"Little brat," diye kıkırdadı Mr. Dursley. | 'Küçük yumurcak,' diye kıkırdadı Mr Durley. |
name (a) | ad |
man (a) | adam |
by the name /named /called | adında |
by the name /named | adlı |
to take /buy | almak |
the sixth | altıncı |
You have reached the sixth level : There are sixty words becoming familiar to you | Altıncı seviyeye ulaştın : Sana tanıdık gelen altmış tane kelime var |
sixty | altmış |
but they had a secret (g) | ama bir gizleri vardı |
but they had secrets (g) | ama gizleri vardı |
but they had never seen him | ama hiç görmemişlerdi onu |
to understand | anlamak |
car | araba |
He got into his car and backed out of the garden of Number four. | Arabasına bindi, dört numaranın bahçesinden geri geri çıktı. |
He got into his car. | Arabasına bindi. |
origin | asıl |
as for the origin /in fact /actually /if truth were known | aslına bakılırsa |
to leave (a) | ayrılmak |
garden | bahçe |
the garden fences | bahçe çitleri |
to stretch out her head(k) over the garden fences and spy on the neighbours | bahçe çitlerinin üzerinden kafasını uzatıp komşuları gözetlemek |
to stretch her head over the garden fences | bahçe çitlerinin üzerinden kafasını uzatmak |
when it came / as for (+dat.) (b) | bakılırsa |
owl | baykuş |
another | başka |
to start /begin | başlamak |
token /sign /glimpse /symptom /evidence /indication /mark /trace | belirti |
to ressemble /match /look (a)like | benzemek |
not to be worth a fig /not worth a penny / worthless /worth nothing(lit. not making five coins) | beş para etmemek |
her worthless husband | beş para etmez kocası |
the fifth | beşinci |
You have reached the fifth level : There are fifty words becoming familiar to you | Beşinci seviyeye ulaştın : Sana tanıdık gelen elli tane kelime var |
even / so much as /already | bile |
they knew | biliyorlardı |
to know | bilmek |
to get in /on (a vehicle/plane /ship/horse.. +Dativ) ein steigen /aufsteigen | binmek |
a /one | bir |
She had a neck. | Bir boynu vardı. |
to have a nervous freak out (slang) | bir bunalım geçirmek |
a goodbye kiss | bir hoşça kal öpücüğü |
He hummed a song. | Bir şarkı mırıldanıyordu. |
someone | biri |
if someone would bother to figure this out | biri kalkıp da bunu anlayacak |
They were scared to death that someone would bother to figure this out | biri kalkıp da bunu anlayacak diye ödleri kopardı |
first chapter | birinci bölüm |
first level | birinci seviye |
you reached the first level | birinci seviyeye ulaştın |
You have reached the first level : Ten words words becoming familiar to you | Birinci seviyeye ulaştın : Sana tanıdık gelen on kelime |
a few (+sg) | birkaç |
a few years | birkaç yıl |
for a few years (now) | birkaç yıldır |
they wouldn't meet each other for a few years now /they stopped seeing each other for a few years now | birkaç yıldır görüşmemişlerdi |
moustache | bıyık |
if he/they showed up | boy gösterirse |
to appear / to show up | boy göstermek |
his neck | boynu |
He doesn't have a neck | boynu yok |
It was as if he didn't have a neck. /He seemed not to have a neck. | Boynu yok gibiydi. |
he didn't have a neck | boynu yoktu |
neck | boyun |
to struggle /wrestle /to be at each other's throat | boğuşmak |
this | bu |
and this | bu da |
And this came in quite handy to stretch out her head over the garden fences and spy on the neighbours. | Bu da bahçe çitlerinin üzerinden kafasını uzatıp komşuları gözetlemekte pek işine yarıyordu. |
And this came in very (p) handy for spying on the neighbours | Bu da komşuları gözetlemekte pek işine yarıyordu. |
And this came in very (p) handy. | Bu da pek işine yarıyordu. |
And this boy was another valid reason, not to bring the Potters closer to their side. | Bu oğlan da Potter'ları yanlarına yaklaştırmamak için bir başka geçerli nedendi. |
And this boy was another valid reason, not to bring the Potters closer to their side; they didn't want Dudley to become intimate with such a child. | Bu oğlan da Potter'ları yanlarına yaklaştırmamak için bir başka geçerli nedendi; Dudley'nin öyle bir çocukla içli dışlı olmasını istemiyorlardı. |
And this boy was another valid reason. | Bu oğlan da, bir başka geçerli nedendi. |
This was another valid reason. | Bu, bir başka geçerli nedendi. |
this was another reason | Bu, bir başka nedendi |
to mess with /to have a hand in /to get entangled with /to be contaminated by + Dative (-a/-e) | bulaşmak |
it could not be found /it didn't exist | bulunamazdı |
to be found /to be present (se trouver/sich befinden) /to exist | bulunmak |
cloud | bulut |
cloudy | bulutlu |
in the cloudy sky | bulutlu gökte |
crisis /depression | bunalım |
half (b) | buçuk |
chapter | bölüm |
such /thus | böyle |
they wouldn't dwell on such nonsense | böyle saçmalıklara kafa yormazlardı |
because (sentence end) they wouldn't dwell on such nonsense | böyle saçmalıklara kafa yormazlardı çünkü |
all /the whole /every | bütün |
the whole country | bütün ülke |
that will envelope the entire country | bütün ülkeyi saracak |
and /also | da - de |
to act /behave | davranmak |
gossip (d) | dedikodu |
to gossip | dedikodu etmek |
to say (d) | demek |
that / so /word to connect direct speech to the main sentence when the main sentence uses any verb other than demek | diye |
ninety | doksan |
ninth | dokuzuncu |
You have reached the nineth level : There are ninety words becoming familiar to you | Dokuzuncu seviyeye ulaştın : Sana tanıdık gelen doksan tane kelime var |
They had a little son called Dudley. | Dudley adında küçük bir oğulları vardı. |
They had a little son called Dudley; as for the Durleys themselves a more perfect child than him didn't exist in the world. | Dudley adında küçük bir oğulları vardı; Dursley'lerin kendilerine bakılırsa dünyada ondan kusursuz bir çocuk bulunamazdı. |
because Dudley was in the middle of having a nervous freak out | Dudley bir bunalım geçirmekteydi çünkü |
because Dudley was in the middle of having a nervous freak out, throwing his food (m) at the wall | Dudley bir bunalım geçirmekteydi çünkü, mamasını duvara fırlatıyordu |
They didn't want Dudley to become intimate with such a child. | Dudley'nin öyle bir çocukla içli dışlı olmasını istemiyorlardı. |
He made an effort to also give a goodbye kiss to Dudley, but missed. | Dudley'ye de bir hoşça kal öpücüğü vermeye çabaladı, ama ıskaladı. |
He made an effort to also give a goodbye kiss to Dudley. | Dudley'ye de bir hoşça kal öpücüğü vermeye çabaladı. |
the Dursleys | Dursley'ler |
The Durleys had everything they wanted, but they had a secret (g) | Dursley'ler istedikleri her şeye sahiptiler, ama bir gizleri vardı |
The Durleys had everything they wanted, but they had a secret (g) and they were scared to death that someone would bother to figure this out. | Dursley'ler istedikleri her şeye sahiptiler, ama bir gizleri vardı, biri kalkıp da bunu anlayacak diye ödleri kopardı. |
they didn't ressemble the Durleys at all | Dursley'lere hiç mi hiç benzemiyorlardı. |
the Dursleys themselves | Dursley'lerin kendileri |
as for the Durleys themselves | Dursley'lerin kendilerine bakılırsa |
as for the Durleys themselves, a more perfect child than him didn't exist in the world. | Dursley'lerin kendilerine bakılırsa, dünyada ondan kusursuz bir çocuk bulunamazdı. |
wall | duvar |
at the wall (direction > dative) | duvara |
to hear /feel | duymak |
the fourth | dördüncü |
You have reached the fourth level : There are forty words becoming familiar to you | Dördüncü seviyeye ulaştın : Sana tanıdık gelen kırk tane kelime var |
four | dört |
the garden of Number four | dört numaranın bahçesi |
He backed out of the garden of number four. | Dört numaranın bahçesinden geri geri çıktı. |
world /earth | dünya |
in the world | dünyada |
a child more faultless /perfect than him didn't exist in the world. | dünyada ondan kusursuz bir çocuk bulunamazdı. |
to think | düşünmek |
even to think gave them the creeps | düşünmek bile tüylerini ürpertiyordu |
Sir | efendim |
fifty | elli |
the most tasteless tie | en tatsız kravat |
while chosing the most tasteless tie | en tatsız kravatı seçerken |
while leaving the house | evden ayrılırken |
to notice | fark etmek |
philosophy | felsefe |
the philosophy stone | felsefe taşı |
to throw (f) | fırlatmak |
beak /Schnabel | gaga |
to peck /picken (e.g. birds /also to kiss quickly) | gagalamak |
strange /odd /weird (g) | garip |
strange /odd /weird (g) | garip |
the first indication of something strange | Garip bir şeyin ilk belirtisi |
He noticed the first indication of something strange | Garip bir şeyin ilk belirtisini fark etti |
He noticed the first indication of something strange at the street corner - a cat studying a map. | Garip bir şeyin ilk belirtisini fark etti sokağın köşesinde - harita inceleyen bir kediyi. |
He noticed the first indication of something strange at the street corner. | Garip bir şeyin ilk belirtisini fark etti sokağın köşesinde. |
strange or mysterious affairs | garip ya da gizemli işler |
They were the last people to get entangled with strange or mysterious affairs, because they wouldn't dwell on such nonsense. | Garip ya da gizemli işlere bulaşacak son kişilerdi, böyle saçmalıklara kafa yormazlardı çünkü. |
They were the last people to get entangled with strange or mysterious affairs. | Garip ya da gizemli işlere bulaşacak son kişilerdi. |
there was nothing that could be a herald of the strange, mysterious things | garip, gizemli şeylerin habercisi olabilecek hiçbir şey yoktu |
there was nothing in the cloudy sky that could be a herald of the strange, mysterious things. | garip, gizemli şeylerin habercisi olabilecek hiçbir şey yoktu bulutlu gökte. |
to back out | geri geri çıkmak |
valid | geçerli |
a valid reason | geçerli bir neden |
to pass | geçmek |
like | gibi |
it was like /it was as if | gibiydi |
a secret (g) | giz |
secret / mysterious (g) | gizemli |
their secrets | gizleri |
a company named Grunnings | Grunnings adlı bir şirket |
pride | gurur |
they would/used to take pride in | gurur duyarlardı |
to be proud of /to take pride in (to feel pride) | gurur duymak |
sky | gök |
in the sky | gökte |
to see | görmek |
to discuss /meet /see /keep in touch /talk | görüşmek |
to spy /pry /peek /observe | gözetlemek |
news | haber |
reporter / herald | haberci |
map | harita |
a cat studying a map | harita inceleyen bir kedi |
He noticed a cat studying a map. | Harita inceleyen bir kediyi fark etti. |
Harry Potter and the philosophy stone (according to the turkish title) | Harry Potter ve Felsefe Taşı |
everything | her şey |
as if she didn't have a sister | hiç kardeşi yokmuş gibi |
She acted as if she didn't have any sister. | Hiç kardeşi yokmuş gibi davranıyordu |
not in the least /not at all | hiç mi hiç |
they did not fancy at all | hiç sanmıyorlardı |
nothing | hiçbir şey |
there was nothing | hiçbir şey yoktu |
there was nothing in the cloudy sky | hiçbir şey yoktu bulutlu gökte |
none of them /no one | hiçbiri |
None of them noticed | Hiçbiri fark etmedi |
None of them noticed that a brown owl passed. | Hiçbiri kahverengi bir baykuşun geçtiğini fark etmedi |
None of them noticed that a brown owl passed in front of the window. | Hiçbiri kahverengi bir baykuşun pencerenin önünden geçtiğini fark etmedi. |
None of them noticed that a brown owl passed in front of the window flapping its wings. | Hiçbiri kahverengi bir baykuşun pencerenin önünden kanat çırparak geçtiğini fark etmedi |
goodbye (said to the person staying) | hoşça kal |
two | iki |
twice | iki kat |
second | ikinci |
to examine /study /investigate | incelemek |
huge /beefy /massive | iri yarı |
a massive, strong man | iri yarı, kalıplı bir adam |
to miss /be off target | iskalamak |
what they wanted | istedikleri |
everything they wanted | istedikleri her şey |
to want | istemek |
intimate /close /familiar | içli dışlı |
to become intimate | içli dışlı olmak |
work /affair /business | iş |
while going to work | işe giderken |
to go to work | işe gitmek |
to come in handy /to serve /do the job | işine yaramak |
head (k) | kafa |
head (k) | kafa |
to ponder /to think hard /to puzzle one's head | kafa yormak |
to not worry /to not dwell on | kafa yormamak |
they wouldn't worry /they wouldn't dwell on | kafa yormazlardı |
her head (k) | kafası |
to stretch out her head(k) and spy on the neighbours | kafasını uzatıp komşuları gözetlemek |
to stretch her head | kafasını uzatmak |
brown | kahverengi |
a brown owl | kahverengi bir baykuş |
that a brown owl passed | kahverengi bir baykuşun geçtiği |
mold /form | kalıp |
strong (ka) | kalıplı |
I won't bother to call her /I am not about to bother and call her. | kalkıp da onu arayacak değilim |
to bother oneself to x | kalkıp x-mek |
to stay /remain | kalmak |
wing | kanat |
(by) flapping its wing(s) | kanat çırparak |
sibling /brother /sister | kardeş |
her sister | kardeşi |
her sister and her husband | kardeşi de onun kocası |
wife | karı |
gloomy /dreary / somber /dismal | kasvetli |
time /multiple/ - fold /layer / floor | kat |
they did not fancy at all that they could bear | katlanabileceklerini hiç sanmıyorlardı |
to be able to bear | katlanabilmek |
cat | kedi |
word (k) | kelime |
themselves | kendileri |
to themselves | kendilerine |
as for themselves | kendilerine bakılırsa |
pleasant / delightful | keyifli |
pleasantly | keyifli keyifli |
she was pleasantly gossiping | keyifli keyifli dedikodu ediyordu |
to chuckle /giggle /chortle | kıkırdamak |
forty | kırk |
person (k) | kişi |
people(k) | kişiler |
big /great /large (k) | koca |
husband | koca |
neighbour | komşu |
to spy on the neighbours | komşuları gözetlemek |
that what the neighbours would say | komşuların ne diyeceği |
to think of what the neighbours would say | komşuların ne diyeceğini düşünmek |
even to think of what the neighbours would say gave them the creeps | komşuların ne diyeceğini düşünmek bile tüylerini ürpertiyordu |
huge (k.. k) | koskoca |
He has a huge moustache. | Koskoca bir bıyığı var. |
He had a huge moustache. | Koskoca bir bıyığı vardı. |
a tie | kravat |
bullet /lead /Blei | kurşun |
dark grey /leaden / bleigrau | kurşuni |
fault /flaw | kusur |
excuse me / I am really sorry. (lit. Don't look at the flaw!) | Kusura bakma. |
flawless /faultless /perfect /impeccable | kusursuz |
corner | köşe |
small /little /young | küçük |
They had a little son. | Küçük bir oğulları vardı. |
little brat | küçük yumurcak |
baby food /animal food | mama |
baby chair / high chair | mama sandalyesi |
he was throwing his food (m) at the wall | mamasını duvara fırlatıyordu |
he was throwing his food (m) | mamasını fırlatıyordu |
drill | matkap |
producing drills | matkap yapan |
a drill producing company | matkap yapan bir şirket |
a drill producing company named Grunings | matkap yapan Grunnings adlı bir şirket |
to murmur /mutter /hum | mırıldanmak |
Mr. Dursley was the director of a drill producing company named Grunings. | Mr. Dursley matkap yapan Grunnings adlı bir şirketin yöneticisiydi. |
Mr. Dursley was the director. | Mr. Dursley yöneticiydi. |
Mr. Dursley was the company's manager. | Mr. Dursley şirketin yöneticisiydi. |
Mr. Dursley was humming a song while going to work, while chosing the most tasteless tie that he wore,and Mrs. Dursley was pleasantly gossiping while struggling to seat the screaming Dudley in the high chair. | Mr. Dursley, işe giderken taktığı en tatsız kravatı seçerken bir şarkı mırıldanıyor, Mrs. Dursley de çığlıklar atan Dudley'yi mama sandalyesine oturtmak için boğuşurken keyifli keyifli dedikodu ediyordu. |
Mr. Dursley was humming a song while going to work, while chosing the most tasteless tie that he wore. | Mr. Dursley, işe giderken taktığı en tatsız kravatı seçerken bir şarkı mırıldanıyordu. |
When Mr. and Mrs. Dursley woke up that Tuesday morning | Mr. ve Mrs. Dursley o salı sabahı uyandıklarında |
When Mr. and Mrs. Dursley woke up on that somber, darkgrey Tuesday morning, where our story begins | Mr. ve Mrs. Dursley, öykümüzün başladığı o kasvetli, kurşuni salı sabahı uyandıklarında |
When Mr. and Mrs. Dursley woke up on that somber, darkgrey Tuesday morning, where our story begins, there was nothing in the cloudy sky that could be a herald of the strange, mysterious things, which would soon envelope the entire country. | Mr. ve Mrs. Dursley, öykümüzün başladığı o kasvetli, kurşuni salı sabahı uyandıklarında, yakında bütün ülkeyi saracak garip, gizemli şeylerin habercisi olabilecek hiçbir şey yoktu bulutlu gökte. |
and Mrs. Dursley was pleasantly gossiping while struggling to seat the screaming Dudley in the high chair | Mrs. Dursley de çığlıklar atan Dudley'yi mama sandalyesine oturtmak için boğuşurken keyifli keyifli dedikodu ediyordu |
Mrs. Dursley was thin, she was blond, she had a neck double the length of the ordinary, and this came in very handy to stretch out her head over the garden fences and spy on the neighbours. | Mrs. Dursley zayıftı, sarışındı, olağanın iki katı uzunluğunda bir boynu vardı; bu da bahçe çitlerinin üzerinden kafasını uzatıp komşuları gözetlemekte pek işine yarıyordu |
Mrs. Dursley was thin. | Mrs. Dursley zayıftı. |
Mrs. Dursley's cheek | Mrs. Dursley'nin yanağı |
He sort of pecked Mrs. Dursley's cheek. | Mrs. Dursley'nin yanağını şöyle bir gagaladı |
Mrs. Potter was Mrs. Dursley's sister, but they had stopped seeing each others for a few years now; in fact Mrs. Dursley acted as if she didn't have any sister, because both her sister and her worthless husband didn't match the Durleys in the least. | Mrs. Potter, Mrs. Dursley'nin kardeşiydi, ama birkaç yıldır görüşmemişlerdi; aslına bakılırsa, Mrs. Dursley hiç kardeşi yokmuş gibi davranıyordu, çünkü kardeşi de onun beş para etmez kocası da Dursley'lere hiç mi hiç benzemiyorlardı. |
Mrs. Potter was Mrs. Dursley's sister, but they had stopped seeing each others for a few years now; in fact Mrs. Dursley acted as if she didn't have any sister. | Mrs. Potter, Mrs. Dursley'nin kardeşiydi, ama birkaç yıldır görüşmemişlerdi; aslına bakılırsa, Mrs. Dursley hiç kardeşi yokmuş gibi davranıyordu. |
Mrs. Potter was Mrs. Dursley's sister | Mrs. Potter, Mrs. Dursley'nin kardeşiydi. |
what | ne |
reason /cause (n) | neden |
normal | normal |
to say that they are normal | normal olduklarını söylemek |
they used to take pride in saying that they were normal | normal olduklarını söylemekten gurur duyarlardı |
to be normal | normal olmak |
number (n) | numara |
he /she /it | o |
that somber, dark grey Tuesday morning | o kasvetli, kurşuni salı sabahı |
that Tuesday morning | o salı sabahı |
usual /ordinary | olağan |
in its length twice of the usual | olağanın iki katı uzunluğunda |
She had a neck double the length of the ordinary. | Olağanın iki katı uzunluğunda bir boynu vardı. |
a neck double the length of the usual | olağanın iki katı uzunluğunda bir boyun |
to be | olmak |
ten | on |
ten words | on (tane) kelime |
sixteenth | on altıncı |
You have reached the sixteenth level: There are two hundred words becoming familiar to you | On altıncı seviyeye ulaştın: Sana tanıdık gelen iki yüz tane kelime var. |
fifteenth | on beşinci |
You have reached the fifteenth level : There are hundred fifty words becoming familiar to you | On beşinci seviyeye ulaştın: Sana tanıdık gelen yüz elli tane kelime var. |
eleventh | on birinci |
You have reached the eleventh level : There are hundred and ten words becoming familiar to you | On birinci seviyeye ulaştın : Sana tanıdık gelen yüz on tane kelime var |
fourteenth | on dördüncü |
You have reached the fourteenth level : There are hundred forty words becoming familiar to you | On dördüncü seviyeye ulaştın: Sana tanıdık gelen yüz kırk tane kelime var. |
twelveth | on ikinci |
You have reached the twelveth level : There are hundred twenty words becoming familiar to you | On ikinci seviyeye ulaştın: Sana tanıdık gelen yüz yirmi tane kelime var |
thirteenth | on üçüncü |
You have reached the thirteenth level : There are hundred thirty words becoming familiar to you | On üçüncü seviyeye ulaştın: Sana tanıdık gelen yüz otuz tane kelime var. |
than he /her/it from him/her/it | ondan |
more faultless than him /more perfect than him | ondan kusursuz |
a child more faultless /perfect than him | ondan kusursuz bir çocuk |
a child more faultless /perfect than him didn't exist | ondan kusursuz bir çocuk bulunamazdı. |
tenth | onuncu |
You have reached the tenth level : There are one hundred words becoming familiar to you | Onuncu seviyeye ulaştın : Sana tanıdık gelen yüz tane kelime var |
to be found out / to be discovered /to be unearthed /to be brought to light | ortaya çıkarılmak |
to come out / crop out / surface | ortaya çıkmak |
living(staying) /sitting | oturan |
to sit /live (stay) | oturmak |
to sit | oturmak |
to seat s.o. | oturtmak |
thirty | otuz |
boy (o) | oğlan |
son | oğul |
their son | oğulları |
They had a son. | Oğulları vardı. |
very /very much /quite (p) | pek |
it came in quite handy /it served very well | pek işine yarıyordu |
window | pencere |
in front of the window (abl) | pencerenin önünden |
the Potters | Potter'lar |
if the Potters showed up in the street | Potter'lar sokakta boy gösterirse |
Even to think of what the neighbours would say if the Potters showed up in the street gave them the creeps. | Potter'lar sokakta boy gösterirse, komşuların ne diyeceğini düşünmek bile tüylerini ürpertiyordu. |
(for) to not approach the Potters to their side | Potter'ları yanlarına yaklaştırmamak için |
They knew that the Potters had a little son, but they had never seen him. | Potter'ların küçük bir oğulları olduğunu biliyorlardı, ama hiç görmemişlerdi onu. |
They knew that the Potters had a little son. | Potter'ların küçük bir oğulları olduğunu biliyorlardı. |
the Potters to be discovered | Potter'ların ortaya çıkarılması |
they did not fancy at all that they could bear the Potters being brought to light. | Potter'ların ortaya çıkarılmasına katlanabileceklerini hiç sanmıyorlardı. |
at number four Privet Drive | Privet Drive dört numarada |
Mr. and Mrs. Dursley living at Number four, Privet Drive used to take pride in saying that they were extremely normal. | Privet Drive dört numarada oturan Mr ve Mrs Dursley, son derece normal olduklarını söylemekten gurur duyarlardı. |
Mr. and Mrs. Dursley living at Number four, Privet Drive | Privet Drive dört numarada oturan Mr. ve Mrs. Dursley |
Mr. and Mrs. Dursley living at Number four, Privet Drive used to take pride in saying that they were extremely normal, thank you, Sir. | Privet Drive dört numarada oturan Mr. ve Mrs. Dursley, son derece normal olduklarını söylemekten gurur duyarlardı, sağ olun efendim. |
morning | sabah |
to possess /have/own (+dat.) | sahip olmak |
Tuesday | salı |
to you | sana |
ten words becoming familiar to you | sana tanıdık gelen on kelime |
to think /fancy | sanmak |
blonde | sarışın |
She was blond. | Sarışındı. |
wrap /encircle /envelope | sarmak |
nonsense /bullshit / rubbish (s) | saçmalık |
right /alive | sağ |
The surviving child /the boy staying alive | sağ kalan çocuk |
to stay alive / to survive | sağ kalmak |
thank you (pl/formal) | sağ ol(un) |
thank you, Sir. | sağ olun efendim. |
eight | sekiz |
at half past eight | sekiz buçukta |
At half past eight Mr. Dursley took his bag, He sort of pecked Mrs. Dursley's cheek, he made an effort to also give a goodbye kiss to Dudley, but missed. | Sekiz buçukta, Mr. Dursley çantası aldı, Mrs. Dursley'ye de bir hoşça kal öpücüğü vermeye çabaladı ama ıskaladı, |
At half past eight Mr. Dursley took his bag, He sort of pecked Mrs. Dursley's cheek, he made an effort to also give a goodbye kiss to Dudley, but missed, because Dudley was in the middle of having a nervous freak out, throwing his food (m) at the wall. | Sekiz buçukta, Mr. Dursley çantası aldı, Mrs. Dursley'ye de bir hoşça kal öpücüğü vermeye çabaladı ama ıskaladı, Dudley bir bunalım geçirmekteydi çünkü mamasını duvara fırlatıyordu. |
At half past eight Mr. Dursley took his bag. | Sekiz buçukta, Mr. Dursley çantası aldı. |
eighth | sekizinci |
You have reached the eighth level : There are eighty words becoming familiar to you | Sekizinci seviyeye ulaştın : Sana tanıdık gelen seksen tane kelime var |
eigthy | seksen |
to choose | seçmek |
street | sokak |
in the street | sokakta |
at the corner of the street | sokağın köşesinde |
the last | son |
extremely /highly /to the last degree | son derece |
the last people | son kişiler |
They were the last people. | Son kişilerdi. |
to say | söylemek |
they used to taked pride in saying | söylemekten gurur duyarlardı |
to wear (accessoires) | takmak |
that he wore | taktığı |
while chosing the most tasteless tie, that he wore | taktığı en tatsız kravatı seçerken |
familiar (t) | tanıdık |
to become familiar | tanıdık gelmek |
tasteless | tatsız |
stone | taş |
hair /feather (t) | tüy |
it gave them the creeps | tüylerini ürpertiyordu |
to make one's flesh creep /to make one's hair stand on end / to give one the creeps | tüylerini ürpertmek |
to reach | ulaşmak |
when they woke up | uyandıklarında |
to wake up | uyanmak |
to stretch and... | uzatıp |
to stretch and spy | uzatıp gözetlemek |
to extend /spread / stretch | uzatmak |
long | uzun |
length | uzunluk |
in its length | uzunluğunda |
there is /there are | var |
there is /are /+possessive has /have | var |
and | ve |
to give | vermek |
he made an effort to give | vermeye çabaladı |
or | ya da |
soon | yakında |
the strange, mysterious things, which soon will envelope the entire country | yakında bütün ülkeyi saracak garip, gizemli şeyler |
there was nothing in the cloudy sky that could be a herald of the strange, mysterious things, which would soon envelope the entire country | yakında bütün ülkeyi saracak garip, gizemli şeylerin habercisi olabilecek hiçbir şey yoktu bulutlu gökte |
to approach | yaklaşmak |
to bring clother /to approach sthg | yaklaştırmak |
to not bring sthg closer /to not approach sthg | yaklaştırmamak |
side (y) | yan |
cheek /Wange | yanak |
their side | yanları |
to their side | yanlarına |
to make / produce | yapmak |
seventh | yedinci |
You have reached the seventh level : There are seventy words becoming familiar to you | Yedinci seviyeye ulaştın : Sana tanıdık gelen yetmiş tane kelime var |
seventy | yetmiş |
year | yıl |
twenty | yirmi |
there was not / +possessive have/has not | yok |
to tire /to wear out | yormak |
chit /brat /naughty child | yumurcak |
director /manager (y) | yönetici |
one hundred | yüz |
weak /thin /lean | zayıf |
to struggle /strive/make an effort (ç) | çabalamak |
bag | çanta |
to get out | çıkmak |
to stir / flap / shake something/flutter | çırpmak |
fence | çit |
scream | çığlık |
screaming Dudley | çığlıklar atan Dudley |
in order to seat the screaming Dudley into the highchair | çığlıklar atan Dudley'yi mama sandalyesine oturtmak için |
while struggling to seat the screaming Dudley into the highchair | çığlıklar atan Dudley'yi mama sandalyesine oturtmak için boğuşurken |
to scream | çığlıklar atmak |
child | çocuk |
because | çünkü |
because both her sister and her worthless husband didn't match the Durleys in the least. | çünkü kardeşi de, onun beş para etmez kocası da Dursley'lere hiç mi hiç benzemiyorlardı. |
bile | öd |
they were scared to death | ödleri kopardı |
to be scared to death (lit. one's bile breaks lose) | ödü kopmak |
I got scared to death | ödüm koptu |
He scared me to death | Ödümü koparırdı |
I scared him to death | ödünü koparırdım |
to scare s.o. to death | ödünü koparmak |
kiss | öpücük |
story | öykü |
our story | öykümüz |
when our story starts | öykümüzün başladığı |
such (ö) | öyle |
with such (ö) a child | öyle bir çocukla |
country / land | ülke |
above (direction > ablative) | üzerinden |
to stretch above/over | üzerinden uzatmak |
third | üçüncü |
You have reached the third level : There are thirty words becoming familiar to you | Üçüncü seviyeye ulaştın: Sana tanıdık gelen otuz tane kelime var. |
You have reached the second level : There are twenty words becoming familiar to you | İkinci seviyeye ulaştın: Sana tanıdık gelen yirmi tane kelime var |
He was a massive build man/a big beefy man | İri yarı, kalıplı bir adamdı |
He was a beefy, strong man, seemed not to have a neck, but had a huge moustache. | İri yarı, kalıplı bir adamdı, boynu yok gibiydi, ama koskoca bir bıyığı vardı. |
They had everything they wanted. | İstedikleri her şeye sahiptiler. |
song | şarkı |
firm /company | şirket |
the company's manager | şirketin yöneticisi |
such /thus | şöyle |
some sort of / lightly | şöyle bir |