light /slight | hafif |
to make a pounce /jump/ move | Bir hamle yapmak |
statue/ sculpture | heykel |
Jugglery / das Jonglieren / Gaukelei | Hokkabazlık |
to juggle / jonglieren | Hokkabazlık yapmak |
to juggle with coloured balls | renkli toplarla hokkabazlık yapmak |
Concerning Dustfinger, having forgotten about the world,he juggled with colourful balls. | Toz Parmak ise dünyayı unutmuş renkli toplarla hokkabazlık yapıyordu. |
horned beetles | boynuzlu böcekler |
snout beetle (weevil) / Rüsselkäfer | hortumlu böcek |
to sob / hiccup / schluchzen | hıçkırmak |
Status /condition / situation | Hâl |
still | hâlâ |
to spend / use up/ expend | harcamak |
To move/ act | hareket etmek |
movement | hareket |
map | harita |
line | hat |
even (h) | hatta |
air / weather | hava |
no | Hayır |
to admire | hayranlık duymak |
admiration | hayranlık |
animal | hayvan |
animal(like) - without (s ) coming from arabic / with (s) turkish | hayvan(s)ı |
Yet/ still | Henüz |
all of | hepsi |
whoever | her kimse |
However much / although | her ne kadar |
everything | her şey |
Above all / first of all / before anything else | her şeyden önce |
every | her |
any | herhangi |
no/any | hiç |
Never /no time | hiçbir zaman |
none | hiçbir |
turkey (bird) | hindi |
Rustle/ rustling /crackling | hışırtı |
to feel / to sense | hissetmek |
to make someone feel | hissettirmek |
to grumble 1. to mutter angrily to oneself, grumble in low tones. 2. (for a bear) to growl. | homurdanmak |
pleasant | hoş |
welcome | hoş geldin(iz) |
'I feel welcomed' | Hoş buldum |
keep well / Goodbye | Hoşça kal(ın ) |
how nice | ne kadar hoş |
sick | hasta |
grumpy / spiteful / vicious / disagreable / ill tempered | huysuz |
illness /disease | hastalık |
rooster | horoz |
hamster | hamster |
mustard | hardal |
carrot | havuç |
carrot juice | havuç suyu |
habit / temper / nature / character / humor | huy |
to feel pleasure | haz duymak |
out of my spite | huysuzluğumdan |
than everybody | herkesten |
everybody | herkes |
I know much better than anybody else that | herkesten çok daha iyi biliyorum ki |
pleasure /gratification | haz |
at least | hiç değilse |
immediately /at once | hemen |
always / every time | her zaman |
almost always | hemen her zaman |
Every moment | her an |
right away | hemencecik |
I was softening right away / I would soften right away | hemencecik yumuşayıveriyordum |
besides that / and also | hem de |
and how / und wie / indeed | hem de nasıl |
someone who is said not to be able to succeed to become anything | hiçbir şey olmayı başaramamış biri |
not fitting for anything / someone useless | hiçbir şeye yaramayan |
to aerate/ ventilate / fan (out) | havalandırmak |
ready | hazır |
a ready bow | hazır bir yay |
a gentle (light) breeze | hafif bir esinti |
(inner) peace | huzur |
Which | hangi |
Which one of you | Hangi biriniz |
always / all the time | hep |
Every day's trouble | Her günün derdi |
Every day's trouble is sufficient to itself. | Her günün derdi kendine yeter. |
come on ! | haydı gel ! |
quickly (adv) all of a sudden fast | hızla |
quick / rapid/fast / hasty (adj) | hızlı |
He had never thought ( +-iğini) | Hiç düşünmemişti |
just outside the village | köyün hemen dışında |
as always / as usual | her zamanki gibi |
prison | hapis(hane) |
special / specific to (preceded by dat) | has |
no voice came out | hiç ses çıkmadı |
to remember | hatırlamak |
to remind s.o. (Dat) | hatırlatmak |
to remind oneself | kendine hatırlatmak |
since a week | bir haftadan beri |
They didn't see anything. | Hiçbir şey görmediler. |
thief | hırsız |
theft / shoplifting/ robbery | hırsızlık |
speed | hız |
to accelerate | hızlandırmak |
to imagine / daydream/ phantasieren / sich ausmalen / to picture | hayal etmek |
imagination / fantasy /fancy/ reverie/ (day)dream | hayal |
He tried to imagine it. | Hayal etmeye çalıştı. |
to like (+abl) | hoşlanmak |
I did not like (+abl) | hoşlanmadım |
I did not like the way (t) he looked at me | Bana bakma tarzından hoşlanmadım. |
(It seems) you didn't like it either | sen de hoşlanmamışsın |
worse than not having any | hiç yoktan daha kötü |
inn | han |
innkeeper | hancı |
He is at present in the inn. | Şu anda handa. |
with estonishment | hayretle |
more colours than you can imagine | hayal edebileceğinizden daha çok renk |
fireworks | havaifişekler |
especially / particularly /above all | hele |
He never goes there in particular. | Hele oraya hiç gitmez. |
What beautiful girls especially Ayşe. | Ne güzel kızlar, hele Ayşe. |
And me? I wasn't aware of a thing. | Hele ben ! Hiç şeyden haberim yoktu. |
just /if only (h) ( with a imperative or subjunctive verb) (h) | hele |
Just let him do it (imp 3sg) I tear him to pieces! | Hele yapsın, parçalarım onu! |
If you'll only be quiet for a minute. | Hele sus bir dakika! |
Just win this prize, and I' ll buy you a car! | Bu ödülü kazan hele, sana araba alacağım. |
Do at least this much today and you can do the rest tomorrow. | Hele bugün bu kadarını yap da gerisini yarın tamamlarsın. |
She is at least seventy years. | Hele yetmiş yaşında var. |
At last the wind has died down. | Hele rüzgâr kesildi. |
at least / at last (h) | hele |
Just look at... | Hele bak... |
Just look at how our Ahmet has grown! | Hele bak, Ahmet'imiz nasıl büyüdü! |
Just let... | Hele bir... |
Just let him not come! | Hele bir gelmesin ! |
Just let her try ! | Hele bir denesin! |
Just / if only ( with imp. or subj.) | Hele bir... |
Just let me finish my book, and then we'll talk. | Hele bir kitabımı bitireyim,o zaman konuşuruz. |
furthermore /and what's more (h) | Hele de |
Thank goodness ! | Hele şükür ! |
Nobody went there at night especially (not) alone. | Kimse geceleyin oraya gitmezdi, hele yalnız. |
What are we going to do with the fireworks ? | havaifişekleri ne yapacağız ? |
story (h) | hikâye |
teacher (h) | hoca |
I couldn't go out (of the house) because I was ill. | Hasta olduğumdan evden çıkamadım. |
to remind again and again/continuously | hatırlatıp durmak |
Do I have to remind again and again everytime? | Her zaman hatırlatıp durmak zorunda mıyım? |
mistake (h) | hata |
I need to decrease my mistakes. | Hatalarımı azaltmam gerek. |
I will make you decrease your mistakes. | Sana hatalarını azalttıracağım. |
to get ill | hastalanmak |
to get excited / to get thrilled | heyecanlanmak |
He got excited | Heyecanlandı |
to get ready / to get prepared | hazırlanmak |
'Get ready!' he whispered. | 'Hazırlanın,' diye fısıldadı. |
a dagger | bir hançer |
wonderful / fantastic | harika |
Wonderful Counselor | Harika Öğütçü |
The horses snorted nervously and... | Atlar telaşla homurdanıp |
with/at the speed of an animal | hayvanı bir hızla |
with grunts | homurtuyla |
The creatures began with grunts to descend the path. | Yaratıklar homurtuyla patikadan aşağı inmeye başladılar. |
ring/cercle (h) | halka |
to scream / yell (h) monolog | haykırmak |
to fly at an arrow speed | bir ok hızıyla uçmak |
to animate / move | hareketlendirmek |
A light breeze moved the air. | Hafif bir esinti havayı hareketlendiriyordu. |
to prepare / to make ready | hazırlamak |
right (h) | haklı |
to be right (h) | haklı olmak |
Every place was full of the dead. | Her yer ölülerle doluydu. |
carpet | halı |
wall carpets/ tapestries | duvar halıları |
her still open eyes | hâlâ açık gözleri |
Where is everybody hiding ? (Where did everybody hide?) | Herkes nereye saklandı ? |
restless | huzursuz |
air filter (car) (h) | hava filtresi |
hump / Höcker | hörgüç |
humpbacked / gehöckert | hörgücü olan |
a humpbacked animal used for carrying loads | hörgücü olan, yük taşımakta kullanılan hayvan |
cucumber (h)- word deriving from Farsi | hıyar |
service (h) | hizmet |
in the government service | devlet hizmetinde |
ambitious | hırslı |
being his usual students | kendisinin her zamanki öğrencileri olan |
unpleasant | hoş olmayan |
creating unpleasant thoughts | hoş olmayan düşünceler yaratan |
It was an uneasy morning creating unpleasant thoughts. | hoş olmayan düşünceler yaratan sıkıntılı bir sabahtı. |
Every now and then he reminded the mare to continue to walk by touching slightly her flank. | Zaman zaman kısrağın böğrüne hafifçe dokunarak, yürümeye devam etmesini hatırlatıyordu. |
and also / likewise | hem |
to be astonished / surprised | hayret etmek |
just /sooner | daha hemen |
I had just recently arrived | daha hemen gelmiştim |
respect (h) | hürmet |
to respect (h) | hürmet etmek |
They called the lady a pilgrim and all her neighbours respected (her.) | Hacı hanım diyorlar ve bütün komşuları hürmet ediyorlardı. |
transfer (e.g. money) | havale |
The money transfer is completed | Havale tamamlanmıştır |
my account | Hesabım |
Quick Order Line | Hızlı Sipariş Hattı |
except | hariç |
Generally (speaking) books do not cause much harm, except when you read them (that is). | Genellikle kitaplar çok zarar vermez, okuduğun zaman(lar) hariç. |
Which bus do we need (l) to take to go to the hospital? | Hastaneye gitmek için hangi otobüse binmemiz lazım? |
to bark | havlamak |
A dog began to bark somewhere in the darkness of the night. | Gecenin karanlığında bir yerlerde bir köpek havlamaya başlamıştı. |
Her father did not like fire at all. | Ateşten hiç hoşlanmıyordu babası. |
Aunt (paternel) | Hala |
synagogue | havra |
Pretty much / considerably / quite a bit (still in use but oldfashioned) | hayli |
Then for a while nothing happened. | Sonra bir süre için hiçbir şey olmadı. |
even though they X | X-dikleri hâlde |
pleased / satisfied / delighted (h) | hoşnut |
to be pleased (h) | hoşnut olmak |
to become discouraged | hevesi kırılmak |
It is easy (for a person) to become discouraged while looking for a job. | İş ararken insanın hevesi hemen kırılabiliyor. |
peaceful /restful /at ease | huzurlu |
moving /mobile/ animated/restless (h) | hareketli |
to live through lively times (days) | hareketli günler yaşamak |
mobile/moving camera | hareketli kamera |
quicksand /Treibsand | hareketli kum |
escalator / Rolltreppe | hareketli merdiven |
this is (the thing) what I always (saw and) dreamed of | Bu hep (görüp) hayal ettiğim şey |
enthusiam (h) / zeal / desire | heves |
Enthusiasm (h) without knowledge is good for nothing | Bilgisiz heves işe yaramaz |
Enthusiam without knowledge is good for nothing, hastiness misleads people. (drops them to errors) | Bilgisiz heves işe yaramaz, acelecilik insanı yanılgıya düşürür. |
weekends | Hafta sonları |
I am not busy at weekends. | Hafta sonları meşgul değilim. |
My dog is barking. | Köpeğim havlıyor. |
point / issue / matter (h) | husus |
the matters to be covered (explained, described) | Anlatılacak, betimlenecek hususlar, |
dough | Hamur |
pastries (h.i.) | Hamur işleri |
wrong (h) | haksız |
I am wrong (h) | haksızım |
You are wrong (h) | haksızsın |
Am I wrong (h) | haksız mıyım |
account / bill | hesap |
Are you (pl) ready? | Hazır mısınız? |
Are you ready to order? | Sipariş vermek için hazır mısınız? |
cool (also for people) / airy | havalı |
cool looking | havalı görünen |
the coolest person ever | gelmiş geçmiş en havalı kişi |
I think it's cool. | bence havalı |
That's great | bu harika! |
I don't have anything | hiçbir şeyim yok |
I don't have any water | Hiç suyum yok |
Do you have a map? | Bir haritan var mı? |
Can I have the bill please ? | hesabı alabilir miyim lütfen? |
You speak too fast. | çok hızlı konuşuyorsunuz |
India | Hindistan |
my darling (my life) | hayatım |
rapidly increasing | hızla artan |
to) sprint | tam hızla koşma(k) |
(going at) high-speed | büyük hızla giden |
fast/quickly growing | hızla büyüyen |
rapidly changing | hızla değişen |
at that (this) speed / at that rate | bu hızla |
at top speed | son hızla |
at a slow rate | yavaş bir hızla |
to quickly stand/get up | hızla ayağa kalkmak |
to dash / to quickly run | hızla koşmak |
to yabber ( speak so fast that it won't be understood) | anlaşılmayacak şekilde hızlı konuşmak |
to drive too fast (s/k) | biraz hızlı sürmek - kullanmak |
to move very fast | çok hızlı hareket etmek |
to breath heavily (fast) | çok hızlı solumak |
to outdistance | daha hızlı gitmek |
to act fast | hızlı davranmak |
quick/fast thinking | hızlı düşünme |
rapid improvement (d) | hızlı düzelme |
rapid improvement (g) | hızlı gelişme |
I write stories every day. | Her gün hikâyeler yazarım . |
lady (h) | hanımefendi |
ladies and gentlemen | hanımefendiler ve beyefendiler ... |
in life | hayatta |
not in a million years ! (lit. not in life) | hayatta olmaz! |
Come on ! | hadi canım ! |
Damn ! | hay aksi! |
gift / present | hediye |
He gives me a present every day. | bana her gün bir hediye veriyor |
news | haberler |
Our mother always watches the news. | Annemiz haberleri her zaman izler |
whatever | her neyse |
airport (airfield) / for domestic flights | havaalanı |
Which city should we visit ? | Hangi şehri ziyaret edelim? |
You have to show your passport in the airport. | havaalanında pasaportunu göstermen gerekiyor |
June | Haziran |
We can't spend all of our money. | bütün paramızı harcayamayız |
helicopter | helikopter |
to solve / to settle /figure out | halletmek |
I solved that / I figured out | hallettim |
hold on/ stay online | hatta kalın |
all of us | hepimiz |
nobody / no one /anyone | hiç kimse |
I don't want to do anything. | hiçbir şey yapmak istemiyorum |
to run fast | hızlı koşmak |
No one wants to hang out with me. | hiç kimse benimle takılmak istemiyor |
exciting | heyecanlı |
airport (international) | havalimanı |
That would be great. | bu harika olur |
life / life time | hayat |
What do you want to do in life ? | hayatta ne yapmak istiyorsun? |
from the air and the water | havadan sudan |
we can always talk about the weather | her zaman havadan konuşabiliriz |
He said she should not spend her strength. | kadının gücünü harcamaması gerektiğini söyledi. |
to talk about everything and anything (chitchatting) | havadan sudan konuşmak |
about (h) | hakkında |
Indian | Hintli |
feeling | his |
the feeling that something bad is goingto happen / ill boding | kötü bir şey olacağı hissiyle |
Men usually would come from there with ill boding (with the feeling that something bad was going to happen) | erkekler genellikle kötü bir şey olacağı hissiyle gelirlerdi oralardan. |
For the rapidly approaching winter | Hızla yaklaşan kış için |
His family needed this meat for the rapidly approaching winter. | Hızla yaklaşan kış için ailesinin bu ete ihtiyacı vardı. |
His family needed this meat for the rapidly approaching winter. | Hızla yaklaşan kış için ailesinin bu ete ihtiyacı vardı. |
Behind him there was a wide grass and tree circle. | Arkasında geniş bir çimen ve ağaç halkası vardı. |
The Indian restaurant was definitly the best one. | Hint restoranı kesinlikle en iyisiydi |
government (h) | hükümet |
people /folk | halk |
The government does not have much power/ authority. | hükümetin çok yetkisi yok |
it was great | harikaydı |
the sight was great | görüntü harikaydı |
The sight /view of the sled was great | kızağın görüntüsü harikaydı |
he felt much better | çok daha iyi hissetti |
come on, dude | hadi la |
souvenir / Reiseandenken | hediyelik eşya |
anything; nothing | hiçbir şey |
a matter of life and death | hayat memat meselesi |
pregnant | hamile |
to be disappointed | hayal kırıklığına uğramak |
referee | hakem |
to make a mistake | hata yapmak |
I made a mistake | bir hata yaptım |
Let everybody know | herkes bilsin |
I wanted everyone to know | Herkes bilsin istedim |
Can you imagine ? | hayal edebilir misin? |
pill | hap |
to be in trouble | hapı yutmak |
We are in trouble. | hapı yuttuk |
fast food | hazır yiyecek |
everywhere | her yerde |
nowhere | hiçbir yerde |
there were witnesses everywhere | her yerde görgü tanıkları vardı |
it's my dream to become a musician | hayalim bir müzisyen olmak |
I always dreamed of being a professional golf player | her zaman profesyonel bir golf oyuncusu olmayı hayal ettim |
dream job | hayaldeki iş |
imagine your dream job | hayalindeki işi düşün |
the man of my dreams | hayallerimin erkeği |
the woman of my dreams | hayallerimin kadını |
... because she's the woman of my dreams | ... çünkü hayallerimin kadını |
what's the man of your dreams like? | hayallerindeki erkek nasıl birisi? |
the man of my dreams is brave and gentle | hayallerimdeki erkek cesur ve nazik |
good luck with / congrats to | hayırlı olsun |
best wishes on / congratulations to your new job | yeni işin hayırlı olsun |
good luck with it | hayırlı uğurlu olsun |
fortunate / beneficial / good | hayırlı |
don't make the same mistake again | aynı hatayı tekrar yapma |
judge (h) | hakim |
prison cell | hücre |
once in a lifetime | hayatta bir kere |
this is a once in a lifetime experience | bu hayatta bir kere yaşayacağın bir tecrübe |
term /rule / judgement | hüküm |
terms and conditions | hükümler ve koşullar |
to hear from ... | ...-den haber almak |
The dog who barks doesn't bite | havlayan köpek ısırmaz |
They all take to the same door / all roads lead to Rome | hepsi aynı kapıya çıkar |
what are you doing on the weekend ? | Hafta sonu ne yapıyorsun ? |
What languages do you speak ? | Hangi dilleri biliyorsun? |
Each bird flies with its own kind /Birds of a feather flock together | Her kuş kendi türüyle uçar |
Everybody lies | Herkes yalan söyler |
Better than nothing | Hiç yoktan iyidir |
escape with light scrapes / walk away from the accident with only minor injuries | hafif sıyrıklarla atlatmak |
to shake a disease or illness off | hastalığı atlatmak |
to ruin /devastate / ravage / make havoc of (h) | harap etmek |
limit (h) boundary / measure | had |
there is no limit to the account of his wealth | servetinin haddi hesabı yokmuş |
Cashewnut | hintfındığı |
Date (fruit) Dattel | hurma |
Coconut | hindistancevizi |
Mustard seed / Senfkorn | hardal tohumu |
cereals | hububat |
cereal types / Getreidearten | hububat türleri |
I suppose / in any case / presumedly / anyway | herhalde |
weather report | hava raporu |
Imagination / Einbildungskraft | hayal gücü |
imaginative | hayal gücü kuvvetli |
literary-minded / unimaginative | hayal gücü olmayan |
to adress s.o. (dative) as (x-i diye | hitap etmek |
he forgot to adress her as Your Majesty | ona 'Majesteleri' diye hitap etmeyi unutmuştu |
birch /Birke | huş ağacı |
chicoree /endive | hindiba |
like-minded | hemfikir |
Don't you think so? | Hemfikir değil misin? |
For a week | Bir haftalık |
It was not my fault. | Benim hatam değildi. |
loud speaker | hoparlör |
fans | hayranlar |
Zoo | hayvanat bahçesi |
Are there towels ? | Havlu var mı ? |
Do you provide maps ? | Harita verer misiniz ? |
Let's go ! | Hadi gidelim! |
tornado /hose | hortum |
hydrogene H 1 | hidrojen |
helium - He 2 | Helyum |
in common language | Halk dilinde |
to spell | hecelemek |
to calculate | hesaplamak |
to be calculated | hesaplanmak |
their numbers could be calculated | onların sayıları hesaplanabiliyordu |
hall / lobby (h) | hol |
calculator / Taschenrechner | hesap makinesi |
volume | hacim |
to lock up / detain / einsperren | hapsetmek |
not in the least / not ever / so far from | hiç mi hiç |
not to ressemble in the least | hiç mi hiç benzememek |
barks / yelps | havlayışlar |
naughty / good for nothing / lazy | haylaz |
sensitive /tender/ delicate (h) | hassas |
kind, thoughtful and sensitive | müşfik, düşünceli ve hassas |
The bear knows as many means of escape as the multitude of tricks that the hunter knows. | Avcı ne kadar hile bilirse, ayı da o kadar yol bilir. |
damage / havoc / injury (h) | hasar |
The damage was minimal. | Hasar asgariydi. |
It suffered severe damage (h) | ciddi hasar gördü. |
financial damage (h) | maddi hasar |
permanent damage (h) | kalıcı hasar |
There is no permanent damage. (h) | kalıcı hasar yok. |
estimated damage (h) | tahmini hasar |
The line (phone) is very bad. | Hat çok kötü. |
Have a nice weekend ! | İyi haftasonları ! |
Is everybody ok ? / Geht es allen gut ? | herkes iyi mi? |
Stop the thief ! / Haltet den Dieb ! | Hırsızı durdurun ! |
I want to declare a theft / Ich möchte einen Diebstahl melden | bir hırsızlık rapor etmek istiyorum |
There is a thief! Stop him! | Hırsız var ! Durdurun! |
next week / in a week | haftaya |
he will come back in a week | Bir haftaya dönecek |
See you next week | Haftaya görüşürüz |
You will have to wait until next (g h) week | Gelecek haftaya kadar beklemeniz gerekecek. |
I ll have an exam next week | Haftaya sınavım var |
week by week | haftadan haftaya |
to be postponed until next (g h) week | gelecek haftaya ertelenmek |
to extend /last until next week | gelecek haftaya sarkmak |
presumably / in any case / sans doute | her halde |
You(formel) are certainly / presumably a doctor? | Siz her halde doktorsunuz ? |
Cheap as well as clean. And the fish is very fresh. | Hem ucuz hem de temiz. Balıklar da çok taze. |
level / alignment (h) | hiza |
With his hand he pointed at his knee level. (h) Er deutete mit der Hand auf seine Kniehöhe. | Eliyle diz hizasını işaret etti. |
sad (h) / melancholic / gloomy | hüzünlü |
a sad (h) smile | hüzünlü bir gülümseme |
Here, he put on again that mysterious sad and in the same time proud smile. | İşte yine o gizemli, hüzünlü ve aynı zaman kibirli gülümsemesini takınmıstı. |
almost / pretty much / practically | hemen hemen |
to snore | horlamak |
He began to snore | horlamaya başladı |
When he was beginning to snore in the back. | O, arkasında horlamaya başladığında |
insult / Beleidigung | hakaret |
Is that an insult now ? | Bu bir hakaret mi şimdi ? |
ruined /devastated /ramshackle/ broken down / kaputt | harap |
devastated vineyards | harap olmuş üzüm bağları |
te ruined remains of a house | bir evin harap olmuş kalıntıları |
funnel / Trichter | huni |
straw /wicker / Stroh | hasır |
The floor was spread (s) with loose straw. | Yere gevşek hasır serilmişti. |
grand / majestic | haşmetli |
to prove right / to justify /to legitimize | haklı çıkarmak |
harvest (h) | hasat |
to harvest /reap (h) | hasat etmek |
handball | hentbol |
dude (h) | hacıpampa |
to get pregnant | hamile kalmak |
The woman got pregnant and bore him (k) a son. | Kadın hamile kalıp kendisine bir oğul doğurdu. |
to get grumpy / ill-tempered | huysuz olmak |
In the mornings I get generally ill-tempered. | Sabahları genelde huysuz olurum. |
if only I could remember | bir hatırlasam |
if only I could remember what it was | bir de ne olduğunu hatırlasam. |
if only I could remember where I put my bag | Çantamı nereye koyduğumu bir hatırlasam! |
I know I am right | Ben haklı olduğum biliyorum. |
I am just trying to remember. | Hatırlamaya çalışıyorum. |
to communicate / correspond | haberleşmek |
to correspond by e-mail | e-posta ile haberleşmek |
once a week | haftada bir |
That's all | Hepsi bu |
He does not seem to like me | benden hoşlanıyor gibi görünmüyor. |
He does not seem to like me | benden hoşlanıyor gibi görünmüyor. |
Did you like the picture? | Resim hoşuna gitti mi? |
Did you like the movie? | Film hoşuna gitti mi? |
Did you solve these problems using a calculator? | Bu problemleri hesap makinesi kullanarak mı çözdün? |
all of the dishes | bulaşıkların hepsi |
All of the dishes were washed | Bulaşıkların hepsi yıkandı |
The mischievous /naughty (h) student was warned by the teacher. | Haylaz öğrenci, öğretmen tarafından uyarıldı. |
immediately after | hemen sonra |
I remember, but not very well. | Hatırlıyorum, ama çok iyi değil. |
except | haricinde |
between these three meals (in the times between...) | Bu üç öğünün haricinde aralarda |
I suppose it's broken. /Probably it's broken | Bozuk herhalde. |
I suppose you're wondering why you are here | herhalde neden burada olduğunu merak ediyorsundur |
I guess you're busy | meşgulsün herhalde |
You might have heard me tell this before | önceden anlattığımda duymuşsun herhalde |
You wouldn't believe it if I told you | size anlatsam herhalde inanmazdınız |
I'l probably make it over there in July | temmuz'da oraya gelirim herhalde |
I must be getting old | yaşlanıyorum herhalde |
Come here at once ! | Hemen buraya gel! |
Is everythıng there ? | Her şey var mı? |
I just went outside without saying anything. | Hiç birşey demeden hemen dışarıya çıktım. |
guy /bloke | herif |
a shitty guy | bok(tan) herif |
He's a shit(ty guy) | Bok(tan) herif o |
That's life | Hayat böyle işte |
you never know ( nothing is clear) | hiç belli olmaz |
You (pl) will like this discovery quite. | Bu keşif oldukça hoşunuza gidecektir. |
She was very pleased about my gift. | O, hediyemden çok hoşnuttu. |
air pollution | hava kirliliği |
traitor | hain |
It was like the feeling I had on July 15th. | 15 Temmuz'da yaşadığım his gibiydi. |
It was like the feeling when we first met. | İlk tanıştığımız zaman duygu gibiydi. |
brutally / violently / bloodthirstily | hunharca |
the brutally slaughtered martyr | hunharca katledilen şehit |
to be devastated | harap olmak |
3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası aldı. | 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası aldı. |
judgeship / magistracy / Magistratur / Richteramt | hakimlik |
by the jury | hakimlikçe |
about/ on a Nominative | hakkındaki |
about a subject | bir konu hakkındaki |
to have basic knowledge about a subject | bir konu hakkındaki temel bilgilere sahip olmak |
to raise concern about | bir şey hakkındaki endişeleri dile getirmek |
What are the charges against this man? | Bu adam hakkındaki suçlamalar ne? |
his opinion on the merits /on the principle | esas hakkındaki mütalaası |
The prosecutor began to give his deliberation on the merits/principles | Savcı esas hakkındaki mütalaasını vermeye başladı |
to possess / to dominate / to master / to control / to rule over | hâkim olmak |
he does not have other information than that | bunun dışındaki bilgilere hâkim değil |
Because I don't have all the information. | Çünkü tüm bilgilere hâkim değilim |
I am not familiar with technical information. (lit. not a judge of) | Ben teknik bilgilere hâkim değilim. |
Most technical knowledge he does not dominate. | Çoğu teknik bilgilere hakim degil. |
He expressed that, he does not have other information than this. | Bunun dışındaki bilgilere hakim olmadığını ifade etti. |
Brunson's case, which contains (about which are found) important allegations, officially began. | Hakkında önemli iddiaların bulunduğu Brunson'un davası resmen başladı. |
under house arrest | ev hapsine |
to be put under house arrest | ev hapsine alınmak |
He was held under house arrest. | ev hapsinde tutuluyor. |
Yaralı bir hayvanın çaresız sesini benzer bir sesle hıçkırdı. | She sobbed with a voice similar to the desperate sounds of a wounded animal |
If you are ready, I'm ready too. | Sen hazırsan, ben de hazırım. |
to sneeze | hapşırmak |
Everyone agreed on this. | Bu konuda herkes hemfikirdi. |
to join the story | hikayeye katılmak |
If you come all at the same time we ll go together. | Hepimiz aynı saatte gelirsek, birlikte gideceğiz. |
to make a wrong move | yanlış bir hamle yapmak |
anyway / in any case / at any rate | her halükarda |
Life is full of difficult choices. | Hayat zor seçtimlerle dolu. |
trick / deception cheating / gimmick / decoy / subterfuge | hile |
to worm one's way | hile ile sokulmak |
to decoy away from | hile ile uzaklaştırmak |
to play a trick / to deceive / to manoeuver / to manipulate / to play dirty | hile yapmak |
optical trick | optik hile |
Therefore they thought of a trick. | Bu yüzden bir hile düşündüler. |
anchovy (small, common forage fish Most species found in marine waters, several will enter brackish water,some restricted to fresh water. Over140 species; found in the Atlantic, Indian and Pacific Oceans,in the Black Sea and the Mediter.oily fish | hamsi |
The only thing that ghosts really could do was to scare people. | Hayatlerin gerçekten yapabilecekleri tek şey insanları korkutmakta. |
weekday(s) | hafta içi |
every weekday | hafta içi her gün |
visitors per weekday | hafta içi günlerindeki ziyaretçi |
none (of them) came | hiçbiri gelmedi |
treason / treachery /betrayal / foulplay / nastiness / disloyality | hainlik |
to stab in the back/ to betray / to play foul | hainlik etmek |
high treason | krala hainlik |
determine your speed | hızını belirle |
determine your (pl) speed | hızınızı belirleyin |
longing | hasret |
I'm drinking the longing | hasretini içiyorum |
Hoping that Allah will change the direction/course of human history they pray and go out on their pilgrimages. | Allah'ın dinleyeceğini ve insanlık tarihinin yönünü değiştireceğini umarak dua eder ve haç yolculuklarına çıkarlar. |
to tick all the boxes (to satisfy all of the apparent requirements for success ) (lit.to be a cure in/for every pain) | her derde deva olmak |
to aspire / to long for /to desire | heveslenmek |
one's fingers itch to do sthg | bir işi yapmaya çok heveslenmek |
targeted / gezielt | hedeflenmiş |
Come on now stupid machine/tool ! | Hadı artık aptal alet ! |
a sneeze | hapşırık |
to become / to get / to turn | hale gelmek |
to become addicted | bağımlı hale gelmek |
to become helpless | aciz hale gelmek |
to become known | bilinir hale gelmek |
to become a nuisance / to become unbearable / to become obnoxious | çekilmez bir hale gelmek |
to become more independent | daha bağımsız hale gelmek |
to get worse | daha da kötü bir hale gelmek |
to be saturated | doygun hale gelmek |
to become necessary | gerekli hale gelmek |
to get ready | hazır hale gelmek |
to become operative | işler hale gelmek |
become uncontrollable | kontrol edilemez hale gelmek |
to become available / usable | kullanılabilir hale gelmek |
to become useless /disfunctional / unusable | kullanılamaz hale gelmek |
become more self-confident | kendine daha fazla güvenli hale gelmek |
to become important /signification | önemli hale gelmek |
to become familiar | tanıdık hale gelmek |
to become unrecognizable | tanınmaz hale gelmek |
to become debatable /to become a highly controversial topic | tartışılır hale gelmek |
to become risky | riskli hale gelmek |
to turn to a threat | tehdit eder hale gelmek |
to become efficient | verimli hale gelmek |
to become wide-spread | yaygın hale gelmek |
become exempt (from) | muaf hale gelmek |
to render (h.g.) | hale getirmek |
to make addicted | bağımlı hale getirmek |
to make people dependent on the product sold | insanı satılan ürüne bağımlı hale getirmek |
they take advantage of an oddity the human brain of making him addicted to the product sold | insan beyinin, insanı satılan ürüne bağımlı hale getirmek tuhaflığından istifade ediyorlar |
they take advantage of an oddity the human brain of making him addicted to the product sold | insan beyinin, insanı satılan ürüne bağımlı hale getirmek tuhaflığından istifade ediyorlar |
to rule over | hükmetmek |
Twelve animals rule over this kingdom. | On iki hayvan bu krallığa hükmeder. |
to dream /imagine (h. k.) | hayal kurmak |
I think (s) everyone's dreaming (h. k.) a little too much | herkesin biraz fazla hayal kurduğunun sanıyorum |
I think (s) everyone in this family is dreaming (h. k.) a little too much | Bu ailede herkesin biraz fazla hayal kurduğunun sanıyorum |
to be crazy about | hastası olmak |
I am crazy about this song | Bu şarkının hastasıyım |
I am crazy about this song | Bu şarkının hastasıyım |
We need to talk about our feelings. | Hislerimiz hakkında konuşmamız gerek. |
No news is good news. | Hiç haber olmaması, iyi haber demektir. |
Nothing. Absolutely nothing! | Hiçbir şey. Kesinlikle hiçbir şey! |
I will not (cannot) tolerate this insult. | Bu hakarete katlanamam! |
How cute | ne hoş |
How cool! | Ne harika! |
How cool is Apple's new product! | Apple'ın yeni ürünü ne harika! |
cardigan | hırka |
a woolen cardigan | yünlü bir hırka |
a too big woolen cardigan that baggy pockets on each side | her yanında sarkık cepleri olan bol, yünlü bir hırka |
joggler | hokkabaz |
The audience applauded the juggler. | Seyirciler hokkabazı alkışladı. |
to rig /fraud /cheat | hile karıştırmak |
The election was rigged./frauded | Seçime hile karıştırılmıştı. |
disappointment | hayal kırıklığı |
I couldn't hide my disappointment over the defeat. | Yenilgimizden dolayı, hayal kırıklığımı saklayamadım. |
Bu I've been up all night studying for this test. | Bu teste hazırlanmak için bütün gece ders çalıştım. |
communication (h) | haberleşme |
to control /master onself | Kendine hâkim olmak |
You'd better learn to control yourself. | Kendine hâkim olmayı öğrensin iyi edersin. |
angrily (h) | hiddetle |
outline | ana hat |
together with the outlines | ana hatlarla birlikte |
memory /Gedächtnis /mémoire | hafıza |
He had a very good memory /Il avait une très bonne mémoire /Er hatte ein sehr gutes Gedächtnis. | çok iyi bir hafızaya sahip oldu |
You are an example to all of us! | Hepimize örnek oluyorsun. |
You are looking for thrill (h) in the wrong place. | Yanlış yerde heyecan arıyorsun. |
nurse (ha) | hastabakıcı |
to despise | hor görmek |
From the day İhsan's mother had held this little shop he had disliked her, despised her. | İhsan'ın annesinin bu küçük dükkanını tuttuğu günden beri beğenmemiş, hor görmüştü. |
occurence /phenomenon /incident /happening (h) | hadise |
an unbelievable phenomenon (h) | inanılmayan bir hadise |
fever /feverishness (h) | humma |
without waiting to see whether there was someone else moving | Hareket eden başka birinin olup olmadığını görmek için beklemeden |
to devastate /to inflict damage on | hasar vermek |
aware | haberdar |
please let me know | lütfen haberdar edin |
to snort | homurtuyla gülmek |
to get done with / en finir avec | halledip kurtulmak |
under everybody's nose | herkesin burnunun dibinde |
daydreamer | hayalperest |
a loud snore | gürültü bir horlama |
scrap /junk /completely worn out/ready for the scrap heap /Schrott | hurda |
the tool had turned into scrap(totally ruined) | alet hurdaya dönmüştü |
raging /combattive /ill-tempered | hırçın |
a raging ocean | hırçın bir okyanus |
to work like a beaver | harıl harıl çalışmak |
cockroach | hamamböceği |
if I disappoint him another time... | Onu bir daha hayal kırıklığına uğratırsam.... |
to cry one's eyes out | hüngür hüngür ağlamak |
We need to talk about iur feelings. | Hislerimiz hakkında konuşmamız gerek. |