legend | efsane |
bandit / Räuber | eşkıya |
robber stories / Räubergeschichten | eşkıya öyküleri |
accompanied | eşliğinde |
accompanied by an animal with sharp teeth sitting on the table and hissing at me when I entered the kitchen not knowing of anything. | Ben her şeyden habersiz mutfağa girdiğimde masanın üzerinde oturan ve bana tıslayan sivri dişli bir hayvan eşliğinde. |
scratch about / grub up / scharren | eşelemek |
cats scratching about the ground for sweet potatoes | Toprağı tatlı patates bulmak için eşeleyen kediler |
to match / pair | eşlemek |
acccompagnied by the music | müziğin eşliğinde |
to become legend(ary) | efsaneleşmek |
curved /tilted / bent / leaning over | eğri |
bread | ekmek |
hand | el |
apple | elma |
at least (short form = more formal) at least do ... only long form | en az(ından) |
his most beloved/ his favourite | en sevdiği |
the most/ the X-est | en |
ultimately /after all / at length / at last / finally | eninde sonunda |
man /male | erkek |
early | erken |
old /former /ancient | eski |
to blow | esmek |
meat | et |
to do / make | etmek |
yes | evet |
child (e) | evlat |
before | evvel |
To smash | ezmek |
donkey | eşek |
plum | erik |
the least | en küçük |
I can't (help it) | elimde değil |
humor / witticism / spirit / joking remark | espri |
paper / document (e) | evrak |
I am sure | eminim |
Ethic | etik |
from ethical aspects | etik yönden |
He is obliged by ethical aspects | etik yönden zorunludur |
breeze | esinti |
with the hand | elle |
off his hand | elinden |
sure / certain / confident /positive / secure / reliable | emin |
to make sure | emin olmak |
I made sure / I assured myself | emin oldum |
I couldn't make sure | Emin olamadım |
I am not sure | Emin değilim |
He always had wanted to make sure (now it's too late)/ He would have wanted to make sure (had there been an opportunity) | Emin olmak isterdi |
Hear my cry , O God | Ey Tanrı, yakarışımı işit |
to reach (e) | erişmek |
(that) I will not be able to reach | erişemeyeceğim |
a rock I will not be able to reach | erişemeyeceğim bir kaya |
eternal/ everlasting | ebedi |
the everlasting God | Ebedi Tanrı |
to sow | ekmek |
he sows | eker |
to spin | eğirmek |
they spin yarn | iplik eğirirler |
reign / sovereignity | egemenlik |
His reign | Onun egemenliği |
fun / entertainment / amusement | eğlence |
It sounds like great fun | büyük bir eğlence gibi geliyor |
dragon | ejder(ha) |
everyone I love / lit. spouse-friend | eş dost |
Everyone I love came to the party. | Partiye eş dost geldi. |
very old and rusty | eski püskü |
not straight / bumpy | eğri büğrü |
diamond | elmas |
rough / uneven / bergig (with hills) | engebeli |
to affect / influence /impress | etkilemek |
Funny how fear can affect you. | Korkunun seni nasıl etkilediği gülünç. |
inquietude / worry / concern / fear (e) | endişe |
to worry / bother / mind / to feel uneasy about / to fret about(e) | endişelenmek |
saddle | eyer |
saddle girth /Sattelriemen/Sattelgurt | eyer kolanı |
a lose saddle girth | gevşek bir eyer kolanı |
you can see how much impressed everybody is | Herkesin nasıl etkilendiğini görebiliyorsunuz |
to be impressed | etkilenmek |
tradesman /artist | esnaf |
goods / belongings / articles /luggage / baggage | eşya |
things (e) | eşyalar |
selling tiny haberdashery articles | ufak tefek tuhafiye eşyası satan |
Travelling tradesman selling small haberdashery items by traveling in villages, markets and similar places | Köy, pazar ve benzeri yerlerde dolaşarak ufak tefek tuhafiye eşyası satan gezici esnaf |
to become curved / to warp | eğrilmek |
to yawn | esnemek |
you are continously yawning | esneyip duruyorsun |
You have been yawning continuously, I fell sleepy, too. | Esneyip duruyorsun, benim de uykum geldi. |
(to delay, to put off | ertelemek |
Do I have to delay my plans? | Planlarımı ertelemek zorunda mıyım? |
to marry | evlenmek |
Will you marry me? | Benimle evlenir misin? |
made for smashing | ezmek için yapılmış |
to grudge / begrudge / withhold | esirgemek |
This luxury he also withheld from himself and... | Bu lüksü kendisinden de esirgeyip |
to gallop | eşkin gitmek |
The riders gallopped towards the trap | Biniciler tuzağa doğru eşkin gidiyordu. |
well-being/ soundness (peace) | esenlik |
Prince of Peace | Esenlik Önderi |
as if she wanted to make sure | emin olmak istercesine |
literature | edebiyat |
that was around (e) him | etrafındaki |
From the place where he was he could see the whole forest that was around him. | Bulunduğu yerden etrafındaki bütün ormanı görebiliyordu. |
molten | erimiş |
a molten crown | erimiş bir taç |
win/earn Xpert points | Xper puanlar kazan: |
to entertain | eğlendirmek |
At least the brain wants to entertain itself with new ideas. | En azından beyin yeni fikirlerle kendini eğlendirmek ister. |
to block / hinder / obstruct | engellemek |
the presence of others can hinder your creativity. | başkalarının varlığı yaratıcılığınızı engelleyebilir. |
to surround / to ring in | etrafını sarmak |
They surrounded her. | Etrafını sardılar. |
after having made sure | emin olduktan sonra |
to be crushed / grinded | ezilmek |
the crushed reed | ezilmiş saz |
A bruised reed he will not break, and a smoldering wick he will not snuff out. In faithfulness he will bring forth justice. | Ezilmiş kamışı kırmayacak, Tüten fitili söndürmeyecek. Adaleti sadakatle ulaştıracak. |
skirt | etek |
the edges of his cloak | pelerininin etekleri |
to play with / to finger / to handle / to touch | ellemek |
he fingered the symbol | simgeyi elledi |
substance / essence / base | esas |
It is essential. | esastır |
something essential | esas olan bir şey |
There is one more (another) essential thing | esas olan bir şey daha vardır |
influence / effect | etki |
There are Chinese influences in the language. | dilde Çince etkisi var |
evolved | evrilmiş |
joint/ articulation /knuckle | eklem |
arthropods / Gliederfüssler (Spinnen / Krabben...) | eklem bacaklılar |
carnivorous | etobur |
from the group of carnivores | etobur takımından |
Big-bodied animal from the group of carnivore mammals | Memelerin et obur takımından iri gövdeli hayvan |
exotic | egzotik |
Exoticism | egzotiklik |
vexing | eziyetli |
it was vexing | eziyetliydi |
He felt a bit foolish himself for wanting to check that Tam was still there | Tam'ın hâlâ orada olduğundan emin olmak istediği için kendini biraz aptal gibi hissediyordu |
importance (e) | ehemmiyet |
unimportant (e) | ehemmiyetsiz |
retired | emekli |
to sit tilted / leaning towards so | eğri oturmak |
Let's sit tilted (lean over) and talk straight ! | Eğri oturup doğru konuşalım ! |
flashlight | el feneri |
to reach / attain / achieve (e) | ermek |
to reach / come to an end | sona ermek |
as long as (s) everything came to an end | her şey sona erdiği sürece |
Even if he learned nothing it wouldn't make a difference, as long as everything came to an end. | Hiç öğrenmese bile, her şey sona erdiği sürece fark etmezdi . |
husband of an aunt (also used among close friends for the other's boyfriend) | enişte |
minus / lacking / missing / insufficient/ incomplete | eksik |
to never omit / to always have | eksik etmemek |
to show one's best endeavours | elinden geleni eksik etmemek |
Now, therefore (henceforth/from now on (b)) the sword shall never depart from (lack in) your house (root) | Bundan böyle, kılıç senin soyundan sonsuza dek eksik olmayacak. |
"Do I (we) lack madmen, that you have brought this one to act the madman in my presence(before me)? | Bizde deliler eksik mi ki, önümde delilik yapsın diye bu adamı getirdiniz? |
The pillar of cloud by day and the pillar of fire by night did not depart from before the people. | Gündüz bulut sütunu, gece ateş sütunu halkın önünden eksik olmadı. |
Will Lebanon's snow be missing from rocky hills (b)? | Kayalık bayırlardan Lübnanın karı hiç eksik olur mu? |
The sin of someone talking a lot is not lacking (=When words are many, transgression is not lacking) | Çok konuşanın günahı eksik olmaz, |
Don't deprive me (don't let me lack) your prayers. | Dualarını eksik etme. |
drunkard /drinking | ayyaş |
to conquer / capture / seize / lay hands on | ele geçirmek |
They are making fun of me. | Bunlar da bana bakıp eğleniyorlar. |
Are you missing/lacking anything? | Bir eksiğiniz var mı? |
anxiously | evhamlı |
He began (k) inspecting anxiously the closed shutters. | evhamlı bir şekilde kapalı panjurları incelemeye koyuldu. |
He stood a few steps behind (g) them and began (k) to anxiously inspect the closed window shutters. | o onların birkaç adım gerisinde durup evhamlı bir şekilde kapalı panjurları incelemeye koyuldu. |
Landlady | ev sahibesi |
As if the landlady was watching them from behind one of those windows | sanki ev sahibesi o pencerelerin bir tanesinin arkasından onları gözetliyormuşçasına |
He began to anxiously examine the closed window shutters as if the landlady was watching them from behind one of those windows | sanki ev sahibesi o pencerelerin bir tanesinin arkasından onları gözetliyormuşçasına evhamlı bir şekilde kapalı panjurları incelemeye koyuldu. |
crop /corn | ekin |
energetic /viguoruos | enerjik |
clad in flesh and bone | ete kemiğe bürünmüş hâli |
sower / farmer | ekinci |
We can meet on September 10th. | 10 Eylül'de buluşabiliriz |
Encore / Zugabe | bi daha |
meat pie | etli börek |
fifty | elli |
to bend / bow / double up / stoop | eğilmek |
Bending (down) she looked outside through the windowpane wettened from the rain | yağmurdan ıslanmış cama doğru eğilerek dışarıya baktı. |
cheek | elmacık |
thoughts (e) | efkâr |
chicken (meat) | tavuk eti |
fish (meat) | balık eti |
beef | kırmızı et |
pharmacy | eczane |
my favoured | en sevdiğim |
brother | erkek kardeş |
boyfriend | erkek arkadaş |
wife / husband / spouse | eş |
I want a wife. | Bir eş istiyorum |
Does your boyfriend have a job ? | Erkek arkadaşının bir işi var mı? |
dress | elbise |
gloves | eldiven |
Oh no! | eyvah! |
Don't worry ! | Endişelenme ! |
infection | enfeksiyon |
My brother studies at university | erkek kardeşim üniversitede okuyor |
to go home | eve gitmek |
September | Eylül |
October | Ekim |
I can't e (a) | -emem (-amam) |
We can't e (a) | -emeyiz (-amayız) |
fridge / Eisschrank | buzdolabı |
wardrobe | elbise dolabı |
I would love to but I have to get up early tomorrow. | çok isterim, ama yarın erken kalkmam gerekiyor |
at home | evde |
fun | eğlenceli |
education / training | eğitim |
to retire | emekli olmak |
my mum and dad will retire in about three years | anne ve babam yaklaşık üç yıl içinde emekli olacaklar |
Are you sure? | emin misin? |
music instrument | enstrüman |
economy | ekonomi |
entertaining | eğlendirici |
your wife is pregnant | eşiniz hamile |
nervous /worried / uneasy | endişeli |
to make ... nervous | endişelendirmek |
debates about the economy make the Republicans nervous | ekonomi hakkındaki tartışmalar Cumhuriyetçileri endişelendiriyor |
to the best of my ability | elimden geldiğince |
labour / toil | emek |
no pain no gain (lit. without labour there is no food) | emeksiz yemek olmaz |
What is with one hand, two hands have a voice / two heads are better than one / it takes two to tango | bir elin nesi var iki elin sesi var |
you reap what you sow | ne ekersen onu biçersin |
order (command)/ Befehl | emir |
it's an order! | bu bir emirdir! |
stop worrying | endişelenmeyi bırak |
'health to your hands' /ala yadik saha | el(ler)ine sağlık! |
the patient has to rest for at least a week | hastanın en az bir hafta dinlenmesi gerekiyor |
There were at least fifty people in the party. | Partide en az(ından) elli kişi vardı. |
You have to do something. At least call him and tell him that there is a problem. | Bir şeyler yapman lazım. En azından onu arayıp bir sorun olduğunu söyle. |
ex boyfriend | eski erkek arkadaş |
he still cares about his ex girlfriend | eski kız arkadaşını hâlâ umursuyor |
energy | enerji |
to exercise | egzersiz yapmak |
to wave | el sallamak |
married | evli |
marriage /Ehe | evlilik |
if you shake your hand there are fifty of them / there are lots of other possible boy or girlfriends / there are lots of fish in the sea | elini sallasan ellisi |
to make an effort | emek vermek |
you have to make an effort | emek vermen gerekiyor |
electronics | elektronik |
parent(s) | ebeveyn |
the king and queen stated that they were going to be parents | kral ve kraliçe ebeveyn olacaklarını açıkladılar |
screen | ekran |
to add | eklemek |
e-mail | e-posta |
universe | evren |
safety | emniyet |
seat belt | emniyet kemeri |
inflation | enflasyon |
One hand washes the other. / manus manum lavat. | Bir el diğerini temizler |
Fear the Lord, all you His saints, for the one who fears Him lacks nothing. | RaB'den korkun, ey Onun kutsalları, çünkü Ondan korkanın eksiği olmaz. |
preposition | edat |
don't mention it / you are welcome | estağfurullah |
sour /sauer | ekşi |
hashish / secret | esrar |
Mysterious / geheimnisvoll | esrarengiz |
synonym | eşanlamlı |
at length /broadly/ on and on (e.b.) | enine boyuna |
alarming news | endişe verici haberler |
I will do my best | elimden geleni yaparım - yapacağım |
I am doing what I can/the best I can | elimden geleni yapıyorum |
I did what I could | elimden geleni yaptım |
I am trying to do my best to get permission | izin alabilmek için elimden geleni yapmaya çalışacağım |
even if it was noticed | fark edilse bile |
e mail address | e-posta adresi |
attached files | ekli dosyalar |
to attach (a file) | eklemek |
I am sure he will win | Eminim ki kazanacak |
eclair (pastry) | ekler |
the lead singer | esas şarkıcı |
latitude /Breitengrad (distance from the equator) | enlem |
equator | ekvator |
common swift /Mauersegler | ebabil |
electrons | elektron |
As for the orbit there are particles that we call electrons. | Yörüngede ise elektron dediğimiz parçacıklar var. |
equal | eşit |
Every atom that is in neutral state in nature has an equal number of protons and elektrons | Doğada nötr hâlde bulunan her atomun proton sayısı ile elektron sayısı birbirine eşittir. |
minus / negative | eksi |
equals /= | eşittir |
5 - 3 = 2 | beş eksi üç eşittir iki. |
minus 13 | eksi on üç |
inequal | eşit değildir |
3x5 inquals 16 | üç çarpı beş eşit değildir on altı. |
(4/2) - 3 * 7 + 6 = - 13 | Dört bölü iki eksi üç çarpı yedi artı altı eşittir eksi on üç |
because the protons are positively charged,the electrons are negatively charged | çünkü protonlar artı yüklü, elektronlar eksi yüklü. |
The electric charge can be calculated. | Elektrik yükü hesaplanabiliyor. |
spring balance /Federwaage | el kantarı |
oval | elips |
Rhombus /Raute / diamond (geometr) | eşkenar dörtgen |
matchless (e) | eşsiz |
doorstep / theshold | eşik |
at/on the step of the Dursley's door | Dursley'lerin kapı eşiğine |
to be on the verge /brink of x-ing | x-menin eşiğine gelmek |
to hinder / prevent | engel olmak |
you were hindering my letters ? | Sen mektuplarıma engel mi oluyordun? |
eternel / ewig | ezel |
from everlasting | ezelden beri |
Oh Lord you are our Father. Your name is 'our Saviour' from time everlasting. (Is.63: 16) | Ya Rab, Babamız Sensin. Ezelden beri adın 'Kurtarıcımız'dır |
You have given me joy. In peace (e) I lay down and sleep. For you alone,Lord keep me in safety. (Ps.4: 7-8) | Bana sevinç verdin. Esenlik içinde yatar uyurum. Çünkü yalnız Sen, ya Rab, beni güvenlik içinde tutarsın. |
meek / sheepish / insecure / always bullied / looser | ezik |
with a sheepish grin /insecure smile | ezik gülümseyişle |
Captain Eshref who stood with a sheepish grin in front of the door | Kapının önünde ezik bir gülümseyişle dikilen Yüzbaşı Eşref |
prayer call | ezan |
to recite/do the prayer call | ezan okumak |
from the very beginning | en başından |
since the very beginning | en başından beri |
Let's talk everything over from the very beginning | Her şeyi en başından konuşalım. |
dark skinned / tanned / brown | esmer |
aye aye, sir ! /At your order, my general! | Emredersiniz komutanım ! |
the day before yesterday (e/ö) | dünden evvelki - önceki gün |
fleshy leaves | etli yapraklar |
(it will be )worth the effort /(es wird) der Mühe wert (sein) | emeğine değecek |
I can't wait until tomorrow but don't worry (m.e.) it will be worth the effort | Yarına kadar bekleyemem ama merak etme emeğine değecek |
to vacuum (the house) | (evi) elektriklemek |
to receive e-mails | e-posta almak |
I'm trying to do my best, but it doesn't seem to like me. | Ben elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum,ama benden hoşlanıyor gibi görünmüyor. |
to criticize | eleştirmek |
he always criticizes me | o hep beni eleştiriyor |
to accompany /to take s. o. out / to keep s. o. company /to escort | eşlik etmek |
to accompany a song | bir şarkıya eşlik etmek |
to accompany songs | bir şarkılara eşlik etmek |
They applauded me, they accompanied my songs. | Beni alkışlıyor,şarkılarıma eşlik ediyorlardı. |
Didn't I tell you before? | Sana daha evvel söylemedim mi? |
a computer with a big screen | büyük ekranlı bir bilgisayar |
That just means that your team has to work faster. | Yalnız bu demektir ki, senin ekibinin daha hızlı çalışması lazım. |
Actually I didn't ask you a question, I gave orders. | Aslında sana bir soru sormadım, emir verdim. |
No need to worry | Endişelenme gerek yok. |
Women and men are completely equal! | Kadınlar ve erkekler tamamen eşit! |
He hates housework. | O ev işlerinden nefret ediyor. |
historical artifact | tarihî eser |
to obtain | elde edilmek |
obtained | elde edilen |
The images obtained from security cameras | güvenlik kameralarından elde edilen görüntüler |
I watched it at least 100 times. | En az 100 kez izledim. |
police headquarters / police department / security directorate | Emniyet Müdürlüğü |
provincial directorate of security | il emniyet müdürlüğü |
the Provincial Security Directorate teams | İl Emniyet Müdürlüğüne bağlı ekipler |
the ringleader / gang-leader / chief | elebaşı |
the ringleader / gang-leader / chief of the criminal organization | suç örgütü elebaşı |
with the security forces | Emniyet güçleri eşliğinde |
next / following | ertesi |
the next day / the following day | ertesi gün |
nape / back of the neck / Nacken | ense |
The nape is fine. Please cut the sides and the top a bit more. | Ense iyi.Yanları ve üstü biraz daha kesin, lütfen. |
pet shop | evcil hayvan dükkanı |
to stretch / (also : to cause to yawn) | esnetmek |
The teacher tells her to stretch her legs. | Öğretmen ona bacaklarını esnetmesini söyler. |
She tries to stretch her legs. | Bacaklarını esnetmeye çalışır. |
to stretch the rules | kuralları esnetmek |
to stretch the law | yasayı esnetmek |
The teacher told me to stretch my legs. | Öğretmen bacaklarımı esnetmemi söyler. |
I tried to stretch my legs. | Bacaklarımı esnetmeye çalışırım. |
homeless | evsiz |
homeless people | evsizler |
He didn't want the girl to worry about him. | Kızın kendisi için endişelenmesini istemiyordu. |
universal | evrensel |
obstacle | engel |
So what's the obstacle in front of Burak? | Peki Burak'ın önündeki engel ne? |
Then I hope to be able to go the following day to the beach. | O zaman plaja ertesi gün gidebilmeyi umarım. |
It will happen sooner or later, we should be prepared/ready for that moment. | Bu er ya da geç olacak, o an için hazırlıklı olmaliyiz. |
He does not have as much as he used to have. | Eskiden olduğu kadar zamanı olmuyor. |
He can't lose weight as easy as he used to. | Eskiden olduğu kadar da kolay kilo veremiyor. |
to watch on the screen (telephone/pc ) | ekranda izlemek |
old fashioned | eski kafalı |
manly | erkeksi |
is not very manly | pek de erkeksi değil |
fewer (number) than in the past | eskisine oranla sayıca daha az |
in the past | evvelden |
power switches / Lichtschalter | elektrik düğmesi |
Eriğin fiyatı çok pahalıydı. | The price of the plums was very expensive. |
in/during the events of / in the activities of | etkinliklerinde |
During the events of a "car-free day" organized every year in the country on the third sunday of September | Ülkede her yıl eylül ayının üçüncü pazar günü düzenlenen "Arabasız Gün" etkinliklerinde |
During the events of a "car-free day" organized every year in the country on the third sunday of September, this year an accident took place. | Ülkede her yıl eylül ayının üçüncü pazar günü düzenlenen "Arabasız Gün" etkinliklerinde bu yıl trafik kazası meydana geldi. |
wedding ring | evlilik yüzüğü |
to make a proposal (marriage) | evlilik teklif etmek |
to receive a wedding proposal | evlilik teklif almak |
to accept s.o.'s wedding proposal | evlilik teklifini kabul etmek |
to marry | evlilik yapmak |
arranged marriage | anlaşmalı evlilik |
a successful marriage | başarılı evlilik |
a failed/ unsuccessful marriage | başarısız evlilik |
marriage counseling | evlilik danışmanlığı |
wedding invitation | evlilik davetiyesi |
wedding reception | evlilik resepsiyonu |
wedding day | evlilik günü |
wedding vows | evlilik sözü |
homelessness | evsizlik |
to match / to marry off | evlendirmek |
and in the meantime | ve bu esnada |
puberty | ergenlik |
to neutralise / counteract / desactivate / cancel | etkisiz hale getirmek |
to obtain / acquire | edinmek |
real estate agent /Makler | emlakçı |
in the real estate agent's brochure | emlakçının broşüründe |
In the real estate agent's brochure the house seemed comfortable and romantic. | Emlakçının broşüründe ev konforlu ve romantik görünüyordu. |
well behaved /well mannered | edepli |
Suffix | eki |
infinitive verb ending /infinitive suffix | mastar eki |
to stand s. o. up (to not come to an appointment) jemanden versetzen | birisini ekmek |
You stood me up (you didn't come to our appointment) Du hast mich versetzt | Beni ektin. |
How do we fit (where is our place) in the big universal concept (plan) ? | Büyük evrensel plandaki yerimiz ne? |
Don't be friends with them. They are all losers. | Onlarla dost olma. Hepsi ezikler. |
impressive | etkileyici |
to start from scratch /to start from the very beginning | en baştan başlamak |
Moving out is like starting from scratch. | Evden taşınmak en baştan başlamak gibi. |
It doesn't create a good impression. | Hiç iyi bir etki yaratmiyor. |
I can't stop yawning. | esnemeden duramıyorum. |
rare /unusual /exeptional (e) | ender |
a rare (e) bird | ender bir kuş |
Why did you block me on Twitter my friend ? | Beni Twitter'da neden engelledin arkadaşım? |
virtue | erdem |
Patience is a virtue. | Sabır bir erdemdir. |
State (e. g. of America) /province | eyalet |
which is at the foot (lit. seam) of a mountain | eteklerindeki |
the maples at the mountain foot 'whose leaves had been dropped' | eteklerindeki yaprakları dökülmüş akçaağaçlar |
to give away / betray | ele vermek |
They gave away more (secrets) than they knew. | Bildiklerinden daha fazlasını ele veriyorlardı. |
surroundings /environment (e) | etraf |
In respect to the black woolen garnents, descending until the floor the environment would have been to hot. | Yere kadar inen siyah yünlere göre etraf fazla sıcak olacaktı. |
this is the safest way | en emniyetlisi böyle olur |
It was so much fun (e) | Çok eğlenceliydi. |
wheelbarrow | el arabası |
with wheelbarrows | el arabalarıyla |
Gardeners came and took those accidentally left behind as well away | bahçivanlar gelip istemeden geri kalmış olanları da el arabalarıyla götürdüler |
unfailing | (hiç) eksilmeyen |
with the whole family | evcek |
because he knew the answer he was going to get by heart | alacağı cevabı ezberden bildiği için |
viper | engerek |
charm /incantation /spell (e) | efsun |
a, spell (e) against danger | tehlikeye karşı bir efsun |
to reign /to possess /to have control over /to dominate | egemen olmak |
May he come quickly to rule over the world forever | dünyaya ebediyen egemen olmak için tez gelsin |
By the way, he e-mail that Cem wrote came | Bu arada, Cem'in yazdığı eposta geldi. |
We are doing our best (not lacking..) | elimizden geleni eksik etmiyoruz |
We will do our best | elimizden geleni yapacağız |
I pushed esc | esc tuşuna bastım |
to stop/hinder the continuerons flow of words I pushed Ctrl /Alt/Del. Nothing happened. | Kelimelerin sürekli akışını engellemek için Ctrl Alt Del'e bastım. Hiçbiri işe yaranadı. |
The last thing I wanted was for my expensive thing(e) to get wet. | İstediğim son şey pahalı bir eşyamın islanması olurdu. |
but that was the best I could do | ama elimden gelen bu kadardı |
He smiled mysteriously. | Esrarengiz bir şekilde gülümsedi. |
The sooner the better. /Je früher desto besser. | Ne kadar erken olursa o kadar iyi. |
Ağaç gövdesi o kadar eğri büğrü ve kabaydı ki neredeyse içinden gizlice bakan yüzler görebiliyordum | The tree trunk was so gnarled and rough that I could almost see faces peering out of the trunk. |
Riding bareback is not fun at all, especially if you don't have the control of the horse or its direction. | Eyersiz ata binmek hiç de eğlenceli değildir, özellikle de atın ya da gittiği yönün kontrolü sizde değilse. |
to let someone get bullied by others | Birini ezdirmek |
to be bullied | Kendini ezdirmek |
Don't let them bully me. | Beni ezdirme onlara |
It's a bit windy. | Esiyor. |
to recite | ezbere okumak |
Can you recite that old poem? | O eski şiiri ezbere okuyabilir misin? |