happy | mutlu |
How happy! | Ne mutlu |
man /human /human being | insan |
that | o |
that man (i) | o insan |
How happy is the man(i) ! | Ne mutlu o insana |
who /which | ki |
to walk | yürümek |
he doesn't walk | yürümez |
How happy is the man(i) who doesn't walk ! | Ne mutlu o insana ki yürümez |
to stand /stop | durmak |
He doesn't stand | durmaz |
How happy is the man(i) who doesn't stand! | Ne mutlu o insana ki durmaz |
to sit /live (stay) | oturmak |
he doesn't sit | oturmaz |
He doesn't walk, he doesn't stand, he doesn't sit. | Yürümez, durmaz, oturmaz. |
bad /evil /wicked | kötü |
the bad ones/the evil ones | kötüler |
advice /counsel | öğüt |
the counsel of the wicked | kötülerin öğüdü |
to walk in(with) the counsel of the wicked | kötülerin öğüdüyle yürümek |
How happy is the man (i) who doesn't walk in the counsel of the wicked. | Ne mutlu o insana ki kötülerin öğüdüyle yürümez. |
sin | günah |
sinner | günahkâr |
way | yol |
the way of the sinners | günahkârların yolu |
in the way of the sinners | günahkârların yolunda |
He doesn't stand /stop in the way of the sinners. | günahkârların yolunda durmaz |
How happy is the man(i) who doesn't stand in the way of the sinners ! | Ne mutlu o insana ki günahkârların yolunda durmaz |
mockers | alaycılar |
between /in the midst of / among | arasında |
in the midst of the mockers | alaycıların arasında |
How happy is the man(i) who doesn't sit among the mockers! | Ne mutlu o insana ki alaycıların arasında oturmaz. |
How happy is the man (i) who doesn't walk in the counsel of the wicked, who doesn't stand in the way of the sinners, who doesn't sit among the mockers. | Ne mutlu o insana ki kötülerin öğüdüyle yürümez, günahkârların yolunda durmaz, alaycıların arasında oturmaz. |
but /however /yet /nevertheless /lediglich | ancak |
pleasure | zevk |
to enjoy /delight /take pleasure in | zevk almak |
he takes pleasure in | zevk alır |
he takes his pleasure in | zevkini alır |
the Lord (last letter doubles if a case ending is attached!!!) | RaB |
law | yasa |
the law of the Lord | RaBbin yasası |
from the law of the Lord | RaBbin yasasından |
he takes his pleasure in the law of the Lord | zevkini RaBbin yasasından alır |
and | ve |
day | gün |
night | gece |
day time | gündüz |
day and night (as in the anatolian folksong 'Uzun ince bir yoldayım' | gündüz gece |
night and day (more frequently used) | gece gündüz |
to think | düşünmek |
deeply | derin derin |
he thinks deeply | derin derin düşünür |
upon it | onun üzerinde |
and he thinks deeply upon it/he meditates upon it night and day | ve gece gündüz onun üzerinde derin derin düşünür |
But he takes his pleasure in the law of the Lord and meditates upon it night and day. | Ancak zevkini RaBbin yasasından alır ve gece gündüz onun üzerinde derin derin düşünür. |
stream | akarsu |
coast /shore /edge /bank | kıyı |
river bank | akarsu kıyısı |
planted /standing | dikilmiş |
planted by the river bank | akarsu kıyısına dikilmiş |
tree | ağaç |
a tree planted by the river banks | akarsu kıyılarına dikilmiş ağaç |
to ressemble | benzemek |
to ressemble a tree planted at the river side | akarsu kıyılarına dikilmiş ağaca benzemek |
such /suchlike | böylesi |
Such is like a tree planted by the riverside (such ressembles...) | böylesi akarsu kıyılarına dikilmiş ağaca benzer |
fruit | meyve |
season | mevsim |
to give | vermek |
he gives | o verir |
He gives his fruit in its season | O meyvesini mevsiminde verir. |
leaf | yaprak |
to fade /wither | solmak |
never | hiç |
His leaves (sg) never wither. | Yaprağı hiç solmaz. |
every | her |
work /affair /business | iş |
his work | işi |
all his work | her işi |
to do /make | yapmak |
that he does | yaptığı |
every work that he does | yaptığı her işi |
to succeed | başarmak |
it succeeds | başarır |
every work that he does succeeds | yaptığı her işi başarır |
Such is like a tree planted by the riverside (such ressembles...), he gives his fruit in its season, his leaves never wither, every work that he does succeeds. | Böylesi akarsu kıyılarına dikilmiş ağaca benzer, meyvesini mevsiminde verir, yaprağı hiç solmaz. Yaptığı her işi başarır. |
such /like this | böyle |
is/are not | değil |
the wicked are not like this | kötüler böyle değil |
wind | rüzgâr |
to hurl /swing /fling /throw out /chuck(s) | savurmak |
that is tossed by the wind | rüzgârın savurduğu |
straw | saman |
one straw / chaff | saman çöpü |
chaff tossed by the wind | rüzgârın savurduğu saman çöpü |
they ressemble | benzerler |
They are like (they ressemble) chaff tossed by the wind | rüzgârın savurduğu saman çöpüne benzerler |
therefore /for this (reason) /because of this/that's why /accordingly | bu yüzden |
to judge /to try (in court) | yargılamak |
a judge | yargıç |
to be judged/tried | yargılanmak |
when he is tried | yargılanınca |
to be acquitted | aklanmak |
he cannot be acquitted | aklanamaz |
therefore when he is judged, he cannot be acquitted | Bu yüzden yargılanınca aklanamaz. |
place | yer |
to find | bulmak |
he cannot find | bulamaz |
the sinners cannot find a place | günahkârlar yer bulamaz |
correct /right | doğru |
the righteous | doğrular |
group / gathering /community | topluluk |
the community of the righteous | doğrular topluluğu |
to find a place in the community of righteous | doğrular topluluğunda yer bulmak |
The sinners cannot find a place in the community of the righteous. | doğrular topluluğunda yer bulamaz günahkârlar. |
to guard / watch over / oversee /tend | gözetmek |
The Lord watches over the way of the righteous | RaB doğruların yolunu gözetir. |
because /for | çünkü |
For the Lord watches over the way of the righteous | Çünkü RaB doğruların yolunu gözetir. |
death | ölüm |
to lead to /to take away to | götürmek |
to lead to death | ölüme götürmek |
he leads to | götürür |
the way of the wicked leads to death | kötülerin yolu ölüme götürür |
as for /as to /if | ise |
as for the way of the wicked, it leads to death | kötülerin yolu ise ölüme götürür |
For the Lord watches over the way of the righteous, as for the way of the wicked, it leads to death. | Çünkü RAB doğruların yolunu gözetir, kötülerin yolu ise ölüme götürür. |
How happy is the man (i) who doesn't walk in the counsel of the wicked, who doesn't stand in the way of the sinners, who doesn't sit among the mockers. | Ne mutlu o insana ki kötülerin öğüdüyle yürümez, günahkârların yolunda durmaz, alaycıların arasında oturmaz. |
But he takes his pleasure in the law of the Lord and meditates upon it night and day. | Ancak zevkini RaBbin yasasından alır ve gece gündüz onun üzerinde derin derin düşünür. |
Such is like a tree planted by the riverside (such ressembles...), he gives his fruit in its season, his leaves never wither, every work that he does succeeds. | Böylesi akarsu kıyılarına dikilmiş ağaca benzer, meyvesini mevsiminde verir, yaprağı hiç solmaz. Yaptığı her işi başarır. |
The wicked are not like this, they are like (they ressemble) chaff tossed by the wind. | kötüler böyle değil, rüzgârın savurduğu saman çöpüne benzerler. |
Therefore the sinners cannot be acquitted when they are judged, they cannot find a place in the community of the righteous. | Bu yüzden yargılanınca aklanamaz, doğrular topluluğunda yer bulamaz günahkârlar. |
For the Lord watches over the way of the righteous, as for the way of the wicked, it leads to death. | Çünkü RAB doğruların yolunu gözetir, kötülerin yolu ise ölüme götürür. |