"...? " asked Brophy, descending from the slay. | Kızaktan inen Brophy, '...?' diye sordu. |
"...? " he asked | ... diye sordu. |
"At least close the door!" he said. | 'En azından kapıyı kapatın!' dedi. |
"Dr. Brophy," shouted one of them. | İçlerinden biri 'Dr. Brophy,' diye seslendi. |
"Good (g)!", said the first (b) man. | Birinci adam, 'Güzel,' dedi. |
"Good morning," he said. | 'Günaydın,' dedi. |
"Good morning," he said. "Can I help you?" | 'Günaydın,' dedi. 'Size yardımcı olabilir miyim?' |
"How stupid I am," he thought. | 'Ne kadar aptalım,' diye düşündü. |
"I fancy, this has to do with trust." | 'Sanırım bunun itimatla ilgisi var.' |
"It is a pleasure for us to entertain you, Miss Sexton." | 'Sizi ağırlamaktan zevk duyarız Bayan Sexton.' |
"Of course, Sir." | 'Elbette, efendim.' |
"Rachel Sexton. I am his daughter." | 'Rachel Sexton. Kızıyım.' |
"Senator Sexton is like usual in his lodge." said the chiefwaiter. "So who are you (pl/formal)?" | Şefgarson: 'Senatör Sexton her zamanki gibi locasında.' dedi. 'Peki siz kimsiniz?' |
"This is strange," he thought. | 'Bu tuhaf,' diye düşündü. |
"What happened, girls? " asked Brophy, descending from the slay. | Kızaktan inen Brophy, 'Ne oldu, kızlar?' diye sordu. |
''You better learn to dominate yourself.' | 'Kendine hâkim olmayı öğrensen iyi edersin.' |
'A thing (eh/thingummy), Sir...' | 'Şey, efendim...' |
'A thing (eh/thingummy), Sir...' By coughing the journalist gave an air as if he was worried because of his question. | 'Şey, efendim...' Muhabir öksürerek sorusundan dolayı endişeleniyormuş gibi bir hava verdi. |
'Ah let's not talk about work' lowering his voice, Sexton leaned over the table. | 'Ah, işten bahsetmeyelim.' Sexton sesini alçaltarak masada öne doğru eğildi. |
'And on the subject of families,' the journalist continued. | Muhabir 'Ve aileler konusunda,' diye devam etti. |
'And on the subject of families,' the journalist continued. 'You often talk about education.' | Muhabir 'Ve aileler konusunda,' diye devam etti. 'Sıkça eğitimden bahsediyorsunuz.' |
'As I said, family first.' (ö. a.) | 'Dediğim gibi, önce aile.' |
'Busy. The campaign is going well, I see.' | 'Yoğun. Kampanyanın iyi gittiğini görüyorum.' |
'Bye bye, darling, (t). Stop by the office sometime and say hello. And for God's sake get married. You are thirty-three.' | 'Güle güle, tatlım. Bir ara ofise uğrayıp bir merhaba de. Ve Tanrı aşkına evlen. Otuz üç yaşındasın.' |
'Can you explain the logic of this?' 'Of course. I am a fan of strong women and strong families.' | 'Bunun mantığını açıklayabilir misin?' 'Elbette. Ben güçlü kadınların ve güçlü ailelerin hayranıyım.' |
'Can' t I call my daughter for breakfast? ' | 'Kızımı kahvaltıya çağırmaz mıyım?' |
'Come on, tell me, how is it going?' | 'Anlat bakalım, nasıl gidiyor?' |
'Conflicts?' | 'Çatışmalar mı?' |
'Conflicts?' With an innocent expression of surprise Senator Sexton leaned forward. 'How come you talk about conflicts?' | 'Çatışmalar mı?' Senatör Sexton masum bir şaşkınlık ifadesiyle başını ileri uzattı. 'Nasıl çatışmalardan bahsediyorsunuz?' |
'Dad, didn't you want to see me?' | 'Baba beni görmek istememiş miydin?' |
'Dad, I am not working for the President. I didn't even meet the President. For God's sake, I am working at Fairfax.' | Baba, ben Başkan için çalışmıyorum. Başkan'la karşılaşmadım bile. Tanrı aşkına, ben Fairfax'de çalışıyorum! ' |
'Dad, I am not working for the President.' | 'Baba, ben Başkan için çalışmıyorum.' |
'Do you have a say about this succes (of yours)?' | 'Bu başarınız hakkında bir söyleceğiniz var mı?' |
'Don't kid yourself. You are no longer that young. ' | 'Kendini küçük düşürme. Artık o kadar genç değilsin.' |
'Finally, Sir, "said the reporter. | Muhabir, 'Efendim, son olarak,' dedi. |
'Finally, Sir, "said the reporter. In the last few weeks (that we passed) it has been determined in the polls that you made a tremendous leap. | 'Muhabir,' Efendim, son olarak, ' dedi.' Geçtiğimiz son birkaç hafta içinde kamuoyu araştırmalarında muazzam bir sıçrama yaptığınız belirlendi.' |
'Good and secondly?' (being second) | 'Peki ikinci olarak?' |
'Hello dad! | 'Merhaba baba.' |
'How come you(formal) talk (b) about conflicts?' | 'Nasıl çatışmalardan bahsediyorsunuz?' |
'How is the man from the Ministry of Foreign Affairs that I arranged for you?' | 'Dışişleri Bakanlığı'ndan sana ayarladığım şu adam nasıl?' |
'I got your message.' | 'Mesajını aldım.' |
'I have a proposition for you' said Senator Sexton. | Senatör Sexton, 'Sana bir teklifim var,' dedi. |
'I hope this was not your reason to ask me to breakfast.' | 'Umarım beni kahvaltıya çağırma sebebin bu değildi.' |
'I know Sexton well,' the (other) man chuckled. 'He even f... his daughter.' | Adam kıkırdadı. 'Ben Sexton'ı iyi tanırım, o kızını bile becerir.' |
'I missed you, too.' thought Rachel. | 'Ben de seni özledim,' diye düşündü Rachel. |
'I want to throw you a flotation ring,' he said | 'Sana bir can simidi atmak istiyorum,' dedi. |
'I was not aware of that I am drowning.' | 'Boğulduğumun farkında değildim.' |
'I worked a lot to get this job, dad. I won't quit.' | 'Bu işi almak için çok çalıştım, baba. Bırakmayacağım. ' |
'It is exciting to see that in the midst of your tight schedule both of you find time to dine together.' | 'Sıkışık programınız arasında ikinizin birlikte yemeğe vakit bulduğunu görmek oldukça heyecan verici.' |
'It looks as if you were working for the President.' | 'Başkan için çalışıyormuşsun gibi görünüyor.' |
'Let me guess,' she answered. | 'Bırak tahmin edeyim,' diye cevap verdi. |
'May I ask, Sir, how do you solve your and your daughter's conflicts of interest?' | 'Sizin ve kızınızın çıkar çatışmalarınızı nasıl çözdüğünüzü sorabilir miyim efendim?' |
'Miss Sexton,' the reporter said quick as a lightening. | Muhabir bir çırpıda, 'Bayan Sexton,' dedi. |
'Nice body!', whispered one of the eaters. | Yemek yiyenlerden biri, 'Güzel vücut!', diye fısıldadı. |
'Nice body!', whispered one of the eaters. 'Sexton found himself even a new wife.' | Yemek yiyenlerden biri, 'Güzel vücut!', diye fısıldadı. 'Sexton kendine yeni bir eş bulmuş bile.' |
'Nice body!',he whispered. | 'Güzel vücut!', diye fısıldadı. |
'Not you, the President is drowning.' | 'Sen değil, Başkan boğuluyor.' |
'Of course. I am a fan of strong women and strong families.' | 'Elbette. Ben güçlü kadınların ve güçlü ailelerin hayranıyım.' |
'Politics is a matter of perception, Rachel.' (fact) | 'Siyaset algılama meselesidir, Rachel.' |
'Rachel!' her father finished his phone call and stood up in order to kiss her cheek. | 'Rachel!' Babası telefon görüşmesini bitirip onu yanağından öpmek için ayağa kalktı. |
'Ralph or whoever you are know this well: I have no intention to quit my job in order to work in behalf of Senator Sexton.' | 'Ralph ya da kimsen, şunu iyi bil: Senatör Sexton adına çalışmak için işimi bırakmaya hiç niyetim yok.' |
'Ralph Sneeden,' said the reporter. 'Washington Post. May I ask you a few questions?' | Muhabir 'Ralph Sneeden,' dedi. 'Washington Post. Size birkaç soru sorabilir miyim?' |
'Ralph, first of all, the President and I are not opponents.' | 'Ralph, öncelikle Başkan ve ben rakip değiliz.' |
'Secondly, my daughter is not working for the President: She is working in an intelligence organisation.' | 'İkinci olarak, kızım Başkan için çalışmıyor : istihbarat teşkilatında görev yapıyor.' |
'Senator Sexton?' A journalist appeared next to the table. | 'Senatör Sexton?' Masanın yanında bir muhabir belirmişti. |
'Senator Sexton?' A journalist appeared next to the table. The Senator's demeanor changed at once. | 'Senatör Sexton?' Masanın yanında bir muhabir belirmişti. Senatörün tavrı hemen değişti. |
'Senator, your TV adds are calling for equal salaries to be given to women at the workplace and at the same time for the issueing of a law for the application of tax cuts to newly weds.' | 'Senatör, televizyonlardaki reklamlarınız işyerlerinde kadınlara eşit maaşlar verilmesi ve aynı zamanda yeni evlilere vergi indirimi uygulanması için kanun çıkarılması çağrısında bulunuyor.' |
'Sirs,' she said. 'I have to go.' | 'Beyler,' dedi. 'Gitmek zorundayım.' |
'Sirs,' she said. 'It breaks my heart, but I have to go. I am late for work.' | 'Beyler,' dedi. 'Kalbim el vermiyor ama gitmek zorundayım. İşe geç kaldım.' |
'So it is.' Her father examined her with care. | 'Öyle.' Babası, onu dikkatle inceledi. |
'That means we are starting,' she thought. | 'Demek başlıyoruz' diye düşündü. |
'That's his daughter, you idiot,' answered the other. | Diğeri, 'O kızı, salak,' diye yanıtladı. |
'the anchor woman': long enough to appear sexy | 'Haber spikeri kadın' seksi görünecek kadar uzun |
'The conflict arising because your daughter is working for your opponent.' | 'Kızınızın rakibiniz için çalışıyor olmasından kaynalanan çatışma.' |
'The president should begin to worry. (be overcome by worry)' | Başkan endişeye kapılmış olmalı. |
'Think of your future, Rachel. You can work for me.' | 'Geleceğini düşün, Rachel. Benim için çalışabilirsin.' |
'Thirty-four,' she jumped in. 'Your secretary send a card.' | 'Otuz dört`,' diye atladı. 'Sekreterin kart göndermişti.' |
'Thirty-four. It can be called an old maid, (young girl) . | 'Otuz dört. Yaşlı bir genç kız denebilir.' |
'What happened?' | 'Ne oldu?' |
'With pleasure, Ralph. Only be quick!' | 'Memnuniyetle, Ralph. Yalnız çabuk ol.' |
'Without love everything else is meaningless.' | 'Aşk yoksa geri kalan her şey anlamsızdır.' |
'You (pl or formal) suggested quite controversial budget cuttings for the allocation of more funds to the schools that are in our country.' | 'Ülkemizdeki okullara daha fazla fon ayrılması için hayli ihtilaflı bütçe kesintileri teklif ettiniz.' |
'You know when I was thirty-four, I was already...' '... married to my mother, f... the neighbour(slady), didn't you?' | 'Biliyorsun ben otuz dört yaşımdayken çoktan...' '... annemle evlenmiş, komşuyu becermiştin, değil mi?' |
'You know, your selfish manners sometimes really...' | 'Biliyor musun, bazen bencil tavırların gerçekten...' |
'You look exhausted.' | 'Bitkin görünüyorsun.' |
'You should jump on board before it' s too late.' | 'Çok geç olmadan gemiye atlamalısın.' |
'You should spare time for the important things, Rachel.' | 'Önemli şeylere zaman ayırmalısın Rachel.' |
'You should spare time for the important things, Rachel.' Without love everything else is meaningless. Aşk yoksa geri kalan her şey anlamsızdır.' | 'Önemli şeylere zaman ayırmalısın Rachel. Aşk yoksa geri kalan her şey anlamsızdır.' |
(by) blowing(s) a cloud (k) of powdery snow into the air | toz gibi kardan bir kümeyi havaya savurarak |
(by) coughing | öksürerek |
(by) drawing a curve | kavis çizerek |
(by) embracing the glacial peaks with military skill | buzul zirvelerini askeri maharetle kucaklayarak |
(by) lowering his voice | sesini alçaltarak |
(by) raising his head | başını kaldırarak |
(by) taking off | havalanarak |
(by) turning | çevirerek |
(by) wiping his mouth | ağzını silerek |
(RPRT DIRNRO STAT = DRL UKODIR RPRV) | DRL UKODIR RPRV |
... married to my mother, f... the neighbour(slady), didn't you? | ... annemle evlenmiş, komşuy becermiştin, değil mi? u |
a clowd(cluster) of powdery snow | toz gibi kardan bir küme |
a croissant | bir kruvasan |
a curve | kavis |
a difficult question | zor bir soru |
a dual helice transport (freight) helicopter | çift pervaneli bir nakliye helikopteri |
A dual helice transport (freight) helicopter that was behind the storm clouds which were beginning to gather | Toplanmaya başlayan fırtına bulutların ardındaki çift pervaneli bir nakliye helikopteri |
A dual helice transport (freight) helicopter that was behind the storm clouds which were beginning to gather descended drawing a curve, embracing the glacial peaks with military skill. | Toplanmaya başlayan fırtına bulutların ardındaki çift pervaneli bir nakliye helikopteri, buzul zirvelerini askeri maharetle kucaklayarak, kavis çizerek alçalıyordu. |
A dual helice transport (freight) helicopter that was behind the storm clouds which were beginning to gather descended drawing a curve. | Toplanmaya başlayan fırtına bulutların ardındaki çift pervaneli bir nakliye helikopteri kavis çizerek alçalıyordu. |
a famous widower | ünlü bir dul |
A famous widower is looking for a young wife for himself. | Ünlü bir dul kendine genç bir hanım arıyor. |
a fan | hayran |
a fan of strong women | güçlü kadınların hayranı |
a favor | bir kıyak |
a few (+sg) | birkaç |
a few lines | birkaç satır |
a few questions | birkaç soru |
a formal announcement /solemn declaration | resmi bildiri |
a fund | fon |
a gift from God (a) /a natural talent | Allah vergisi |
a helicopter descended, drawing a curve, embracing the glacial peaks with military skill | bir helikopter buzul zirvelerini askeri maharetle kucaklayarak, kavis çizerek alçalıyordu. |
a helper | yardımcı |
a hidden favour presented in the appearance of a difficult question | zor bir soru görünümünde sunulan üstü kapalı bir kıyak |
a hidden purpose | gizli bir amaç |
a hint | üstü kapalı söz |
A journalist appeared. | Bir muhabir belirmişti. |
a law for the application of tax cuts to newly weds | yeni evlilere vergi indirimi uygulanması için kanun |
a little | biraz |
a lot of memories | pek çok anı |
a lot of memories had come to her mind | Aklına pek çok anı geldi. |
a low frequency | düşük frekans |
a matter of perception | algılama meselesi |
a matter of trust | itimat meselesi |
a newsspeaker | haber spikeri |
a note paper | not kâğıdı |
a note paper with a few written lines on it | üzerine birkaç satır yazılı bir not kâğıdı |
a part | bir parça |
a part of her defence shield | savunma kalkanının bir parçası |
a part of her defence shield was melting away under his look | bakışları altında savunma kalkanının bir parçası eriyip gidiyordu |
a pop song | pop şarkı |
a position in a quite low level | oldukça alt seviyede bir pozisyon |
a regular client | devamlı müşteri |
a regular client (of) here | buranın devamlı müşteri |
a secret message | gizli bir mesaj |
a secret message text | gizli bir mesaj metni |
a single word | tek bir söz |
a sous-entendu (hidden) favor | üstü kapalı bir kıyak |
a transport (freight) helicopter | nakliye helikopteri |
a very busy woman | çok meşgul bir kadın |
a wolf of politics / expert politician | bir siyaset kurdu |
a young wife | genç bir hanım |
abbreviation | kısaltma |
about /concerning | hakkında |
about this success (of yours) | bu başarınız hakkında |
accident | kaza |
actually | aslında |
Actually the harsh electronic ringing interrupted the conversation uncomfortably, but at the moment it could be said that it sounded even melodious (to her) . | Aslında şiddetli elektronik çınlama konuşmaları rahatsız edici bir şekilde bölerdi ama şu anda kulağa melodik geldiği bile söylenebilirdi. |
Actually the harsh electronic ringing interrupted the conversation uncomfortably. | Aslında şiddetli elektronik çınlama konuşmaları rahatsız edici bir şekilde bölerdi. |
adds/publicities | reklamlar |
after leaving behind | arkada bıraktıktan sonra |
after leaving twelve republican candidates behind | on iki cumhuriyetçi adayı arkada bıraktıktan sonra |
After leaving twelve republican candidates behind he had almost made certain to become his party's canditate for president of the United States of America. | On iki cumhuriyetçi adayı arkada bıraktıktan sonra, partisinin Amerika Birleşik Devletleri başkan adayı olmayı neredeyse garantilemişti. |
again (y) | yeniden |
against | karşı |
against the enormous weight | muazzam ağırlığa karşı |
against the hands | ellere karşı |
against the strong hands pushing him outside | onu dışarı iten güçlü ellere karşı |
age | yaş |
Ah, let's not talk about work. | Ah, işten bahsetmeyelim. |
air | hava |
all the rest /everything else | geri kalan her şey |
almost /nearly | neredeyse |
almost /nearly (a) | adeta |
almost /nearly (a) like two ice crystals | adeta iki buz kristali |
already | çoktan |
also /besides | ayrıca |
Also it would be nice if would stop going after this subject. | Ayrıca bu konuda çabalamayı bıraksan iyi... |
altitude | irtifa |
always (d) | daima |
an air of well-bred nobility | terbiyeli asalet havası |
an air of... | havası |
an enthousiastic spirit | çoşkulu bir ruh |
an offical emergency call (announcement) | acil bir resmi bildiri |
and | ve |
and at the same time | ve aynı zamanda |
and at the same time (they) were calling for the issueing of a law for the application of tax cuts to newly weds. | ve aynı zamanda yeni evlilere vergi indirimi uygulanması için kanun çıkarılması çağrısında bulunuyor. |
And for God's sake get married. | Ve Tanrı aşkına evlen. |
And if you 'll write anything alluding to the opposite | ve eğer bunun aksini ima edecek herhangi bir şey yazarsan |
and if you write anything | ve eğer herhangi bir şey yazarsan |
and if you write anything alluding to the opposite, you (will) remove that recording device only with a corkscrew from your ass. | ve eğer bunun aksini ima edecek herhangi bir şey yazarsan, o kayıt cihazını kıçından ancak tirbuşonla çıkarırsın. |
and if you'll write anything alluding to (lit. and if you write anything that will allude to) | ve eğer ima edecek herhangi bir şey yazarsan |
and of course | ve tabi |
and still less of them | daha da azı |
and still less of them looked (appeared) like Rachel Sexton. | daha da azı Rachel Sexton gibi görünürdü. |
And what the hell was the meaning of that message? | Ve o mesajın anlamı neydi öyle! |
angrily (h) | hiddetle |
angry | öfkeli |
animal | hayvan |
anything | herhangi bir şey |
anything that will allude to something contrary to this | bunun aksini ima edecek herhangi bir şey |
appearance /view | görünüm |
application of | uygulanması |
appointment /rendez-vous | randevu |
around (loc.) | etrafta |
arrogant / insolent | küstah |
as /while | -diği sırada |
as a matter of fact /strictly speaking/in fact | doğrusunu istersen |
as I said | dediğim gibi |
as if he was worried | endişeleniyormuş gibi |
as if he was worried because of his question | sorusundan dolayı endişeleniyormuş gibi |
as if hot coffee had been tossed | sıcak kahve fırlatılmış gibi |
as if the order to postpone had come | erteleme emri gelmiş gibi |
as if the order to postpone her father's renforcement speech had come | babasının infaz söylevine erteleme emri gelmiş gibi |
as if they were in a hurry | aceleleri varmış gibi |
as if they were not in a hurry | aceleleri yokmuş gibi |
As Rachel went to her father's table | Rachel, babasının masasına gittiği sırada, |
As Rachel went to her father's table, the Senator was talking in a loud voice on his cell phone about one of his latest achievements. | Rachel, babasının masasına gittiği sırada, senatör cep telefonunda yüksek sesle son başarılarından biri hakkında konuşuyordu. |
as soon as they were settled | onlar yerleşir yerleşmez |
As soon as they were settled, the helicopter taking off turned westwards. | Onlar yerleşir yerleşmez helikopter havalanarak batıya döndü. |
As the helicopter climbed to thousand three hundred meters it zoomed over the ice canyons and crevices. | Helikopter bin üç yüz metreye çıkarken, buzul kanyonları ve yarıkları üstünden dikine yükseliyordu. |
as we said | dediğimiz |
asking me to breakfast | beni kahvaltıya çağırma |
ass /Arsch /cul | kıç |
at breakfast (s. k.) | sabah kahvaltısında |
at fifty meters | elli metre kadar |
at least | en azından |
at that moment | o an |
At that moment Rachel regretted exploding all of a sudden. | Rachel o an birdenbire köpürmesinden dolayı pişman oldu. |
At that moment Rachel regretted. | Rachel o an pişman oldu. |
at the moment /now | şu anda |
at the right time /right on time | tam zamanında |
at the workplaces | işyerlerinde |
attached | bağlı |
attractive | çekici |
away /at a distance | uzağa |
bad /evil | kötü |
bad news | kötü haber |
bag | çanta |
basket | sepet |
battered (beaten) | dövülmüş |
Be calm! /Calm down! | Sakin ol! |
Be quick (ç. o.) | Çabuk ol! |
because his words were interrupted | lafı kesildiği için |
because of (an ablative) | dolayı |
because of / due to (d) + abl. | dolayı |
because of exploding | köpürmesinden dolayı |
because of his question | sorusundan dolayı |
before going | gitmeden önce |
before it is too late | çok geç olmadan |
Before leaving can you make a comment? | Gitmeden önce bir yorum yapabilir misiniz? |
beginning to gather | toplanmaya başlayan |
behind (a) | arkada |
behind /after(... d..) | ardında |
Behind the storm clouds, (which were) beginning to gather | Toplanmaya başlayan fırtına bulutların ardında |
being in the style that was the latest fashion in Washington | Washington'da en revaçta olan tarzda |
being made/being held | yapılan |
betrayal /treachery /infidelity /deception | ihanet |
between /in the midst of / among | arasında |
between your tight schedule | sıkışık programınız arasında |
Bewildered Brophy took his wireless out of the pocket of his parka. | Şaşkınlık içindeki Brophy telsizini parkasının cebinden çıkardı. |
big wavy hair | iri dalgalı saçlar |
black pepper | karabiber |
blessed | kutsanmış |
blessing (n) | nimet |
blood | kan |
Bloody Mary - Bloody Mary is a cocktail containing vodka, tomato juice, and other spices and flavorings including Worcestershire sauce, hot sauces, garlic, herbs, horseradish, celery, olives, salt, black pepper, lemon juice, lime juice and/or celery salt. | Bloody Mary |
blouse | bluz |
body (v) | vücut |
breakfast | kahvaltı |
Brophy at gun point climbed leading his reluctant dogs from the sled runners into the freight compartment of the helicopter. | Namlunun ucundaki Brophy isteksiz köpeklerini yönlendirerek paten demirinden helikopterin yük bölümüne çıktı. |
Brophy being at gun point /Brophy who was at the tip of the rifle barrel | Namlunun ucundaki Brophy |
Brophy climbed, leading his reluctant dogs, from the sled runners into the freight compartment of the helicopter. | Brophy isteksiz köpeklerini yönlendirerek, paten demirinden helikopterin yük bölümüne çıktı. |
Brophy looked at the paper. | Brophy kâğıda baktı. |
Brophy screamed. | Brophy çığlık atıyordu. |
Brophy sweating in his parka | Parkasının içinde ter basan Brophy |
Brophy sweating in his parka asked :"And who are you?" | Parkasının içinde ter basan Brophy, 'Siz de kimsiniz?' diye sordu. ' |
Brophy tried to defend himself against the hands. | Brophy ellere karşı kendini savunmaya çalıştı. |
Brophy tried to defend himself against the strong hands trying to push him outside . | Brophy onu dışarı iten güçlü ellere karşı kendini savunmaya çalıştı. |
Brophy tried to defend himself. | Brophy kendini savunmaya çalıştı. |
Brophy was completely confused. | Brophy'nin aklı tamamen karışmıştı. |
Brophy was confused. | Brophy'nin aklı karışmıştı. |
Brophy watched the dogs' struggling with pain against the enormous weight | Brophy köpeklerin muazzam ağırlığa karşı acıyla mücadele edişlerini seyretti. |
Brophy watched their struggling with pain against the enormous weight | Brophy muazzam ağırlığa karşı acıyla mücadele edişlerini seyretti. |
Brophy watched with horror the dogs' struggling with pain against the enormous weight. | Brophy köpeklerin muazzam ağırlığa karşı acıyla mücadele edişlerini dehşet içinde seyretti. |
Brophy who was bewildered | şaşkınlık içindeki Brophy |
Brophy's four dogs | Brophy'nin dört köpeği |
Brophy's four dogs pulled the geological detection device slay over the tundra. | Brophy'nin dört köpeği, jeolojik algılama aygıtları kızağını tundra üzerinde çekiyordu. |
Brophy's four dogs remaining attached to his sledge | Brophy'nin kızağına bağlı duran dört köpeği |
Brophy's four dogs remaining attached to his sledge had begun to whimper. | Brophy'nin kızağına bağlı duran dört köpeği inlemeye başlamıştı. |
Brophy's head | Brophy'nin başı |
Brophy's sledge | Brophy'nin kızağı |
Brophy's voice was trembling | Brophy'nin sesi titriyordu |
Brophy's voice was trembling while he transmitted the strange message. | Tuhaf mesajı iletirken Brophy'nin sesi titriyordu. |
Brophy, already on his feet, was screaming. | Brophy çoktan ayağa kalkmış çığlık atıyordu. |
Brophy, descending from the slay | kızaktan inen Brophy |
brown | kahverengi |
budget | bütçe |
budget cuts | bütçe kesintileri |
Bursting into laughter Senator Sexton eliminated the question in a wink. | Senatör Sexton kahkahaya boğularak soruyu bir anda saf dışı bıraktı. |
busy | meşgul |
busy/hectic | yoğun |
But at least the excuse to escape was ready. | Ama en azından kaçmak için bahanesi hazırdı. |
but at the moment it could be said that it sounded even melodious (to her) | ama şu anda kulağa melodik geldiği bile söylenebilirdi. |
but at the moment it sounded melodious (to her) | şu anda kulağa melodik geldi |
but he had added the middle name himself long time ago. | ama göbek adını uzun zaman önce kendi ilave etmişti. |
but he was quickly winning the one of the country | ama ülkeninkini hızla kazanıyordu |
but thanks to this menu (ö) | ama bu mönü sayesinde |
But thanks to this menu (ö) it was at breakfast the stamping ground of Washington's politicians. | Ama bu mönü sayesinde sabah kahvaltısında Washington siyasilerinin uğrak yeriydi. |
but then | ama sonra |
button | düğme |
By coughing the journalist gave an air as if he was worried because of his question. | Muhabir öksürerek sorusundan dolayı endişeleniyormuş gibi bir hava verdi. |
by fear | korkudan |
by implication /sous-entendu | üstü kapalı |
by raising his rifle (Gewehr) | tüfeğini kaldırarak |
by saying | diyerek |
by tapping his watch | saatine hafifçe vurarak |
by your daughter's working (abl.) | kızınızın çalışmasından |
bye bye (said by the person staying) | güle güle |
Bye bye, darling, (t). | Güle güle, tatlım. |
calf | dana |
call signal | çağrı sinyali |
called by the reporters(g) | gazetecilerin dediği |
called grapefruit by the reporters(g) | gazetecilerin greyfurt dediği |
campaign | kampanya |
Can I help you(pl/formal) ? /lit. can I be a helper to you? | Size yardımcı olabilir miyim? |
can you explain | açıklayabilir misin |
Can you explain the logic of this? | Bunun mantığını açıklayabilir misin? |
Can you make a comment? | Bir yorum yapabilir misiniz? |
Can't I call? | Çağırmaz mıyım? |
Can't you understand that your working for him is affecting me badly? | onun için çalışmanın beni kötü etkilediğini anlayamıyor musun |
Can't you understand? | anlayamıyor musun? |
candidate | aday |
candidate for president of the United States of America | Amerika Birleşik Devletleri başkan adayı |
card | kart |
catch /snatch /seize (y) | yakalamak |
caused by /inflicted /arising | kaynaklanan |
cell phone | cep telefonu |
cell phone conversations | cep telefonu görüşmeleri |
chance /luck | şans |
chapter /section /compartment | bölüm |
cheek /Wange | yanak |
chief waiter | şefgarson |
child | çocuk |
children | çocuklar |
chin /jaw | çene |
classic/vintage | klasik |
cleft /fissure /crevice /split | yarık |
clever /smart | akıllı |
client | müşteri |
Close the door! | Kapıyı kapat! |
clothes | giysiler |
clothes suiting the cold weather conditions | soğuk hava şartlarına uygun giysiler |
cloud | bulut |
clouds | bulutlar |
cluster (k) /flock /pile/ cloud | küme |
cold | soğuk |
cold | soğuk |
colour | renk |
Come on, tell me! | Anlat bakalım! |
Coming winter he will snatch the White House | Gelecek kış Beyaz Saray'ı koparacak. |
Coming winter he will snatch the White House from the president being in deep waters | Gelecek kış Beyaz Saray'ı güç durumdaki Başkan'dan koparacak. |
comment | yorum |
completely /absolutely | tamamen |
concerning how we will rule our beloved country | sevdiğimiz ülkeyi nasıl yöneteceğimiz konusunda |
concerning the rumours on the subject that you came | geldiğiniz konusundaki söylentiler hakkında |
concerning the rumours on the subject that you came to this breakfast about to discuss your possibilty of leaving your current job in order to work in your father's campaign. | Bu kahvaltıya babanızın kampanyasında çalışmak için mevcut işinizden ayrılma ihtimalinizi tartışmak üzere geldiğiniz konusundaki söylentiler hakkında |
condition /circumstance | şart |
conflict /clash | çatışma |
continous /lasting /constant /permanent/regular | devamlı |
contrary to this /otherwise | bunun aksini |
controversial | ihtilaflı |
controversy /dispute/disagreement | ihtilaf |
coolness/imperturbability /presence of mind /composure | soğukkanlılık |
corkscrew (bottle opener) | tirbuşon |
correct | doğru |
countless | sayısız |
country | ülke |
country | ülke |
country / land (ü) | ülke |
cream coloured | krem rengi |
cruel /pitiless | acımasız |
crystal | kristal |
current /available | mevcut |
cursed | lanet |
Cursed journalists, she thought. | Lanet muhabirler, diye düşündü. |
cut /interruption | kesinti |
Dad I really didn't have time. | Baba gerçekten vaktim olmadı. |
darling (h) | hayatım |
darling (t) | tatlım |
dash /fanciness /show off | gösteriş |
dashing /flashy /showy / spectacular | gösterişli |
daughter | kız |
death | ölüm |
death could come | ölüm gelebilirdi |
Death could come in countless forms in this forlorn place. | Ölüm, bu ıssız yerde, sayısız biçimlerde gelebilirdi. |
debt | borç |
decent /proper | usturuplu |
Deception Point | ihanet noktası |
decision | karar |
defence | savunma |
defence shield | savunma kalkanı |
dense /busy | yoğun |
descending | inen |
descending until the woman's shoulders | kadının omuzlarına dek inen |
despite enduring | katlanmasına rağmen |
despite having endured | katlanmış olmasına rağmen |
detection devices(a) | algılama aygıtları |
device /aid (pl. equipment) (a) | aygıt |
did you meet (him)? | tanıştın mı? |
didn't match at all / wasn't suitable | hiç uygun değildi |
didn't you /isn't it /right? | değil mi? |
didn't you want | istememiş miydin |
different /several | farklı |
difficult decisions facing the country | ülkenin karşısına çıkan zor kararlar |
dining room (y. s.) | yemek salonu |
disapproving | onaylamayan |
disaster | felaket |
discour / speech | söylev |
disharmonious /cacophonical /discordant /atonal | ahenksiz |
Do as we said! | Dediğimizi yap! |
Do as we said. | Dediğimizi yap! |
do you have a say (are you going to say sthg) | bir söyleceğiniz var mı |
Do you know? /You know, ... | Biliyor musun |
dog | köpek |
Don't kid (belittle) yourself! | Kendini küçük düşürme! |
Don't you (pl) see that my dogs are frightened? | Köpeklerimin ürktüğünü görmüyor musunuz? |
Don't you (pl) see that the dogs are frightened? | Köpeklerin ürktüğünü görmüyor musunuz? |
Don't you(pl) see? | görmüyor musunuz? |
door | kapı |
door | kapı |
down | aşağı |
dual helice / having two propellers | çift pervaneli |
dust /power | toz |
each other / one another | birbirine |
easily | kolayca |
echo | yankı |
echos | yankılar |
education | eğitim |
eighty | seksen |
elections | seçimler |
electronic | elektronik |
embarrassed /ashamed | mahcup |
emergency | acil |
enormous / tremendous /huge (m) | muazzam |
enough to appear | görünecek kadar |
enthousiastic | çoşkulu |
equal salaries | eşit maaşlar |
equal salaries to be given to women | kadınlara eşit maaşlar verilmesi |
equal/even | eşit |
espresso machines | espresso makineleri |
even | bile |
every (t) (+pl) | tüm |
every day a bit more | her gün biraz daha |
every magazine | tüm dergiler |
exactly | kesinlikle |
example | örnek |
exciting /thrilling / sensational | heyecan verici |
execution /renforcement | infaz |
exhausted/tired (b) | bitkin |
explanation /comment /statement | açıklama |
expression | ifade |
expression | ifade |
face | yüz |
face (s) | surat |
familiar (t) | tanıdık |
family | aile |
family name /Nachname | soyadı |
famous /renowned (ü) | ünlü |
far /remote /distant (u) | uzak |
fast/quickly | hızla |
father | baba |
fear | korku |
feeling | his |
feeling of being humiliated | aşağılanma hissi |
field /arena /court (sport) | saha |
fifteen seconds later | on beş saniye sonra |
Fifteen seconds later she would receive a secret message text. | On beş saniye sonra gizli bir mesaj metni alacaktı. |
fifty | elli |
fifty | elli |
fifty meters | elli metre |
fifty meters away /at a distance of fifty meters | elli metre kadar uzağa |
finally | son olarak |
first | ilk |
first name /prénom /Vorname (This word is only used in case of confusion.) | ilk adı |
first of all | öncelikle |
fitting / suiting /suitable | uygun |
fitting the cold weather conditions | soğuk hava şartlarına uygun |
folded /pleated /cm wide folds | pilili |
food | yemek |
foot | ayak |
for a fund to be allocated | fon ayrılmak |
for a law to be issued | kanun çıkarılması |
for a while | bir süre |
for God's sake | Tanrı aşkına |
for God's sake | Tanrı aşkına |
For God's sake, I am working at Fairfax! | Tanrı aşkına, ben Fairfax'de çalışıyorum! |
for one's eyes to pop out | gözleri yuvalarından fırlamak |
for the allocation of more funds to the schools | okullara daha fazla fon ayrılması için |
for the allocation of more funds to the schools that are in our country | Ülkemizdeki okullara daha fazla fon ayrılması için |
for years | yıllarca |
for/to himself | kendine |
Foreign affairs | dışişleri |
fork | çatal |
forlorn | ıssız |
form /shape/style /fashion /guise | biçim |
forty | kırk |
four | dört |
four dogs | dört köpek |
freight /transport | nakliye |
frequency | frekans |
from her bag | çantasından |
from inside /from deep within | içinden |
From such a low frequency | Bu kadar düşük bir frekanstan |
From such a low frequency nobody can get anything. | Bu kadar düşük bir frekanstan hiç kimse hiçbir şey alamaz. |
from the open door | açık kapıdan |
from where | nereden |
from where (colloq.) | nerden |
from where do you (pl) know | Nerden biliyorsunuz |
full of holes | delik deşik |
furiously | öfkeyle |
future | gelecek |
future | gelecek |
generation | nesil |
gentle /polite /sweet | nazik |
geological detection devices(a) | jeolojik algılama aygıtları |
geologist | jeolog |
Gerund verbal noun of etmek expressing the manner of action but also the fact of action used after verbs which can't take - diği participles as seyretmek/izlemek | ediş- |
Get into the helicopter | Helikoptere binin! |
Get into! | Binin |
girl | kız |
girls | kızlar |
glacial peaks /Gletscherspitzen | buzul zirveleri |
glacier (ice field/Gletscher -a slowly moving mass or river of ice formed by the accumulation and compaction of snow on mountains or near the poles. ) /glacial (icy) | buzul |
goal /purpose | amaç |
gone out of control | kontrolden çıkmış |
Good morning | Günaydın |
good-looking | iyi görünümlü |
government | hükümet |
grace /elegance /refinement /tactfulness /kindness (z) | zarafet |
grapefruit | greyfurt |
grapping the sledge they pushed it out of the open door | kızağı tutarak, açık kapıdan dışarı ittiler. |
grey | gri |
Grimacing at her father's reaction Rachel looked up. | Rachel, babasının tepkisine yüzünü buruşturarak, başını kaldırıp baktı. |
grudgingly | homurdanarak |
Grudgingly Rachel took a croissant from the basket on the table. | Rachel homurdanarak masanın üstündeki sepetten bir kruvasan aldı. |
gun /pistol /revolver | tabanca |
gun barrel /Gewehrlauf | namlu |
hair (pl) | saçlar |
half | yarı |
half of those in this profession | bu meslektekilerin yarısı |
Half of those in this profession made money from politics. | Bu meslektekilerin yarısı politikadan para kazanıyordu. |
hand | el |
hand | el |
hands | eller |
hanging /suspended | asılı |
hard (adv.) | sertçe |
harmony /unity /accordance /concord (a) | ahenk |
harsh /sharp /high /violent /strong/vehement | şiddetli |
haste /hurry | acele |
Haven't we done? | yapmamış mıydık? |
Haven't we had this conversation before? | 'Bu konuşmayı daha önce yapmamış mıydık?' |
having different ideas | iki fikirlere sahip |
having different ideas concerning how we will rule our beloved country | sevdiğimiz ülkeyi nasıl yöneteceğimiz konusunda farklı fikirlere sahip |
he aimed at Brophy's head | Brophy'nin başına doğrulttu |
he almost guaranteed to become | olmayı neredeyse garantilemişti |
He almost guaranteed to become the candidate for president of the United States of America | Amerika Birleşik Devletleri başkan adayı olmayı neredeyse garantilemişti |
he asked | sordu |
He began the recording (dat.) | Kayda başladı. |
he can't get | alamaz |
He climbed from the sled runners into the freight compartment of the helicopter | paten demirinden helikopterin yük bölümüne çıktı |
he closed his recording device | kayıt cihazını kapattı |
He even f... his daughter. | O kızını bile becerir. |
he even has found(rep) | bulmuş bile |
He examined her with care. | Onu dikkatle inceledi. |
He got his cell phone out and dialed a number. | Cep telefonu çıkarıp bir numara çevirdi. |
He got what he wanted. | İstediğini almıştı. |
He had added the middle name himself. | Göbek adını kendi ilave etmişti. |
He had almost made certain to become his party's canditate for president of the United States of America | partisinin Amerika Birleşik Devletleri Başkan adayı olmayı neredeyse garantilemişti. |
he had never seen a helicopter | hiç helikopter görmemişti |
he had never seen a helicopter so far north. | Bu kadar kuzeyde hiç helikopter görmemişti. |
he had not seen | görmemişti |
he had seen | görmüştü |
he had seen a helicopter | bir helikopter görmüştü |
he handed him | ona uzattı |
he has a chance | şansı var |
he has a chance to snatch | koparma şansı var |
He has found (rep) a new wife. | yeni bir eş bulmuş |
he is in his booth (lodge) | o, locasında |
He lifted his head and looked at Rachel expressing somehow that she was late merely by tapping on his Cartier watch. | Başını kaldırıp sadece Cartier saatine hafifçe vurarak geç kaldığını ifade eder bir şekilde Rachel'a baktı. |
He lifted his head and looked at Rachel. | Başını kaldırıp Rachel'a baktı. |
He looked at Rachel expressing somehow that she was late | Geç kaldığını ifade eder bir şekilde Rachel'a baktı. |
He stood up in order to kiss her cheek. | Onu yanağından öpmek için ayağa kalktı. |
He stopped and looked at Rachel. | Durup Rachel'a baktı. |
he thought | düşündü |
he took a sip from his Bloody Mary | Bloody Mary'sinden bir yudum çekiyordu |
He took his wireless out of the pocket of his parka. | Telsizini parkasının cebinden çıkardı. |
He turned his face | Yüzünü döndü. |
He turned his face with a make-believe smile. | Yapmacık bir tebessümle yüzünü döndü. |
He turned his face with a make-believe smile. "Good morning," he said. "Can I help you?" | Yapmacık bir tebessümle yüzünü döndü. 'Günaydın,' dedi. 'Size yardımcı olabilir miyim?' |
he was ashamed /he was embarrassed | mahcup oldu |
He was embarrassed by the looks of men following her. | onu arkasından takip eden erkeklerin bakışlarından mahcup oldu. |
He was talking about one of his latest achievements. | Son başarılarından biri hakkında konuşuyordu. |
He was talking in a loud voice about one of his latest achievements. | Yüksek sesle son başarılarından biri hakkında konuşuyordu. |
He was talking in a loud voice. | Yüksek sesle konuşuyordu. |
He was talking on his cell phone. | Cep telefonunda konuşuyordu. |
he was winning the one of the country | ülkeninkini kazanıyordu |
he will have a chance (s. o.) | şansına sahip olacak |
head | baş |
heart (k) | kalp |
heel /Absatz | topuk |
heeled /with heels /mit Absatz | topuklu |
helicopter / Hubschrauber | helikopter |
hello | merhaba |
help | yardım |
her chin raised slightly upwards | çenesi hafifçe yukarı kalkmıştı |
her eyes (looks) turned to the message | bakışları mesaja çevrildi |
Her eyes turned to the message coming to the LCD screen. | Bakışları LCD ekranına gelen mesaja çevrildi. |
her father | babası |
Her father finished his phone call and stood up. | Babası telefon görüşmesini bitirip ayağa kalktı. |
Her father finished his phone call. | Babası telefon görüşmesini bitirdi. |
her father taking an example | babasının örnek alması |
her father without having a hidden purpose | babasının gizli bir amacı olmaksızın |
Her father would always say, it was just a matter of trust. | Babası daima, sadece itimat meselesi derdi. |
her father would say | babası derdi |
her father's classic good looks | babasının klasik iyi görünümü |
her father's disapproving eyes | babasının onaylamayan gözleri |
Her father's disapproving eyes were glowing (sparkling) with anger. | Babasının onaylamayan gözleri hiddetle parlıyordu. |
Her father's first name was Thomas, but he had added the middle name himself long time ago. | Babasının ilk adı Thomas'dı, ama göbek adını uzun zaman önce kendi ilave etmişti. |
Her father's first name was Thomas. | Babasının ilk adı Thomas'dı. |
Her father's furious temperament had passed on to her and therefore she hated him. | Babasının öfkeli mizacı ona geçmişti ve bu yüzden ondan nefret ediyordu. |
Her father's furious temperament had passed on to her. | Babasının öfkeli mizacı ona geçmişti. |
her father's liking the repetition of sounds | babasının ses yinelemesinden hoşlanması |
her father's reaction | babasının tepkisi |
her father's renforcement speech | babasının infaz söylevi |
her father's table | babasının masası |
her light brown big wavy hair | iri dalgalı açık kahverengi saçları |
her light brown hair | açık kahverengi saçları |
her mind | aklı |
her natural (inborn) blessings | doğuştan sahip olduğu nimetleri |
her nose | burnu |
here (root form) | bura |
hidden | gizli |
high heeled /mit hohem Absatz | yüksek topuklu |
him | onu |
himself | kendini |
himself | kendi |
his campaign slogan | kampanya sloganı |
his campaign slogan had begun to infest (cover) all America | Kampanya sloganı tüm Amerika'yı kaplamaya başlamıştı. |
his Cartier watch (Cartier watches are luxury watches in a price range from 6,500 to 55,000 $) | Cartier saati |
his daughter | kızı |
his face | yüzü |
his face had begun to appear | yüzü görünmeye başlamıştı |
His face had begun to appear in every national magazine | yüzü tüm ulusal dergilerde görünmeye başlamıştı |
his gentle behaviour | nazik tavrı |
his mouth | ağzı |
his talent for imitation | taklit yeteneği |
horror | dehşet |
horse | at |
horse meat battered with black pepper | karabiberle dövülmüş at eti |
horse meet | at eti |
hot coffee | sıcak kahve |
How is it going? | Nasıl gidiyor? |
how much | ne kadar |
how stupid | ne kadar aptal |
How stupid I am | ne kadar aptalım |
how we will rule | nasıl yöneteceğimiz |
how we will rule our beloved country | sevdiğimiz ülkeyi nasıl yöneteceğimiz |
howling | uluyarak |
Howling the animals being dragged out of the helicopter were lost out of sight within no time. | Uluyarak helikopterden dışarı sürüklenen hayvanlar bir anda gözden kayboldu. |
Howling the animals disappeared within no time. | Uluyarak hayvanlar bir anda gözden kayboldu. |
Howling the animals disappeared. | Uluyarak hayvanlar gözden kayboldu. |
huge /big (i) | iri |
humbly | tevazu ile |
hundred | yüz |
hundred | yüz |
hundred | yüz |
hundred kilohertz | yüz kilohertz |
Hundred kilohertz? | Yüz kilohertz mi? |
I | ben |
I | ben |
I am a bit late | biraz geciktim |
I am a fan of... | Ben hayranıyım. |
I am aware of | farkındayım |
I am his daughter | Kızıyım |
I am in a hurry | acelem var |
I am late | geciktim |
I am late for work. | İşe geç kaldım. |
I am not aware of | farkında değilim |
I am not in a hurry | Acelem yok |
I am obliged to /I have to | zorundayım |
I believe that the children are our future. | 'Çocukların bizim geleceğimiz olduğuna inanıyorum. ' |
I didn't (do) ... | Ben yapmadım... |
I didn't even meet(k) the President. | Başkan'la karşılaşmadım bile. |
I didn't have time to call him. | Onu aramaya vaktim olmadı. |
I didn't have time. (I wanted to, but it didn't work out. Maybe if I had tried a little harder...) | Vaktim olmadı. |
I didn't meet (k) | karşılaşmadım |
I don't believe you even met the President | Başkan'la tanıştığını bile sanmıyorum. |
I don't understand (lit. I couldn't understand) | anlayamadım |
I don't understand. | Anlamıyorum. |
I don't want to let my coffee get cold. | Kahvemi soğutmak istemiyorum. |
I fancy | sanırım |
I had a breakfast appointment with Senator Sexton. | Senatör Sexton'la kahvaltı randevum vardı. |
I had an appointment | Randevum vardı |
I had an appointment with Senator Sexton. | Senatör Sexton'la randevum vardı. |
I have a appointment | Randevum var |
I have a proposition for you. | Sana bir teklifim var. |
I have no intention | hiç niyetim yok |
I have no intention to quit my job in order to work in behalf of Senator Sexton. | Senatör Sexton adına çalışmak için işimi bırakmaya hiç niyetim yok. |
I have no intention to quit my job. | İşimi bırakmaya hiç niyetim yok. |
I have to go. | Gitmek zorundayım. |
I hope | umarım |
I hope this was not your reason. | Umarım sebebin bu değildi. |
I know Sexton well. | Ben Sexton'ı iyi tanırım. |
I miss(ed) you, too. | Ben de seni özledim. |
I miss(ed) you. | Seni özledim. |
I see that the campaign is going well. | Kampanyanın iyi gittiğini görüyorum. |
I was not aware of | farkında değildim |
I wonder | acaba |
I wonder if you could before leaving make a comment concerning the rumours on the subject that you came to this breakfast about to discuss your possibilty of leaving your current job in order to work in your father's campaign. | Gitmeden önce, bu kahvaltıya babanızın kampanyasında çalışmak için mevcut işinizden ayrılma ihtimalinizi tartışmak üzere geldiğiniz konusundaki söylentiler hakkında bir yorum yapabilir misiniz, acaba? |
I wonder if you could before leaving make a comment? | Gitmeden önce bir yorum yapabilir misiniz, acaba? |
ice canyons | buzul kanyonları |
ice crystal | buz kristali |
idea /thought (f) | fikir |
idiot | salak |
if (e) | eğer |
if there is no love | aşk yoksa |
if you learn | öğrensen |
if you would quit/stop going after | çabalamayı bıraksan |
if you write | (eğer) yazarsan |
image /sight /display / view/semblance | görüntü |
imitation | taklit |
immediately afterwards | hemen sonra |
important | önemli |
important things | önemli şeyler |
in /for making difficult decisions | zor kararları vermekte |
in a way /somehow | bir şekilde |
in amazement /in surprise /bewildered | şaşkınlık içinde |
in any case(h. h.)/ just to be on the safe side/ by all means/ under any circumstances | her halükârda |
in behalf of | adına |
in countless shapes /forms | sayısız biçimlerde |
in difficulties /in deep waters /in a tight corner | güç durumda |
in every magazine | tüm dergilerde |
in every national magazine | tüm ulusal dergilerde |
In fact darling, I don't believe you even met the President, have you met him? | Doğrusunu istersen hayatım, Başkan'la bile tanıştığını sanmıyorum, tanıştın mı? |
in fact darling, I don't believe... | Doğrusunu istersen hayatım,... sanmıyorum. |
in less than a second /in no time /in a moment | bir anda |
in meetings with her father | babasıyla buluşmalarında |
in order /one by one | sırayla |
in order not to look at her watch | saatine bakmamak için |
in order to kiss her cheek | onu yanağından öpmek için |
in order to work in behalf of Senator Sexton | Senatör Sexton adına çalışmak için |
in order to work in your father's campaign | babanızın kampanyasında çalışmak için |
in the appearance of a difficult question(looking like a difficult question) | zor bir soru görünümünde |
in the last few weeks | son birkaç hafta içinde |
In the last few weeks (that we passed) | geçtiğimiz son birkaç hafta içinde |
In the last few weeks (that we passed) it has been determined in the polls that you made a tremendous leap. | Geçtiğimiz son birkaç hafta içinde kamuoyu araştırmalarında muazzam bir sıçrama yaptığınız belirlendi. |
in the mid thirties /in her mid thirties | otuzlu yaşlarının ortalarında |
in the middle of | ortasında |
in the middle of (pl) | ortalarında |
in the North | kuzeyde |
in the space /in the void | boşlukta |
in their hands | ellerinde |
in this forlorn place | bu ıssız yerde |
in this place | bu yerde |
in this profession | bu meslekte |
in which purpose | hangi amacıyla |
in white clothes | beyaz giysiler içinde |
information | bilgi |
inhuman | insanlık dışı |
inhuman disaster | insanlık dışı felaket |
inner /inside | iç |
innocent | masum |
inside his parka | parkasının içinde |
intelligence /information | istihbarat |
intelligence organisation | istihbarat teşkilatı |
intention | niyet |
interest /benefit/advantage | çıkar |
interest conflicts | çıkar çatışmaları |
interview/ conversation /discussion | görüşme |
into her face (s) | suratına |
into the air | havaya |
is not | değil |
issue /matter / problem /affair | mesele |
It breaks my heart | Kalbim el vermiyor |
it can be called | denebilir |
it can come | gelebilir |
it could be said | söylenebilirdi |
it could come | gelebilirdi |
it could even be said | bile söylenebilirdi |
it didn't match at all the fashion of the moment | günün modasına hiç uygun değildi |
it has been determined in the polls that you made a tremendous leap | kamuoyu araştırmalarında muazzam bir sıçrama yaptığınız belirlendi. |
It is a pleasure for us to entertain you (pl/formal ). | Sizi ağırlamaktan zevk duyarız. |
It is a pleasure for us to entertain you (pl/formal). | Sizi ağırlamaktan zevk duyarız. |
It is just a matter of trust. | Sadece itimat meselesi. |
it is quite exciting to see | görmek oldukça heyecan verici |
it is quite exciting to see that you find time | vakit bulduğunu görmek oldukça heyecan verici |
it is understood | anlaşılıyor |
It is understood that your daughter is a very busy woman. | Kızının çok meşgul bir kadın olduğu anlaşılıyor. |
it was a slow shot | yavaş bir atıştı |
It was a slow shot, that her father would easily be able to catch and by making a smatch send off the court | babasının kolayca yetişip smaç yaparak sahanın dışına gönderebileceği yavaş bir atıştı. |
It was an unexpected message and certainly giving bad news. | Beklenmedik bir mesajdı ve kesinlikle kötü haber veriyordu. |
It was an unexpected message. | Beklenmedik bir mesajdı. |
It was certainly giving bad news. | Kesinlikle kötü haber veriyordu. |
it was clear | belli oluyordu |
It was clear that the Senator's business was finished. | Senatörün işinin bittiği belli oluyordu. |
It was clear that the Senator's classic good looks had passed on to the next generation | Senatörün klasik iyi görünümünün bir sonraki nesle geçtiği belli oluyordu. |
It was in any case clear that the Senator's business was finished. | Senatörün her halükarda işinin bittiği belli oluyordu. |
It was in any case clear that the Senator's business with her was finished. | Senatörün her halükarda onunla işinin bittiği belli oluyordu. |
It was no use | Hiç yararı yoktu. |
it was not difficult (g) | güç değildi. |
it was not difficult (g) to act more mature | daha olgun davranmak güç değildi |
it was not odd at all | hiç de yadırganmıyordu |
it was the place of... | yeriydi |
it was the stamping ground of Washington's politicians | Washington siyasilerinin uğrak yeriydi |
It would be nice if you stop going after this subject... | bu konuda çabalamayı bıraksan iyi... |
it would not be(come) | olmazdı |
it would not have prepared | hazırlamış olmazdı |
journalist /reporter | muhabir |
joy | sevinç |
judge (h) | hâkim |
just /merely /only | sadece |
kind /type/species | tür |
know this well (tr: that > the following ) | şunu iyi bil |
lady /wife /mistress | hanım |
land /country /territory (a) | arazi |
last week | geçen hafta |
Last week on Super Tuesday (The primary elections held in several States) , after leaving twelve republican candidates behind he had almost made certain to become his party's canditate for president of the United States of America. | Geçen hafta Süper Salı'da (Farklı eyaletlerde yapılan önseçimler) on iki cumhuriyetçi adayı arkada bıraktıktan sonra, partisinin Amerika Birleşik Devletleri başkan adayı olmayı neredeyse garantilemişti. |
Last week on Super Tuesday, after leaving twelve republican candidates behind he had almost made certain to become his party's canditate for president of the United States of America. | Geçen hafta Süper Salı'da, on iki cumhuriyetçi adayı arkada bıraktıktan sonra, partisinin Amerika Birleşik Devletleri başkan adayı olmayı neredeyse garantilemişti. |
last week on Tuesday | geçen hafta Salı'da |
late | geç |
late | geç |
lately | son zamanlarda |
Lately his face had begun to appear in every national magazine | Son zamanlarda yüzü tüm ulusal dergilerde görünmeye başlamıştı. |
Lately Sexton's face had begun to appear in every national magazine, his campaign slogan to infest all America. | Son zamanlarda Sexton'ın yüzü tüm ulusal dergilerde görünmeye kampanya sloganı tüm Amerika'yı kaplamaya başlamıştı. |
Lately Sexton's face had begun to appear in every national magazine, his campaign slogan to infest all America: Stop wasting, start improving! (Stop spending, start mending) | Son zamanlarda Sexton'ın yüzü tüm ulusal dergilerde görünmeye kampanya sloganı tüm Amerika'yı kaplamaya başlamıştı: Harcamayı bırakın, iyileştirmeye başlayın! |
laughter | kahkaha |
law | kanun |
leading his reluctant dogs | isteksiz köpeklerini yönlendirerek |
leap/jump | sıçrama |
let me guess | tahmin edeyim |
let me guess (leave/drop it, let me guess) | bırak tahmin edeyim |
let's not talk | bahsetmeyelim |
level /grade | seviye |
life buoy /life raft /flotation ring /Rettungsring | can simidi |
like always / as usual | her zamanki gibi |
like I guessed | tahmin ettiğim gibi |
line (of words) | satır |
lip | dudak |
load /burden /cargo /freight | yük |
loaded /laden /charged | yüklü |
lodge /box /booth | loca |
logic | mantık |
long | uzun |
long enough to appear sexy | seksi görünecek kadar uzun |
long enough to appear sexy, but short enough to show that she was smarter than you. | seksi görünecek kadar uzun, ama sizden daha akıllı olduğunu gösterecek kadar kısa. |
long time ago | uzun zaman önce |
look /glance /view /(eye) | bakış |
looks /complexion /appearance /outlook /sight /prospect | görünüm |
looks /gazes | bakışlar |
loud | yüksek |
love (romantic) | aşk |
low | düşük |
low | alt |
low level | alt seviye |
Lowering his voice, Sexton leaned over the table. | Sexton sesini alçaltarak masada öne doğru eğildi. |
magazine (paper) | dergi |
magnificence /splendour /grandeur (i) | ihtişam |
make pass | geçirmek |
make-believe / pretended /mock | yapmacık |
making uncomfortable /uncomfortably | rahatsız edici bir şekilde |
man (a) | adam |
man /male | erkek |
manner /air /disposition /face /attitude | tavır |
May I ask how do you solve? | Nasıl çözdüğünüzü sorabilir miyim? |
May I ask you a few questions? | Size birkaç soru sorabilir miyim? |
may I ask? | sorabilir miyim? |
Me, too | Ben de |
meaning | anlam |
meaning | anlam |
meat | et |
meeting /conference | toplantı |
melodious | melodik |
memory | anı |
menu (ö /e) | mönü - menü |
message (i) | ileti |
middle | orta |
middle name | göbek adı |
mil. gun/rifle /Gewehr | tüfek |
military (adj) | askeri |
milk | süt |
milk calf | süt danası |
milk calf and horse meat battered with black pepper | süt danası ve karabiberle dövülmüş at eti |
mind (a) /Verstand /brain /sense | akıl |
Ministry | Bakanlık |
Ministry for Foreign Affairs | Dışişleri Bakanlığı |
modest /unattractive /unpretentious | gösterişsiz |
modesty /unpretentiousness | tevazu |
more | daha fazla |
morning | sabah |
most / plenty of | pek çok |
most famous | en ünlü |
most people | pek çok kişi |
most people believed | pek çok kişi inanıyordu |
most people believed that he had a chance | pek çok kişi şansına sahip olduğuna inanıyordu |
Most people believed that he had a chance to snatch the White House from the president. | Pek çok kişi Beyaz Saray'ı Başkan'dan koparma şansına sahip olduğuna inanıyordu. |
Most people believed that that the Senator had a chance to snatch the White House coming winter from the president being in deep waters. | Pek çok kişi Senatörün gelecek kış Beyaz Saray'ı güç durumdaki Başkan'dan koparma şansına sahip olduğuna inanıyordu. |
Most people believed that the Senator had a chance to snatch the White House from the president being in deep waters. | Pek çok kişi Senatörün Beyaz Saray'ı güç durumdaki Başkan'dan koparma şansına sahip olduğuna inanıyordu. |
Most people believed that the Senator had a chance to snatch the White House from the president. | Pek çok kişi Senatörün Beyaz Saray'ı Başkan'dan koparma şansına sahip olduğuna inanıyordu. |
mother | anne |
mournfully /ruefully | kederle |
mouth | ağız |
my campaign (acc) | kampanyamı |
my coffee | kahvem |
my daughter | kızım |
My dear (h) | hayatım |
my dogs are frightened | köpeklerim ürktü |
my heart (k) | kalbim |
my intention | niyetim |
my name (i) | ismim |
my time (v) | vaktim |
name (i) | isim |
name (a) | adı |
napkin | peçete |
national | ulusal |
neighbour | komşu |
neighbour | komşu |
never /any | hiç |
new | yeni |
newly weds | yeni evliler |
news | haber |
news | haber |
newsspeaker woman /anchor woman | haber spikeri kadın |
next | gelecek |
next to (loc.) | yanında |
next to the table | masanın yanında |
next winter /coming winter | gelecek kış |
nice / beautiful body | güzel vücut |
nice/beautiful /lovely /good | güzel |
ninety | doksan |
no longer /anymore /no more (+neg) | artık |
no way /impossible / it is not (becoming) | olmaz |
nobility /dignity (a) | asalet |
nobody | hiç kimse |
nobody can get | hiç kimse alamaz |
nobody can get anything | hiç kimse hiçbir şey alamaz |
north | kuzey |
nose | burun |
not at all | hiç de |
not insolent | küstah değil |
not very | pek değil |
note /memo | not |
nothing | hiçbir şey |
nothing | hiçbir şey |
nothing would have prepared him | hiçbir şey onu hazırlamış olmazdı |
nothing would have prepared him for the inhuman disaster | hiçbir şey onu insanlık dışı felakete hazırlamış olmazdı |
now | şimdi |
Now, you and your dogs, get into the helicopter! | Şimdi sen ve köpeklerin helikoptere binin! |
obvious (a) flagrant /unmistakeable | aşikâr |
of course (e) | elbette |
of here (possessive form) | buranın |
of the kind | türden |
of which her father should take an example | babasının örnek alması gereken |
off the court (sport) | sahane dışı |
offer /proposition /suggestion | teklif |
office | ofis |
often /frequently (s) | sıklıkla |
often /frequently (s) | sıkça |
old (age) | yaşlı |
on the subject/concerning that you came | geldiğiniz konusunda |
on this subject | bu konuda |
on top of / on | üzerinde |
on Tuesday | Salı'da |
one of his latest achievements | son başarılarından biri |
one of the eaters | yemek yiyenlerden biri |
One of the eaters whispered. | Yemek yiyenlerden biri fısıldadı. |
one of the most famous men of the country | ülkenin en ünlü adamlarından biri |
one of them (one from within their group) | içlerinden biri |
one of them shouted | içlerinden biri seslendi |
only (a) | ancak |
only (s) | sadece |
only (y) | yalnız |
onto | üzerine |
open the door | kapıyı aç |
opposite /contrary | aksi |
or (y) | ya da |
order /command | emir |
organisation | teşkilat |
our beloved country | sevdiğimiz ülke |
our country | ülkemiz |
our future | bizim geleceğimiz |
out of the door | kapıdan dışarı |
out of the pocket of his parka | parkasının cebinden |
over (abl.) the ice canyons and crevasses | buzul kanyonları ve yarıkları üstünden |
overcome by worry /be alarmed /begin to worry | endişeye kapılmış |
pager (contact device) | çağrı cihazı |
pair /couple | çift |
palace | saray |
paper | kâğıt |
parka (jacket) | parka |
party (feast /political party) | parti |
patriot | vatansever |
peaks | zirveler |
penetrating /piercing | delici |
penetrating look /piercing look /steel gaze | delici bakış |
people | kişiler |
pepper | biber |
perception / detection | algılama |
piece /grain (used optional after numbers) | tane |
place | yer |
place / floor /ground | yer |
please | Lütfen |
Please take out your wireless! (formal) | Telsizinizi çıkarın lütfen! |
pleasure | zevk |
pleated grey bell-leg trousers | pilili, bol pacalı gri pantolon |
pocket | cep |
point | nokta |
politicians | siyasiler |
politics | siyaset |
possibilty /chance /the odds | ihtimal |
powdery /pulverulent /powder like | toz gibi |
powdery snow | toz gibi kar |
power /force /strength | güç |
president | başkan |
pretext /excuse | bahane |
pride | gurur |
primary elections /Vorwahlen | önseçimler |
primary elections held in different states | farklı eyaletlerde yapılan önseçimler |
profession | meslek |
propellor /rotor /helice | pervane |
proudly | gururla |
public opinion | kamuoyu |
public opinion surveys /polls | kamuoyu araştırmaları |
pushing him outside | onu dışarı iten |
question | soru |
quick as a lightening/at once /in a flash | bir çırpıda |
Quit wasting! / Stop to waste! | Harcamayı bırakın! |
quite /considerably | hayli |
quite /pretty /rather | oldukça |
quite /pretty /rather | oldukça |
Rachel began to gather her belongings. | Rachel eşyalarını toplamaya başlamıştı |
Rachel connected this with her father's liking the repetition of sounds. | Rachel bunu, babasının ses yinelemesinden hoşlanmasına bağlıyordu. |
Rachel couldn't believe | Rachel inanamıyordu. |
Rachel couldn't believe that her father was quoting pop songs. | Rachel, babasının pop şarkılardan alıntılar yaptığına inanamıyordu. |
Rachel cursed from deep within the man's power. | Rachel içinden adamın gücüne küfretti. |
Rachel felt as if hot coffee had been tossed into her face. (s) | Rachel suratına sıcak kahve fırlatılmış gibi hissetti. |
Rachel fixed her eyes (gaze) on the reporter. | Rachel bakışlarını muhabire dikti. |
Rachel grimaced at her father's reaction. | Rachel babasının tepkisine yüzünü buruşturdu. |
Rachel groping in her bag for her pager, pushed a sequence of five buttons to confirm that the person holding the device in her hand was really her. | Çantasından el yordamıyla çağrı cihazını bulan Rachel cihazı elinde bulunduran kişinin gerçekten kendisi olduğunu teyit etmek için sırayla beş düğmeye bastı. |
Rachel guessed | Rachel tahmin ediyordu |
Rachel guessed that this particularity would lead him into the White House. | Rachel bu özelliğinin onu Beyaz Saray'a götüreceğini tahmin ediyordu. |
Rachel had learned long time ago that her father wouldn't want to take her out without a hidden purpose. | Rachel, babasının gizli bir amacı olmaksızın ondan kendisine eşlik etmesini istemeyeceğini uzun zaman önce öğrenmişti. |
Rachel nearly shoved the croissant down her throat. | Rachel kruvasanı adeta boğazına tıktı. |
Rachel opted for remaining silent. | Rachel sessiz kalmayı yeğledi. |
Rachel pushed five buttons. | Rachel beş düğmeye bastı. |
Rachel shoved the croissant down her throat. | Rachel kruvasanı boğazına tıktı. |
Rachel sighed, trying to keep up her composure. | Rachel dinginliğini bozmamaya çalışarak içini çekti. |
Rachel sighed. | Rachel içini çekti. |
Rachel sighed. | Rachel içini çekti. |
Rachel took a breath keeping herself back with difficulty from looking at her watch. | Rachel saatine bakmamak için kendini güç tutarak içine çekti. |
Rachel took a breath keeping herself back with difficulty from looking at her watch. 'Dad I really didn't have time to call him. Also it would be nice if would stop going after this subject.' | Rachel saatine bakmamak için kendini güç tutarak içine çekti. 'Baba gerçekten onu aramaya vaktim olmadı. Ayrıca bu konuda çabalamayı bıraksan iyi...' |
Rachel took a croissant from the basket on the table. | Rachel masanın üstündeki sepetten bir kruvasan aldı. |
Rachel took a croissant from the basket. | Rachel sepetten bir kruvasan aldı. |
Rachel took a croissant. | Rachel bir kruvasan aldı. |
Rachel tried to keep up | Rachel bozmamaya çalıştı |
Rachel tried to keep up her composure | Rachel dinginliğini bozmamaya çalıştı |
Rachel trying to collect herself together again, | Kendini yeniden toplamaya çalışan Rachel |
Rachel was again (y) overcome by that familiar feeling of being humiliated | Rachel o tanıdık aşağılanma hissine yeniden kapıldı. |
Rachel was again (y) overcome by that familiar feeling of being humiliated, which she often felt in meetings with her father. | Rachel babasıyla buluşmalarında sıklıkla duyumsadığı o tanıdık aşağılanma hissine yeniden kapıldı. |
Rachel whose eyes were popping out | Gözleri yuvalarından fırlayan Rachel |
Rachel whose eyes were popping out contented to look. | Gözleri yuvalarından fırlayan Rachel bakmakla yetindi. |
Rachel, can't you understand that your working for him is affecting me badly? And of course my campaign. | Rachel, onun için çalışmanın beni kötü etkilediğini anlayamıyor musun? Ve tabi kampanyamı. |
Raising his head he looked at Rachel. | Başını kaldırarak Rachel'a baktı. |
Ralph or whoever you are | Ralph ya da kimsen |
Ralph or whoever you are know this well: | Ralph ya da kimsen, şunu iyi bil: |
reaction /response | tepki |
ready | hazır |
really | gerçekten |
reason (s) | sebep |
recording device | kayıt cihazı |
Reduce your wireless frequency to hundred kilohertz. | Telsiz frekansını yüz kilohertze indir. |
reduction /allowance /discount /cut | indirim |
reluctant /unwilling | isteksiz |
reluquer /look from the corner of the eye /ogle | yan gözle süzmek |
report | rapor |
republic | cumhuriyet |
republican | cumhuriyetçi |
republican candidate | cumhuriyetçi aday |
ressearch / exploration | araştırma |
ressemblance | benzerlik |
restaurant | restoran |
ringing /jingle | çınlama |
rival /concurrent /opponent/ adversary /competitor | rakip |
rumour | söylenti |
salary | maaş |
say hello | bir merhaba de |
Saying 'Thank you to both of you,'he vanished from sight. | 'İkinize teşekkür ederim,' diyerek gözden kayboldu. |
school | okul |
scream | çığlık |
screen | ekran |
second (of time) | saniye |
second (of time) | saniye |
Secondly, my daughter is not working for the President. | İkinci olarak, kızım Başkan için çalışmıyor. |
seconds later | Saniyeler sonra |
Seconds later he began to fall towards the ice canyons down. | Saniyeler sonra aşağıdaki buzul kanyonlarına doğru düşmeye başlamıştı. |
Seconds later he began to fall. | Saniyeler sonra düşmeye başlamıştı. |
secretary | sekreter |
secretly | gizlice |
selfish | bencil |
selfish manner | bencil tavır |
Senator | Senatör |
Senator Sedgewick Sexton. | Senatör Sedgewick Sexton. |
Senator Sedgewick Sexton. The Senator was a regular client (of) here and one of the most famous men of the country. | Senatör Sedgewick Sexton. Senatör buranın devamlı müşteri ve ülkenin en ünlü adamlarından biriydi. |
Senator Sexton is in his usual lodge. | Senatör Sexton her zamanki locasında |
Senator Sexton eliminated the question in a wink. (in one moment) | Senatör Sexton soruyu bir anda saf dışı bıraktı. |
Senator Sexton eliminated the question. | Senatör Sexton soruyu saf dışı bıraktı. |
Senator Sexton is as usual in his booth /lodge | Senatör Sexton her zamanki gibi locasında |
Senator Sexton leaned forward. | Senatör Sexton başını ileri uzattı. |
Senator, your TV adds are calling for equal salaries to be given to women at the workplace (pl) | Senatör, televizyonlardaki reklamlarınız işyerlerinde kadınlara eşit maaşlar verilmesi çağrısında bulunuyor. |
Senatör Sexton's eyes looked at her furiously without blinking. | Senatör Sexton'ın gözleri hiç kıpırdamadan öfkeyle ona bakıyordu. |
Senatör Sexton's eyes pierced her almost like two ice crystals. | Senatör Sexton'ın gözleri adeta iki buz kristali onu delip geçiyordu. |
serenity /calmness/, composure | dinginlik |
seventy | yetmiş |
Sexton found himself even a new wife. | Sexton kendine yeni bir eş bulmuş bile. |
Sexton learned over the table. | Sexton masada öne doğru eğildi. |
Sexton took a sip of his coffee. | Sexton kahvesinden bir yudum aldı. |
Sexton took a sip of his coffee. 'Come on, tell me, how is it going?' | Sexton kahvesinden bir yudum aldı. 'Anlat bakalım, nasıl gidiyor?' |
sexy | seksi |
She and her father | O ve babası |
She and her father had argued about this subject before. | O ve babası daha önce bu konuyu tartışmışlardı. |
She compiles the intelligence reports and | İstihbarat raporlarını derleyip |
She compiles the intelligence reports and sends them to the White House. | İstihbarat raporlarını derleyip Beyaz Saray'a gönderiyor. |
she contented to look | bakmakla yetindi |
She didn't kiss her father. | Babasını öpmedi. |
She felt in his artificial smile | onun yapmacık tebessümünde hissetti |
She felt in his artificial smile that the question was pre-prepared. | onun yapmacık tebessümünde sorunun önceden hazırlandığını hissetti. |
She figured out the abbreviation immediately and frowned. | Kısaltmayı hemen çözdü ve kaşlarını çattı. |
She figured out the abbreviation immediately. | Kısaltmayı hemen çözdü. |
She groped in her bag for her pager. | Çantasından el yordamıyla çağrı cihazını buldu. |
She had a sturdy disposition | sağlam bir tavrı vardı |
She had a sturdy disposition, her chin was slightly raised upwards, not insolent, she only seemed strong. | Sağlam bir tavrı vardı çenesi hafifçe yukarı kalkmıştı küstah değil, sadece güçlü görünüyordu. |
she had learned long time ago | uzun zaman önce öğrenmişti |
she had learned long time ago that he wouldn't want to take her out | ondan kendisine eşlik etmesini istemeyeceğini uzun zaman önce öğrenmişti. |
she had learned that he wouldn't want | istemeyeceğini öğrenmişti |
She has a position in a quite low level. | Oldukça alt seviyede bir pozisyonu var. |
she hated him | ondan nefret ediyordu |
She is working in an intelligence organisation. | istihbarat teşkilatında görev yapıyor. |
She knew exactly | kesinlikle biliyordu |
She knew exactly in which purpose this was asked. | Hangi amaçla sorulduğunu kesinlikle biliyordu. |
she only seemed strong | sadece güçlü görünüyordu |
She pushed a sequence of five buttons to confirm that the person holding the device in her hand was really her. | Çihazı elinde bulunduran kişinin gerçekten kendisi olduğunu teyit etmek için sırayla beş düğmeye bastı. |
She pushed a sequence of five buttons to confirm. | Teyit etmek için sırayla beş düğmeye bastı. |
She pushed five buttons to confirm. | Teyit etmek için beş düğmeye bastı. |
She regretted exploding all of a sudden . | Birdenbire köpürmesinden dolayı pişman oldu. |
She sends them to the White House. | Beyaz Saray'a gönderiyor. |
She stepped up onto the table and... | Masanın üstüne çıkıp |
She wanted to perforate him with the fork. | Onu çatalla delik deşik etmek istedi. |
She wanted to step up onto the table and perforate him with the fork. | Masanın üstüne çıkıp onu çatalla delik deşik etmek istedi. |
she was late | geç kaldı |
she would receive | alacaktı |
shield (k) | kalkan |
ship | gemi |
shoe | ayakkabı |
shoes | ayakkabılar |
short | kısa |
short enough to show | gösterecek kadar kısa |
short enough to show that she was smarter than you (pl/formal) | sizden daha akıllı olduğunu gösterecek kadar kısa |
shot /throw (sport) | atış |
shoulder | omuz |
silent | sessiz |
silver | gümüş |
silver (pl.) hitting one another | birbirine çarpan gümüşler |
sip /gulp /Schluck | yudum |
Sir | efendim |
sixty | altmış |
skates /Schlittshuhe /patins | paten |
skill /artfullness /savoir faire | maharet |
sled runners /Schlittenkufen | paten demiri |
sledge /Schlitten | kızak |
slightly | hafifçe |
slogan | slogan |
slow | yavaş |
slow | yavaş |
slowly | yavaşça |
smarter than you (pl/formal) | sizden daha akıllı |
smile (t) | tebessüm |
Sneeden grinned at the Senator. | Sneeden, senatöre sırıttı. |
Sneeden nodded, then his gaze hardened. | Sneeden başını evet anlamında salladı, sonra bakışları sertleşti. |
Sneeden nodded. | Sneeden başını evet anlamında salladı. |
snow | kar |
so that when taking into account his talent for imitation | ki taklit yeteneği dikkate alındığında |
so that when taking into account his talent for imitation, this appearance was not odd at all. | ki taklit yeteneği dikkate alındığında bu görüntü hiç de yadırganmıyordu |
So who are you (pl/formal)? | Peki siz kimsiniz? |
So/such /So it is. | öyle |
soap opera | arkası yarın (dizileri) |
soft (adj) | yumuşak |
Soften, Rachel! | Yumuşa, Rachel! |
Soften, Rachel! Be very calm! | Yumuşa, Rachel! Çok sakin ol! |
some | bazıları |
some being decent others not very | bazıları usturuplu, bazıları pek değil |
sometime | bir ara |
sometimes | bazen |
song | şarkı |
sound /voice /noise | ses |
source | kaynak |
space /emptyness /void | boşluk |
specialty /peculiarity/quality /character/particularity | özellik |
spending /expense | harcama |
spirit | ruh |
stamping ground /beaten track / frequented place | uğrak (yeri) |
Start to improve! Start improving! | İyileştirmeye başlayın! |
State (e. g. of America) /province | eyalet |
stiffened by fear | Korkudan kaskatı kesilen |
Stiffened by fear Brophy tried swinging his fists to defend himself against the strong hands pushing him outside. | Korkudan kaskatı kesilen Brophy yumruklarını savurarak, onu dışarı iten güçlü ellere karşı kendini savunmaya çalıştı. |
stiletto /mit Stöckelabsätzen | ince topuklu |
still /nonetheless /even so | yine de |
still nothing would have prepared him for the inhuman disaster that he was going to experience | yine de hiçbir şey onu yaşayacağı insanlık dışı felakete hazırlamış olmazdı |
stop by /drop in / visit | uğramak |
Stop by the office sometime | Bir ara ofise uğra |
Stop by the office sometime and say hello. | Bir ara ofise uğrayıp bir merhaba de. |
Stop wasting, start improving! (Stop spending, start mending) | Harcamayı bırakın, iyileştirmeye başlayın! |
storm | fırtına |
storm clouds | fırtına bulutları |
storm clouds beginning to gather | toplanmaya başlayan fırtına bulutları |
storm clouds gathered | fırtına bulutları toplandı |
strange (adj) (t) | tuhaf |
strong | güçlü |
strong families | güçlü aileler |
strong women | güçlü kadınlar |
struggle /fight (noun) | mücadele |
stupid (a) | aptal |
sturdy /strong /solid /stout | sağlam |
style (t) | tarz |
subject | konu |
success /achievement /accomplishment | başarı |
suddenly | birden |
suddenly /all of a sudden | birdenbire |
suddenly /at once (b) | birden |
Super Tuesday (a day on which several states hold primary elections) | Süper Salı |
surprise /wonder | şaşkınlık |
surprise /wonder /astonishment /confusion | şaşkınlık |
sweat | ter |
sweet | tatlı |
sweet tongued | tatlı dilli |
swing /hurl /throw /blow out | savurmak |
Swinging his fists Brophy tried to defend himself against the strong hands pushing him outside. | Brophy yumruklarını savurarak, onu dışarı iten güçlü ellere karşı kendini savunmaya çalıştı. |
table | masa |
table | masa |
Take out your wireless! | Telsizinizi çıkarın! |
Taking a recording device out he began the recording. | Bir kayıt cihazı çıkararak, kayda başladı. |
Taking a tiny recording device out he began the recording. | Ufak bir kayıt cihazı çıkararak, kayda başladı. |
talent /skill (y) | yetenek |
talking | konuşan |
tax | vergi |
tax | vergi |
tax cuts | vergi indirimi |
tax cuts to newly weds | yeni evlilere vergi indirimi |
tear | yaş |
television | televizyon |
temperament | mizaç |
temple (face) / Schläfe | şakak |
temporarily | geçici bir süre |
temporary | geçici |
ten | on |
ten turkish words (k) | on türkçe kelime |
text | metin |
Thank you | teşekkür ederim |
Thank you to both of you. | Her ikinize teşekkür ederim. |
Thank you to both of you. | Her ikinize teşekkür ederim. |
thanks to /grâce à | sayesinde |
that (the) | o |
that / so /word to connect direct speech to the main sentence when the main sentence uses any verb other than demek | diye |
that a part of her defence shield melted away | savunma kalkanının bir parçasının eriyip gittiği |
that are in our country | ülkemizdeki |
that are on televisions | televizyonlardaki |
that both of you find | ikinizin bulduğu |
that both of you find time to dine together | ikinizin birlikte yemeğe vakit bulduğu |
that both of you find time to dine together is quite sensational. | ikinizin birlikte yemeğe vakit bulduğunu oldukça heyecan verici |
that familiar feeling that she often had felt in meetings with her father | babasıyla buluşmalarında sıklıkla duyumsadığı o tanıdık his |
that he grinned | sırıttığı |
that he will experience | yaşayacağı |
that her father could send off the court | babasının sahanın dışına gönderebileceği |
that her father could send off the court by making a smash | babasının smaç yaparak sahanın dışına gönderebileceği |
that her father was quoting pop songs | babasının pop şarkılardan alıntılar yaptığı |
that her father would easily be able to catch and by making a smatch send off the court | babasının kolayca yetişip smaç yaparak sahanın dışına gönderebileceği |
that I am drowning | boğulduğum |
That is his daughter. | O kızı. |
that man from the Ministry of Foreign Affairs | Dışişleri Bakanlığı'ndan şu adam |
that man that I arranged for you | sana ayarladığım şu adam |
that means | demek |
that message | o mesaj |
that she was late | geç kaldığı |
that she was smarter than you (pl/formal) | sizden daha akıllı olduğu |
that the children are our future | çocukların bizim geleceğimiz olduğu |
that the person holding the device in her hand was really her | cihazı elinde bulunduran kişinin gerçekten kendisi olduğu |
that the question was pre-prepared | sorunun önceden hazırlandığı |
that the Senator's classic good looks had passed on | Senatörün klasik iyi görünümünün geçtiği |
that the Senator's classic good looks had passed on to the next generation | Senatörün klasik iyi görünümünün bir sonraki nesle geçtiği |
that they trust | güvendikleri |
that they will trust | güvenecekleri |
that they won't be able to trust | güvenemeyecekleri |
that they won't trust | güvenmeyecekleri |
that this particularity would lead him | bu özelliğinin onu götüreceği |
that this particularity would lead him into the White House | bu özelliğinin onu Beyaz Saray'a götüreceği |
that this was asked | sorulduğu |
that was in Rachel's bag | Rachel'in çantasındaki |
that you (form.) made a tremendous leap | muazzam sıçrama yaptığınız |
that you (pl) solve | çözdüğünüz |
that you came to this breakfast about to discuss your possibilty of leaving your current job in order to work in your father's campaign. | Bu kahvaltıya babanızın kampanyasında çalışmak için mevcut işinizden ayrılma ihtimalinizi tartışmak üzere geldiğiniz |
that you met the President | Başkan'la tanıştığın |
That's it ! | İşte bu ! |
That's it ! You came across your first ten turkish words. | İşte bu! İlk on türkçe kelimene rastladın. |
That's it ! You have come across eight hundred and fifty turkish words | İşte bu! Sekiz yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın. |
That's it ! You have come across eight hundred turkish words. | İşte bu! Sekiz yüz tane türkçe kelimeye rastladın. |
That's it ! You have come across five hundred turkish words. | İşte bu ! Beş yüz tane türkçe kelimeye rastladın. |
That's it ! You have come across five hundred and fifty turkish words. | İşte bu ! Beş yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın. |
That's it ! You have come across four hundred and fifty turkish words. | İşte bu ! Dört yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın. |
That's it ! You have come across four hundred turkish words. | İşte bu ! Dört yüz tane türkçe kelimeye rastladın. |
That's it ! You have come across hundred and ninety turkish words. | İşte bu ! Yüz doksan tane türkçe kelimeye rastladın. |
That's it ! You have come across hundred and seveny turkish words. | İşte bu ! Yüz yetmiş tane türkçe kelimeye rastladın. |
That's it ! You have come across hundred and sixty turkish words. | İşte bu ! Yüz altmış tane türkçe kelimeye rastladın. |
That's it ! You have come across hundred eighty turkish words. | İşte bu ! Yüz seksen tane türkçe kelimeye rastladın. |
That's it ! You have come across hundred fifty turkish words. | İşte bu ! Yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın. |
That's it ! You have come across hundred forty turkish words. | İşte bu ! Yüz kırk tane türkçe kelimeye rastladın. |
That's it ! You have come across hundred ten turkish words. | İşte bu ! Yüz on tane türkçe kelimeye rastladın. |
That's it ! You have come across hundred thirty turkish words. | İşte bu ! Yüz otuz tane türkçe kelimeye rastladın. |
That's it ! You have come across hundred twenty turkish words. | İşte bu ! Yüz yirmi tane türkçe kelimeye rastladın. |
That's it ! You have come across nine hundred fifty turkish words. | İşte bu! Dokuz yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın. |
That's it ! You have come across nine hundred turkish words. | İşte bu! Dokuz yüz tane türkçe kelimeye rastladın. |
That's it ! You have come across one thousand fifty turkish words. | İşte bu! Bin elli tane türkçe kelimeye rastladın. |
That's it ! You have come across one thousand one hundred and fifty turkish words. | İşte bu! Bin yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın. |
That's it ! You have come across one thousand one hundred turkish words. | İşte bu! Bin yüz tane türkçe kelimeye rastladın. |
That's it ! You have come across one thousand turkish words. | İşte bu! Bin tane türkçe kelimeye rastladın. |
That's it ! You have come across one thousand two hundred and fifty turkish words. | İşte bu! Bin iki yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın |
That's it ! You have come across one thousand two hundred turkish words. | İşte bu! Bin iki yüz tane türkçe kelimeye rastladın |
That's it ! You have come across seven hundred and fifty turkish words. | İşte bu! Yedi yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın. |
That's it ! You have come across seven hundred turkish words. | İşte bu! Yedi yüz tane türkçe kelimeye rastladın. |
That's it ! You have come across six hundred and fifty turkish words. | İşte bu! Altı yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın. |
That's it ! You have come across six hundred turkish words. | İşte bu! Altı yüz tane türkçe kelimeye rastladın. |
That's it ! You have come across three hundred turkish words. | İşte bu ! Üç yüz tane türkçe kelimeye rastladın. |
That's it ! You have come across three hundred and fifty turkish words. | İşte bu ! Üç yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın. |
That's it ! You have come across two hundred turkish words. | İşte bu ! İki yüz tane türkçe kelimeye rastladın. |
That's it ! You have come across two hundred and fifty turkish words. | İşte bu ! İki yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın. |
That's it ! You have come across your first eighty turkish words. | İşte bu ! İlk seksen türkçe kelimene rastladın. |
That's it ! You have come across your first fifty turkish words. | İşte bu ! İlk elli türkçe kelimene rastladın. |
That's it ! You have come across your first forty turkish words. | İşte bu ! İlk kırk türkçe kelimene rastladın. |
That's it ! You have come across your first hundred turkish words. | İşte bu ! İlk yüz türkçe kelimene rastladın. |
That's it ! You have come across your first ninety turkish words. | İşte bu ! İlk doksan türkçe kelimene rastladın. |
That's it ! You have come across your first seventy turkish words. | İşte bu ! İlk yetmiş türkçe kelimene rastladın. |
That's it ! You have come across your first sixty turkish words. | İşte bu ! İlk altmış türkçe kelimene rastladın. |
That's it ! You have come across your first thirty turkish words. | İşte bu ! İlk otuz türkçe kelimene rastladın. |
That's it ! You have come across your first twenty turkish words. | İşte bu ! İlk yirmi türkçe kelimene rastladın. |
that/so that (conj.) | ki |
the (heavily) laden sledge | yüklü kızak |
The Americans are beginning to notice that from now on the time has come to stop spending and to start improving (mending) | Amerikalılar artık harcamayı bırakıp iyileştirmeye başlama zamanının geldiğini fark etmeye başlıyorlar. |
The Americans begin to notice | Amerikalılar fark etmeye başlıyorlar. |
The Americans have begun to understand that they won't be able to trust the President for making difficult decisions facing the country. | Amerikalılar, ülkenin karşısına çıkan zor kararları vermekte Başkan'a güvenemeyeceklerini anlamaya başladılar. |
The Americans have begun to understand that they won't be able to trust the President for making difficult decisions. | Amerikalılar zor kararları vermekte Başkan'a güvenemeyeceklerini anlamaya başladılar. |
The Americans have begun to understand that they won't be able to trust the President. | Amerikalılar Başkan'a güvenemeyeceklerini anlamaya başladılar. |
The Americans have begun to understand. | Amerikalılar anlamaya başladılar. |
The Americans have noticed that from now on the time has come to stop spending and to start improving (mending) | Amerikalılar artık harcamayı bırakıp iyileştirmeye başlama zamanının geldiğini fark ettiler |
the animals being dragged out of the helicopter | helikopterden dışarı sürüklenen hayvanlar |
the application of tax cuts | vergi indirimi uygulanması |
the basket on top of the table | masanın üstündeki sepet |
the cacophonical echoes created (o) by the noises rising from cell phone conversations | cep telefonu görüşmelerinden yükselen seslerin oluşturduğu ahenksiz yankılar |
the cacophonical echoes created (o) by the noises rising from silver(pl. ) banging against each other, espresso machines and cell phone conversations | birbirine çarpan gümüşler, espresso makineleri ve cep telefonu görüşmelerinden yükselen seslerin oluşturduğu ahenksiz yankılar |
the calling (inviting/summoning) for breakfast | kahvaltıya çağırma |
The campaign is going well. | Kampanya iyi gidiyor. |
the candidate of his party | partisinin adayı |
the cargo section /freight compartment | yük bölümü |
The chief waiter felt that his nerves suddenly tensed . | Şefgarson birden sinirlerinin gerildiğini hissetti. |
The chief waiter felt that his nerves tensed. | Şefgarson sinirlerinin gerildiğini hissetti. |
The chief waiter secretly took a sip from his morning Bloody Mary | Şefgarson gizlice sabah Bloody Mary'sinden bir yudum çekiyordu. |
The chief waiter secretly took a sip. | Şefgarson gizlice bir yudum çekiyordu. |
the chief waiter's nerves tensed | şefgarsonun sinirleri gerildi. |
The children are our future. | Çocuklar bizim geleceğimiz. |
the cold air | soğuk hava |
the cold weather conditions | soğuk hava şartları |
the conflicts arising because your daughter has worked | kızınızın çalışmış olmasından kaynaklanan çatışmalar |
the conflicts arising because your daughter is working | kızınızın çalışıyor olmasından kaynaklanan çatışmalar |
the conflicts arising because your daughter will be working | kızınızın çalışacak olmasından kaynaklanan çatışmalar |
the conflicts caused by your daughter's working | kızınızın çalışmasından kaynaklanan çatışmalar |
the cruel splendour of this land | bu arazinin acımasız ihtişamı |
the dogs slowed down turning their eyes (looks) to the sky | köpekler bakışlarını gökyüzüne çevirerek yavaşladı |
the dogs barked | köpekler havladılar. |
the dogs began to whimper. | Köpekler inlemeye başladı. |
The dogs being on alert growled/snarled. | Tetikte duran köpekler hırladılar. |
the dogs growled/snarled | köpekler hırladılar |
The dogs suddenly slowed down. | Köpekler birden yavaşladı. |
the door of the helicopter | helikopterin kapısı |
the eaters | yiyenler |
the enormous weight | muazzam ağırlık |
the excuse to escape | kaçmak için bahanesi |
the excuse to escape was ready | kaçmak için bahanesi hazırdı |
the familiar feeling of being humiliated | tanıdık aşağılanma hissi |
the fashion of the moment (day) | günün modası |
the first | ilk |
the first (b) | birinci |
the geological detection devices sledge | jeolojik algılama aygıtları kızağı |
The geologist Charles Brophy despite having endured the cruel splendour of this land for years, still nothing would have prepared him for the inhuman disaster that he was going to experience. | Jeolog Charles Brophy bu arazinin acımasız ihtişamına yıllarca katlanmış olmasına rağmen yine de hiçbir şey onu yaşayacağı insanlık dışı felakete hazırlamış olmazdı. |
The geologist Charles Brophy despite having endured the cruel splendour of this land for years... | Jeolog Charles Brophy bu arazinin acımasız ihtişamına yıllarca katlanmış olmasına rağmen |
The geologist Charles Brophy, despite having endured the cruel splendour of this land,... | Jeolog Charles Brophy bu arazinin acımasız ihtişamına katlanmış olmasına rağmen |
The geologist wavered | Jeolog bocaladı. |
The geologist wavered: "Where do you know my name from?" | Jeolog bocaladı. 'İsmimi nerden biliyorsunuz?' |
the goverment spendings | hükümet harcamaları |
The hair style that was the latest fashion in Washington :'the anchor woman' long enough to appear sexy, but short enough to show that she was smarter than you. | Washington'da en revaçta olan saç tarzı: 'Haber spikeri kadın' seksi görünecek kadar uzun, ama sizden daha akıllı olduğunu gösterecek kadar kısa |
the harsh electronic ringing | şiddetli elektronik çınlama |
the harsh electronic ringing interrupted the conversation | şiddetli elektronik çınlama konuşmaları bölerdi |
the helicopter descended | helikopter alçalıyordu |
the helicopter descended drawing a curve | helikopter kavis çizerek alçalıyordu. |
The helicopter landed fifty meters away, blowing(s) a cloud (k) of powdery snow into the air. | Helikopter, toz gibi kardan bir kümeyi havaya savurarak elli metre kadar uzağa indi. |
The helicopter landed fifty meters away. | Helikopter elli metre kadar uzağa indi. |
The helicopter landed. | Helikopter indi. |
the helicopter taking off turned westwards | helikopter havalanarak batıya döndü |
the helicopter took off | helikopter havalandı |
the helicopter turned (d) | helikopter döndü |
the helicopter zoomed | helikopter dikine yükseliyordu |
The horse meat that the Toulos Restaurant presented | Toulos Restoranı'nın sunduğu at eti |
The horse meat that the Toulos Restaurant proudly presented didn't match at all the fashion of the moment | Toulos Restoranı'nın gururla sunduğu at eti günün modasına hiç uygun değildi. |
the ice canyons and crevices | buzul kanyonları ve yarıkları |
the image of a doctor | doktor görüntüsü |
the image of a doctor sprung out of a soap opera | arkası yarın dizilerinden fırlamış bir doktor görüntüsü |
the inside | içeri |
The journalist extended his recording device to her nose. 'Miss Sexton?' | Muhabir kayıt cihazını burnuna uzatmıştı. 'Bayan Sexton?' |
The journalist gave an air as if he was worried because of his question. | Muhabir sorusundan dolayı endişeleniyormuş gibi bir hava verdi. |
The journalist's eyes grew. | Muhabirin gözleri büyüdü. |
The journalist's question was of the kind called grapefruit by the reporters | Muhabirin sorusu, gazetecilerin greyfurt dediği türden. |
The journalist's question was of the kind called grapefruit by the reporters,a hidden favour presented to the Senator in form of a difficult question - a slow shot that her father would easily be able to catch and by making a smatch send it off the court. | Muhabirin sorusu, gazetecilerin greyfurt dediği türden, Senatöre zor bir soru görünümünde sunulan üstü kapalı bir kıyak - babasının kolayca yetişip smaç yaparak sahanın dışına gönderebileceği yavaş bir atıştı. |
the LCD began to blink | LCD yanıp sönmeye başladı |
the logic of this | bunun mantığı |
the looks following her | onu arkasından takip eden bakışlar |
the looks of men | erkeklerin bakışları |
the looks of men following her | onu arkasından takip eden erkeklerin bakışları |
The man chuckled. | Adam kıkırdadı. |
The man pressed his rifle hard against Brophy's temple | Adam tüfeğini sertçe Brophy'nin şakağına bastırdı. |
the man talking first | ilk konuşan adam |
the man was a 'wolf of politics' / expert politician | adam siyaset kurduydu |
the man who had spoken first handed him a note paper | ilk konuşan adam bir not kâğıdını ona uzattı |
the man who had spoken first handed him a note paper with a few written ligns on it. | İlk konuşan adam, üzerine birkaç satır yazılı bir not kâğıdını ona uzattı. |
the man's power | adamın gücü |
the meaning of that message | o mesajın anlamı |
The meeting (t) reached its end. | Toplantı sona erdi. |
the men (dressed) in white clothes | beyaz giysiler içindeki adamlar |
The men didn't answer (y. v.) | Adamlar yanıt vermediler. |
The men didn't say a word (anything). | Adamlar hiçbir şey söylemediler. |
The men dressed in white clothes suitable for the cold weather conditions | Soğuk hava şartlarına uygun beyaz giysiler içindeki adamlar |
The men dressed in white clothes suitable for the cold weather conditions, with their rifles in their hands advanced towards Brophy as if they were in a hurry. | Soğuk hava şartlarına uygun beyaz giysiler içindeki adamlar, ellerinde tüfekleriyle aceleleri varmış gibi Brophy'ye doğru ilerlediler. |
The men suddenly stood up. | Adamlar birden ayağa kalktılar. |
The men with their rifles in their hands advanced towards Brophy as if they were in a hurry. | Adamlar, ellerinde tüfekleriyle aceleleri varmış gibi Brophy'ye doğru ilerlediler. |
the message coming to the LCD screen | LCD ekranına gelen mesaj |
the message frequency | ileti frekansı |
The milk calf and horse meat battered with black pepper that the Toulos Restaurant - a neighbour to Capitol Hill- proudly presented didn't match at all the fashion of the moment (day). | Capitol Hill'e komşu olan Toulos Restoranı'nın gururla sunduğu süt danası ve karabiberle dövülmüş at eti günün modasına hiç uygun değildi. |
The milk calf and horse meat battered with black pepper that the Toulos Restaurant proudly presented didn't match at all the fashion of the moment (day). | Toulos Restoranı'nın gururla sunduğu süt danası ve karabiberle dövülmüş at eti günün modasına hiç uygun değildi. |
the morning meal / breakfast | sabah kahvaltısı |
the next | bir sonraki |
the noises rising from cell phone conversations | cep telefonu görüşmelerinden yükselen sesler |
the noises rising from silver (pl.) banging against each other, espresso machines and cell phone conversations | birbirine çarpan gümüşler, espresso makineleri ve cep telefonu görüşmelerinden yükselen sesler |
the one in this profession | bu meslekteki |
the one of the country | ülkeninki |
the order to postpone | erteleme emri |
the other | diğer |
the other (one) | diğeri |
the other man | diğer adam |
The other man raising his rifle aimed at Brophy's head. | Diğer adam tüfeğini kaldırarak Brophy'nin başına doğrulttu. |
The other one answered. | Diğeri yanıtladı. |
the pager in Rachel's bag | Rachel'in çantasındaki çağrı cihazı |
The pager in Rachel's bag began to ring as if the order to postpone her father's renforcement speech had come. | Rachel'in çantasındaki çağrı cihazı, babasının infaz söylevine erteleme emri gelmiş gibi çalmaya başladı. |
The pager in Rachel's bag began to ring. | Rachel'in çantasındaki çağrı cihazı çalmaya başladı. |
The pager's sound stopped. | Cihazın sesi kesildi. |
The pager's sound stopped and the LCD began to blink. | Cihazın sesi kesildi ve LCD yanıp sönmeye başladı. |
the people eating | yemek yiyen kişiler |
the person holding the device in her hand | cihazı elinde bulunduran kişi |
the pocket of his parka | parkasının cebi |
the possibilty of leaving your work | işinizden ayrılma ihtimaliniz |
the president being in deep waters | güç durumdaki başkan |
the president of the United States of America | Amerika Birleşik Devletleri başkanı |
The question had caught her completely unprepared. | Soru onu tamamen hazırlıksız yakalamıştı. |
the recording (nom - dat.) | kayıt - kayda |
the repetition of sounds (rhyming) | ses yinelemesi |
The reporter laughed right on time. | Muhabir tam zamanında güldü. |
The reporter's face shone with joy. | Muhabirin yüzü sevinçle parladı. |
the reporter's question | muhabirin sorusu |
The ressemblance (likeness) is obvious. (a) | Benzerlik aşikâr. |
The ressemblance (likeness) was obvious. (a) | Benzerlik aşikârdı. |
the rumours on the subject that you came | geldiğiniz konusundaki söylentiler |
the schools that are in our country | ülkemizdeki okullar |
The Senator cackled mournfully. | Senatör kederle kesik kesik güldü. |
The Senator cackled. | Senatör kesik kesik güldü. |
The Senator changed his behaviour. | Senatör tavrını değiştirdi. |
The Senator had lost Rachel's trust years ago, but he was quickly winning the one of the country. | Senatör Rachel'ın güvenini yıllar önce kaybetmişti, ama ülkeninkini hızla kazanıyordu. |
The Senator had lost Rachel's trust years ago. | Senatör Rachel'ın güvenini yıllar önce kaybetmişti. |
The Senator narrowed his eyes. | Senatör gözlerini kıstı. |
The Senator narrowed his eyes. 'You know, your selfish manners sometimes really...' | Senatör gözlerini kıstı. 'Biliyor musun, bazen bencil tavırların gerçekten...' |
the Senator smiled | Senatör gülümsedi. |
The Senator smiled wiping his mouth with the napkin | Senatör ağzını peçeteyle silerek gülümsedi |
The Senator smiled wiping his mouth with the napkin: 'With pleasure, Ralph. Only be quick!I don't want to let my coffee get cold. ' | Senatör ağzını peçeteyle silerek gülümsedi: 'Memnuniyetle, Ralph. Yalnız çabuk ol. Kahvemi soğutmak istemiyorum.' |
The Senator threw an angry look because his words (l) were interrupted. | Senatör lafı kesildiği için öfkeli bir bakış fırlattı. |
The Senator threw an angry look. | Senatör öfkeli bir bakış fırlattı. |
The Senator was a regular client (of) here. | Senatör buranın devamlı müşteriydi. |
The Senator was a regular client. | Senatör devamlı müşteriydi. |
The senator was one of the most famous men. | Senatör en ünlü adamlardan biriydi. |
The Senator was talking in a loud voice on his cell phone about one of his latest achievements. | Senatör cep telefonunda yüksek sesle son başarılarından biri hakkında konuşuyordu. |
The Senator's business was finished. | Senatörün işi bitti. |
the Senator's business with her | Senatörün onunla işi |
The Senator's composure was very difficult to get out of order. | Senatörün soğukkanlılığı çok zor bozulurdu. |
the Senator's demeanor | Senatör'ün tavrı |
the Senator's demeanor changed | Senatör'ün tavrı değişti |
The Senator's eyes were a gift from God. | Senatörün gözleri Allah vergisiydi. |
the Senator's penetrating look (pl) | Senatör'ün delici bakışları |
the sky | gökyüzü |
The spendings are putting this country into debt. | Harcamalar bu ülkeyi borca sokuyor. |
the splendour(i) of this land (a) | bu arazinin ihtişamı |
the strange message (m) | tuhaf mesaj |
the tears would go | yaşlar giderdi |
the tears would go and open a door to an enthousiastic spirit | yaşlar gider ve çoşkulu bir ruha kapı açardı. |
the tears would go immediately after and by inspiring trust in everything open a door to an enthousiastic spirit | hemen sonra yaşlar gider ve her şeye karşı güven telkin ederek, çoşkulu bir ruha kapı açardı |
the thirty year old woman | otuz yaşındaki kadın |
the time has come to stop from now on spending and to start improving | artık harcamayı bırakıp iyileştirmeye başlama zamanı geldi |
the Toulos Restaurant | Toulos Restoranı |
The Toulos Restaurant being a neighbour to Capitol Hill | Capitol Hill'e komşu olan Toulos Restoranı |
the United States of America | Amerika Birleşik Devletleri |
the voice came out loud | ses yüksek çıktı |
the voice came out louder | ses daha yüksek çıktı |
the voice came out louder than Rachel thought | ses Rachel'ın düşündüğünden daha yüksek çıktı |
the white haired and sweet tongued man | ak saçlı ve tatlı dilli adam |
The white haired and sweet tongued man, blessed with the looks of a doctor sprung out of a soap opera was a wolf of politics, so that when taking into account his talent for imitation, this appearance was not odd at all. | Ak saçlı ve tatlı dilli adam, arkası yarın dizilerinden fırlamış bir doktor görüntüsüyle kutsanmış, bir siyaset kurduydu ki, taklit yeteneği dikkate alındığında bu görüntü hiç de yadırganmıyordu. |
The white haired and sweet tongued man, blessed with the looks of a doctor sprung out of a soap opera... | Ak saçlı ve tatlı dilli adam, arkası yarın dizilerinden fırlamış bir doktor görüntüsüyle kutsanmış,... |
the White House (lit. white palace) | Beyaz Saray |
the wind came in from the open door | rüzgâr açık kapıdan içeri doluyordu |
the wind filled the inside / the wind was coming in | rüzgâr içeri doluyordu |
the woman 's hair was combed | kadının saçları taranmıştı |
The woman 's hair was combed in the style being the latest fashion in Washington. | Kadının saçları Washington'da en revaçta olan tarzda taranmıştı. |
The woman (loc) had the Senator's penetrating look (pl) and gentle behaviour. | Kadında Senatörün delici bakışları ve nazik tavrı vardı. |
The woman (loc.) had the piercing look of the Senator and his gentle behaviour - that air of well-bred nobility. | Kadında Senatörün delici bakışları ve nazik tavrı - şu terbiyeli asalet havası - vardı. |
The woman had the piercing look of the Senator. /In the woman was... | kadında Senatörün delici bakışları vardı |
the woman in her mid thirties | otuzlu yaşlarının ortalarındaki kadın |
the woman in her mid thirties was someone attractive. | otuzlu yaşlarının ortalarındaki kadın çekici biriydi. |
The woman in her mid thirties, wearing a cream coloured Laura Ashley blouse, was someone attractive. | Krem rengi Laura Ashley bluz giyen otuzlu yaşlarının ortalarındaki kadın çekici biriydi. |
The woman in her mid thirties, wearing pleated grey bell-leg trousers, modest heelless shoes and a cream coloured Laura Ashley blouse was someone attractive. | Pilili, bol pacalı gri pantolon, gösterişsiz topuksuz ayakkabılar ve krem rengi Laura Ashley bluz giyen otuzlu yaşlarının ortalarındaki kadın çekici biriydi. |
the woman said with a shy voice | kadın çekingen bir sesle dedi |
The woman said with a timid voice:"I am a bit late." | Kadın çekingen bir sesle, 'Biraz geciktim,' dedi. |
The woman was someone attractive. | Kadın çekici biriydi. |
the woman wearing a Laura Ashley blouse | Laura Ashley bluz giyen kadın |
The woman wearing pleated grey bell-leg trousers, modest, heelless shoes and a cream coloured Laura Ashley blouse was someone attractive. | Pilili, bol pacalı gri pantolon, gösterişsiz topuksuz ayakkabılar ve krem rengi Laura Ashley bluz giyen kadın çekici biriydi. |
The woman's light brown big wavy hair descending until her shoulders | Kadının omuzlarına dek inen iri dalgalı açık kahverengi saçları |
The woman's light brown big wavy hair descending until her shoulders was combed in the style being the latest fashion in Washington. | Kadının omuzlarına dek inen iri dalgalı açık kahverengi saçları, Washington'da en revaçta olan tarzda taranmıştı. |
the woman's shoulders | kadının omuzları |
the words stayed temporarily suspended in the void. | kelimeler geçici bir süre boşlukta asılı kaldı |
the-out-of-control-government spendings | Kontrolden çıkmış hükümet harcamaları |
The-out-of-control-government spendings are putting this country every day a bit more into debt and the Americans are beginning to notice that from now on the time has come to stop spending and to start improving (mending) | Kontrolden çıkmış hükümet harcamaları bu ülkeyi her gün biraz daha borca sokuyor ve Amerikalılar artık harcamayı bırakıp iyileştirmeye başlama zamanının geldiğini fark etmeye başlıyorlar. |
The-out-of-control-government spendings are putting this country every day a bit more into debt. | Kontrolden çıkmış hükümet harcamaları bu ülkeyi her gün biraz daha borca sokuyor |
their hands | elleri |
their looks /their eyes | bakışları |
their making (Gerund verbal noun) | edişleri |
their struggling (Gerund verbal noun) | mücadele edişleri |
their struggling with pain against the heavy weight | muazzam ağırlığa karşı acıyla mücadele edişleri |
then his gaze hardened | sonra bakışları sertleşti. |
there is a call for... / is/are calling for | çağrısında bulunuyor |
There is no time to explain. | Açıklamaya zaman yok. |
There was no time. (I didn't even think of doing it...) | Vaktim yoktu. |
therefore /for this (reason) /because of this | bu yüzden |
therefore she hated him | bu yüzden ondan nefret ediyordu |
they | onlar |
They advanced towards Brophy as if they were in a hurry. | Aceleleri varmış gibi Brophy'ye doğru ilerlediler |
They advanced towards Brophy. | Brophy'ye doğru ilerlediler. |
they are in a hurry | aceleleri var |
they didn't say | söylemediler |
they gripped the (heavily) laden sledge | yüklü kızağı tuttular |
they had argued /the used to argue | tartışmışlardı |
they had argued about this subject | bu konuyu tartışmışlardı |
they pulled him | onu çektiler. |
They pulled hom towards the door. | Onu kapıya doğru çektiler. |
they pushed the sledge out of the door | kızağı kapıdan dışarı ittiler |
they turned their eyes(looks) to the sky | bakışlarını gökyüzüne çeviriyordu |
They watched her from the corner of their eyes. | Yan gözle onu süzdüler. |
things /goods /belongings | eşyalar |
Think of your future. | Geleceğini düşün. |
thirty | otuz |
thirty | otuz |
thirty years old /at the age of thirty | otuz yaşında |
this | bu |
this appearance was not odd at all | bu görüntü hiç de yadırganmıyordu |
This has to do with trust. | Bunun itimatla ilgisi var. |
this information | bu bilgi |
This information is not correct. | Bu bilgi doğru değil. |
This is strange. | Bu tuhaf. |
this morning | bu sabah |
This morning Toulos was quite busy with the cacophonical echoes created (o) by the voices rising from silver (pl.) banging against each other, espresso machines and cell phone conversations. | Bu sabah Toulos, birbirine çarpan gümüşler, espresso makineleri ve cep telefonu görüşmelerinden yükselen seslerin oluşturduğu ahenksiz yankılarla oldukça yoğundu. |
This morning Toulos was quite busy. | Bu sabah Toulos oldukça yoğundu. |
This much | bu kadar |
this much (in the) north /so far north | bu kadar kuzeyde |
this place | bu yer |
This was not the reason. | Sebep bu değildi. |
This was not your reason. | Sebebin bu değildi. |
Those eating around | Etrafta yemek yiyenler |
Those eating around watched her from the corner of their eyes. | Etrafta yemek yiyenler yan gözle onu süzdüler. |
those in this profession | meslektekiler |
though /despite | rağmen |
Though a lot of memories had come to her mind, Rachel opted for remaining silent. | Aklına pek çok anı gelmiş olsa da, Rachel sessiz kalmayı yeğledi. |
Though a lot of memories had come to her mind. | Aklına pek çok anı gelmiş olsa da. |
Though Rachel Sexton carried her natural (inborn) blessings | Rachel Sexton doğuştan sahip olduğu nimetleri taşısa da |
Though Rachel Sexton carried her natural (inborn) blessings with a grace and humility of grace and humility of which her father should take an example, it was clear that the Senator's classic good looks had passed on to the next generation. | Rachel Sexton doğuştan sahip olduğu nimetleri, babasının örnek alması gereken bir zarafet ve tevazu ile taşısa da, Senatörün klasik iyi görünümünün bir sonraki nesle geçtiği belli oluyordu. |
Though Rachel Sexton carried her natural (inborn) blessings with grace and humility | Rachel Sexton doğuştan sahip olduğu nimetleri zarafet ve tevazu ile taşısa da |
Though Rachel Sexton carried her natural (inborn) blessings with grace and humility of which her father should take an example | Rachel Sexton doğuştan sahip olduğu nimetleri, babasının örnek alması gereken bir zarafet ve tevazu ile taşısa da |
though she carried | taşısa da |
thousand | bin |
thousand three hundred | bin üç yüz |
three | üç |
three hundred | üç yüz |
throat (b) | boğaz |
tight schedule | sıkışık program |
tight/pressed/dense /crowded /jammed/crammed | sıkışık |
time (v) | vakit |
time (z) | zaman |
time to explain | açıklamaya zaman |
timid /shy /unsociable | çekingen |
tiny | ufak |
tip of the barrel (gun) /Gewehrmündung | namlunun ucu |
tip/point/end /terminal /extremity | uç |
to accompany /to take s.o. out /to keep s. o. company /to escort | eşlik etmek |
to act /behave mature | olgun davranmak |
to add /supplement | ilave etmek |
to adjust /regulate /set (a) | ayarlamak |
to advance | ilerlemek |
to affect /reflect | etkilemek |
to allocate a fund | fon ayırmak |
to answer (c. v.) | cevap vermek |
to answer (y. v.) | yanıt vermek |
to answer (y.) | yanıtlamak |
to appear (b) | belirmek |
to apply (u) | uygulanmak |
to approve /confirm | onaylamak |
to arrange /set | ayarlamak |
to ascend /rise / climb (ç) | çıkmak |
to ask | sormak |
to bang /clash / hit | çarpmak |
to bark | havlamak |
to be (located) /have /exist | bulunmak |
to be a helper /to be of help | yardımcı olmak |
to be a neighbour to Capitol Hill | Capitol Hill'e komşu olmak |
to be about to | üzere |
to be aware | farkında olmak |
to be clear (b. o.) | belli olmak |
to be combed | taranmak |
to be confused | aklı karışmak |
to be convenient /to be enough /to permit | el vermek |
to be determined /identified | belirlenmek |
to be dragged (along) | sürüklenmek |
to be fashionable | revaçta olmak |
to be interrupted /cut | kesilmek |
to be late | geç kalmak |
to be late / to delay | gecikmek |
to be odd (y) | yadırganmak |
to be on guard /to be alert (lit. to be on the trigger) | tetikte durmak |
to be overcome by the feeling of... | hissine kapılmak |
to be pre-prepared | önceden hazırlanmak |
to be prepared /to get ready | hazırlanmak |
to be stiffened | kaskatı kesilmek |
to be thrown/tossed (f) | fırlatılmak |
to be turned / for looks (eyes) to turn | çevrilmek |
to bear /stand /endure /put up with | katlanmak |
to beat/hit (once) | vurmak |
to become candidate for president of the United States of America | Amerika Birleşik Devletleri başkan adayı olmak |
to begin | başlamak |
to begin to gather | toplanmaya başlamak |
to believe | inanmak |
to believe (in a dative) | inanmak |
to blink | yanıp sönmek |
to both of you | her ikinize |
to break down / upset/ spoil/ go wrong /get out of order | bozulmak |
to burst /jump /spring | fırlamak |
to burst into laughter | kahkahaya boğulmak |
to cackle | kesik kesik gülmek |
to call (to come/e. g. an ambulance) | çağırmak |
to call /ring up s. o. | aramak |
to carry | taşımak |
to catch (y) | yetişmek |
to catch (y) | yakalamak |
to change | değişmek |
to change sthg | değiştirmek |
to close sthg | kapatmak |
to collect oneself | kendini toplamak |
to comb | taramak |
to come | gelmek |
to come across / to chance on / to meet | rastlamak |
to compile /to gather | derlemek |
to confirm | teyit etmek |
to connect /attach | bağlamak |
to content to /to make do with (+ile) | yetimek |
to continue | devam etmek |
to cool sthg | soğutmak |
to cough | öksürmek |
to cover /overspread / infest | kaplamak |
to cram /stuff /shove | tıkmak |
to create / form / constitute | oluşturmak |
to curse | küfretmek |
to cut /to stop sthg | kesmek |
to cut /to stop sthg /interrupt | kesmek |
to defend | savunmak |
to delay/postpone | ertelemek |
to descend (get off/out) /land | inmek |
to descend /get lower | alçalmak |
to descend /walk down /climb down | aşağı inmek |
to descend from the slay | kızaktan inmek |
to disappear /to get lost | kaybolmak |
to disappear /to get lost from sight /vanish | gözden kaybolmak |
to disapprove | onaylamamak |
to discuss /debate /dispute | tartışmak |
to dominate | hâkim olmak |
to dominate yourself | kendine hâkim olmak |
to draw | çizmek |
to drown | boğulmak |
to earn money /to make money | para kazanmak |
to eat /to dine | yemek yemek |
to eliminate | saf dışı bırakmak |
to embrace /hug | kucaklamak |
to enter | girmek |
to entertain | ağırlamak |
to escape | kaçmak |
to explain | açıklamak |
to explain | açıklamak |
to explode/rage /effervesce /bubble over | köpürmek |
to express | ifade etmek |
to express to she was late | geç kaldığını ifade etmek |
to f... | becermek |
to face (e. g. an audience) | karşısına çıkmak |
to face the country | ülkenin karşısına çıkmak |
to fall | düşmek |
to feel | hissetmek |
to feel | hissetmek |
to feel (d) | duyumsamak |
to feel on the edge of one's nerves /his nerves to tense | sinirleri gerilmek |
to fill (get full) | dolmak |
to fill /come in | dolmak |
to fill something with something | doldurmak |
to find | bulmak |
to find | bulmak |
to find time | vakit bulmak |
to finish /end | bitmek |
to finish /end something | bitirmek |
to fix /set /plant /erect | dikmek |
to fling one's fists /to punch | yumruklarını savurmak |
to follow | takip etmek |
to follow (after) her | onu arkasından takip etmek |
to frown | kaşlarını çatmak |
to gain | kazanmak |
to gather | toplanmak |
to get a job | iş almak |
to get lost | kaybolmak |
to get married | evlenmek |
to get on /hop on /board | binmek |
to get out of sight /to disappear | gözden kaybolmak |
to get up / lift / rise | kalkmak |
to giggle /chuckle /chortle | kıkırdamak |
to give an air of | bir hava vermek |
to give rein to /to be overcome by/to give way to/ to sink into | kapılmak |
to govern /rule / direct /conduct | yönetmek |
to grimace (to fold one's face) | yüzünü buruşturmak |
to grin | sırıtmak |
to grope for (search blindly or uncertainly by feeling with the hands.) | el yordamıyla bulmak |
to grow | büyümek |
to growl /snarl | hırlamak |
to guarantee /certify /make sure /ensure /make certain | garantilemek |
to guess | tahmin etmek |
to hand /to extend | uzatmak |
to harden | sertleşmek |
to hate + ablative | nefret etmek |
to have a conversation | bir konuşma yapmak |
to have a natural /to have an inborn /by nature | doğuştan sahip olmak |
to have an argument | tartışmak |
to have its source in /to originate /to be caused by | kaynaklanmak |
to help | yardım etmek |
to her mind | aklına |
to her nose | burnuna |
to hint | üstü kapalı söylemek |
to hint at something contrary to this | bunun aksini ima etmek |
to hold oneself back from /to refrain from | kendini tutmak |
to hold/grip /take/keep | tutmak |
to howl (wolves / dogs) | ulumak |
to hurl /swing /fling /throw out (s) | savurmak |
to improve | iyileştirmek |
to inhale /take a breath | içine çekmek |
to inspire confidence | güven telkin etmek |
to interrupt a conversation | konuşmaları bölmek |
to issue a law | kanun çıkarmak |
to jump | atlamak |
to jump on board | gemiye atlamak |
to kiss | öpmek |
to kiss her cheek | onu yanağından öpmek |
to kiss her lips | onu dudaklarından öpmek |
to know | bilmek |
to know (someone) | tanımak |
to laugh | gülmek |
to lean forward /to protrude one's head forward to be able to see sthg that is otherwise out of sight. | başını ileri uzatmak |
to lean over the table | masada öne doğru eğilmek |
to learn | öğrenmek |
to learn to dominate yourself | kendine hâkim olmayı öğrenmek |
to leave (a) | ayrılmak |
to leave /quit /give up | bırakmak |
to leave behind | arkada bırakmak |
to leave your work/quit your job | işinizden ayrılmak |
to lift up /to raise | kaldırmak |
to like (+ablative) (h) | hoşlanmak |
to like the repetition of sounds | ses yinelemesinden hoşlanmak |
to live /experience | yaşamak |
to look | bakmak |
to look for | aramak |
to look up (to lift one's head and look) | başını kaldırıp bakmak |
to lose sthg | kaybetmek |
to love /like | sevmek |
to make difficult decisions | zor kararları vermek |
to make money from politics | politikadan para kazanmak |
to meet / to become acquainted with /to make s. o. acquainted with | tanışmak |
to meet s. o. (k) | karşılaşmak |
to melt | erimek |
to melt away /to melt and go | eriyip gitmek |
to mention/allude to /hint at | ima etmek |
to miss /to long for | özlemek |
to move /wriggle /stir (for eyes) blink | kıpırdamak |
to narrow one's eyes | gözlerini kısmak |
to nod (to shake one's head in the meaning of yes) | başını evet anlamında sallamak |
to not disrupt/destroy > to keep up | bozmamak |
to not want to take her out | ondan kendisine eşlik etmesini istememek |
to notice | fark etmek |
to offer /propose /suggest | teklif etmek |
to open | açmak |
to open (up) /be opened | açılmak |
to open a (any) door | kapı açmak |
to open sthg | açmak |
to pass on to the next generation | bir sonraki nesle geçmek |
to perforate | delik deşik etmek |
to pierce /thrust through | delip geçmek |
to point /aim / straighten /orient | doğrultmak |
to prefer /choose/opt (y) | yeğlemek |
to prepare /to get ready | hazırlamak |
to present | sunmak |
to present /offer | sunmak |
to press | bastırmak |
to pull | çekmek |
to pull the slay over the tundra | kızağı tundra üzerinde çekmek |
to push | itmek |
to push | basmak |
to put into debt | borca sokmak |
to quote (an ablative) | alıntı(lar) yapmak |
to quote pop songs | pop şarkılardan alıntılar yapmak |
to rattle off | bir çırpıda söylemek |
to reach its end | sona ermek |
to reduce /bring down (i) | indirmek |
to regret | pişman olmak |
to remain attached | bağlı durmak |
to remain attached to Brophy's sledge | Brophy'nin kızağına bağlı durmak |
to remain silent | sessiz kalmak |
to remove from your ass with a corkscrew | kıçından tirbuşonla çıkarmak |
to remove with a corkscrew | tirbuşonla çıkarmak |
to repeat (y) | yinelemek |
to ring | çalmak |
to rise /swell | yükselmek |
to say | demek |
to say (s) | söylemek |
to scream | çığlık atmak |
to screetch / squeak/chirp /squeal | cırlamak |
to see | görmek |
to send | göndermek |
to send off the court (sport) | sahane dışına göndermek |
to settle | yerleşmek |
to shine / sparkle /glow | parlamak |
to shine with joy | sevinçle parlamak |
to shout (s) | seslenmek |
to show | göstermek |
to sigh | içini çekmek |
to slide /glisser | kaymak |
to slide open | kayarak açılmak |
to slow down | yavaşlamak |
to smash (sport ) | smaç yapmak |
to smile | gülümsemek |
to snatch | koparmak |
to soften /mellow /melt | yumuşamak |
to solve | çözmek |
to sound (to come to the ear) | kulağa gelmek |
to spare /distinguish /seperate /reserve /set apart | ayırmak |
to spare time for the important things | önemli şeylere zaman ayırmak |
to stand up | ayağa kalkmak |
to stand up | ayağa kalkmak |
to state /define /specify /determine | belirlemek |
to stay suspended | asılı kalmak |
to steer / lead /direct | yönlendirmek |
to step up onto sthg | bir şeyin üstüne çıkmak |
to stop from now on spending and | artık harcamayı bırakıp |
to stop from now on spending and start to improve | artık harcamayı bırakıp iyileştirmeye başlamak |
to stop spending | harcamayı bırakmak |
to stop/stand | durmak |
to struggle | mücadele etmek |
to study /examine /analyze | incelemek |
to suggest /inspire | telkin etmek |
to sweat | ter basmak |
to take | almak |
to take (away) /lead | götürmek |
to take a fright /to startle /to get afraid /to be frightened | ürkmek |
to take a sip | bir yudum çekmek |
to take an example | örnek almak |
to take her out (from her to accompany himself) | ondan kendisine eşlik etmek |
to take off | havalanmak |
to take out | çıkarmak |
to take pleasure | zevk duymak |
to talk | konuşmak |
to talk about (b) (+abl.) | bahsetmek |
to talk about (b) (+abl.) | bahsetmek |
to tap | hafifçe vurmak |
to tell /to narrate | anlatmak |
to thank | teşekkür etmek |
to the front | öne doğru |
to the front of the table | masada öne doğru |
to the ice canyons that where down | aşağıdaki buzul kanyonlarına doğru |
to the next generation | bir sonraki nesle |
to the schools | okullara |
to think | düşünmek |
to think/fancy /suppose | sanmak |
to throw | atmak |
to throw a glance /cast a look | bir bakış fırlatmak |
to throw an angry look at/to glare | öfkeli bir bakış fırlatmak |
to transfer /transmit | iletmek |
to tremble | titremek |
to trust | güvenmek |
to try (again and again) | çalışmak |
to try /struggle /go after | çabalamak |
to turn | çevirmek |
to turn (d) | dönmek |
to turn (ç) | çevirmek |
to understand | anlamak |
to understand | anlamak |
to want | istemek |
to want | istemek |
to waste /spend | harcamak |
to watch (s) | seyretmek |
to waver /flounder /get confused /hesitate | bocalamak |
to whimper /howl /moan /wail | inlemek |
to whisper | fısıldamak |
to win | kazanmak |
to wipe /erase | silmek |
to wipe one's mouth with a napkin | ağzını peçeteyle silmek |
to work | çalışmak |
to work /carry out a duty /serve | görev yapmak |
to work in behalf of Senator Sexton | Senatör Sexton adına çalışmak |
to write | yazmak |
to you (dat. pl/formal ) | size |
to zoom (airplane) | dikine yükselmek |
together | birlikte |
tongue | dil |
topic /subject | söz konusu |
towards | doğru |
towards Brophy | Brophy'ye doğru |
towards the ice canyons | buzul kanyonlarına doğru |
Transmit this! | Bunu ilet! |
trembling | titreyerek |
Trembling Brophy adjusted the message frequency. | Brophy titreyerek ileti frekansını ayarladı. |
tremendous (m) | muazzam |
trigger | tetik |
trousers | pantolon |
trousers with legs getting wider in the down part /bell-leg trousers/glockenförmige Hosen | bol pacalı pantolon |
trust in /towards everything | her şeye karşı güven |
trust/confidence | güven |
trust/confidence (i) | itimat |
Trying to collect herself together again, Rachel answered , 'Let me guess. A famous widower is looking for a young wife.' | Kendini yeniden toplamaya çalışan Rachel, 'Bırak tahmin edeyim,' diye cevap verdi. 'Ünlü bir dul kendine genç bir hanım arıyor.' |
tuesday | salı |
tundra (a vast, flat, treeless Arctic region of Europe, Asia, and North America in which the subsoil is permanently frozen.) | tundra |
turkish (language) | türkçe |
twelve | on iki |
twelve republican candidates | on iki cumhuriyetçi aday |
twenty | yirmi |
two | iki |
two men stepped out | iki adam indi |
uncomfortable | rahatsız |
under | altında |
under his looks | onun bakışları altında |
undulate / floating /wavy / flowing /curled | dalgalı |
unexpected | beklenmedik |
unprepared | hazırlıksız |
unpretentious heelless shoes | gösterişsiz topuksuz ayakkabılar |
until (d) +dative | dek |
upwards | yukarı |
USA | ABD |
very (ç) few women | çok az kadın |
very difficult (c. z.) | çok zor |
Very few women dined in Toulos and still less of them looked like Rachel Sexton. | Toulos'da çok az kadın yemek yer, daha da azı Rachel Sexton gibi görünürdü. |
Very few women dined in Toulos. | Toulos'da çok az kadın yemek yerdi. |
voice /noise /sound | ses |
waiter | garson |
Was there an accident? | Bir kaza mı oldu? |
Washington's politicians | Washington siyasileri |
watch /clock | saat |
wave | dalga |
we (all) | bizler |
We (all) are only two patriots having different ideas. . | Bizler sadece farklı fikirlere sahip iki vatanseveriz. |
We (all) are only two patriots. | Bizler sadece iki vatanseveriz. |
we are in a hurry | acelemiz var |
We are just two patriots having different ideas concerning how we will rule our beloved country. | Bizler sadece sevdiğimiz ülkeyi nasıl yöneteceğimiz konusunda farklı fikirlere sahip iki vatanseveriz. |
we are not in a hurry | acelemiz yok |
we have done | yapmıştık |
we haven't done | yapmamıştık |
we want | istiyoruz |
We want you to transmit | iletmeni istiyoruz |
We want you to transmit an official emergency call. | Acil bir resmi bildiri iletmeni istiyoruz. |
wearing | giyen |
week | hafta |
week | hafta |
weight | ağırlık |
well / alright /very well /ok / so | peki |
well-bred /genteel /cultivated /civilized /well-mannered | terbiyeli |
well-bred nobility | terbiyeli asalet |
west | batı |
westwards | batıya |
what | ne |
What happened, girls? | Ne oldu, kızlar? |
What happened? | Ne oldu? |
what he wanted | istediği |
what the hell was.. | neydi öyle |
what was it | neydi |
when appropriate | yeri gelince - yeri geldiğinde |
when appropriate his eyes would fill with tears | yeri gelince gözleri yaşlarla dolardı |
When appropriate his eyes would fill with tears but then immediately afterwards the tears would go and by inspiring trust in everything open a door to an enthousiastic spirit. | Yeri gelince gözleri yaşlarla dolar, ama sonra, hemen sonra yaşlar gider ve her şeye karşı güven telkin ederek, çoşkulu bir ruha kapı açardı. |
When appropriate his eyes would fill with tears but then immediately afterwards the tears would go. | Yeri gelince gözleri yaşlarla dolar, ama sonra, hemen sonra yaşlar giderdi. |
When Brophy's four dogs pulled the geological detection device slay over the tundra, they suddenly slowed down turning their eyes (looks) to the sky. | Brophy'nin dört köpeği, jeolojik algılama aygıtları kızağını tundra üzerinde çekerken, birden bakışlarını gökyüzüne çevirerek yavaşladı. |
When Brophy's four dogs pulled the geological detection device slay over the tundra. | Brophy'nin dört köpeği, jeolojik algılama aygıtları kızağını tundra üzerinde çekerken... |
when considering /when taking into account | dikkate alındığında |
when he transmitted | iletirken |
when he transmitted the strange message | tuhaf mesajı iletirken |
When her voice came out louder than Rachel thought | Sesi Rachel'ın düşündüğünden daha yüksek çıkınca |
When her voice came out louder than Rachel thought, the words stayed temporarily suspended in the void. | Sesi Rachel'ın düşündüğünden daha yüksek çıkınca, kelimeler geçici bir süre boşlukta asılı kaldı. |
when I was thirty-four | ben otuz dört yaşımdayken |
When it came to her father, it was not difficult to act more mature. | Babası söz konusu olduğunda, daha olgun davranmak güç değildi. |
when it comes to... | ... söz konusu olduğunda |
when it comes/came to her father | babası söz konusu olduğunda |
when it opened | açıldığında |
when Rachel felt part of her defence shield melting away | Rachel savunma kalkanının bir parçasının eriyip gittiğini hissedince |
When Rachel felt that part of her defence shield was melting away under his looks, she cursed the man's power from deep inside. | Rachel, onun bakışları altında savunma kalkanının bir parçasının eriyip gittiğini hissedince, içinden adamın gücüne küfretti. |
when she felt (ince) | hissedince |
When she looked at her father | babasına bakınca |
When she looked at her father, she felt in his artificial smile that the question was pre-prepared. | Babasına bakınca, onun yapmacık tebessümünde sorunun önceden hazırlandığını hissetti. |
When the call signal squealed | çağrı sinyali cırlayınca |
When the call signal squealed, Rachel's eyes turned to the message coming to the LCD screen. | Çağrı sinyali cırlayınca, Rachel'ın bakışları LCD ekranına gelen mesaja çevrildi. |
When the chief waiter made Senator's daughter pass through the dining room (y. s.) | Şefgarson Senatörün kızını yemek salonundan geçirirken |
When the chief waiter made the Senator's daughter pass through the dining room (y. s.) he was embarrassed by the looks of men - some decent others not quite -following her. | Şefgarson Senatörün kızını yemek salonundan geçirirken, onu arkasından takip eden erkeklerin bakışlarından - bazıları usturuplu, bazıları pek değil - mahcup oldu. |
When the chief waiter made the Senator's daughter pass through the dining room (y. s.) he was embarrassed by the looks of men following her. | Şefgarson Senatörün kızını yemek salonundan geçirirken, onu arkasından takip eden erkeklerin bakışlarından mahcup oldu. |
when the door of the helicopter opened | helikopterin kapısı açıldığında |
When the door of the helicopter slid open | Helikopterin kapısı kayarak açıldığında |
When the door of the helicopter slid open, two men descended. | Helikopterin kapısı kayarak açıldığında, iki adam aşağı indi. |
When the helicopter ascended | helikopter çıkarken |
When the helicopter ascended to thousand three hundred meters | Helikopter bin üç yüz metreye çıkarken |
when the helicopter gained altitude | helikopter irtifa kazanırken |
When the helicopter gained altitude, the wind came in from the open door. | Helikopter irtifa kazanırken rüzgâr açık kapıdan içeri doluyordu. |
When the men seized him | Adamlar onu yakaladıklarında |
When the men seized him Brophy was already on his feet and screaming. | Adamlar onu yakaladıklarında Brophy çoktan ayağa kalkmış çığlık atıyordu. |
when the voice came out louder than Rachel thought | ses Rachel'ın düşündüğünden daha yüksek çıkınca |
when the woman entered (inside) | kadın içeri girdiğinde |
When the woman entered (inside) the chief waiter secretly took a sip from his morning Bloody Mary. | kadın içeri girdiğinde şefgarson gizlice sabah Bloody Mary'sinden bir yudum çekiyordu. |
when they pulled | çekerken |
when they seized him | yakaladıklarında |
Where do you(pl) know my name from? | İsmimi nerden biliyorsunuz? |
white | beyaz |
white (a) (old turkish) | ak |
white clothes | beyaz giysiler |
white haired | ak saçlı |
who | kim |
Who are you(pl/formal) ? | Siz kimsiniz? |
Who are you? | Sen kimsin? |
whoever you are | her kimsen |
widow /widower | dul |
wife | eş |
wind | rüzgâr |
winter | kış |
wire | tel |
wireless /radio | telsiz |
wires | teller |
with a corkscrew | tirbuşonla |
with a grace and humility of which her father should take an example | babasının örnek alması gereken bir zarafet ve tevazu ile |
with a mock smile /with a make-believe smile | yapmacık bir tebessümle |
with a shy voice | çekingen bir sesle |
with a smile (t) | tebessümle |
with an expression of surprise | şaşkınlık ifadesiyle |
with an innocent expression of surprise | masum bir şaşkınlık ifadesiyle |
With an innocent expression of surprise Senator Sexton leaned forward. | Senatör Sexton masum bir şaşkınlık ifadesiyle başını ileri uzattı. |
with black pepper | karabiberle |
with cacophonical echos | ahenksiz yankılarla |
with care / sorgfältig | dikkatle |
with difficulty /barely | güç |
With difficulty Rachel held herself back from looking at her watch. | Rachel saatine bakmamak için kendini güç tuttu. |
with echos | yankılarla |
with grace(z) and humility | zarafet ve tevazu ile |
with horror /in horror | dehşet içinde |
with military skill | askeri maharetle |
with my mother | annemle |
with pain | acıyla |
with pleasure | memnuniyetle |
with rifles (mit Gewehren) | tüfeklerle |
with tears | yaşlarla |
with the cacophonical echos that were created by... | oluşturduğu ahenksiz yankılarla |
with the fork | çatalla |
with the help of her hands | el yordamıyla |
with their rifles in their hands (Gewehre) | ellerinde tüfekleriyle |
without +verb | - maksızın - meksizin |
without blinking | kıpırdamadan |
without having | olmaksızın |
without heels/ flat heel /ohne Absatz /flach | topuksuz |
without meaning /meaningless (fact) | anlamsızdır |
without saying | söylemeden |
without saying a single word | tek bir söz söylemeden |
Without saying a single word they gripped the loaded sledge and pushed it out of the open door. | Tek bir söz söylemeden yüklü kızağı tutarak açık kapıdan dışarı ittiler. |
without showing | göstermeden |
without showing them that he grinned | sırıttığını onlara göstermeden |
Without showing them that he grinned, he closed his recording device. | Sırıttığını onlara göstermeden kayıt cihazını kapattı. |
without showing to them | onlara göstermeden |
wolf | kurt |
woman | kadın |
word (k) | kelime |
word (l) | laf |
work /affair /business | iş |
workplace | işyeri |
workplaces | işyerleri |
worry/concern /anxiety (e) | endişe |
written | yazılı |
years ago | yıllar önce |
You (pl or formal) | Siz |
You (pl or formal) suggested budget cuttings | bütçe kesintileri teklif ettiniz |
you (pl/pol. ) suggested quite controversial budget cuttings | hayli ihtilaflı bütçe kesintileri teklif ettiniz |
You (pol.) often talk(b) about education. | Sıkça eğitimden bahsediyorsunuz. |
you and your dogs | sen ve köpeklerin |
You are not that young anymore. | Artık o kadar genç değilsin. |
You are thirty-three. | Otuz üç yaşındasın. |
you better learn | öğrensen iyi edersin |
You came (about) to discuss | tartışmak üzere geldiniz |
You came (about) to discuss the possibilty of leaving your work | işinizden ayrılma ihtimalinizi tartışmak üzere geldiniz |
you came across | rastladın |
you can work | çalışabilirsin |
You can work for me. | Benim için çalışabilirsin. |
you can't understand | anlayamıyorsun |
you don't understand | anlamıyorsun |
you have f... the neighbour(slady) | komşuyu becermiştin |
You know when I was thirty-four, I was already... | Biliyorsun ben otuz dört yaşımdayken çoktan... |
you remove that recording device only with a corkscrew from your ass | o kayıt cihazını kıçından ancak tirbuşonla çıkarırsın. |
you should jump | atlamalısın |
you understand | anlıyorsun |
you were married to my mother | annemle evlenmiştin |
you(sg) | sen |
your (pl) tight program | sıkışık programınız |
your (polite) Tv adds (youradds that are on televisions) | televizyonlardaki reklamlarınız |
your and your daughter's conflicts of interest | sizin ve kızınızın çıkar çatışmalarınız |
your current job | mevcut işiniz |
Your daughter is working for your opponent | Kızınız rakibiniz için çalışıyor. |
your future | geleceğin |
your radio/wireless frequency | Telsiz frekansın |
your selfish manners | bencil tavırların |
Your TV adds are calling for equal salaries to be given to women | Televizyonlardaki reklamlarınız kadınlara eşit maaşlar verilmesi çağrısında bulunuyor. |
your word | kelimen |
your working for him | onun için çalışman |
your working for him affects me badly | onun için çalışman beni kötü etkiliyor |
İmmediately! | Hemen! |