but (f) | fakat |
In this world there are no ghosts and such. | Bu dünyada hayalet filan yok. |
more than enough | fazlasıyla |
mouse /also:computer mouse | fare |
To notice / to make a difference | Fark etmek |
difference | fark |
different / divers | farklı |
excessive / extra / superfluous | fazla |
verb | fiil |
elephant | fil |
the oven | fırın |
seal | fok |
peanut | fıstık |
hazelnut | fındık |
joke | fıkra |
like / and so on | falan |
active / busy (f) | faal |
extra / additional | fazladan |
an extra shirt | fazladan bir gömlek |
benefit / profit / advantage / usefulness | fayda |
No use to work / study / try | çalışmanın bir faydası yoktur |
to throw something (acc.) at someone (dat) / to fling (f) / / shoot / catapult | fırlatmak |
He threw a quick glance/ He quickly glanced | hızlı bir bakış fırlattı |
whisper | fısıltı |
to whisper | fısıldamak |
a hoarse whisper | boğuk bir fısıltı |
His voice changed into a hoarse whisper. | Sesi boğuk bir fısıltıya dönüştü. |
etc.etc. | falan filan |
ivory | fildişi |
movie star | film yıldızı |
barrel /Faß | fıçı |
one of the brandy barrels | brendi fıçılarından biri |
It was an absurd idea / it was a crazy joke | saçma bir fikirdi |
too old (f) | fazla yaşlı |
My bones are too old for this wind. | Kemiklerim bu rüzgâr için fazla yaşlı. |
They shot black arrows after them. | peşlerinden siyah oklar fırlattılar. |
to bold / burst / jump / spring /fling | fırlamak |
bolding from his hand | elinden fırlayan |
wick / Docht | fitil |
He will not quench the fuming/smoldering wick | Tüten fitili söndürmeyecek. |
verbforms / structures | fiil yapıları |
cup | fincan |
There is a crack in the cup. | Fincanda bir çatlak var. |
family (biol.) (e.g. Felidae / Katzen) | familya |
different possibilities | farklı olasılıkları |
to flirt | flört etmek |
I am throwing the book at you. | Sana kitabı fırlatıyorum. |
if someone throws a book at you | biri eğer sana bir kitap fırlatırsa |
if somebody doesn't throw the book at you | biri sana kitabı fırlatmazsa |
Books can for example give you an idea. | Kitaplar örneğin sana fikir verebilir. |
your idea | fikrin |
Do you have an idea ? | Bir fikrin var mı? |
I have an idea. | Bir fikrim var. |
whether you have an idea | bir fikrinin olup olmadığı |
I don't know, whether you ever had an idea before. | Daha önce bir fikrinin olup olmadığını bilmiyorum. |
lantern | fener |
It would not make a difference | fark etmezdi |
Even if he learned nothing it wouldn't make a difference. | Hiç öğrenmese bile fark etmezdi |
It makes no difference (slang) | farkmaz |
What is whispered to your ear, proclaim it from the rooftops. | Kulağınıza fısıldananı, damlardan duyurun. |
To make oneself get noticed / to attract attention | kendini fark ettirmek |
They make themselves get noticed. ( They attract attention to themselves) | Kendilerini fark ettirirler. |
to sprout / shoot out/ bud | filizlenmek |
sprout / shoot/ bud | filiz |
This year the prices are higher than last year. | Bu senenin fiyatları geçen seneninkilerden daha yüksek. |
he's allergic to nuts | fındık-fıstığa alerjisi var |
France | Fransa |
I weigh three kilo too much (There are three kilos of me too much) | üç kilo fazlam var |
physics | fizik |
film / movie | film |
camera (f. m) | fotoğraf makinesi |
French people like talking about food. | Fransızlar yiyeceklerden konuşmayı çok seviyorlar |
worse (d.f) | daha fena |
football | futbol |
what kind of films does your friend prefer? | arkadaşın ne tür filmler tercih eder? |
I am bad at telling jokes. | fıkra anlatmakta kötüyüm |
photo | fotoğraf |
Do you want to see our photos? | fotoğraflarımızı görmek istiyor musunuz? |
This is a photo of me | bu benim bir fotoğrafım |
toothbrush | diş fırçası |
I didn't bring my toothbrush | diş fırçamı getirmedim |
storm | fırtına |
fan club | fan kulübü |
I want to be a member of the fan club | fan kulübün bir üyesi olmak istiyorum |
to agree; to be of the same opinion | aynı fikirde olmak |
We don't agree | aynı fikirde değiliz |
I don't agree with you | seninle aynı fikirde değilim |
to cause a storm / to break loose a storm | fırtına koparmak |
to break loose a storm in a glas of water / much ado about nothing | bir bardak suda fırtına koparmak |
the cheese boat is not walking with words /actions speak louder than words | lafla peynir gemisi yürümez |
price (to pay) | fiyat |
red currants / rote Johannisbeere | kırmızı frenküzümü |
white currants / weiße Johannisbeere | beyaz frenküzümü |
black currant / schwarze Johannisbeere | siyah frenküzümü |
basilicum | fesleğen |
no more no less | ne fazla ne (de) eksik |
pinetree / Kiefer | fıstık çamı |
heather / Heidekraut | funda |
mouse button / Maustaste | fare düğmesi |
to bake in the oven | fırında pişirmek |
to fill up | fullemek |
life boat | filika |
flash | flaş |
photo frame | fotoğraf çerçevesi |
photo album | fotoğraf albümü |
to take a foto | fotoğraf çekmek |
turquoise (f) | firuze taşı |
Fluorine /Fluor - F 9 | flor |
Phosphorus /Phosphor-P 15 | Fosfor |
flamingo | flamingo |
physiological | fizyolojik |
a natural and physiological desire | doğal ve fizyolojik arzu |
bishop / Läufer (chess) | fil |
lobby / entrance hall /antechamber | fuaye |
When they realized this it was understood that there were also materials other than the protons in the nucleus. | Bunu fark edince, çekirdekte protondan başka maddeler de olduğu anlaşıldı. |
howl / outcry / scream / bellow / wail | feryat |
an owl's howling / Eulengeheul | baykuş feryadı |
He had woken up from (with) an owl's howl | O, bir baykuş feryadıyla uyanmıştı |
extraordinary (f) | fevkalade |
an extremely (f) embarrassing situation | fevkalade utanç verici bir durum |
devotion /selfsacrifice | fedakarlık |
not refraining (particip pres act) from any sacrifice | hiç fedakarlıktan kaçınmayan |
mischief / malice / complot | fesat |
disaster / catastrophy | felaket |
diastrous news / disaster news | felaket haberi |
Euphrates | Fırat |
Not bad | fena değil |
refreshing (f) | ferahlatıcı |
the refreshing clean night air | ferahlatıcı temiz gece havası |
to gush out from / spring from/ errupt / spurt (f) (not with much force /randomly /accidentally /splashing water with the hand/intransitive) | fışkırmak |
fire gushing from the depths of the earth crust | yer kabuğunun derinliklerinden fışkıran ateş |
to conquer (f) | fethetmek |
conquest (f) | fethetme |
their desire to conquest (f) | fethetme arzuları |
their desire to conquer people who do not harm anyone | kimseye zararı dokunmayan insanları fethetme arzuları |
in order to justify their desire to conquer people who do not harm anyone | kimseye zararı dokunmayan insanları fethetme arzularını haklı çıkarmak için |
All they said was only in order to justify their desire to conquer people who do not harm anyone | Onların söylediği her şey sadece kimseye zararı dokunmayan insanları fethetme arzularını haklı çıkarmak içindi. |
phoenicians | Fenikeliler |
discussion / exchange of ideas | fikir alışverişi |
knife scar (from fight) | faça |
I was not aware of | farkında değildim. |
I was not aware of that I forgot the tv on. | Televizyonu açık unuttuğumun farkında değildim. |
She asks (what is ) the price of the brown shoes. | Kahverengi ayakkabıların fiyatını (fiyatının ne olduğunu) sorar. |
The price of the brown shoes is 500 liras. | Kahverengi ayakkabıların fiyatı beş yüz lira. |
useful / helpful / beneficial | faydalı |
a few helpful rules | birkaç faydalı kural |
to never take more than one's right | hiçbir zaman hakkından fazlasını almamak |
We were a family which barely made both ends meet, never taking more than our rights and living with honour | Biz kıt kanaat geçinen, hiçbir zaman hakkından fazlasını almayan, onuruyla yaşayan bir aileydik. |
to be involved in an activity / to be engaged in / to operate | faaliyette bulunmak |
runaway / fugitive | firari |
side burns / Koteletten | favoriler |
I want long side burns / Ich m¨öchte lange Koteletten | favorileri uzun istiyorum. |
zipper / Reissverschluss | fermuar |
the zipper is broken | fermuar bozuldu |
The flight (lit. plane) ticket costs too much. | Uçak biletinin ücreti çok fazla. |
science lessons | fen dersleri |
activity / action | faaliyet |
the actions carried out | gerçekleştirdiği faaliyetler |
trying to prevent the actions to be carried out | gerçekleştirdiği faaliyetlerin engellenmeye çalışılması |
trying to prevent the activities carried out in accordance with international law | uluslararası hukuka uygun gerçekleştirdiği faaliyetlerin engellenmeye çalışılması |
He noticed that he forgot his pen. | kalemini unuttuğunu fark etti. |
I noticed that I forgot my pen. | Kalemimi unuttuğumu fark ettim. |
opportunity | fırsat |
to blow-dry/ fönen | fön çekmek |
finals / play-offs / final exams | finaller |
to become different / to change / sich verändern | farklılaşmak |
to make dissimilar / to differentiate / to diversify | farklılaştırmak |
foulard / scarf (f) | fular |
to abdicate / to stand down / to disclaim / to rennounce | feragat etmek |
ransom | fidye |
ransom | fidye |
For even the Son of Men has not come to be served but to serve and to give his life (soul) as a ransom for many. (Mark 10: 45) | Çünkü İnsanoğlu bile hizmet edilmeye değil, hizmet etmeye ve canını birçokları için fidye olarak vermeye geldi. |
these products leave you hungry for more / Diese Produkte machen hungrig nach mehr | bu ürünler sizi daha fazlasına da aç bırakıyor |
to gush out from / spring from/ errupt / spurt (f) (not with much force /randomly /accidentally /splashing water with the hand/transitive) | fışkırtmak |
photographer | fotoğrafçı |
fortuneteller | falcı |
The fortune teller predicted your success. (that you will be successful) | Falcı, başarılı olacağını tahmin etti. |
This is one of my favorite songs. | Bu benim favori şarkılarımdan biri. |
frequency | frekans |
Set down the wireless frequency to one hundred kilohertz. | Telsiz frekansın yüz kilohertze indir. |
a low frequency | düşük frekans |
philosophy | felsefe |
Most of the men and women here could have the same philosophy ve | Buradaki erkek ve kadınların çoğu aynı felsefeye sahip olabilirdi |
to express an idea or opinion /to ponder over an idea (to make an idea walk through your mind) | fikir yürütmek |
He idly played with the idea whether the servants would have to be disposed of after this meeting. | Hizmetkârların bu toplantıdan sonra katledilmesinin gerekip gerekmeyeceği üzerine aylak aylak fikir yürüttü. |
to presume /assume /suppose /imagine | farz etmek |
to be supposed to | farz edilmek |
the assumed weakness | farz edilen zaaf |
supreme /fantastic | fevkaladenin fevkinde |
With surprise (ş) I noticed that it was the man on the horse who had watched me that day from the forest. | Şaşkınlıkla onun o gün beni ormandan izleyen at üzerindeki adam olduğunu fark ettim. |
How could I miss such an opportunity?!? | Bu fırsatı nasıl kaçırırım?!? |
to talk in whispers | fısır fısır konuşmak |
What are you talking about in whispers over there? | Fısır fısır ne konuşuyorsunuz orada? |
a small round table for two (like in a bistro/or on a balcony/ where you can have private /whispered conversation/"gossip table" ) | fiskos masası |
to make /cause a difference | fark ettirmek |
What a difference a day makes! | Bir gün nasıl fark ettiriyor! |