Lounge chair /Liegestuhl / chaise longue | şezlong |
He sat on the lounge chair (Liegestuhl) | Şezlonga oturdu |
honour / dignity | şeref |
He gave me his word of honor | Bana şeref sözü verdi |
dawn / daybreak | şafak |
Good luck! (lit. Break the devil's leg) / Hals und Beinbruch | Şeytanın bacağını kır! |
luck (ş) | şans |
wine | şarap |
wonder / confusion / surprise / astonishment / amazement (ş) | Şaşkınlık |
sugar / candy | şeker |
Fashion /form / mode (ş) | şekil |
in a fashion/ way (ş) | bir şekilde |
in a clumsy way | beceriksiz bir şekilde |
thing | şey |
now | şimdi |
Such (the following)/ like that | şöyle |
that (refers to an object at distance / something to come up in the next sentence / an example not mentioned yet) | şu |
hawk | şahin |
peach | şeftali |
Schnitzel | şnitzel |
so far | Şimdiye dek |
(right) now / currently | şu anda |
prank / teazing remark /Streich | şaka |
to clink / clank (sword) | şakırdatmak |
town people / city people (ş) | şehirliler |
doubt /skepsis | şüphe |
to doubt / suspect / be skeptical about | şüphe etmek |
I doubt that very much. | Çok şüpheliyim. |
I have no doubt. | Şüphem yok. |
to complain | şikayet etmek |
If I thought for example of someone complaining | Örneğin birinin şikayet ettiğini düşünseydim |
the same thing | aynı şey |
to continue to say the same things | aynı şeyleri söyleyip durmak |
fat | şişman |
to get fat | şişmanlamak |
I will get fat if I go on eating like this. | Çok yemeye devam edersem şişmanlayacağım. |
already (ş) | şimdiden |
While he had already started to relish the taste of his victory | şimdiden zaferinin tadını çıkarmaya başlamışken |
lightening / flash | şimşek |
a red flash/lightening | kırmızı bir şimşek |
the horse hit by the lightening stumbled and... | Şimşeğin çarptığı at tökezleyip |
stripe / band | şerit |
wonderful / fantastic (ş) | şahane |
to surprise / amaze | şaşırtmak |
It amazed him a lot. | Onu çok şaşırtıyordu. |
whereas now / but now | şimdiyse |
His clothes once were spectacular /resplendant, (but / wheras) now they were torn and dirty. | Giysileri bir zamanlar gösterişliydi, şimdiyse yırtık ve kirliydi. |
in wonder | şaşkınlık içinde |
euhh what's the name/ truc /Dingsbums /thingy (spoken language) | şey |
Phylum /Stamm (biol.) (e.g. Chordata /Chordatiere (Wirbeltiere/ Schädellose /Manteltiere) | şube |
password | Şifre |
I want to change my password | Şifremi değiştirmek istiyorum |
Click to change your password | Şifrenizi değiştirmeniz için tıklayınız |
candlestick | şamdan |
to shape /give form | şekillendirmek |
We are shaping the future | Geleceği şekillendiriyoruz |
It is better you go (verbal noun) back now | şimdiden geri dönmeniz daha iyi olur |
If you are going to waste (steal) my time with unnecessary things you had better go now (your returning now would be better) | Gereksiz şeylerle zamanımı çalacaksanız şimdiden geri dönmeniz daha iyi olur. |
(for a voice)cheerful, joyful, pleasant / (for a person) speaking with a cheerful voice, full of life, lively,cheerful, pleasant | şakrak |
merry / jolly / sprightly (ş) | şen |
merry / jolly / sprightly / çok neşeli (ş) | şen şakrak |
They all come from the sea merrily, giggling loudly, shouting. | Hepsi şen şakrak, sesli sesli gülüşerek, haykırışarak denizden geliyorlar. |
lucky (ş) | Şanslı |
to consider (feel) oneself lucky | kendini şanslı hissetmek |
to count oneself lucky | kendini şanslı saymak |
one's lucky day | şanslı günü |
lucky number | şanslı sayı |
lucky guess | şanslı tahmin |
a lucky streak / string of good luck | bir dizi şanslı olay |
He is the luckiest person I know | o tanıdığım en şanslı insandır |
I realize I am really lucky to have you as a friend | sana sahip olduğum için şanslı olduğumun farkındayım |
You are a lucky guy | şanslı bir adamsın |
encrypted / cryptic / ciphered | şifreli |
encrypted letter | şifreli mektup |
This song is very long, can you sing it ? | Bu şarkı çok uzun, onu söyleyebilir misin? |
The weather is cold in February. | Şubatta hava soğuktur. |
What's that ? | Şu ne ? |
shorts | şort |
hat | şapka |
umbrella | şemsiye |
city (ş) | şehir |
city center | şehir merkezi |
I need a new hat | yeni bir şapkaya ihtiyacım var |
Look at that | şuna bak |
February | Şubat |
charger | şarj aleti |
to sing | şarkı söylemek |
form | şekil |
In what way ? (form) | ne şekilde? |
jingle / ringing / klingeln (ş) | şıngırtı |
the jingling of the bells | zillerin şıngırtısı |
make a cracking noise / snap | şaklamak |
the cracking whip of the dwarf | cücenin şaklayan kırbacı |
champion | şampiyon |
championship | şampiyonluk |
if they win this match they'll win the league | bu maçı kazanırlarsa lig şampiyonu olacaklar |
it occurred to me that ... | aklıma şöyle bir şey geldi ... |
here is the situation... | durum şöyle ... |
suspect | şüpheli |
waterfall (ş) | şelale |
we tried walking towards the waterfall, but it was too dangerous | şelaleye doğru yürümeye çalıştık, ama fazla tehlikeliydi |
devil; satan | şeytan |
'there is a devil feather on him' / he is irresistible | onda şeytan tüyü var |
the suspect has no alibi | şüphelinin gerekçesi yok |
to be kidding | şaka yapıyor olmak |
company; firm | şirket |
yet; by now | şimdiye kadar |
we should have met her by now | onunla şimdiye kadar tanışmış olmalıydık |
severe | şiddetli |
Who is your favoured singer? | En sevdiğin şarkıcı kim? |
to recover from shock | şoku atlatmak |
misfortune / bad luck | şanssızlık |
have a run of bad luck | bir dizi şanssızlık yaşamak |
great misfortune! Bad break / Pech | büyük şanssızlık |
He was (from now on / at that) to confused to understand what was asked. | Artık ne sorulduğunu anlamayacak kadar şaşkındı. |
Guy fawkes night (English feast 5/11-king James I survived a murder plot) | Şenlik (ateşi) gecesi |
merriment / cheerfulness / mirth / carnaval / kermes / festivity/ Heiterkeit /Fröhlichkeit | şenlik |
encrypted mail | şifreli posta |
encrypted file | şifreli dosya |
song | şarkı |
You must be joking /kidding. | Şaka yapıyor olmalısın. |
common bussard /Mäusebussard | bayağı şahin |
King /König ( chess) | Şah |
Even now even with the most powerful microscopes we can't see atoms. | Şu an bile en güçlü mikroskoplarla bile atomu göremiyoruz |
tempel / Schläfe | şakak |
syringe | şırınga |
castle / chateau (ş) | şato |
the castle(ş) with its ghosts | hayaletleriyle şato |
feast / banquet (ş) | şölen |
Chest of drawers / Kommode (ş) | şifonyer |
comfortably (ş) | şöyle bir |
to thank / praise /to be grateful for | şükretmek |
Praise (thank) the Lord for He is good ! (Ps 106:1) | RAB'be şükredin, çünkü O iyidir. |
the balcony of the minaret | şerefe |
here / (kindly) step in/ installez-vous | şöyle buyurun |
compassionate /tender / caressing / zärtlich | şefkatlı |
These consist of a king, a queen, two bishops (Läufer), two knights (Pferde), two rooks (Türme) and eight pawns (Bauern). | Bunlar bir şah, bir vezir, iki fil, iki at, iki kale ve sekiz piyondan oluşur. |
By for now | şimdelik hoşça kal |
I am fine for now | Ben şimdelik iyiyim |
I was astonished | şaşakaldım |
Euhh, who is this beautiful girl? | Şey, bu güzel kız kim? |
condition / restriction / requirement / clause | şart |
Only, there is one condition | Sadece, bir şartı var. |
to set /lay down /put conditions | şart koşmak |
awful /dreadful /adverse condition (e.g.for weather) | olumsuz şart |
possible but not necessarily | olabilir ama şart değil |
under no circumstances | hiçbir şart ve koşulda |
if and only if | gerek ve yeter şart |
under whatever condition /under any circumstance(s) whatsoever | her ne şart altında olursa olsun |
education is a must | eğitim şart! |
a printed clause (condition) | basılmış şart |
You have to comply with the desired conditions. | Sen istenilen şartlara uymak durumundasın. |
under bad weather conditions | Kötü hava şartlarında |
it's not a good time to joke | şaka yapmak için hiç uygun bir zaman değil |
to spoil / coddle / indulge | şımartmak |
martyrdom | şehitlik |
prosescutor / sollicitor | savcı |
control requirement / control condition | kontrol şartı |
The prosecutor asked for(wanted the) removal of control requirement | Savcı kontrol şartının kaldırılmasını istedi |
my computer is running out of power | bilgisayarımın şarjı bitiyor |
What's your complaint? | Şikayetiniz ne? |
I have no complaints. | Şikayetim yok. |
swollen /puffy / inflated | şişmiş |
her eyes swollen from crying | ağlamaktan şişmiş gözleri |
anti-terror branch | terörle mücadele şubesi |
the operations in the Anti human traffic branch | İnsan Ticareti ile Mücadele Şubesindeki işlemler |
to meet the requirements for graduation | mezun olması için gereken şartları karşılamak için |
transparent | şeffaf |
to turn colourless / to become transparent | şeffaflaşmak |
Will she now get transparent? | Şimdi şeffaflaşacak mı ? |
obligatory /absolutely necessary | şart |
Jordan river (ş) | şeria ırmağı |
to take a nap | şekerleme yapmak |
to smack / snap / click / swish / flick / crack / schnalzen | şaklatmak |
to crack a whip | kamçı şaklatmak |
She clıcked her tongue / Sie schnalzte mit der Zunge. | Dilini şaklattı. |
already (d. h.) | daha şimdiden |
I will not leave my future to chance | Geleceğimi şansa bırakmıyorum. |
I can't believe it. Are you kidding? (ş) | İnanamıyorum. Şaka mı yapıyorsun? |
clothes suiting the cold weather conditions | soğuk hava şartlarına uygun giysiler |
puffy /blown up / bulgy | şişkin |
bulgy clouds | şişkin bulutlar |
He was grateful that the fires were cold, otherwise ... | Ateşlerin soğuk olmasına şükretti, aksi hâlde... |
the bulgy folds of the cloak | pelerinin şişkin kıvrımları |
I believe/suspect that they are a couple (lovers) | Sevgili olduğunu şüpheleniyorum |
a couple I suspected to be in love | Sevgili olduğunu şüphelendiğim bir çift |
chimney | şömine |
"No. Don't give me the ring. Put it on the shelf above the chimney." | 'Hayır, yüzüğü bana verme. Şöminenin üzerindeki rafa koy.' |
Hello cutie! | Merhaba şekerim! |
spoiled | şımarık |
healing /curing | şifalı |
a bottle of medicinal (curing) oil for his joints | eklemleri için bir şişe şifalı yağ |
light /sunlight (ş) | şavk |
May his light not blind and burn (roast) you. | şavkı sizi kör edip kavurmasın diye. |
doubtless | şüphesiz |
to joke around with one another /to fool around with | şakalaşmak |
Around us the students were talking, joking with each othrr, laughing... | Etrafımızda öğrenciler konuşuyor, şakalaşıyor, gülüyorlardı... |
a shape shifter / changeling | şekil değiştiren |
Nobody suspected him | Kimse ondan şüphelenmezdi. |
lust /sensuality /sexual desire | şehvet |
famous /renowned (ş) | şöhretli |
He doesn't want to pamper/indulge the other. | Karşısındakini şımartmak istemez o. |
apple cider | elma şırası |
sweet apple cider | tatlı elma şırası |