family | aile |
evening | akşam |
supper /dinner | akşam yemeği |
their dinner outfits | akşam yemeği kılıkları |
sixty | altmış |
but /however /yet /nevertheless /lediglich | ancak |
However (a) all the variations of the story started off from the same point : | Ancak, hikâyenin bütün çeşitlemeleri aynı noktadan başlıyordu: |
However (a) all the variations of the story started off from the same point : | Ancak, hikâyenin bütün çeşitlemeleri aynı noktadan başlıyordu: |
henceforth / from now on + negative : no longer /anymore /no more | artık |
fire (controlled) | ateş |
the goblet of fire | ateş kadehi |
the same | aynı |
the same point | aynı nokta |
from the same point (ablative) | aynı noktadan |
when it /they decreased | azalınca |
to decrease | azalmak |
open | açık |
well-kept /snug /gepflegt | bakımlı |
some | bazı |
some windows | bazı pencereler |
Some of its windows had been closed | Bazı pencereleri kapatılmıştı. |
Some of its windows had been closed with wood boards. | Bazı pencereleri tahtalarla kapatılmıştı. |
to start / begin | başlamak |
building (b) | bina |
a /one | bir |
A maid had entered the living room abd come across the corpses of the three Riddles. | Bir hizmetçi oturma odasına girmiş ve üç Riddle'ın cesetleriyle karşılaşmıştı. |
a maid had entered the living room | bir hizmetçi oturma odasına girmişti |
a hill | bir tepe |
on a hill | bir tepede |
it was on a hill | bir tepedeydi |
once upon a time (v) | bir vakitler |
Once upon a time it was a beautiful manor | Bir vakitler güzel bir malikâneymiş |
Once upon a time it was a beautiful manor, and also now it could easily be said to be the biggest and most imposing building within kilometers. | Bir vakitler güzel bir malikâneymiş, şimdi de kilometrelerce mesafe dahilindeki en büyük ve heybetli bina olduğu rahatlıkla söylenebilirdi. |
something | bir şey |
something happened | bir şey olmuştu |
first | birinci |
first chapter | birinci bölüm |
today | bugün |
to here (dative) | buraya |
so far /up to here | buraya kadar |
So far you have learned sixty words. | Buraya kadar altmış kelime öğrendin. |
So far you have learned ninety words. | Buraya kadar doksan kelime öğrendin. |
So far you have learned fifty words. | Buraya kadar elli kelime öğrendin. |
So far you have learned forty words. | Buraya kadar kırk kelime öğrendin. |
So far you have learned ten words. | Buraya kadar on kelime öğrendin. |
So far you have learned thirty words. | Buraya kadar otuz kelime öğrendin. |
So far you have learned eighty words. | Buraya kadar seksen kelime öğrendin. |
So far you have learned seventy words. | Buraya kadar yetmiş kelime öğrendin. |
So far you have learned twenty words. | Buraya kadar yirmi kelime öğrendin. |
So far you have learned hundred fifty words. | Buraya kadar yüz elli tane kelime öğrendin. |
So far you have learned one hundred words. | Buraya kadar yüz kelime öğrendin. |
So far you have learned hundred forty words. | Buraya kadar yüz kırk tane kelime öğrendin. |
So far you have learned hundred and ten words words. | Buraya kadar yüz on tane kelime öğrendin. |
So far you have learned hundred thirty words. | Buraya kadar yüz otuz tane kelime öğrendin. |
So far you have learned hundred and twenty words words. | Buraya kadar yüz yirmi tane kelime öğrendin. |
ice | buz |
like ice | buz gibi |
cold as ice | buz gibi soğuk |
chapter | bölüm |
all (b) | bütün |
all variations | bütün çeşitlemeler |
big | büyük |
front /facade | cephe |
its facade | cephesi |
to cover (k) its front side | cephesini kaplamak |
body /corpse | ceset |
and /also | da - de |
within | dahilinde |
gossip (d) | dedikodu |
topics of gossip | dedikodu konuları |
When the topics of gossip decreased | dedikodu konuları azalınca |
a thing the elderly inhabitants of the village loved to talk about also today, when the topics of gossip decreased. | dedikodu konuları azalınca köyün yaşlı sakinlerinin bugün de üzerinde konuşmayı sevdikleri bir şey. |
to say / call (sthg a name) (d) | demek |
he (+pl subject: they) said | diyordu |
to restrain /to rein back | dizginlemek |
unrestrained /uncontrollably | dizginlenemez şekilde |
ninety | doksan |
missing | eksik olmak |
fifty | elli |
fifty years ago | elli yıl önce |
Fifty years ago, in the days when Riddle house was still well kept and impressive, at dawn on a beautiful summer morning a maid had entered the living room and come across the corpses of the three Riddles. | Elli yıl önce, Riddle Evi hâlâ bakımlı ve etkileyici olduğu günlerde, güzel bir yaz sabahı şafak sökerken bir hizmetçi oturma odasına girmiş ve üç Riddle'ın cesetleriyle karşılaşmıştı. |
Fifty years ago, in the days when Riddle house was still well kept and impressive . | Elli yıl önce, Riddle Evi hâlâ bakımlı ve etkileyici olduğu günlerde. |
the biggest | en büyük |
the biggest building | en büyük bina |
the biggest and most imposing building | en büyük ve heybetli bina |
old /ancient | eski |
the old house | eski ev |
impressive /fascinating | etkileyici |
house | ev |
the house was on a hill | ev bir tepedeydi |
The house stood on a hill dominating the village, some of its windows had been closed with wood boards, the tiles on its roof were missing and ivy (pl) had uncontrollably covered its front wall. | Ev köye hâkim bir tepedeydi, bazı pencereleri tahtalarla kapatılmıştı, çatısındaki kiremitler eksikti ve şarmaşıklar dizginlenemez şekilde cephesini kaplamıştı. |
The house stood on a hill dominating the village. | Ev köye hâkim bir tepedeydi. |
the house was creepy | ev ürperticiydi |
that the house was creepy | evin ürpertici olduğu |
on the subject that the house was creepy | evin ürpertici olduğu konusunda |
consensus | fikir birliği |
to be in consensus | fikir birliği içinde olmak |
truth | gerçek |
what the truth was | gerçeğin ne olduğunu |
to enter | girmek |
eye | göz |
their eyes | gözleri |
They lie there like that, their eyes open. | Gözleri açık orada öyle yatıyorlar. |
They lie there like that, their eyes open. Cold as ice. They still had their dinner outfits on them. | Gözleri açık orada öyle yatıyorlar. Buz gibi soğuk. Üstlerinde hâlâ akşam yemeği kılıkları var. |
day | gün |
in the days | günlerde |
beautiful | güzel |
it was a beautiful mansion (reported) | güzel bir malikâneymiş |
a beautiful summer morning | güzel bir yaz sabahı |
At dawn on a beautiful summer morning | Güzel bir yaz sabahı şafak sökerken |
At dawn on a beautiful summer morning a maid had entered the living room abd come across the corpses of the three Riddles. | Güzel bir yaz sabahı şafak sökerken bir hizmetçi oturma odasına girmiş ve üç Riddle'ın cesetleriyle karşılaşmıştı. |
At dawn on a beautiful summer morning a maid had entered the living room. | Güzel bir yaz sabahı şafak sökerken bir hizmetçi oturma odasına girmişti. |
Harry Potter and the Goblet of Fire | Harry Potter ve Ateş Kadehi |
all (h) | hepsi |
all were in consensus /all were in agreement | hepsi fikir birliği içindeydi |
everybody | herkes |
she aroused everybody | herkesi uyandırmıştı |
imposing /majestic | heybetli |
story (h) | hikâye |
all variations of the story | hikâyenin bütün çeşitlemeleri |
All variations of the story started off from the same point. | hikâyenin bütün çeşitlemeleri aynı noktadan başlıyordu |
about the story | hikâyenin üzerinde |
The story had been so much talked about and so many parts (places) of it had been embellished | Hikâyenin üzerinde öyle çok konuşulmuş ve o kadar çok yeri süslenip püslenmişti |
The story had been so much talked about and so many parts (places) of it had been embellished, that nobody really knew (could estimate) anymore what the truth was. | Hikâyenin üzerinde öyle çok konuşulmuş ve o kadar çok yeri süslenip püslenmişti ki, artık kimse gerçeğin ne olduğunu pek kestiremiyordu. |
The story had been so much talked about and so many parts (places) of it had been embellished, that... | Hikâyenin üzerinde öyle çok konuşulmuş ve o kadar çok yeri süslenip püslenmişti ki,... |
it was so much talked about the story | hikâyenin üzerinde öyle çok konuşulmuştu |
servant /maid | hizmetçi |
The maid ran screaming downhill to the village and aroused everybody. | Hizmetçi çığlıklar atarak tepe aşağı koşmuş ve herkesi uyandırmıştı. |
judge / adj. dominating | hâkim |
though (h) | hâlde |
still | hâlâ |
to encounter / meet /come across | ile karşılaşmak |
inside | içinde |
until /up to /as much as | kadar |
goblet /wine glass /chalice/Pokal | kadeh |
to be shut down /to be closed | kapatılmak |
to close sthg /to shut down | kapatmak |
to cover (k) | kaplamak |
word (k) | kelime |
to perceive /conjecture /estimate | kestirmek |
that (conj.) | ki |
dress / outfit /attire /costume | kılık |
for kilometers | kilometrelerce |
within (a distance of) kilometers | kilometrelerce mesafe dahilinde |
that was within kilometers (distance) | kilometrelerce mesafe dahilindeki |
the biggest and most imposing building (that was) within kilometers distance | kilometrelerce mesafe dahilindeki en büyük ve heybetli bina |
somebody /nobody (with a negative verb) | kimse |
nobody could conject (tell) what was the truth | kimse gerçeğin ne olduğunu kestiremiyordu |
nobody really knew (could estimate) what the truth was | kimse gerçeğin ne olduğunu pek kestiremiyordu |
nobody could conject | kimse kestiremiyordu |
tile (k) | kiremit |
the tiles were missing | kiremitler eksikti |
forty | kırk |
subject | konu |
on the subject /concerning | konusunda |
to talk | konuşmak |
frightening | korkunç |
a frightening thing happened | korkunç bir şey olmuştu |
to run | koşmak |
village | köy |
to the village | köye |
a hill dominating the village | köye hâkim bir tepe |
she ran to the village | köye koşmuştu |
the elderly residents of the village | köyün yaşlı sakinleri |
a thing the elderly inhabitants of the village loved to talk about also today | köyün yaşlı sakinlerinin bugün de üzerinde konuşmayı sevdikleri bir şey |
small /little /young | küçük |
Little Hangleton | Küçük Hangleton |
the village of Little Hangleton | Küçük Hangleton köyü |
the residents of the village of Little Hangleton | Küçük Hangleton köyü sakinleri |
inhabitant of Little Hangleton | Küçük Hangleton'lı |
the inhabitants of Little Hangleton | Küçük Hangleton'lılar |
All of the Little Hangleton's | Küçük Hangleton'lıların hepsi |
All of the Little Hangleton's were in agreement on the subject that the old house was creepy. | Küçük Hangleton'lıların hepsi eski evin ürpertici olduğu konusunda fikir birliği içindeydi. |
All of the Little Hangleton's were in agreement on the subject that the house was creepy. | Küçük Hangleton'lıların hepsi evin ürpertici olduğu konusunda fikir birliği içindeydi. |
All of the Little Hangleton's were in agreement. | Küçük Hangleton'lıların hepsi fikir birliği içindeydi. |
manor /mansion /domain /estate | malikâne |
distance (m) | mesafe |
what | ne |
however /but / mind you | ne var ki |
However Riddle house was now damp. | Ne var ki, Riddle Evi artık rutubetliydi |
However, Riddle house was now damp, abandonned and nobody lived inside. | Ne var ki, Riddle Evi artık rutubetliydi, terk edilmişti ve içinde kimse oturmuyordu. |
point | nokta |
that | o |
he /she /it | o |
that house | o ev |
in that house | o evde |
that much | o kadar çok |
so many parts of it /so many of its places | o kadar çok yeri |
so many parts (places) of it had been embellished | o kadar çok yeri süslenip püslenmişti |
room | oda |
it was | oldu |
though it had been | olduğu hâlde |
to be(come) | olmak |
ten | on |
ten words | on kelime |
it (dative /object) | ona |
there (locative) | orada |
something strange and frightening happened there | orada tuhaf ve korkunç bir şey olmuştu |
they lie there | orada yatıyorlar |
They lie there like that. | Orada öyle yatıyorlar. |
living room | oturma odası |
to live /stay /sit | oturmak |
since I (you/he...)have/had lived | oturmayalı |
thirty | otuz |
very /much (p) | pek |
window | pencere |
easily /with ease (r) | rahatlıkla |
the Riddle family | Riddle ailesi |
since the Riddles family had lived (stayed) in that house | Riddle ailesi o evde oturmayalı |
though it had been years since the Riddles family had lived in that house | Riddle ailesi o evde oturmayalı yıllar olduğu hâlde |
Though it had been years since the Riddles family had lived in that house, the inhabitants of the village of Little Hangleton still called it the 'Riddles' House'. | Riddle ailesi o evde oturmayalı yıllar olduğu hâlde, Küçük Hangleton köyü sakinleri ona hâlâ 'Riddle Evi' diyordu. |
since the Riddles family had lived (stayed) | Riddle ailesi oturmayalı |
the Riddle house | Riddle Evi |
Riddle house was abandonned now. | Riddle Evi artık terk edilmişti. |
In the days when Riddle house was still well kept. | Riddle Evi hâlâ bakımlı olduğu günlerde. |
In the days when Riddle house was still well kept and impressive. | Riddle Evi hâlâ bakımlı ve etkileyici olduğu günlerde. |
humid /damp | rutubetli |
morning | sabah |
inhabitants / residents | sakinler |
the residents called it "Riddles' house' | sakinler ona 'Riddle Evi' diyordu |
the residents called it | sakinler ona diyordu |
the residents still called it "Riddles' house ' | sakinler ona hâlâ 'Riddle Evi' diyordu |
eighty | seksen |
that they love | sevdikleri |
a thing that they love | sevdikleri bir şey |
to love | sevmek |
cold | soğuk |
to say (s) | söylemek |
it can be said (s) | söylenebilir |
it could be said | söylenebilirdi |
to be said (s) | söylenmek |
to overdress / to deck up /primp/ gussy oneself up/fancy up /to embellish | süslenip püslenmek |
wood /board /plank | tahta |
wood boards | tahtalar |
with wood bords | tahtalarla |
piece /grain - used after number word (not obliged) / Stück | tane |
hill | tepe |
down hill | tepe aşağı |
She ran down hill to the village and aroused everybody. | tepe aşağı köye koşmuş ve herkesi uyandırmıştı. |
she ran down hill to the village | tepe aşağı köye koşmuştu |
to be abandonned | terk edilmek |
to leave / abandon | terk etmek |
strange (adj) (t) | tuhaf |
a strange thing happened | tuhaf bir şey olmuştu |
to wake up s.o. /to arouse / to stir up | uyandırmak |
time (v) | vakit |
and | ve |
And ivy (pl) had covered its front wall | ve şarmaşıklar cephesini kaplamıştı |
and ivy had uncontrollably covered its front wall | ve şarmaşıklar dizginlenemez şekilde cephesini kaplamıştı |
since I (you/he...)have/had x-ed | x-mayalı - x-meyeli |
half | yarım |
half a century | yarım yüzyıl |
half a century ago | yarım yüzyıl önce |
Half a century ago something strange and frightening had happened there, a thing the elderly inhabitants of the village loved to talk about also today, when the topics of gossip decreased. | Yarım yüzyıl önce orada tuhaf ve korkunç bir şey olmuştu, dedikodu konuları azalınca köyün yaşlı sakinlerinin bugün de üzerinde konuşmayı sevdikleri bir şey. |
Half a century ago something strange and frightening had happened there. | Yarım yüzyıl önce orada tuhaf ve korkunç bir şey olmuştu. |
to lie (down) /to go to bed | yatmak |
summer | yaz |
summer morning | yaz sabahı |
old (age) | yaşlı |
food /meal | yemek |
place | yer |
seventy | yetmiş |
year | yıl |
though it had been years | yıllar olduğu hâlde |
twenty | yirmi |
hundred | yüz |
a century | yüzyıl |
roof (ç) | çatı |
its roof | çatısı |
on its roof | çatısında |
which were on its roof | çatısındaki |
the tiles which were on its roof | çatısındaki kiremitler |
the tiles on its roof were missing | çatısındaki kiremitler eksikti |
variation | çeşitleme |
scream | çığlık |
to scream | çığlık(lar) atmak |
screaming | çığlıklar atarak |
much | çok |
before /ago | önce |
so /such | öyle |
so much | öyle çok |
you have learned | öğrendin |
creepy | ürpertici |
on top of them | üstlerinde |
They still had their dinner outfits on them. | Üstlerinde hâlâ akşam yemeği kılıkları var. |
on top of / on (.. st..) | üstünde |
to talk about | üzerinde konuşmak |
a thing they loved to talk about | üzerinde konuşmayı sevdikleri bir şey |
to love to talk about | üzerinde konuşmayı sevmek |
it was talked about | üzerinde konuşulmuştu |
three | üç |
the three 'Riddles' | üç 'Riddle' |
the corpses of the three Riddles | üç Riddle'ın cesetleri |
She came across the corpses of the three Riddles. | üç Riddle'ın cesetleriyle karşılaşmıştı |
Nobody lived inside. | İçinde kimse oturmuyordu. |
dawn | şafak |
at the break of dawn (when dawn was breaking) | şafak sökerken |
ivy | şarmaşık |
way /manner | şekilde |
now | şimdi |
also now it could easily be said (s) that it was the biggest building | şimdi de en büyük bina olduğu rahatlıkla söylenebilirdi |
and also now it could easily be said to be the biggest and most imposing building within kilometers | şimdi de kilometrelerce mesafe dahilindeki en büyük ve heybetli bina olduğu rahatlıkla söylenebilirdi |
also now it could easily be said (s) | şimdi de rahatlıkla söylenebilirdi |
also now it could be said (s) | şimdi de söylenebilirdi |