"...after crying." she was going to say, but she thought it wouldn't be very polite. | '... ağladıktan sonra.' diyecekti,ama bunun pek nazik olmayacağını düşünmüştü. |
"Digory"said the boy. | 'Digory' dedi çocuk. |
"He is either crazy" said Digory "or he is keeping a secret." | 'Ya deli' dedi Digory 'ya da bir sır saklıyor.' |
"How exciting !" said Polly. | 'Ne heyecanlı!' dedi Polly. |
"How exciting !" said Polly. "I didn't know that your house was this interesting." | 'Ne heyecanlı!' dedi Polly. 'Sizin evin bu kadar ilginç olduğunu bilmezdim.' |
"Hullo", said Polly | 'Merhaba', dedi Polly. |
"Hullo", said the boy. "What is your name?" | 'Merhaba', dedi çocuk. 'Senin adın ne?' |
"I didn't know. I am sorry."said Polly humbly. | 'Bilmiyordum. Özür dilerim.' dedi Polly alçakgönüllükle. |
"I don't know. He could never talk enough." | 'Bilmiyorum. Hiç yeteri kadar konuşamadı.' |
"I wash my face' said Polly, "which is what you need to do too, especially..." she said and stopped. | 'Ben yüzümü yıkarım,' dedi Polly, 'ki senin de yapman gereken budur, özellikle...' dedi ve sustu. |
"Is Mr. Ketterley really crazy?" | 'Bay Ketterley gerçekten deli mi ?' |
"It is not even half as funny as Polly." said Digory. | 'Polly'nin yarısı kadar garip bile değil.'dedi Digory. |
"London is not a bad place" Polly said indignantly. | 'Londra kötü bir yer değil ki' dedi Polly kızgınlıkla. |
"No it is not." said Digory. | 'Hayır değil.' dedi Digory. |
"Of course it is funny." said Polly. | 'Elbette garip.' dedi Polly. |
"Polly"said Polly. "And yours?" | 'Polly' dedi Polly. 'Seninki ne?' |
"What a funny name!" said Polly. | 'Ne garip bir isim!' dedi Polly. |
"What kind of things does he want to tell you?" | 'Ne tür şeyler söylemek istiyor sana?' |
"You also would cry" he continued. | 'Sen de ağlardın' diye devam etti. |
"You also would cry" he continued. "if your whole life had passed on the country and you had a horse and a river flowed at the bottom of the garden" | 'Sen de ağlardın' diye devam etti. 'eğer bütün hayatın taşrada geçseydi ve bir atın olsaydı ve bahçenin dibinden bir nehir aksaydı.' |
"You also would cry" he continued. "if your whole life had passed on the country and you had a horse and a river flowed at the bottom of the garden and if then also you were brought to live to a horrible place like this. | 'Sen de ağlardın' diye devam etti. 'eğer bütün hayatın taşrada geçseydi ve bir atın olsaydı ve bahçenin dibinden bir nehir aksaydı ve sonra da yaşamak için bunun gibi kötü bir yere getirilseydin.' |
"You might think it is interesting" said Digory. | 'İlginç olduğunu düşünebilirsin' dedi Digory. |
"You might think it is interesting" said Digory. "But if you had to sleep there you wouldn't like it at all." | 'İlginç olduğunu düşünebilirsin' dedi Digory. 'Fakat orada uyumak zorunda olsaydın bundan hiç de hoşlanmazdın.' |
'All right' said Polly. | 'Pekâlâ' dedi Polly. |
'I am game if you are.' said Polly. | 'Sen varsan ben de varım.' dedi Polly. |
'I was referring to the house on your other (far) side.' | 'Ben sizin öbür yanınızdaki evi kastetmiştim.' |
'If so we can go until the end of all these row houses.' | 'Öyleyse biz tüm bu sıra evlerin sonuna kadar gidebiliriz.' |
'If so, I think we should go and take a glance. ' said Digory. | 'Öyleyse, sanırım gidip bir göz atmamız gerekiyor.' dedi Digory. |
'Let's not go if you don't want to' said Digory. | 'İstemiyorsan gitmeyelim' dedi Digory. |
'Look here,' he said. 'Until where does this tunnel go? I mean, does at the end of the house the tunnel end, too?' | 'Buraya bak,' dedi. 'Bu tünel nereye kadar gidiyor? Yani evin sonunda tünel de bitiyor mu?' ' |
'Look here,' he said. 'Until where does this tunnel go?' | 'Buraya bak,' dedi. 'Bu tünel nereye kadar gidiyor?' |
'No,' said Polly. | 'Hayır,' dedi Polly. |
'No,' said Polly. 'The walls don't go (pass) beyond the ceiling. The tunnel continues. Until where I don't know.' | 'Hayır,' dedi Polly. 'Duvarlar tavanın ötesine geçmiyor. Tünel devam ediyor. Nereye kadar bilmiyorum.' |
'Shall we go and try now?' said Digory. | 'Şimdi gidip deneyelim mi?' dedi Digory. |
'We can also get into the other houses.' | 'Diğer evlerin içine de girebiliriz.' |
'What?' | 'Ne?' |
'Why?' | 'Neden?' |
'Yes and we also get caught as thieves. No thanks. ' | 'Evet, ve de hırsız diye yakalanırız! Hayır teşekkürler.' |
'Yes and we also get caught as thieves.' | 'Evet, ve de hırsız diye yakalanırız!' |
'Yes we can go.' said Polly. | 'Evet gidebiliriz' dedi Polly. |
'You are very smart. I was referring to the house on your other (far) side.' - 'Why?' | 'Pek akıllısın. Ben sizin öbür yanınızdaki evi kastetmiştim.' - 'Neden?' |
(one's) own | kendi |
(the) there (acc) | orayı |
a boy | bir erkek çocuk |
a brick wall | tuğla duvar |
a caverne where smugglers took refuge | kaçakçıların sığındığı bir mağara |
a few (+sg) | birkaç |
a few apples | birkaç elma |
a floor/ground (z) | bir zemin |
a girl by the name Polly Plumber | Polly Plumber adında bir kız |
a horrible place | kötü bir yer |
a horrible place like this | bunun gibi kötü bir yer |
a long row | uzun sıra |
a long row of houses | uzun sıra evler |
a money box | bir para kutusu |
a money box with several precious things inside | içinde değişik değerli şeylerin bulunduğu bir para kutusu |
a place like a tunnel | tünel gibi bir yer |
a river | bir nehir |
a scream | bir çığlık |
a secret | bir sır |
a sign | bir işaret |
a sign of weakness | bir zayıflık işareti |
a sloping roof | eğimli bir çatı |
a story she was in the middle of writing | yazmakta olduğu bir hikâye |
a thing | bir şey |
a thing that happened long time ago | uzun zaman önce olmuş bir şey |
a tunnel consisting on one side of a brick wall | bir yanı tuğla duvardan oluşan bir tünel |
a tunnel consisting on one side of a brick wall, as to its other side of a sloping roof | bir yanı tuğla duvar, diğer yanı ise eğimli bir çatıdan oluşan bir tünel |
adjacent / connected/ attached / joined | bitişik |
adjacent to each other / joined together | birbirine bitişik |
adventure | macera |
after crying | ağladıktan sonra |
again | yine |
all | bütün |
all your life | bütün hayatın |
all right / jolly well | pekâlâ |
almost every day | hemen hemen her gün |
always | hep |
and | ve |
and / also | da - de |
And again (also) in those days | Ve yine o günlerde |
And again (also) in those days there lived a girl in London by the name Polly Plumber | Ve yine o günlerde Londra'da, Polly Plumber adında bir kız yaşıyordu. |
and also if the reason for this was that they take care of your mother | ve bunun sebebi de onların annene bakmalarıysa |
and Aunt Letty is saying | ve Letty Teyze söylüyor |
and Aunt Letty is saying that I mustn't go there | ve Letty Teyze oraya gitmemem gerektiğini söylüyor. |
and he continued to speak | ve konuşmaya devam ediyordu. |
And I say (that)! | Ve ben derim ki! |
And if he then also had dried his face with his hands | ve sonra da yüzünü elleriyle kurulamış olsaydı |
and if then also you were brought to live to a horrible place like this. | ve sonra da yaşamak için bunun gibi kötü bir yere getirilseydin |
and if you had a horse | ve bir atın olsaydı |
and if you had to live with your crazy uncle and your aunt | ve eğer deli dayın ve teyzenle yaşamak zorunda kalmışsan |
And if your father was far off in India | Ve eğer baban uzaklarda, Hindistan'daysa |
And if your father was far off in India and if you had to live with your crazy uncle and your aunt | Ve eğer baban uzaklarda, Hindistan'daysa ve eğer deli dayın ve teyzenle yaşamak zorunda kalmışsan |
And if your father was far off in India and if you had to live with your crazy uncle and your aunt ( Who would like that ?) and also if the reason for this (s) was that they take care of your mother and that your mother was sick and going to die. | Ve eğer baban uzaklarda, Hindistan'daysa ve eğer deli dayın ve teyzenle yaşamak zorunda kalmışsan ( Bundan kim hoşlanır ki ? ) ve bunun sebebi de onların annene bakmalarıysa ve annen hastaysa ve ölecekse . |
And if your father was far off in India and if you had to live with your crazy uncle and your aunt ( Who would like that ?) and also if the reason(s) for this was that they take care of your mother | Ve eğer baban uzaklarda, Hindistan'daysa ve eğer deli dayın ve teyzenle yaşamak zorunda kalmışsan (Bundan kim hoşlanır ki ? ) ve bunun sebebi de onların annene bakmalarıysa |
and if your mother was going to die | ve annen ölecekse |
and if your mother was sick | ve annen hastaysa |
and if your mother was sick and going to die | ve annen hastaysa ve ölecekse |
And in fact what the boy had been doing was nearly this. | Gerçekte çocuğun yaptığı da hemen hemen buydu. |
And in fact what the boy was doing | Gerçekte çocuğun yaptığı da |
and similar things | ve buna benzer şeyler |
And then also because she didn't know what to say | Ve sonra da ne diyeceğini bilemediği için |
And then also because she didn't know what to say, she asked with the intention to draw Digory's attention to cheerful topics: | Ve sonra da ne diyeceğini bilemediği için Digory'nin aklını neşeli konulara çelmek üzere sordu : |
and then also he had dried his face with his hands | ve sonra da yüzünü elleriyle kurulamıştı |
angry (k) | kızgın |
another | başka |
another house | başka bir ev |
another house than that (house) | o evden başka bir ev |
apple | elma |
as for /as to /if | ise |
as if he was trying not to cry | sanki ağlamamaya çalışıyormuş gibi |
as, that is /connecting quotations or direct speech to a verb other than demek | diye |
at meal time / at dinner | yemekte |
at the end of the house | evin sonunda |
At the end of the house the tunnel ends, too. | Evin sonunda tünel de bitiyor. |
at/from the bottom of the garden | bahçenin dibinden |
attic / loft | tavan arası |
aunt (mother's side) | teyze |
awake | uyanık |
back garden / backyard | arka bahçe |
bad | kötü |
beam (wood) /rafter /timber /Balken | kiriş |
because | çünkü |
because | çünkü |
because it explains | çünkü anlatır |
Because it is empty. | Çünkü boş. |
because it was the beginning of the summer holidays | yaz tatilinin başlangıcı olması nedeniyle |
Because like everyone else he wondered why the house was empty for a long time (fact). | Çünkü, herkes gibi o da, evin uzun süredir neden boş olduğunu merak ediyordu. |
because of (it being) | olması nedeniyle |
because this only makes your mouth water unnecessarily | çünkü bu sadece boşu boşuna ağzınızı sulandırır. |
because up to now there was no child in that house. | çünkü şimdiye kadar o evde hiç çocuk yoktu. |
bed | yatak |
before / ago / first | önce |
beginning | başlangıç |
beginning of the summer holidays | yaz tatilinin başlangıcı |
better | daha iyi |
between | arasında |
between our own world and the land of Narnia | kendi dünyamızla Narnia ülkesi arasında |
between some tiles of the roof | çatının bazı kiremitlerinin arasında |
beyond | öte |
beyond the ceiling | tavanın ötesine |
both of them /either | her ikisi de |
Both of them felt | Her ikisi de hissediyordu |
bottle | şişe |
botton | dip |
box | kutu |
brick /tile | tuğla |
broken | kırık |
broken kitchen chairs | kırık mutfak sandalyeleri |
but | fakat |
But both of them | Ama her ikisi de |
But both of them felt that not doing it would be a sign of weakness. | Ama her ikisi de onu yapmamanın bir zayıflık işareti olacağını hissediyordu. |
But both of them felt that once if an idea was brought up not to do it would be a sign of weakness. | Ama her ikise de, bir kere fikir ortaya atıldı mı onu yapmamanın bir zayıflık işareti olacağını hissediyordu. |
but he was more interested in the ressearch work. | fakat daha fazla araştırma işiyle ilgileniyordu. |
But if you had to sleep there | Fakat orada uyumak zorunda olsaydın |
But if you had to sleep there, you wouldn't like it at all. | Fakat orada uyumak zorunda olsaydın bundan hiç de hoşlanmazdın. |
but she thought it wouldn't be very polite. | ama bunun pek nazik olmayacağını düşünmüştü. |
But the boy was excited. | Fakat çocuk heyecanlıydı. |
But the boy was too excited to listen and continued to speak. | Fakat çocuk dinlemeyecek kadar heyecanlıydı ve konuşmaya devam ediyordu. |
But the boy was too excited to listen. | Fakat çocuk dinlemeyecek kadar heyecanlıydı. |
but the meals were better. | fakat yemekler daha iyiydi. |
But there is more. | Fakat dahası var. |
by putting | koyarak |
by putting these on top of the beams she had been able to create a floor | Bunları kirişlerin üzerine koyarak bir zemin oluşturabilmişti. |
candle | mum |
cave / cavern | mağara |
ceiling | tavan |
chair | sandalye |
cheap | ucuz |
cheerful topics | neşeli konular |
chest /box | sandık |
child | çocuk |
childhood | çocukluk |
closed | kapalı |
cold | soğuk |
collar | yaka |
comrade | yoldaş |
consisting of | oluşan |
consisting of a sloping roof | eğimli bir çatıdan oluşan |
Count me in | Ben de varım |
country(side) /province /backwoods (otherwise kırsal) | taşra |
covered (k) | kaplanmış |
covered (k) with plaster | sıvayla kaplanmış |
crazy | deli |
crazy | deli |
crazy (ç) | çılgın |
curiously (i) | ilgiyle |
dark | karanlık |
day | gün |
delicious | lezzetli |
Dessert / Sweetie | tatlı |
diary | günlük |
different /several /diverse | değişik |
Digory (had) liked | Digory sevmişti |
Digory (had) liked the cave a lot (Polly didn't allow him to see the story) but he was more interested in the ressearch work. | Digory mağarayı çok sevmişti (Polly hikâyeyi görmesine izin vermemişti) fakat araştırma işiyle çok fazla ilgileniyordu. |
Digory (had) liked the cave a lot. | Digory mağarayı çok sevmişti. |
Digory said with a loud voice like someone too unhappy to care if anyone knew that he had cried: "Ok,I cried. Here it is." | Digory, kimsenin ağladığını bilmesine aldırmayacak kadar mutsuz biri gibi yüksek sesle: 'Tamam, ağladım. İşte.' dedi. |
Digory, don't you want to go outside and play in the garden? | Digory, dışarıya çıkıp bahçede oynamak istemez misin? |
dirtier | daha kirli |
dirty | kirli |
doing it (verbal noun) | onu yapma |
Don't make the child worry, Andrew. | Çocuğu meraklandırma, Andrew. |
Don't you want | istemez misin |
Don't you want to play | oynamak istemez misin |
door | kapı |
eighty | seksen |
either ...or | ya ... ya da |
empty | boş |
empty bottles | boş şişeler |
enough (up to enough) | yeteri kadar |
especially | özellikle |
even | bile |
even more /still more | daha da |
even much more | daha da çok |
every (h) | her |
every day | her gün |
everybody | herkes |
excited | heyecanlı |
excited / emotional | heyecanlı |
experienced / lived | yaşanan |
face | yüz |
false-coiner /counterfighter | kalpazan |
far away | uzaklarda |
fifty | elli |
First he had rubbed his hands on the ground | Önce ellerini toprağa bulamıştı |
first(ly) | öncelikle |
Firstly this seems a bit suspicious to me. | Öncelikle bu bana biraz kuşkulu görünüyor. |
floor /base /Boden (t) | taban |
floor /hallway | koridor |
food | yemek |
foot | ayak |
footsteps (sound of..) | ayak sesleri |
forty | kırk |
from beam to beam | kirişten kirişe |
from between some tiles of the roof | çatının bazı kiremitlerinin arasından |
from the hallway towards your room | koridordan senin odana |
from the ones now/ from the present ones/ from the current ones | şimdikinden |
from this | bundan |
funny /strange / odd (g) | garip |
gap /space inbetween / Zwischenraum | ara |
ginger /Ingwer | zencefil |
ginger ale /ginger pop /ginger beer | zencefilli gazoz |
girl | kız |
good | iyi |
grandfather | dede |
great | harika |
ground | toprak |
half | yarı |
Half as funny as Polly | Polly'nin yarısı kadar garip |
Half of Polly | Polly'nin yarısı |
hand | el |
happy /cheerful | neşeli |
haunted | perili |
he /she said | dedi |
He always has to hide himself from his old comrades. | hep eski yoldaşlarından saklanmak zorundadır. |
He climbed to the top of the wall and showed his face. | Duvar üstüne tırmanıp yüzünü gösterdi. |
He continued | devam etti |
He could never talk enough | hiç yeteri kadar konuşamadı |
he could not be | olamazdı |
he could not be dirtier from this | bundan daha kirli olamazdı |
he doesn't even try | denemez bile |
he doesn't even try to talk | konuşmayı denemez bile |
he doesn't even try to talk with my aunt | teyzemle konuşmayı denemez bile |
he doesn't try | denemez |
he felt | hissediyordu |
He felt that not doing it would be a sign of weakness. | Onu yapmamanın bir zayıflık işareti olacağını hissediyordu. |
He felt that not doing it would be. | onu yapmamanın olacağını hissediyordu |
he had smeared /rubbed (rep) | bulamıştı |
He is either crazy or he is keeping a secret | Ya deli ya da bir sır saklıyor |
he like everyone else | herkes gibi o da |
he said with a loud voice | yüksek sesle dedi |
He said with a loud voice: "Ok, I cried, here it is." | Yüksek sesle: 'Tamam ağladım işte.' dedi. |
He was excited. | Heyecanlıydı |
He was much more excited | çok daha fazla heyecanlıydı |
He was much more excited than his speech revealed. | Konuşmasının açığa vurduğundan çok daha fazla heyecanlıydı. |
He wondered that the house was empty for a long time (fact). | Evin uzun süredir boş olduğunu merak ediyordu. |
He wondered why the house was empty for a long time (fact). | Evin uzun süredir neden boş olduğunu merak ediyordu. |
He wondered. | Merak ediyordu. |
heavily /slowly | ağır ağır |
heavy /hard | ağır |
here (abouts) (nom.) | burası |
here (it is)/ now / as you see / voilà | işte |
Here she was hiding a money box and a few apples. | Burada bir para kutusu ve birkaç elma saklıyordu. |
Here she was hiding a money box with several precious things inside, a story she was in the middle of writing and a few apples. | Burada, içinde değişik değerli şeylerin bulunduğu bir para kutusu, yazmakta olduğu bir hikâye ve birkaç elma saklıyordu. |
Here she was hiding a money box, a story she was in the middle of writing and a few apples. | Burada bir para kutusu, yazmakta olduğu bir hikâye ve birkaç elma saklıyordu. |
Here she was hiding a money box. | Burada bir para kutusu saklıyordu. |
Here the boy's face suddenly (a) changed. | Burada çocuğun yüzü aniden değişti. |
Here the boy's face suddenly changed as if he was trying not to cry. | Burada çocuğun yüzü aniden sanki ağlamamaya çalışıyormuş gibi değişti. |
high /top | üst |
him to see the story /his seeing the story | hikâyeyi görmesi |
His eyes are so scary, that... | Gözleri öylesine korkunç ki. |
his hands | elleri |
his talking | konuşması |
his wife | karısı |
holiday | tatil |
honestly / to tell the truth / frankly / indeed | doğrusu |
horse | at |
house | ev |
how | nasıl |
how cheap and delicious they were | onların ne kadar ucuz ve lezzetli olduğu |
How cool! You have learned eighty words. | Ne harika! Seksen sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned fifty words. | Ne harika! Elli sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned forty words. | Ne harika! Kırk sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned hundred and eighty words. | Ne harika! Yüz seksen tane sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned hundred and fifty words. | Ne harika! Yüz elli tane sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned hundred and forty words. | Ne harika! Yüz kırk tane sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned hundred and ninety words. | Ne harika! Yüz doksan tane sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned hundred and seventy words. | Ne harika! Yüz yetmiş tane sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned hundred and sixty words. | Ne harika! Yüz altmış tane sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned hundred and ten words. | Ne harika! Yüz on tane sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned hundred and thirty words. | Ne harika! Yüz otuz tane sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned hundred and twenty words. | Ne harika! Yüz yirmi tane sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned hundred and twenty words. | Ne harika! Yüz yirmi tane sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned ninety words. | Ne harika! Doksan sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned one hundred words. | Ne harika! Yüz sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned seventy words. | Ne harika! Yetmiş sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned sixty words. | Ne harika! Altmış sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned ten words. | Ne harika! On sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned thirty words. | Ne harika! Otuz sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned three hundred and fifty words. | Ne harika! Üç yüz elli tane sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned three hundred words. | Ne harika! Üç yüz tane sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned twenty words. | Ne harika! Yirmi sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned two hundred words. | Ne harika! İki yüz tane sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned two hundred and fifty words. | Ne harika! İki yüz elli tane sözcük öğrendin. |
How exciting! | Ne heyecanlı! |
How great! | Ne harika! |
how nice (fact) | ne güzeldir |
How nice to be able to do this much ressearch with a candle in a big house or in a row of houses | Büyük bir evde ya da bir sıra evlerde, bir mumla bu kadar araştırma yapabilmek ne güzeldir. |
How shall we know that we are not in another house than that one. | 'O evden başka bir evde olmadığımızı nereden bileceğiz?' |
How will we know? (lit. from where will we know?) | Nereden bileceğiz? |
humbly / submissively | alçakgönüllükle |
hundred | yüz |
I | ben |
I am sorry. | Özür dilerim. |
I am sure | eminim |
I am sure Digory doesn't want to listen to such things. | Eminim Digory böyle şeyleri dinlemek istemez. |
I cried | ağladım |
I didn't (use to) know that your (pl/formal) house was this much interesting. | Sizin evin bu kadar ilginç olduğunu bilmezdim. |
I didn't know. | Bilmiyordum. |
I don't like very much | pek hoşuna gitmiyor |
I heard a scream | bir çığlık duydum |
I mean, does at the end of the house the tunnel end, too? | Yani evin sonunda tünel de bitiyor mu? |
I wash my face | Ben yüzümü yıkarım |
I went to his office in order to talk to Jack | Jack'le konuşmak üzere ofisine gittim. |
I will tell you (pl/formal) | sizlere söyleyeceğim |
I won't tell you | sizlere söylemeyeceğim |
if | eğer |
if a river flowed | bir nehir aksaydı |
if a river flowed at the bottom of the garden | bahçenin dibinden bir nehir aksaydı |
if all your life | eğer bütün hayatın |
If he first had rubbed his hands on the ground | Önce ellerini toprağa bulamış olsaydı |
If he first had rubbed his hands on the ground, then had cried thorougly and then also had dried his face with his hands | Önce ellerini toprağa bulamış, sonra iyice (bir) ağlamış ve sonra da yüzünü elleriyle kurulamış olsaydı |
If he first had rubbed his hands on the ground, then had cried thorougly and then also had dried his face with his hands, he couldn't have been dirtier from that. | Önce ellerini toprağa bulamış, sonra iyice (bir) ağlamış ve sonra da yüzünü elleriyle kurulamış olsaydı, bundan daha kirli olamazdı. |
If he then had cried thorougly | sonra iyice (bir) ağlamış olsaydı |
if you (pl) stepped in between the beams | eğer kiriş aralarına basarsanız |
If you (pl) stepped in between the beams, you would find yourself in the room underneath. | Eğer kiriş aralarına basarsanız, kendinizi aşağıdaki odada bulurdunuz. |
if you (pl) stepped on | eğer basarsanız |
If you (pl/formal) were a child in those days | O günlerde, eğer çocuksanız, |
if you climb (pl) | tırmanırsanız |
if you don't want | istemiyorsan |
If you go for it count me in. / If you do it, I am game. | Sen varsan ben de varım. |
if you want | istiyorsan |
If you were a child in those days, you had to wear that stiff and stearched collar every day | O günlerde,eğer çocuksanız, her gün o sert ve kolalı yakayı takmak zorundaydınız. |
If you were a child in those days, you had to wear that stiff and stearched collar every day | O günlerde,eğer çocuksanız, her gün o sert ve kolalı yakayı takmak zorundaydınız. |
If you were a child in those days, you had to wear that stiff and stearched collar every day and the schools in general were worse than the present ones, but the meals were better. | O günlerde,eğer çocuksanız, her gün o sert ve kolalı yakayı takmak zorundaydınız, ve okullar genellikle şimdikinden daha kötüydü, fakat yemekler daha iyiydi. |
if you were brought | getirilseydin |
if you were brought to a horrible place like this | bunun gibi kötü bir yere getirilseydin |
if you were left to live / if you had to live | yaşamak zorunda kalmışsan |
if your father was in India | eğer baban Hindistan'daysa |
if your whole life had passed on the country | eğer bütün hayatın taşrada geçseydi |
if your whole life had passed on the country and you had a horse | eğer bütün hayatın taşrada geçseydi ve bir atın olsaydı |
if your whole life had passed on the country and you had a horse and a river flowed at the bottom of the garden | eğer bütün hayatın taşrada geçseydi ve bir atın olsaydı ve bahçenin dibinden bir nehir aksaydı. |
important | önemli |
in /from the hallway | koridordan |
in a big house | büyük bir evde |
in fact / in reality | gerçekte |
in general | genellikle |
in Lewisham Road | Lewisham yolunda |
in order to / like için but more: with the intention to | üzere |
in the bed | yatakta |
in the beginning of 'Treasure Island' | Define Adası'nın başlangıcında |
in the room underneath | aşağıdaki odada |
in this way /thus | bu şekilde |
In those days | O günlerde |
In those days Sherlock Holmes still lived in Baker Street and the Bastables still searched for treasure in Lewisham way. | O günlerde, Sherlock Holmes hâlâ Baker Street'te yaşıyordu ve Bastables hâlâ Lewisham yolunda define arıyordu. |
In those days the Bastables still searched for treasure in Lewisham way. | O günlerde Bastables hâlâ Lewisham yolunda define arıyordu. |
in your grandfather's childhood | dedenizin çocukluğunda |
inclined /sloping /curved | eğimli |
India | Hindistan |
indignantly / entrüstet | kızgınlıkla |
indoor | ev içi |
indoor exploration | ev içi araştırması |
infiltrate / leak /creep /filter out /effuse /emanate | sızmak |
inside | içinde |
inside the house | evin içinde |
interesting | ilginç |
into the other houses | diğer evlerin içine |
island | ada |
It is a very important story, | Çok önemli bir hikâyedir, |
It is a very important story, because it narrates how the coming and goings between our own world and the land of Narnia began. | Çok önemli bir hikâyedir, çünkü kendi dünyamızla Narnia ülkesi arasındaki gidiş gelişlerin nasıl başladığını anlatır. |
it is not | değil |
it makes your mouth water | ağzınızı sulandırır |
It narrates how the coming and goings started | Gidiş gelişlerin nasıl başladığını anlatır. |
It was nearly this | hemen hemen buydu. |
its other side | diğer yanı |
kind / polite / courteous | nazik |
kitchen | mutfak |
kitchen chairs | mutfak sandalyeleri |
land / country | ülke |
last night | dün gece |
Let's go | gidelim |
Let's not go | Gitmeyelim |
Let's not go if you don't want. | İstemiyorsan gitmeyelim |
Let's try | deneyelim |
life (h) | hayat |
light (noun) | ışık |
light was (in the middle of) infiltrating | ışık sızmaktaydı |
Light was infiltrating from inbetween the tiles of the roof. | çatının bazı kiremitlerinin arasından ışık sızmaktaydı. |
like | gibi |
like everyone else | herkes gibi |
Like everyone else he, too wondered. | Herkes gibi o da merak ediyordu. |
like someone who is to unhappy too care if anyone knew that he had cried | kimsenin ağladığını bilmesine aldırmayacak kadar mutsuz biri gibi |
like there is in the beginning of Treasure Island | Define Adası'nın başlangıcındaki gibi |
London is not a bad place.... | Londra kötü bir yer değil ki. |
long | uzun |
long time | uzun süre |
long time ago | uzun zaman önce |
Look here | buraya bak |
lumber room /storage room/ Rumpelkammer | sandık odası |
Magician / Wizard | Büyücü |
Maybe he keeps his crazy (ç) wife locked up there. . | Belki de çılgın karısını orada kapalı tutuyor. |
mind (a) /Verstand /brain /sense | akıl |
money | para |
more | daha fazla |
mouth | ağız |
Mr. and Mrs. | Bay ve Bayan |
Mr. and Mrs. Ketterley (pl. optional) | Bay ve Bayan Ketterley'ler |
much more | çok daha fazla |
much more than his speech revealed | Konuşmasının açığa vurduğundan çok daha fazla |
my aunt always shuts him up | teyzem onu hep susturuyor. |
My father is saying that is empty. | Babam boş olduğunu söylüyor. |
My father is saying that it is empty since we moved here. | 'Babam biz buraya taşındığımızdan beri boş olduğunu söylüyor.' |
My father is saying. | Babam söylüyor. |
name | ad |
name (i) | isim |
nearly | hemen hemen |
Nephew /niece | yeğen |
night | gece |
ninety | doksan |
no | hayır |
no / any | hiç |
No thanks. | Hayır teşekkürler. |
nobody | hiç kimse |
nobody said | hiç kimse laf etmemişti |
Nobody said the word 'haunted'. | Hiç kimse 'perili' diye laf etmemişti. |
not doing it | onu yapmama |
now | şimdi |
of course (e) | elbette |
of the old pirates | eski korsanlardan |
office | ofis |
often /frequently | sık sık |
Ok | tamam |
Ok I cried. Here it is. | Tamam ağladım işte. |
old /ancient | eski |
on top of (direction - dative) | üstüne |
Once (when) an idea was brought up | bir kere fikir ortaya atıldı mı |
once /one time | bir kere |
once /when | mi /mı /mu |
once the idea was brought up | bir kere fikir ortaya atıldı |
one (of its) side(s) | bir yanı |
one morning | bir sabah |
One morning a boy climbed onto the wall and showed his face. | Bir sabah, bir erkek çocuk duvar üstüne tırmanıp yüzünü gösterdi. |
One morning she was in the back garden, when a boy climbed onto the wall of the neighbour garden and showed his face. | Bir sabah, bir erkek çocuk yan bahçenin duvarı üstüne tırmanıp yüzünü gösterdiğinde arka bahçedeydi. |
One morning, she was in the back garden. | Bir sabah, arka bahçedeydi. |
One morning, when she was in the back garden, | Bir sabah, kız arka bahçedeyken, |
One morning, when she was in the back garden, a boy climbed onto the wall of the next door garden and showed his face. | Bir sabah kız arka bahçedeyken, bir erkek çocuk, yan bahçenin duvarı üstüne tırmanıp yüzünü gösterdi. |
One night - it was last night | Bir gece - yani dün gece- |
One night - it was last night- when I went to bed I heard a scream. | Bir gece - yani dün gece- yatmaya giderken bir çığlık duydum. |
One night - it was last night- when I went to bed passing the bottom of the attic stairs, (to tell the truth I don't like very much to pass there) I heard a scream. | Bir gece - yani dün gece- tavan arasına çıkan merdivenlerin dibinden geçerek yatmaya giderken ( oradan geçmek pek hoşuna gitmiyor doğrusu) bir çığlık duydum. |
One night - it was last night- when I went to bed passing the bottom of the attic stairs, I heard a scream. | Bir gece - yani dün gece- tavan arasına çıkan merdivenlerin dibinden geçerek yatmaya giderken bir çığlık duydum. |
one of the houses | evlerin biri |
one side consisting of a wall | bir yanı duvardan oluşan |
only | sadece |
Or he is one of the old pirates like at the beginning of Treasure Island | Ya da Define Adası'nın başlangıcındaki gibi eski bir korsanlardandır |
Or he is one of the old pirates like at the beginning of Treasure Island and always has to hide himself from his old comrades. | Ya da Define Adası'nın başlangıcındaki gibi eski bir korsanlardandır ve hep eski yoldaşlarından saklanmak zorundadır. |
or in a row of houses | ya da sıra evlerde |
Or maybe he is a false-coiner. (fact) | Ya da belki de kalpazandır. |
our own world | kendi dünyamız |
packing /Verpackung /emballage | ambalaj |
parts of old packaging boxes | eski ambalaj kutularının parçaları |
Passing the bottom of the attic stairs when going to bed | tavan arasına çıkan merdivenlerin dibinden geçerek yatmaya giderken |
piece /grain (used optional after numbers) | tane |
pieces | parçalar |
pirate (k) | korsan |
plaster | sıva |
Polly didn't allow him to see the story. | Polly onun hikâyeyi görmesine izin vermemişti. |
Polly didn't allow. | Polly izin vermemişti. |
Polly had discovered long time ago the water tank that could be seen when the small door of the lumber room in the attic of their houses was opened and the dark place that was behind it which you could reach if you climbed with a bit of care. | Polly, uzun zaman önce, evlerinin tavan arasındaki sandık odasının küçük kapısı açıldığında görülebilen su deposunu ve onun arkasındaki, biraz dikkatle tırmanırsanız ulaşabileceğiniz, karanlık yeri keşfetmişti. |
Polly had discovered the dark place. | Polly karanlık yeri keşfetmişti. |
Polly had explored | Polly keşfetmişti |
Polly had explored the water tank that could be seen when the small door of the lumber room was opened | Polly sandık odasının küçük kapısı açıldığında görülebilen su deposunu keşfetmişti. |
Polly had explored the water tank that could be seen when the small door of the lumber room was opened and the dark place that was behind it which you could reach if you climbed with a bit of care | Polly sandık odasının küçük kapısı açıldığında görülebilen su deposunu ve onun arkasındaki, biraz dikkatle tırmanırsanız ulaşabileceğiniz, karanlık yeri keşfetmişti. |
Polly had explored the water tank that could be seen when the small door of the lumber room was opened and the dark place that was behind it. | Polly sandık odasının küçük kapısı açıldığında görülebilen su deposunu ve onun arkasındaki karanlık yeri keşfetmişti. |
Polly lived in one of a long row of houses, joined together. | Polly, birbirine bitişik, uzun sıra evlerin birinde yaşıyordu. |
Polly thought, too. | Polly de düşünüyordu. |
Polly was using | Polly kullanıyordu |
Polly was using the section | Polly bölümü kullanıyordu. |
Polly was using the section right next to the water tank | Polly su deposunun hemen yanındaki bölümü kullanıyordu. |
Polly was using the section right next to the water tank as a cave. | Polly su deposunun hemen yanındaki bölümü bir mağara gibi kullanıyordu. |
Polly was using the section right next to the water tank as a cavern where smugglers would take refuge. | Polly su deposunun hemen yanındaki bölümü kaçakçıların sığındığı bir mağara gibi kullanıyordu. |
Polly was very surprised, because up till now there had never been any children in that house. | Polly çok şaşırmıştı, çünkü şimdiye kadar o evde hiç çocuk yoktu. |
Polly was very surprised. | Polly çok şaşırmıştı. |
Polly, too thought the same things. | Polly de aynı şeyleri düşünüyordu. |
precious / valuable | değerli |
precious things | değerli şeyler |
press /print /step on | basmak |
rainy | yağışlı |
really | gerçekten |
reason (s) | sebep |
reason /cause / reason (n) | neden |
research work | araştırma işi |
ressearch / exploration | araştırma |
right next to | hemen yanında |
right next to the water tank | su deposunun hemen yanında |
roof (ç) | çatı |
row / queue / line | sıra |
sea | deniz |
seat | oturak |
seats of broken kitchen chairs | kırık mutfak sandalyelerinin oturakları |
section /chapter / part | bölüm |
seventy | yetmiş |
several precious things | değişik değerli şeyler |
Shall we go and try? | Gidip deneyelim mi? |
Shall we try? | Deneyelim mi? |
she asked | sordu |
she had been able to create | oluşturabilmişti |
she had been able to create a floor | bir zemin oluşturabilmişti |
She had brought parts of old packaging boxes and similar things there and by putting these on top of the beams she had been able to create a floor. | Eski ambalaj kutularının parçalarını ve buna benzer şeyleri oraya getirmişti ve bunları kirişlerin üzerine koyarak bir zemin oluşturabilmişti. |
She had brought parts of old packaging boxes there and by putting these on top of the beams she had been able to create a floor. | Eski ambalaj kutularının parçalarını oraya getirmişti ve bunları kirişlerin üzerine koyarak bir zemin oluşturabilmişti. |
She had brought parts of old packaging boxes there. | Eski ambalaj kutularının parçalarını oraya getirmişti. |
She had brought parts of old packaging boxes, seats of broken kitchen chairs and similar things there and by putting these on top of the beams she had been able to create a floor. | Eski ambalaj kutularının parçalarını, kırık mutfak sandalyelerinin oturaklarını ve buna benzer şeyleri oraya getirmişti ve bunları kirişlerin üzerine koyarak bir zemin oluşturabilmişti. |
She had brought seats of broken kitchen chairs and similar things. | Kırık mutfak sandalyelerinin oturaklarını ve buna benzer şeyleri getirmişti. |
she had brought there | oraya getirmişti |
she had put these | bunları koymuştu |
She had put these on top of the beams. | Bunları kirişlerin üzerine koymuştu. |
She lived in one of a long row of houses. | Uzun sıra evlerin birinde yaşıyordu. |
She lived in one of the houses. | Evlerin birinde yaşıyordu. |
She often would drink a ginger beer there. | Sık sık zencefilli gazoz içerdi orada. |
She says:" Don't you worry the boy,Andrew!" or "I am sure Digory doesn't want to listen to such things." or "Digory, wouldn't you like to go outside and play in the garden?" | 'Çocuğu meraklandırma, Andrew!' ya da 'Eminim Digory böyle şeyleri dinlemek istemez.' ya da 'Digory, dışarıya çıkıp bahçede oynamak istemez misin?' diyor. |
she was going to say | diyecekti |
she was in the middle of writing | yazmaktaydı |
she would drink | içerdi |
Sherlock Holmes lived still in Baker Street | Sherlock Holmes hâlâ Baker Street'te yaşıyordu |
siblings | kardeşler |
side (y) | yan |
side / next | yan |
similar /suchlike | benzer |
similar to her | ona benzer - onun benzeri |
since both didn't go to the sea | ikisi de denize gitmeyecekleri için |
since it was just the beginning of the summer holiday | henüz yaz tatilinin başlangıcı olması nedeniyle |
Since it was just the beginning of the summer holidays, as both didn't go to the sea, they met each other almost every day. | Henüz yaz tatilinin başlangıcı olması nedeniyle ikisi de denize gitmeyecekleri için, hemen hemen her gün buluştular. |
since we moved | biz taşındığımızdan beri |
since we moved here | biz buraya taşındığımızdan beri |
since years | yıllardan beri |
sixty | altmış |
smart /clever | akıllı |
smuggler | kaçakçı |
so frightening that | öylesine korkunç ki |
so unhappy that he didn't care if anyone knew | kimsenin bilmesine aldırmayacak kadar mutsuz |
so unhappy that he didn't care if anyone knew that he had cried | kimsenin ağladığını bilmesine aldırmayacak kadar mutsuz |
so, that is, I mean (filling word) | yani |
some | bazı |
some tiles of the roof | çatının bazı kiremitleri |
sound /voice /noise | ses |
stairs | merdivenler |
status /condition / position / situation | durum |
stearched | kolalı |
stiff | sert |
stiff and stearched | sert ve kolalı |
still (h) | hâlâ |
still /just /yet | henüz |
story | hikâye |
strange /foreign | yabancı |
study room | çalışma odası |
such | öylesine |
suddenly / abruptly / all of a sudden (a) | aniden |
summer | yaz |
summer holidays | yaz tatili |
suspicious | kuşkulu |
talking /speech /conversation | konuşma |
tank | depo |
ten | on |
ten words | on sözcük |
terrible / awful /scary | korkunç |
than his speech revealed | Konuşmasının açığa vurduğundan |
thanks | teşekkürler |
that I mustn't go there | oraya gitmemem gerektiği |
that is / I mean (filling word) | yani |
that is in the beginning of Treasure Island | Define Adası'nın başlangıcındaki |
that it would be a sign of weakness | bir zayıflık işareti olacağı |
that it wouldn't be very kind | bunun pek nazik olmayacağı |
that not doing it would be | onu yapmamanın olacağı |
that she was in the middle of writing | yazmakta olduğu |
that somebody knew | kimsenin bilmesi |
that summer | o yaz |
that summer being | o yazın olması |
that summer being the coldest summer | o yazın en soğuk yaz olması |
that summer being the coldest summer since years | o yazın yıllardan beri en soğuk yaz olması |
that summer being the rainest and coldest summer | o yazın en yağışlı ve soğuk yaz olması |
that summer being the rainest and coldest summer since years | o yazın yıllardan beri en yağışlı ve soğuk yaz olması |
that summer was the rainest and coldest summer experienced since years | o yazın yıllardan beri yaşanan en yağışlı ve soğuk yaz olmasıydı |
that the house was empty for a long time (fact) | Evin uzun süredir boş olduğu |
that they look after your mother | Onların annene bakmaları |
that we are not in another house | başka bir evde olmadığımız |
that we are not in another house than that (house) | o evden başka bir evde olmadığımız |
the beginning of 'Treasure Island' | Define Adası'nın başlangıcı |
the bottom of the attic stairs | tavan arasına çıkan merdivenlerin dibi |
the bottom of the garden | bahçenin dibi |
The boy's face changed. | Çocuğun yüzü değişti. |
the coldest | en soğuk |
the coldest summer | en soğuk yaz |
the coming (and) goings | gidiş gelişler |
the comings and goings between our own world and the land of Narnia | kendi dünyamızla Narnia ülkesi arasındaki gidiş gelişler |
the dark place | karanlık yer |
the dark place that was behind it | onun arkasındaki karanlık yer |
The diaries (chronicles) of Narnia | Narnia Günlükleri |
The empty bottles made the place (there) look even much more like smuggler caves. | Boş şişeler orayı daha da çok kaçakçı mağaralarına benzetiyordu. |
The empty bottles made the place (there) look like | Boş şişeler orayı benzetiyordu |
the end | son |
the end of the house | evin sonu |
the floor of this tunnel | bu tünelin tabanı |
the gaps inbetween the beams were only covered with plaster | Kirişlerin arası sadece sıvayla kaplanmıştı |
the highest / the top | en üst |
The house was long time empty. | Ev uzun süre boştu. |
the house which is on the other side of you(rs) | sizin öbür yanınızdaki ev |
the idea was brought up | fikir ortaya atıldı |
the land of Narnia | Narnia ülkesi |
the lumber room which was in the attic (between the ceilings) of their houses | evlerinin tavan arasındaki sandık odası |
The Magician's Nephew | Büyücünün Yeğeni |
the main reason /the real reason (n) | asıl neden |
the main reason for their embarking on this adventure | Bu maceralara atılmalarının asıl nedeni |
The main reason for their embarking on this adventure was that that summer was the rainest and coldest summer since years. | Bu maceralara atılmalarının asıl nedeni, o yazın yıllardan beri yaşanan en yağışlı ve soğuk yaz olmasıydı. |
the meals | yemekler |
the next (door) garden | yan bahçe |
the next garden's wall | yan bahçenin duvarı |
the other | diğer |
the other | diğer |
the other / the far off | öbür |
the other houses | diğer evler |
the reason(s) for this | bunun sebebi |
the same | aynı |
the same things | aynı şeyler |
the schools | okullar |
The schools in general were worse than the present ones. | Okullar genellikle şimdikinden daha kötüydü. |
the section right next to the water tank | su deposunun hemen yanındaki bölüm |
the sound of Uncle Andrew's footsteps | Andrew Dayı'nın ayak sesleri |
the space /gap between the beams | kirişlerin arası |
the stairs going out to the attic/ the attic stairs | tavan arasına çıkan merdivenler |
The strange boy's (ç) face was very dirty. | Yabancı çocuğun yüzü çok kirliydi. |
the top floor | en üst kat |
The tunnel continues. | Tünel devam ediyor. |
The tunnel ends. | Tünel bitiyor. |
the two (of them) / both | ikisi de |
the unmarried siblings | bekâr kardeşler |
The walls don't go (pass) beyond the ceiling. | Duvarlar tavanın ötesine geçmiyor. |
the water tank that could be seen | görülebilen su deposu |
the water tank that could be seen when the small door of the lumber room was opened | sandık odasının küçük kapısı açıldığında görülebilen su deposu |
The wrong door | Yanlış kapı |
then /after | sonra |
then /if so /in that case | öyleyse |
then he had cried thorougly / then he had had a good cry | sonra iyice (bir) ağlamıştı |
Then there is something more. | Sonra bir şey daha var. |
there | orada |
There is a study in the top floor and Aunt Letty is saying that I mustn't go there. | En üst katta bir çalışma odası var ve Letty Teyze oraya gitmemem gerektiğini söylüyor. |
There is a study in the top floor. | En üst katta bir çalışma odası var. |
There lived (o) only the unmarried siblings, Mr. and Mrs. Ketterley. | Orada sadece bekâr kardeşler, Bay ve Bayan Ketterley'ler oturuyordu. |
There lived a girl in London | Londra'da bir kız yaşıyordu. |
There was no child in that house. | O evde hiç çocuk yoktu. |
there was not/ (+ personal ending on its subject: didn't have) | yoktu |
Therefore she looked curiously at the boy.(ç) | Bu yüzden ilgiyle çocuğa baktı. |
therefore/ for this reason | bu yüzden |
They both felt that it would be a sign of weakness. | Her ikisi de, bir zayıflık işareti olacağını hissediyordu. |
they look after your mother | Onlar annene bakarlar |
they met almost every day | hemen hemen her gün buluştular |
they met/got to know each other | birbirleriyle tanışmış oldular |
thief | hırsız |
things which you can call indoor exploration | ev içi araştırması diyebileceğiniz şeyler |
thirty | otuz |
this | bu |
This (hereabouts) was a place like a tunnel consisting on one side of a brick wall, as to its other side of a sloping roof. | Burası, bir yanı tuğla duvar, diğer yanı ise eğimli bir çatıdan oluşan tünel gibi bir yerdi. |
This (hereabouts) was a place like a tunnel. | Burası tünel gibi bir yerdi. |
This (hereabouts) was a place. | Burası bir yerdi. |
This is the story of something that happened long time ago | Bu uzun zaman önce olmuş bir şeyin hikâyesidir |
This is the story of something that happened long time ago in your grandfather's childhood. | Bu, uzun zaman önce, dedenizin çocukluğunda olmuş bir şeyin hikâyesidir |
This is the story of... | Bu ... hikâyesidir |
This situation | bu durum |
This situation led them to do some things inside the house which you can call indoor exploration. | Bu durum onları evin içinde, ev içi araştırması diyebileceğiniz bir şeyler yapmaya yöneltti. |
This situation led them to do some things inside the house. | Bu durum onları evin içinde bir şeyler yapmaya yöneltti. |
This situation led them to do some things. | Bu durum onları bir şeyler yapmaya yöneltti. |
This tunnel had no floor. (lit. there was not the floor of this tunnel) | Bu tünelin tabanı yoktu. |
thorougly / quite / fully / completely | iyice (bir) |
thought /idea | fikir |
Thus Polly and Digory met/got to know each other. | Polly ve Digory bu şekilde birbirleriyle tanışmış oldular. |
tile (k) | kiremit |
time | zaman |
time /period (s) | süre |
to allow | izin vermek |
to approach | yaklaşmak |
to approach from the hallway | koridordan yaklaşmak |
to arrive (v) /be there /get to | varmak |
to ask | sormak |
to be able to do this much ressearch with a candle | bir mumla bu kadar araştırma yapabilmek |
to be about to x | X - üzere olmak |
to be brought up | ortaya atılmak |
to be caught /to get caught | yakalanmak |
to be found /to be present (se trouver/sich befinden) | bulunmak |
to be in the middle of infiltrating | sızmakta |
to be in the middle of writing | yazmakta |
to be interested in | (ile) ilgilenmek |
to be interested in ressearch work | araştırma işiyle ilgilenmek |
to be surprized | şaşırmak |
to become strong | güçlenmek |
to begin | başlamak |
to bother / to mind / to care | aldırmak |
to bring | getirmek |
to change | değişmek |
to change something | değiştirmek |
to climb | tırmanmak |
To climb to the top of the wall | duvar üstüne tırmanmak |
to come | gelmek |
to come up with /to bring forward | ortaya atmak |
to consist of / be formed / take shape /occur | oluşmak |
to continue | devam etmek |
to create / form / constitute | oluşturmak |
to cry | ağlamak |
to direct /lead /destine /orient | yöneltmek |
to do | yapmak |
to do | yapmak |
to do it | onu yapmak |
to do some things | bir şeyler yapmak |
to draw Digory's attention to cheerful topics | Digory'nin aklını neşeli konulara çelmek |
to draw one's attention to (old expression) | aklını çelmek |
to drink | içmek |
to dry | kurulamak |
to each other | birbirine |
to eat | yemek |
to end | bitmek |
to enter /to go in | girmek |
to explore /discover | keşfetmek |
to feel | hissetmek |
to find | bulmak |
to flow | akmak |
to go | gitmek |
to go and take a glance | gidip bir göz atmak |
to go and try | gidip denemek |
to go and... | gidip |
to go on adventures /to embark on an adventure | maceralara atılmak |
to go outside | dışarıya çıkmak |
to go outside and play in the garden | dışarıya çıkıp bahçede oynamak |
to go to bed / schlafen gehen | yatmaya gitmek |
to hear | duymak |
to here (dative) | buraya |
to hide | saklamak |
to hide oneself (s) | saklanmak |
to jump | atlamak |
to jump from beam to beam | kirişten kirişe atlamak |
to keep a secret | bir sır saklamak |
to keep switched off (e. g. telefon) / to keep shut (e. g. mouth) /to keep someone locked up | kapalı tutmak |
to learn | öğrenmek |
to lie awake | uyanık uzanmak |
to like (h) an ablative | hoşlanmak |
to like / please /plaire | hoşuna gitmek |
to liken /to simulate /to make look like | benzetmek |
to listen | dinlemek |
to listen to the footsteps approaching | ayak seslerinin yaklaştığını dinlemek |
to listen to Uncle Andrew's footsteps heavily approaching | Andrew Dayı'nın ayak seslerinin ağır ağır yaklaştığını dinlemek |
to listen to Uncle Andrew's footsteps heavily approaching from the hallway towards your room | Andrew Dayı'nın ayak seslerinin ağır ağır koridordan senin odana yaklaştığını dinlemek |
to listen to(it/them) approaching | yaklaştığını dinlemek |
to listen, while laying awake in bed, to Uncle Andrew's footsteps heavily approaching from the hallway towards your room | Yatakta uyanık uzanırken Andrew Dayı'nın ayak seslerinin ağır ağır koridordan senin odana yaklaştığını dinlemek |
to live | yaşamak |
to love /like | sevmek |
to make one's mouth water | ağzını sulandırmak |
to make someone curious / to cause s.o. to worry | meraklandırmak |
to mean /to aim at /refer to | kastetmek |
to meet | buluşmak |
to move (houses) | taşınmak |
to pass | geçmek |
to pass /go /outrun/surpass | geçmek |
to pass there | oradan geçmek |
to play | oynamak |
to put | koymak |
to reach | ulaşmak |
to reveal | açığa vurmak |
to say | söylemek |
to say a word as 'haunted' | 'perili' diye bir laf etmek |
to search for treasure | define aramak |
to see | görmek |
to see the story | hikâyeyi görmek |
to seem / appear | görünmek |
to show | göstermek |
to show one's face | yüzünü göstermek |
to silence s.o./ to shut s.o. up | susturmak |
to sit / to live | oturmak |
to sleep | uyumak |
to sleep (go to bed) | yatmak |
to smear / rubb | bulamak |
to stop speaking / to shut up / to fall silent | susmak |
to take (somewhere) | götürmek |
to take a glance at /to look at | bir göz atmak |
to take refuge | sığınmak |
to talk /chat (l. e.) | laf etmek |
to tell / narrate / explain | anlatmak |
to tell the truth I don't like very much | pek hoşuna gitmiyor doğrusu |
to tell the truth I don't like very much to pass there | oradan geçmek pek hoşuna gitmiyor doğrusu |
to think | düşünmek |
to think /fancy | sanmak |
to try | denemek |
to try (one time experiment) | denemek |
to use | kullanmak |
to wash | yıkamak |
to wear the collar | yakayı takmak |
to wonder | merak etmek |
to write | yazmak |
to Y in order to X / with intention to X | X-mek üzere Y-mek |
to(wards) your room | senin odana |
treasure | define |
treasure | define |
treasure island / die Schatzinsel | define adası |
tunnel | tünel |
twenty | yirmi |
uncle ( mother's side) | dayı |
unhappy | mutsuz |
unhappy enough not to care | aldırmayacak kadar mutsuz |
unmarried | bekâr |
unnecessarily (b) | boşu boşuna |
until now | şimdiye kadar |
until the end (dat) of all these row houses | bu sıra evlerin sonuna kadar |
until where | nereye kadar |
Until where does this tunnel go? | Bu tünel nereye kadar gidiyor? |
Until where I don't know. | Nereye kadar bilmiyorum. |
vegetable | sebze |
very | çok |
very (p) | pek |
wall | duvar |
water | su |
water down / dillute | sulandırmak |
water tank | su deposu |
way /road | yol |
we | biz |
we can enter | girebiliriz |
We can get caught as thieves | hırsız diye yakalanırız |
we can go | biz gidebiliriz |
We can go until the end of the houses. | Biz evlerin sonuna kadar gidebiliriz. |
we get caught | yakalanırız |
we will know | bileceğiz |
weak /slim | zayıf |
weakness | zayıflık |
what do you think it is like | nasıl bir şey sence |
What do you think it is like, while you are awake in bed, to listen to the sound of Uncle Andrew's footsteps slowly approaching your room from the hallway ? | Yatakta uyanık uzanırken Andrew Dayı'nın ayak seslerinin ağır ağır koridordan senin odana yaklaştığını dinlemek nasıl bir şey sence? |
What kind of | Ne tür |
What the boy was doing | Çocuğun yaptığı |
Whatever (happens) / at any rate / in any case | Ne olursa olsun |
when | ne zaman |
When I was going to bed (-ken Gerund) | yatmaya giderken |
When I went to sleep I head a scream. | yatmaya giderken bir çığlık duydum. |
when it comes to | gelince |
when it comes to desserts | Tatlılara gelince |
When it comes to sweets how cheap and delicious they were I won't tell you | Tatlılara gelince, onların ne kadar ucuz ve lezzetli olduğunu sizlere söylemeyeceğim |
When it comes to sweets how cheap and delicious they were I won't tell you, because this only makes your mouth water unnecessarily | Tatlılara gelince, onların ne kadar ucuz ve lezzetli olduğunu sizlere söylemeyeceğim, çünkü bu sadece boşu boşuna ağzınızı sulandırır. |
When the small door of the lumber room was opened | sandık odasının küçük kapısı açıldığında |
when you lie awake in bed | Yatakta uyanık uzanırken |
whenever (s. o. x'es) | ne zaman X- sa - se |
Whenever he wants to tell me something | ne zaman bana bir şey söyleyecek olsa |
Whenever he wants to tell me something at meal time | Yemekte ne zaman bana bir şey söyleyecek olsa |
Whenever he wants to tell me something at meal time -he doesn't even try to talk with my aunt - my aunt always shuts him up. | Yemekte ne zaman bana bir şey söyleyecek olsa - teyzemle konuşmayı denemez bile - teyzem onu hep susturuyor. |
whenever it is | ne zaman olsa |
whenever you want | ne zaman istersen |
where to (dat) | nereye |
which is on the other side of you(pl) | öbür yanınızdaki |
which is on your (pl) side | yanınızdaki |
Which is what you need to do, too | ki senin de yapman gereken budur |
which you can call | diyebileceğiniz |
which you can reach if you climb with a bit of care | biraz dikkatle tırmanırsanız ulaşabileceğiniz |
which you will be able to reach (pl) /which you can reach | ulaşabileceğiniz |
Who would like this? | Bundan kim hoşlanır ki ? |
wife | karı |
with a loud voice | yüksek sesle |
with a candle | bir mumla |
with care /gingerly /attentively/sorgfältig | dikkatle |
with each other / one another (they) | birbirleriyle |
with the intention to draw Digory's attention to cheerful topics | Digory'nin aklını neşeli konulara çelmek üzere |
with your uncle and aunt | dayın ve teyzenle |
word (l) | laf |
word (s) | sözcük |
work | iş |
world | dünya |
worse | daha kötü |
wrong | yanlış |
year | yıl |
yes | evet |
yes | evet |
Yes, I think this too. | Evet, bunu ben de düşündüm. |
yesterday | dün |
you (pl) had to | zorundaydınız |
You (pl) had to jump from beam to beam | kirişten kirişe atlamak zorundaydınız |
You (pl) had to jump from beam to beam and the gaps inbetween the beams were only covered with plaster. | Kirişten kirişe atlamak zorundaydınız ve kirişlerin arası sadece sıvayla kaplanmıştı. |
you (pl) would find yourself | kendinizi bulurdunuz |
You also would cry | Sen de ağlardın |
you are a child | bir çocuksun |
You are very (p) smart. | Pek akıllısın. |
You cried too | Sen de ağladın |
You had to wear that stiff and stearched collar every day | Her gün o sert ve kolalı yakayı takmak zorundaydınız |
you have learned | öğrendin |
you might think | düşünebilirsin |
You need to eat vegetable to grow strong. | Güçlenmek için sebze yemelisin. |
you should eat | yemelisin |
you would find yourself in the room underneath | kendinizi aşağıdaki odada bulurdunuz |
you wouldn't like it at all | bundan hiç de hoşlanmazdın |
your (pl) grandfather | dedeniz |
your (pl) side | yanınız |
your crazy uncle | deli dayın |