Reading Turkish: Harry Potter ve Felsefe Taşı (Kitabı 1)

QuestionAnswer
"Little brat," diye kıkırdadı Mr. Dursley.
'Küçük yumurcak,' diye kıkırdadı Mr Durley.
name (a)
ad
man (a)
adam
by the name /named /called
adında
by the name /named
adlı
to take /buy
almak
the sixth
altıncı
You have reached the sixth level : There are sixty words becoming familiar to you
Altıncı seviyeye ulaştın : Sana tanıdık gelen altmış tane kelime var
sixty
altmış
but they had a secret (g)
ama bir gizleri vardı
but they had secrets (g)
ama gizleri vardı
but they had never seen him
ama hiç görmemişlerdi onu
to understand
anlamak
car
araba
He got into his car and backed out of the garden of Number four.
Arabasına bindi, dört numaranın bahçesinden geri geri çıktı.
He got into his car.
Arabasına bindi.
origin
asıl
as for the origin /in fact /actually /if truth were known
aslına bakılırsa
to leave (a)
ayrılmak
garden
bahçe
the garden fences
bahçe çitleri
to stretch out her head(k) over the garden fences and spy on the neighbours
bahçe çitlerinin üzerinden kafasını uzatıp komşuları gözetlemek
to stretch her head over the garden fences
bahçe çitlerinin üzerinden kafasını uzatmak
when it came / as for (+dat.) (b)
bakılırsa
owl
baykuş
another
başka
to start /begin
başlamak
token /sign /glimpse /symptom /evidence /indication /mark /trace
belirti
to ressemble /match /look (a)like
benzemek
not to be worth a fig /not worth a penny / worthless /worth nothing(lit. not making five coins)
beş para etmemek
her worthless husband
beş para etmez kocası
the fifth
beşinci
You have reached the fifth level : There are fifty words becoming familiar to you
Beşinci seviyeye ulaştın : Sana tanıdık gelen elli tane kelime var
even / so much as /already
bile
they knew
biliyorlardı
to know
bilmek
to get in /on (a vehicle/plane /ship/horse.. +Dativ) ein steigen /aufsteigen
binmek
a /one
bir
She had a neck.
Bir boynu vardı.
to have a nervous freak out (slang)
bir bunalım geçirmek
a goodbye kiss
bir hoşça kal öpücüğü
He hummed a song.
Bir şarkı mırıldanıyordu.
someone
biri
if someone would bother to figure this out
biri kalkıp da bunu anlayacak
They were scared to death that someone would bother to figure this out
biri kalkıp da bunu anlayacak diye ödleri kopardı
first chapter
birinci bölüm
first level
birinci seviye
you reached the first level
birinci seviyeye ulaştın
You have reached the first level : Ten words words becoming familiar to you
Birinci seviyeye ulaştın : Sana tanıdık gelen on kelime
a few (+sg)
birkaç
a few years
birkaç yıl
for a few years (now)
birkaç yıldır
they wouldn't meet each other for a few years now /they stopped seeing each other for a few years now
birkaç yıldır görüşmemişlerdi
moustache
bıyık
if he/they showed up
boy gösterirse
to appear / to show up
boy göstermek
his neck
boynu
He doesn't have a neck
boynu yok
It was as if he didn't have a neck. /He seemed not to have a neck.
Boynu yok gibiydi.
he didn't have a neck
boynu yoktu
neck
boyun
to struggle /wrestle /to be at each other's throat
boğuşmak
this
bu
and this
bu da
And this came in quite handy to stretch out her head over the garden fences and spy on the neighbours.
Bu da bahçe çitlerinin üzerinden kafasını uzatıp komşuları gözetlemekte pek işine yarıyordu.
And this came in very (p) handy for spying on the neighbours
Bu da komşuları gözetlemekte pek işine yarıyordu.
And this came in very (p) handy.
Bu da pek işine yarıyordu.
And this boy was another valid reason, not to bring the Potters closer to their side.
Bu oğlan da Potter'ları yanlarına yaklaştırmamak için bir başka geçerli nedendi.
And this boy was another valid reason, not to bring the Potters closer to their side; they didn't want Dudley to become intimate with such a child.
Bu oğlan da Potter'ları yanlarına yaklaştırmamak için bir başka geçerli nedendi; Dudley'nin öyle bir çocukla içli dışlı olmasını istemiyorlardı.
And this boy was another valid reason.
Bu oğlan da, bir başka geçerli nedendi.
This was another valid reason.
Bu, bir başka geçerli nedendi.
this was another reason
Bu, bir başka nedendi
to mess with /to have a hand in /to get entangled with /to be contaminated by + Dative (-a/-e)
bulaşmak
it could not be found /it didn't exist
bulunamazdı
to be found /to be present (se trouver/sich befinden) /to exist
bulunmak
cloud
bulut
cloudy
bulutlu
in the cloudy sky
bulutlu gökte
crisis /depression
bunalım
half (b)
buçuk
chapter
bölüm
such /thus
böyle
they wouldn't dwell on such nonsense
böyle saçmalıklara kafa yormazlardı
because (sentence end) they wouldn't dwell on such nonsense
böyle saçmalıklara kafa yormazlardı çünkü
all /the whole /every
bütün
the whole country
bütün ülke
that will envelope the entire country
bütün ülkeyi saracak
and /also
da - de
to act /behave
davranmak
gossip (d)
dedikodu
to gossip
dedikodu etmek
to say (d)
demek
that / so /word to connect direct speech to the main sentence when the main sentence uses any verb other than demek
diye
ninety
doksan
ninth
dokuzuncu
You have reached the nineth level : There are ninety words becoming familiar to you
Dokuzuncu seviyeye ulaştın : Sana tanıdık gelen doksan tane kelime var
They had a little son called Dudley.
Dudley adında küçük bir oğulları vardı.
They had a little son called Dudley; as for the Durleys themselves a more perfect child than him didn't exist in the world.
Dudley adında küçük bir oğulları vardı; Dursley'lerin kendilerine bakılırsa dünyada ondan kusursuz bir çocuk bulunamazdı.
because Dudley was in the middle of having a nervous freak out
Dudley bir bunalım geçirmekteydi çünkü
because Dudley was in the middle of having a nervous freak out, throwing his food (m) at the wall
Dudley bir bunalım geçirmekteydi çünkü, mamasını duvara fırlatıyordu
They didn't want Dudley to become intimate with such a child.
Dudley'nin öyle bir çocukla içli dışlı olmasını istemiyorlardı.
He made an effort to also give a goodbye kiss to Dudley, but missed.
Dudley'ye de bir hoşça kal öpücüğü vermeye çabaladı, ama ıskaladı.
He made an effort to also give a goodbye kiss to Dudley.
Dudley'ye de bir hoşça kal öpücüğü vermeye çabaladı.
the Dursleys
Dursley'ler
The Durleys had everything they wanted, but they had a secret (g)
Dursley'ler istedikleri her şeye sahiptiler, ama bir gizleri vardı
The Durleys had everything they wanted, but they had a secret (g) and they were scared to death that someone would bother to figure this out.
Dursley'ler istedikleri her şeye sahiptiler, ama bir gizleri vardı, biri kalkıp da bunu anlayacak diye ödleri kopardı.
they didn't ressemble the Durleys at all
Dursley'lere hiç mi hiç benzemiyorlardı.
the Dursleys themselves
Dursley'lerin kendileri
as for the Durleys themselves
Dursley'lerin kendilerine bakılırsa
as for the Durleys themselves, a more perfect child than him didn't exist in the world.
Dursley'lerin kendilerine bakılırsa, dünyada ondan kusursuz bir çocuk bulunamazdı.
wall
duvar
at the wall (direction > dative)
duvara
to hear /feel
duymak
the fourth
dördüncü
You have reached the fourth level : There are forty words becoming familiar to you
Dördüncü seviyeye ulaştın : Sana tanıdık gelen kırk tane kelime var
four
dört
the garden of Number four
dört numaranın bahçesi
He backed out of the garden of number four.
Dört numaranın bahçesinden geri geri çıktı.
world /earth
dünya
in the world
dünyada
a child more faultless /perfect than him didn't exist in the world.
dünyada ondan kusursuz bir çocuk bulunamazdı.
to think
düşünmek
even to think gave them the creeps
düşünmek bile tüylerini ürpertiyordu
Sir
efendim
fifty
elli
the most tasteless tie
en tatsız kravat
while chosing the most tasteless tie
en tatsız kravatı seçerken
while leaving the house
evden ayrılırken
to notice
fark etmek
philosophy
felsefe
the philosophy stone
felsefe taşı
to throw (f)
fırlatmak
beak /Schnabel
gaga
to peck /picken (e.g. birds /also to kiss quickly)
gagalamak
strange /odd /weird (g)
garip
strange /odd /weird (g)
garip
the first indication of something strange
Garip bir şeyin ilk belirtisi
He noticed the first indication of something strange
Garip bir şeyin ilk belirtisini fark etti
He noticed the first indication of something strange at the street corner - a cat studying a map.
Garip bir şeyin ilk belirtisini fark etti sokağın köşesinde - harita inceleyen bir kediyi.
He noticed the first indication of something strange at the street corner.
Garip bir şeyin ilk belirtisini fark etti sokağın köşesinde.
strange or mysterious affairs
garip ya da gizemli işler
They were the last people to get entangled with strange or mysterious affairs, because they wouldn't dwell on such nonsense.
Garip ya da gizemli işlere bulaşacak son kişilerdi, böyle saçmalıklara kafa yormazlardı çünkü.
They were the last people to get entangled with strange or mysterious affairs.
Garip ya da gizemli işlere bulaşacak son kişilerdi.
there was nothing that could be a herald of the strange, mysterious things
garip, gizemli şeylerin habercisi olabilecek hiçbir şey yoktu
there was nothing in the cloudy sky that could be a herald of the strange, mysterious things.
garip, gizemli şeylerin habercisi olabilecek hiçbir şey yoktu bulutlu gökte.
to back out
geri geri çıkmak
valid
geçerli
a valid reason
geçerli bir neden
to pass
geçmek
like
gibi
it was like /it was as if
gibiydi
a secret (g)
giz
secret / mysterious (g)
gizemli
their secrets
gizleri
a company named Grunnings
Grunnings adlı bir şirket
pride
gurur
they would/used to take pride in
gurur duyarlardı
to be proud of /to take pride in (to feel pride)
gurur duymak
sky
gök
in the sky
gökte
to see
görmek
to discuss /meet /see /keep in touch /talk
görüşmek
to spy /pry /peek /observe
gözetlemek
news
haber
reporter / herald
haberci
map
harita
a cat studying a map
harita inceleyen bir kedi
He noticed a cat studying a map.
Harita inceleyen bir kediyi fark etti.
Harry Potter and the philosophy stone (according to the turkish title)
Harry Potter ve Felsefe Taşı
everything
her şey
as if she didn't have a sister
hiç kardeşi yokmuş gibi
She acted as if she didn't have any sister.
Hiç kardeşi yokmuş gibi davranıyordu
not in the least /not at all
hiç mi hiç
they did not fancy at all
hiç sanmıyorlardı
nothing
hiçbir şey
there was nothing
hiçbir şey yoktu
there was nothing in the cloudy sky
hiçbir şey yoktu bulutlu gökte
none of them /no one
hiçbiri
None of them noticed
Hiçbiri fark etmedi
None of them noticed that a brown owl passed.
Hiçbiri kahverengi bir baykuşun geçtiğini fark etmedi
None of them noticed that a brown owl passed in front of the window.
Hiçbiri kahverengi bir baykuşun pencerenin önünden geçtiğini fark etmedi.
None of them noticed that a brown owl passed in front of the window flapping its wings.
Hiçbiri kahverengi bir baykuşun pencerenin önünden kanat çırparak geçtiğini fark etmedi
goodbye (said to the person staying)
hoşça kal
two
iki
twice
iki kat
second
ikinci
to examine /study /investigate
incelemek
huge /beefy /massive
iri yarı
a massive, strong man
iri yarı, kalıplı bir adam
to miss /be off target
iskalamak
what they wanted
istedikleri
everything they wanted
istedikleri her şey
to want
istemek
intimate /close /familiar
içli dışlı
to become intimate
içli dışlı olmak
work /affair /business
while going to work
işe giderken
to go to work
işe gitmek
to come in handy /to serve /do the job
işine yaramak
head (k)
kafa
head (k)
kafa
to ponder /to think hard /to puzzle one's head
kafa yormak
to not worry /to not dwell on
kafa yormamak
they wouldn't worry /they wouldn't dwell on
kafa yormazlardı
her head (k)
kafası
to stretch out her head(k) and spy on the neighbours
kafasını uzatıp komşuları gözetlemek
to stretch her head
kafasını uzatmak
brown
kahverengi
a brown owl
kahverengi bir baykuş
that a brown owl passed
kahverengi bir baykuşun geçtiği
mold /form
kalıp
strong (ka)
kalıplı
I won't bother to call her /I am not about to bother and call her.
kalkıp da onu arayacak değilim
to bother oneself to x
kalkıp x-mek
to stay /remain
kalmak
wing
kanat
(by) flapping its wing(s)
kanat çırparak
sibling /brother /sister
kardeş
her sister
kardeşi
her sister and her husband
kardeşi de onun kocası
wife
karı
gloomy /dreary / somber /dismal
kasvetli
time /multiple/ - fold /layer / floor
kat
they did not fancy at all that they could bear
katlanabileceklerini hiç sanmıyorlardı
to be able to bear
katlanabilmek
cat
kedi
word (k)
kelime
themselves
kendileri
to themselves
kendilerine
as for themselves
kendilerine bakılırsa
pleasant / delightful
keyifli
pleasantly
keyifli keyifli
she was pleasantly gossiping
keyifli keyifli dedikodu ediyordu
to chuckle /giggle /chortle
kıkırdamak
forty
kırk
person (k)
kişi
people(k)
kişiler
big /great /large (k)
koca
husband
koca
neighbour
komşu
to spy on the neighbours
komşuları gözetlemek
that what the neighbours would say
komşuların ne diyeceği
to think of what the neighbours would say
komşuların ne diyeceğini düşünmek
even to think of what the neighbours would say gave them the creeps
komşuların ne diyeceğini düşünmek bile tüylerini ürpertiyordu
huge (k.. k)
koskoca
He has a huge moustache.
Koskoca bir bıyığı var.
He had a huge moustache.
Koskoca bir bıyığı vardı.
a tie
kravat
bullet /lead /Blei
kurşun
dark grey /leaden / bleigrau
kurşuni
fault /flaw
kusur
excuse me / I am really sorry. (lit. Don't look at the flaw!)
Kusura bakma.
flawless /faultless /perfect /impeccable
kusursuz
corner
köşe
small /little /young
küçük
They had a little son.
Küçük bir oğulları vardı.
little brat
küçük yumurcak
baby food /animal food
mama
baby chair / high chair
mama sandalyesi
he was throwing his food (m) at the wall
mamasını duvara fırlatıyordu
he was throwing his food (m)
mamasını fırlatıyordu
drill
matkap
producing drills
matkap yapan
a drill producing company
matkap yapan bir şirket
a drill producing company named Grunings
matkap yapan Grunnings adlı bir şirket
to murmur /mutter /hum
mırıldanmak
Mr. Dursley was the director of a drill producing company named Grunings.
Mr. Dursley matkap yapan Grunnings adlı bir şirketin yöneticisiydi.
Mr. Dursley was the director.
Mr. Dursley yöneticiydi.
Mr. Dursley was the company's manager.
Mr. Dursley şirketin yöneticisiydi.
Mr. Dursley was humming a song while going to work, while chosing the most tasteless tie that he wore,and Mrs. Dursley was pleasantly gossiping while struggling to seat the screaming Dudley in the high chair.
Mr. Dursley, işe giderken taktığı en tatsız kravatı seçerken bir şarkı mırıldanıyor, Mrs. Dursley de çığlıklar atan Dudley'yi mama sandalyesine oturtmak için boğuşurken keyifli keyifli dedikodu ediyordu.
Mr. Dursley was humming a song while going to work, while chosing the most tasteless tie that he wore.
Mr. Dursley, işe giderken taktığı en tatsız kravatı seçerken bir şarkı mırıldanıyordu.
When Mr. and Mrs. Dursley woke up that Tuesday morning
Mr. ve Mrs. Dursley o salı sabahı uyandıklarında
When Mr. and Mrs. Dursley woke up on that somber, darkgrey Tuesday morning, where our story begins
Mr. ve Mrs. Dursley, öykümüzün başladığı o kasvetli, kurşuni salı sabahı uyandıklarında
When Mr. and Mrs. Dursley woke up on that somber, darkgrey Tuesday morning, where our story begins, there was nothing in the cloudy sky that could be a herald of the strange, mysterious things, which would soon envelope the entire country.
Mr. ve Mrs. Dursley, öykümüzün başladığı o kasvetli, kurşuni salı sabahı uyandıklarında, yakında bütün ülkeyi saracak garip, gizemli şeylerin habercisi olabilecek hiçbir şey yoktu bulutlu gökte.
and Mrs. Dursley was pleasantly gossiping while struggling to seat the screaming Dudley in the high chair
Mrs. Dursley de çığlıklar atan Dudley'yi mama sandalyesine oturtmak için boğuşurken keyifli keyifli dedikodu ediyordu
Mrs. Dursley was thin, she was blond, she had a neck double the length of the ordinary, and this came in very handy to stretch out her head over the garden fences and spy on the neighbours.
Mrs. Dursley zayıftı, sarışındı, olağanın iki katı uzunluğunda bir boynu vardı; bu da bahçe çitlerinin üzerinden kafasını uzatıp komşuları gözetlemekte pek işine yarıyordu
Mrs. Dursley was thin.
Mrs. Dursley zayıftı.
Mrs. Dursley's cheek
Mrs. Dursley'nin yanağı
He sort of pecked Mrs. Dursley's cheek.
Mrs. Dursley'nin yanağını şöyle bir gagaladı
Mrs. Potter was Mrs. Dursley's sister, but they had stopped seeing each others for a few years now; in fact Mrs. Dursley acted as if she didn't have any sister, because both her sister and her worthless husband didn't match the Durleys in the least.
Mrs. Potter, Mrs. Dursley'nin kardeşiydi, ama birkaç yıldır görüşmemişlerdi; aslına bakılırsa, Mrs. Dursley hiç kardeşi yokmuş gibi davranıyordu, çünkü kardeşi de onun beş para etmez kocası da Dursley'lere hiç mi hiç benzemiyorlardı.
Mrs. Potter was Mrs. Dursley's sister, but they had stopped seeing each others for a few years now; in fact Mrs. Dursley acted as if she didn't have any sister.
Mrs. Potter, Mrs. Dursley'nin kardeşiydi, ama birkaç yıldır görüşmemişlerdi; aslına bakılırsa, Mrs. Dursley hiç kardeşi yokmuş gibi davranıyordu.
Mrs. Potter was Mrs. Dursley's sister
Mrs. Potter, Mrs. Dursley'nin kardeşiydi.
what
ne
reason /cause (n)
neden
normal
normal
to say that they are normal
normal olduklarını söylemek
they used to take pride in saying that they were normal
normal olduklarını söylemekten gurur duyarlardı
to be normal
normal olmak
number (n)
numara
he /she /it
o
that somber, dark grey Tuesday morning
o kasvetli, kurşuni salı sabahı
that Tuesday morning
o salı sabahı
usual /ordinary
olağan
in its length twice of the usual
olağanın iki katı uzunluğunda
She had a neck double the length of the ordinary.
Olağanın iki katı uzunluğunda bir boynu vardı.
a neck double the length of the usual
olağanın iki katı uzunluğunda bir boyun
to be
olmak
ten
on
ten words
on (tane) kelime
sixteenth
on altıncı
You have reached the sixteenth level: There are two hundred words becoming familiar to you
On altıncı seviyeye ulaştın: Sana tanıdık gelen iki yüz tane kelime var.
fifteenth
on beşinci
You have reached the fifteenth level : There are hundred fifty words becoming familiar to you
On beşinci seviyeye ulaştın: Sana tanıdık gelen yüz elli tane kelime var.
eleventh
on birinci
You have reached the eleventh level : There are hundred and ten words becoming familiar to you
On birinci seviyeye ulaştın : Sana tanıdık gelen yüz on tane kelime var
fourteenth
on dördüncü
You have reached the fourteenth level : There are hundred forty words becoming familiar to you
On dördüncü seviyeye ulaştın: Sana tanıdık gelen yüz kırk tane kelime var.
twelveth
on ikinci
You have reached the twelveth level : There are hundred twenty words becoming familiar to you
On ikinci seviyeye ulaştın: Sana tanıdık gelen yüz yirmi tane kelime var
thirteenth
on üçüncü
You have reached the thirteenth level : There are hundred thirty words becoming familiar to you
On üçüncü seviyeye ulaştın: Sana tanıdık gelen yüz otuz tane kelime var.
than he /her/it from him/her/it
ondan
more faultless than him /more perfect than him
ondan kusursuz
a child more faultless /perfect than him
ondan kusursuz bir çocuk
a child more faultless /perfect than him didn't exist
ondan kusursuz bir çocuk bulunamazdı.
tenth
onuncu
You have reached the tenth level : There are one hundred words becoming familiar to you
Onuncu seviyeye ulaştın : Sana tanıdık gelen yüz tane kelime var
to be found out / to be discovered /to be unearthed /to be brought to light
ortaya çıkarılmak
to come out / crop out / surface
ortaya çıkmak
living(staying) /sitting
oturan
to sit /live (stay)
oturmak
to sit
oturmak
to seat s.o.
oturtmak
thirty
otuz
boy (o)
oğlan
son
oğul
their son
oğulları
They had a son.
Oğulları vardı.
very /very much /quite (p)
pek
it came in quite handy /it served very well
pek işine yarıyordu
window
pencere
in front of the window (abl)
pencerenin önünden
the Potters
Potter'lar
if the Potters showed up in the street
Potter'lar sokakta boy gösterirse
Even to think of what the neighbours would say if the Potters showed up in the street gave them the creeps.
Potter'lar sokakta boy gösterirse, komşuların ne diyeceğini düşünmek bile tüylerini ürpertiyordu.
(for) to not approach the Potters to their side
Potter'ları yanlarına yaklaştırmamak için
They knew that the Potters had a little son, but they had never seen him.
Potter'ların küçük bir oğulları olduğunu biliyorlardı, ama hiç görmemişlerdi onu.
They knew that the Potters had a little son.
Potter'ların küçük bir oğulları olduğunu biliyorlardı.
the Potters to be discovered
Potter'ların ortaya çıkarılması
they did not fancy at all that they could bear the Potters being brought to light.
Potter'ların ortaya çıkarılmasına katlanabileceklerini hiç sanmıyorlardı.
at number four Privet Drive
Privet Drive dört numarada
Mr. and Mrs. Dursley living at Number four, Privet Drive used to take pride in saying that they were extremely normal.
Privet Drive dört numarada oturan Mr ve Mrs Dursley, son derece normal olduklarını söylemekten gurur duyarlardı.
Mr. and Mrs. Dursley living at Number four, Privet Drive
Privet Drive dört numarada oturan Mr. ve Mrs. Dursley
Mr. and Mrs. Dursley living at Number four, Privet Drive used to take pride in saying that they were extremely normal, thank you, Sir.
Privet Drive dört numarada oturan Mr. ve Mrs. Dursley, son derece normal olduklarını söylemekten gurur duyarlardı, sağ olun efendim.
morning
sabah
to possess /have/own (+dat.)
sahip olmak
Tuesday
salı
to you
sana
ten words becoming familiar to you
sana tanıdık gelen on kelime
to think /fancy
sanmak
blonde
sarışın
She was blond.
Sarışındı.
wrap /encircle /envelope
sarmak
nonsense /bullshit / rubbish (s)
saçmalık
right /alive
sağ
The surviving child /the boy staying alive
sağ kalan çocuk
to stay alive / to survive
sağ kalmak
thank you (pl/formal)
sağ ol(un)
thank you, Sir.
sağ olun efendim.
eight
sekiz
at half past eight
sekiz buçukta
At half past eight Mr. Dursley took his bag, He sort of pecked Mrs. Dursley's cheek, he made an effort to also give a goodbye kiss to Dudley, but missed.
Sekiz buçukta, Mr. Dursley çantası aldı, Mrs. Dursley'ye de bir hoşça kal öpücüğü vermeye çabaladı ama ıskaladı,
At half past eight Mr. Dursley took his bag, He sort of pecked Mrs. Dursley's cheek, he made an effort to also give a goodbye kiss to Dudley, but missed, because Dudley was in the middle of having a nervous freak out, throwing his food (m) at the wall.
Sekiz buçukta, Mr. Dursley çantası aldı, Mrs. Dursley'ye de bir hoşça kal öpücüğü vermeye çabaladı ama ıskaladı, Dudley bir bunalım geçirmekteydi çünkü mamasını duvara fırlatıyordu.
At half past eight Mr. Dursley took his bag.
Sekiz buçukta, Mr. Dursley çantası aldı.
eighth
sekizinci
You have reached the eighth level : There are eighty words becoming familiar to you
Sekizinci seviyeye ulaştın : Sana tanıdık gelen seksen tane kelime var
eigthy
seksen
to choose
seçmek
street
sokak
in the street
sokakta
at the corner of the street
sokağın köşesinde
the last
son
extremely /highly /to the last degree
son derece
the last people
son kişiler
They were the last people.
Son kişilerdi.
to say
söylemek
they used to taked pride in saying
söylemekten gurur duyarlardı
to wear (accessoires)
takmak
that he wore
taktığı
while chosing the most tasteless tie, that he wore
taktığı en tatsız kravatı seçerken
familiar (t)
tanıdık
to become familiar
tanıdık gelmek
tasteless
tatsız
stone
taş
hair /feather (t)
tüy
it gave them the creeps
tüylerini ürpertiyordu
to make one's flesh creep /to make one's hair stand on end / to give one the creeps
tüylerini ürpertmek
to reach
ulaşmak
when they woke up
uyandıklarında
to wake up
uyanmak
to stretch and...
uzatıp
to stretch and spy
uzatıp gözetlemek
to extend /spread / stretch
uzatmak
long
uzun
length
uzunluk
in its length
uzunluğunda
there is /there are
var
there is /are /+possessive has /have
var
and
ve
to give
vermek
he made an effort to give
vermeye çabaladı
or
ya da
soon
yakında
the strange, mysterious things, which soon will envelope the entire country
yakında bütün ülkeyi saracak garip, gizemli şeyler
there was nothing in the cloudy sky that could be a herald of the strange, mysterious things, which would soon envelope the entire country
yakında bütün ülkeyi saracak garip, gizemli şeylerin habercisi olabilecek hiçbir şey yoktu bulutlu gökte
to approach
yaklaşmak
to bring clother /to approach sthg
yaklaştırmak
to not bring sthg closer /to not approach sthg
yaklaştırmamak
side (y)
yan
cheek /Wange
yanak
their side
yanları
to their side
yanlarına
to make / produce
yapmak
seventh
yedinci
You have reached the seventh level : There are seventy words becoming familiar to you
Yedinci seviyeye ulaştın : Sana tanıdık gelen yetmiş tane kelime var
seventy
yetmiş
year
yıl
twenty
yirmi
there was not / +possessive have/has not
yok
to tire /to wear out
yormak
chit /brat /naughty child
yumurcak
director /manager (y)
yönetici
one hundred
yüz
weak /thin /lean
zayıf
to struggle /strive/make an effort (ç)
çabalamak
bag
çanta
to get out
çıkmak
to stir / flap / shake something/flutter
çırpmak
fence
çit
scream
çığlık
screaming Dudley
çığlıklar atan Dudley
in order to seat the screaming Dudley into the highchair
çığlıklar atan Dudley'yi mama sandalyesine oturtmak için
while struggling to seat the screaming Dudley into the highchair
çığlıklar atan Dudley'yi mama sandalyesine oturtmak için boğuşurken
to scream
çığlıklar atmak
child
çocuk
because
çünkü
because both her sister and her worthless husband didn't match the Durleys in the least.
çünkü kardeşi de, onun beş para etmez kocası da Dursley'lere hiç mi hiç benzemiyorlardı.
bile
öd
they were scared to death
ödleri kopardı
to be scared to death (lit. one's bile breaks lose)
ödü kopmak
I got scared to death
ödüm koptu
He scared me to death
Ödümü koparırdı
I scared him to death
ödünü koparırdım
to scare s.o. to death
ödünü koparmak
kiss
öpücük
story
öykü
our story
öykümüz
when our story starts
öykümüzün başladığı
such (ö)
öyle
with such (ö) a child
öyle bir çocukla
country / land
ülke
above (direction > ablative)
üzerinden
to stretch above/over
üzerinden uzatmak
third
üçüncü
You have reached the third level : There are thirty words becoming familiar to you
Üçüncü seviyeye ulaştın: Sana tanıdık gelen otuz tane kelime var.
You have reached the second level : There are twenty words becoming familiar to you
İkinci seviyeye ulaştın: Sana tanıdık gelen yirmi tane kelime var
He was a massive build man/a big beefy man
İri yarı, kalıplı bir adamdı
He was a beefy, strong man, seemed not to have a neck, but had a huge moustache.
İri yarı, kalıplı bir adamdı, boynu yok gibiydi, ama koskoca bir bıyığı vardı.
They had everything they wanted.
İstedikleri her şeye sahiptiler.
song
şarkı
firm /company
şirket
the company's manager
şirketin yöneticisi
such /thus
şöyle
some sort of / lightly
şöyle bir