Reading Turkish: Deception Point/İhanet Noktası - Dan Brown

QuestionAnswer
'Ah let's not talk about work' lowering his voice, Sexton leaned over the table.
'Ah, işten bahsetmeyelim.' Sexton sesini alçaltarak masada öne doğru eğildi.
'Come on, tell me, how is it going?'
'Anlat bakalım, nasıl gidiyor?'
'Without love everything else is meaningless.'
'Aşk yoksa geri kalan her şey anlamsızdır.'
'Dad, didn't you want to see me?'
'Baba beni görmek istememiş miydin?'
'Dad, I am not working for the President.'
'Baba, ben Başkan için çalışmıyorum.'
'It looks as if you were working for the President.'
'Başkan için çalışıyormuşsun gibi görünüyor.'
'I missed you, too.' thought Rachel.
'Ben de seni özledim,' diye düşündü Rachel.
'Sirs,' she said. 'I have to go.'
'Beyler,' dedi. 'Gitmek zorundayım.'
'Sirs,' she said. 'It breaks my heart, but I have to go. I am late for work.'
'Beyler,' dedi. 'Kalbim el vermiyor ama gitmek zorundayım. İşe geç kaldım.'
'You know, your selfish manners sometimes really...'
'Biliyor musun, bazen bencil tavırların gerçekten...'
'You know when I was thirty-four, I was already...' '... married to my mother, f... the neighbour(slady), didn't you?'
'Biliyorsun ben otuz dört yaşımdayken çoktan...' '... annemle evlenmiş, komşuyu becermiştin, değil mi?'
'Let me guess,' she answered.
'Bırak tahmin edeyim,' diye cevap verdi.
'You look exhausted.'
'Bitkin görünüyorsun.'
'I was not aware of that I am drowning.'
'Boğulduğumun farkında değildim.'
'Do you have a say about this succes (of yours)?'
'Bu başarınız hakkında bir söyleceğiniz var mı?'
'I worked a lot to get this job, dad. I won't quit.'
'Bu işi almak için çok çalıştım, baba. Bırakmayacağım. '
Haven't we had this conversation before?
'Bu konuşmayı daha önce yapmamış mıydık?'
"This is strange," he thought.
'Bu tuhaf,' diye düşündü.
'Can you explain the logic of this?' 'Of course. I am a fan of strong women and strong families.'
'Bunun mantığını açıklayabilir misin?' 'Elbette. Ben güçlü kadınların ve güçlü ailelerin hayranıyım.'
'As I said, family first.' (ö. a.)
'Dediğim gibi, önce aile.'
'That means we are starting,' she thought.
'Demek başlıyoruz' diye düşündü.
'How is the man from the Ministry of Foreign Affairs that I arranged for you?'
'Dışişleri Bakanlığı'ndan sana ayarladığım şu adam nasıl?'
"Of course, Sir."
'Elbette, efendim.'
'Of course. I am a fan of strong women and strong families.'
'Elbette. Ben güçlü kadınların ve güçlü ailelerin hayranıyım.'
"At least close the door!" he said.
'En azından kapıyı kapatın!' dedi.
'Think of your future, Rachel. You can work for me.'
'Geleceğini düşün, Rachel. Benim için çalışabilirsin.'
'Bye bye, darling, (t). Stop by the office sometime and say hello. And for God's sake get married. You are thirty-three.'
'Güle güle, tatlım. Bir ara ofise uğrayıp bir merhaba de. Ve Tanrı aşkına evlen. Otuz üç yaşındasın.'
"Good morning," he said.
'Günaydın,' dedi.
"Good morning," he said. "Can I help you?"
'Günaydın,' dedi. 'Size yardımcı olabilir miyim?'
'Nice body!',he whispered.
'Güzel vücut!', diye fısıldadı.
'the anchor woman': long enough to appear sexy
'Haber spikeri kadın' seksi görünecek kadar uzun
''You better learn to dominate yourself.'
'Kendine hâkim olmayı öğrensen iyi edersin.'
'Don't kid yourself. You are no longer that young. '
'Kendini küçük düşürme. Artık o kadar genç değilsin.'
'Can' t I call my daughter for breakfast? '
'Kızımı kahvaltıya çağırmaz mıyım?'
'The conflict arising because your daughter is working for your opponent.'
'Kızınızın rakibiniz için çalışıyor olmasından kaynalanan çatışma.'
'With pleasure, Ralph. Only be quick!'
'Memnuniyetle, Ralph. Yalnız çabuk ol.'
'Hello dad!
'Merhaba baba.'
'I got your message.'
'Mesajını aldım.'
'Finally, Sir, "said the reporter. In the last few weeks (that we passed) it has been determined in the polls that you made a tremendous leap.
'Muhabir,' Efendim, son olarak, ' dedi.' Geçtiğimiz son birkaç hafta içinde kamuoyu araştırmalarında muazzam bir sıçrama yaptığınız belirlendi.'
'How come you(formal) talk (b) about conflicts?'
'Nasıl çatışmalardan bahsediyorsunuz?'
"How stupid I am," he thought.
'Ne kadar aptalım,' diye düşündü.
'What happened?'
'Ne oldu?'
'Thirty-four. It can be called an old maid, (young girl) .
'Otuz dört. Yaşlı bir genç kız denebilir.'
'Thirty-four,' she jumped in. 'Your secretary send a card.'
'Otuz dört`,' diye atladı. 'Sekreterin kart göndermişti.'
'Good and secondly?' (being second)
'Peki ikinci olarak?'
"Rachel Sexton. I am his daughter."
'Rachel Sexton. Kızıyım.'
'Rachel!' her father finished his phone call and stood up in order to kiss her cheek.
'Rachel!' Babası telefon görüşmesini bitirip onu yanağından öpmek için ayağa kalktı.
'Ralph or whoever you are know this well: I have no intention to quit my job in order to work in behalf of Senator Sexton.'
'Ralph ya da kimsen, şunu iyi bil: Senatör Sexton adına çalışmak için işimi bırakmaya hiç niyetim yok.'
'Ralph, first of all, the President and I are not opponents.'
'Ralph, öncelikle Başkan ve ben rakip değiliz.'
'I want to throw you a flotation ring,' he said
'Sana bir can simidi atmak istiyorum,' dedi.
"I fancy, this has to do with trust."
'Sanırım bunun itimatla ilgisi var.'
'Not you, the President is drowning.'
'Sen değil, Başkan boğuluyor.'
'Senator Sexton?' A journalist appeared next to the table.
'Senatör Sexton?' Masanın yanında bir muhabir belirmişti.
'Senator Sexton?' A journalist appeared next to the table. The Senator's demeanor changed at once.
'Senatör Sexton?' Masanın yanında bir muhabir belirmişti. Senatörün tavrı hemen değişti.
'Senator, your TV adds are calling for equal salaries to be given to women at the workplace and at the same time for the issueing of a law for the application of tax cuts to newly weds.'
'Senatör, televizyonlardaki reklamlarınız işyerlerinde kadınlara eşit maaşlar verilmesi ve aynı zamanda yeni evlilere vergi indirimi uygulanması için kanun çıkarılması çağrısında bulunuyor.'
'It is exciting to see that in the midst of your tight schedule both of you find time to dine together.'
'Sıkışık programınız arasında ikinizin birlikte yemeğe vakit bulduğunu görmek oldukça heyecan verici.'
'Politics is a matter of perception, Rachel.' (fact)
'Siyaset algılama meselesidir, Rachel.'
"It is a pleasure for us to entertain you, Miss Sexton."
'Sizi ağırlamaktan zevk duyarız Bayan Sexton.'
'May I ask, Sir, how do you solve your and your daughter's conflicts of interest?'
'Sizin ve kızınızın çıkar çatışmalarınızı nasıl çözdüğünüzü sorabilir miyim efendim?'
'I hope this was not your reason to ask me to breakfast.'
'Umarım beni kahvaltıya çağırma sebebin bu değildi.'
'Busy. The campaign is going well, I see.'
'Yoğun. Kampanyanın iyi gittiğini görüyorum.'
'Conflicts?'
'Çatışmalar mı?'
'Conflicts?' With an innocent expression of surprise Senator Sexton leaned forward. 'How come you talk about conflicts?'
'Çatışmalar mı?' Senatör Sexton masum bir şaşkınlık ifadesiyle başını ileri uzattı. 'Nasıl çatışmalardan bahsediyorsunuz?'
I believe that the children are our future.
'Çocukların bizim geleceğimiz olduğuna inanıyorum. '
'You should jump on board before it' s too late.'
'Çok geç olmadan gemiye atlamalısın.'
'You should spare time for the important things, Rachel.' Without love everything else is meaningless. Aşk yoksa geri kalan her şey anlamsızdır.'
'Önemli şeylere zaman ayırmalısın Rachel. Aşk yoksa geri kalan her şey anlamsızdır.'
'You should spare time for the important things, Rachel.'
'Önemli şeylere zaman ayırmalısın Rachel.'
'So it is.' Her father examined her with care.
'Öyle.' Babası, onu dikkatle inceledi.
'You (pl or formal) suggested quite controversial budget cuttings for the allocation of more funds to the schools that are in our country.'
'Ülkemizdeki okullara daha fazla fon ayrılması için hayli ihtilaflı bütçe kesintileri teklif ettiniz.'
'Secondly, my daughter is not working for the President: She is working in an intelligence organisation.'
'İkinci olarak, kızım Başkan için çalışmıyor : istihbarat teşkilatında görev yapıyor.'
Saying 'Thank you to both of you,'he vanished from sight.
'İkinize teşekkür ederim,' diyerek gözden kayboldu.
'A thing (eh/thingummy), Sir...'
'Şey, efendim...'
'A thing (eh/thingummy), Sir...' By coughing the journalist gave an air as if he was worried because of his question.
'Şey, efendim...' Muhabir öksürerek sorusundan dolayı endişeleniyormuş gibi bir hava verdi.
if you write
(eğer) yazarsan
without +verb
- maksızın - meksizin
as /while
-diği sırada
... married to my mother, f... the neighbour(slady), didn't you?
... annemle evlenmiş, komşuy becermiştin, değil mi? u
"...? " he asked
... diye sordu.
when it comes to...
... söz konusu olduğunda
USA
ABD
I wonder
acaba
haste /hurry
acele
they are in a hurry
aceleleri var
as if they were in a hurry
aceleleri varmış gibi
They advanced towards Brophy as if they were in a hurry.
Aceleleri varmış gibi Brophy'ye doğru ilerlediler
as if they were not in a hurry
aceleleri yokmuş gibi
I am in a hurry
acelem var
I am not in a hurry
Acelem yok
we are in a hurry
acelemiz var
we are not in a hurry
acelemiz yok
emergency
acil
an offical emergency call (announcement)
acil bir resmi bildiri
We want you to transmit an official emergency call.
Acil bir resmi bildiri iletmeni istiyoruz.
cruel /pitiless
acımasız
with pain
acıyla
man (a)
adam
The man chuckled.
Adam kıkırdadı.
'I know Sexton well,' the (other) man chuckled. 'He even f... his daughter.'
Adam kıkırdadı. 'Ben Sexton'ı iyi tanırım, o kızını bile becerir.'
the man was a 'wolf of politics' / expert politician
adam siyaset kurduydu
The man pressed his rifle hard against Brophy's temple
Adam tüfeğini sertçe Brophy'nin şakağına bastırdı.
the man's power
adamın gücü
The men suddenly stood up.
Adamlar birden ayağa kalktılar.
The men didn't say a word (anything).
Adamlar hiçbir şey söylemediler.
When the men seized him
Adamlar onu yakaladıklarında
When the men seized him Brophy was already on his feet and screaming.
Adamlar onu yakaladıklarında Brophy çoktan ayağa kalkmış çığlık atıyordu.
The men didn't answer (y. v.)
Adamlar yanıt vermediler.
The men with their rifles in their hands advanced towards Brophy as if they were in a hurry.
Adamlar, ellerinde tüfekleriyle aceleleri varmış gibi Brophy'ye doğru ilerlediler.
candidate
aday
almost /nearly (a)
adeta
almost /nearly (a) like two ice crystals
adeta iki buz kristali
name (a)
adı
in behalf of
adına
Ah, let's not talk about work.
Ah, işten bahsetmeyelim.
harmony /unity /accordance /concord (a)
ahenk
disharmonious /cacophonical /discordant /atonal
ahenksiz
with cacophonical echos
ahenksiz yankılarla
family
aile
white (a) (old turkish)
ak
white haired
ak saçlı
the white haired and sweet tongued man
ak saçlı ve tatlı dilli adam
The white haired and sweet tongued man, blessed with the looks of a doctor sprung out of a soap opera was a wolf of politics, so that when taking into account his talent for imitation, this appearance was not odd at all.
Ak saçlı ve tatlı dilli adam, arkası yarın dizilerinden fırlamış bir doktor görüntüsüyle kutsanmış, bir siyaset kurduydu ki, taklit yeteneği dikkate alındığında bu görüntü hiç de yadırganmıyordu.
The white haired and sweet tongued man, blessed with the looks of a doctor sprung out of a soap opera...
Ak saçlı ve tatlı dilli adam, arkası yarın dizilerinden fırlamış bir doktor görüntüsüyle kutsanmış,...
mind (a) /Verstand /brain /sense
akıl
clever /smart
akıllı
her mind
aklı
to be confused
aklı karışmak
to her mind
aklına
a lot of memories had come to her mind
Aklına pek çok anı geldi.
Though a lot of memories had come to her mind, Rachel opted for remaining silent.
Aklına pek çok anı gelmiş olsa da, Rachel sessiz kalmayı yeğledi.
Though a lot of memories had come to her mind.
Aklına pek çok anı gelmiş olsa da.
opposite /contrary
aksi
she would receive
alacaktı
he can't get
alamaz
perception / detection
algılama
detection devices(a)
algılama aygıtları
a matter of perception
algılama meselesi
to quote (an ablative)
alıntı(lar) yapmak
a gift from God (a) /a natural talent
Allah vergisi
to take
almak
low
alt
low level
alt seviye
under
altında
sixty
altmış
to descend /get lower
alçalmak
but thanks to this menu (ö)
ama bu mönü sayesinde
But thanks to this menu (ö) it was at breakfast the stamping ground of Washington's politicians.
Ama bu mönü sayesinde sabah kahvaltısında Washington siyasilerinin uğrak yeriydi.
But at least the excuse to escape was ready.
Ama en azından kaçmak için bahanesi hazırdı.
but he had added the middle name himself long time ago.
ama göbek adını uzun zaman önce kendi ilave etmişti.
but then
ama sonra
but he was quickly winning the one of the country
ama ülkeninkini hızla kazanıyordu
but at the moment it could be said that it sounded even melodious (to her)
ama şu anda kulağa melodik geldiği bile söylenebilirdi.
goal /purpose
amaç
the United States of America
Amerika Birleşik Devletleri
candidate for president of the United States of America
Amerika Birleşik Devletleri başkan adayı
to become candidate for president of the United States of America
Amerika Birleşik Devletleri başkan adayı olmak
He almost guaranteed to become the candidate for president of the United States of America
Amerika Birleşik Devletleri başkan adayı olmayı neredeyse garantilemişti
the president of the United States of America
Amerika Birleşik Devletleri başkanı
The Americans have begun to understand.
Amerikalılar anlamaya başladılar.
The Americans are beginning to notice that from now on the time has come to stop spending and to start improving (mending)
Amerikalılar artık harcamayı bırakıp iyileştirmeye başlama zamanının geldiğini fark etmeye başlıyorlar.
The Americans have noticed that from now on the time has come to stop spending and to start improving (mending)
Amerikalılar artık harcamayı bırakıp iyileştirmeye başlama zamanının geldiğini fark ettiler
The Americans have begun to understand that they won't be able to trust the President.
Amerikalılar Başkan'a güvenemeyeceklerini anlamaya başladılar.
The Americans begin to notice
Amerikalılar fark etmeye başlıyorlar.
The Americans have begun to understand that they won't be able to trust the President for making difficult decisions.
Amerikalılar zor kararları vermekte Başkan'a güvenemeyeceklerini anlamaya başladılar.
The Americans have begun to understand that they won't be able to trust the President for making difficult decisions facing the country.
Amerikalılar, ülkenin karşısına çıkan zor kararları vermekte Başkan'a güvenemeyeceklerini anlamaya başladılar.
only (a)
ancak
memory
anı
meaning
anlam
meaning
anlam
to understand
anlamak
to understand
anlamak
you don't understand
anlamıyorsun
I don't understand.
Anlamıyorum.
without meaning /meaningless (fact)
anlamsızdır
Come on, tell me!
Anlat bakalım!
to tell /to narrate
anlatmak
I don't understand (lit. I couldn't understand)
anlayamadım
Can't you understand?
anlayamıyor musun?
you can't understand
anlayamıyorsun
it is understood
anlaşılıyor
you understand
anlıyorsun
mother
anne
with my mother
annemle
you were married to my mother
annemle evlenmiştin
stupid (a)
aptal
to call /ring up s. o.
aramak
to look for
aramak
between /in the midst of / among
arasında
land /country /territory (a)
arazi
ressearch / exploration
araştırma
behind /after(... d..)
ardında
behind (a)
arkada
to leave behind
arkada bırakmak
after leaving behind
arkada bıraktıktan sonra
soap opera
arkası yarın (dizileri)
the image of a doctor sprung out of a soap opera
arkası yarın dizilerinden fırlamış bir doktor görüntüsü
no longer /anymore /no more (+neg)
artık
to stop from now on spending and
artık harcamayı bırakıp
the time has come to stop from now on spending and to start improving
artık harcamayı bırakıp iyileştirmeye başlama zamanı geldi
to stop from now on spending and start to improve
artık harcamayı bırakıp iyileştirmeye başlamak
You are not that young anymore.
Artık o kadar genç değilsin.
nobility /dignity (a)
asalet
hanging /suspended
asılı
to stay suspended
asılı kalmak
military (adj)
askeri
with military skill
askeri maharetle
actually
aslında
Actually the harsh electronic ringing interrupted the conversation uncomfortably, but at the moment it could be said that it sounded even melodious (to her) .
Aslında şiddetli elektronik çınlama konuşmaları rahatsız edici bir şekilde bölerdi ama şu anda kulağa melodik geldiği bile söylenebilirdi.
Actually the harsh electronic ringing interrupted the conversation uncomfortably.
Aslında şiddetli elektronik çınlama konuşmaları rahatsız edici bir şekilde bölerdi.
horse
at
horse meet
at eti
shot /throw (sport)
atış
to jump
atlamak
you should jump
atlamalısın
to throw
atmak
foot
ayak
shoe
ayakkabı
shoes
ayakkabılar
to adjust /regulate /set (a)
ayarlamak
to arrange /set
ayarlamak
to stand up
ayağa kalkmak
to stand up
ayağa kalkmak
device /aid (pl. equipment) (a)
aygıt
to spare /distinguish /seperate /reserve /set apart
ayırmak
also /besides
ayrıca
Also it would be nice if would stop going after this subject.
Ayrıca bu konuda çabalamayı bıraksan iyi...
to leave (a)
ayrılmak
her light brown hair
açık kahverengi saçları
from the open door
açık kapıdan
explanation /comment /statement
açıklama
to explain
açıklamak
to explain
açıklamak
time to explain
açıklamaya zaman
There is no time to explain.
Açıklamaya zaman yok.
can you explain
açıklayabilir misin
when it opened
açıldığında
to open (up) /be opened
açılmak
to open sthg
açmak
to open
açmak
to entertain
ağırlamak
weight
ağırlık
mouth
ağız
his mouth
ağzı
to wipe one's mouth with a napkin
ağzını peçeteyle silmek
(by) wiping his mouth
ağzını silerek
down
aşağı
to descend /walk down /climb down
aşağı inmek
to the ice canyons that where down
aşağıdaki buzul kanyonlarına doğru
feeling of being humiliated
aşağılanma hissi
obvious (a) flagrant /unmistakeable
aşikâr
love (romantic)
aşk
if there is no love
aşk yoksa
father
baba
Dad I really didn't have time.
Baba gerçekten vaktim olmadı.
'Dad, I am not working for the President. I didn't even meet the President. For God's sake, I am working at Fairfax.'
Baba, ben Başkan için çalışmıyorum. Başkan'la karşılaşmadım bile. Tanrı aşkına, ben Fairfax'de çalışıyorum! '
in order to work in your father's campaign
babanızın kampanyasında çalışmak için
her father
babası
Her father would always say, it was just a matter of trust.
Babası daima, sadece itimat meselesi derdi.
her father would say
babası derdi
when it comes/came to her father
babası söz konusu olduğunda
When it came to her father, it was not difficult to act more mature.
Babası söz konusu olduğunda, daha olgun davranmak güç değildi.
Her father finished his phone call.
Babası telefon görüşmesini bitirdi.
Her father finished his phone call and stood up.
Babası telefon görüşmesini bitirip ayağa kalktı.
When she looked at her father
babasına bakınca
When she looked at her father, she felt in his artificial smile that the question was pre-prepared.
Babasına bakınca, onun yapmacık tebessümünde sorunun önceden hazırlandığını hissetti.
She didn't kiss her father.
Babasını öpmedi.
her father without having a hidden purpose
babasının gizli bir amacı olmaksızın
Her father's first name was Thomas, but he had added the middle name himself long time ago.
Babasının ilk adı Thomas'dı, ama göbek adını uzun zaman önce kendi ilave etmişti.
Her father's first name was Thomas.
Babasının ilk adı Thomas'dı.
her father's renforcement speech
babasının infaz söylevi
as if the order to postpone her father's renforcement speech had come
babasının infaz söylevine erteleme emri gelmiş gibi
her father's classic good looks
babasının klasik iyi görünümü
that her father would easily be able to catch and by making a smatch send off the court
babasının kolayca yetişip smaç yaparak sahanın dışına gönderebileceği
It was a slow shot, that her father would easily be able to catch and by making a smatch send off the court
babasının kolayca yetişip smaç yaparak sahanın dışına gönderebileceği yavaş bir atıştı.
her father's table
babasının masası
her father's disapproving eyes
babasının onaylamayan gözleri
Her father's disapproving eyes were glowing (sparkling) with anger.
Babasının onaylamayan gözleri hiddetle parlıyordu.
that her father was quoting pop songs
babasının pop şarkılardan alıntılar yaptığı
that her father could send off the court
babasının sahanın dışına gönderebileceği
her father's liking the repetition of sounds
babasının ses yinelemesinden hoşlanması
that her father could send off the court by making a smash
babasının smaç yaparak sahanın dışına gönderebileceği
her father's reaction
babasının tepkisi
Her father's furious temperament had passed on to her and therefore she hated him.
Babasının öfkeli mizacı ona geçmişti ve bu yüzden ondan nefret ediyordu.
Her father's furious temperament had passed on to her.
Babasının öfkeli mizacı ona geçmişti.
her father taking an example
babasının örnek alması
of which her father should take an example
babasının örnek alması gereken
with a grace and humility of which her father should take an example
babasının örnek alması gereken bir zarafet ve tevazu ile
in meetings with her father
babasıyla buluşmalarında
that familiar feeling that she often had felt in meetings with her father
babasıyla buluşmalarında sıklıkla duyumsadığı o tanıdık his
pretext /excuse
bahane
to talk about (b) (+abl.)
bahsetmek
to talk about (b) (+abl.)
bahsetmek
let's not talk
bahsetmeyelim
Ministry
Bakanlık
look /glance /view /(eye)
bakış
looks /gazes
bakışlar
their looks /their eyes
bakışları
a part of her defence shield was melting away under his look
bakışları altında savunma kalkanının bir parçası eriyip gidiyordu
Her eyes turned to the message coming to the LCD screen.
Bakışları LCD ekranına gelen mesaja çevrildi.
her eyes (looks) turned to the message
bakışları mesaja çevrildi
they turned their eyes(looks) to the sky
bakışlarını gökyüzüne çeviriyordu
to look
bakmak
she contented to look
bakmakla yetindi
to push
basmak
to press
bastırmak
west
batı
westwards
batıya
sometimes
bazen
some
bazıları
some being decent others not very
bazıları usturuplu, bazıları pek değil
to connect /attach
bağlamak
attached
bağlı
to remain attached
bağlı durmak
head
baş
success /achievement /accomplishment
başarı
to nod (to shake one's head in the meaning of yes)
başını evet anlamında sallamak
to lean forward /to protrude one's head forward to be able to see sthg that is otherwise out of sight.
başını ileri uzatmak
(by) raising his head
başını kaldırarak
Raising his head he looked at Rachel.
Başını kaldırarak Rachel'a baktı.
to look up (to lift one's head and look)
başını kaldırıp bakmak
He lifted his head and looked at Rachel.
Başını kaldırıp Rachel'a baktı.
He lifted his head and looked at Rachel expressing somehow that she was late merely by tapping on his Cartier watch.
Başını kaldırıp sadece Cartier saatine hafifçe vurarak geç kaldığını ifade eder bir şekilde Rachel'a baktı.
president
başkan
'The president should begin to worry. (be overcome by worry)'
Başkan endişeye kapılmış olmalı.
I didn't even meet(k) the President.
Başkan'la karşılaşmadım bile.
that you met the President
Başkan'la tanıştığın
I don't believe you even met the President
Başkan'la tanıştığını bile sanmıyorum.
to begin
başlamak
to f...
becermek
unexpected
beklenmedik
It was an unexpected message and certainly giving bad news.
Beklenmedik bir mesajdı ve kesinlikle kötü haber veriyordu.
It was an unexpected message.
Beklenmedik bir mesajdı.
to state /define /specify /determine
belirlemek
to be determined /identified
belirlenmek
to appear (b)
belirmek
to be clear (b. o.)
belli olmak
it was clear
belli oluyordu
I
ben
I
ben
Me, too
Ben de
I miss(ed) you, too.
Ben de seni özledim.
I am a fan of...
Ben hayranıyım.
when I was thirty-four
ben otuz dört yaşımdayken
I know Sexton well.
Ben Sexton'ı iyi tanırım.
I didn't (do) ...
Ben yapmadım...
selfish
bencil
selfish manner
bencil tavır
your selfish manners
bencil tavırların
asking me to breakfast
beni kahvaltıya çağırma
You can work for me.
Benim için çalışabilirsin.
ressemblance
benzerlik
The ressemblance (likeness) is obvious. (a)
Benzerlik aşikâr.
The ressemblance (likeness) was obvious. (a)
Benzerlik aşikârdı.
white
beyaz
white clothes
beyaz giysiler
in white clothes
beyaz giysiler içinde
the men (dressed) in white clothes
beyaz giysiler içindeki adamlar
the White House (lit. white palace)
Beyaz Saray
She sends them to the White House.
Beyaz Saray'a gönderiyor.
pepper
biber
even
bile
it could even be said
bile söylenebilirdi
information
bilgi
Do you know? /You know, ...
Biliyor musun
You know when I was thirty-four, I was already...
Biliyorsun ben otuz dört yaşımdayken çoktan...
to know
bilmek
thousand
bin
thousand three hundred
bin üç yüz
Get into!
Binin
to get on /hop on /board
binmek
in less than a second /in no time /in a moment
bir anda
sometime
bir ara
Stop by the office sometime
Bir ara ofise uğra
Stop by the office sometime and say hello.
Bir ara ofise uğrayıp bir merhaba de.
to throw a glance /cast a look
bir bakış fırlatmak
to give an air of
bir hava vermek
a helicopter descended, drawing a curve, embracing the glacial peaks with military skill
bir helikopter buzul zirvelerini askeri maharetle kucaklayarak, kavis çizerek alçalıyordu.
he had seen a helicopter
bir helikopter görmüştü
Taking a recording device out he began the recording.
Bir kayıt cihazı çıkararak, kayda başladı.
Was there an accident?
Bir kaza mı oldu?
a favor
bir kıyak
to have a conversation
bir konuşma yapmak
a croissant
bir kruvasan
say hello
bir merhaba de
A journalist appeared.
Bir muhabir belirmişti.
a part
bir parça
a wolf of politics / expert politician
bir siyaset kurdu
the next
bir sonraki
to the next generation
bir sonraki nesle
to pass on to the next generation
bir sonraki nesle geçmek
do you have a say (are you going to say sthg)
bir söyleceğiniz var mı
for a while
bir süre
Can you make a comment?
Bir yorum yapabilir misiniz?
to take a sip
bir yudum çekmek
quick as a lightening/at once /in a flash
bir çırpıda
to rattle off
bir çırpıda söylemek
in a way /somehow
bir şekilde
to step up onto sthg
bir şeyin üstüne çıkmak
let me guess (leave/drop it, let me guess)
bırak tahmin edeyim
to leave /quit /give up
bırakmak
a little
biraz
I am a bit late
biraz geciktim
each other / one another
birbirine
silver (pl.) hitting one another
birbirine çarpan gümüşler
the noises rising from silver (pl.) banging against each other, espresso machines and cell phone conversations
birbirine çarpan gümüşler, espresso makineleri ve cep telefonu görüşmelerinden yükselen sesler
the cacophonical echoes created (o) by the noises rising from silver(pl. ) banging against each other, espresso machines and cell phone conversations
birbirine çarpan gümüşler, espresso makineleri ve cep telefonu görüşmelerinden yükselen seslerin oluşturduğu ahenksiz yankılar
suddenly
birden
suddenly /at once (b)
birden
suddenly /all of a sudden
birdenbire
She regretted exploding all of a sudden .
Birdenbire köpürmesinden dolayı pişman oldu.
the first (b)
birinci
"Good (g)!", said the first (b) man.
Birinci adam, 'Güzel,' dedi.
a few (+sg)
birkaç
a few lines
birkaç satır
a few questions
birkaç soru
together
birlikte
to finish /end something
bitirmek
exhausted/tired (b)
bitkin
to finish /end
bitmek
our future
bizim geleceğimiz
we (all)
bizler
We (all) are only two patriots having different ideas. .
Bizler sadece farklı fikirlere sahip iki vatanseveriz.
We (all) are only two patriots.
Bizler sadece iki vatanseveriz.
We are just two patriots having different ideas concerning how we will rule our beloved country.
Bizler sadece sevdiğimiz ülkeyi nasıl yöneteceğimiz konusunda farklı fikirlere sahip iki vatanseveriz.
form /shape/style /fashion /guise
biçim
Bloody Mary - Bloody Mary is a cocktail containing vodka, tomato juice, and other spices and flavorings including Worcestershire sauce, hot sauces, garlic, herbs, horseradish, celery, olives, salt, black pepper, lemon juice, lime juice and/or celery salt.
Bloody Mary
he took a sip from his Bloody Mary
Bloody Mary'sinden bir yudum çekiyordu
blouse
bluz
to waver /flounder /get confused /hesitate
bocalamak
trousers with legs getting wider in the down part /bell-leg trousers/glockenförmige Hosen
bol pacalı pantolon
to put into debt
borca sokmak
debt
borç
to not disrupt/destroy > to keep up
bozmamak
to break down / upset/ spoil/ go wrong /get out of order
bozulmak
throat (b)
boğaz
that I am drowning
boğulduğum
to drown
boğulmak
space /emptyness /void
boşluk
in the space /in the void
boşlukta
Brophy tried to defend himself against the hands.
Brophy ellere karşı kendini savunmaya çalıştı.
Brophy climbed, leading his reluctant dogs, from the sled runners into the freight compartment of the helicopter.
Brophy isteksiz köpeklerini yönlendirerek, paten demirinden helikopterin yük bölümüne çıktı.
Brophy tried to defend himself.
Brophy kendini savunmaya çalıştı.
Brophy looked at the paper.
Brophy kâğıda baktı.
Brophy watched with horror the dogs' struggling with pain against the enormous weight.
Brophy köpeklerin muazzam ağırlığa karşı acıyla mücadele edişlerini dehşet içinde seyretti.
Brophy watched the dogs' struggling with pain against the enormous weight
Brophy köpeklerin muazzam ağırlığa karşı acıyla mücadele edişlerini seyretti.
Brophy watched their struggling with pain against the enormous weight
Brophy muazzam ağırlığa karşı acıyla mücadele edişlerini seyretti.
Brophy tried to defend himself against the strong hands trying to push him outside .
Brophy onu dışarı iten güçlü ellere karşı kendini savunmaya çalıştı.
Trembling Brophy adjusted the message frequency.
Brophy titreyerek ileti frekansını ayarladı.
Swinging his fists Brophy tried to defend himself against the strong hands pushing him outside.
Brophy yumruklarını savurarak, onu dışarı iten güçlü ellere karşı kendini savunmaya çalıştı.
Brophy screamed.
Brophy çığlık atıyordu.
Brophy, already on his feet, was screaming.
Brophy çoktan ayağa kalkmış çığlık atıyordu.
Brophy was confused.
Brophy'nin aklı karışmıştı.
Brophy was completely confused.
Brophy'nin aklı tamamen karışmıştı.
Brophy's head
Brophy'nin başı
he aimed at Brophy's head
Brophy'nin başına doğrulttu
Brophy's four dogs
Brophy'nin dört köpeği
When Brophy's four dogs pulled the geological detection device slay over the tundra, they suddenly slowed down turning their eyes (looks) to the sky.
Brophy'nin dört köpeği, jeolojik algılama aygıtları kızağını tundra üzerinde çekerken, birden bakışlarını gökyüzüne çevirerek yavaşladı.
When Brophy's four dogs pulled the geological detection device slay over the tundra.
Brophy'nin dört köpeği, jeolojik algılama aygıtları kızağını tundra üzerinde çekerken...
Brophy's four dogs pulled the geological detection device slay over the tundra.
Brophy'nin dört köpeği, jeolojik algılama aygıtları kızağını tundra üzerinde çekiyordu.
Brophy's sledge
Brophy'nin kızağı
Brophy's four dogs remaining attached to his sledge
Brophy'nin kızağına bağlı duran dört köpeği
Brophy's four dogs remaining attached to his sledge had begun to whimper.
Brophy'nin kızağına bağlı duran dört köpeği inlemeye başlamıştı.
to remain attached to Brophy's sledge
Brophy'nin kızağına bağlı durmak
Brophy's voice was trembling
Brophy'nin sesi titriyordu
towards Brophy
Brophy'ye doğru
They advanced towards Brophy.
Brophy'ye doğru ilerlediler.
this
bu
the cruel splendour of this land
bu arazinin acımasız ihtişamı
the splendour(i) of this land (a)
bu arazinin ihtişamı
about this success (of yours)
bu başarınız hakkında
this information
bu bilgi
This information is not correct.
Bu bilgi doğru değil.
this appearance was not odd at all
bu görüntü hiç de yadırganmıyordu
in this forlorn place
bu ıssız yerde
This much
bu kadar
From such a low frequency
Bu kadar düşük bir frekanstan
From such a low frequency nobody can get anything.
Bu kadar düşük bir frekanstan hiç kimse hiçbir şey alamaz.
this much (in the) north /so far north
bu kadar kuzeyde
he had never seen a helicopter so far north.
Bu kadar kuzeyde hiç helikopter görmemişti.
that you came to this breakfast about to discuss your possibilty of leaving your current job in order to work in your father's campaign.
Bu kahvaltıya babanızın kampanyasında çalışmak için mevcut işinizden ayrılma ihtimalinizi tartışmak üzere geldiğiniz
concerning the rumours on the subject that you came to this breakfast about to discuss your possibilty of leaving your current job in order to work in your father's campaign.
Bu kahvaltıya babanızın kampanyasında çalışmak için mevcut işinizden ayrılma ihtimalinizi tartışmak üzere geldiğiniz konusundaki söylentiler hakkında
on this subject
bu konuda
It would be nice if you stop going after this subject...
bu konuda çabalamayı bıraksan iyi...
they had argued about this subject
bu konuyu tartışmışlardı
in this profession
bu meslekte
the one in this profession
bu meslekteki
half of those in this profession
bu meslektekilerin yarısı
Half of those in this profession made money from politics.
Bu meslektekilerin yarısı politikadan para kazanıyordu.
this morning
bu sabah
This morning Toulos was quite busy.
Bu sabah Toulos oldukça yoğundu.
This morning Toulos was quite busy with the cacophonical echoes created (o) by the voices rising from silver (pl.) banging against each other, espresso machines and cell phone conversations.
Bu sabah Toulos, birbirine çarpan gümüşler, espresso makineleri ve cep telefonu görüşmelerinden yükselen seslerin oluşturduğu ahenksiz yankılarla oldukça yoğundu.
This is strange.
Bu tuhaf.
this place
bu yer
in this place
bu yerde
therefore /for this (reason) /because of this
bu yüzden
therefore she hated him
bu yüzden ondan nefret ediyordu
that this particularity would lead him into the White House
bu özelliğinin onu Beyaz Saray'a götüreceği
that this particularity would lead him
bu özelliğinin onu götüreceği
to find
bulmak
to find
bulmak
he even has found(rep)
bulmuş bile
to be (located) /have /exist
bulunmak
cloud
bulut
clouds
bulutlar
Transmit this!
Bunu ilet!
contrary to this /otherwise
bunun aksini
anything that will allude to something contrary to this
bunun aksini ima edecek herhangi bir şey
to hint at something contrary to this
bunun aksini ima etmek
This has to do with trust.
Bunun itimatla ilgisi var.
the logic of this
bunun mantığı
Can you explain the logic of this?
Bunun mantığını açıklayabilir misin?
here (root form)
bura
of here (possessive form)
buranın
a regular client (of) here
buranın devamlı müşteri
her nose
burnu
to her nose
burnuna
nose
burun
ice crystal
buz kristali
glacier (ice field/Gletscher -a slowly moving mass or river of ice formed by the accumulation and compaction of snow on mountains or near the poles. ) /glacial (icy)
buzul
ice canyons
buzul kanyonları
the ice canyons and crevices
buzul kanyonları ve yarıkları
over (abl.) the ice canyons and crevasses
buzul kanyonları ve yarıkları üstünden
towards the ice canyons
buzul kanyonlarına doğru
glacial peaks /Gletscherspitzen
buzul zirveleri
(by) embracing the glacial peaks with military skill
buzul zirvelerini askeri maharetle kucaklayarak
chapter /section /compartment
bölüm
budget
bütçe
budget cuts
bütçe kesintileri
You (pl or formal) suggested budget cuttings
bütçe kesintileri teklif ettiniz
to grow
büyümek
life buoy /life raft /flotation ring /Rettungsring
can simidi
The Toulos Restaurant being a neighbour to Capitol Hill
Capitol Hill'e komşu olan Toulos Restoranı
The milk calf and horse meat battered with black pepper that the Toulos Restaurant - a neighbour to Capitol Hill- proudly presented didn't match at all the fashion of the moment (day).
Capitol Hill'e komşu olan Toulos Restoranı'nın gururla sunduğu süt danası ve karabiberle dövülmüş at eti günün modasına hiç uygun değildi.
to be a neighbour to Capitol Hill
Capitol Hill'e komşu olmak
his Cartier watch (Cartier watches are luxury watches in a price range from 6,500 to 55,000 $)
Cartier saati
pocket
cep
cell phone
cep telefonu
cell phone conversations
cep telefonu görüşmeleri
the noises rising from cell phone conversations
cep telefonu görüşmelerinden yükselen sesler
the cacophonical echoes created (o) by the noises rising from cell phone conversations
cep telefonu görüşmelerinden yükselen seslerin oluşturduğu ahenksiz yankılar
He got his cell phone out and dialed a number.
Cep telefonu çıkarıp bir numara çevirdi.
He was talking on his cell phone.
Cep telefonunda konuşuyordu.
to answer (c. v.)
cevap vermek
the person holding the device in her hand
cihazı elinde bulunduran kişi
that the person holding the device in her hand was really her
cihazı elinde bulunduran kişinin gerçekten kendisi olduğu
The pager's sound stopped and the LCD began to blink.
Cihazın sesi kesildi ve LCD yanıp sönmeye başladı.
The pager's sound stopped.
Cihazın sesi kesildi.
to screetch / squeak/chirp /squeal
cırlamak
republic
cumhuriyet
republican
cumhuriyetçi
republican candidate
cumhuriyetçi aday
and still less of them
daha da azı
and still less of them looked (appeared) like Rachel Sexton.
daha da azı Rachel Sexton gibi görünürdü.
more
daha fazla
it was not difficult (g) to act more mature
daha olgun davranmak güç değildi
always (d)
daima
wave
dalga
undulate / floating /wavy / flowing /curled
dalgalı
calf
dana
as I said
dediğim gibi
as we said
dediğimiz
Do as we said!
Dediğimizi yap!
Do as we said.
Dediğimizi yap!
horror
dehşet
with horror /in horror
dehşet içinde
until (d) +dative
dek
penetrating /piercing
delici
penetrating look /piercing look /steel gaze
delici bakış
full of holes
delik deşik
to perforate
delik deşik etmek
to pierce /thrust through
delip geçmek
to say
demek
that means
demek
it can be called
denebilir
magazine (paper)
dergi
to compile /to gather
derlemek
to continue
devam etmek
continous /lasting /constant /permanent/regular
devamlı
a regular client
devamlı müşteri
is not
değil
didn't you /isn't it /right?
değil mi?
to change
değişmek
to change sthg
değiştirmek
to zoom (airplane)
dikine yükselmek
when considering /when taking into account
dikkate alındığında
with care / sorgfältig
dikkatle
to fix /set /plant /erect
dikmek
tongue
dil
serenity /calmness/, composure
dinginlik
that / so /word to connect direct speech to the main sentence when the main sentence uses any verb other than demek
diye
by saying
diyerek
the other
diğer
the other man
diğer adam
The other man raising his rifle aimed at Brophy's head.
Diğer adam tüfeğini kaldırarak Brophy'nin başına doğrulttu.
the other (one)
diğeri
The other one answered.
Diğeri yanıtladı.
'That's his daughter, you idiot,' answered the other.
Diğeri, 'O kızı, salak,' diye yanıtladı.
Foreign affairs
dışişleri
Ministry for Foreign Affairs
Dışişleri Bakanlığı
that man from the Ministry of Foreign Affairs
Dışişleri Bakanlığı'ndan şu adam
ninety
doksan
the image of a doctor
doktor görüntüsü
because of (an ablative)
dolayı
because of / due to (d) + abl.
dolayı
to fill something with something
doldurmak
to fill /come in
dolmak
to fill (get full)
dolmak
towards
doğru
correct
doğru
to point /aim / straighten /orient
doğrultmak
as a matter of fact /strictly speaking/in fact
doğrusunu istersen
In fact darling, I don't believe you even met the President, have you met him?
Doğrusunu istersen hayatım, Başkan'la bile tanıştığını sanmıyorum, tanıştın mı?
in fact darling, I don't believe...
Doğrusunu istersen hayatım,... sanmıyorum.
her natural (inborn) blessings
doğuştan sahip olduğu nimetleri
to have a natural /to have an inborn /by nature
doğuştan sahip olmak
(RPRT DIRNRO STAT = DRL UKODIR RPRV)
DRL UKODIR RPRV
lip
dudak
widow /widower
dul
to stop/stand
durmak
He stopped and looked at Rachel.
Durup Rachel'a baktı.
to feel (d)
duyumsamak
to turn (d)
dönmek
four
dört
four dogs
dört köpek
battered (beaten)
dövülmüş
button
düğme
to fall
düşmek
low
düşük
a low frequency
düşük frekans
he thought
düşündü
to think
düşünmek
Gerund verbal noun of etmek expressing the manner of action but also the fact of action used after verbs which can't take - diği participles as seyretmek/izlemek
ediş-
their making (Gerund verbal noun)
edişleri
Sir
efendim
screen
ekran
hand
el
hand
el
to be convenient /to be enough /to permit
el vermek
with the help of her hands
el yordamıyla
to grope for (search blindly or uncertainly by feeling with the hands.)
el yordamıyla bulmak
of course (e)
elbette
electronic
elektronik
hands
eller
against the hands
ellere karşı
their hands
elleri
in their hands
ellerinde
with their rifles in their hands (Gewehre)
ellerinde tüfekleriyle
fifty
elli
fifty
elli
fifty meters
elli metre
at fifty meters
elli metre kadar
fifty meters away /at a distance of fifty meters
elli metre kadar uzağa
order /command
emir
at least
en azından
most famous
en ünlü
worry/concern /anxiety (e)
endişe
as if he was worried
endişeleniyormuş gibi
overcome by worry /be alarmed /begin to worry
endişeye kapılmış
to melt
erimek
to melt away /to melt and go
eriyip gitmek
man /male
erkek
the looks of men
erkeklerin bakışları
the order to postpone
erteleme emri
as if the order to postpone had come
erteleme emri gelmiş gibi
to delay/postpone
ertelemek
espresso machines
espresso makineleri
meat
et
to affect /reflect
etkilemek
around (loc.)
etrafta
Those eating around
Etrafta yemek yiyenler
Those eating around watched her from the corner of their eyes.
Etrafta yemek yiyenler yan gözle onu süzdüler.
to get married
evlenmek
State (e. g. of America) /province
eyalet
if (e)
eğer
education
eğitim
wife
equal/even
eşit
equal salaries
eşit maaşlar
to accompany /to take s.o. out /to keep s. o. company /to escort
eşlik etmek
things /goods /belongings
eşyalar
to notice
fark etmek
I was not aware of
farkında değildim
I am not aware of
farkında değilim
to be aware
farkında olmak
I am aware of
farkındayım
different /several
farklı
primary elections held in different states
farklı eyaletlerde yapılan önseçimler
disaster
felaket
idea /thought (f)
fikir
to burst /jump /spring
fırlamak
to be thrown/tossed (f)
fırlatılmak
storm
fırtına
storm clouds
fırtına bulutları
storm clouds gathered
fırtına bulutları toplandı
to whisper
fısıldamak
a fund
fon
to allocate a fund
fon ayırmak
for a fund to be allocated
fon ayrılmak
frequency
frekans
to guarantee /certify /make sure /ensure /make certain
garantilemek
waiter
garson
called by the reporters(g)
gazetecilerin dediği
called grapefruit by the reporters(g)
gazetecilerin greyfurt dediği
to be late / to delay
gecikmek
I am late
geciktim
on the subject/concerning that you came
geldiğiniz konusunda
the rumours on the subject that you came
geldiğiniz konusundaki söylentiler
concerning the rumours on the subject that you came
geldiğiniz konusundaki söylentiler hakkında
it can come
gelebilir
it could come
gelebilirdi
next
gelecek
future
gelecek
future
gelecek
next winter /coming winter
gelecek kış
Coming winter he will snatch the White House from the president being in deep waters
Gelecek kış Beyaz Saray'ı güç durumdaki Başkan'dan koparacak.
Coming winter he will snatch the White House
Gelecek kış Beyaz Saray'ı koparacak.
your future
geleceğin
Think of your future.
Geleceğini düşün.
to come
gelmek
ship
gemi
to jump on board
gemiye atlamak
a young wife
genç bir hanım
all the rest /everything else
geri kalan her şey
really
gerçekten
late
geç
late
geç
she was late
geç kaldı
that she was late
geç kaldığı
He looked at Rachel expressing somehow that she was late
Geç kaldığını ifade eder bir şekilde Rachel'a baktı.
to express to she was late
geç kaldığını ifade etmek
to be late
geç kalmak
last week
geçen hafta
last week on Tuesday
geçen hafta Salı'da
Last week on Super Tuesday (The primary elections held in several States) , after leaving twelve republican candidates behind he had almost made certain to become his party's canditate for president of the United States of America.
Geçen hafta Süper Salı'da (Farklı eyaletlerde yapılan önseçimler) on iki cumhuriyetçi adayı arkada bıraktıktan sonra, partisinin Amerika Birleşik Devletleri başkan adayı olmayı neredeyse garantilemişti.
Last week on Super Tuesday, after leaving twelve republican candidates behind he had almost made certain to become his party's canditate for president of the United States of America.
Geçen hafta Süper Salı'da, on iki cumhuriyetçi adayı arkada bıraktıktan sonra, partisinin Amerika Birleşik Devletleri başkan adayı olmayı neredeyse garantilemişti.
temporary
geçici
temporarily
geçici bir süre
make pass
geçirmek
In the last few weeks (that we passed)
geçtiğimiz son birkaç hafta içinde
In the last few weeks (that we passed) it has been determined in the polls that you made a tremendous leap.
Geçtiğimiz son birkaç hafta içinde kamuoyu araştırmalarında muazzam bir sıçrama yaptığınız belirlendi.
to enter
girmek
before going
gitmeden önce
I wonder if you could before leaving make a comment?
Gitmeden önce bir yorum yapabilir misiniz, acaba?
Before leaving can you make a comment?
Gitmeden önce bir yorum yapabilir misiniz?
I wonder if you could before leaving make a comment concerning the rumours on the subject that you came to this breakfast about to discuss your possibilty of leaving your current job in order to work in your father's campaign.
Gitmeden önce, bu kahvaltıya babanızın kampanyasında çalışmak için mevcut işinizden ayrılma ihtimalinizi tartışmak üzere geldiğiniz konusundaki söylentiler hakkında bir yorum yapabilir misiniz, acaba?
I have to go.
Gitmek zorundayım.
wearing
giyen
clothes
giysiler
hidden
gizli
a hidden purpose
gizli bir amaç
a secret message
gizli bir mesaj
a secret message text
gizli bir mesaj metni
secretly
gizlice
grapefruit
greyfurt
grey
gri
pride
gurur
proudly
gururla
middle name
göbek adı
He had added the middle name himself.
Göbek adını kendi ilave etmişti.
the sky
gökyüzü
to send
göndermek
to work /carry out a duty /serve
görev yapmak
to see
görmek
it is quite exciting to see
görmek oldukça heyecan verici
he had not seen
görmemişti
Don't you(pl) see?
görmüyor musunuz?
he had seen
görmüştü
enough to appear
görünecek kadar
image /sight /display / view/semblance
görüntü
looks /complexion /appearance /outlook /sight /prospect
görünüm
appearance /view
görünüm
interview/ conversation /discussion
görüşme
short enough to show
gösterecek kadar kısa
dash /fanciness /show off
gösteriş
dashing /flashy /showy / spectacular
gösterişli
modest /unattractive /unpretentious
gösterişsiz
unpretentious heelless shoes
gösterişsiz topuksuz ayakkabılar
without showing
göstermeden
to show
göstermek
to take (away) /lead
götürmek
to get out of sight /to disappear
gözden kaybolmak
to disappear /to get lost from sight /vanish
gözden kaybolmak
for one's eyes to pop out
gözleri yuvalarından fırlamak
Rachel whose eyes were popping out
Gözleri yuvalarından fırlayan Rachel
Rachel whose eyes were popping out contented to look.
Gözleri yuvalarından fırlayan Rachel bakmakla yetindi.
to narrow one's eyes
gözlerini kısmak
bye bye (said by the person staying)
güle güle
Bye bye, darling, (t).
Güle güle, tatlım.
to laugh
gülmek
to smile
gülümsemek
silver
gümüş
Good morning
Günaydın
the fashion of the moment (day)
günün modası
it didn't match at all the fashion of the moment
günün modasına hiç uygun değildi
trust/confidence
güven
to inspire confidence
güven telkin etmek
that they trust
güvendikleri
that they will trust
güvenecekleri
that they won't be able to trust
güvenemeyecekleri
to trust
güvenmek
that they won't trust
güvenmeyecekleri
nice/beautiful /lovely /good
güzel
nice / beautiful body
güzel vücut
power /force /strength
güç
with difficulty /barely
güç
it was not difficult (g)
güç değildi.
in difficulties /in deep waters /in a tight corner
güç durumda
the president being in deep waters
güç durumdaki başkan
strong
güçlü
strong families
güçlü aileler
strong women
güçlü kadınlar
a fan of strong women
güçlü kadınların hayranı
news
haber
news
haber
a newsspeaker
haber spikeri
newsspeaker woman /anchor woman
haber spikeri kadın
slightly
hafifçe
to tap
hafifçe vurmak
week
hafta
week
hafta
about /concerning
hakkında
in which purpose
hangi amacıyla
She knew exactly in which purpose this was asked.
Hangi amaçla sorulduğunu kesinlikle biliyordu.
lady /wife /mistress
hanım
spending /expense
harcama
to waste /spend
harcamak
The spendings are putting this country into debt.
Harcamalar bu ülkeyi borca sokuyor.
Quit wasting! / Stop to waste!
Harcamayı bırakın!
Stop wasting, start improving! (Stop spending, start mending)
Harcamayı bırakın, iyileştirmeye başlayın!
to stop spending
harcamayı bırakmak
air
hava
(by) taking off
havalanarak
to take off
havalanmak
an air of...
havası
into the air
havaya
to bark
havlamak
My dear (h)
hayatım
darling (h)
hayatım
quite /considerably
hayli
you (pl/pol. ) suggested quite controversial budget cuttings
hayli ihtilaflı bütçe kesintileri teklif ettiniz
a fan
hayran
animal
hayvan
ready
hazır
to prepare /to get ready
hazırlamak
it would not have prepared
hazırlamış olmazdı
to be prepared /to get ready
hazırlanmak
unprepared
hazırlıksız
helicopter / Hubschrauber
helikopter
the helicopter descended
helikopter alçalıyordu
When the helicopter ascended to thousand three hundred meters
Helikopter bin üç yüz metreye çıkarken
As the helicopter climbed to thousand three hundred meters it zoomed over the ice canyons and crevices.
Helikopter bin üç yüz metreye çıkarken, buzul kanyonları ve yarıkları üstünden dikine yükseliyordu.
the helicopter zoomed
helikopter dikine yükseliyordu
the helicopter turned (d)
helikopter döndü
The helicopter landed fifty meters away.
Helikopter elli metre kadar uzağa indi.
the helicopter taking off turned westwards
helikopter havalanarak batıya döndü
the helicopter took off
helikopter havalandı
The helicopter landed.
Helikopter indi.
when the helicopter gained altitude
helikopter irtifa kazanırken
When the helicopter gained altitude, the wind came in from the open door.
Helikopter irtifa kazanırken rüzgâr açık kapıdan içeri doluyordu.
the helicopter descended drawing a curve
helikopter kavis çizerek alçalıyordu.
When the helicopter ascended
helikopter çıkarken
The helicopter landed fifty meters away, blowing(s) a cloud (k) of powdery snow into the air.
Helikopter, toz gibi kardan bir kümeyi havaya savurarak elli metre kadar uzağa indi.
the animals being dragged out of the helicopter
helikopterden dışarı sürüklenen hayvanlar
Get into the helicopter
Helikoptere binin!
the door of the helicopter
helikopterin kapısı
when the door of the helicopter opened
helikopterin kapısı açıldığında
When the door of the helicopter slid open
Helikopterin kapısı kayarak açıldığında
When the door of the helicopter slid open, two men descended.
Helikopterin kapısı kayarak açıldığında, iki adam aşağı indi.
immediately afterwards
hemen sonra
the tears would go immediately after and by inspiring trust in everything open a door to an enthousiastic spirit
hemen sonra yaşlar gider ve her şeye karşı güven telkin ederek, çoşkulu bir ruha kapı açardı
İmmediately!
Hemen!
every day a bit more
her gün biraz daha
in any case(h. h.)/ just to be on the safe side/ by all means/ under any circumstances
her halükârda
to both of you
her ikinize
Thank you to both of you.
Her ikinize teşekkür ederim.
Thank you to both of you.
Her ikinize teşekkür ederim.
whoever you are
her kimsen
like always / as usual
her zamanki gibi
trust in /towards everything
her şeye karşı güven
anything
herhangi bir şey
exciting /thrilling / sensational
heyecan verici
angrily (h)
hiddetle
to growl /snarl
hırlamak
feeling
his
when she felt (ince)
hissedince
to feel
hissetmek
to feel
hissetmek
to be overcome by the feeling of...
hissine kapılmak
fast/quickly
hızla
never /any
hiç
not at all
hiç de
it was not odd at all
hiç de yadırganmıyordu
he had never seen a helicopter
hiç helikopter görmemişti
nobody
hiç kimse
nobody can get
hiç kimse alamaz
nobody can get anything
hiç kimse hiçbir şey alamaz
I have no intention
hiç niyetim yok
didn't match at all / wasn't suitable
hiç uygun değildi
It was no use
Hiç yararı yoktu.
nothing
hiçbir şey
nothing
hiçbir şey
nothing would have prepared him
hiçbir şey onu hazırlamış olmazdı
nothing would have prepared him for the inhuman disaster
hiçbir şey onu insanlık dışı felakete hazırlamış olmazdı
grudgingly
homurdanarak
to like (+ablative) (h)
hoşlanmak
judge (h)
hâkim
to dominate
hâkim olmak
government
hükümet
the goverment spendings
hükümet harcamaları
expression
ifade
expression
ifade
to express
ifade etmek
betrayal /treachery /infidelity /deception
ihanet
Deception Point
ihanet noktası
controversy /dispute/disagreement
ihtilaf
controversial
ihtilaflı
possibilty /chance /the odds
ihtimal
magnificence /splendour /grandeur (i)
ihtişam
two
iki
two men stepped out
iki adam indi
having different ideas
iki fikirlere sahip
that both of you find time to dine together
ikinizin birlikte yemeğe vakit bulduğu
that both of you find time to dine together is quite sensational.
ikinizin birlikte yemeğe vakit bulduğunu oldukça heyecan verici
that both of you find
ikinizin bulduğu
to add /supplement
ilave etmek
to advance
ilerlemek
message (i)
ileti
the message frequency
ileti frekansı
when he transmitted
iletirken
to transfer /transmit
iletmek
We want you to transmit
iletmeni istiyoruz
the first
ilk
first
ilk
first name /prénom /Vorname (This word is only used in case of confusion.)
ilk adı
the man talking first
ilk konuşan adam
the man who had spoken first handed him a note paper
ilk konuşan adam bir not kâğıdını ona uzattı
to mention/allude to /hint at
ima etmek
to believe
inanmak
to believe (in a dative)
inanmak
stiletto /mit Stöckelabsätzen
ince topuklu
to study /examine /analyze
incelemek
reduction /allowance /discount /cut
indirim
to reduce /bring down (i)
indirmek
descending
inen
execution /renforcement
infaz
to whimper /howl /moan /wail
inlemek
to descend (get off/out) /land
inmek
inhuman
insanlık dışı
inhuman disaster
insanlık dışı felaket
huge /big (i)
iri
her light brown big wavy hair
iri dalgalı açık kahverengi saçları
big wavy hair
iri dalgalı saçlar
altitude
irtifa
name (i)
isim
my name (i)
ismim
forlorn
ıssız
what he wanted
istediği
reluctant /unwilling
isteksiz
leading his reluctant dogs
isteksiz köpeklerini yönlendirerek
to want
istemek
to want
istemek
didn't you want
istememiş miydin
she had learned that he wouldn't want
istemeyeceğini öğrenmişti
intelligence /information
istihbarat
intelligence organisation
istihbarat teşkilatı
She is working in an intelligence organisation.
istihbarat teşkilatında görev yapıyor.
we want
istiyoruz
trust/confidence (i)
itimat
a matter of trust
itimat meselesi
to push
itmek
good-looking
iyi görünümlü
to improve
iyileştirmek
inner /inside
the inside
içeri
from inside /from deep within
içinden
to inhale /take a breath
içine çekmek
to sigh
içini çekmek
one of them (one from within their group)
içlerinden biri
one of them shouted
içlerinden biri seslendi
work /affair /business
to get a job
iş almak
the possibilty of leaving your work
işinizden ayrılma ihtimaliniz
You came (about) to discuss the possibilty of leaving your work
işinizden ayrılma ihtimalinizi tartışmak üzere geldiniz
to leave your work/quit your job
işinizden ayrılmak
workplace
işyeri
workplaces
işyerleri
at the workplaces
işyerlerinde
geologist
jeolog
The geologist Charles Brophy, despite having endured the cruel splendour of this land,...
Jeolog Charles Brophy bu arazinin acımasız ihtişamına katlanmış olmasına rağmen
The geologist wavered
Jeolog bocaladı.
The geologist wavered: "Where do you know my name from?"
Jeolog bocaladı. 'İsmimi nerden biliyorsunuz?'
The geologist Charles Brophy despite having endured the cruel splendour of this land for years...
Jeolog Charles Brophy bu arazinin acımasız ihtişamına yıllarca katlanmış olmasına rağmen
The geologist Charles Brophy despite having endured the cruel splendour of this land for years, still nothing would have prepared him for the inhuman disaster that he was going to experience.
Jeolog Charles Brophy bu arazinin acımasız ihtişamına yıllarca katlanmış olmasına rağmen yine de hiçbir şey onu yaşayacağı insanlık dışı felakete hazırlamış olmazdı.
geological detection devices(a)
jeolojik algılama aygıtları
the geological detection devices sledge
jeolojik algılama aygıtları kızağı
woman
kadın
when the woman entered (inside)
kadın içeri girdiğinde
When the woman entered (inside) the chief waiter secretly took a sip from his morning Bloody Mary.
kadın içeri girdiğinde şefgarson gizlice sabah Bloody Mary'sinden bir yudum çekiyordu.
The woman was someone attractive.
Kadın çekici biriydi.
the woman said with a shy voice
kadın çekingen bir sesle dedi
The woman said with a timid voice:"I am a bit late."
Kadın çekingen bir sesle, 'Biraz geciktim,' dedi.
The woman had the piercing look of the Senator. /In the woman was...
kadında Senatörün delici bakışları vardı
The woman (loc.) had the piercing look of the Senator and his gentle behaviour - that air of well-bred nobility.
Kadında Senatörün delici bakışları ve nazik tavrı - şu terbiyeli asalet havası - vardı.
The woman (loc) had the Senator's penetrating look (pl) and gentle behaviour.
Kadında Senatörün delici bakışları ve nazik tavrı vardı.
the woman's shoulders
kadının omuzları
descending until the woman's shoulders
kadının omuzlarına dek inen
The woman's light brown big wavy hair descending until her shoulders
Kadının omuzlarına dek inen iri dalgalı açık kahverengi saçları
The woman's light brown big wavy hair descending until her shoulders was combed in the style being the latest fashion in Washington.
Kadının omuzlarına dek inen iri dalgalı açık kahverengi saçları, Washington'da en revaçta olan tarzda taranmıştı.
the woman 's hair was combed
kadının saçları taranmıştı
The woman 's hair was combed in the style being the latest fashion in Washington.
Kadının saçları Washington'da en revaçta olan tarzda taranmıştı.
equal salaries to be given to women
kadınlara eşit maaşlar verilmesi
laughter
kahkaha
to burst into laughter
kahkahaya boğulmak
breakfast
kahvaltı
the calling (inviting/summoning) for breakfast
kahvaltıya çağırma
my coffee
kahvem
I don't want to let my coffee get cold.
Kahvemi soğutmak istemiyorum.
brown
kahverengi
my heart (k)
kalbim
It breaks my heart
Kalbim el vermiyor
to lift up /to raise
kaldırmak
shield (k)
kalkan
to get up / lift / rise
kalkmak
heart (k)
kalp
campaign
kampanya
The campaign is going well.
Kampanya iyi gidiyor.
his campaign slogan
kampanya sloganı
his campaign slogan had begun to infest (cover) all America
Kampanya sloganı tüm Amerika'yı kaplamaya başlamıştı.
my campaign (acc)
kampanyamı
I see that the campaign is going well.
Kampanyanın iyi gittiğini görüyorum.
public opinion
kamuoyu
public opinion surveys /polls
kamuoyu araştırmaları
it has been determined in the polls that you made a tremendous leap
kamuoyu araştırmalarında muazzam bir sıçrama yaptığınız belirlendi.
blood
kan
law
kanun
for a law to be issued
kanun çıkarılması
to issue a law
kanun çıkarmak
to close sthg
kapatmak
door
kapı
door
kapı
to open a (any) door
kapı açmak
out of the door
kapıdan dışarı
to give rein to /to be overcome by/to give way to/ to sink into
kapılmak
open the door
kapıyı aç
Close the door!
Kapıyı kapat!
to cover /overspread / infest
kaplamak
snow
kar
black pepper
karabiber
with black pepper
karabiberle
horse meat battered with black pepper
karabiberle dövülmüş at eti
decision
karar
card
kart
against
karşı
I didn't meet (k)
karşılaşmadım
to meet s. o. (k)
karşılaşmak
to face (e. g. an audience)
karşısına çıkmak
to be stiffened
kaskatı kesilmek
to bear /stand /endure /put up with
katlanmak
despite enduring
katlanmasına rağmen
despite having endured
katlanmış olmasına rağmen
a curve
kavis
(by) drawing a curve
kavis çizerek
to slide open
kayarak açılmak
to lose sthg
kaybetmek
to get lost
kaybolmak
to disappear /to get lost
kaybolmak
He began the recording (dat.)
Kayda başladı.
the recording (nom - dat.)
kayıt - kayda
recording device
kayıt cihazı
he closed his recording device
kayıt cihazını kapattı
to slide /glisser
kaymak
source
kaynak
caused by /inflicted /arising
kaynaklanan
to have its source in /to originate /to be caused by
kaynaklanmak
accident
kaza
to gain
kazanmak
to win
kazanmak
to escape
kaçmak
the excuse to escape
kaçmak için bahanesi
the excuse to escape was ready
kaçmak için bahanesi hazırdı
to frown
kaşlarını çatmak
mournfully /ruefully
kederle
word (k)
kelime
the words stayed temporarily suspended in the void.
kelimeler geçici bir süre boşlukta asılı kaldı
your word
kelimen
himself
kendi
for/to himself
kendine
to dominate yourself
kendine hâkim olmak
to learn to dominate yourself
kendine hâkim olmayı öğrenmek
himself
kendini
Don't kid (belittle) yourself!
Kendini küçük düşürme!
to collect oneself
kendini toplamak
to hold oneself back from /to refrain from
kendini tutmak
Rachel trying to collect herself together again,
Kendini yeniden toplamaya çalışan Rachel
Trying to collect herself together again, Rachel answered , 'Let me guess. A famous widower is looking for a young wife.'
Kendini yeniden toplamaya çalışan Rachel, 'Bırak tahmin edeyim,' diye cevap verdi. 'Ünlü bir dul kendine genç bir hanım arıyor.'
to cackle
kesik kesik gülmek
to be interrupted /cut
kesilmek
exactly
kesinlikle
She knew exactly
kesinlikle biliyordu
It was certainly giving bad news.
Kesinlikle kötü haber veriyordu.
cut /interruption
kesinti
to cut /to stop sthg
kesmek
to cut /to stop sthg /interrupt
kesmek
that/so that (conj.)
ki
so that when taking into account his talent for imitation
ki taklit yeteneği dikkate alındığında
so that when taking into account his talent for imitation, this appearance was not odd at all.
ki taklit yeteneği dikkate alındığında bu görüntü hiç de yadırganmıyordu
to giggle /chuckle /chortle
kıkırdamak
who
kim
without blinking
kıpırdamadan
to move /wriggle /stir (for eyes) blink
kıpırdamak
forty
kırk
short
kısa
abbreviation
kısaltma
She figured out the abbreviation immediately and frowned.
Kısaltmayı hemen çözdü ve kaşlarını çattı.
She figured out the abbreviation immediately.
Kısaltmayı hemen çözdü.
girl
kız
daughter
kız
sledge /Schlitten
kızak
Brophy, descending from the slay
kızaktan inen Brophy
"...? " asked Brophy, descending from the slay.
Kızaktan inen Brophy, '...?' diye sordu.
"What happened, girls? " asked Brophy, descending from the slay.
Kızaktan inen Brophy, 'Ne oldu, kızlar?' diye sordu.
to descend from the slay
kızaktan inmek
they pushed the sledge out of the door
kızağı kapıdan dışarı ittiler
to pull the slay over the tundra
kızağı tundra üzerinde çekmek
grapping the sledge they pushed it out of the open door
kızağı tutarak, açık kapıdan dışarı ittiler.
his daughter
kızı
my daughter
kızım
It is understood that your daughter is a very busy woman.
Kızının çok meşgul bir kadın olduğu anlaşılıyor.
Your daughter is working for your opponent
Kızınız rakibiniz için çalışıyor.
the conflicts arising because your daughter will be working
kızınızın çalışacak olmasından kaynaklanan çatışmalar
the conflicts arising because your daughter is working
kızınızın çalışıyor olmasından kaynaklanan çatışmalar
by your daughter's working (abl.)
kızınızın çalışmasından
the conflicts caused by your daughter's working
kızınızın çalışmasından kaynaklanan çatışmalar
the conflicts arising because your daughter has worked
kızınızın çalışmış olmasından kaynaklanan çatışmalar
I am his daughter
Kızıyım
girls
kızlar
ass /Arsch /cul
kıç
to remove from your ass with a corkscrew
kıçından tirbuşonla çıkarmak
winter
kış
people
kişiler
classic/vintage
klasik
easily
kolayca
neighbour
komşu
neighbour
komşu
you have f... the neighbour(slady)
komşuyu becermiştin
gone out of control
kontrolden çıkmış
the-out-of-control-government spendings
Kontrolden çıkmış hükümet harcamaları
The-out-of-control-government spendings are putting this country every day a bit more into debt.
Kontrolden çıkmış hükümet harcamaları bu ülkeyi her gün biraz daha borca sokuyor
The-out-of-control-government spendings are putting this country every day a bit more into debt and the Americans are beginning to notice that from now on the time has come to stop spending and to start improving (mending)
Kontrolden çıkmış hükümet harcamaları bu ülkeyi her gün biraz daha borca sokuyor ve Amerikalılar artık harcamayı bırakıp iyileştirmeye başlama zamanının geldiğini fark etmeye başlıyorlar.
subject
konu
talking
konuşan
to talk
konuşmak
to interrupt a conversation
konuşmaları bölmek
he has a chance to snatch
koparma şansı var
to snatch
koparmak
fear
korku
by fear
korkudan
stiffened by fear
Korkudan kaskatı kesilen
Stiffened by fear Brophy tried swinging his fists to defend himself against the strong hands pushing him outside.
Korkudan kaskatı kesilen Brophy yumruklarını savurarak, onu dışarı iten güçlü ellere karşı kendini savunmaya çalıştı.
cream coloured
krem rengi
The woman in her mid thirties, wearing a cream coloured Laura Ashley blouse, was someone attractive.
Krem rengi Laura Ashley bluz giyen otuzlu yaşlarının ortalarındaki kadın çekici biriydi.
crystal
kristal
to embrace /hug
kucaklamak
to sound (to come to the ear)
kulağa gelmek
wolf
kurt
blessed
kutsanmış
north
kuzey
in the North
kuzeyde
paper
kâğıt
dog
köpek
the dogs slowed down turning their eyes (looks) to the sky
köpekler bakışlarını gökyüzüne çevirerek yavaşladı
The dogs suddenly slowed down.
Köpekler birden yavaşladı.
the dogs barked
köpekler havladılar.
the dogs growled/snarled
köpekler hırladılar
the dogs began to whimper.
Köpekler inlemeye başladı.
my dogs are frightened
köpeklerim ürktü
Don't you (pl) see that my dogs are frightened?
Köpeklerimin ürktüğünü görmüyor musunuz?
Don't you (pl) see that the dogs are frightened?
Köpeklerin ürktüğünü görmüyor musunuz?
to explode/rage /effervesce /bubble over
köpürmek
because of exploding
köpürmesinden dolayı
bad /evil
kötü
bad news
kötü haber
to curse
küfretmek
cluster (k) /flock /pile/ cloud
küme
arrogant / insolent
küstah
not insolent
küstah değil
word (l)
laf
because his words were interrupted
lafı kesildiği için
cursed
lanet
Cursed journalists, she thought.
Lanet muhabirler, diye düşündü.
the woman wearing a Laura Ashley blouse
Laura Ashley bluz giyen kadın
the message coming to the LCD screen
LCD ekranına gelen mesaj
the LCD began to blink
LCD yanıp sönmeye başladı
lodge /box /booth
loca
please
Lütfen
salary
maaş
skill /artfullness /savoir faire
maharet
embarrassed /ashamed
mahcup
he was ashamed /he was embarrassed
mahcup oldu
logic
mantık
table
masa
table
masa
to the front of the table
masada öne doğru
to lean over the table
masada öne doğru eğilmek
next to the table
masanın yanında
the basket on top of the table
masanın üstündeki sepet
She stepped up onto the table and...
Masanın üstüne çıkıp
She wanted to step up onto the table and perforate him with the fork.
Masanın üstüne çıkıp onu çatalla delik deşik etmek istedi.
innocent
masum
with an innocent expression of surprise
masum bir şaşkınlık ifadesiyle
melodious
melodik
with pleasure
memnuniyetle
hello
merhaba
issue /matter / problem /affair
mesele
profession
meslek
those in this profession
meslektekiler
text
metin
current /available
mevcut
your current job
mevcut işiniz
busy
meşgul
temperament
mizaç
enormous / tremendous /huge (m)
muazzam
tremendous (m)
muazzam
the enormous weight
muazzam ağırlık
against the enormous weight
muazzam ağırlığa karşı
their struggling with pain against the heavy weight
muazzam ağırlığa karşı acıyla mücadele edişleri
that you (form.) made a tremendous leap
muazzam sıçrama yaptığınız
journalist /reporter
muhabir
'Ralph Sneeden,' said the reporter. 'Washington Post. May I ask you a few questions?'
Muhabir 'Ralph Sneeden,' dedi. 'Washington Post. Size birkaç soru sorabilir miyim?'
'And on the subject of families,' the journalist continued.
Muhabir 'Ve aileler konusunda,' diye devam etti.
'And on the subject of families,' the journalist continued. 'You often talk about education.'
Muhabir 'Ve aileler konusunda,' diye devam etti. 'Sıkça eğitimden bahsediyorsunuz.'
'Miss Sexton,' the reporter said quick as a lightening.
Muhabir bir çırpıda, 'Bayan Sexton,' dedi.
The journalist extended his recording device to her nose. 'Miss Sexton?'
Muhabir kayıt cihazını burnuna uzatmıştı. 'Bayan Sexton?'
The journalist gave an air as if he was worried because of his question.
Muhabir sorusundan dolayı endişeleniyormuş gibi bir hava verdi.
The reporter laughed right on time.
Muhabir tam zamanında güldü.
By coughing the journalist gave an air as if he was worried because of his question.
Muhabir öksürerek sorusundan dolayı endişeleniyormuş gibi bir hava verdi.
'Finally, Sir, "said the reporter.
Muhabir, 'Efendim, son olarak,' dedi.
The journalist's eyes grew.
Muhabirin gözleri büyüdü.
the reporter's question
muhabirin sorusu
The journalist's question was of the kind called grapefruit by the reporters,a hidden favour presented to the Senator in form of a difficult question - a slow shot that her father would easily be able to catch and by making a smatch send it off the court.
Muhabirin sorusu, gazetecilerin greyfurt dediği türden, Senatöre zor bir soru görünümünde sunulan üstü kapalı bir kıyak - babasının kolayca yetişip smaç yaparak sahanın dışına gönderebileceği yavaş bir atıştı.
The journalist's question was of the kind called grapefruit by the reporters
Muhabirin sorusu, gazetecilerin greyfurt dediği türden.
The reporter's face shone with joy.
Muhabirin yüzü sevinçle parladı.
menu (ö /e)
mönü - menü
struggle /fight (noun)
mücadele
their struggling (Gerund verbal noun)
mücadele edişleri
to struggle
mücadele etmek
client
müşteri
freight /transport
nakliye
a transport (freight) helicopter
nakliye helikopteri
gun barrel /Gewehrlauf
namlu
tip of the barrel (gun) /Gewehrmündung
namlunun ucu
Brophy being at gun point /Brophy who was at the tip of the rifle barrel
Namlunun ucundaki Brophy
Brophy at gun point climbed leading his reluctant dogs from the sled runners into the freight compartment of the helicopter.
Namlunun ucundaki Brophy isteksiz köpeklerini yönlendirerek paten demirinden helikopterin yük bölümüne çıktı.
How is it going?
Nasıl gidiyor?
how we will rule
nasıl yöneteceğimiz
May I ask how do you solve?
Nasıl çözdüğünüzü sorabilir miyim?
gentle /polite /sweet
nazik
his gentle behaviour
nazik tavrı
what
ne
how much
ne kadar
how stupid
ne kadar aptal
How stupid I am
ne kadar aptalım
What happened, girls?
Ne oldu, kızlar?
What happened?
Ne oldu?
to hate + ablative
nefret etmek
from where (colloq.)
nerden
from where do you (pl) know
Nerden biliyorsunuz
from where
nereden
almost /nearly
neredeyse
generation
nesil
what was it
neydi
what the hell was..
neydi öyle
blessing (n)
nimet
intention
niyet
my intention
niyetim
point
nokta
note /memo
not
a note paper
not kâğıdı
that (the)
o
at that moment
o an
you remove that recording device only with a corkscrew from your ass
o kayıt cihazını kıçından ancak tirbuşonla çıkarırsın.
That is his daughter.
O kızı.
He even f... his daughter.
O kızını bile becerir.
that message
o mesaj
the meaning of that message
o mesajın anlamı
She and her father
O ve babası
She and her father had argued about this subject before.
O ve babası daha önce bu konuyu tartışmışlardı.
he is in his booth (lodge)
o, locasında
office
ofis
school
okul
to the schools
okullara
for the allocation of more funds to the schools
okullara daha fazla fon ayrılması için
quite /pretty /rather
oldukça
quite /pretty /rather
oldukça
a position in a quite low level
oldukça alt seviyede bir pozisyon
She has a position in a quite low level.
Oldukça alt seviyede bir pozisyonu var.
to act /behave mature
olgun davranmak
without having
olmaksızın
he almost guaranteed to become
olmayı neredeyse garantilemişti
no way /impossible / it is not (becoming)
olmaz
it would not be(come)
olmazdı
with the cacophonical echos that were created by...
oluşturduğu ahenksiz yankılarla
to create / form / constitute
oluşturmak
shoulder
omuz
ten
on
fifteen seconds later
on beş saniye sonra
Fifteen seconds later she would receive a secret message text.
On beş saniye sonra gizli bir mesaj metni alacaktı.
twelve
on iki
twelve republican candidates
on iki cumhuriyetçi aday
after leaving twelve republican candidates behind
on iki cumhuriyetçi adayı arkada bıraktıktan sonra
After leaving twelve republican candidates behind he had almost made certain to become his party's canditate for president of the United States of America.
On iki cumhuriyetçi adayı arkada bıraktıktan sonra, partisinin Amerika Birleşik Devletleri başkan adayı olmayı neredeyse garantilemişti.
ten turkish words (k)
on türkçe kelime
he handed him
ona uzattı
to approve /confirm
onaylamak
to disapprove
onaylamamak
disapproving
onaylamayan
to take her out (from her to accompany himself)
ondan kendisine eşlik etmek
to not want to take her out
ondan kendisine eşlik etmesini istememek
she had learned long time ago that he wouldn't want to take her out
ondan kendisine eşlik etmesini istemeyeceğini uzun zaman önce öğrenmişti.
she hated him
ondan nefret ediyordu
they
onlar
as soon as they were settled
onlar yerleşir yerleşmez
As soon as they were settled, the helicopter taking off turned westwards.
Onlar yerleşir yerleşmez helikopter havalanarak batıya döndü.
without showing to them
onlara göstermeden
him
onu
I didn't have time to call him.
Onu aramaya vaktim olmadı.
the looks following her
onu arkasından takip eden bakışlar
the looks of men following her
onu arkasından takip eden erkeklerin bakışları
He was embarrassed by the looks of men following her.
onu arkasından takip eden erkeklerin bakışlarından mahcup oldu.
to follow (after) her
onu arkasından takip etmek
He examined her with care.
Onu dikkatle inceledi.
pushing him outside
onu dışarı iten
against the strong hands pushing him outside
onu dışarı iten güçlü ellere karşı
to kiss her lips
onu dudaklarından öpmek
They pulled hom towards the door.
Onu kapıya doğru çektiler.
to kiss her cheek
onu yanağından öpmek
in order to kiss her cheek
onu yanağından öpmek için
He stood up in order to kiss her cheek.
Onu yanağından öpmek için ayağa kalktı.
She wanted to perforate him with the fork.
Onu çatalla delik deşik etmek istedi.
they pulled him
onu çektiler.
under his looks
onun bakışları altında
your working for him
onun için çalışman
your working for him affects me badly
onun için çalışman beni kötü etkiliyor
Can't you understand that your working for him is affecting me badly?
onun için çalışmanın beni kötü etkilediğini anlayamıyor musun
She felt in his artificial smile
onun yapmacık tebessümünde hissetti
She felt in his artificial smile that the question was pre-prepared.
onun yapmacık tebessümünde sorunun önceden hazırlandığını hissetti.
middle
orta
in the middle of (pl)
ortalarında
in the middle of
ortasında
thirty
otuz
thirty
otuz
thirty years old /at the age of thirty
otuz yaşında
the thirty year old woman
otuz yaşındaki kadın
You are thirty-three.
Otuz üç yaşındasın.
in the mid thirties /in her mid thirties
otuzlu yaşlarının ortalarında
the woman in her mid thirties
otuzlu yaşlarının ortalarındaki kadın
the woman in her mid thirties was someone attractive.
otuzlu yaşlarının ortalarındaki kadın çekici biriydi.
trousers
pantolon
to earn money /to make money
para kazanmak
parka (jacket)
parka
the pocket of his parka
parkasının cebi
out of the pocket of his parka
parkasının cebinden
inside his parka
parkasının içinde
Brophy sweating in his parka
Parkasının içinde ter basan Brophy
Brophy sweating in his parka asked :"And who are you?"
Parkasının içinde ter basan Brophy, 'Siz de kimsiniz?' diye sordu. '
to shine / sparkle /glow
parlamak
party (feast /political party)
parti
the candidate of his party
partisinin adayı
He had almost made certain to become his party's canditate for president of the United States of America
partisinin Amerika Birleşik Devletleri Başkan adayı olmayı neredeyse garantilemişti.
skates /Schlittshuhe /patins
paten
sled runners /Schlittenkufen
paten demiri
He climbed from the sled runners into the freight compartment of the helicopter
paten demirinden helikopterin yük bölümüne çıktı
not very
pek değil
most / plenty of
pek çok
a lot of memories
pek çok anı
most people
pek çok kişi
Most people believed that he had a chance to snatch the White House from the president.
Pek çok kişi Beyaz Saray'ı Başkan'dan koparma şansına sahip olduğuna inanıyordu.
most people believed
pek çok kişi inanıyordu
Most people believed that the Senator had a chance to snatch the White House from the president.
Pek çok kişi Senatörün Beyaz Saray'ı Başkan'dan koparma şansına sahip olduğuna inanıyordu.
Most people believed that the Senator had a chance to snatch the White House from the president being in deep waters.
Pek çok kişi Senatörün Beyaz Saray'ı güç durumdaki Başkan'dan koparma şansına sahip olduğuna inanıyordu.
Most people believed that that the Senator had a chance to snatch the White House coming winter from the president being in deep waters.
Pek çok kişi Senatörün gelecek kış Beyaz Saray'ı güç durumdaki Başkan'dan koparma şansına sahip olduğuna inanıyordu.
most people believed that he had a chance
pek çok kişi şansına sahip olduğuna inanıyordu
well / alright /very well /ok / so
peki
So who are you (pl/formal)?
Peki siz kimsiniz?
propellor /rotor /helice
pervane
napkin
peçete
folded /pleated /cm wide folds
pilili
pleated grey bell-leg trousers
pilili, bol pacalı gri pantolon
The woman wearing pleated grey bell-leg trousers, modest, heelless shoes and a cream coloured Laura Ashley blouse was someone attractive.
Pilili, bol pacalı gri pantolon, gösterişsiz topuksuz ayakkabılar ve krem rengi Laura Ashley bluz giyen kadın çekici biriydi.
The woman in her mid thirties, wearing pleated grey bell-leg trousers, modest heelless shoes and a cream coloured Laura Ashley blouse was someone attractive.
Pilili, bol pacalı gri pantolon, gösterişsiz topuksuz ayakkabılar ve krem rengi Laura Ashley bluz giyen otuzlu yaşlarının ortalarındaki kadın çekici biriydi.
to regret
pişman olmak
to make money from politics
politikadan para kazanmak
a pop song
pop şarkı
to quote pop songs
pop şarkılardan alıntılar yapmak
Rachel grimaced at her father's reaction.
Rachel babasının tepkisine yüzünü buruşturdu.
Rachel was again (y) overcome by that familiar feeling of being humiliated, which she often felt in meetings with her father.
Rachel babasıyla buluşmalarında sıklıkla duyumsadığı o tanıdık aşağılanma hissine yeniden kapıldı.
Rachel fixed her eyes (gaze) on the reporter.
Rachel bakışlarını muhabire dikti.
Rachel pushed five buttons.
Rachel beş düğmeye bastı.
Rachel took a croissant.
Rachel bir kruvasan aldı.
Rachel tried to keep up
Rachel bozmamaya çalıştı
Rachel guessed that this particularity would lead him into the White House.
Rachel bu özelliğinin onu Beyaz Saray'a götüreceğini tahmin ediyordu.
Rachel connected this with her father's liking the repetition of sounds.
Rachel bunu, babasının ses yinelemesinden hoşlanmasına bağlıyordu.
Rachel sighed, trying to keep up her composure.
Rachel dinginliğini bozmamaya çalışarak içini çekti.
Rachel tried to keep up her composure
Rachel dinginliğini bozmamaya çalıştı
Rachel began to gather her belongings.
Rachel eşyalarını toplamaya başlamıştı
Grudgingly Rachel took a croissant from the basket on the table.
Rachel homurdanarak masanın üstündeki sepetten bir kruvasan aldı.
Rachel couldn't believe
Rachel inanamıyordu.
Rachel cursed from deep within the man's power.
Rachel içinden adamın gücüne küfretti.
Rachel sighed.
Rachel içini çekti.
Rachel sighed.
Rachel içini çekti.
Rachel nearly shoved the croissant down her throat.
Rachel kruvasanı adeta boğazına tıktı.
Rachel shoved the croissant down her throat.
Rachel kruvasanı boğazına tıktı.
Rachel took a croissant from the basket on the table.
Rachel masanın üstündeki sepetten bir kruvasan aldı.
At that moment Rachel regretted exploding all of a sudden.
Rachel o an birdenbire köpürmesinden dolayı pişman oldu.
At that moment Rachel regretted.
Rachel o an pişman oldu.
Rachel was again (y) overcome by that familiar feeling of being humiliated
Rachel o tanıdık aşağılanma hissine yeniden kapıldı.
Rachel took a breath keeping herself back with difficulty from looking at her watch.
Rachel saatine bakmamak için kendini güç tutarak içine çekti.
Rachel took a breath keeping herself back with difficulty from looking at her watch. 'Dad I really didn't have time to call him. Also it would be nice if would stop going after this subject.'
Rachel saatine bakmamak için kendini güç tutarak içine çekti. 'Baba gerçekten onu aramaya vaktim olmadı. Ayrıca bu konuda çabalamayı bıraksan iyi...'
With difficulty Rachel held herself back from looking at her watch.
Rachel saatine bakmamak için kendini güç tuttu.
when Rachel felt part of her defence shield melting away
Rachel savunma kalkanının bir parçasının eriyip gittiğini hissedince
Rachel took a croissant from the basket.
Rachel sepetten bir kruvasan aldı.
Rachel opted for remaining silent.
Rachel sessiz kalmayı yeğledi.
Though Rachel Sexton carried her natural (inborn) blessings
Rachel Sexton doğuştan sahip olduğu nimetleri taşısa da
Though Rachel Sexton carried her natural (inborn) blessings with grace and humility
Rachel Sexton doğuştan sahip olduğu nimetleri zarafet ve tevazu ile taşısa da
Though Rachel Sexton carried her natural (inborn) blessings with grace and humility of which her father should take an example
Rachel Sexton doğuştan sahip olduğu nimetleri, babasının örnek alması gereken bir zarafet ve tevazu ile taşısa da
Though Rachel Sexton carried her natural (inborn) blessings with a grace and humility of grace and humility of which her father should take an example, it was clear that the Senator's classic good looks had passed on to the next generation.
Rachel Sexton doğuştan sahip olduğu nimetleri, babasının örnek alması gereken bir zarafet ve tevazu ile taşısa da, Senatörün klasik iyi görünümünün bir sonraki nesle geçtiği belli oluyordu.
Rachel felt as if hot coffee had been tossed into her face. (s)
Rachel suratına sıcak kahve fırlatılmış gibi hissetti.
Rachel guessed
Rachel tahmin ediyordu
that was in Rachel's bag
Rachel'in çantasındaki
the pager in Rachel's bag
Rachel'in çantasındaki çağrı cihazı
The pager in Rachel's bag began to ring.
Rachel'in çantasındaki çağrı cihazı çalmaya başladı.
The pager in Rachel's bag began to ring as if the order to postpone her father's renforcement speech had come.
Rachel'in çantasındaki çağrı cihazı, babasının infaz söylevine erteleme emri gelmiş gibi çalmaya başladı.
Rachel had learned long time ago that her father wouldn't want to take her out without a hidden purpose.
Rachel, babasının gizli bir amacı olmaksızın ondan kendisine eşlik etmesini istemeyeceğini uzun zaman önce öğrenmişti.
As Rachel went to her father's table
Rachel, babasının masasına gittiği sırada,
As Rachel went to her father's table, the Senator was talking in a loud voice on his cell phone about one of his latest achievements.
Rachel, babasının masasına gittiği sırada, senatör cep telefonunda yüksek sesle son başarılarından biri hakkında konuşuyordu.
Rachel couldn't believe that her father was quoting pop songs.
Rachel, babasının pop şarkılardan alıntılar yaptığına inanamıyordu.
Grimacing at her father's reaction Rachel looked up.
Rachel, babasının tepkisine yüzünü buruşturarak, başını kaldırıp baktı.
When Rachel felt that part of her defence shield was melting away under his looks, she cursed the man's power from deep inside.
Rachel, onun bakışları altında savunma kalkanının bir parçasının eriyip gittiğini hissedince, içinden adamın gücüne küfretti.
Rachel, can't you understand that your working for him is affecting me badly? And of course my campaign.
Rachel, onun için çalışmanın beni kötü etkilediğini anlayamıyor musun? Ve tabi kampanyamı.
uncomfortable
rahatsız
making uncomfortable /uncomfortably
rahatsız edici bir şekilde
rival /concurrent /opponent/ adversary /competitor
rakip
Ralph or whoever you are
Ralph ya da kimsen
Ralph or whoever you are know this well:
Ralph ya da kimsen, şunu iyi bil:
appointment /rendez-vous
randevu
I have a appointment
Randevum var
I had an appointment
Randevum vardı
report
rapor
you came across
rastladın
to come across / to chance on / to meet
rastlamak
though /despite
rağmen
adds/publicities
reklamlar
colour
renk
a formal announcement /solemn declaration
resmi bildiri
restaurant
restoran
to be fashionable
revaçta olmak
spirit
ruh
wind
rüzgâr
the wind came in from the open door
rüzgâr açık kapıdan içeri doluyordu
the wind filled the inside / the wind was coming in
rüzgâr içeri doluyordu
watch /clock
saat
in order not to look at her watch
saatine bakmamak için
by tapping his watch
saatine hafifçe vurarak
morning
sabah
the morning meal / breakfast
sabah kahvaltısı
at breakfast (s. k.)
sabah kahvaltısında
only (s)
sadece
just /merely /only
sadece
she only seemed strong
sadece güçlü görünüyordu
It is just a matter of trust.
Sadece itimat meselesi.
to eliminate
saf dışı bırakmak
field /arena /court (sport)
saha
off the court (sport)
sahane dışı
to send off the court (sport)
sahane dışına göndermek
Be calm! /Calm down!
Sakin ol!
idiot
salak
tuesday
salı
on Tuesday
Salı'da
that man that I arranged for you
sana ayarladığım şu adam
I have a proposition for you.
Sana bir teklifim var.
I fancy
sanırım
second (of time)
saniye
second (of time)
saniye
seconds later
Saniyeler sonra
Seconds later he began to fall towards the ice canyons down.
Saniyeler sonra aşağıdaki buzul kanyonlarına doğru düşmeye başlamıştı.
Seconds later he began to fall.
Saniyeler sonra düşmeye başlamıştı.
to think/fancy /suppose
sanmak
palace
saray
line (of words)
satır
defence
savunma
defence shield
savunma kalkanı
a part of her defence shield
savunma kalkanının bir parçası
that a part of her defence shield melted away
savunma kalkanının bir parçasının eriyip gittiği
to defend
savunmak
swing /hurl /throw /blow out
savurmak
to hurl /swing /fling /throw out (s)
savurmak
thanks to /grâce à
sayesinde
countless
sayısız
in countless shapes /forms
sayısız biçimlerde
hair (pl)
saçlar
sturdy /strong /solid /stout
sağlam
She had a sturdy disposition
sağlam bir tavrı vardı
She had a sturdy disposition, her chin was slightly raised upwards, not insolent, she only seemed strong.
Sağlam bir tavrı vardı çenesi hafifçe yukarı kalkmıştı küstah değil, sadece güçlü görünüyordu.
This was not your reason.
Sebebin bu değildi.
reason (s)
sebep
This was not the reason.
Sebep bu değildi.
secretary
sekreter
eighty
seksen
sexy
seksi
long enough to appear sexy
seksi görünecek kadar uzun
long enough to appear sexy, but short enough to show that she was smarter than you.
seksi görünecek kadar uzun, ama sizden daha akıllı olduğunu gösterecek kadar kısa.
you(sg)
sen
Who are you?
Sen kimsin?
you and your dogs
sen ve köpeklerin
Senator
Senatör
The Senator smiled wiping his mouth with the napkin
Senatör ağzını peçeteyle silerek gülümsedi
The Senator smiled wiping his mouth with the napkin: 'With pleasure, Ralph. Only be quick!I don't want to let my coffee get cold. '
Senatör ağzını peçeteyle silerek gülümsedi: 'Memnuniyetle, Ralph. Yalnız çabuk ol. Kahvemi soğutmak istemiyorum.'
The Senator was a regular client (of) here.
Senatör buranın devamlı müşteriydi.
The Senator was talking in a loud voice on his cell phone about one of his latest achievements.
Senatör cep telefonunda yüksek sesle son başarılarından biri hakkında konuşuyordu.
The Senator was a regular client.
Senatör devamlı müşteriydi.
The senator was one of the most famous men.
Senatör en ünlü adamlardan biriydi.
The Senator narrowed his eyes.
Senatör gözlerini kıstı.
The Senator narrowed his eyes. 'You know, your selfish manners sometimes really...'
Senatör gözlerini kıstı. 'Biliyor musun, bazen bencil tavırların gerçekten...'
the Senator smiled
Senatör gülümsedi.
The Senator cackled mournfully.
Senatör kederle kesik kesik güldü.
The Senator cackled.
Senatör kesik kesik güldü.
The Senator threw an angry look because his words (l) were interrupted.
Senatör lafı kesildiği için öfkeli bir bakış fırlattı.
The Senator had lost Rachel's trust years ago, but he was quickly winning the one of the country.
Senatör Rachel'ın güvenini yıllar önce kaybetmişti, ama ülkeninkini hızla kazanıyordu.
The Senator had lost Rachel's trust years ago.
Senatör Rachel'ın güvenini yıllar önce kaybetmişti.
Senator Sedgewick Sexton.
Senatör Sedgewick Sexton.
Senator Sedgewick Sexton. The Senator was a regular client (of) here and one of the most famous men of the country.
Senatör Sedgewick Sexton. Senatör buranın devamlı müşteri ve ülkenin en ünlü adamlarından biriydi.
to work in behalf of Senator Sexton
Senatör Sexton adına çalışmak
in order to work in behalf of Senator Sexton
Senatör Sexton adına çalışmak için
I have no intention to quit my job in order to work in behalf of Senator Sexton.
Senatör Sexton adına çalışmak için işimi bırakmaya hiç niyetim yok.
Senator Sexton leaned forward.
Senatör Sexton başını ileri uzattı.
Senator Sexton is as usual in his booth /lodge
Senatör Sexton her zamanki gibi locasında
Senator Sexton is in his usual lodge.
Senatör Sexton her zamanki locasında
Bursting into laughter Senator Sexton eliminated the question in a wink.
Senatör Sexton kahkahaya boğularak soruyu bir anda saf dışı bıraktı.
With an innocent expression of surprise Senator Sexton leaned forward.
Senatör Sexton masum bir şaşkınlık ifadesiyle başını ileri uzattı.
Senator Sexton eliminated the question in a wink. (in one moment)
Senatör Sexton soruyu bir anda saf dışı bıraktı.
Senator Sexton eliminated the question.
Senatör Sexton soruyu saf dışı bıraktı.
Senatör Sexton's eyes pierced her almost like two ice crystals.
Senatör Sexton'ın gözleri adeta iki buz kristali onu delip geçiyordu.
Senatör Sexton's eyes looked at her furiously without blinking.
Senatör Sexton'ın gözleri hiç kıpırdamadan öfkeyle ona bakıyordu.
I had a breakfast appointment with Senator Sexton.
Senatör Sexton'la kahvaltı randevum vardı.
I had an appointment with Senator Sexton.
Senatör Sexton'la randevum vardı.
'I have a proposition for you' said Senator Sexton.
Senatör Sexton, 'Sana bir teklifim var,' dedi.
The Senator changed his behaviour.
Senatör tavrını değiştirdi.
The Senator threw an angry look.
Senatör öfkeli bir bakış fırlattı.
the Senator's penetrating look (pl)
Senatör'ün delici bakışları
the Senator's demeanor
Senatör'ün tavrı
the Senator's demeanor changed
Senatör'ün tavrı değişti
Senator, your TV adds are calling for equal salaries to be given to women at the workplace (pl)
Senatör, televizyonlardaki reklamlarınız işyerlerinde kadınlara eşit maaşlar verilmesi çağrısında bulunuyor.
The Senator's eyes were a gift from God.
Senatörün gözleri Allah vergisiydi.
It was in any case clear that the Senator's business was finished.
Senatörün her halükarda işinin bittiği belli oluyordu.
It was in any case clear that the Senator's business with her was finished.
Senatörün her halükarda onunla işinin bittiği belli oluyordu.
The Senator's business was finished.
Senatörün işi bitti.
It was clear that the Senator's business was finished.
Senatörün işinin bittiği belli oluyordu.
that the Senator's classic good looks had passed on to the next generation
Senatörün klasik iyi görünümünün bir sonraki nesle geçtiği
It was clear that the Senator's classic good looks had passed on to the next generation
Senatörün klasik iyi görünümünün bir sonraki nesle geçtiği belli oluyordu.
that the Senator's classic good looks had passed on
Senatörün klasik iyi görünümünün geçtiği
the Senator's business with her
Senatörün onunla işi
The Senator's composure was very difficult to get out of order.
Senatörün soğukkanlılığı çok zor bozulurdu.
I miss(ed) you.
Seni özledim.
basket
sepet
to harden
sertleşmek
hard (adv.)
sertçe
voice /noise /sound
ses
sound /voice /noise
ses
the voice came out louder
ses daha yüksek çıktı
when the voice came out louder than Rachel thought
ses Rachel'ın düşündüğünden daha yüksek çıkınca
the voice came out louder than Rachel thought
ses Rachel'ın düşündüğünden daha yüksek çıktı
the repetition of sounds (rhyming)
ses yinelemesi
to like the repetition of sounds
ses yinelemesinden hoşlanmak
the voice came out loud
ses yüksek çıktı
When her voice came out louder than Rachel thought
Sesi Rachel'ın düşündüğünden daha yüksek çıkınca
When her voice came out louder than Rachel thought, the words stayed temporarily suspended in the void.
Sesi Rachel'ın düşündüğünden daha yüksek çıkınca, kelimeler geçici bir süre boşlukta asılı kaldı.
(by) lowering his voice
sesini alçaltarak
to shout (s)
seslenmek
silent
sessiz
to remain silent
sessiz kalmak
our beloved country
sevdiğimiz ülke
how we will rule our beloved country
sevdiğimiz ülkeyi nasıl yöneteceğimiz
concerning how we will rule our beloved country
sevdiğimiz ülkeyi nasıl yöneteceğimiz konusunda
having different ideas concerning how we will rule our beloved country
sevdiğimiz ülkeyi nasıl yöneteceğimiz konusunda farklı fikirlere sahip
joy
sevinç
to shine with joy
sevinçle parlamak
level /grade
seviye
to love /like
sevmek
Sexton took a sip of his coffee.
Sexton kahvesinden bir yudum aldı.
Sexton took a sip of his coffee. 'Come on, tell me, how is it going?'
Sexton kahvesinden bir yudum aldı. 'Anlat bakalım, nasıl gidiyor?'
Sexton found himself even a new wife.
Sexton kendine yeni bir eş bulmuş bile.
Sexton learned over the table.
Sexton masada öne doğru eğildi.
Lowering his voice, Sexton leaned over the table.
Sexton sesini alçaltarak masada öne doğru eğildi.
to watch (s)
seyretmek
elections
seçimler
hot coffee
sıcak kahve
as if hot coffee had been tossed
sıcak kahve fırlatılmış gibi
tight/pressed/dense /crowded /jammed/crammed
sıkışık
tight schedule
sıkışık program
your (pl) tight program
sıkışık programınız
between your tight schedule
sıkışık programınız arasında
often /frequently (s)
sıklıkla
often /frequently (s)
sıkça
You (pol.) often talk(b) about education.
Sıkça eğitimden bahsediyorsunuz.
to wipe /erase
silmek
to feel on the edge of one's nerves /his nerves to tense
sinirleri gerilmek
in order /one by one
sırayla
to grin
sırıtmak
that he grinned
sırıttığı
without showing them that he grinned
sırıttığını onlara göstermeden
Without showing them that he grinned, he closed his recording device.
Sırıttığını onlara göstermeden kayıt cihazını kapattı.
politics
siyaset
politicians
siyasiler
You (pl or formal)
Siz
Who are you(pl/formal) ?
Siz kimsiniz?
smarter than you (pl/formal)
sizden daha akıllı
that she was smarter than you (pl/formal)
sizden daha akıllı olduğu
short enough to show that she was smarter than you (pl/formal)
sizden daha akıllı olduğunu gösterecek kadar kısa
to you (dat. pl/formal )
size
May I ask you a few questions?
Size birkaç soru sorabilir miyim?
Can I help you(pl/formal) ? /lit. can I be a helper to you?
Size yardımcı olabilir miyim?
It is a pleasure for us to entertain you (pl/formal).
Sizi ağırlamaktan zevk duyarız.
It is a pleasure for us to entertain you (pl/formal ).
Sizi ağırlamaktan zevk duyarız.
your and your daughter's conflicts of interest
sizin ve kızınızın çıkar çatışmalarınız
leap/jump
sıçrama
slogan
slogan
to smash (sport )
smaç yapmak
Sneeden nodded, then his gaze hardened.
Sneeden başını evet anlamında salladı, sonra bakışları sertleşti.
Sneeden nodded.
Sneeden başını evet anlamında salladı.
Sneeden grinned at the Senator.
Sneeden, senatöre sırıttı.
one of his latest achievements
son başarılarından biri
He was talking about one of his latest achievements.
Son başarılarından biri hakkında konuşuyordu.
in the last few weeks
son birkaç hafta içinde
finally
son olarak
lately
son zamanlarda
Lately Sexton's face had begun to appear in every national magazine, his campaign slogan to infest all America.
Son zamanlarda Sexton'ın yüzü tüm ulusal dergilerde görünmeye kampanya sloganı tüm Amerika'yı kaplamaya başlamıştı.
Lately Sexton's face had begun to appear in every national magazine, his campaign slogan to infest all America: Stop wasting, start improving! (Stop spending, start mending)
Son zamanlarda Sexton'ın yüzü tüm ulusal dergilerde görünmeye kampanya sloganı tüm Amerika'yı kaplamaya başlamıştı: Harcamayı bırakın, iyileştirmeye başlayın!
Lately his face had begun to appear in every national magazine
Son zamanlarda yüzü tüm ulusal dergilerde görünmeye başlamıştı.
to reach its end
sona ermek
then his gaze hardened
sonra bakışları sertleşti.
may I ask?
sorabilir miyim?
he asked
sordu
to ask
sormak
question
soru
The question had caught her completely unprepared.
Soru onu tamamen hazırlıksız yakalamıştı.
that this was asked
sorulduğu
that the question was pre-prepared
sorunun önceden hazırlandığı
because of his question
sorusundan dolayı
as if he was worried because of his question
sorusundan dolayı endişeleniyormuş gibi
family name /Nachname
soyadı
cold
soğuk
cold
soğuk
the cold air
soğuk hava
the cold weather conditions
soğuk hava şartları
fitting the cold weather conditions
soğuk hava şartlarına uygun
The men dressed in white clothes suitable for the cold weather conditions
Soğuk hava şartlarına uygun beyaz giysiler içindeki adamlar
The men dressed in white clothes suitable for the cold weather conditions, with their rifles in their hands advanced towards Brophy as if they were in a hurry.
Soğuk hava şartlarına uygun beyaz giysiler içindeki adamlar, ellerinde tüfekleriyle aceleleri varmış gibi Brophy'ye doğru ilerlediler.
clothes suiting the cold weather conditions
soğuk hava şartlarına uygun giysiler
coolness/imperturbability /presence of mind /composure
soğukkanlılık
to cool sthg
soğutmak
to present
sunmak
to present /offer
sunmak
face (s)
surat
into her face (s)
suratına
without saying
söylemeden
they didn't say
söylemediler
to say (s)
söylemek
it could be said
söylenebilirdi
rumour
söylenti
discour / speech
söylev
topic /subject
söz konusu
Super Tuesday (a day on which several states hold primary elections)
Süper Salı
to be dragged (along)
sürüklenmek
milk
süt
milk calf
süt danası
milk calf and horse meat battered with black pepper
süt danası ve karabiberle dövülmüş at eti
gun /pistol /revolver
tabanca
let me guess
tahmin edeyim
to guess
tahmin etmek
like I guessed
tahmin ettiğim gibi
to follow
takip etmek
imitation
taklit
his talent for imitation
taklit yeteneği
at the right time /right on time
tam zamanında
completely /absolutely
tamamen
piece /grain (used optional after numbers)
tane
familiar (t)
tanıdık
the familiar feeling of being humiliated
tanıdık aşağılanma hissi
to know (someone)
tanımak
to meet / to become acquainted with /to make s. o. acquainted with
tanışmak
did you meet (him)?
tanıştın mı?
for God's sake
Tanrı aşkına
for God's sake
Tanrı aşkına
For God's sake, I am working at Fairfax!
Tanrı aşkına, ben Fairfax'de çalışıyorum!
to comb
taramak
to be combed
taranmak
to have an argument
tartışmak
to discuss /debate /dispute
tartışmak
You came (about) to discuss
tartışmak üzere geldiniz
they had argued /the used to argue
tartışmışlardı
style (t)
tarz
sweet
tatlı
sweet tongued
tatlı dilli
darling (t)
tatlım
manner /air /disposition /face /attitude
tavır
to carry
taşımak
though she carried
taşısa da
smile (t)
tebessüm
with a smile (t)
tebessümle
a single word
tek bir söz
without saying a single word
tek bir söz söylemeden
Without saying a single word they gripped the loaded sledge and pushed it out of the open door.
Tek bir söz söylemeden yüklü kızağı tutarak açık kapıdan dışarı ittiler.
offer /proposition /suggestion
teklif
to offer /propose /suggest
teklif etmek
wire
tel
television
televizyon
that are on televisions
televizyonlardaki
your (polite) Tv adds (youradds that are on televisions)
televizyonlardaki reklamlarınız
Your TV adds are calling for equal salaries to be given to women
Televizyonlardaki reklamlarınız kadınlara eşit maaşlar verilmesi çağrısında bulunuyor.
to suggest /inspire
telkin etmek
wires
teller
wireless /radio
telsiz
your radio/wireless frequency
Telsiz frekansın
Reduce your wireless frequency to hundred kilohertz.
Telsiz frekansını yüz kilohertze indir.
He took his wireless out of the pocket of his parka.
Telsizini parkasının cebinden çıkardı.
Please take out your wireless! (formal)
Telsizinizi çıkarın lütfen!
Take out your wireless!
Telsizinizi çıkarın!
reaction /response
tepki
sweat
ter
to sweat
ter basmak
well-bred /genteel /cultivated /civilized /well-mannered
terbiyeli
well-bred nobility
terbiyeli asalet
an air of well-bred nobility
terbiyeli asalet havası
trigger
tetik
The dogs being on alert growled/snarled.
Tetikte duran köpekler hırladılar.
to be on guard /to be alert (lit. to be on the trigger)
tetikte durmak
modesty /unpretentiousness
tevazu
humbly
tevazu ile
to confirm
teyit etmek
She pushed five buttons to confirm.
Teyit etmek için beş düğmeye bastı.
She pushed a sequence of five buttons to confirm.
Teyit etmek için sırayla beş düğmeye bastı.
Thank you
teşekkür ederim
to thank
teşekkür etmek
organisation
teşkilat
to cram /stuff /shove
tıkmak
corkscrew (bottle opener)
tirbuşon
with a corkscrew
tirbuşonla
to remove with a corkscrew
tirbuşonla çıkarmak
to tremble
titremek
trembling
titreyerek
to gather
toplanmak
to begin to gather
toplanmaya başlamak
beginning to gather
toplanmaya başlayan
storm clouds beginning to gather
toplanmaya başlayan fırtına bulutları
Behind the storm clouds, (which were) beginning to gather
Toplanmaya başlayan fırtına bulutların ardında
A dual helice transport (freight) helicopter that was behind the storm clouds which were beginning to gather
Toplanmaya başlayan fırtına bulutların ardındaki çift pervaneli bir nakliye helikopteri
A dual helice transport (freight) helicopter that was behind the storm clouds which were beginning to gather descended drawing a curve.
Toplanmaya başlayan fırtına bulutların ardındaki çift pervaneli bir nakliye helikopteri kavis çizerek alçalıyordu.
A dual helice transport (freight) helicopter that was behind the storm clouds which were beginning to gather descended drawing a curve, embracing the glacial peaks with military skill.
Toplanmaya başlayan fırtına bulutların ardındaki çift pervaneli bir nakliye helikopteri, buzul zirvelerini askeri maharetle kucaklayarak, kavis çizerek alçalıyordu.
meeting /conference
toplantı
The meeting (t) reached its end.
Toplantı sona erdi.
heel /Absatz
topuk
heeled /with heels /mit Absatz
topuklu
without heels/ flat heel /ohne Absatz /flach
topuksuz
the Toulos Restaurant
Toulos Restoranı
The horse meat that the Toulos Restaurant proudly presented didn't match at all the fashion of the moment
Toulos Restoranı'nın gururla sunduğu at eti günün modasına hiç uygun değildi.
The milk calf and horse meat battered with black pepper that the Toulos Restaurant proudly presented didn't match at all the fashion of the moment (day).
Toulos Restoranı'nın gururla sunduğu süt danası ve karabiberle dövülmüş at eti günün modasına hiç uygun değildi.
The horse meat that the Toulos Restaurant presented
Toulos Restoranı'nın sunduğu at eti
Very few women dined in Toulos and still less of them looked like Rachel Sexton.
Toulos'da çok az kadın yemek yer, daha da azı Rachel Sexton gibi görünürdü.
Very few women dined in Toulos.
Toulos'da çok az kadın yemek yerdi.
dust /power
toz
powdery /pulverulent /powder like
toz gibi
powdery snow
toz gibi kar
a clowd(cluster) of powdery snow
toz gibi kardan bir küme
(by) blowing(s) a cloud (k) of powdery snow into the air
toz gibi kardan bir kümeyi havaya savurarak
strange (adj) (t)
tuhaf
the strange message (m)
tuhaf mesaj
when he transmitted the strange message
tuhaf mesajı iletirken
Brophy's voice was trembling while he transmitted the strange message.
Tuhaf mesajı iletirken Brophy'nin sesi titriyordu.
tundra (a vast, flat, treeless Arctic region of Europe, Asia, and North America in which the subsoil is permanently frozen.)
tundra
to hold/grip /take/keep
tutmak
mil. gun/rifle /Gewehr
tüfek
with rifles (mit Gewehren)
tüfeklerle
by raising his rifle (Gewehr)
tüfeğini kaldırarak
every (t) (+pl)
tüm
every magazine
tüm dergiler
in every magazine
tüm dergilerde
in every national magazine
tüm ulusal dergilerde
kind /type/species
tür
of the kind
türden
turkish (language)
türkçe
tiny
ufak
Taking a tiny recording device out he began the recording.
Ufak bir kayıt cihazı çıkararak, kayda başladı.
to howl (wolves / dogs)
ulumak
national
ulusal
howling
uluyarak
Howling the animals disappeared within no time.
Uluyarak hayvanlar bir anda gözden kayboldu.
Howling the animals disappeared.
Uluyarak hayvanlar gözden kayboldu.
Howling the animals being dragged out of the helicopter were lost out of sight within no time.
Uluyarak helikopterden dışarı sürüklenen hayvanlar bir anda gözden kayboldu.
I hope
umarım
I hope this was not your reason.
Umarım sebebin bu değildi.
decent /proper
usturuplu
to apply (u)
uygulanmak
application of
uygulanması
fitting / suiting /suitable
uygun
far /remote /distant (u)
uzak
to hand /to extend
uzatmak
away /at a distance
uzağa
long
uzun
long time ago
uzun zaman önce
she had learned long time ago
uzun zaman önce öğrenmişti
tip/point/end /terminal /extremity
stamping ground /beaten track / frequented place
uğrak (yeri)
stop by /drop in / visit
uğramak
time (v)
vakit
it is quite exciting to see that you find time
vakit bulduğunu görmek oldukça heyecan verici
to find time
vakit bulmak
my time (v)
vaktim
I didn't have time. (I wanted to, but it didn't work out. Maybe if I had tried a little harder...)
Vaktim olmadı.
There was no time. (I didn't even think of doing it...)
Vaktim yoktu.
patriot
vatansever
and
ve
and at the same time
ve aynı zamanda
and at the same time (they) were calling for the issueing of a law for the application of tax cuts to newly weds.
ve aynı zamanda yeni evlilere vergi indirimi uygulanması için kanun çıkarılması çağrısında bulunuyor.
And if you 'll write anything alluding to the opposite
ve eğer bunun aksini ima edecek herhangi bir şey yazarsan
and if you write anything alluding to the opposite, you (will) remove that recording device only with a corkscrew from your ass.
ve eğer bunun aksini ima edecek herhangi bir şey yazarsan, o kayıt cihazını kıçından ancak tirbuşonla çıkarırsın.
and if you write anything
ve eğer herhangi bir şey yazarsan
and if you'll write anything alluding to (lit. and if you write anything that will allude to)
ve eğer ima edecek herhangi bir şey yazarsan
And what the hell was the meaning of that message?
Ve o mesajın anlamı neydi öyle!
and of course
ve tabi
And for God's sake get married.
Ve Tanrı aşkına evlen.
tax
vergi
tax
vergi
tax cuts
vergi indirimi
the application of tax cuts
vergi indirimi uygulanması
to beat/hit (once)
vurmak
body (v)
vücut
Washington's politicians
Washington siyasileri
it was the stamping ground of Washington's politicians
Washington siyasilerinin uğrak yeriydi
The hair style that was the latest fashion in Washington :'the anchor woman' long enough to appear sexy, but short enough to show that she was smarter than you.
Washington'da en revaçta olan saç tarzı: 'Haber spikeri kadın' seksi görünecek kadar uzun, ama sizden daha akıllı olduğunu gösterecek kadar kısa
being in the style that was the latest fashion in Washington
Washington'da en revaçta olan tarzda
or (y)
ya da
to be odd (y)
yadırganmak
when they seized him
yakaladıklarında
catch /snatch /seize (y)
yakalamak
to catch (y)
yakalamak
only (y)
yalnız
They watched her from the corner of their eyes.
Yan gözle onu süzdüler.
reluquer /look from the corner of the eye /ogle
yan gözle süzmek
cheek /Wange
yanak
next to (loc.)
yanında
to blink
yanıp sönmek
to answer (y. v.)
yanıt vermek
to answer (y.)
yanıtlamak
echo
yankı
echos
yankılar
with echos
yankılarla
being made/being held
yapılan
make-believe / pretended /mock
yapmacık
with a mock smile /with a make-believe smile
yapmacık bir tebessümle
He turned his face with a make-believe smile.
Yapmacık bir tebessümle yüzünü döndü.
He turned his face with a make-believe smile. "Good morning," he said. "Can I help you?"
Yapmacık bir tebessümle yüzünü döndü. 'Günaydın,' dedi. 'Size yardımcı olabilir miyim?'
Haven't we done?
yapmamış mıydık?
we haven't done
yapmamıştık
we have done
yapmıştık
help
yardım
to help
yardım etmek
a helper
yardımcı
to be a helper /to be of help
yardımcı olmak
half
yarı
cleft /fissure /crevice /split
yarık
slow
yavaş
slow
yavaş
it was a slow shot
yavaş bir atıştı
to slow down
yavaşlamak
slowly
yavaşça
written
yazılı
to write
yazmak
age
yaş
tear
yaş
to live /experience
yaşamak
that he will experience
yaşayacağı
the tears would go and open a door to an enthousiastic spirit
yaşlar gider ve çoşkulu bir ruha kapı açardı.
the tears would go
yaşlar giderdi
with tears
yaşlarla
old (age)
yaşlı
food
yemek
dining room (y. s.)
yemek salonu
to eat /to dine
yemek yemek
the people eating
yemek yiyen kişiler
one of the eaters
yemek yiyenlerden biri
One of the eaters whispered.
Yemek yiyenlerden biri fısıldadı.
'Nice body!', whispered one of the eaters.
Yemek yiyenlerden biri, 'Güzel vücut!', diye fısıldadı.
'Nice body!', whispered one of the eaters. 'Sexton found himself even a new wife.'
Yemek yiyenlerden biri, 'Güzel vücut!', diye fısıldadı. 'Sexton kendine yeni bir eş bulmuş bile.'
new
yeni
He has found (rep) a new wife.
yeni bir eş bulmuş
newly weds
yeni evliler
tax cuts to newly weds
yeni evlilere vergi indirimi
a law for the application of tax cuts to newly weds
yeni evlilere vergi indirimi uygulanması için kanun
again (y)
yeniden
place
yer
place / floor /ground
yer
when appropriate
yeri gelince - yeri geldiğinde
When appropriate his eyes would fill with tears but then immediately afterwards the tears would go and by inspiring trust in everything open a door to an enthousiastic spirit.
Yeri gelince gözleri yaşlarla dolar, ama sonra, hemen sonra yaşlar gider ve her şeye karşı güven telkin ederek, çoşkulu bir ruha kapı açardı.
When appropriate his eyes would fill with tears but then immediately afterwards the tears would go.
Yeri gelince gözleri yaşlarla dolar, ama sonra, hemen sonra yaşlar giderdi.
when appropriate his eyes would fill with tears
yeri gelince gözleri yaşlarla dolardı
it was the place of...
yeriydi
to settle
yerleşmek
talent /skill (y)
yetenek
to content to /to make do with (+ile)
yetimek
to catch (y)
yetişmek
seventy
yetmiş
to prefer /choose/opt (y)
yeğlemek
years ago
yıllar önce
for years
yıllarca
still /nonetheless /even so
yine de
still nothing would have prepared him for the inhuman disaster that he was going to experience
yine de hiçbir şey onu yaşayacağı insanlık dışı felakete hazırlamış olmazdı
to repeat (y)
yinelemek
twenty
yirmi
the eaters
yiyenler
comment
yorum
dense /busy
yoğun
busy/hectic
yoğun
sip /gulp /Schluck
yudum
upwards
yukarı
to fling one's fists /to punch
yumruklarını savurmak
Soften, Rachel!
Yumuşa, Rachel!
Soften, Rachel! Be very calm!
Yumuşa, Rachel! Çok sakin ol!
soft (adj)
yumuşak
to soften /mellow /melt
yumuşamak
to govern /rule / direct /conduct
yönetmek
to steer / lead /direct
yönlendirmek
load /burden /cargo /freight
yük
the cargo section /freight compartment
yük bölümü
loaded /laden /charged
yüklü
the (heavily) laden sledge
yüklü kızak
they gripped the (heavily) laden sledge
yüklü kızağı tuttular
loud
yüksek
He was talking in a loud voice.
Yüksek sesle konuşuyordu.
He was talking in a loud voice about one of his latest achievements.
Yüksek sesle son başarılarından biri hakkında konuşuyordu.
high heeled /mit hohem Absatz
yüksek topuklu
to rise /swell
yükselmek
hundred
yüz
hundred
yüz
hundred
yüz
face
yüz
hundred kilohertz
yüz kilohertz
Hundred kilohertz?
Yüz kilohertz mi?
his face
yüzü
his face had begun to appear
yüzü görünmeye başlamıştı
His face had begun to appear in every national magazine
yüzü tüm ulusal dergilerde görünmeye başlamıştı
to grimace (to fold one's face)
yüzünü buruşturmak
He turned his face
Yüzünü döndü.
time (z)
zaman
grace /elegance /refinement /tactfulness /kindness (z)
zarafet
with grace(z) and humility
zarafet ve tevazu ile
pleasure
zevk
to take pleasure
zevk duymak
peaks
zirveler
a difficult question
zor bir soru
in the appearance of a difficult question(looking like a difficult question)
zor bir soru görünümünde
a hidden favour presented in the appearance of a difficult question
zor bir soru görünümünde sunulan üstü kapalı bir kıyak
to make difficult decisions
zor kararları vermek
in /for making difficult decisions
zor kararları vermekte
I am obliged to /I have to
zorundayım
to try /struggle /go after
çabalamak
if you would quit/stop going after
çabalamayı bıraksan
Be quick (ç. o.)
Çabuk ol!
you can work
çalışabilirsin
to try (again and again)
çalışmak
to work
çalışmak
to ring
çalmak
bag
çanta
from her bag
çantasından
Rachel groping in her bag for her pager, pushed a sequence of five buttons to confirm that the person holding the device in her hand was really her.
Çantasından el yordamıyla çağrı cihazını bulan Rachel cihazı elinde bulunduran kişinin gerçekten kendisi olduğunu teyit etmek için sırayla beş düğmeye bastı.
She groped in her bag for her pager.
Çantasından el yordamıyla çağrı cihazını buldu.
to bang /clash / hit
çarpmak
fork
çatal
with the fork
çatalla
conflict /clash
çatışma
to call (to come/e. g. an ambulance)
çağırmak
Can't I call?
Çağırmaz mıyım?
pager (contact device)
çağrı cihazı
call signal
çağrı sinyali
When the call signal squealed
çağrı sinyali cırlayınca
When the call signal squealed, Rachel's eyes turned to the message coming to the LCD screen.
Çağrı sinyali cırlayınca, Rachel'ın bakışları LCD ekranına gelen mesaja çevrildi.
there is a call for... / is/are calling for
çağrısında bulunuyor
when they pulled
çekerken
attractive
çekici
timid /shy /unsociable
çekingen
with a shy voice
çekingen bir sesle
to pull
çekmek
chin /jaw
çene
her chin raised slightly upwards
çenesi hafifçe yukarı kalkmıştı
(by) turning
çevirerek
to turn
çevirmek
to turn (ç)
çevirmek
to be turned / for looks (eyes) to turn
çevrilmek
pair /couple
çift
dual helice / having two propellers
çift pervaneli
a dual helice transport (freight) helicopter
çift pervaneli bir nakliye helikopteri
She pushed a sequence of five buttons to confirm that the person holding the device in her hand was really her.
Çihazı elinde bulunduran kişinin gerçekten kendisi olduğunu teyit etmek için sırayla beş düğmeye bastı.
interest /benefit/advantage
çıkar
interest conflicts
çıkar çatışmaları
to take out
çıkarmak
to ascend /rise / climb (ç)
çıkmak
ringing /jingle
çınlama
to draw
çizmek
scream
çığlık
to scream
çığlık atmak
child
çocuk
children
çocuklar
The children are our future.
Çocuklar bizim geleceğimiz.
that the children are our future
çocukların bizim geleceğimiz olduğu
very (ç) few women
çok az kadın
before it is too late
çok geç olmadan
a very busy woman
çok meşgul bir kadın
very difficult (c. z.)
çok zor
already
çoktan
enthousiastic
çoşkulu
an enthousiastic spirit
çoşkulu bir ruh
that you (pl) solve
çözdüğünüz
to solve
çözmek
angry
öfkeli
to throw an angry look at/to glare
öfkeli bir bakış fırlatmak
furiously
öfkeyle
(by) coughing
öksürerek
to cough
öksürmek
death
ölüm
death could come
ölüm gelebilirdi
Death could come in countless forms in this forlorn place.
Ölüm, bu ıssız yerde, sayısız biçimlerde gelebilirdi.
to be pre-prepared
önceden hazırlanmak
first of all
öncelikle
to the front
öne doğru
important
önemli
important things
önemli şeyler
to spare time for the important things
önemli şeylere zaman ayırmak
primary elections /Vorwahlen
önseçimler
to kiss
öpmek
example
örnek
to take an example
örnek almak
So/such /So it is.
öyle
specialty /peculiarity/quality /character/particularity
özellik
to miss /to long for
özlemek
to learn
öğrenmek
if you learn
öğrensen
you better learn
öğrensen iyi edersin
country
ülke
country
ülke
country / land (ü)
ülke
our country
ülkemiz
that are in our country
ülkemizdeki
the schools that are in our country
ülkemizdeki okullar
for the allocation of more funds to the schools that are in our country
Ülkemizdeki okullara daha fazla fon ayrılması için
one of the most famous men of the country
ülkenin en ünlü adamlarından biri
difficult decisions facing the country
ülkenin karşısına çıkan zor kararlar
to face the country
ülkenin karşısına çıkmak
the one of the country
ülkeninki
he was winning the one of the country
ülkeninkini kazanıyordu
famous /renowned (ü)
ünlü
a famous widower
ünlü bir dul
A famous widower is looking for a young wife for himself.
Ünlü bir dul kendine genç bir hanım arıyor.
to take a fright /to startle /to get afraid /to be frightened
ürkmek
by implication /sous-entendu
üstü kapalı
a sous-entendu (hidden) favor
üstü kapalı bir kıyak
to hint
üstü kapalı söylemek
a hint
üstü kapalı söz
to be about to
üzere
on top of / on
üzerinde
onto
üzerine
a note paper with a few written lines on it
üzerine birkaç satır yazılı bir not kâğıdı
three
üç
three hundred
üç yüz
Secondly, my daughter is not working for the President.
İkinci olarak, kızım Başkan için çalışmıyor.
the man who had spoken first handed him a note paper with a few written ligns on it.
İlk konuşan adam, üzerine birkaç satır yazılı bir not kâğıdını ona uzattı.
Where do you(pl) know my name from?
İsmimi nerden biliyorsunuz?
He got what he wanted.
İstediğini almıştı.
She compiles the intelligence reports and
İstihbarat raporlarını derleyip
She compiles the intelligence reports and sends them to the White House.
İstihbarat raporlarını derleyip Beyaz Saray'a gönderiyor.
Start to improve! Start improving!
İyileştirmeye başlayın!
"Dr. Brophy," shouted one of them.
İçlerinden biri 'Dr. Brophy,' diye seslendi.
I am late for work.
İşe geç kaldım.
I have no intention to quit my job.
İşimi bırakmaya hiç niyetim yok.
That's it !
İşte bu !
That's it ! You have come across five hundred and fifty turkish words.
İşte bu ! Beş yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across five hundred turkish words.
İşte bu ! Beş yüz tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across four hundred and fifty turkish words.
İşte bu ! Dört yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across four hundred turkish words.
İşte bu ! Dört yüz tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across hundred and sixty turkish words.
İşte bu ! Yüz altmış tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across hundred and ninety turkish words.
İşte bu ! Yüz doksan tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across hundred fifty turkish words.
İşte bu ! Yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across hundred forty turkish words.
İşte bu ! Yüz kırk tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across hundred ten turkish words.
İşte bu ! Yüz on tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across hundred thirty turkish words.
İşte bu ! Yüz otuz tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across hundred eighty turkish words.
İşte bu ! Yüz seksen tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across hundred and seveny turkish words.
İşte bu ! Yüz yetmiş tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across hundred twenty turkish words.
İşte bu ! Yüz yirmi tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across three hundred and fifty turkish words.
İşte bu ! Üç yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across three hundred turkish words.
İşte bu ! Üç yüz tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across two hundred and fifty turkish words.
İşte bu ! İki yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across two hundred turkish words.
İşte bu ! İki yüz tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across your first sixty turkish words.
İşte bu ! İlk altmış türkçe kelimene rastladın.
That's it ! You have come across your first ninety turkish words.
İşte bu ! İlk doksan türkçe kelimene rastladın.
That's it ! You have come across your first fifty turkish words.
İşte bu ! İlk elli türkçe kelimene rastladın.
That's it ! You have come across your first forty turkish words.
İşte bu ! İlk kırk türkçe kelimene rastladın.
That's it ! You have come across your first thirty turkish words.
İşte bu ! İlk otuz türkçe kelimene rastladın.
That's it ! You have come across your first eighty turkish words.
İşte bu ! İlk seksen türkçe kelimene rastladın.
That's it ! You have come across your first seventy turkish words.
İşte bu ! İlk yetmiş türkçe kelimene rastladın.
That's it ! You have come across your first twenty turkish words.
İşte bu ! İlk yirmi türkçe kelimene rastladın.
That's it ! You have come across your first hundred turkish words.
İşte bu ! İlk yüz türkçe kelimene rastladın.
That's it ! You have come across six hundred and fifty turkish words.
İşte bu! Altı yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across six hundred turkish words.
İşte bu! Altı yüz tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across one thousand fifty turkish words.
İşte bu! Bin elli tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across one thousand two hundred and fifty turkish words.
İşte bu! Bin iki yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın
That's it ! You have come across one thousand two hundred turkish words.
İşte bu! Bin iki yüz tane türkçe kelimeye rastladın
That's it ! You have come across one thousand turkish words.
İşte bu! Bin tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across one thousand one hundred and fifty turkish words.
İşte bu! Bin yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across one thousand one hundred turkish words.
İşte bu! Bin yüz tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across nine hundred fifty turkish words.
İşte bu! Dokuz yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across nine hundred turkish words.
İşte bu! Dokuz yüz tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across eight hundred and fifty turkish words
İşte bu! Sekiz yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across eight hundred turkish words.
İşte bu! Sekiz yüz tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across seven hundred and fifty turkish words.
İşte bu! Yedi yüz elli tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You have come across seven hundred turkish words.
İşte bu! Yedi yüz tane türkçe kelimeye rastladın.
That's it ! You came across your first ten turkish words.
İşte bu! İlk on türkçe kelimene rastladın.
temple (face) / Schläfe
şakak
chance /luck
şans
he has a chance
şansı var
he will have a chance (s. o.)
şansına sahip olacak
song
şarkı
condition /circumstance
şart
surprise /wonder
şaşkınlık
surprise /wonder /astonishment /confusion
şaşkınlık
with an expression of surprise
şaşkınlık ifadesiyle
in amazement /in surprise /bewildered
şaşkınlık içinde
Brophy who was bewildered
şaşkınlık içindeki Brophy
Bewildered Brophy took his wireless out of the pocket of his parka.
Şaşkınlık içindeki Brophy telsizini parkasının cebinden çıkardı.
chief waiter
şefgarson
The chief waiter felt that his nerves suddenly tensed .
Şefgarson birden sinirlerinin gerildiğini hissetti.
The chief waiter secretly took a sip.
Şefgarson gizlice bir yudum çekiyordu.
The chief waiter secretly took a sip from his morning Bloody Mary
Şefgarson gizlice sabah Bloody Mary'sinden bir yudum çekiyordu.
When the chief waiter made Senator's daughter pass through the dining room (y. s.)
Şefgarson Senatörün kızını yemek salonundan geçirirken
When the chief waiter made the Senator's daughter pass through the dining room (y. s.) he was embarrassed by the looks of men - some decent others not quite -following her.
Şefgarson Senatörün kızını yemek salonundan geçirirken, onu arkasından takip eden erkeklerin bakışlarından - bazıları usturuplu, bazıları pek değil - mahcup oldu.
When the chief waiter made the Senator's daughter pass through the dining room (y. s.) he was embarrassed by the looks of men following her.
Şefgarson Senatörün kızını yemek salonundan geçirirken, onu arkasından takip eden erkeklerin bakışlarından mahcup oldu.
The chief waiter felt that his nerves tensed.
Şefgarson sinirlerinin gerildiğini hissetti.
"Senator Sexton is like usual in his lodge." said the chiefwaiter. "So who are you (pl/formal)?"
Şefgarson: 'Senatör Sexton her zamanki gibi locasında.' dedi. 'Peki siz kimsiniz?'
the chief waiter's nerves tensed
şefgarsonun sinirleri gerildi.
harsh /sharp /high /violent /strong/vehement
şiddetli
the harsh electronic ringing
şiddetli elektronik çınlama
the harsh electronic ringing interrupted the conversation
şiddetli elektronik çınlama konuşmaları bölerdi
now
şimdi
Now, you and your dogs, get into the helicopter!
Şimdi sen ve köpeklerin helikoptere binin!
at the moment /now
şu anda
but at the moment it sounded melodious (to her)
şu anda kulağa melodik geldi
know this well (tr: that > the following )
şunu iyi bil