he will snatch the White House from the president being in deep waters
Gelecek kış Beyaz Saray'ı güç durumdaki Başkan'dan koparacak.
comment
yorum
completely /absolutely
tamamen
concerning how we will rule our beloved country
sevdiğimiz ülkeyi nasıl yöneteceğimiz konusunda
concerning the rumours on the subject that you came
geldiğiniz konusundaki söylentiler hakkında
concerning the rumours on the subject that you came to this breakfast about to discuss your possibilty of leaving your current job in order to work in your father's campaign.
Bu kahvaltıya babanızın kampanyasında çalışmak için mevcut işinizden ayrılma ihtimalinizi tartışmak üzere geldiğiniz konusundaki söylentiler hakkında
condition /circumstance
şart
conflict /clash
çatışma
continous /lasting /constant /permanent/regular
devamlı
contrary to this /otherwise
bunun aksini
controversial
ihtilaflı
controversy /dispute/disagreement
ihtilaf
coolness/imperturbability /presence of mind /composure
soğukkanlılık
corkscrew (bottle opener)
tirbuşon
correct
doğru
countless
sayısız
country
ülke
country
ülke
country / land (ü)
ülke
cream coloured
krem rengi
cruel /pitiless
acımasız
crystal
kristal
current /available
mevcut
cursed
lanet
Cursed journalists, she thought.
Lanet muhabirler, diye düşündü.
cut /interruption
kesinti
Dad I really didn't have time.
Baba gerçekten vaktim olmadı.
darling (h)
hayatım
darling (t)
tatlım
dash /fanciness /show off
gösteriş
dashing /flashy /showy / spectacular
gösterişli
daughter
kız
death
ölüm
death could come
ölüm gelebilirdi
Death could come in countless forms in this forlorn place.
Ölüm, bu ıssız yerde, sayısız biçimlerde gelebilirdi.
debt
borç
decent /proper
usturuplu
Deception Point
ihanet noktası
decision
karar
defence
savunma
defence shield
savunma kalkanı
dense /busy
yoğun
descending
inen
descending until the woman's shoulders
kadının omuzlarına dek inen
despite enduring
katlanmasına rağmen
despite having endured
katlanmış olmasına rağmen
detection devices(a)
algılama aygıtları
device /aid (pl. equipment) (a)
aygıt
did you meet (him)?
tanıştın mı?
didn't match at all / wasn't suitable
hiç uygun değildi
didn't you /isn't it /right?
değil mi?
didn't you want
istememiş miydin
different /several
farklı
difficult decisions facing the country
ülkenin karşısına çıkan zor kararlar
dining room (y. s.)
yemek salonu
disapproving
onaylamayan
disaster
felaket
discour / speech
söylev
disharmonious /cacophonical /discordant /atonal
ahenksiz
Do as we said!
Dediğimizi yap!
Do as we said.
Dediğimizi yap!
do you have a say (are you going to say sthg)
bir söyleceğiniz var mı
Do you know? /You know, ...
Biliyor musun
dog
köpek
Don't kid (belittle) yourself!
Kendini küçük düşürme!
Don't you (pl) see that my dogs are frightened?
Köpeklerimin ürktüğünü görmüyor musunuz?
Don't you (pl) see that the dogs are frightened?
Köpeklerin ürktüğünü görmüyor musunuz?
Don't you(pl) see?
görmüyor musunuz?
door
kapı
door
kapı
down
aşağı
dual helice / having two propellers
çift pervaneli
dust /power
toz
each other / one another
birbirine
easily
kolayca
echo
yankı
echos
yankılar
education
eğitim
eighty
seksen
elections
seçimler
electronic
elektronik
embarrassed /ashamed
mahcup
emergency
acil
enormous / tremendous /huge (m)
muazzam
enough to appear
görünecek kadar
enthousiastic
çoşkulu
equal salaries
eşit maaşlar
equal salaries to be given to women
kadınlara eşit maaşlar verilmesi
equal/even
eşit
espresso machines
espresso makineleri
even
bile
every (t) (+pl)
tüm
every day a bit more
her gün biraz daha
every magazine
tüm dergiler
exactly
kesinlikle
example
örnek
exciting /thrilling / sensational
heyecan verici
execution /renforcement
infaz
exhausted/tired (b)
bitkin
explanation /comment /statement
açıklama
expression
ifade
expression
ifade
face
yüz
face (s)
surat
familiar (t)
tanıdık
family
aile
family name /Nachname
soyadı
famous /renowned (ü)
ünlü
far /remote /distant (u)
uzak
fast/quickly
hızla
father
baba
fear
korku
feeling
his
feeling of being humiliated
aşağılanma hissi
field /arena /court (sport)
saha
fifteen seconds later
on beş saniye sonra
Fifteen seconds later she would receive a secret message text.
On beş saniye sonra gizli bir mesaj metni alacaktı.
fifty
elli
fifty
elli
fifty meters
elli metre
fifty meters away /at a distance of fifty meters
elli metre kadar uzağa
finally
son olarak
first
ilk
first name /prénom /Vorname (This word is only used in case of confusion.)
ilk adı
first of all
öncelikle
fitting / suiting /suitable
uygun
fitting the cold weather conditions
soğuk hava şartlarına uygun
folded /pleated /cm wide folds
pilili
food
yemek
foot
ayak
for a fund to be allocated
fon ayrılmak
for a law to be issued
kanun çıkarılması
for a while
bir süre
for God's sake
Tanrı aşkına
for God's sake
Tanrı aşkına
For God's sake, I am working at Fairfax!
Tanrı aşkına, ben Fairfax'de çalışıyorum!
for one's eyes to pop out
gözleri yuvalarından fırlamak
for the allocation of more funds to the schools
okullara daha fazla fon ayrılması için
for the allocation of more funds to the schools that are in our country
Ülkemizdeki okullara daha fazla fon ayrılması için
for years
yıllarca
for/to himself
kendine
Foreign affairs
dışişleri
fork
çatal
forlorn
ıssız
form /shape/style /fashion /guise
biçim
forty
kırk
four
dört
four dogs
dört köpek
freight /transport
nakliye
frequency
frekans
from her bag
çantasından
from inside /from deep within
içinden
From such a low frequency
Bu kadar düşük bir frekanstan
From such a low frequency nobody can get anything.
Bu kadar düşük bir frekanstan hiç kimse hiçbir şey alamaz.
from the open door
açık kapıdan
from where
nereden
from where (colloq.)
nerden
from where do you (pl) know
Nerden biliyorsunuz
full of holes
delik deşik
furiously
öfkeyle
future
gelecek
future
gelecek
generation
nesil
gentle /polite /sweet
nazik
geological detection devices(a)
jeolojik algılama aygıtları
geologist
jeolog
Gerund verbal noun of etmek expressing the manner of action but also the fact of action used after verbs which can't take - diği participles as seyretmek/izlemek
ediş-
Get into the helicopter
Helikoptere binin!
Get into!
Binin
girl
kız
girls
kızlar
glacial peaks /Gletscherspitzen
buzul zirveleri
glacier (ice field/Gletscher -a slowly moving mass or river of ice formed by the accumulation and compaction of snow on mountains or near the poles. ) /glacial (icy)
buzul
goal /purpose
amaç
gone out of control
kontrolden çıkmış
Good morning
Günaydın
good-looking
iyi görünümlü
government
hükümet
grace /elegance /refinement /tactfulness /kindness (z)
zarafet
grapefruit
greyfurt
grapping the sledge they pushed it out of the open door
kızağı tutarak, açık kapıdan dışarı ittiler.
grey
gri
Grimacing at her father's reaction Rachel looked up.
Rachel, babasının tepkisine yüzünü buruşturarak, başını kaldırıp baktı.
grudgingly
homurdanarak
Grudgingly Rachel took a croissant from the basket on the table.
Rachel homurdanarak masanın üstündeki sepetten bir kruvasan aldı.
gun /pistol /revolver
tabanca
gun barrel /Gewehrlauf
namlu
hair (pl)
saçlar
half
yarı
half of those in this profession
bu meslektekilerin yarısı
Half of those in this profession made money from politics.
Bu meslektekilerin yarısı politikadan para kazanıyordu.
hand
el
hand
el
hands
eller
hanging /suspended
asılı
hard (adv.)
sertçe
harmony /unity /accordance /concord (a)
ahenk
harsh /sharp /high /violent /strong/vehement
şiddetli
haste /hurry
acele
Haven't we done?
yapmamış mıydık?
Haven't we had this conversation before?
'Bu konuşmayı daha önce yapmamış mıydık?'
having different ideas
iki fikirlere sahip
having different ideas concerning how we will rule our beloved country
sevdiğimiz ülkeyi nasıl yöneteceğimiz konusunda farklı fikirlere sahip
he aimed at Brophy's head
Brophy'nin başına doğrulttu
he almost guaranteed to become
olmayı neredeyse garantilemişti
He almost guaranteed to become the candidate for president of the United States of America
Amerika Birleşik Devletleri başkan adayı olmayı neredeyse garantilemişti
he asked
sordu
He began the recording (dat.)
Kayda başladı.
he can't get
alamaz
He climbed from the sled runners into the freight compartment of the helicopter
paten demirinden helikopterin yük bölümüne çıktı
he closed his recording device
kayıt cihazını kapattı
He even f... his daughter.
O kızını bile becerir.
he even has found(rep)
bulmuş bile
He examined her with care.
Onu dikkatle inceledi.
He got his cell phone out and dialed a number.
Cep telefonu çıkarıp bir numara çevirdi.
He got what he wanted.
İstediğini almıştı.
He had added the middle name himself.
Göbek adını kendi ilave etmişti.
He had almost made certain to become his party's canditate for president of the United States of America
partisinin Amerika Birleşik Devletleri Başkan adayı olmayı neredeyse garantilemişti.
he had never seen a helicopter
hiç helikopter görmemişti
he had never seen a helicopter so far north.
Bu kadar kuzeyde hiç helikopter görmemişti.
he had not seen
görmemişti
he had seen
görmüştü
he had seen a helicopter
bir helikopter görmüştü
he handed him
ona uzattı
he has a chance
şansı var
he has a chance to snatch
koparma şansı var
He has found (rep) a new wife.
yeni bir eş bulmuş
he is in his booth (lodge)
o, locasında
He lifted his head and looked at Rachel expressing somehow that she was late merely by tapping on his Cartier watch.
Başını kaldırıp sadece Cartier saatine hafifçe vurarak geç kaldığını ifade eder bir şekilde Rachel'a baktı.
He lifted his head and looked at Rachel.
Başını kaldırıp Rachel'a baktı.
He looked at Rachel expressing somehow that she was late
Geç kaldığını ifade eder bir şekilde Rachel'a baktı.
He stood up in order to kiss her cheek.
Onu yanağından öpmek için ayağa kalktı.
He stopped and looked at Rachel.
Durup Rachel'a baktı.
he thought
düşündü
he took a sip from his Bloody Mary
Bloody Mary'sinden bir yudum çekiyordu
He took his wireless out of the pocket of his parka.
Telsizini parkasının cebinden çıkardı.
He turned his face
Yüzünü döndü.
He turned his face with a make-believe smile.
Yapmacık bir tebessümle yüzünü döndü.
He turned his face with a make-believe smile. "Good morning," he said. "Can I help you?"
Yapmacık bir tebessümle yüzünü döndü. 'Günaydın,' dedi. 'Size yardımcı olabilir miyim?'
he was ashamed /he was embarrassed
mahcup oldu
He was embarrassed by the looks of men following her.
onu arkasından takip eden erkeklerin bakışlarından mahcup oldu.
He was talking about one of his latest achievements.
Son başarılarından biri hakkında konuşuyordu.
He was talking in a loud voice about one of his latest achievements.
Yüksek sesle son başarılarından biri hakkında konuşuyordu.
He was talking in a loud voice.
Yüksek sesle konuşuyordu.
He was talking on his cell phone.
Cep telefonunda konuşuyordu.
he was winning the one of the country
ülkeninkini kazanıyordu
he will have a chance (s. o.)
şansına sahip olacak
head
baş
heart (k)
kalp
heel /Absatz
topuk
heeled /with heels /mit Absatz
topuklu
helicopter / Hubschrauber
helikopter
hello
merhaba
help
yardım
her chin raised slightly upwards
çenesi hafifçe yukarı kalkmıştı
her eyes (looks) turned to the message
bakışları mesaja çevrildi
Her eyes turned to the message coming to the LCD screen.
Bakışları LCD ekranına gelen mesaja çevrildi.
her father
babası
Her father finished his phone call and stood up.
Babası telefon görüşmesini bitirip ayağa kalktı.
Her father finished his phone call.
Babası telefon görüşmesini bitirdi.
her father taking an example
babasının örnek alması
her father without having a hidden purpose
babasının gizli bir amacı olmaksızın
Her father would always say, it was just a matter of trust.
Babası daima, sadece itimat meselesi derdi.
her father would say
babası derdi
her father's classic good looks
babasının klasik iyi görünümü
her father's disapproving eyes
babasının onaylamayan gözleri
Her father's disapproving eyes were glowing (sparkling) with anger.
Babasının onaylamayan gözleri hiddetle parlıyordu.
Her father's first name was Thomas, but he had added the middle name himself long time ago.
Babasının ilk adı Thomas'dı, ama göbek adını uzun zaman önce kendi ilave etmişti.
Her father's first name was Thomas.
Babasının ilk adı Thomas'dı.
Her father's furious temperament had passed on to her and therefore she hated him.
Babasının öfkeli mizacı ona geçmişti ve bu yüzden ondan nefret ediyordu.
Her father's furious temperament had passed on to her.
Babasının öfkeli mizacı ona geçmişti.
her father's liking the repetition of sounds
babasının ses yinelemesinden hoşlanması
her father's reaction
babasının tepkisi
her father's renforcement speech
babasının infaz söylevi
her father's table
babasının masası
her light brown big wavy hair
iri dalgalı açık kahverengi saçları
her light brown hair
açık kahverengi saçları
her mind
aklı
her natural (inborn) blessings
doğuştan sahip olduğu nimetleri
her nose
burnu
here (root form)
bura
hidden
gizli
high heeled /mit hohem Absatz
yüksek topuklu
him
onu
himself
kendini
himself
kendi
his campaign slogan
kampanya sloganı
his campaign slogan had begun to infest (cover) all America
Kampanya sloganı tüm Amerika'yı kaplamaya başlamıştı.
his Cartier watch (Cartier watches are luxury watches in a price range from 6,500 to 55,000 $)
Cartier saati
his daughter
kızı
his face
yüzü
his face had begun to appear
yüzü görünmeye başlamıştı
His face had begun to appear in every national magazine
yüzü tüm ulusal dergilerde görünmeye başlamıştı
his gentle behaviour
nazik tavrı
his mouth
ağzı
his talent for imitation
taklit yeteneği
horror
dehşet
horse
at
horse meat battered with black pepper
karabiberle dövülmüş at eti
horse meet
at eti
hot coffee
sıcak kahve
How is it going?
Nasıl gidiyor?
how much
ne kadar
how stupid
ne kadar aptal
How stupid I am
ne kadar aptalım
how we will rule
nasıl yöneteceğimiz
how we will rule our beloved country
sevdiğimiz ülkeyi nasıl yöneteceğimiz
howling
uluyarak
Howling the animals being dragged out of the helicopter were lost out of sight within no time.
Uluyarak helikopterden dışarı sürüklenen hayvanlar bir anda gözden kayboldu.
Howling the animals disappeared within no time.
Uluyarak hayvanlar bir anda gözden kayboldu.
Howling the animals disappeared.
Uluyarak hayvanlar gözden kayboldu.
huge /big (i)
iri
humbly
tevazu ile
hundred
yüz
hundred
yüz
hundred
yüz
hundred kilohertz
yüz kilohertz
Hundred kilohertz?
Yüz kilohertz mi?
I
ben
I
ben
I am a bit late
biraz geciktim
I am a fan of...
Ben hayranıyım.
I am aware of
farkındayım
I am his daughter
Kızıyım
I am in a hurry
acelem var
I am late
geciktim
I am late for work.
İşe geç kaldım.
I am not aware of
farkında değilim
I am not in a hurry
Acelem yok
I am obliged to /I have to
zorundayım
I believe that the children are our future.
'Çocukların bizim geleceğimiz olduğuna inanıyorum. '
I didn't (do) ...
Ben yapmadım...
I didn't even meet(k) the President.
Başkan'la karşılaşmadım bile.
I didn't have time to call him.
Onu aramaya vaktim olmadı.
I didn't have time. (I wanted to, but it didn't work out. Maybe if I had tried a little harder...)
Vaktim olmadı.
I didn't meet (k)
karşılaşmadım
I don't believe you even met the President
Başkan'la tanıştığını bile sanmıyorum.
I don't understand (lit. I couldn't understand)
anlayamadım
I don't understand.
Anlamıyorum.
I don't want to let my coffee get cold.
Kahvemi soğutmak istemiyorum.
I fancy
sanırım
I had a breakfast appointment with Senator Sexton.
Senatör Sexton'la kahvaltı randevum vardı.
I had an appointment
Randevum vardı
I had an appointment with Senator Sexton.
Senatör Sexton'la randevum vardı.
I have a appointment
Randevum var
I have a proposition for you.
Sana bir teklifim var.
I have no intention
hiç niyetim yok
I have no intention to quit my job in order to work in behalf of Senator Sexton.
Senatör Sexton adına çalışmak için işimi bırakmaya hiç niyetim yok.
I have no intention to quit my job.
İşimi bırakmaya hiç niyetim yok.
I have to go.
Gitmek zorundayım.
I hope
umarım
I hope this was not your reason.
Umarım sebebin bu değildi.
I know Sexton well.
Ben Sexton'ı iyi tanırım.
I miss(ed) you, too.
Ben de seni özledim.
I miss(ed) you.
Seni özledim.
I see that the campaign is going well.
Kampanyanın iyi gittiğini görüyorum.
I was not aware of
farkında değildim
I wonder
acaba
I wonder if you could before leaving make a comment concerning the rumours on the subject that you came to this breakfast about to discuss your possibilty of leaving your current job in order to work in your father's campaign.
Gitmeden önce, bu kahvaltıya babanızın kampanyasında çalışmak için mevcut işinizden ayrılma ihtimalinizi tartışmak üzere geldiğiniz konusundaki söylentiler hakkında bir yorum yapabilir misiniz, acaba?
I wonder if you could before leaving make a comment?
Gitmeden önce bir yorum yapabilir misiniz, acaba?
ice canyons
buzul kanyonları
ice crystal
buz kristali
idea /thought (f)
fikir
idiot
salak
if (e)
eğer
if there is no love
aşk yoksa
if you learn
öğrensen
if you would quit/stop going after
çabalamayı bıraksan
if you write
(eğer) yazarsan
image /sight /display / view/semblance
görüntü
imitation
taklit
immediately afterwards
hemen sonra
important
önemli
important things
önemli şeyler
in /for making difficult decisions
zor kararları vermekte
in a way /somehow
bir şekilde
in amazement /in surprise /bewildered
şaşkınlık içinde
in any case(h. h.)/ just to be on the safe side/ by all means/ under any circumstances
her halükârda
in behalf of
adına
in countless shapes /forms
sayısız biçimlerde
in difficulties /in deep waters /in a tight corner
güç durumda
in every magazine
tüm dergilerde
in every national magazine
tüm ulusal dergilerde
In fact darling, I don't believe you even met the President, have you met him?
Doğrusunu istersen hayatım, Başkan'la bile tanıştığını sanmıyorum, tanıştın mı?
in fact darling, I don't believe...
Doğrusunu istersen hayatım,... sanmıyorum.
in less than a second /in no time /in a moment
bir anda
in meetings with her father
babasıyla buluşmalarında
in order /one by one
sırayla
in order not to look at her watch
saatine bakmamak için
in order to kiss her cheek
onu yanağından öpmek için
in order to work in behalf of Senator Sexton
Senatör Sexton adına çalışmak için
in order to work in your father's campaign
babanızın kampanyasında çalışmak için
in the appearance of a difficult question(looking like a difficult question)
zor bir soru görünümünde
in the last few weeks
son birkaç hafta içinde
In the last few weeks (that we passed)
geçtiğimiz son birkaç hafta içinde
In the last few weeks (that we passed) it has been determined in the polls that you made a tremendous leap.
Geçtiğimiz son birkaç hafta içinde kamuoyu araştırmalarında muazzam bir sıçrama yaptığınız belirlendi.
in the mid thirties /in her mid thirties
otuzlu yaşlarının ortalarında
in the middle of
ortasında
in the middle of (pl)
ortalarında
in the North
kuzeyde
in the space /in the void
boşlukta
in their hands
ellerinde
in this forlorn place
bu ıssız yerde
in this place
bu yerde
in this profession
bu meslekte
in which purpose
hangi amacıyla
in white clothes
beyaz giysiler içinde
information
bilgi
inhuman
insanlık dışı
inhuman disaster
insanlık dışı felaket
inner /inside
innocent
masum
inside his parka
parkasının içinde
intelligence /information
istihbarat
intelligence organisation
istihbarat teşkilatı
intention
niyet
interest /benefit/advantage
çıkar
interest conflicts
çıkar çatışmaları
interview/ conversation /discussion
görüşme
into her face (s)
suratına
into the air
havaya
is not
değil
issue /matter / problem /affair
mesele
It breaks my heart
Kalbim el vermiyor
it can be called
denebilir
it can come
gelebilir
it could be said
söylenebilirdi
it could come
gelebilirdi
it could even be said
bile söylenebilirdi
it didn't match at all the fashion of the moment
günün modasına hiç uygun değildi
it has been determined in the polls that you made a tremendous leap
kamuoyu araştırmalarında muazzam bir sıçrama yaptığınız belirlendi.
It is a pleasure for us to entertain you (pl/formal ).
Sizi ağırlamaktan zevk duyarız.
It is a pleasure for us to entertain you (pl/formal).
Sizi ağırlamaktan zevk duyarız.
It is just a matter of trust.
Sadece itimat meselesi.
it is quite exciting to see
görmek oldukça heyecan verici
it is quite exciting to see that you find time
vakit bulduğunu görmek oldukça heyecan verici
it is understood
anlaşılıyor
It is understood that your daughter is a very busy woman.
Kızının çok meşgul bir kadın olduğu anlaşılıyor.
it was a slow shot
yavaş bir atıştı
It was a slow shot, that her father would easily be able to catch and by making a smatch send off the court
babasının kolayca yetişip smaç yaparak sahanın dışına gönderebileceği yavaş bir atıştı.
It was an unexpected message and certainly giving bad news.
Beklenmedik bir mesajdı ve kesinlikle kötü haber veriyordu.
It was an unexpected message.
Beklenmedik bir mesajdı.
It was certainly giving bad news.
Kesinlikle kötü haber veriyordu.
it was clear
belli oluyordu
It was clear that the Senator's business was finished.
Senatörün işinin bittiği belli oluyordu.
It was clear that the Senator's classic good looks had passed on to the next generation
Senatörün klasik iyi görünümünün bir sonraki nesle geçtiği belli oluyordu.
It was in any case clear that the Senator's business was finished.
Senatörün her halükarda işinin bittiği belli oluyordu.
It was in any case clear that the Senator's business with her was finished.
Senatörün her halükarda onunla işinin bittiği belli oluyordu.
It was no use
Hiç yararı yoktu.
it was not difficult (g)
güç değildi.
it was not difficult (g) to act more mature
daha olgun davranmak güç değildi
it was not odd at all
hiç de yadırganmıyordu
it was the place of...
yeriydi
it was the stamping ground of Washington's politicians
Washington siyasilerinin uğrak yeriydi
It would be nice if you stop going after this subject...
bu konuda çabalamayı bıraksan iyi...
it would not be(come)
olmazdı
it would not have prepared
hazırlamış olmazdı
journalist /reporter
muhabir
joy
sevinç
judge (h)
hâkim
just /merely /only
sadece
kind /type/species
tür
know this well (tr: that > the following )
şunu iyi bil
lady /wife /mistress
hanım
land /country /territory (a)
arazi
last week
geçen hafta
Last week on Super Tuesday (The primary elections held in several States) , after leaving twelve republican candidates behind he had almost made certain to become his party's canditate for president of the United States of America.
Geçen hafta Süper Salı'da (Farklı eyaletlerde yapılan önseçimler) on iki cumhuriyetçi adayı arkada bıraktıktan sonra, partisinin Amerika Birleşik Devletleri başkan adayı olmayı neredeyse garantilemişti.
Last week on Super Tuesday, after leaving twelve republican candidates behind he had almost made certain to become his party's canditate for president of the United States of America.
Geçen hafta Süper Salı'da, on iki cumhuriyetçi adayı arkada bıraktıktan sonra, partisinin Amerika Birleşik Devletleri başkan adayı olmayı neredeyse garantilemişti.
last week on Tuesday
geçen hafta Salı'da
late
geç
late
geç
lately
son zamanlarda
Lately his face had begun to appear in every national magazine
Son zamanlarda yüzü tüm ulusal dergilerde görünmeye başlamıştı.
Lately Sexton's face had begun to appear in every national magazine, his campaign slogan to infest all America.
Son zamanlarda Sexton'ın yüzü tüm ulusal dergilerde görünmeye kampanya sloganı tüm Amerika'yı kaplamaya başlamıştı.
Lately Sexton's face had begun to appear in every national magazine, his campaign slogan to infest all America: Stop wasting, start improving! (Stop spending, start mending)
Son zamanlarda Sexton'ın yüzü tüm ulusal dergilerde görünmeye kampanya sloganı tüm Amerika'yı kaplamaya başlamıştı: Harcamayı bırakın, iyileştirmeye başlayın!
laughter
kahkaha
law
kanun
leading his reluctant dogs
isteksiz köpeklerini yönlendirerek
leap/jump
sıçrama
let me guess
tahmin edeyim
let me guess (leave/drop it, let me guess)
bırak tahmin edeyim
let's not talk
bahsetmeyelim
level /grade
seviye
life buoy /life raft /flotation ring /Rettungsring
can simidi
like always / as usual
her zamanki gibi
like I guessed
tahmin ettiğim gibi
line (of words)
satır
lip
dudak
load /burden /cargo /freight
yük
loaded /laden /charged
yüklü
lodge /box /booth
loca
logic
mantık
long
uzun
long enough to appear sexy
seksi görünecek kadar uzun
long enough to appear sexy, but short enough to show that she was smarter than you.
seksi görünecek kadar uzun, ama sizden daha akıllı olduğunu gösterecek kadar kısa.
long time ago
uzun zaman önce
look /glance /view /(eye)
bakış
looks /complexion /appearance /outlook /sight /prospect
görünüm
looks /gazes
bakışlar
loud
yüksek
love (romantic)
aşk
low
düşük
low
alt
low level
alt seviye
Lowering his voice, Sexton leaned over the table.
Sexton sesini alçaltarak masada öne doğru eğildi.
magazine (paper)
dergi
magnificence /splendour /grandeur (i)
ihtişam
make pass
geçirmek
make-believe / pretended /mock
yapmacık
making uncomfortable /uncomfortably
rahatsız edici bir şekilde
man (a)
adam
man /male
erkek
manner /air /disposition /face /attitude
tavır
May I ask how do you solve?
Nasıl çözdüğünüzü sorabilir miyim?
May I ask you a few questions?
Size birkaç soru sorabilir miyim?
may I ask?
sorabilir miyim?
Me, too
Ben de
meaning
anlam
meaning
anlam
meat
et
meeting /conference
toplantı
melodious
melodik
memory
anı
menu (ö /e)
mönü - menü
message (i)
ileti
middle
orta
middle name
göbek adı
mil. gun/rifle /Gewehr
tüfek
military (adj)
askeri
milk
süt
milk calf
süt danası
milk calf and horse meat battered with black pepper
süt danası ve karabiberle dövülmüş at eti
mind (a) /Verstand /brain /sense
akıl
Ministry
Bakanlık
Ministry for Foreign Affairs
Dışişleri Bakanlığı
modest /unattractive /unpretentious
gösterişsiz
modesty /unpretentiousness
tevazu
more
daha fazla
morning
sabah
most / plenty of
pek çok
most famous
en ünlü
most people
pek çok kişi
most people believed
pek çok kişi inanıyordu
most people believed that he had a chance
pek çok kişi şansına sahip olduğuna inanıyordu
Most people believed that he had a chance to snatch the White House from the president.
Pek çok kişi Beyaz Saray'ı Başkan'dan koparma şansına sahip olduğuna inanıyordu.
Most people believed that that the Senator had a chance to snatch the White House coming winter from the president being in deep waters.
Pek çok kişi Senatörün gelecek kış Beyaz Saray'ı güç durumdaki Başkan'dan koparma şansına sahip olduğuna inanıyordu.
Most people believed that the Senator had a chance to snatch the White House from the president being in deep waters.
Pek çok kişi Senatörün Beyaz Saray'ı güç durumdaki Başkan'dan koparma şansına sahip olduğuna inanıyordu.
Most people believed that the Senator had a chance to snatch the White House from the president.
Pek çok kişi Senatörün Beyaz Saray'ı Başkan'dan koparma şansına sahip olduğuna inanıyordu.
mother
anne
mournfully /ruefully
kederle
mouth
ağız
my campaign (acc)
kampanyamı
my coffee
kahvem
my daughter
kızım
My dear (h)
hayatım
my dogs are frightened
köpeklerim ürktü
my heart (k)
kalbim
my intention
niyetim
my name (i)
ismim
my time (v)
vaktim
name (i)
isim
name (a)
adı
napkin
peçete
national
ulusal
neighbour
komşu
neighbour
komşu
never /any
hiç
new
yeni
newly weds
yeni evliler
news
haber
news
haber
newsspeaker woman /anchor woman
haber spikeri kadın
next
gelecek
next to (loc.)
yanında
next to the table
masanın yanında
next winter /coming winter
gelecek kış
nice / beautiful body
güzel vücut
nice/beautiful /lovely /good
güzel
ninety
doksan
no longer /anymore /no more (+neg)
artık
no way /impossible / it is not (becoming)
olmaz
nobility /dignity (a)
asalet
nobody
hiç kimse
nobody can get
hiç kimse alamaz
nobody can get anything
hiç kimse hiçbir şey alamaz
north
kuzey
nose
burun
not at all
hiç de
not insolent
küstah değil
not very
pek değil
note /memo
not
nothing
hiçbir şey
nothing
hiçbir şey
nothing would have prepared him
hiçbir şey onu hazırlamış olmazdı
nothing would have prepared him for the inhuman disaster
hiçbir şey onu insanlık dışı felakete hazırlamış olmazdı
now
şimdi
Now, you and your dogs, get into the helicopter!
Şimdi sen ve köpeklerin helikoptere binin!
obvious (a) flagrant /unmistakeable
aşikâr
of course (e)
elbette
of here (possessive form)
buranın
of the kind
türden
of which her father should take an example
babasının örnek alması gereken
off the court (sport)
sahane dışı
offer /proposition /suggestion
teklif
office
ofis
often /frequently (s)
sıklıkla
often /frequently (s)
sıkça
old (age)
yaşlı
on the subject/concerning that you came
geldiğiniz konusunda
on this subject
bu konuda
on top of / on
üzerinde
on Tuesday
Salı'da
one of his latest achievements
son başarılarından biri
one of the eaters
yemek yiyenlerden biri
One of the eaters whispered.
Yemek yiyenlerden biri fısıldadı.
one of the most famous men of the country
ülkenin en ünlü adamlarından biri
one of them (one from within their group)
içlerinden biri
one of them shouted
içlerinden biri seslendi
only (a)
ancak
only (s)
sadece
only (y)
yalnız
onto
üzerine
open the door
kapıyı aç
opposite /contrary
aksi
or (y)
ya da
order /command
emir
organisation
teşkilat
our beloved country
sevdiğimiz ülke
our country
ülkemiz
our future
bizim geleceğimiz
out of the door
kapıdan dışarı
out of the pocket of his parka
parkasının cebinden
over (abl.) the ice canyons and crevasses
buzul kanyonları ve yarıkları üstünden
overcome by worry /be alarmed /begin to worry
endişeye kapılmış
pager (contact device)
çağrı cihazı
pair /couple
çift
palace
saray
paper
kâğıt
parka (jacket)
parka
party (feast /political party)
parti
patriot
vatansever
peaks
zirveler
penetrating /piercing
delici
penetrating look /piercing look /steel gaze
delici bakış
people
kişiler
pepper
biber
perception / detection
algılama
piece /grain (used optional after numbers)
tane
place
yer
place / floor /ground
yer
please
Lütfen
Please take out your wireless! (formal)
Telsizinizi çıkarın lütfen!
pleasure
zevk
pleated grey bell-leg trousers
pilili, bol pacalı gri pantolon
pocket
cep
point
nokta
politicians
siyasiler
politics
siyaset
possibilty /chance /the odds
ihtimal
powdery /pulverulent /powder like
toz gibi
powdery snow
toz gibi kar
power /force /strength
güç
president
başkan
pretext /excuse
bahane
pride
gurur
primary elections /Vorwahlen
önseçimler
primary elections held in different states
farklı eyaletlerde yapılan önseçimler
profession
meslek
propellor /rotor /helice
pervane
proudly
gururla
public opinion
kamuoyu
public opinion surveys /polls
kamuoyu araştırmaları
pushing him outside
onu dışarı iten
question
soru
quick as a lightening/at once /in a flash
bir çırpıda
Quit wasting! / Stop to waste!
Harcamayı bırakın!
quite /considerably
hayli
quite /pretty /rather
oldukça
quite /pretty /rather
oldukça
Rachel began to gather her belongings.
Rachel eşyalarını toplamaya başlamıştı
Rachel connected this with her father's liking the repetition of sounds.
Rachel bunu, babasının ses yinelemesinden hoşlanmasına bağlıyordu.
Rachel couldn't believe
Rachel inanamıyordu.
Rachel couldn't believe that her father was quoting pop songs.
Rachel, babasının pop şarkılardan alıntılar yaptığına inanamıyordu.
Rachel cursed from deep within the man's power.
Rachel içinden adamın gücüne küfretti.
Rachel felt as if hot coffee had been tossed into her face. (s)
Rachel suratına sıcak kahve fırlatılmış gibi hissetti.
Rachel fixed her eyes (gaze) on the reporter.
Rachel bakışlarını muhabire dikti.
Rachel grimaced at her father's reaction.
Rachel babasının tepkisine yüzünü buruşturdu.
Rachel groping in her bag for her pager, pushed a sequence of five buttons to confirm that the person holding the device in her hand was really her.
Çantasından el yordamıyla çağrı cihazını bulan Rachel cihazı elinde bulunduran kişinin gerçekten kendisi olduğunu teyit etmek için sırayla beş düğmeye bastı.
Rachel guessed
Rachel tahmin ediyordu
Rachel guessed that this particularity would lead him into the White House.
Rachel bu özelliğinin onu Beyaz Saray'a götüreceğini tahmin ediyordu.
Rachel had learned long time ago that her father wouldn't want to take her out without a hidden purpose.
Rachel, babasının gizli bir amacı olmaksızın ondan kendisine eşlik etmesini istemeyeceğini uzun zaman önce öğrenmişti.
Rachel nearly shoved the croissant down her throat.
Rachel kruvasanı adeta boğazına tıktı.
Rachel opted for remaining silent.
Rachel sessiz kalmayı yeğledi.
Rachel pushed five buttons.
Rachel beş düğmeye bastı.
Rachel shoved the croissant down her throat.
Rachel kruvasanı boğazına tıktı.
Rachel sighed, trying to keep up her composure.
Rachel dinginliğini bozmamaya çalışarak içini çekti.
Rachel sighed.
Rachel içini çekti.
Rachel sighed.
Rachel içini çekti.
Rachel took a breath keeping herself back with difficulty from looking at her watch.
Rachel saatine bakmamak için kendini güç tutarak içine çekti.
Rachel took a breath keeping herself back with difficulty from looking at her watch. 'Dad I really didn't have time to call him. Also it would be nice if would stop going after this subject.'
Rachel saatine bakmamak için kendini güç tutarak içine çekti. 'Baba gerçekten onu aramaya vaktim olmadı. Ayrıca bu konuda çabalamayı bıraksan iyi...'
Rachel took a croissant from the basket on the table.
Rachel masanın üstündeki sepetten bir kruvasan aldı.
Rachel took a croissant from the basket.
Rachel sepetten bir kruvasan aldı.
Rachel took a croissant.
Rachel bir kruvasan aldı.
Rachel tried to keep up
Rachel bozmamaya çalıştı
Rachel tried to keep up her composure
Rachel dinginliğini bozmamaya çalıştı
Rachel trying to collect herself together again,
Kendini yeniden toplamaya çalışan Rachel
Rachel was again (y) overcome by that familiar feeling of being humiliated
Rachel o tanıdık aşağılanma hissine yeniden kapıldı.
Rachel was again (y) overcome by that familiar feeling of being humiliated, which she often felt in meetings with her father.
Rachel babasıyla buluşmalarında sıklıkla duyumsadığı o tanıdık aşağılanma hissine yeniden kapıldı.
Rachel whose eyes were popping out
Gözleri yuvalarından fırlayan Rachel
Rachel whose eyes were popping out contented to look.
Gözleri yuvalarından fırlayan Rachel bakmakla yetindi.
Rachel, can't you understand that your working for him is affecting me badly? And of course my campaign.
Rachel, onun için çalışmanın beni kötü etkilediğini anlayamıyor musun? Ve tabi kampanyamı.
Raising his head he looked at Rachel.
Başını kaldırarak Rachel'a baktı.
Ralph or whoever you are
Ralph ya da kimsen
Ralph or whoever you are know this well:
Ralph ya da kimsen, şunu iyi bil:
reaction /response
tepki
ready
hazır
really
gerçekten
reason (s)
sebep
recording device
kayıt cihazı
Reduce your wireless frequency to hundred kilohertz.
Telsiz frekansını yüz kilohertze indir.
reduction /allowance /discount /cut
indirim
reluctant /unwilling
isteksiz
reluquer /look from the corner of the eye /ogle
yan gözle süzmek
report
rapor
republic
cumhuriyet
republican
cumhuriyetçi
republican candidate
cumhuriyetçi aday
ressearch / exploration
araştırma
ressemblance
benzerlik
restaurant
restoran
ringing /jingle
çınlama
rival /concurrent /opponent/ adversary /competitor
rakip
rumour
söylenti
salary
maaş
say hello
bir merhaba de
Saying 'Thank you to both of you,'he vanished from sight.
'İkinize teşekkür ederim,' diyerek gözden kayboldu.
school
okul
scream
çığlık
screen
ekran
second (of time)
saniye
second (of time)
saniye
Secondly, my daughter is not working for the President.
İkinci olarak, kızım Başkan için çalışmıyor.
seconds later
Saniyeler sonra
Seconds later he began to fall towards the ice canyons down.
Saniyeler sonra aşağıdaki buzul kanyonlarına doğru düşmeye başlamıştı.
Seconds later he began to fall.
Saniyeler sonra düşmeye başlamıştı.
secretary
sekreter
secretly
gizlice
selfish
bencil
selfish manner
bencil tavır
Senator
Senatör
Senator Sedgewick Sexton.
Senatör Sedgewick Sexton.
Senator Sedgewick Sexton. The Senator was a regular client (of) here and one of the most famous men of the country.
Senatör Sedgewick Sexton. Senatör buranın devamlı müşteri ve ülkenin en ünlü adamlarından biriydi.
Senator Sexton is in his usual lodge.
Senatör Sexton her zamanki locasında
Senator Sexton eliminated the question in a wink. (in one moment)
Senatör Sexton soruyu bir anda saf dışı bıraktı.
Senator Sexton eliminated the question.
Senatör Sexton soruyu saf dışı bıraktı.
Senator Sexton is as usual in his booth /lodge
Senatör Sexton her zamanki gibi locasında
Senator Sexton leaned forward.
Senatör Sexton başını ileri uzattı.
Senator, your TV adds are calling for equal salaries to be given to women at the workplace (pl)
Senatör, televizyonlardaki reklamlarınız işyerlerinde kadınlara eşit maaşlar verilmesi çağrısında bulunuyor.
Senatör Sexton's eyes looked at her furiously without blinking.
Senatör Sexton'ın gözleri hiç kıpırdamadan öfkeyle ona bakıyordu.
Senatör Sexton's eyes pierced her almost like two ice crystals.
Senatör Sexton'ın gözleri adeta iki buz kristali onu delip geçiyordu.
serenity /calmness/, composure
dinginlik
seventy
yetmiş
Sexton found himself even a new wife.
Sexton kendine yeni bir eş bulmuş bile.
Sexton learned over the table.
Sexton masada öne doğru eğildi.
Sexton took a sip of his coffee.
Sexton kahvesinden bir yudum aldı.
Sexton took a sip of his coffee. 'Come on, tell me, how is it going?'
Sexton kahvesinden bir yudum aldı. 'Anlat bakalım, nasıl gidiyor?'
sexy
seksi
She and her father
O ve babası
She and her father had argued about this subject before.
O ve babası daha önce bu konuyu tartışmışlardı.
She compiles the intelligence reports and
İstihbarat raporlarını derleyip
She compiles the intelligence reports and sends them to the White House.
İstihbarat raporlarını derleyip Beyaz Saray'a gönderiyor.
she contented to look
bakmakla yetindi
She didn't kiss her father.
Babasını öpmedi.
She felt in his artificial smile
onun yapmacık tebessümünde hissetti
She felt in his artificial smile that the question was pre-prepared.
onun yapmacık tebessümünde sorunun önceden hazırlandığını hissetti.
She figured out the abbreviation immediately and frowned.
Kısaltmayı hemen çözdü ve kaşlarını çattı.
She figured out the abbreviation immediately.
Kısaltmayı hemen çözdü.
She groped in her bag for her pager.
Çantasından el yordamıyla çağrı cihazını buldu.
She had a sturdy disposition
sağlam bir tavrı vardı
She had a sturdy disposition, her chin was slightly raised upwards, not insolent, she only seemed strong.
Sağlam bir tavrı vardı çenesi hafifçe yukarı kalkmıştı küstah değil, sadece güçlü görünüyordu.
she had learned long time ago
uzun zaman önce öğrenmişti
she had learned long time ago that he wouldn't want to take her out
ondan kendisine eşlik etmesini istemeyeceğini uzun zaman önce öğrenmişti.
she had learned that he wouldn't want
istemeyeceğini öğrenmişti
She has a position in a quite low level.
Oldukça alt seviyede bir pozisyonu var.
she hated him
ondan nefret ediyordu
She is working in an intelligence organisation.
istihbarat teşkilatında görev yapıyor.
She knew exactly
kesinlikle biliyordu
She knew exactly in which purpose this was asked.
Hangi amaçla sorulduğunu kesinlikle biliyordu.
she only seemed strong
sadece güçlü görünüyordu
She pushed a sequence of five buttons to confirm that the person holding the device in her hand was really her.
Çihazı elinde bulunduran kişinin gerçekten kendisi olduğunu teyit etmek için sırayla beş düğmeye bastı.
She pushed a sequence of five buttons to confirm.
Teyit etmek için sırayla beş düğmeye bastı.
She pushed five buttons to confirm.
Teyit etmek için beş düğmeye bastı.
She regretted exploding all of a sudden .
Birdenbire köpürmesinden dolayı pişman oldu.
She sends them to the White House.
Beyaz Saray'a gönderiyor.
She stepped up onto the table and...
Masanın üstüne çıkıp
She wanted to perforate him with the fork.
Onu çatalla delik deşik etmek istedi.
She wanted to step up onto the table and perforate him with the fork.
Masanın üstüne çıkıp onu çatalla delik deşik etmek istedi.
she was late
geç kaldı
she would receive
alacaktı
shield (k)
kalkan
ship
gemi
shoe
ayakkabı
shoes
ayakkabılar
short
kısa
short enough to show
gösterecek kadar kısa
short enough to show that she was smarter than you (pl/formal)
sizden daha akıllı olduğunu gösterecek kadar kısa
shot /throw (sport)
atış
shoulder
omuz
silent
sessiz
silver
gümüş
silver (pl.) hitting one another
birbirine çarpan gümüşler
sip /gulp /Schluck
yudum
Sir
efendim
sixty
altmış
skates /Schlittshuhe /patins
paten
skill /artfullness /savoir faire
maharet
sled runners /Schlittenkufen
paten demiri
sledge /Schlitten
kızak
slightly
hafifçe
slogan
slogan
slow
yavaş
slow
yavaş
slowly
yavaşça
smarter than you (pl/formal)
sizden daha akıllı
smile (t)
tebessüm
Sneeden grinned at the Senator.
Sneeden, senatöre sırıttı.
Sneeden nodded, then his gaze hardened.
Sneeden başını evet anlamında salladı, sonra bakışları sertleşti.
Sneeden nodded.
Sneeden başını evet anlamında salladı.
snow
kar
so that when taking into account his talent for imitation
ki taklit yeteneği dikkate alındığında
so that when taking into account his talent for imitation, this appearance was not odd at all.
ki taklit yeteneği dikkate alındığında bu görüntü hiç de yadırganmıyordu
So who are you (pl/formal)?
Peki siz kimsiniz?
So/such /So it is.
öyle
soap opera
arkası yarın (dizileri)
soft (adj)
yumuşak
Soften, Rachel!
Yumuşa, Rachel!
Soften, Rachel! Be very calm!
Yumuşa, Rachel! Çok sakin ol!
some
bazıları
some being decent others not very
bazıları usturuplu, bazıları pek değil
sometime
bir ara
sometimes
bazen
song
şarkı
sound /voice /noise
ses
source
kaynak
space /emptyness /void
boşluk
specialty /peculiarity/quality /character/particularity
özellik
spending /expense
harcama
spirit
ruh
stamping ground /beaten track / frequented place
uğrak (yeri)
Start to improve! Start improving!
İyileştirmeye başlayın!
State (e. g. of America) /province
eyalet
stiffened by fear
Korkudan kaskatı kesilen
Stiffened by fear Brophy tried swinging his fists to defend himself against the strong hands pushing him outside.
Korkudan kaskatı kesilen Brophy yumruklarını savurarak, onu dışarı iten güçlü ellere karşı kendini savunmaya çalıştı.
stiletto /mit Stöckelabsätzen
ince topuklu
still /nonetheless /even so
yine de
still nothing would have prepared him for the inhuman disaster that he was going to experience
yine de hiçbir şey onu yaşayacağı insanlık dışı felakete hazırlamış olmazdı
stop by /drop in / visit
uğramak
Stop by the office sometime
Bir ara ofise uğra
Stop by the office sometime and say hello.
Bir ara ofise uğrayıp bir merhaba de.
Stop wasting, start improving! (Stop spending, start mending)
Harcamayı bırakın, iyileştirmeye başlayın!
storm
fırtına
storm clouds
fırtına bulutları
storm clouds beginning to gather
toplanmaya başlayan fırtına bulutları
storm clouds gathered
fırtına bulutları toplandı
strange (adj) (t)
tuhaf
strong
güçlü
strong families
güçlü aileler
strong women
güçlü kadınlar
struggle /fight (noun)
mücadele
stupid (a)
aptal
sturdy /strong /solid /stout
sağlam
style (t)
tarz
subject
konu
success /achievement /accomplishment
başarı
suddenly
birden
suddenly /all of a sudden
birdenbire
suddenly /at once (b)
birden
Super Tuesday (a day on which several states hold primary elections)
Süper Salı
surprise /wonder
şaşkınlık
surprise /wonder /astonishment /confusion
şaşkınlık
sweat
ter
sweet
tatlı
sweet tongued
tatlı dilli
swing /hurl /throw /blow out
savurmak
Swinging his fists Brophy tried to defend himself against the strong hands pushing him outside.
Brophy yumruklarını savurarak, onu dışarı iten güçlü ellere karşı kendini savunmaya çalıştı.
table
masa
table
masa
Take out your wireless!
Telsizinizi çıkarın!
Taking a recording device out he began the recording.
Bir kayıt cihazı çıkararak, kayda başladı.
Taking a tiny recording device out he began the recording.
Ufak bir kayıt cihazı çıkararak, kayda başladı.
talent /skill (y)
yetenek
talking
konuşan
tax
vergi
tax
vergi
tax cuts
vergi indirimi
tax cuts to newly weds
yeni evlilere vergi indirimi
tear
yaş
television
televizyon
temperament
mizaç
temple (face) / Schläfe
şakak
temporarily
geçici bir süre
temporary
geçici
ten
on
ten turkish words (k)
on türkçe kelime
text
metin
Thank you
teşekkür ederim
Thank you to both of you.
Her ikinize teşekkür ederim.
Thank you to both of you.
Her ikinize teşekkür ederim.
thanks to /grâce à
sayesinde
that (the)
o
that / so /word to connect direct speech to the main sentence when the main sentence uses any verb other than demek
diye
that a part of her defence shield melted away
savunma kalkanının bir parçasının eriyip gittiği
that are in our country
ülkemizdeki
that are on televisions
televizyonlardaki
that both of you find
ikinizin bulduğu
that both of you find time to dine together
ikinizin birlikte yemeğe vakit bulduğu
that both of you find time to dine together is quite sensational.
ikinizin birlikte yemeğe vakit bulduğunu oldukça heyecan verici
that familiar feeling that she often had felt in meetings with her father
babasıyla buluşmalarında sıklıkla duyumsadığı o tanıdık his
that he grinned
sırıttığı
that he will experience
yaşayacağı
that her father could send off the court
babasının sahanın dışına gönderebileceği
that her father could send off the court by making a smash
babasının smaç yaparak sahanın dışına gönderebileceği
that her father was quoting pop songs
babasının pop şarkılardan alıntılar yaptığı
that her father would easily be able to catch and by making a smatch send off the court
babasının kolayca yetişip smaç yaparak sahanın dışına gönderebileceği
that I am drowning
boğulduğum
That is his daughter.
O kızı.
that man from the Ministry of Foreign Affairs
Dışişleri Bakanlığı'ndan şu adam
that man that I arranged for you
sana ayarladığım şu adam
that means
demek
that message
o mesaj
that she was late
geç kaldığı
that she was smarter than you (pl/formal)
sizden daha akıllı olduğu
that the children are our future
çocukların bizim geleceğimiz olduğu
that the person holding the device in her hand was really her
cihazı elinde bulunduran kişinin gerçekten kendisi olduğu
that the question was pre-prepared
sorunun önceden hazırlandığı
that the Senator's classic good looks had passed on
Senatörün klasik iyi görünümünün geçtiği
that the Senator's classic good looks had passed on to the next generation
Senatörün klasik iyi görünümünün bir sonraki nesle geçtiği
that they trust
güvendikleri
that they will trust
güvenecekleri
that they won't be able to trust
güvenemeyecekleri
that they won't trust
güvenmeyecekleri
that this particularity would lead him
bu özelliğinin onu götüreceği
that this particularity would lead him into the White House
bu özelliğinin onu Beyaz Saray'a götüreceği
that this was asked
sorulduğu
that was in Rachel's bag
Rachel'in çantasındaki
that you (form.) made a tremendous leap
muazzam sıçrama yaptığınız
that you (pl) solve
çözdüğünüz
that you came to this breakfast about to discuss your possibilty of leaving your current job in order to work in your father's campaign.
Bu kahvaltıya babanızın kampanyasında çalışmak için mevcut işinizden ayrılma ihtimalinizi tartışmak üzere geldiğiniz
that you met the President
Başkan'la tanıştığın
That's it !
İşte bu !
That's it ! You came across your first ten turkish words.
İşte bu! İlk on türkçe kelimene rastladın.
That's it ! You have come across eight hundred and fifty turkish words
İşte bu! Sekiz yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across eight hundred turkish words.
İşte bu! Sekiz yüz tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across five hundred turkish words.
İşte bu ! Beş yüz tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across five hundred and fifty turkish words.
İşte bu ! Beş yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across four hundred and fifty turkish words.
İşte bu ! Dört yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across four hundred turkish words.
İşte bu ! Dört yüz tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across hundred and ninety turkish words.
İşte bu ! Yüz doksan tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across hundred and seveny turkish words.
İşte bu ! Yüz yetmiş tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across hundred and sixty turkish words.
İşte bu ! Yüz altmış tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across hundred eighty turkish words.
İşte bu ! Yüz seksen tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across hundred fifty turkish words.
İşte bu ! Yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across hundred forty turkish words.
İşte bu ! Yüz kırk tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across hundred ten turkish words.
İşte bu ! Yüz on tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across hundred thirty turkish words.
İşte bu ! Yüz otuz tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across hundred twenty turkish words.
İşte bu ! Yüz yirmi tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across nine hundred fifty turkish words.
İşte bu! Dokuz yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across nine hundred turkish words.
İşte bu! Dokuz yüz tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across one thousand fifty turkish words.
İşte bu! Bin elli tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across one thousand one hundred and fifty turkish words.
İşte bu! Bin yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across one thousand one hundred turkish words.
İşte bu! Bin yüz tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across one thousand turkish words.
İşte bu! Bin tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across one thousand two hundred and fifty turkish words.
İşte bu! Bin iki yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın
That's it ! You have come across one thousand two hundred turkish words.
İşte bu! Bin iki yüz tane türkçe kelimeye rastladın
That's it ! You have come across seven hundred and fifty turkish words.
İşte bu! Yedi yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across seven hundred turkish words.
İşte bu! Yedi yüz tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across six hundred and fifty turkish words.
İşte bu! Altı yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across six hundred turkish words.
İşte bu! Altı yüz tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across three hundred turkish words.
İşte bu ! Üç yüz tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across three hundred and fifty turkish words.
İşte bu ! Üç yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across two hundred turkish words.
İşte bu ! İki yüz tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across two hundred and fifty turkish words.
İşte bu ! İki yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across your first eighty turkish words.
İşte bu ! İlk seksen türkçe kelimene rastladın.
That's it ! You have come across your first fifty turkish words.
İşte bu ! İlk elli türkçe kelimene rastladın.
That's it ! You have come across your first forty turkish words.
İşte bu ! İlk kırk türkçe kelimene rastladın.
That's it ! You have come across your first hundred turkish words.
İşte bu ! İlk yüz türkçe kelimene rastladın.
That's it ! You have come across your first ninety turkish words.
İşte bu ! İlk doksan türkçe kelimene rastladın.
That's it ! You have come across your first seventy turkish words.
İşte bu ! İlk yetmiş türkçe kelimene rastladın.
That's it ! You have come across your first sixty turkish words.
İşte bu ! İlk altmış türkçe kelimene rastladın.
That's it ! You have come across your first thirty turkish words.
İşte bu ! İlk otuz türkçe kelimene rastladın.
That's it ! You have come across your first twenty turkish words.
İşte bu ! İlk yirmi türkçe kelimene rastladın.
that/so that (conj.)
ki
the (heavily) laden sledge
yüklü kızak
The Americans are beginning to notice that from now on the time has come to stop spending and to start improving (mending)
Amerikalılar artık harcamayı bırakıp iyileştirmeye başlama zamanının geldiğini fark etmeye başlıyorlar.
The Americans begin to notice
Amerikalılar fark etmeye başlıyorlar.
The Americans have begun to understand that they won't be able to trust the President for making difficult decisions facing the country.
Amerikalılar, ülkenin karşısına çıkan zor kararları vermekte Başkan'a güvenemeyeceklerini anlamaya başladılar.
The Americans have begun to understand that they won't be able to trust the President for making difficult decisions.
Amerikalılar zor kararları vermekte Başkan'a güvenemeyeceklerini anlamaya başladılar.
The Americans have begun to understand that they won't be able to trust the President.
Amerikalılar Başkan'a güvenemeyeceklerini anlamaya başladılar.
The Americans have begun to understand.
Amerikalılar anlamaya başladılar.
The Americans have noticed that from now on the time has come to stop spending and to start improving (mending)
Amerikalılar artık harcamayı bırakıp iyileştirmeye başlama zamanının geldiğini fark ettiler
the animals being dragged out of the helicopter
helikopterden dışarı sürüklenen hayvanlar
the application of tax cuts
vergi indirimi uygulanması
the basket on top of the table
masanın üstündeki sepet
the cacophonical echoes created (o) by the noises rising from cell phone conversations
cep telefonu görüşmelerinden yükselen seslerin oluşturduğu ahenksiz yankılar
the cacophonical echoes created (o) by the noises rising from silver(pl. ) banging against each other, espresso machines and cell phone conversations
birbirine çarpan gümüşler, espresso makineleri ve cep telefonu görüşmelerinden yükselen seslerin oluşturduğu ahenksiz yankılar
the calling (inviting/summoning) for breakfast
kahvaltıya çağırma
The campaign is going well.
Kampanya iyi gidiyor.
the candidate of his party
partisinin adayı
the cargo section /freight compartment
yük bölümü
The chief waiter felt that his nerves suddenly tensed .
Şefgarson birden sinirlerinin gerildiğini hissetti.
The chief waiter felt that his nerves tensed.
Şefgarson sinirlerinin gerildiğini hissetti.
The chief waiter secretly took a sip from his morning Bloody Mary
Şefgarson gizlice sabah Bloody Mary'sinden bir yudum çekiyordu.
The chief waiter secretly took a sip.
Şefgarson gizlice bir yudum çekiyordu.
the chief waiter's nerves tensed
şefgarsonun sinirleri gerildi.
The children are our future.
Çocuklar bizim geleceğimiz.
the cold air
soğuk hava
the cold weather conditions
soğuk hava şartları
the conflicts arising because your daughter has worked
kızınızın çalışmış olmasından kaynaklanan çatışmalar
the conflicts arising because your daughter is working
kızınızın çalışıyor olmasından kaynaklanan çatışmalar
the conflicts arising because your daughter will be working
kızınızın çalışacak olmasından kaynaklanan çatışmalar
the conflicts caused by your daughter's working
kızınızın çalışmasından kaynaklanan çatışmalar
the cruel splendour of this land
bu arazinin acımasız ihtişamı
the dogs slowed down turning their eyes (looks) to the sky
köpekler bakışlarını gökyüzüne çevirerek yavaşladı
the dogs barked
köpekler havladılar.
the dogs began to whimper.
Köpekler inlemeye başladı.
The dogs being on alert growled/snarled.
Tetikte duran köpekler hırladılar.
the dogs growled/snarled
köpekler hırladılar
The dogs suddenly slowed down.
Köpekler birden yavaşladı.
the door of the helicopter
helikopterin kapısı
the eaters
yiyenler
the enormous weight
muazzam ağırlık
the excuse to escape
kaçmak için bahanesi
the excuse to escape was ready
kaçmak için bahanesi hazırdı
the familiar feeling of being humiliated
tanıdık aşağılanma hissi
the fashion of the moment (day)
günün modası
the first
ilk
the first (b)
birinci
the geological detection devices sledge
jeolojik algılama aygıtları kızağı
The geologist Charles Brophy despite having endured the cruel splendour of this land for years, still nothing would have prepared him for the inhuman disaster that he was going to experience.
Jeolog Charles Brophy bu arazinin acımasız ihtişamına yıllarca katlanmış olmasına rağmen yine de hiçbir şey onu yaşayacağı insanlık dışı felakete hazırlamış olmazdı.
The geologist Charles Brophy despite having endured the cruel splendour of this land for years...
Jeolog Charles Brophy bu arazinin acımasız ihtişamına yıllarca katlanmış olmasına rağmen
The geologist Charles Brophy, despite having endured the cruel splendour of this land,...
Jeolog Charles Brophy bu arazinin acımasız ihtişamına katlanmış olmasına rağmen
The geologist wavered
Jeolog bocaladı.
The geologist wavered: "Where do you know my name from?"
Jeolog bocaladı. 'İsmimi nerden biliyorsunuz?'
the goverment spendings
hükümet harcamaları
The hair style that was the latest fashion in Washington :'the anchor woman' long enough to appear sexy, but short enough to show that she was smarter than you.
Washington'da en revaçta olan saç tarzı: 'Haber spikeri kadın' seksi görünecek kadar uzun, ama sizden daha akıllı olduğunu gösterecek kadar kısa
the harsh electronic ringing
şiddetli elektronik çınlama
the harsh electronic ringing interrupted the conversation
şiddetli elektronik çınlama konuşmaları bölerdi
the helicopter descended
helikopter alçalıyordu
the helicopter descended drawing a curve
helikopter kavis çizerek alçalıyordu.
The helicopter landed fifty meters away, blowing(s) a cloud (k) of powdery snow into the air.
Helikopter, toz gibi kardan bir kümeyi havaya savurarak elli metre kadar uzağa indi.
The helicopter landed fifty meters away.
Helikopter elli metre kadar uzağa indi.
The helicopter landed.
Helikopter indi.
the helicopter taking off turned westwards
helikopter havalanarak batıya döndü
the helicopter took off
helikopter havalandı
the helicopter turned (d)
helikopter döndü
the helicopter zoomed
helikopter dikine yükseliyordu
The horse meat that the Toulos Restaurant presented
Toulos Restoranı'nın sunduğu at eti
The horse meat that the Toulos Restaurant proudly presented didn't match at all the fashion of the moment
Toulos Restoranı'nın gururla sunduğu at eti günün modasına hiç uygun değildi.
the ice canyons and crevices
buzul kanyonları ve yarıkları
the image of a doctor
doktor görüntüsü
the image of a doctor sprung out of a soap opera
arkası yarın dizilerinden fırlamış bir doktor görüntüsü
the inside
içeri
The journalist extended his recording device to her nose. 'Miss Sexton?'
Muhabir kayıt cihazını burnuna uzatmıştı. 'Bayan Sexton?'
The journalist gave an air as if he was worried because of his question.
Muhabir sorusundan dolayı endişeleniyormuş gibi bir hava verdi.
The journalist's eyes grew.
Muhabirin gözleri büyüdü.
The journalist's question was of the kind called grapefruit by the reporters
Muhabirin sorusu, gazetecilerin greyfurt dediği türden.
The journalist's question was of the kind called grapefruit by the reporters,a hidden favour presented to the Senator in form of a difficult question - a slow shot that her father would easily be able to catch and by making a smatch send it off the court.
Muhabirin sorusu, gazetecilerin greyfurt dediği türden, Senatöre zor bir soru görünümünde sunulan üstü kapalı bir kıyak - babasının kolayca yetişip smaç yaparak sahanın dışına gönderebileceği yavaş bir atıştı.
the LCD began to blink
LCD yanıp sönmeye başladı
the logic of this
bunun mantığı
the looks following her
onu arkasından takip eden bakışlar
the looks of men
erkeklerin bakışları
the looks of men following her
onu arkasından takip eden erkeklerin bakışları
The man chuckled.
Adam kıkırdadı.
The man pressed his rifle hard against Brophy's temple
Adam tüfeğini sertçe Brophy'nin şakağına bastırdı.
the man talking first
ilk konuşan adam
the man was a 'wolf of politics' / expert politician
adam siyaset kurduydu
the man who had spoken first handed him a note paper
ilk konuşan adam bir not kâğıdını ona uzattı
the man who had spoken first handed him a note paper with a few written ligns on it.
İlk konuşan adam, üzerine birkaç satır yazılı bir not kâğıdını ona uzattı.
the man's power
adamın gücü
the meaning of that message
o mesajın anlamı
The meeting (t) reached its end.
Toplantı sona erdi.
the men (dressed) in white clothes
beyaz giysiler içindeki adamlar
The men didn't answer (y. v.)
Adamlar yanıt vermediler.
The men didn't say a word (anything).
Adamlar hiçbir şey söylemediler.
The men dressed in white clothes suitable for the cold weather conditions
Soğuk hava şartlarına uygun beyaz giysiler içindeki adamlar
The men dressed in white clothes suitable for the cold weather conditions, with their rifles in their hands advanced towards Brophy as if they were in a hurry.
Soğuk hava şartlarına uygun beyaz giysiler içindeki adamlar, ellerinde tüfekleriyle aceleleri varmış gibi Brophy'ye doğru ilerlediler.
The men suddenly stood up.
Adamlar birden ayağa kalktılar.
The men with their rifles in their hands advanced towards Brophy as if they were in a hurry.
Adamlar, ellerinde tüfekleriyle aceleleri varmış gibi Brophy'ye doğru ilerlediler.
the message coming to the LCD screen
LCD ekranına gelen mesaj
the message frequency
ileti frekansı
The milk calf and horse meat battered with black pepper that the Toulos Restaurant - a neighbour to Capitol Hill- proudly presented didn't match at all the fashion of the moment (day).
Capitol Hill'e komşu olan Toulos Restoranı'nın gururla sunduğu süt danası ve karabiberle dövülmüş at eti günün modasına hiç uygun değildi.
The milk calf and horse meat battered with black pepper that the Toulos Restaurant proudly presented didn't match at all the fashion of the moment (day).
Toulos Restoranı'nın gururla sunduğu süt danası ve karabiberle dövülmüş at eti günün modasına hiç uygun değildi.
the morning meal / breakfast
sabah kahvaltısı
the next
bir sonraki
the noises rising from cell phone conversations
cep telefonu görüşmelerinden yükselen sesler
the noises rising from silver (pl.) banging against each other, espresso machines and cell phone conversations
birbirine çarpan gümüşler, espresso makineleri ve cep telefonu görüşmelerinden yükselen sesler
the one in this profession
bu meslekteki
the one of the country
ülkeninki
the order to postpone
erteleme emri
the other
diğer
the other (one)
diğeri
the other man
diğer adam
The other man raising his rifle aimed at Brophy's head.
Diğer adam tüfeğini kaldırarak Brophy'nin başına doğrulttu.
The other one answered.
Diğeri yanıtladı.
the pager in Rachel's bag
Rachel'in çantasındaki çağrı cihazı
The pager in Rachel's bag began to ring as if the order to postpone her father's renforcement speech had come.
Rachel'in çantasındaki çağrı cihazı, babasının infaz söylevine erteleme emri gelmiş gibi çalmaya başladı.
The pager in Rachel's bag began to ring.
Rachel'in çantasındaki çağrı cihazı çalmaya başladı.
The pager's sound stopped.
Cihazın sesi kesildi.
The pager's sound stopped and the LCD began to blink.
Cihazın sesi kesildi ve LCD yanıp sönmeye başladı.
the people eating
yemek yiyen kişiler
the person holding the device in her hand
cihazı elinde bulunduran kişi
the pocket of his parka
parkasının cebi
the possibilty of leaving your work
işinizden ayrılma ihtimaliniz
the president being in deep waters
güç durumdaki başkan
the president of the United States of America
Amerika Birleşik Devletleri başkanı
The question had caught her completely unprepared.
Soru onu tamamen hazırlıksız yakalamıştı.
the recording (nom - dat.)
kayıt - kayda
the repetition of sounds (rhyming)
ses yinelemesi
The reporter laughed right on time.
Muhabir tam zamanında güldü.
The reporter's face shone with joy.
Muhabirin yüzü sevinçle parladı.
the reporter's question
muhabirin sorusu
The ressemblance (likeness) is obvious. (a)
Benzerlik aşikâr.
The ressemblance (likeness) was obvious. (a)
Benzerlik aşikârdı.
the rumours on the subject that you came
geldiğiniz konusundaki söylentiler
the schools that are in our country
ülkemizdeki okullar
The Senator cackled mournfully.
Senatör kederle kesik kesik güldü.
The Senator cackled.
Senatör kesik kesik güldü.
The Senator changed his behaviour.
Senatör tavrını değiştirdi.
The Senator had lost Rachel's trust years ago, but he was quickly winning the one of the country.
Senatör Rachel'ın güvenini yıllar önce kaybetmişti, ama ülkeninkini hızla kazanıyordu.
The Senator had lost Rachel's trust years ago.
Senatör Rachel'ın güvenini yıllar önce kaybetmişti.
The Senator narrowed his eyes.
Senatör gözlerini kıstı.
The Senator narrowed his eyes. 'You know, your selfish manners sometimes really...'
Senatör gözlerini kıstı. 'Biliyor musun, bazen bencil tavırların gerçekten...'
the Senator smiled
Senatör gülümsedi.
The Senator smiled wiping his mouth with the napkin
Senatör ağzını peçeteyle silerek gülümsedi
The Senator smiled wiping his mouth with the napkin: 'With pleasure, Ralph. Only be quick!I don't want to let my coffee get cold. '
Senatör ağzını peçeteyle silerek gülümsedi: 'Memnuniyetle, Ralph. Yalnız çabuk ol. Kahvemi soğutmak istemiyorum.'
The Senator threw an angry look because his words (l) were interrupted.
Senatör lafı kesildiği için öfkeli bir bakış fırlattı.
The Senator threw an angry look.
Senatör öfkeli bir bakış fırlattı.
The Senator was a regular client (of) here.
Senatör buranın devamlı müşteriydi.
The Senator was a regular client.
Senatör devamlı müşteriydi.
The senator was one of the most famous men.
Senatör en ünlü adamlardan biriydi.
The Senator was talking in a loud voice on his cell phone about one of his latest achievements.
Senatör cep telefonunda yüksek sesle son başarılarından biri hakkında konuşuyordu.
The Senator's business was finished.
Senatörün işi bitti.
the Senator's business with her
Senatörün onunla işi
The Senator's composure was very difficult to get out of order.
Senatörün soğukkanlılığı çok zor bozulurdu.
the Senator's demeanor
Senatör'ün tavrı
the Senator's demeanor changed
Senatör'ün tavrı değişti
The Senator's eyes were a gift from God.
Senatörün gözleri Allah vergisiydi.
the Senator's penetrating look (pl)
Senatör'ün delici bakışları
the sky
gökyüzü
The spendings are putting this country into debt.
Harcamalar bu ülkeyi borca sokuyor.
the splendour(i) of this land (a)
bu arazinin ihtişamı
the strange message (m)
tuhaf mesaj
the tears would go
yaşlar giderdi
the tears would go and open a door to an enthousiastic spirit
yaşlar gider ve çoşkulu bir ruha kapı açardı.
the tears would go immediately after and by inspiring trust in everything open a door to an enthousiastic spirit
hemen sonra yaşlar gider ve her şeye karşı güven telkin ederek, çoşkulu bir ruha kapı açardı
the thirty year old woman
otuz yaşındaki kadın
the time has come to stop from now on spending and to start improving
artık harcamayı bırakıp iyileştirmeye başlama zamanı geldi
the Toulos Restaurant
Toulos Restoranı
The Toulos Restaurant being a neighbour to Capitol Hill
Capitol Hill'e komşu olan Toulos Restoranı
the United States of America
Amerika Birleşik Devletleri
the voice came out loud
ses yüksek çıktı
the voice came out louder
ses daha yüksek çıktı
the voice came out louder than Rachel thought
ses Rachel'ın düşündüğünden daha yüksek çıktı
the white haired and sweet tongued man
ak saçlı ve tatlı dilli adam
The white haired and sweet tongued man, blessed with the looks of a doctor sprung out of a soap opera was a wolf of politics, so that when taking into account his talent for imitation, this appearance was not odd at all.
Ak saçlı ve tatlı dilli adam, arkası yarın dizilerinden fırlamış bir doktor görüntüsüyle kutsanmış, bir siyaset kurduydu ki, taklit yeteneği dikkate alındığında bu görüntü hiç de yadırganmıyordu.
The white haired and sweet tongued man, blessed with the looks of a doctor sprung out of a soap opera...
Ak saçlı ve tatlı dilli adam, arkası yarın dizilerinden fırlamış bir doktor görüntüsüyle kutsanmış,...
the White House (lit. white palace)
Beyaz Saray
the wind came in from the open door
rüzgâr açık kapıdan içeri doluyordu
the wind filled the inside / the wind was coming in
rüzgâr içeri doluyordu
the woman 's hair was combed
kadının saçları taranmıştı
The woman 's hair was combed in the style being the latest fashion in Washington.
Kadının saçları Washington'da en revaçta olan tarzda taranmıştı.
The woman (loc) had the Senator's penetrating look (pl) and gentle behaviour.
Kadında Senatörün delici bakışları ve nazik tavrı vardı.
The woman (loc.) had the piercing look of the Senator and his gentle behaviour - that air of well-bred nobility.
Kadında Senatörün delici bakışları ve nazik tavrı - şu terbiyeli asalet havası - vardı.
The woman had the piercing look of the Senator. /In the woman was...
kadında Senatörün delici bakışları vardı
the woman in her mid thirties
otuzlu yaşlarının ortalarındaki kadın
the woman in her mid thirties was someone attractive.
otuzlu yaşlarının ortalarındaki kadın çekici biriydi.
The woman in her mid thirties, wearing a cream coloured Laura Ashley blouse, was someone attractive.
Krem rengi Laura Ashley bluz giyen otuzlu yaşlarının ortalarındaki kadın çekici biriydi.
The woman in her mid thirties, wearing pleated grey bell-leg trousers, modest heelless shoes and a cream coloured Laura Ashley blouse was someone attractive.
Pilili, bol pacalı gri pantolon, gösterişsiz topuksuz ayakkabılar ve krem rengi Laura Ashley bluz giyen otuzlu yaşlarının ortalarındaki kadın çekici biriydi.
the woman said with a shy voice
kadın çekingen bir sesle dedi
The woman said with a timid voice:"I am a bit late."
Kadın çekingen bir sesle, 'Biraz geciktim,' dedi.
The woman was someone attractive.
Kadın çekici biriydi.
the woman wearing a Laura Ashley blouse
Laura Ashley bluz giyen kadın
The woman wearing pleated grey bell-leg trousers, modest, heelless shoes and a cream coloured Laura Ashley blouse was someone attractive.
Pilili, bol pacalı gri pantolon, gösterişsiz topuksuz ayakkabılar ve krem rengi Laura Ashley bluz giyen kadın çekici biriydi.
The woman's light brown big wavy hair descending until her shoulders
Kadının omuzlarına dek inen iri dalgalı açık kahverengi saçları
The woman's light brown big wavy hair descending until her shoulders was combed in the style being the latest fashion in Washington.
Kadının omuzlarına dek inen iri dalgalı açık kahverengi saçları, Washington'da en revaçta olan tarzda taranmıştı.
the woman's shoulders
kadının omuzları
the words stayed temporarily suspended in the void.
kelimeler geçici bir süre boşlukta asılı kaldı
the-out-of-control-government spendings
Kontrolden çıkmış hükümet harcamaları
The-out-of-control-government spendings are putting this country every day a bit more into debt and the Americans are beginning to notice that from now on the time has come to stop spending and to start improving (mending)
Kontrolden çıkmış hükümet harcamaları bu ülkeyi her gün biraz daha borca sokuyor ve Amerikalılar artık harcamayı bırakıp iyileştirmeye başlama zamanının geldiğini fark etmeye başlıyorlar.
The-out-of-control-government spendings are putting this country every day a bit more into debt.
Kontrolden çıkmış hükümet harcamaları bu ülkeyi her gün biraz daha borca sokuyor
their hands
elleri
their looks /their eyes
bakışları
their making (Gerund verbal noun)
edişleri
their struggling (Gerund verbal noun)
mücadele edişleri
their struggling with pain against the heavy weight
muazzam ağırlığa karşı acıyla mücadele edişleri
then his gaze hardened
sonra bakışları sertleşti.
there is a call for... / is/are calling for
çağrısında bulunuyor
There is no time to explain.
Açıklamaya zaman yok.
There was no time. (I didn't even think of doing it...)
Vaktim yoktu.
therefore /for this (reason) /because of this
bu yüzden
therefore she hated him
bu yüzden ondan nefret ediyordu
they
onlar
They advanced towards Brophy as if they were in a hurry.
Aceleleri varmış gibi Brophy'ye doğru ilerlediler
They advanced towards Brophy.
Brophy'ye doğru ilerlediler.
they are in a hurry
aceleleri var
they didn't say
söylemediler
they gripped the (heavily) laden sledge
yüklü kızağı tuttular
they had argued /the used to argue
tartışmışlardı
they had argued about this subject
bu konuyu tartışmışlardı
they pulled him
onu çektiler.
They pulled hom towards the door.
Onu kapıya doğru çektiler.
they pushed the sledge out of the door
kızağı kapıdan dışarı ittiler
they turned their eyes(looks) to the sky
bakışlarını gökyüzüne çeviriyordu
They watched her from the corner of their eyes.
Yan gözle onu süzdüler.
things /goods /belongings
eşyalar
Think of your future.
Geleceğini düşün.
thirty
otuz
thirty
otuz
thirty years old /at the age of thirty
otuz yaşında
this
bu
this appearance was not odd at all
bu görüntü hiç de yadırganmıyordu
This has to do with trust.
Bunun itimatla ilgisi var.
this information
bu bilgi
This information is not correct.
Bu bilgi doğru değil.
This is strange.
Bu tuhaf.
this morning
bu sabah
This morning Toulos was quite busy with the cacophonical echoes created (o) by the voices rising from silver (pl.) banging against each other, espresso machines and cell phone conversations.
Bu sabah Toulos, birbirine çarpan gümüşler, espresso makineleri ve cep telefonu görüşmelerinden yükselen seslerin oluşturduğu ahenksiz yankılarla oldukça yoğundu.
This morning Toulos was quite busy.
Bu sabah Toulos oldukça yoğundu.
This much
bu kadar
this much (in the) north /so far north
bu kadar kuzeyde
this place
bu yer
This was not the reason.
Sebep bu değildi.
This was not your reason.
Sebebin bu değildi.
Those eating around
Etrafta yemek yiyenler
Those eating around watched her from the corner of their eyes.
Etrafta yemek yiyenler yan gözle onu süzdüler.
those in this profession
meslektekiler
though /despite
rağmen
Though a lot of memories had come to her mind, Rachel opted for remaining silent.
Aklına pek çok anı gelmiş olsa da, Rachel sessiz kalmayı yeğledi.
Though a lot of memories had come to her mind.
Aklına pek çok anı gelmiş olsa da.
Though Rachel Sexton carried her natural (inborn) blessings
Rachel Sexton doğuştan sahip olduğu nimetleri taşısa da
Though Rachel Sexton carried her natural (inborn) blessings with a grace and humility of grace and humility of which her father should take an example, it was clear that the Senator's classic good looks had passed on to the next generation.
Rachel Sexton doğuştan sahip olduğu nimetleri, babasının örnek alması gereken bir zarafet ve tevazu ile taşısa da, Senatörün klasik iyi görünümünün bir sonraki nesle geçtiği belli oluyordu.
Though Rachel Sexton carried her natural (inborn) blessings with grace and humility
Rachel Sexton doğuştan sahip olduğu nimetleri zarafet ve tevazu ile taşısa da
Though Rachel Sexton carried her natural (inborn) blessings with grace and humility of which her father should take an example
Rachel Sexton doğuştan sahip olduğu nimetleri, babasının örnek alması gereken bir zarafet ve tevazu ile taşısa da
though she carried
taşısa da
thousand
bin
thousand three hundred
bin üç yüz
three
üç
three hundred
üç yüz
throat (b)
boğaz
tight schedule
sıkışık program
tight/pressed/dense /crowded /jammed/crammed
sıkışık
time (v)
vakit
time (z)
zaman
time to explain
açıklamaya zaman
timid /shy /unsociable
çekingen
tiny
ufak
tip of the barrel (gun) /Gewehrmündung
namlunun ucu
tip/point/end /terminal /extremity
to accompany /to take s.o. out /to keep s. o. company /to escort
eşlik etmek
to act /behave mature
olgun davranmak
to add /supplement
ilave etmek
to adjust /regulate /set (a)
ayarlamak
to advance
ilerlemek
to affect /reflect
etkilemek
to allocate a fund
fon ayırmak
to answer (c. v.)
cevap vermek
to answer (y. v.)
yanıt vermek
to answer (y.)
yanıtlamak
to appear (b)
belirmek
to apply (u)
uygulanmak
to approve /confirm
onaylamak
to arrange /set
ayarlamak
to ascend /rise / climb (ç)
çıkmak
to ask
sormak
to bang /clash / hit
çarpmak
to bark
havlamak
to be (located) /have /exist
bulunmak
to be a helper /to be of help
yardımcı olmak
to be a neighbour to Capitol Hill
Capitol Hill'e komşu olmak
to be about to
üzere
to be aware
farkında olmak
to be clear (b. o.)
belli olmak
to be combed
taranmak
to be confused
aklı karışmak
to be convenient /to be enough /to permit
el vermek
to be determined /identified
belirlenmek
to be dragged (along)
sürüklenmek
to be fashionable
revaçta olmak
to be interrupted /cut
kesilmek
to be late
geç kalmak
to be late / to delay
gecikmek
to be odd (y)
yadırganmak
to be on guard /to be alert (lit. to be on the trigger)
tetikte durmak
to be overcome by the feeling of...
hissine kapılmak
to be pre-prepared
önceden hazırlanmak
to be prepared /to get ready
hazırlanmak
to be stiffened
kaskatı kesilmek
to be thrown/tossed (f)
fırlatılmak
to be turned / for looks (eyes) to turn
çevrilmek
to bear /stand /endure /put up with
katlanmak
to beat/hit (once)
vurmak
to become candidate for president of the United States of America
Amerika Birleşik Devletleri başkan adayı olmak
to begin
başlamak
to begin to gather
toplanmaya başlamak
to believe
inanmak
to believe (in a dative)
inanmak
to blink
yanıp sönmek
to both of you
her ikinize
to break down / upset/ spoil/ go wrong /get out of order
bozulmak
to burst /jump /spring
fırlamak
to burst into laughter
kahkahaya boğulmak
to cackle
kesik kesik gülmek
to call (to come/e. g. an ambulance)
çağırmak
to call /ring up s. o.
aramak
to carry
taşımak
to catch (y)
yetişmek
to catch (y)
yakalamak
to change
değişmek
to change sthg
değiştirmek
to close sthg
kapatmak
to collect oneself
kendini toplamak
to comb
taramak
to come
gelmek
to come across / to chance on / to meet
rastlamak
to compile /to gather
derlemek
to confirm
teyit etmek
to connect /attach
bağlamak
to content to /to make do with (+ile)
yetimek
to continue
devam etmek
to cool sthg
soğutmak
to cough
öksürmek
to cover /overspread / infest
kaplamak
to cram /stuff /shove
tıkmak
to create / form / constitute
oluşturmak
to curse
küfretmek
to cut /to stop sthg
kesmek
to cut /to stop sthg /interrupt
kesmek
to defend
savunmak
to delay/postpone
ertelemek
to descend (get off/out) /land
inmek
to descend /get lower
alçalmak
to descend /walk down /climb down
aşağı inmek
to descend from the slay
kızaktan inmek
to disappear /to get lost
kaybolmak
to disappear /to get lost from sight /vanish
gözden kaybolmak
to disapprove
onaylamamak
to discuss /debate /dispute
tartışmak
to dominate
hâkim olmak
to dominate yourself
kendine hâkim olmak
to draw
çizmek
to drown
boğulmak
to earn money /to make money
para kazanmak
to eat /to dine
yemek yemek
to eliminate
saf dışı bırakmak
to embrace /hug
kucaklamak
to enter
girmek
to entertain
ağırlamak
to escape
kaçmak
to explain
açıklamak
to explain
açıklamak
to explode/rage /effervesce /bubble over
köpürmek
to express
ifade etmek
to express to she was late
geç kaldığını ifade etmek
to f...
becermek
to face (e. g. an audience)
karşısına çıkmak
to face the country
ülkenin karşısına çıkmak
to fall
düşmek
to feel
hissetmek
to feel
hissetmek
to feel (d)
duyumsamak
to feel on the edge of one's nerves /his nerves to tense
sinirleri gerilmek
to fill (get full)
dolmak
to fill /come in
dolmak
to fill something with something
doldurmak
to find
bulmak
to find
bulmak
to find time
vakit bulmak
to finish /end
bitmek
to finish /end something
bitirmek
to fix /set /plant /erect
dikmek
to fling one's fists /to punch
yumruklarını savurmak
to follow
takip etmek
to follow (after) her
onu arkasından takip etmek
to frown
kaşlarını çatmak
to gain
kazanmak
to gather
toplanmak
to get a job
iş almak
to get lost
kaybolmak
to get married
evlenmek
to get on /hop on /board
binmek
to get out of sight /to disappear
gözden kaybolmak
to get up / lift / rise
kalkmak
to giggle /chuckle /chortle
kıkırdamak
to give an air of
bir hava vermek
to give rein to /to be overcome by/to give way to/ to sink into
kapılmak
to govern /rule / direct /conduct
yönetmek
to grimace (to fold one's face)
yüzünü buruşturmak
to grin
sırıtmak
to grope for (search blindly or uncertainly by feeling with the hands.)
el yordamıyla bulmak
to grow
büyümek
to growl /snarl
hırlamak
to guarantee /certify /make sure /ensure /make certain
garantilemek
to guess
tahmin etmek
to hand /to extend
uzatmak
to harden
sertleşmek
to hate + ablative
nefret etmek
to have a conversation
bir konuşma yapmak
to have a natural /to have an inborn /by nature
doğuştan sahip olmak
to have an argument
tartışmak
to have its source in /to originate /to be caused by
kaynaklanmak
to help
yardım etmek
to her mind
aklına
to her nose
burnuna
to hint
üstü kapalı söylemek
to hint at something contrary to this
bunun aksini ima etmek
to hold oneself back from /to refrain from
kendini tutmak
to hold/grip /take/keep
tutmak
to howl (wolves / dogs)
ulumak
to hurl /swing /fling /throw out (s)
savurmak
to improve
iyileştirmek
to inhale /take a breath
içine çekmek
to inspire confidence
güven telkin etmek
to interrupt a conversation
konuşmaları bölmek
to issue a law
kanun çıkarmak
to jump
atlamak
to jump on board
gemiye atlamak
to kiss
öpmek
to kiss her cheek
onu yanağından öpmek
to kiss her lips
onu dudaklarından öpmek
to know
bilmek
to know (someone)
tanımak
to laugh
gülmek
to lean forward /to protrude one's head forward to be able to see sthg that is otherwise out of sight.
başını ileri uzatmak
to lean over the table
masada öne doğru eğilmek
to learn
öğrenmek
to learn to dominate yourself
kendine hâkim olmayı öğrenmek
to leave (a)
ayrılmak
to leave /quit /give up
bırakmak
to leave behind
arkada bırakmak
to leave your work/quit your job
işinizden ayrılmak
to lift up /to raise
kaldırmak
to like (+ablative) (h)
hoşlanmak
to like the repetition of sounds
ses yinelemesinden hoşlanmak
to live /experience
yaşamak
to look
bakmak
to look for
aramak
to look up (to lift one's head and look)
başını kaldırıp bakmak
to lose sthg
kaybetmek
to love /like
sevmek
to make difficult decisions
zor kararları vermek
to make money from politics
politikadan para kazanmak
to meet / to become acquainted with /to make s. o. acquainted with
tanışmak
to meet s. o. (k)
karşılaşmak
to melt
erimek
to melt away /to melt and go
eriyip gitmek
to mention/allude to /hint at
ima etmek
to miss /to long for
özlemek
to move /wriggle /stir (for eyes) blink
kıpırdamak
to narrow one's eyes
gözlerini kısmak
to nod (to shake one's head in the meaning of yes)
başını evet anlamında sallamak
to not disrupt/destroy > to keep up
bozmamak
to not want to take her out
ondan kendisine eşlik etmesini istememek
to notice
fark etmek
to offer /propose /suggest
teklif etmek
to open
açmak
to open (up) /be opened
açılmak
to open a (any) door
kapı açmak
to open sthg
açmak
to pass on to the next generation
bir sonraki nesle geçmek
to perforate
delik deşik etmek
to pierce /thrust through
delip geçmek
to point /aim / straighten /orient
doğrultmak
to prefer /choose/opt (y)
yeğlemek
to prepare /to get ready
hazırlamak
to present
sunmak
to present /offer
sunmak
to press
bastırmak
to pull
çekmek
to pull the slay over the tundra
kızağı tundra üzerinde çekmek
to push
itmek
to push
basmak
to put into debt
borca sokmak
to quote (an ablative)
alıntı(lar) yapmak
to quote pop songs
pop şarkılardan alıntılar yapmak
to rattle off
bir çırpıda söylemek
to reach its end
sona ermek
to reduce /bring down (i)
indirmek
to regret
pişman olmak
to remain attached
bağlı durmak
to remain attached to Brophy's sledge
Brophy'nin kızağına bağlı durmak
to remain silent
sessiz kalmak
to remove from your ass with a corkscrew
kıçından tirbuşonla çıkarmak
to remove with a corkscrew
tirbuşonla çıkarmak
to repeat (y)
yinelemek
to ring
çalmak
to rise /swell
yükselmek
to say
demek
to say (s)
söylemek
to scream
çığlık atmak
to screetch / squeak/chirp /squeal
cırlamak
to see
görmek
to send
göndermek
to send off the court (sport)
sahane dışına göndermek
to settle
yerleşmek
to shine / sparkle /glow
parlamak
to shine with joy
sevinçle parlamak
to shout (s)
seslenmek
to show
göstermek
to sigh
içini çekmek
to slide /glisser
kaymak
to slide open
kayarak açılmak
to slow down
yavaşlamak
to smash (sport )
smaç yapmak
to smile
gülümsemek
to snatch
koparmak
to soften /mellow /melt
yumuşamak
to solve
çözmek
to sound (to come to the ear)
kulağa gelmek
to spare /distinguish /seperate /reserve /set apart
ayırmak
to spare time for the important things
önemli şeylere zaman ayırmak
to stand up
ayağa kalkmak
to stand up
ayağa kalkmak
to state /define /specify /determine
belirlemek
to stay suspended
asılı kalmak
to steer / lead /direct
yönlendirmek
to step up onto sthg
bir şeyin üstüne çıkmak
to stop from now on spending and
artık harcamayı bırakıp
to stop from now on spending and start to improve
artık harcamayı bırakıp iyileştirmeye başlamak
to stop spending
harcamayı bırakmak
to stop/stand
durmak
to struggle
mücadele etmek
to study /examine /analyze
incelemek
to suggest /inspire
telkin etmek
to sweat
ter basmak
to take
almak
to take (away) /lead
götürmek
to take a fright /to startle /to get afraid /to be frightened
ürkmek
to take a sip
bir yudum çekmek
to take an example
örnek almak
to take her out (from her to accompany himself)
ondan kendisine eşlik etmek
to take off
havalanmak
to take out
çıkarmak
to take pleasure
zevk duymak
to talk
konuşmak
to talk about (b) (+abl.)
bahsetmek
to talk about (b) (+abl.)
bahsetmek
to tap
hafifçe vurmak
to tell /to narrate
anlatmak
to thank
teşekkür etmek
to the front
öne doğru
to the front of the table
masada öne doğru
to the ice canyons that where down
aşağıdaki buzul kanyonlarına doğru
to the next generation
bir sonraki nesle
to the schools
okullara
to think
düşünmek
to think/fancy /suppose
sanmak
to throw
atmak
to throw a glance /cast a look
bir bakış fırlatmak
to throw an angry look at/to glare
öfkeli bir bakış fırlatmak
to transfer /transmit
iletmek
to tremble
titremek
to trust
güvenmek
to try (again and again)
çalışmak
to try /struggle /go after
çabalamak
to turn
çevirmek
to turn (d)
dönmek
to turn (ç)
çevirmek
to understand
anlamak
to understand
anlamak
to want
istemek
to want
istemek
to waste /spend
harcamak
to watch (s)
seyretmek
to waver /flounder /get confused /hesitate
bocalamak
to whimper /howl /moan /wail
inlemek
to whisper
fısıldamak
to win
kazanmak
to wipe /erase
silmek
to wipe one's mouth with a napkin
ağzını peçeteyle silmek
to work
çalışmak
to work /carry out a duty /serve
görev yapmak
to work in behalf of Senator Sexton
Senatör Sexton adına çalışmak
to write
yazmak
to you (dat. pl/formal )
size
to zoom (airplane)
dikine yükselmek
together
birlikte
tongue
dil
topic /subject
söz konusu
towards
doğru
towards Brophy
Brophy'ye doğru
towards the ice canyons
buzul kanyonlarına doğru
Transmit this!
Bunu ilet!
trembling
titreyerek
Trembling Brophy adjusted the message frequency.
Brophy titreyerek ileti frekansını ayarladı.
tremendous (m)
muazzam
trigger
tetik
trousers
pantolon
trousers with legs getting wider in the down part /bell-leg trousers/glockenförmige Hosen
bol pacalı pantolon
trust in /towards everything
her şeye karşı güven
trust/confidence
güven
trust/confidence (i)
itimat
Trying to collect herself together again, Rachel answered , 'Let me guess. A famous widower is looking for a young wife.'
Kendini yeniden toplamaya çalışan Rachel, 'Bırak tahmin edeyim,' diye cevap verdi. 'Ünlü bir dul kendine genç bir hanım arıyor.'
tuesday
salı
tundra (a vast, flat, treeless Arctic region of Europe, Asia, and North America in which the subsoil is permanently frozen.)
tundra
turkish (language)
türkçe
twelve
on iki
twelve republican candidates
on iki cumhuriyetçi aday
twenty
yirmi
two
iki
two men stepped out
iki adam indi
uncomfortable
rahatsız
under
altında
under his looks
onun bakışları altında
undulate / floating /wavy / flowing /curled
dalgalı
unexpected
beklenmedik
unprepared
hazırlıksız
unpretentious heelless shoes
gösterişsiz topuksuz ayakkabılar
until (d) +dative
dek
upwards
yukarı
USA
ABD
very (ç) few women
çok az kadın
very difficult (c. z.)
çok zor
Very few women dined in Toulos and still less of them looked like Rachel Sexton.
Toulos'da çok az kadın yemek yer, daha da azı Rachel Sexton gibi görünürdü.
Very few women dined in Toulos.
Toulos'da çok az kadın yemek yerdi.
voice /noise /sound
ses
waiter
garson
Was there an accident?
Bir kaza mı oldu?
Washington's politicians
Washington siyasileri
watch /clock
saat
wave
dalga
we (all)
bizler
We (all) are only two patriots having different ideas. .
Bizler sadece farklı fikirlere sahip iki vatanseveriz.
We (all) are only two patriots.
Bizler sadece iki vatanseveriz.
we are in a hurry
acelemiz var
We are just two patriots having different ideas concerning how we will rule our beloved country.
Bizler sadece sevdiğimiz ülkeyi nasıl yöneteceğimiz konusunda farklı fikirlere sahip iki vatanseveriz.
we are not in a hurry
acelemiz yok
we have done
yapmıştık
we haven't done
yapmamıştık
we want
istiyoruz
We want you to transmit
iletmeni istiyoruz
We want you to transmit an official emergency call.
Acil bir resmi bildiri iletmeni istiyoruz.
wearing
giyen
week
hafta
week
hafta
weight
ağırlık
well / alright /very well /ok / so
peki
well-bred /genteel /cultivated /civilized /well-mannered
terbiyeli
well-bred nobility
terbiyeli asalet
west
batı
westwards
batıya
what
ne
What happened, girls?
Ne oldu, kızlar?
What happened?
Ne oldu?
what he wanted
istediği
what the hell was..
neydi öyle
what was it
neydi
when appropriate
yeri gelince - yeri geldiğinde
when appropriate his eyes would fill with tears
yeri gelince gözleri yaşlarla dolardı
When appropriate his eyes would fill with tears but then immediately afterwards the tears would go and by inspiring trust in everything open a door to an enthousiastic spirit.
Yeri gelince gözleri yaşlarla dolar, ama sonra, hemen sonra yaşlar gider ve her şeye karşı güven telkin ederek, çoşkulu bir ruha kapı açardı.
When appropriate his eyes would fill with tears but then immediately afterwards the tears would go.
Yeri gelince gözleri yaşlarla dolar, ama sonra, hemen sonra yaşlar giderdi.
When Brophy's four dogs pulled the geological detection device slay over the tundra, they suddenly slowed down turning their eyes (looks) to the sky.
Brophy'nin dört köpeği, jeolojik algılama aygıtları kızağını tundra üzerinde çekerken, birden bakışlarını gökyüzüne çevirerek yavaşladı.
When Brophy's four dogs pulled the geological detection device slay over the tundra.
Brophy'nin dört köpeği, jeolojik algılama aygıtları kızağını tundra üzerinde çekerken...
when considering /when taking into account
dikkate alındığında
when he transmitted
iletirken
when he transmitted the strange message
tuhaf mesajı iletirken
When her voice came out louder than Rachel thought
Sesi Rachel'ın düşündüğünden daha yüksek çıkınca
When her voice came out louder than Rachel thought, the words stayed temporarily suspended in the void.
Sesi Rachel'ın düşündüğünden daha yüksek çıkınca, kelimeler geçici bir süre boşlukta asılı kaldı.
when I was thirty-four
ben otuz dört yaşımdayken
When it came to her father, it was not difficult to act more mature.
Babası söz konusu olduğunda, daha olgun davranmak güç değildi.
when it comes to...
... söz konusu olduğunda
when it comes/came to her father
babası söz konusu olduğunda
when it opened
açıldığında
when Rachel felt part of her defence shield melting away
Rachel savunma kalkanının bir parçasının eriyip gittiğini hissedince
When Rachel felt that part of her defence shield was melting away under his looks, she cursed the man's power from deep inside.
Rachel, onun bakışları altında savunma kalkanının bir parçasının eriyip gittiğini hissedince, içinden adamın gücüne küfretti.
when she felt (ince)
hissedince
When she looked at her father
babasına bakınca
When she looked at her father, she felt in his artificial smile that the question was pre-prepared.
Babasına bakınca, onun yapmacık tebessümünde sorunun önceden hazırlandığını hissetti.
When the call signal squealed
çağrı sinyali cırlayınca
When the call signal squealed, Rachel's eyes turned to the message coming to the LCD screen.
Çağrı sinyali cırlayınca, Rachel'ın bakışları LCD ekranına gelen mesaja çevrildi.
When the chief waiter made Senator's daughter pass through the dining room (y. s.)
Şefgarson Senatörün kızını yemek salonundan geçirirken
When the chief waiter made the Senator's daughter pass through the dining room (y. s.) he was embarrassed by the looks of men - some decent others not quite -following her.
Şefgarson Senatörün kızını yemek salonundan geçirirken, onu arkasından takip eden erkeklerin bakışlarından - bazıları usturuplu, bazıları pek değil - mahcup oldu.
When the chief waiter made the Senator's daughter pass through the dining room (y. s.) he was embarrassed by the looks of men following her.
Şefgarson Senatörün kızını yemek salonundan geçirirken, onu arkasından takip eden erkeklerin bakışlarından mahcup oldu.
when the door of the helicopter opened
helikopterin kapısı açıldığında
When the door of the helicopter slid open
Helikopterin kapısı kayarak açıldığında
When the door of the helicopter slid open, two men descended.
Helikopterin kapısı kayarak açıldığında, iki adam aşağı indi.
When the helicopter ascended
helikopter çıkarken
When the helicopter ascended to thousand three hundred meters
Helikopter bin üç yüz metreye çıkarken
when the helicopter gained altitude
helikopter irtifa kazanırken
When the helicopter gained altitude, the wind came in from the open door.
Helikopter irtifa kazanırken rüzgâr açık kapıdan içeri doluyordu.
When the men seized him
Adamlar onu yakaladıklarında
When the men seized him Brophy was already on his feet and screaming.
Adamlar onu yakaladıklarında Brophy çoktan ayağa kalkmış çığlık atıyordu.
when the voice came out louder than Rachel thought
ses Rachel'ın düşündüğünden daha yüksek çıkınca
when the woman entered (inside)
kadın içeri girdiğinde
When the woman entered (inside) the chief waiter secretly took a sip from his morning Bloody Mary.
kadın içeri girdiğinde şefgarson gizlice sabah Bloody Mary'sinden bir yudum çekiyordu.
when they pulled
çekerken
when they seized him
yakaladıklarında
Where do you(pl) know my name from?
İsmimi nerden biliyorsunuz?
white
beyaz
white (a) (old turkish)
ak
white clothes
beyaz giysiler
white haired
ak saçlı
who
kim
Who are you(pl/formal) ?
Siz kimsiniz?
Who are you?
Sen kimsin?
whoever you are
her kimsen
widow /widower
dul
wife
wind
rüzgâr
winter
kış
wire
tel
wireless /radio
telsiz
wires
teller
with a corkscrew
tirbuşonla
with a grace and humility of which her father should take an example
babasının örnek alması gereken bir zarafet ve tevazu ile
with a mock smile /with a make-believe smile
yapmacık bir tebessümle
with a shy voice
çekingen bir sesle
with a smile (t)
tebessümle
with an expression of surprise
şaşkınlık ifadesiyle
with an innocent expression of surprise
masum bir şaşkınlık ifadesiyle
With an innocent expression of surprise Senator Sexton leaned forward.
Senatör Sexton masum bir şaşkınlık ifadesiyle başını ileri uzattı.
with black pepper
karabiberle
with cacophonical echos
ahenksiz yankılarla
with care / sorgfältig
dikkatle
with difficulty /barely
güç
With difficulty Rachel held herself back from looking at her watch.
Rachel saatine bakmamak için kendini güç tuttu.
with echos
yankılarla
with grace(z) and humility
zarafet ve tevazu ile
with horror /in horror
dehşet içinde
with military skill
askeri maharetle
with my mother
annemle
with pain
acıyla
with pleasure
memnuniyetle
with rifles (mit Gewehren)
tüfeklerle
with tears
yaşlarla
with the cacophonical echos that were created by...
oluşturduğu ahenksiz yankılarla
with the fork
çatalla
with the help of her hands
el yordamıyla
with their rifles in their hands (Gewehre)
ellerinde tüfekleriyle
without +verb
- maksızın - meksizin
without blinking
kıpırdamadan
without having
olmaksızın
without heels/ flat heel /ohne Absatz /flach
topuksuz
without meaning /meaningless (fact)
anlamsızdır
without saying
söylemeden
without saying a single word
tek bir söz söylemeden
Without saying a single word they gripped the loaded sledge and pushed it out of the open door.
Tek bir söz söylemeden yüklü kızağı tutarak açık kapıdan dışarı ittiler.
without showing
göstermeden
without showing them that he grinned
sırıttığını onlara göstermeden
Without showing them that he grinned, he closed his recording device.
Sırıttığını onlara göstermeden kayıt cihazını kapattı.
without showing to them
onlara göstermeden
wolf
kurt
woman
kadın
word (k)
kelime
word (l)
laf
work /affair /business
workplace
işyeri
workplaces
işyerleri
worry/concern /anxiety (e)
endişe
written
yazılı
years ago
yıllar önce
You (pl or formal)
Siz
You (pl or formal) suggested budget cuttings
bütçe kesintileri teklif ettiniz
you (pl/pol. ) suggested quite controversial budget cuttings
hayli ihtilaflı bütçe kesintileri teklif ettiniz
You (pol.) often talk(b) about education.
Sıkça eğitimden bahsediyorsunuz.
you and your dogs
sen ve köpeklerin
You are not that young anymore.
Artık o kadar genç değilsin.
You are thirty-three.
Otuz üç yaşındasın.
you better learn
öğrensen iyi edersin
You came (about) to discuss
tartışmak üzere geldiniz
You came (about) to discuss the possibilty of leaving your work
işinizden ayrılma ihtimalinizi tartışmak üzere geldiniz
you came across
rastladın
you can work
çalışabilirsin
You can work for me.
Benim için çalışabilirsin.
you can't understand
anlayamıyorsun
you don't understand
anlamıyorsun
you have f... the neighbour(slady)
komşuyu becermiştin
You know when I was thirty-four, I was already...
Biliyorsun ben otuz dört yaşımdayken çoktan...
you remove that recording device only with a corkscrew from your ass
o kayıt cihazını kıçından ancak tirbuşonla çıkarırsın.
you should jump
atlamalısın
you understand
anlıyorsun
you were married to my mother
annemle evlenmiştin
you(sg)
sen
your (pl) tight program
sıkışık programınız
your (polite) Tv adds (youradds that are on televisions)
televizyonlardaki reklamlarınız
your and your daughter's conflicts of interest
sizin ve kızınızın çıkar çatışmalarınız
your current job
mevcut işiniz
Your daughter is working for your opponent
Kızınız rakibiniz için çalışıyor.
your future
geleceğin
your radio/wireless frequency
Telsiz frekansın
your selfish manners
bencil tavırların
Your TV adds are calling for equal salaries to be given to women
Televizyonlardaki reklamlarınız kadınlara eşit maaşlar verilmesi çağrısında bulunuyor.
your word
kelimen
your working for him
onun için çalışman
your working for him affects me badly
onun için çalışman beni kötü etkiliyor
İmmediately!
Hemen!