"...after crying." she was going to say, but she thought it wouldn't be very polite. | '... ağladıktan sonra.' diyecekti,ama bunun pek nazik olmayacağını düşünmüştü. |
My father is saying that it is empty since we moved here. | 'Babam biz buraya taşındığımızdan beri boş olduğunu söylüyor.' |
"Is Mr. Ketterley really crazy?" | 'Bay Ketterley gerçekten deli mi ?' |
'I was referring to the house on your other (far) side.' | 'Ben sizin öbür yanınızdaki evi kastetmiştim.' |
"I wash my face' said Polly, "which is what you need to do too, especially..." she said and stopped. | 'Ben yüzümü yıkarım,' dedi Polly, 'ki senin de yapman gereken budur, özellikle...' dedi ve sustu. |
"I didn't know. I am sorry."said Polly humbly. | 'Bilmiyordum. Özür dilerim.' dedi Polly alçakgönüllükle. |
"I don't know. He could never talk enough." | 'Bilmiyorum. Hiç yeteri kadar konuşamadı.' |
'Look here,' he said. 'Until where does this tunnel go? I mean, does at the end of the house the tunnel end, too?' | 'Buraya bak,' dedi. 'Bu tünel nereye kadar gidiyor? Yani evin sonunda tünel de bitiyor mu?' ' |
'Look here,' he said. 'Until where does this tunnel go?' | 'Buraya bak,' dedi. 'Bu tünel nereye kadar gidiyor?' |
"Digory"said the boy. | 'Digory' dedi çocuk. |
'We can also get into the other houses.' | 'Diğer evlerin içine de girebiliriz.' |
"Of course it is funny." said Polly. | 'Elbette garip.' dedi Polly. |
'Yes we can go.' said Polly. | 'Evet gidebiliriz' dedi Polly. |
'Yes and we also get caught as thieves. No thanks. ' | 'Evet, ve de hırsız diye yakalanırız! Hayır teşekkürler.' |
'Yes and we also get caught as thieves.' | 'Evet, ve de hırsız diye yakalanırız!' |
"No it is not." said Digory. | 'Hayır değil.' dedi Digory. |
'No,' said Polly. | 'Hayır,' dedi Polly. |
'No,' said Polly. 'The walls don't go (pass) beyond the ceiling. The tunnel continues. Until where I don't know.' | 'Hayır,' dedi Polly. 'Duvarlar tavanın ötesine geçmiyor. Tünel devam ediyor. Nereye kadar bilmiyorum.' |
"London is not a bad place" Polly said indignantly. | 'Londra kötü bir yer değil ki' dedi Polly kızgınlıkla. |
"Hullo", said Polly | 'Merhaba', dedi Polly. |
"Hullo", said the boy. "What is your name?" | 'Merhaba', dedi çocuk. 'Senin adın ne?' |
"What a funny name!" said Polly. | 'Ne garip bir isim!' dedi Polly. |
"How exciting !" said Polly. | 'Ne heyecanlı!' dedi Polly. |
"How exciting !" said Polly. "I didn't know that your house was this interesting." | 'Ne heyecanlı!' dedi Polly. 'Sizin evin bu kadar ilginç olduğunu bilmezdim.' |
"What kind of things does he want to tell you?" | 'Ne tür şeyler söylemek istiyor sana?' |
'What?' | 'Ne?' |
'Why?' | 'Neden?' |
How shall we know that we are not in another house than that one. | 'O evden başka bir evde olmadığımızı nereden bileceğiz?' |
'You are very smart. I was referring to the house on your other (far) side.' - 'Why?' | 'Pek akıllısın. Ben sizin öbür yanınızdaki evi kastetmiştim.' - 'Neden?' |
'All right' said Polly. | 'Pekâlâ' dedi Polly. |
to say a word as 'haunted' | 'perili' diye bir laf etmek |
"Polly"said Polly. "And yours?" | 'Polly' dedi Polly. 'Seninki ne?' |
"It is not even half as funny as Polly." said Digory. | 'Polly'nin yarısı kadar garip bile değil.'dedi Digory. |
"You also would cry" he continued. | 'Sen de ağlardın' diye devam etti. |
"You also would cry" he continued. "if your whole life had passed on the country and you had a horse and a river flowed at the bottom of the garden and if then also you were brought to live to a horrible place like this. | 'Sen de ağlardın' diye devam etti. 'eğer bütün hayatın taşrada geçseydi ve bir atın olsaydı ve bahçenin dibinden bir nehir aksaydı ve sonra da yaşamak için bunun gibi kötü bir yere getirilseydin.' |
"You also would cry" he continued. "if your whole life had passed on the country and you had a horse and a river flowed at the bottom of the garden" | 'Sen de ağlardın' diye devam etti. 'eğer bütün hayatın taşrada geçseydi ve bir atın olsaydı ve bahçenin dibinden bir nehir aksaydı.' |
'I am game if you are.' said Polly. | 'Sen varsan ben de varım.' dedi Polly. |
"He is either crazy" said Digory "or he is keeping a secret." | 'Ya deli' dedi Digory 'ya da bir sır saklıyor.' |
She says:" Don't you worry the boy,Andrew!" or "I am sure Digory doesn't want to listen to such things." or "Digory, wouldn't you like to go outside and play in the garden?" | 'Çocuğu meraklandırma, Andrew!' ya da 'Eminim Digory böyle şeyleri dinlemek istemez.' ya da 'Digory, dışarıya çıkıp bahçede oynamak istemez misin?' diyor. |
'If so we can go until the end of all these row houses.' | 'Öyleyse biz tüm bu sıra evlerin sonuna kadar gidebiliriz.' |
'If so, I think we should go and take a glance. ' said Digory. | 'Öyleyse, sanırım gidip bir göz atmamız gerekiyor.' dedi Digory. |
"You might think it is interesting" said Digory. | 'İlginç olduğunu düşünebilirsin' dedi Digory. |
"You might think it is interesting" said Digory. "But if you had to sleep there you wouldn't like it at all." | 'İlginç olduğunu düşünebilirsin' dedi Digory. 'Fakat orada uyumak zorunda olsaydın bundan hiç de hoşlanmazdın.' |
'Let's not go if you don't want to' said Digory. | 'İstemiyorsan gitmeyelim' dedi Digory. |
'Shall we go and try now?' said Digory. | 'Şimdi gidip deneyelim mi?' dedi Digory. |
to be interested in | (ile) ilgilenmek |
name | ad |
island | ada |
mind (a) /Verstand /brain /sense | akıl |
smart /clever | akıllı |
to draw one's attention to (old expression) | aklını çelmek |
to flow | akmak |
to bother / to mind / to care | aldırmak |
unhappy enough not to care | aldırmayacak kadar mutsuz |
sixty | altmış |
humbly / submissively | alçakgönüllükle |
but she thought it wouldn't be very polite. | ama bunun pek nazik olmayacağını düşünmüştü. |
But both of them felt that once if an idea was brought up not to do it would be a sign of weakness. | Ama her ikise de, bir kere fikir ortaya atıldı mı onu yapmamanın bir zayıflık işareti olacağını hissediyordu. |
But both of them | Ama her ikisi de |
But both of them felt that not doing it would be a sign of weakness. | Ama her ikisi de onu yapmamanın bir zayıflık işareti olacağını hissediyordu. |
packing /Verpackung /emballage | ambalaj |
the sound of Uncle Andrew's footsteps | Andrew Dayı'nın ayak sesleri |
to listen to Uncle Andrew's footsteps heavily approaching from the hallway towards your room | Andrew Dayı'nın ayak seslerinin ağır ağır koridordan senin odana yaklaştığını dinlemek |
to listen to Uncle Andrew's footsteps heavily approaching | Andrew Dayı'nın ayak seslerinin ağır ağır yaklaştığını dinlemek |
suddenly / abruptly / all of a sudden (a) | aniden |
to tell / narrate / explain | anlatmak |
gap /space inbetween / Zwischenraum | ara |
between | arasında |
ressearch / exploration | araştırma |
research work | araştırma işi |
to be interested in ressearch work | araştırma işiyle ilgilenmek |
back garden / backyard | arka bahçe |
the main reason /the real reason (n) | asıl neden |
horse | at |
to jump | atlamak |
foot | ayak |
footsteps (sound of..) | ayak sesleri |
to listen to the footsteps approaching | ayak seslerinin yaklaştığını dinlemek |
the same | aynı |
the same things | aynı şeyler |
to reveal | açığa vurmak |
heavy /hard | ağır |
heavily /slowly | ağır ağır |
mouth | ağız |
after crying | ağladıktan sonra |
I cried | ağladım |
to cry | ağlamak |
to make one's mouth water | ağzını sulandırmak |
it makes your mouth water | ağzınızı sulandırır |
in the room underneath | aşağıdaki odada |
My father is saying that is empty. | Babam boş olduğunu söylüyor. |
My father is saying. | Babam söylüyor. |
the bottom of the garden | bahçenin dibi |
at/from the bottom of the garden | bahçenin dibinden |
if a river flowed at the bottom of the garden | bahçenin dibinden bir nehir aksaydı |
press /print /step on | basmak |
Mr. and Mrs. | Bay ve Bayan |
Mr. and Mrs. Ketterley (pl. optional) | Bay ve Bayan Ketterley'ler |
some | bazı |
another | başka |
another house | başka bir ev |
that we are not in another house | başka bir evde olmadığımız |
to begin | başlamak |
beginning | başlangıç |
unmarried | bekâr |
the unmarried siblings | bekâr kardeşler |
Maybe he keeps his crazy (ç) wife locked up there. . | Belki de çılgın karısını orada kapalı tutuyor. |
I | ben |
Count me in | Ben de varım |
I wash my face | Ben yüzümü yıkarım |
similar /suchlike | benzer |
to liken /to simulate /to make look like | benzetmek |
even | bile |
we will know | bileceğiz |
I didn't know. | Bilmiyordum. |
a boy | bir erkek çocuk |
One night - it was last night | Bir gece - yani dün gece- |
One night - it was last night- when I went to bed passing the bottom of the attic stairs, (to tell the truth I don't like very much to pass there) I heard a scream. | Bir gece - yani dün gece- tavan arasına çıkan merdivenlerin dibinden geçerek yatmaya giderken ( oradan geçmek pek hoşuna gitmiyor doğrusu) bir çığlık duydum. |
One night - it was last night- when I went to bed passing the bottom of the attic stairs, I heard a scream. | Bir gece - yani dün gece- tavan arasına çıkan merdivenlerin dibinden geçerek yatmaya giderken bir çığlık duydum. |
One night - it was last night- when I went to bed I heard a scream. | Bir gece - yani dün gece- yatmaya giderken bir çığlık duydum. |
to take a glance at /to look at | bir göz atmak |
a sign | bir işaret |
once /one time | bir kere |
once the idea was brought up | bir kere fikir ortaya atıldı |
Once (when) an idea was brought up | bir kere fikir ortaya atıldı mı |
with a candle | bir mumla |
to be able to do this much ressearch with a candle | bir mumla bu kadar araştırma yapabilmek |
a river | bir nehir |
if a river flowed | bir nehir aksaydı |
a money box | bir para kutusu |
one morning | bir sabah |
One morning, when she was in the back garden, a boy climbed onto the wall of the next door garden and showed his face. | Bir sabah kız arka bahçedeyken, bir erkek çocuk, yan bahçenin duvarı üstüne tırmanıp yüzünü gösterdi. |
One morning, she was in the back garden. | Bir sabah, arka bahçedeydi. |
One morning a boy climbed onto the wall and showed his face. | Bir sabah, bir erkek çocuk duvar üstüne tırmanıp yüzünü gösterdi. |
One morning she was in the back garden, when a boy climbed onto the wall of the neighbour garden and showed his face. | Bir sabah, bir erkek çocuk yan bahçenin duvarı üstüne tırmanıp yüzünü gösterdiğinde arka bahçedeydi. |
One morning, when she was in the back garden, | Bir sabah, kız arka bahçedeyken, |
a secret | bir sır |
to keep a secret | bir sır saklamak |
one (of its) side(s) | bir yanı |
one side consisting of a wall | bir yanı duvardan oluşan |
a tunnel consisting on one side of a brick wall, as to its other side of a sloping roof | bir yanı tuğla duvar, diğer yanı ise eğimli bir çatıdan oluşan bir tünel |
a tunnel consisting on one side of a brick wall | bir yanı tuğla duvardan oluşan bir tünel |
a sign of weakness | bir zayıflık işareti |
that it would be a sign of weakness | bir zayıflık işareti olacağı |
a floor/ground (z) | bir zemin |
she had been able to create a floor | bir zemin oluşturabilmişti |
a scream | bir çığlık |
I heard a scream | bir çığlık duydum |
you are a child | bir çocuksun |
a thing | bir şey |
to do some things | bir şeyler yapmak |
which you can reach if you climb with a bit of care | biraz dikkatle tırmanırsanız ulaşabileceğiniz |
to each other | birbirine |
adjacent to each other / joined together | birbirine bitişik |
with each other / one another (they) | birbirleriyle |
they met/got to know each other | birbirleriyle tanışmış oldular |
a few (+sg) | birkaç |
a few apples | birkaç elma |
adjacent / connected/ attached / joined | bitişik |
to end | bitmek |
we | biz |
since we moved here | biz buraya taşındığımızdan beri |
We can go until the end of the houses. | Biz evlerin sonuna kadar gidebiliriz. |
we can go | biz gidebiliriz |
since we moved | biz taşındığımızdan beri |
empty | boş |
empty bottles | boş şişeler |
The empty bottles made the place (there) look like | Boş şişeler orayı benzetiyordu |
The empty bottles made the place (there) look even much more like smuggler caves. | Boş şişeler orayı daha da çok kaçakçı mağaralarına benzetiyordu. |
unnecessarily (b) | boşu boşuna |
this | bu |
This is the story of... | Bu ... hikâyesidir |
This situation | bu durum |
This situation led them to do some things. | Bu durum onları bir şeyler yapmaya yöneltti. |
This situation led them to do some things inside the house. | Bu durum onları evin içinde bir şeyler yapmaya yöneltti. |
This situation led them to do some things inside the house which you can call indoor exploration. | Bu durum onları evin içinde, ev içi araştırması diyebileceğiniz bir şeyler yapmaya yöneltti. |
the main reason for their embarking on this adventure | Bu maceralara atılmalarının asıl nedeni |
The main reason for their embarking on this adventure was that that summer was the rainest and coldest summer since years. | Bu maceralara atılmalarının asıl nedeni, o yazın yıllardan beri yaşanan en yağışlı ve soğuk yaz olmasıydı. |
until the end (dat) of all these row houses | bu sıra evlerin sonuna kadar |
Until where does this tunnel go? | Bu tünel nereye kadar gidiyor? |
the floor of this tunnel | bu tünelin tabanı |
This tunnel had no floor. (lit. there was not the floor of this tunnel) | Bu tünelin tabanı yoktu. |
This is the story of something that happened long time ago | Bu uzun zaman önce olmuş bir şeyin hikâyesidir |
therefore/ for this reason | bu yüzden |
Therefore she looked curiously at the boy.(ç) | Bu yüzden ilgiyle çocuğa baktı. |
in this way /thus | bu şekilde |
This is the story of something that happened long time ago in your grandfather's childhood. | Bu, uzun zaman önce, dedenizin çocukluğunda olmuş bir şeyin hikâyesidir |
to smear / rubb | bulamak |
he had smeared /rubbed (rep) | bulamıştı |
to find | bulmak |
to be found /to be present (se trouver/sich befinden) | bulunmak |
to meet | buluşmak |
from this | bundan |
he could not be dirtier from this | bundan daha kirli olamazdı |
you wouldn't like it at all | bundan hiç de hoşlanmazdın |
Who would like this? | Bundan kim hoşlanır ki ? |
by putting these on top of the beams she had been able to create a floor | Bunları kirişlerin üzerine koyarak bir zemin oluşturabilmişti. |
She had put these on top of the beams. | Bunları kirişlerin üzerine koymuştu. |
she had put these | bunları koymuştu |
a horrible place like this | bunun gibi kötü bir yer |
if you were brought to a horrible place like this | bunun gibi kötü bir yere getirilseydin |
that it wouldn't be very kind | bunun pek nazik olmayacağı |
the reason(s) for this | bunun sebebi |
Here she was hiding a money box. | Burada bir para kutusu saklıyordu. |
Here she was hiding a money box and a few apples. | Burada bir para kutusu ve birkaç elma saklıyordu. |
Here she was hiding a money box, a story she was in the middle of writing and a few apples. | Burada bir para kutusu, yazmakta olduğu bir hikâye ve birkaç elma saklıyordu. |
Here the boy's face suddenly (a) changed. | Burada çocuğun yüzü aniden değişti. |
Here the boy's face suddenly changed as if he was trying not to cry. | Burada çocuğun yüzü aniden sanki ağlamamaya çalışıyormuş gibi değişti. |
Here she was hiding a money box with several precious things inside, a story she was in the middle of writing and a few apples. | Burada, içinde değişik değerli şeylerin bulunduğu bir para kutusu, yazmakta olduğu bir hikâye ve birkaç elma saklıyordu. |
here (abouts) (nom.) | burası |
This (hereabouts) was a place. | Burası bir yerdi. |
This (hereabouts) was a place like a tunnel. | Burası tünel gibi bir yerdi. |
This (hereabouts) was a place like a tunnel consisting on one side of a brick wall, as to its other side of a sloping roof. | Burası, bir yanı tuğla duvar, diğer yanı ise eğimli bir çatıdan oluşan tünel gibi bir yerdi. |
to here (dative) | buraya |
Look here | buraya bak |
section /chapter / part | bölüm |
all | bütün |
all your life | bütün hayatın |
Magician / Wizard | Büyücü |
The Magician's Nephew | Büyücünün Yeğeni |
in a big house | büyük bir evde |
How nice to be able to do this much ressearch with a candle in a big house or in a row of houses | Büyük bir evde ya da bir sıra evlerde, bir mumla bu kadar araştırma yapabilmek ne güzeldir. |
and / also | da - de |
even more /still more | daha da |
even much more | daha da çok |
more | daha fazla |
better | daha iyi |
dirtier | daha kirli |
worse | daha kötü |
uncle ( mother's side) | dayı |
with your uncle and aunt | dayın ve teyzenle |
grandfather | dede |
your (pl) grandfather | dedeniz |
in your grandfather's childhood | dedenizin çocukluğunda |
he /she said | dedi |
treasure | define |
treasure | define |
treasure island / die Schatzinsel | define adası |
the beginning of 'Treasure Island' | Define Adası'nın başlangıcı |
in the beginning of 'Treasure Island' | Define Adası'nın başlangıcında |
that is in the beginning of Treasure Island | Define Adası'nın başlangıcındaki |
like there is in the beginning of Treasure Island | Define Adası'nın başlangıcındaki gibi |
to search for treasure | define aramak |
crazy | deli |
crazy | deli |
your crazy uncle | deli dayın |
to try | denemek |
to try (one time experiment) | denemek |
he doesn't try | denemez |
he doesn't even try | denemez bile |
Let's try | deneyelim |
Shall we try? | Deneyelim mi? |
sea | deniz |
tank | depo |
to continue | devam etmek |
He continued | devam etti |
precious / valuable | değerli |
precious things | değerli şeyler |
it is not | değil |
different /several /diverse | değişik |
several precious things | değişik değerli şeyler |
to change | değişmek |
to change something | değiştirmek |
Digory (had) liked the cave a lot (Polly didn't allow him to see the story) but he was more interested in the ressearch work. | Digory mağarayı çok sevmişti (Polly hikâyeyi görmesine izin vermemişti) fakat araştırma işiyle çok fazla ilgileniyordu. |
Digory (had) liked the cave a lot. | Digory mağarayı çok sevmişti. |
Digory (had) liked | Digory sevmişti |
to draw Digory's attention to cheerful topics | Digory'nin aklını neşeli konulara çelmek |
with the intention to draw Digory's attention to cheerful topics | Digory'nin aklını neşeli konulara çelmek üzere |
Digory, don't you want to go outside and play in the garden? | Digory, dışarıya çıkıp bahçede oynamak istemez misin? |
Digory said with a loud voice like someone too unhappy to care if anyone knew that he had cried: "Ok,I cried. Here it is." | Digory, kimsenin ağladığını bilmesine aldırmayacak kadar mutsuz biri gibi yüksek sesle: 'Tamam, ağladım. İşte.' dedi. |
with care /gingerly /attentively/sorgfältig | dikkatle |
to listen | dinlemek |
botton | dip |
as, that is /connecting quotations or direct speech to a verb other than demek | diye |
which you can call | diyebileceğiniz |
she was going to say | diyecekti |
the other | diğer |
the other | diğer |
the other houses | diğer evler |
into the other houses | diğer evlerin içine |
its other side | diğer yanı |
to go outside and play in the garden | dışarıya çıkıp bahçede oynamak |
to go outside | dışarıya çıkmak |
ninety | doksan |
honestly / to tell the truth / frankly / indeed | doğrusu |
status /condition / position / situation | durum |
wall | duvar |
He climbed to the top of the wall and showed his face. | Duvar üstüne tırmanıp yüzünü gösterdi. |
To climb to the top of the wall | duvar üstüne tırmanmak |
The walls don't go (pass) beyond the ceiling. | Duvarlar tavanın ötesine geçmiyor. |
to hear | duymak |
yesterday | dün |
last night | dün gece |
world | dünya |
you might think | düşünebilirsin |
to think | düşünmek |
hand | el |
of course (e) | elbette |
his hands | elleri |
fifty | elli |
apple | elma |
I am sure | eminim |
I am sure Digory doesn't want to listen to such things. | Eminim Digory böyle şeyleri dinlemek istemez. |
the coldest | en soğuk |
the coldest summer | en soğuk yaz |
the highest / the top | en üst |
the top floor | en üst kat |
There is a study in the top floor and Aunt Letty is saying that I mustn't go there. | En üst katta bir çalışma odası var ve Letty Teyze oraya gitmemem gerektiğini söylüyor. |
There is a study in the top floor. | En üst katta bir çalışma odası var. |
old /ancient | eski |
parts of old packaging boxes | eski ambalaj kutularının parçaları |
She had brought parts of old packaging boxes there and by putting these on top of the beams she had been able to create a floor. | Eski ambalaj kutularının parçalarını oraya getirmişti ve bunları kirişlerin üzerine koyarak bir zemin oluşturabilmişti. |
She had brought parts of old packaging boxes there. | Eski ambalaj kutularının parçalarını oraya getirmişti. |
She had brought parts of old packaging boxes and similar things there and by putting these on top of the beams she had been able to create a floor. | Eski ambalaj kutularının parçalarını ve buna benzer şeyleri oraya getirmişti ve bunları kirişlerin üzerine koyarak bir zemin oluşturabilmişti. |
She had brought parts of old packaging boxes, seats of broken kitchen chairs and similar things there and by putting these on top of the beams she had been able to create a floor. | Eski ambalaj kutularının parçalarını, kırık mutfak sandalyelerinin oturaklarını ve buna benzer şeyleri oraya getirmişti ve bunları kirişlerin üzerine koyarak bir zemin oluşturabilmişti. |
of the old pirates | eski korsanlardan |
house | ev |
indoor | ev içi |
indoor exploration | ev içi araştırması |
things which you can call indoor exploration | ev içi araştırması diyebileceğiniz şeyler |
The house was long time empty. | Ev uzun süre boştu. |
yes | evet |
yes | evet |
Yes, I think this too. | Evet, bunu ben de düşündüm. |
inside the house | evin içinde |
the end of the house | evin sonu |
at the end of the house | evin sonunda |
At the end of the house the tunnel ends, too. | Evin sonunda tünel de bitiyor. |
that the house was empty for a long time (fact) | Evin uzun süredir boş olduğu |
He wondered that the house was empty for a long time (fact). | Evin uzun süredir boş olduğunu merak ediyordu. |
He wondered why the house was empty for a long time (fact). | Evin uzun süredir neden boş olduğunu merak ediyordu. |
one of the houses | evlerin biri |
She lived in one of the houses. | Evlerin birinde yaşıyordu. |
the lumber room which was in the attic (between the ceilings) of their houses | evlerinin tavan arasındaki sandık odası |
if | eğer |
if your father was in India | eğer baban Hindistan'daysa |
if you (pl) stepped on | eğer basarsanız |
if all your life | eğer bütün hayatın |
if your whole life had passed on the country | eğer bütün hayatın taşrada geçseydi |
if your whole life had passed on the country and you had a horse | eğer bütün hayatın taşrada geçseydi ve bir atın olsaydı |
if your whole life had passed on the country and you had a horse and a river flowed at the bottom of the garden | eğer bütün hayatın taşrada geçseydi ve bir atın olsaydı ve bahçenin dibinden bir nehir aksaydı. |
if you (pl) stepped in between the beams | eğer kiriş aralarına basarsanız |
If you (pl) stepped in between the beams, you would find yourself in the room underneath. | Eğer kiriş aralarına basarsanız, kendinizi aşağıdaki odada bulurdunuz. |
inclined /sloping /curved | eğimli |
a sloping roof | eğimli bir çatı |
consisting of a sloping roof | eğimli bir çatıdan oluşan |
but | fakat |
but he was more interested in the ressearch work. | fakat daha fazla araştırma işiyle ilgileniyordu. |
But there is more. | Fakat dahası var. |
But if you had to sleep there | Fakat orada uyumak zorunda olsaydın |
But if you had to sleep there, you wouldn't like it at all. | Fakat orada uyumak zorunda olsaydın bundan hiç de hoşlanmazdın. |
but the meals were better. | fakat yemekler daha iyiydi. |
But the boy was too excited to listen and continued to speak. | Fakat çocuk dinlemeyecek kadar heyecanlıydı ve konuşmaya devam ediyordu. |
But the boy was too excited to listen. | Fakat çocuk dinlemeyecek kadar heyecanlıydı. |
But the boy was excited. | Fakat çocuk heyecanlıydı. |
thought /idea | fikir |
the idea was brought up | fikir ortaya atıldı |
funny /strange / odd (g) | garip |
night | gece |
when it comes to | gelince |
to come | gelmek |
in general | genellikle |
in fact / in reality | gerçekte |
And in fact what the boy was doing | Gerçekte çocuğun yaptığı da |
And in fact what the boy had been doing was nearly this. | Gerçekte çocuğun yaptığı da hemen hemen buydu. |
really | gerçekten |
if you were brought | getirilseydin |
to bring | getirmek |
to pass | geçmek |
to pass /go /outrun/surpass | geçmek |
like | gibi |
Let's go | gidelim |
to go and... | gidip |
to go and take a glance | gidip bir göz atmak |
to go and try | gidip denemek |
Shall we go and try? | Gidip deneyelim mi? |
the coming (and) goings | gidiş gelişler |
It narrates how the coming and goings started | Gidiş gelişlerin nasıl başladığını anlatır. |
we can enter | girebiliriz |
to enter /to go in | girmek |
to go | gitmek |
Let's not go | Gitmeyelim |
to see | görmek |
the water tank that could be seen | görülebilen su deposu |
to seem / appear | görünmek |
to show | göstermek |
to take (somewhere) | götürmek |
His eyes are so scary, that... | Gözleri öylesine korkunç ki. |
day | gün |
diary | günlük |
to become strong | güçlenmek |
You need to eat vegetable to grow strong. | Güçlenmek için sebze yemelisin. |
great | harika |
life (h) | hayat |
no | hayır |
No thanks. | Hayır teşekkürler. |
nearly | hemen hemen |
It was nearly this | hemen hemen buydu. |
almost every day | hemen hemen her gün |
they met almost every day | hemen hemen her gün buluştular |
right next to | hemen yanında |
still /just /yet | henüz |
since it was just the beginning of the summer holiday | henüz yaz tatilinin başlangıcı olması nedeniyle |
Since it was just the beginning of the summer holidays, as both didn't go to the sea, they met each other almost every day. | Henüz yaz tatilinin başlangıcı olması nedeniyle ikisi de denize gitmeyecekleri için, hemen hemen her gün buluştular. |
always | hep |
He always has to hide himself from his old comrades. | hep eski yoldaşlarından saklanmak zorundadır. |
every (h) | her |
every day | her gün |
You had to wear that stiff and stearched collar every day | Her gün o sert ve kolalı yakayı takmak zorundaydınız |
both of them /either | her ikisi de |
Both of them felt | Her ikisi de hissediyordu |
They both felt that it would be a sign of weakness. | Her ikisi de, bir zayıflık işareti olacağını hissediyordu. |
everybody | herkes |
like everyone else | herkes gibi |
he like everyone else | herkes gibi o da |
Like everyone else he, too wondered. | Herkes gibi o da merak ediyordu. |
excited / emotional | heyecanlı |
excited | heyecanlı |
He was excited. | Heyecanlıydı |
story | hikâye |
to see the story | hikâyeyi görmek |
him to see the story /his seeing the story | hikâyeyi görmesi |
India | Hindistan |
thief | hırsız |
We can get caught as thieves | hırsız diye yakalanırız |
he felt | hissediyordu |
to feel | hissetmek |
no / any | hiç |
nobody | hiç kimse |
Nobody said the word 'haunted'. | Hiç kimse 'perili' diye laf etmemişti. |
nobody said | hiç kimse laf etmemişti |
He could never talk enough | hiç yeteri kadar konuşamadı |
to like (h) an ablative | hoşlanmak |
to like / please /plaire | hoşuna gitmek |
still (h) | hâlâ |
the two (of them) / both | ikisi de |
since both didn't go to the sea | ikisi de denize gitmeyecekleri için |
interesting | ilginç |
curiously (i) | ilgiyle |
as for /as to /if | ise |
name (i) | isim |
Don't you want | istemez misin |
if you don't want | istemiyorsan |
if you want | istiyorsan |
good | iyi |
thorougly / quite / fully / completely | iyice (bir) |
to allow | izin vermek |
she would drink | içerdi |
inside | içinde |
a money box with several precious things inside | içinde değişik değerli şeylerin bulunduğu bir para kutusu |
to drink | içmek |
work | iş |
light (noun) | ışık |
light was (in the middle of) infiltrating | ışık sızmaktaydı |
here (it is)/ now / as you see / voilà | işte |
I went to his office in order to talk to Jack | Jack'le konuşmak üzere ofisine gittim. |
false-coiner /counterfighter | kalpazan |
closed | kapalı |
to keep switched off (e. g. telefon) / to keep shut (e. g. mouth) /to keep someone locked up | kapalı tutmak |
door | kapı |
covered (k) | kaplanmış |
dark | karanlık |
the dark place | karanlık yer |
siblings | kardeşler |
wife | karı |
his wife | karısı |
to mean /to aim at /refer to | kastetmek |
smuggler | kaçakçı |
a caverne where smugglers took refuge | kaçakçıların sığındığı bir mağara |
(one's) own | kendi |
our own world | kendi dünyamız |
between our own world and the land of Narnia | kendi dünyamızla Narnia ülkesi arasında |
the comings and goings between our own world and the land of Narnia | kendi dünyamızla Narnia ülkesi arasındaki gidiş gelişler |
you would find yourself in the room underneath | kendinizi aşağıdaki odada bulurdunuz |
you (pl) would find yourself | kendinizi bulurdunuz |
to explore /discover | keşfetmek |
Which is what you need to do, too | ki senin de yapman gereken budur |
so unhappy that he didn't care if anyone knew that he had cried | kimsenin ağladığını bilmesine aldırmayacak kadar mutsuz |
like someone who is to unhappy too care if anyone knew that he had cried | kimsenin ağladığını bilmesine aldırmayacak kadar mutsuz biri gibi |
that somebody knew | kimsenin bilmesi |
so unhappy that he didn't care if anyone knew | kimsenin bilmesine aldırmayacak kadar mutsuz |
tile (k) | kiremit |
broken | kırık |
broken kitchen chairs | kırık mutfak sandalyeleri |
seats of broken kitchen chairs | kırık mutfak sandalyelerinin oturakları |
She had brought seats of broken kitchen chairs and similar things. | Kırık mutfak sandalyelerinin oturaklarını ve buna benzer şeyleri getirmişti. |
beam (wood) /rafter /timber /Balken | kiriş |
the space /gap between the beams | kirişlerin arası |
the gaps inbetween the beams were only covered with plaster | Kirişlerin arası sadece sıvayla kaplanmıştı |
from beam to beam | kirişten kirişe |
to jump from beam to beam | kirişten kirişe atlamak |
You (pl) had to jump from beam to beam | kirişten kirişe atlamak zorundaydınız |
You (pl) had to jump from beam to beam and the gaps inbetween the beams were only covered with plaster. | Kirişten kirişe atlamak zorundaydınız ve kirişlerin arası sadece sıvayla kaplanmıştı. |
forty | kırk |
dirty | kirli |
girl | kız |
angry (k) | kızgın |
indignantly / entrüstet | kızgınlıkla |
stearched | kolalı |
talking /speech /conversation | konuşma |
his talking | konuşması |
than his speech revealed | Konuşmasının açığa vurduğundan |
much more than his speech revealed | Konuşmasının açığa vurduğundan çok daha fazla |
He was much more excited than his speech revealed. | Konuşmasının açığa vurduğundan çok daha fazla heyecanlıydı. |
he doesn't even try to talk | konuşmayı denemez bile |
floor /hallway | koridor |
in /from the hallway | koridordan |
from the hallway towards your room | koridordan senin odana |
to approach from the hallway | koridordan yaklaşmak |
terrible / awful /scary | korkunç |
pirate (k) | korsan |
by putting | koyarak |
to put | koymak |
to use | kullanmak |
to dry | kurulamak |
box | kutu |
suspicious | kuşkulu |
bad | kötü |
a horrible place | kötü bir yer |
word (l) | laf |
to talk /chat (l. e.) | laf etmek |
in Lewisham Road | Lewisham yolunda |
delicious | lezzetli |
London is not a bad place.... | Londra kötü bir yer değil ki. |
There lived a girl in London | Londra'da bir kız yaşıyordu. |
adventure | macera |
to go on adventures /to embark on an adventure | maceralara atılmak |
cave / cavern | mağara |
He wondered. | Merak ediyordu. |
to wonder | merak etmek |
to make someone curious / to cause s.o. to worry | meraklandırmak |
stairs | merdivenler |
once /when | mi /mı /mu |
candle | mum |
kitchen | mutfak |
kitchen chairs | mutfak sandalyeleri |
unhappy | mutsuz |
The diaries (chronicles) of Narnia | Narnia Günlükleri |
the land of Narnia | Narnia ülkesi |
how | nasıl |
what do you think it is like | nasıl bir şey sence |
kind / polite / courteous | nazik |
how nice (fact) | ne güzeldir |
How great! | Ne harika! |
How cool! You have learned sixty words. | Ne harika! Altmış sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned ninety words. | Ne harika! Doksan sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned fifty words. | Ne harika! Elli sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned forty words. | Ne harika! Kırk sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned ten words. | Ne harika! On sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned thirty words. | Ne harika! Otuz sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned eighty words. | Ne harika! Seksen sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned seventy words. | Ne harika! Yetmiş sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned twenty words. | Ne harika! Yirmi sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned hundred and sixty words. | Ne harika! Yüz altmış tane sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned hundred and ninety words. | Ne harika! Yüz doksan tane sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned hundred and fifty words. | Ne harika! Yüz elli tane sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned hundred and forty words. | Ne harika! Yüz kırk tane sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned hundred and ten words. | Ne harika! Yüz on tane sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned hundred and thirty words. | Ne harika! Yüz otuz tane sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned hundred and eighty words. | Ne harika! Yüz seksen tane sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned one hundred words. | Ne harika! Yüz sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned hundred and seventy words. | Ne harika! Yüz yetmiş tane sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned hundred and twenty words. | Ne harika! Yüz yirmi tane sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned hundred and twenty words. | Ne harika! Yüz yirmi tane sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned three hundred and fifty words. | Ne harika! Üç yüz elli tane sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned three hundred words. | Ne harika! Üç yüz tane sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned two hundred and fifty words. | Ne harika! İki yüz elli tane sözcük öğrendin. |
How cool! You have learned two hundred words. | Ne harika! İki yüz tane sözcük öğrendin. |
How exciting! | Ne heyecanlı! |
Whatever (happens) / at any rate / in any case | Ne olursa olsun |
What kind of | Ne tür |
when | ne zaman |
Whenever he wants to tell me something | ne zaman bana bir şey söyleyecek olsa |
whenever you want | ne zaman istersen |
whenever it is | ne zaman olsa |
whenever (s. o. x'es) | ne zaman X- sa - se |
reason /cause / reason (n) | neden |
How will we know? (lit. from where will we know?) | Nereden bileceğiz? |
where to (dat) | nereye |
until where | nereye kadar |
Until where I don't know. | Nereye kadar bilmiyorum. |
happy /cheerful | neşeli |
cheerful topics | neşeli konular |
There was no child in that house. | O evde hiç çocuk yoktu. |
another house than that (house) | o evden başka bir ev |
that we are not in another house than that (house) | o evden başka bir evde olmadığımız |
In those days | O günlerde |
In those days the Bastables still searched for treasure in Lewisham way. | O günlerde Bastables hâlâ Lewisham yolunda define arıyordu. |
If you (pl/formal) were a child in those days | O günlerde, eğer çocuksanız, |
In those days Sherlock Holmes still lived in Baker Street and the Bastables still searched for treasure in Lewisham way. | O günlerde, Sherlock Holmes hâlâ Baker Street'te yaşıyordu ve Bastables hâlâ Lewisham yolunda define arıyordu. |
If you were a child in those days, you had to wear that stiff and stearched collar every day and the schools in general were worse than the present ones, but the meals were better. | O günlerde,eğer çocuksanız, her gün o sert ve kolalı yakayı takmak zorundaydınız, ve okullar genellikle şimdikinden daha kötüydü, fakat yemekler daha iyiydi. |
If you were a child in those days, you had to wear that stiff and stearched collar every day | O günlerde,eğer çocuksanız, her gün o sert ve kolalı yakayı takmak zorundaydınız. |
If you were a child in those days, you had to wear that stiff and stearched collar every day | O günlerde,eğer çocuksanız, her gün o sert ve kolalı yakayı takmak zorundaydınız. |
that summer | o yaz |
that summer being the coldest summer | o yazın en soğuk yaz olması |
that summer being the rainest and coldest summer | o yazın en yağışlı ve soğuk yaz olması |
that summer being | o yazın olması |
that summer being the coldest summer since years | o yazın yıllardan beri en soğuk yaz olması |
that summer being the rainest and coldest summer since years | o yazın yıllardan beri en yağışlı ve soğuk yaz olması |
that summer was the rainest and coldest summer experienced since years | o yazın yıllardan beri yaşanan en yağışlı ve soğuk yaz olmasıydı |
office | ofis |
the schools | okullar |
The schools in general were worse than the present ones. | Okullar genellikle şimdikinden daha kötüydü. |
he could not be | olamazdı |
because of (it being) | olması nedeniyle |
consisting of | oluşan |
to consist of / be formed / take shape /occur | oluşmak |
she had been able to create | oluşturabilmişti |
to create / form / constitute | oluşturmak |
ten | on |
ten words | on sözcük |
similar to her | ona benzer - onun benzeri |
they look after your mother | Onlar annene bakarlar |
that they look after your mother | Onların annene bakmaları |
how cheap and delicious they were | onların ne kadar ucuz ve lezzetli olduğu |
doing it (verbal noun) | onu yapma |
to do it | onu yapmak |
not doing it | onu yapmama |
He felt that not doing it would be a sign of weakness. | Onu yapmamanın bir zayıflık işareti olacağını hissediyordu. |
that not doing it would be | onu yapmamanın olacağı |
He felt that not doing it would be. | onu yapmamanın olacağını hissediyordu |
the dark place that was behind it | onun arkasındaki karanlık yer |
there | orada |
There lived (o) only the unmarried siblings, Mr. and Mrs. Ketterley. | Orada sadece bekâr kardeşler, Bay ve Bayan Ketterley'ler oturuyordu. |
to pass there | oradan geçmek |
to tell the truth I don't like very much to pass there | oradan geçmek pek hoşuna gitmiyor doğrusu |
she had brought there | oraya getirmişti |
that I mustn't go there | oraya gitmemem gerektiği |
(the) there (acc) | orayı |
to be brought up | ortaya atılmak |
to come up with /to bring forward | ortaya atmak |
seat | oturak |
to sit / to live | oturmak |
thirty | otuz |
to play | oynamak |
Don't you want to play | oynamak istemez misin |
money | para |
pieces | parçalar |
very (p) | pek |
You are very (p) smart. | Pek akıllısın. |
I don't like very much | pek hoşuna gitmiyor |
to tell the truth I don't like very much | pek hoşuna gitmiyor doğrusu |
all right / jolly well | pekâlâ |
haunted | perili |
Polly was using the section | Polly bölümü kullanıyordu. |
Polly, too thought the same things. | Polly de aynı şeyleri düşünüyordu. |
Polly thought, too. | Polly de düşünüyordu. |
Polly didn't allow. | Polly izin vermemişti. |
Polly had discovered the dark place. | Polly karanlık yeri keşfetmişti. |
Polly had explored | Polly keşfetmişti |
Polly was using | Polly kullanıyordu |
Polly didn't allow him to see the story. | Polly onun hikâyeyi görmesine izin vermemişti. |
a girl by the name Polly Plumber | Polly Plumber adında bir kız |
Polly had explored the water tank that could be seen when the small door of the lumber room was opened | Polly sandık odasının küçük kapısı açıldığında görülebilen su deposunu keşfetmişti. |
Polly had explored the water tank that could be seen when the small door of the lumber room was opened and the dark place that was behind it which you could reach if you climbed with a bit of care | Polly sandık odasının küçük kapısı açıldığında görülebilen su deposunu ve onun arkasındaki, biraz dikkatle tırmanırsanız ulaşabileceğiniz, karanlık yeri keşfetmişti. |
Polly had explored the water tank that could be seen when the small door of the lumber room was opened and the dark place that was behind it. | Polly sandık odasının küçük kapısı açıldığında görülebilen su deposunu ve onun arkasındaki karanlık yeri keşfetmişti. |
Polly was using the section right next to the water tank as a cave. | Polly su deposunun hemen yanındaki bölümü bir mağara gibi kullanıyordu. |
Polly was using the section right next to the water tank as a cavern where smugglers would take refuge. | Polly su deposunun hemen yanındaki bölümü kaçakçıların sığındığı bir mağara gibi kullanıyordu. |
Polly was using the section right next to the water tank | Polly su deposunun hemen yanındaki bölümü kullanıyordu. |
Thus Polly and Digory met/got to know each other. | Polly ve Digory bu şekilde birbirleriyle tanışmış oldular. |
Polly was very surprised, because up till now there had never been any children in that house. | Polly çok şaşırmıştı, çünkü şimdiye kadar o evde hiç çocuk yoktu. |
Polly was very surprised. | Polly çok şaşırmıştı. |
Half of Polly | Polly'nin yarısı |
Half as funny as Polly | Polly'nin yarısı kadar garip |
Polly lived in one of a long row of houses, joined together. | Polly, birbirine bitişik, uzun sıra evlerin birinde yaşıyordu. |
Polly had discovered long time ago the water tank that could be seen when the small door of the lumber room in the attic of their houses was opened and the dark place that was behind it which you could reach if you climbed with a bit of care. | Polly, uzun zaman önce, evlerinin tavan arasındaki sandık odasının küçük kapısı açıldığında görülebilen su deposunu ve onun arkasındaki, biraz dikkatle tırmanırsanız ulaşabileceğiniz, karanlık yeri keşfetmişti. |
only | sadece |
to hide | saklamak |
to hide oneself (s) | saklanmak |
chair | sandalye |
chest /box | sandık |
lumber room /storage room/ Rumpelkammer | sandık odası |
When the small door of the lumber room was opened | sandık odasının küçük kapısı açıldığında |
the water tank that could be seen when the small door of the lumber room was opened | sandık odasının küçük kapısı açıldığında görülebilen su deposu |
as if he was trying not to cry | sanki ağlamamaya çalışıyormuş gibi |
to think /fancy | sanmak |
reason (s) | sebep |
vegetable | sebze |
eighty | seksen |
You cried too | Sen de ağladın |
You also would cry | Sen de ağlardın |
If you go for it count me in. / If you do it, I am game. | Sen varsan ben de varım. |
to(wards) your room | senin odana |
stiff | sert |
stiff and stearched | sert ve kolalı |
sound /voice /noise | ses |
to love /like | sevmek |
Sherlock Holmes lived still in Baker Street | Sherlock Holmes hâlâ Baker Street'te yaşıyordu |
often /frequently | sık sık |
She often would drink a ginger beer there. | Sık sık zencefilli gazoz içerdi orada. |
row / queue / line | sıra |
plaster | sıva |
covered (k) with plaster | sıvayla kaplanmış |
I didn't (use to) know that your (pl/formal) house was this much interesting. | Sizin evin bu kadar ilginç olduğunu bilmezdim. |
the house which is on the other side of you(rs) | sizin öbür yanınızdaki ev |
I won't tell you | sizlere söylemeyeceğim |
I will tell you (pl/formal) | sizlere söyleyeceğim |
infiltrate / leak /creep /filter out /effuse /emanate | sızmak |
to be in the middle of infiltrating | sızmakta |
to take refuge | sığınmak |
the end | son |
then /after | sonra |
Then there is something more. | Sonra bir şey daha var. |
If he then had cried thorougly | sonra iyice (bir) ağlamış olsaydı |
then he had cried thorougly / then he had had a good cry | sonra iyice (bir) ağlamıştı |
she asked | sordu |
to ask | sormak |
cold | soğuk |
water | su |
water tank | su deposu |
right next to the water tank | su deposunun hemen yanında |
the section right next to the water tank | su deposunun hemen yanındaki bölüm |
water down / dillute | sulandırmak |
to stop speaking / to shut up / to fall silent | susmak |
to silence s.o./ to shut s.o. up | susturmak |
to say | söylemek |
word (s) | sözcük |
time /period (s) | süre |
floor /base /Boden (t) | taban |
Ok | tamam |
Ok I cried. Here it is. | Tamam ağladım işte. |
piece /grain (used optional after numbers) | tane |
holiday | tatil |
Dessert / Sweetie | tatlı |
when it comes to desserts | Tatlılara gelince |
When it comes to sweets how cheap and delicious they were I won't tell you | Tatlılara gelince, onların ne kadar ucuz ve lezzetli olduğunu sizlere söylemeyeceğim |
When it comes to sweets how cheap and delicious they were I won't tell you, because this only makes your mouth water unnecessarily | Tatlılara gelince, onların ne kadar ucuz ve lezzetli olduğunu sizlere söylemeyeceğim, çünkü bu sadece boşu boşuna ağzınızı sulandırır. |
ceiling | tavan |
attic / loft | tavan arası |
the stairs going out to the attic/ the attic stairs | tavan arasına çıkan merdivenler |
the bottom of the attic stairs | tavan arasına çıkan merdivenlerin dibi |
Passing the bottom of the attic stairs when going to bed | tavan arasına çıkan merdivenlerin dibinden geçerek yatmaya giderken |
beyond the ceiling | tavanın ötesine |
to move (houses) | taşınmak |
country(side) /province /backwoods (otherwise kırsal) | taşra |
aunt (mother's side) | teyze |
my aunt always shuts him up | teyzem onu hep susturuyor. |
he doesn't even try to talk with my aunt | teyzemle konuşmayı denemez bile |
thanks | teşekkürler |
if you climb (pl) | tırmanırsanız |
to climb | tırmanmak |
ground | toprak |
brick /tile | tuğla |
a brick wall | tuğla duvar |
tunnel | tünel |
The tunnel ends. | Tünel bitiyor. |
The tunnel continues. | Tünel devam ediyor. |
a place like a tunnel | tünel gibi bir yer |
cheap | ucuz |
which you will be able to reach (pl) /which you can reach | ulaşabileceğiniz |
to reach | ulaşmak |
awake | uyanık |
to lie awake | uyanık uzanmak |
to sleep | uyumak |
far away | uzaklarda |
long | uzun |
a long row | uzun sıra |
a long row of houses | uzun sıra evler |
She lived in one of a long row of houses. | Uzun sıra evlerin birinde yaşıyordu. |
long time | uzun süre |
long time ago | uzun zaman önce |
a thing that happened long time ago | uzun zaman önce olmuş bir şey |
to arrive (v) /be there /get to | varmak |
and | ve |
and if your mother was sick | ve annen hastaysa |
and if your mother was sick and going to die | ve annen hastaysa ve ölecekse |
and if your mother was going to die | ve annen ölecekse |
And I say (that)! | Ve ben derim ki! |
and if you had a horse | ve bir atın olsaydı |
and similar things | ve buna benzer şeyler |
and also if the reason for this was that they take care of your mother | ve bunun sebebi de onların annene bakmalarıysa |
And if your father was far off in India | Ve eğer baban uzaklarda, Hindistan'daysa |
And if your father was far off in India and if you had to live with your crazy uncle and your aunt | Ve eğer baban uzaklarda, Hindistan'daysa ve eğer deli dayın ve teyzenle yaşamak zorunda kalmışsan |
And if your father was far off in India and if you had to live with your crazy uncle and your aunt ( Who would like that ?) and also if the reason for this (s) was that they take care of your mother and that your mother was sick and going to die. | Ve eğer baban uzaklarda, Hindistan'daysa ve eğer deli dayın ve teyzenle yaşamak zorunda kalmışsan ( Bundan kim hoşlanır ki ? ) ve bunun sebebi de onların annene bakmalarıysa ve annen hastaysa ve ölecekse . |
And if your father was far off in India and if you had to live with your crazy uncle and your aunt ( Who would like that ?) and also if the reason(s) for this was that they take care of your mother | Ve eğer baban uzaklarda, Hindistan'daysa ve eğer deli dayın ve teyzenle yaşamak zorunda kalmışsan (Bundan kim hoşlanır ki ? ) ve bunun sebebi de onların annene bakmalarıysa |
and if you had to live with your crazy uncle and your aunt | ve eğer deli dayın ve teyzenle yaşamak zorunda kalmışsan |
and he continued to speak | ve konuşmaya devam ediyordu. |
and Aunt Letty is saying that I mustn't go there | ve Letty Teyze oraya gitmemem gerektiğini söylüyor. |
and Aunt Letty is saying | ve Letty Teyze söylüyor |
And then also because she didn't know what to say | Ve sonra da ne diyeceğini bilemediği için |
And then also because she didn't know what to say, she asked with the intention to draw Digory's attention to cheerful topics: | Ve sonra da ne diyeceğini bilemediği için Digory'nin aklını neşeli konulara çelmek üzere sordu : |
and if then also you were brought to live to a horrible place like this. | ve sonra da yaşamak için bunun gibi kötü bir yere getirilseydin |
And if he then also had dried his face with his hands | ve sonra da yüzünü elleriyle kurulamış olsaydı |
and then also he had dried his face with his hands | ve sonra da yüzünü elleriyle kurulamıştı |
And again (also) in those days | Ve yine o günlerde |
And again (also) in those days there lived a girl in London by the name Polly Plumber | Ve yine o günlerde Londra'da, Polly Plumber adında bir kız yaşıyordu. |
to be about to x | X - üzere olmak |
to Y in order to X / with intention to X | X-mek üzere Y-mek |
either ...or | ya ... ya da |
Or maybe he is a false-coiner. (fact) | Ya da belki de kalpazandır. |
Or he is one of the old pirates like at the beginning of Treasure Island | Ya da Define Adası'nın başlangıcındaki gibi eski bir korsanlardandır |
Or he is one of the old pirates like at the beginning of Treasure Island and always has to hide himself from his old comrades. | Ya da Define Adası'nın başlangıcındaki gibi eski bir korsanlardandır ve hep eski yoldaşlarından saklanmak zorundadır. |
or in a row of houses | ya da sıra evlerde |
He is either crazy or he is keeping a secret | Ya deli ya da bir sır saklıyor |
strange /foreign | yabancı |
The strange boy's (ç) face was very dirty. | Yabancı çocuğun yüzü çok kirliydi. |
collar | yaka |
we get caught | yakalanırız |
to be caught /to get caught | yakalanmak |
to wear the collar | yakayı takmak |
to approach | yaklaşmak |
to listen to(it/them) approaching | yaklaştığını dinlemek |
side / next | yan |
side (y) | yan |
the next (door) garden | yan bahçe |
the next garden's wall | yan bahçenin duvarı |
that is / I mean (filling word) | yani |
so, that is, I mean (filling word) | yani |
I mean, does at the end of the house the tunnel end, too? | Yani evin sonunda tünel de bitiyor mu? |
your (pl) side | yanınız |
which is on your (pl) side | yanınızdaki |
wrong | yanlış |
The wrong door | Yanlış kapı |
to do | yapmak |
to do | yapmak |
half | yarı |
bed | yatak |
in the bed | yatakta |
when you lie awake in bed | Yatakta uyanık uzanırken |
to listen, while laying awake in bed, to Uncle Andrew's footsteps heavily approaching from the hallway towards your room | Yatakta uyanık uzanırken Andrew Dayı'nın ayak seslerinin ağır ağır koridordan senin odana yaklaştığını dinlemek |
What do you think it is like, while you are awake in bed, to listen to the sound of Uncle Andrew's footsteps slowly approaching your room from the hallway ? | Yatakta uyanık uzanırken Andrew Dayı'nın ayak seslerinin ağır ağır koridordan senin odana yaklaştığını dinlemek nasıl bir şey sence? |
to sleep (go to bed) | yatmak |
When I was going to bed (-ken Gerund) | yatmaya giderken |
When I went to sleep I head a scream. | yatmaya giderken bir çığlık duydum. |
to go to bed / schlafen gehen | yatmaya gitmek |
summer | yaz |
summer holidays | yaz tatili |
beginning of the summer holidays | yaz tatilinin başlangıcı |
because it was the beginning of the summer holidays | yaz tatilinin başlangıcı olması nedeniyle |
to write | yazmak |
to be in the middle of writing | yazmakta |
that she was in the middle of writing | yazmakta olduğu |
a story she was in the middle of writing | yazmakta olduğu bir hikâye |
she was in the middle of writing | yazmaktaydı |
rainy | yağışlı |
to live | yaşamak |
if you were left to live / if you had to live | yaşamak zorunda kalmışsan |
experienced / lived | yaşanan |
food | yemek |
to eat | yemek |
the meals | yemekler |
at meal time / at dinner | yemekte |
Whenever he wants to tell me something at meal time | Yemekte ne zaman bana bir şey söyleyecek olsa |
Whenever he wants to tell me something at meal time -he doesn't even try to talk with my aunt - my aunt always shuts him up. | Yemekte ne zaman bana bir şey söyleyecek olsa - teyzemle konuşmayı denemez bile - teyzem onu hep susturuyor. |
you should eat | yemelisin |
enough (up to enough) | yeteri kadar |
seventy | yetmiş |
Nephew /niece | yeğen |
to wash | yıkamak |
year | yıl |
since years | yıllardan beri |
again | yine |
twenty | yirmi |
there was not/ (+ personal ending on its subject: didn't have) | yoktu |
way /road | yol |
comrade | yoldaş |
to direct /lead /destine /orient | yöneltmek |
with a loud voice | yüksek sesle |
he said with a loud voice | yüksek sesle dedi |
He said with a loud voice: "Ok, I cried, here it is." | Yüksek sesle: 'Tamam ağladım işte.' dedi. |
face | yüz |
hundred | yüz |
to show one's face | yüzünü göstermek |
time | zaman |
weak /slim | zayıf |
weakness | zayıflık |
ginger /Ingwer | zencefil |
ginger ale /ginger pop /ginger beer | zencefilli gazoz |
you (pl) had to | zorundaydınız |
study room | çalışma odası |
roof (ç) | çatı |
some tiles of the roof | çatının bazı kiremitleri |
between some tiles of the roof | çatının bazı kiremitlerinin arasında |
from between some tiles of the roof | çatının bazı kiremitlerinin arasından |
Light was infiltrating from inbetween the tiles of the roof. | çatının bazı kiremitlerinin arasından ışık sızmaktaydı. |
crazy (ç) | çılgın |
child | çocuk |
childhood | çocukluk |
Don't make the child worry, Andrew. | Çocuğu meraklandırma, Andrew. |
What the boy was doing | Çocuğun yaptığı |
The boy's face changed. | Çocuğun yüzü değişti. |
very | çok |
much more | çok daha fazla |
He was much more excited | çok daha fazla heyecanlıydı |
It is a very important story, | Çok önemli bir hikâyedir, |
It is a very important story, because it narrates how the coming and goings between our own world and the land of Narnia began. | Çok önemli bir hikâyedir, çünkü kendi dünyamızla Narnia ülkesi arasındaki gidiş gelişlerin nasıl başladığını anlatır. |
because | çünkü |
because | çünkü |
because it explains | çünkü anlatır |
Because it is empty. | Çünkü boş. |
because this only makes your mouth water unnecessarily | çünkü bu sadece boşu boşuna ağzınızı sulandırır. |
because up to now there was no child in that house. | çünkü şimdiye kadar o evde hiç çocuk yoktu. |
Because like everyone else he wondered why the house was empty for a long time (fact). | Çünkü, herkes gibi o da, evin uzun süredir neden boş olduğunu merak ediyordu. |
the other / the far off | öbür |
which is on the other side of you(pl) | öbür yanınızdaki |
before / ago / first | önce |
If he first had rubbed his hands on the ground | Önce ellerini toprağa bulamış olsaydı |
If he first had rubbed his hands on the ground, then had cried thorougly and then also had dried his face with his hands | Önce ellerini toprağa bulamış, sonra iyice (bir) ağlamış ve sonra da yüzünü elleriyle kurulamış olsaydı |
If he first had rubbed his hands on the ground, then had cried thorougly and then also had dried his face with his hands, he couldn't have been dirtier from that. | Önce ellerini toprağa bulamış, sonra iyice (bir) ağlamış ve sonra da yüzünü elleriyle kurulamış olsaydı, bundan daha kirli olamazdı. |
First he had rubbed his hands on the ground | Önce ellerini toprağa bulamıştı |
first(ly) | öncelikle |
Firstly this seems a bit suspicious to me. | Öncelikle bu bana biraz kuşkulu görünüyor. |
important | önemli |
beyond | öte |
such | öylesine |
so frightening that | öylesine korkunç ki |
then /if so /in that case | öyleyse |
especially | özellikle |
I am sorry. | Özür dilerim. |
you have learned | öğrendin |
to learn | öğrenmek |
land / country | ülke |
high /top | üst |
on top of (direction - dative) | üstüne |
in order to / like için but more: with the intention to | üzere |
Let's not go if you don't want. | İstemiyorsan gitmeyelim |
to be surprized | şaşırmak |
now | şimdi |
from the ones now/ from the present ones/ from the current ones | şimdikinden |
until now | şimdiye kadar |
bottle | şişe |