a book called 'Every Hitchhiker's Guide to the Galaxy' | 'Her Otostopçunun Galaksi Rehberi' adında bir kitabın öyküsü. |
The 'Every Hitchhiker's Guide' has even already taken the place of the Encyclopedia Galactica, the standard source of all widom and knowledge . | 'Her Otostopçunun Rehberi' bütün bilgi ve bilgeliğin standart kaynağı olan Galaktika Ansiklopedisi'nin yerini daha şimdiden aldı bile |
The 'Every Hitchhiker's Guide' has already taken its place. | 'Her Otostopçunun Rehberi' yerini daha şimdiden aldı |
It was a book more sold than 'Fifty-three More Things to do in Zero Gravity' | 'Sifır Yerçekiminde Yapabilecek Elli Üç Şey Daha'dan' daha çok satmış bir kitap. |
'Fifty-three More Things to do in Zero Gravity' | 'Sıfır Yerçekiminde Yapabilecek Elli Üç Şey Daha' |
'Some More of God's Greatest Mistakes' | 'Tanri'nın En büyük Yanlışlarından Birkaçı Daha' |
'Where God made Mistakes (went wrong)' | 'Tanri'nın Nerede Hata Yaptı' |
one man ( one of man) | adamın biri |
approximately two thousand years after one man was nailed to a tree | adamın birinin bir ağaca çivilenmesinden yaklaşık olarak iki bin yıl sonra |
after one man was nailed to a tree | adamın birinin bir ağaca çivilenmesinden sonra |
approximately two thousand years after one man was nailed to a tree for saying how pleasant it could be to treat people well | adamın birinin insanlara iyi davranmanın ne kadar hoş olabileceğini söylediği için bir ağaca çivilenmesinden yaklaşık olarak iki bin yıl sonra |
Approximately two thousand years after one man was nailed to a tree for saying how pleasant it could be just for a change to treat people well | adamın birinin sadece değişiklik olsun diye insanlara iyi davranmanın ne kadar hoş olabileceğini söylediği için bir ağaca çivilenmesinden yaklaşık olarak iki bin yıl sonra |
called / by the name | adında |
sixty | altmış |
stupid /crazy (a) | aptalca |
From then on she knew | Artık biliyordu |
From now on the girl knew how the world could be transformed. | Artık kız dünyanın nasıl hâline getirilebileceğini biliyordu. |
From now on the girl knew how the world could be transformed into good and happy place. | Artık kız dünyanın nasıl iyi ve mutlu bir yer hâline getirilebileceğini biliyordu. |
to increase | artmak |
actually | aslında |
actually (a) even the trees were a bad place | aslında ağaçlar bile kötü bir yerdi |
at the same time /also | Aynı zamanda |
At the same time it is more popular than the 'Interplanetary Home Care Compilation' | Aynı zamanda 'Gezegenlerarası Ev Bakımı Derlemesi'nden' daha popüler |
At the same time it is the story of a book. | Aynı zamanda bir kitabın öyküsü. |
At the same time it is the story of a book, a book called 'Every Hitchhiker's Guide to the Galaxy'. | Aynı zamanda bir kitabın, "Her Otostopçunun Galaksi Rehberi' adında bir kitabın öyküsü. |
At the same time it was more popular than the also a great success having 'Interplanetary House Care Compilation' | Aynı zamanda büyük bir başarının sahibi de 'Gezegenlerarası Ev Bakımı Derlemesi'nden' daha popüler |
At the same time it is more popular (than an ablative) | Aynı zamanda daha popüler |
tree | ağaç |
by coming down from the trees | ağaçlardan inmekle |
They thought they made a big mistake by coming down from the trees. | Ağaçlardan inmekle büyük bir yanlış yaptıklarını düşündüler. |
They made a big mistake by coming down the trees. | Ağaçlardan inmekle büyük bir yanlış yaptılar. |
more or less / approximate | aşağı yukarı |
at an approximate distance of ninety-two million miles | aşağı yukarı doksan iki milyon mil uzaklıkta |
extreme | aşırı |
the west | Batı |
On its western arm | Batı kolunda |
The western spiral | Batı sarmalı |
Its western spiral arm | Batı sarmalı kolu |
some of its consequences | bazı sonuçları |
Some (people) | bazıları |
Some were saying that even the trees were a bad place. | Bazıları ağaçların bile kötü bir yer olduğunu söylemekteydi. |
But some were saying that actually even the trees were a bad place. / Quant aux arbres quelquesuns disaient que... | Bazıları ise aslında ağaçların bile kötü bir yer olduğunu söylemekteydi. |
But some were saying that even the trees were a bad place, they should not have left the oceans. | Bazıları ise aslında ağaçların bile kötü bir yer olduğunu, okyanusları terk etmemiş olmaları gerektiğini söylemekteydi. |
Some were (in the act of) saying | bazıları söylemekteydi |
success | başarı |
from the beginning to the end / entirely / wholly/altogether | baştan sona |
maybe /probably | belki de |
even | bile |
information / knowledge | bilgi |
wisdom | bilgilik |
to be known | bilinmek |
unknown / obscure /strange /mysterious | bilinmeyen |
to know (knowledge) / wissen / savoir | bilmek |
a / one | bir |
after being nailed to a tree | bir ağaca çivilenmesinden sonra |
an invention | bir buluş |
a coffeeshop/ cafe | bir kafe |
A girl sitting all alone in a cafe | Bir kafede yalnız başına oturan bir kız |
a coffee (to drink) | bir kahve |
a corner | bir köşe |
a hitchhiker's guide | Bir otostopçunun rehberi |
on a Thursday | bir perşembe günü |
A girl sitting all alone on a Thursday in a little cafe in Rickmondsworth | bir perşembe günü, Rickmondsworth'da küçük bir kafede yalnız başına oturan bir kız |
some place(or another) | bir yerler |
to be nailed to some place (or another) | bir yerlere çivilenmek |
a hammer | bir çekiç |
a nail | bir çivi |
It is a bit cheaper | Biraz daha ucuz |
Suddenly / all at once/ in a flash | Birdenbire |
She all of a sudden quickly realized. | Birdenbire kavrayıverdi. |
She all of a sudden quickly realized what was the thing that was going wrong. | Birdenbire ters giden şeyin ne olduğunu kavrayıverdi. |
to one (or another) / to some people / to someone ('s') | birilerine |
First | Birincisi |
Firstly because it is a bit cheaper,secondly for having written on its cover in big friendly letters: 'Don't panic!' | Birincisi, biraz daha ucuz, ikincisi, kapağının üzerinde büyük dostça harflerle 'Paniğe kapılmayın' yazmakta. |
a lot / many / various / multiple | birçok |
many | birçok |
in spite of many omissions and fabrications | birçok eksiğine ve uydurma rağmen |
various solutions were suggested | birçok çözüm önerildi |
And many of them were wretched. | Birçoğu da sefildi. |
form / format/ shape / style / mode / fashion | biçim |
blockbuster / bombshell / Knüller | bombası |
this | bu |
This too was very absurd, because on the whole it was not the little paper pieces who were unhappy. | Bu da çok saçmaydı, çünkü eninde sonunda mutsuz olan küçük kâğıt parçaları değildi. |
This too was very absurd. | Bu da çok saçmaydı. |
The from a monkey derived life forms living on this planet are primitive. | Bu gezegende yaşayan maymundan türemiş yaşam biçimleri ilkeldirler. |
The from a monkey derived life forms living on this planet are so primitive that they still think digital watches are a brilliant invention. | Bu gezegende yaşayan maymundan türemiş yaşam biçimleri o kadar ilkeldirler ki dijital saatlerin çok parlak bir buluş olduğunu düşünürler hâlâ. |
The life forms living on this planet | Bu gezegende yaşayan yaşam biçimleri |
The life forms living on this planet are so primitive that they still think digital watches are a brilliant invention. | Bu gezegende yaşayan yaşam biçimleri o kadar ilkeldirler ki dijital saatlerin çok parlak bir buluş olduğunu düşünürler hâlâ. |
The life forms living on this planet are so primitive that... | Bu gezegende yaşayan yaşam biçimleri o kadar ilkeldirler ki... |
This planet has a trouble. | Bu gezegenin bir derdi vardır. |
This planet has the following trouble, or rather had: | Bu gezegenin şöyle bir derdi vardır, ya da daha doğrusu vardı: |
This planet has the following trouble. | Bu gezegenin şöyle bir derdi vardır. |
In the orbit of this sun | Bu güneşin yörüngesinde |
In the orbit of this sun at a approximate distance of ninety-two million miles, there is a not much attention drawing green-blue planet. | Bu güneşin yörüngesinde aşağı yukarı doksan iki milyon mil uzaklıkta, pek göze batmayan yeşil-mavi bir gezegen vardır. |
In the orbit of this sun there is a not much attention drawing green-blue planet. | Bu güneşin yörüngesinde pek göze batmayan yeşil-mavi bir gezegen vardır. |
In the orbit of this sun there is a green-blue planet. | Bu güneşin yörüngesinde yeşil-mavi bir gezegen vardır. |
This time it was right, this solution would work and nobody would have to be nailed to some place (or another). | Bu kez doğruydu, bu çözüm işleyecek ve kimsenin bir yerlere çivilenmesi gerekmeyecekti. |
This time it was right. | Bu kez doğruydu. |
This is not that girl's story. | Bu o kızın öyküsü değil. |
this bright idea | bu parlak fikir |
to this problem | Bu soruna |
To this problem various solutions were suggested | Bu soruna birçok çözüm önerildi |
To this problem various solutions were suggested, but most of the solutions were related to the movements of little green paper pieces. | Bu soruna birçok çözüm önerildi, fakat çözümlerin çoğu küçük yeşil kâğıt parçalarının hareketlerine ilişkindi. |
This solution would work. | Bu çözüm işleyecekti. |
her discovery | buluşu |
chapter/part | bölüm |
Thus /so | böylece |
Thus the problem persisted (continued its existence) | Böylece sorun varlığını sürdürdü. |
Thus the problem persisted; most of the people were uncomfortable and many of them wretched, even those who had a digital watch. | Böylece sorun varlığını sürdürdü; insanların çoğu rahatsızdı birçoğu da sefil, dijital saati olanlar bile |
Thus the problem persisted; most of the people were uncomfortable and many of them wretched. | Böylece sorun varlığını sürdürdü; insanların çoğu rahatsızdı birçoğu da sefil. |
the standard source of all knowledge and wisdom | bütün bilgi ve bilgeliğin standard kaynağı |
The Encyclopaedia Galaktica being the standard source of all knowledge and wisdom | bütün bilgi ve bilgeliğin standard kaynağı olan Galaktika Ansiklopedisi |
(during/in) all this time | bütün bu zaman içinde |
the most remarkable book ever (of all the times) | bütün zamanların en dikkate değer kitabı |
big | büyük |
having also a great success | büyük bir başarının sahibi de |
a big mistake | büyük bir yanlış |
in/with big friendly letters | büyük dostça harflerle |
and / also | da - de |
rather | daha doğrusu |
In two points it is leaving the earlier older one far behind | daha eski olan önceki iki noktada yaya bırakıyor |
the older previous one | daha eski olanı önceki |
a more controversial book | daha tartışmalı bir kitap |
It is much more sold than | daha çok satmış |
already | daha şimdiden |
degree | derece |
compilation / collection / collected works | derleme |
problem / trouble / worry / sorrow / bother | dert |
it is not | değil |
it was not | değildi |
difference | değişiklik |
Let the difference be / for a change | değişiklik olsun diye |
digital | dijital |
even those who had a digital watch. | dijital saati olanlar bile. |
digital clocks / watches | dijital saatler |
Digital watches are a very bright invention. | Dijital saatler çok parlak bir buluş. |
They think that digital watches are a brilliant invention. | Dijital saatlerin çok parlak bir buluş olduğunu düşünürler. |
remarkable /lit. worthy of attention/consideration / noteworthy | dikkate değer |
external /outer / foreign /outward | dış |
the outer eastern Rim | dış doğu kiyisi |
ninety | doksan |
ninety-two | doksan iki |
ninety-two million miles | doksan iki milyon mil |
friendly | dostça |
right / correct | doğru |
actually /frankly / in fact (d) | doğrusu |
East | doğu |
to hear | duymak |
It has never been published on Earth | Dünya'da hiç yayınlanmadı |
earth citizen / earthling | Dünyalı |
thinking (part.pres.act.) | düşünen |
those thinking (part.pres.act.plural) | düşünenler |
The number of those thinking | düşünenlerin sayısı |
to think | düşünmek |
they still think | düşünürler hâlâ |
omission | eksik |
fifty | elli |
ultimately / on the whole | eninde sonunda |
home care | ev bakımı |
But it is the story of that stupid and terrible catastrophy and some of its consequences. | Fakat o korkunç ve aptalca felâketin ve bazı sonuçlarının öyküsü. |
But it is the story of that stupid and terrible catastrophy. | Fakat o korkunç ve aptalca felâketin öyküsü. |
But the consequences of this dreadful and stupid Thursday | Fakat o korkunç ve aptalca Persembe'nin sonuçları |
but most of the solutions were related to the movements of little green paper pieces. | fakat çözümlerin çoğu küçük yeşil kâğıt parçalarının hareketlerine ilişkindi |
philosophy | felsefe |
philosophical trilogy | felsefe üçlemesi |
disaster / catastrophy | felâket |
Galaxy | Galaksi |
galaxy guide(book) | Galaksi Rehberi |
the Outer Eastern Rim of the Galaxy | Galaksi'nin Dış Doğu Kıyısı |
In the more relaxed civilisations of the Outer Eastern Rim of the Galaxy | Galaksi'nin Dış Doğu Kıyısı'nın daha rahat uygarlıklarında |
In the more relaxed civilisations of the Outer Eastern Rim of the Galaxy the 'Every Hitchhiker's Guide' has even already taken the place of the Encyclopedia Galactica, the standard source of all widom and knowledge . | Galaksi'nin Dış Doğu Kıyısı'nın daha rahat uygarlıklarında 'Her Otostopçunun Rehberi' bütün bilgi ve bilgeliğin standart kaynağı olan Galaktika Ansiklopedisi'nin yerini daha şimdiden aldı bile . |
In a corner of our galaxy | Galaksimizin bir köşesinde |
In a corner of our galaxy there is a little yellow sun. | Galaksimizin bir köşesinde küçük,sarı bir güneş vardır. |
In a remote corner of our galaxy, whose map is not even drawn, on the much less known Western spiral arm, there is, distant from the eye, a little yellow sun. | Galaksimizin haritası bile çizilmemiş ücra bir köşesinde, pek fazla bilinmeyen Batı Sarmalı kolunda, gözden ırak küçük,sarı bir güneş vardır. |
In a remote corner of our galaxy, its map not even drawn, there is a little yellow sun. | Galaksimizin haritası bile çizilmemiş ücra bir köşesinde küçük,sarı bir güneş vardır. |
In a remote corner of our galaxy there is a little yellow sun. | Galaksimizin ücra bir köşesinde küçük,sarı bir güneş vardır. |
The Encyclopaedia Galaktica | Galaktika Ansiklopedisi |
it was needed | gerekiyordu |
he/it would not be needed | gerekmeyecekti |
to come true / to materialize /to take place | gerçekleşmek |
in fact / actually / in truth | gerçekte |
In fact probably the most remarkable book ever released from the great publishing houses in the constellation of Ursa Minor of which no Man has heard. | Gerçekte, belki de Küçük Ayı takımyıldızının hiçbir Dünyalı'nın duymadığı büyük yayınevlerinin çıkardığı bütün zamanların en dikkate değer kitabı. |
Planet | gezegen |
interplanetary | gezegenler arası |
The Interplanetary Home Care Compilation ( the Celestial Home Care Omnibus) | Gezegenlerarası Ev Bakımı Derlemesi |
that you have seen | gördüğün |
ten words that you have seen | gördüğün on kelime |
to see | görmek |
distant from the eye | gözden ırak |
to draw attention | göze batmak |
day | gün |
from day to day / day by day | günden güne |
sun | güneş |
movements | hareketler |
letter /character / Buchstabe | harf |
map | harita |
its map is not even drawn | haritası bile çizilmemiş |
a remote corner, its map is not even drawn | haritası bile çizilmemiş ücra bir köşe |
mistake | hata |
or even heard its name | hattâ adını bile duymadı |
every (h) | her |
Every Hitchhiker's Galaxy Guide | Her Otostopçunun Galaksi Rehberi |
First of all | Her şeyden önce |
The number of those thinking they made a big mistake first of all by coming down from the trees | Her şeyden önce ağaçlardan inmekle büyük bir yanlış yaptıklarını düşünenlerin sayısı |
The number of those thinking they made a big mistake first of all by coming down from the trees increased day by day. | Her şeyden önce ağaçlardan inmekle büyük bir yanlış yaptıklarını düşünenlerin sayısı günden güne artıyordu. |
It has never been published | hiç yayınlanmadı |
no / any | hiçbir |
No Earthman had seen it | hiçbir Dünyalı onu görmedi |
not heard of by any Earthman | hiçbir Dünyalı'nın duymadığı |
The big publishing houses no Earthman has heard of | hiçbir Dünyalı'nın duymadığı büyük yayınevleri |
pleasant | hoş |
to be transformed | hâline getirilmek |
to transform/ work up into / resolve ( lit. be brought to the state of) | hâline getirmek |
still | hâlâ |
two | iki |
two thousand years later/after | iki bin yıl sonra |
in two points | iki noktada |
Secondly for the writing on top of its cover in big friendly letters | Ikincisi kapağının üzerinde büyük dostça harflere yazmakta. |
relationship / relation / connection / dealing | ilişki |
related | ilişkin |
primitive | ilkel |
They are primitive | ilkeldirler |
to descend / come down / alight | inmek |
by coming down | inmekle |
for saying how nice it can (could) be to treat people well | insanlara iyi davranmanın ne kadar hoş olabileceğini söylediği için |
most of the persons/ people | insanların çoğu |
distant (ı) | ırak |
if / but / quant à | ise |
good | iyi |
to treat so well | iyi davranmak |
a good and happy place | iyi ve mutlu bir yer |
to include | içermek |
to work | işlemek |
the (book) cover | kapak |
on its cover | kapağının üzerinde |
to give way to / to be overcome by | kapılmak |
to realize / grasp / understand/ perceive | kavramak |
to quickly realize /grasp | kavrayıvermek |
source | kaynak |
word (k) | kelime |
that (conj.) | ki |
nobody | kimse |
forty | kırk |
The book is not an earthly book, it has never been published on Earth and until the occurence of that dreadful catastrophy no Earthman has ever seen it or heard its name. | Kitap bir Dünya kitabı değil, Dünya'da hiç yayınlanmadı, o korkunç felâket olana kadar da hiçbir Dünyalı onu görmedi, hattâ adını bile duymadı. |
The book is not an earthly book, it has never been published on Earth. | Kitap bir Dünya kitabı değil, Dünya'da hiç yayınlanmadı. |
The book is not an earthly book. | Kitap bir Dünya kitabı değil. |
rim/ shore / coast /edge | kıyı |
in the civilisations of the Rim | Kıyısı'nın uygarlıklarında |
before the girl could find a phone | Kız bir telefon bulamadan |
Also before the girl could find a phone and tell her discovery to somebody | Kız bir telefon bulup da buluşunu birilerine söyleyemeden |
All of a sudden the girl quickly realized what was the thing that had been going wrong all this time. | Kız birdenbire bütün bu zaman içinde ters giden şeyin ne olduğunu kavrayıverdi. |
before the girl could tell her discovery to somebody(pl) | Kız buluşunu birilerine söyleyemeden |
before the girl told | kız söylemeden (önce) |
before the girl could tell | kız söyleyemeden (önce) |
the girl's story | kızın öyküsü |
arm /branch | kol |
terrible / dreadful | korkunç |
dreadful | korkunç |
a terrible and stupid catastrophy | korkunç ve aptalca bir felâket |
paper | kâğıt |
paper pieces | kâğıt parçaları |
The paper pieces were not unhappy. | Kâğıt parçaları mutsuz değildi. |
There were no paper pieces. | Kâğıt parçaları yoktu. |
bad | kötü |
a bad place | kötü bir yer |
small | küçük |
the Small Bear | Küçük Ayı |
the constellation of Ursa Minor ( the Small Bear) | Küçük Ayı takımyıldızı |
in a small cafe | küçük bir kafede |
there is a little yellow sun | Küçük sarı bir güneş vardır. |
little green paper pieces | küçük yeşil kâğıt parçaları |
the movements of little green paper pieces | küçük yeşil kâğıt parçalarının hareketleri |
blue | mavi |
monkey | maymun |
derived from a monkey (rep) | maymundan türemiş |
the life forms derived from a monkey | maymundan türemiş yaşam biçimleri |
million | milyon |
happy | mutlu |
he was happy | mutluydu |
they were happy | mutluydular |
unhappy | mutsuz |
There were no unhappy paper pieces. | Mutsuz kâğıt parçaları yoktu. |
It was not the paper pieces who were unhappy. | Mutsuz olan kâğıt parçaları değildi. |
he was unhappy | mutsuzdu |
they were unhappy | mutsuzdular |
how | nasıl |
how nice it can be | ne kadar hoş olabilecek |
for saying how nice it can (could) be | ne kadar hoş olabileceğini söylediği için |
where | nerede |
so much | o kadar |
They are so primitive that... | O kadar ilkeldirler ki... |
and until that dreadful catastrophy happening | o korkunç felâket olana kadar |
ocean | okyanus |
to leave the oceans | okyanusları terk etmek |
They should not have left the oceans. (They should not have left but they did...) il aurait fallu qu'ils ne quittent pas... | okyanusları terk etmemiş olmaları gerekti. |
it can be (fut.) | olabilecek |
being | olan |
that they are | olduğu |
they think that they are | olduğunu düşünürler |
to be / become | olmak |
ten | on |
ten words | on kelime |
They should not have left the oceans.(They should not have left but they did /they were not supposed to leave and they didn't...) il fallait qu'ils ne quittent pas... | Onların okyanusları terk etmemeleri gerekiyordu. |
Oolon Coluphid's philosophical trilogy | Oolon Coluphid'in felsefe üçlemesi |
Hitchhiker | Otostopçu |
to sit | oturmak |
thirty | otuz |
panic | panik |
Don't panic | Paniğe kapılmayın |
bright /brilliant / shiny | parlak |
too much (p) | pek fazla |
much more unknown - much less known (p) | pek fazla bilinmeyen |
on the much less known Western spiral arm | pek fazla bilinmeyen Batı Sarmalı kolunda |
not drawing much attention | pek göze batmayan |
Thursday | Perşembe |
popular | popüler |
relaxed (adj) | rahat |
uneasy / un comfortable | rahatsız |
in spite of a dative | rağmen |
Guide / handbook / directory | rehber |
in a small cafe in Rickmondsworth | Rickmondsworth'da küçük bir kafede |
just for a change | sadece değişiklik olsun diye |
owner | sahip |
yellow | sarı |
spiral | sarmal |
number | sayı |
The number was increasing day by day. | Sayı günden güne artıyordu. |
absurd / nonsensical / foolish | saçma |
It was absurd. | Saçmaydı. |
miserable /wretched | sefil |
eighty | seksen |
In zero gravity | Sıfır yerçekiminde |
Then, approximately two thousand years after one man was nailed to a tree for saying how pleasant it could be just for a change to treat people well, on a Thursday, sitting all alone in a little cafe in Rickmondsworth... | Sonra, adamın birinin sadece değişiklik olsun diye insanlara iyi davranmanın ne kadar hoş olabileceğini söylediği için bir ağaca çivilenmesinden yaklaşık olarak iki bin yıl sonra, bir Perşembe günü, Rickmondsworth'da küçük bir kafede yalnız başına oturan |
Then, approximately two thousand years later on a Thursday a girl sitting all alone in a little cafe in Rickmondsworth all of a sudden quickly realized what it was that had been going wrong all the time. | Sonra, yaklaşık olarak iki bin yıl sonra, bir Perşembe günü, Rickmondsworth'da küçük bir kafede yalnız başına oturan bir kız birdenbire bütün bu zaman içinde ters giden şeyin ne olduğunu kavrayıverdi. |
forever | sonsuza kadar |
to be lost and gone forever | sonsuza kadar yitip gitmek |
result /consequence /outcome / effect / conclusion | sonuç |
problem (s) | sorun |
The problem continued its existence = the problem persisted | Sorun varlığını sürdürdü. |
The existence of the problem | Sorunun varlığı |
for saying / because he said | söylediği için |
they were (in the act of) saying | söylemekteydiler |
to continue something/maintain / keep / remain / carry on | sürdürmek |
constellation | takımyıldız |
piece /grain (used optional after numbers) | tane |
God | Tanrı |
controversial | tartışmalı |
phone | telefon |
to leave / forsake / abandon | terk etmek |
the thing that was going wrong | ters giden şey |
what was the thing that was going wrong | ters giden şeyin ne olduğu |
to go wrong | ters gitmek |
to derive from an abl. | türemek |
fabrication/falsification / fiction / concoction | uydurma |
civilization | uygarlık |
distance | uzaklık |
there is | var |
there was / (+ personal ending on its subject: had) | vardı |
there is (as a matter of fact) | vardır |
existence / presence | varlık |
Wow ! | Vay ! |
Wow ! There are already sixty new words you have seen. | Vay. Şimdiden gördüğün altmış yeni kelime var. |
Wow ! There are already ninety new words you have seen. | Vay. Şimdiden gördüğün doksan yeni kelime var. |
Wow ! There are already fifty new words you have seen. | Vay. Şimdiden gördüğün elli yeni kelime var. |
Wow ! There are already two hundred and fifty new words you have seen. | Vay. Şimdiden gördüğün iki yüz elli tane yeni kelime var. |
Wow ! There are already two hundred and fifty new words you have seen. | Vay. Şimdiden gördüğün iki yüz elli tane yeni kelime var. |
Wow ! There are already two hundred and forty new words you have seen. | Vay. Şimdiden gördüğün iki yüz kırk tane yeni kelime var. |
Wow ! There are already two hundred and on new words you have seen. | Vay. Şimdiden gördüğün iki yüz on tane yeni kelime var. |
Wow ! There are already two hundred and thirty new words you have seen. | Vay. Şimdiden gördüğün iki yüz otuz tane yeni kelime var. |
Wow ! There are already two hundred new words you have seen. | Vay. Şimdiden gördüğün iki yüz tane yeni kelime var. |
Wow ! There are already two hundred and twenty new words you have seen. | Vay. Şimdiden gördüğün iki yüz yirmi tane yeni kelime var. |
Wow ! There are already forty new words you have seen. | Vay. Şimdiden gördüğün kırk yeni kelime var. |
Wow ! There are already ten new words you have seen. | Vay. Şimdiden gördüğün on yeni kelime var. |
Wow ! There are already thirty new words you have seen. | Vay. Şimdiden gördüğün otuz yeni kelime var. |
Wow ! There are already eighty new words you have seen. | Vay. Şimdiden gördüğün seksen yeni kelime var. |
Wow ! There are already seventy new words you have seen. | Vay. Şimdiden gördüğün yetmiş yeni kelime var. |
Wow ! There are already twenty new words you have seen. | Vay. Şimdiden gördüğün yirmi yeni kelime var. |
Wow ! There are already one hundred and sixty new words you have seen. | Vay. Şimdiden gördüğün yüz altmış tane yeni kelime var. |
Wow ! There are already one hundred and ninety new words you have seen. | Vay. Şimdiden gördüğün yüz doksan tane yeni kelime var. |
Wow ! There are already one hundred and fifty new words you have seen. | Vay. Şimdiden gördüğün yüz elli tane yeni kelime var. |
Wow ! There are already one hundred and forty new words you have seen. | Vay. Şimdiden gördüğün yüz kırk tane yeni kelime var. |
Wow ! There are already one hundred and ten new words you have seen. | Vay. Şimdiden gördüğün yüz on tane yeni kelime var. |
Wow ! There are already one hundred and thirty new words you have seen. | Vay. Şimdiden gördüğün yüz otuz tane yeni kelime var. |
Wow ! There are already one hundred and eighty new words you have seen. | Vay. Şimdiden gördüğün yüz seksen tane yeni kelime var. |
Wow ! There are already one hundred new words you have seen. | Vay. Şimdiden gördüğün yüz yeni kelime var. |
Wow ! There are already one hundred and seventy new words you have seen. | Vay. Şimdiden gördüğün yüz yetmiş tane yeni kelime var. |
Wow ! There are already one hundred and twenty new words you have seen. | Vay. Şimdiden gördüğün yüz yirmi tane yeni kelime var. |
and'Who is the One called God (anyway)?' | ve 'Kimdir Bir Tanrı denilen?' |
and nobody would have to be nailed to some place (or another) | ve kimsenin bir yerlere çivilenmesi gerekmeyecekti. |
and a more controversial book than Oolon Colluphid's philosophical blockbuster trilogy books | ve Oolong Colluphid'in bombası felsefe üçlemesi kitaplarından daha tartışmalı bir kitap. |
to quickly X | X-ivermek |
or (only one of the two options is possible) | ya da |
or rather 'had' | ya da daha doğrusu 'vardı' |
or at least to an extreme degree | ya da en azından aşırı derecede |
or at least in spite of including incomplete information to an extreme degree | ya da en azından eksik bilgi içermesine rağmen |
aproximately | yaklaşık olarak |
aproximately two thousand years later / after | yaklaşık olarak iki bin yıl sonra |
on a Thursday approximately two thousand years later/after | yaklaşık olarak iki bin yıl sonra, bir perşembe günü |
approximately two thousand years later on a Thursday in a small cafe in Rickmondsworth | yaklaşık olarak iki bin yıl sonra, bir perşembe günü, Rickmondsworth'da küçük bir kafede |
all alone | yalnız başına |
It was not only remarkable | Yalnızca dikkate değer değil |
It is not only remarkable, it is at the same time more popular than the also a great success having 'Interplanetary House Care Compilation' | Yalnızca dikkate değer değil, aynı zamanda büyük bir başarının sahibi de 'Gezegenlerarası Ev Bakımı Derlemesi'nden' daha popüler |
wrong /mistake | yanlış |
to make a mistake | Yanlış yapmak |
those who made a mistake / that they made a mistake | yanlış yaptıkları |
those thinking they made a mistake | yanlış yaptıklarını düşünenler |
The number of those thinking they made a mistake | yanlış yaptıklarını düşünenlerin sayısı |
The number of those thinking they made a mistake increased day by day. | Yanlış yaptıklarını düşünenlerin sayısı günden güne artıyordu. |
fifty-three more things to do (one can do) | yapabilecek elli üç şey daha |
to make | yapmak |
to leave someone to pedestrian = to leave someone far behind | Yaya bırakmak |
printingshop / publishing house | yayınevi |
publishing houses | yayınevleri |
the most remarkable book ever released from publishing houses | yayınevlerinin çıkardığı bütün zamanların en dikkate değer kitabı |
to publish /issue | yayınlamak |
to be published | yayınlanmak |
for the writing | yazmakta (için) |
life (y) | yaşam |
life forms / life styles | yaşam biçimleri |
to live | yaşamak |
(during) a big part of their lives | yaşamlarının büyük bir bölümünde |
living (part.pres.act.) | yaşayan |
those living (part.pres.act. plural) | yaşayanlar |
new | yeni |
place | yer |
Gravity | Yerçekimi |
seventy | yetmiş |
green | yeşil |
There is a green -blue planet | Yeşil-mavi bir gezegen vardır. |
Nevertheless | Yine de |
Nonetheless altogether a remarkable book | Yine de baştan sona dikkate değer bir kitap. |
twenty | yirmi |
to be lost and gone | yitip gitmek |
to be lost / disappear / vanish /wither away | yitmek |
there is not | yok |
there was not | yoktu |
orbit | yörünge |
hundred | yüz |
to release (publish) | çıkarmak |
to nail | çivilemek |
to be nailed | çivilenmek |
to be drawn | çizilmek |
that is not drawn | çizilmemiş |
to draw | çizmek |
very (ç) | çok |
a very brilliant invention | Çok parlak bir buluş |
solution /remedy / answer | çözüm |
The solutions were related (to a dative) | Çözümler ilişkindi. |
the majority of the solutions / most of the solutions | çözümlerin çoğu |
because | çünkü |
because in spite of its many omissions and fabrications,or at least its including of to an extreme degree incomplete informations | çünkü birçok eksiğine ve uydurma, ya da en azından aşırı derecede eksik bilgi içermesine rağmen, |
because it was not the little paper pieces who were unhappy. | çünkü mutsuz olan küçük kâğıt parçaları değildi. |
before / ago / first | önce |
the previous | önceki |
to be suggested / recommended / proposed | önerilmek |
to propose / suggest / recommend | önermek |
story (ö) | öykü |
far away /out of the way / remote (ü) | ücra |
on top of | üzerinde |
those living on top of it | üzerinde yaşayanlar |
a big part of those living on top of it | üzerinde yaşayanların büyük bir bölümü |
a big part of those living on top of it were unhappy | üzerinde yaşayanların büyük bir bölümü mutsuzdular. |
a big part of those living on top of it were unhappy for a big part of their lives. | üzerinde yaşayanların büyük bir bölümü yaşamlarının büyük bir bölümünde mutsuzdular. |
sad /upsetting | üzücü |
What was sad | üzücü olan |
What was sad is that a disaster took place | üzücü olan bir felâketin gerçekleşmesi |
What was sad is that this bright idea was lost and gone forever. | Üzücü olan bu parlak fikrin sonsuza kadar yitip gitmesi. |
What was sad is that a terrible and stupid catastrophy took place | üzücü olan korkunç ve aptalca bir felâketin gerçekleşmesi |
What was sad is that a terrible and stupid catastrophy took place and this bright idea was lost forever. | Üzücü olan korkunç ve aptalca bir felâketin gerçekleşmesi ve bu parlak fikrin sonsuza kadar yitip gitmesi. |
What was sad is that, also before the girl could find a phone and tell her discovery to somebody, a terrible and stupid catastrophy took place and this bright idea was lost forever. | Üzücü olan, kız bir telefon bulup da buluşunu birilerine söyleyemeden, korkunç ve aptalca bir felâketin gerçekleşmesi ve bu parlak fikrin sonsuza kadar yitip gitmesi. |
trilogy | üçleme |
Second | İkincisi |
Most of the people were uncomfortable and many of them were wretched. | İnsanların çoğu rahatsızdı birçoğu da sefil. |
Most of the people were uncomfortable | İnsanların çoğu rahatsızdı. |
thing | şey |
already (ş) | şimdiden |
such / the following | şöyle |