to fly | uçmak |
unconcerned / gleichgültig | umursamaz |
She tried to speak with an unconcerned voice. | Umursamaz bir ses tonunda konuşmaya çalışıyordu. |
improper / inappropriate | uygunsuz |
as if the girl had asked an inappropriate question | Kız sanki uygunsuz bir soru sormuş gibi |
to disappear / vanish/ to fly off / fly away | uçup gitmek |
to howl /roar | uğuldamak |
long | uzun |
hope | umut |
to hope / to expect | ummak |
to forget | unutmak |
to sleep | uyumak |
far / distant (u) | uzak |
distance | uzaklık |
for a long time / for ages | uzun zamandır |
submissive | uysal |
submissively | uysal uysal |
shamelessness | utanmazlık |
shame | utanç |
my shame | utancım |
to embarrass / to shame | utandırmak |
They used to embarass me | Utandırıyorlardı beni |
concern /matter | umur |
I don't care / it's none of my concerns | umurumda değil |
long haired / shaggy | uzun tüylü |
to howl | ulumak |
The wind was howling (like wolves) | Rüzgâr uluyordu. |
The wolf was howling | Kurt uluyordu. |
my hope | umudum |
my hope is in Him | umudum Ondadır |
end / extremity | uç |
to hope in a dat. | umut bağlamak |
But those who hope in the Lord | Rab'be umut bağlayanlarsa |
to extend | uzatmak |
to extend his/one's life | ömrünü uzatmak |
nation / People | ulus |
greatness / awe / Erhabenheit | ululuk |
Make it short ! | Uzatma ! |
They put their heads together. rep. ( lit. They extended their heads to one another) | Başlarını birbirlerine uzatmıştı. |
tinsy winsy | ufak tefek |
to be ashamed / embarrassed | utanmak |
I am not ashamed to admit this | bunu itiraf etmekten utanmıyorum |
sleep | uyku |
sleepless | uykusuz |
satellite | uydu |
to fit /match | uymak |
Does he/she not match? | uymadı mı? |
to wake up sb | uyandırmak |
as if he wanted to wake everybody up | herkes uyandırana kadar |
to wake up | uyanmak |
Won't she wake up ? | Uyanmaz mı? |
in shame | utanç içinde |
small (u) | ufak |
to become smaller (u) | ufalmak |
to care / to consider important (u) | umursamak |
The doctor says "Don't smoke any more, you are going to die", but he still doesn't care. | Doktor 'Artık sigara içme, öleceksin'diyor, ama o hâlâ umursamıyor. |
to feel sleepy | uykusu gelmek |
I feel sleepy | uykum geldi |
I feel sleepy too | benim de uykum geldi |
Try not to forget. | Unutmamaya çalış. |
to reach/ arrive (u) | ulaşmak |
the tip of his sword | kılıcının ucu |
awake | uyanık |
Coffee keeps you (pl) awake. | Kahve sizi uyanık tutar. |
to be convenient / suitable/ apropriate for (u.o.) | uygun olmak |
Despairingly / hopelessly (u) | umutsuzca |
deliver / transport / convey | ulaştırmak |
He will bring forth justice with/in faithfulness | Adaleti sadakatle ulaştıracak |
a place to sleep | uyuyacak bir yer |
they would find a place to sleep | uyuyacak bir yer bulurlardı |
flying in the air | havada uçan |
In the places which were not reached by its light | Işığının ulaşmadığı yerlerde |
nationality (u) | Ulusluluk |
Contact us | Bize ulaşın |
the warning (u) | uyarı |
despite (r) the warning | uyarıya rağmen |
inspite of my warning (verb) | uyarmama rağmen |
airplane | uçak |
flight ticket | uçak bileti |
They bought a plane ticket to go to Istanbul. | İstanbul'a gitmek için uçak bileti aldılar. |
flight (airplane) | uçuş |
I set the alarm to wake up. | Uyanmak için alarmı kurdum. |
to fall for s.o.'s words / to be cheated by them into doing sthg / to let s.o. deceive you to do sthg stupid/to be seduced | birine uymak - birinin aklına uymak |
method / procedure (u) | usul |
gently / quietly | usul usul |
a fine gently drizzling rain | ince usul usul çiseleyen bir yağmur |
It rained that night, a fine gently drizzling rain. | O gece yağmur yağıyordu, ince, usul usul çiseleyen bir yağmur. |
to let s.o. sleep / to put s.o. to sleep / to anesthesize / hypnotize | uyutmak |
to care about / für wichtig halten / beachten | umursamak |
to visit / call on | uğramak |
luck (u) | uğur |
for my sake (u) | benim uğruma |
As to him losing / who loses (y) his soul for my sake(u) he will safe it. | Canını benim uğruma yitiren ise onu kurtaracaktır. |
to warn | uyarmak |
to stay hopeful | umudunu korumak |
He never looses hope and believes that everything is going to be all right. | Hiçbir zaman umudunu kaybetmez ve her şeyin yoluna gireceğine inanır. |
an expert (u) | uzman |
I live in the farthest house. | En uzak evde yaşıyorum. |
in accordance with a dative | uyularak |
in accordance with the rules | kurallara uyularak |
following (in accordance with ) the rules of the language | dilin kurallarına uyularak |
in accordance with the known and accepted rules of the language | dilin bilinen ve kabul edilen kurallarına uyularak |
The contents (matters -h) to be explained described must be arranged in accordance with the known and accepted rules of the language. | Anlatılacak, betimlenecek hususlar, dilin bilinen ve kabul edilen kurallarına uyularak düzenlenmek zorundadır. |
to undergo / experience / run against / incur | uğramak |
cheap | ucuz |
cheaper | daha ucuz |
This one is cheaper | bu daha ucuz |
The cinema is far away. | sinema uzak |
to stay up | uyanık kalmak |
We have to fly to Japan tonight. | bu gece Japonya'ya uçmamız gerekiyor |
The flight is delayed | uçuş gecikmeli |
have a safe flight | iyi uçuşlar |
talking about his relationships makes him embarrassed | ilişkilerinden konuşmak onu utandırıyor |
to lie (in bed) | uzanmak |
sleeping bag | uyku tulumu |
to fall asleep | uyuyakalmak |
he was a little disappointed | birazcık hayal kırıklığına uğradı |
you should forget him | onu unutmalısın |
drugs | uyuşturucu |
someone stole the drugs | birisi uyuşturucuyu çaldı |
I don't care | umrumda değil |
I don't care about money | para umrumda değil |
to try hard | uğraşmak |
if you try hard everything will be alright | çok uğraşırsan her şey düzelecek |
there is always hope | her zaman umut vardır |
don't give up your hope | umudunu kaybetme |
space | uzay |
spaceship | uzay gemisi |
alien | uzaylı |
outer space | dış uzay |
if I could fly I would reach the stars | uçabilseydim yıldızlara ulaşırdım |
if I were an astronaut I would go to outer space | astronot olsaydım dış uzaya giderdim |
if I had a spaceship I would fly to the edge of the universe | bir uzay gemim olsaydı evrenin kıyısına uçardım |
institution | kurum |
Bad news travels(reaches) quickly(t) | Kötü haber tez ulaşır |
to keep away from / to keep out of / to get away from + Abl | uzak tutmak |
to keep out of harm's way | birini kötülüklerden uzak tutmak |
to lose sight of | gözden uzak tutmak |
to get away from | bir şeyi birinden uzak tutmak |
I tried to keep work away from me | işi kendimden uzak tutmaya çalıştım |
I tried to keep myself away from work | Kendimi işten uzak tutmaya çalıştım. |
escape (from a dangerous situation) with little or no harm / to get off cheap | ucuz atlatmak |
sleep something off e.g; sıkıntıyı/üzüntüyü | bir şeyi uyuyarak atlatmak |
She was disappointed to learn that her friend was not coming back. | Arkadaşının geri dönmeyeceğini öğrendiğinde hayal kırıklığına uğradı. |
I hope you are not too disappointed | Çok hayal kırıklığına uğramadığını umuyorum |
It led to disappointment | hayal kırıklığına uğramasına yol açtı. |
Langkorn | uzun (taneli ) tahıl |
thigh /Oberschenkel | Uyluk |
national | ulusal |
national park | ulusal park |
remote control | uzaktan kumanda |
Do they have sleeping bags ? | Uyku tulumları var mı ? |
Is the school far from it ? | Okul ondan uzakta mı ? |
they began to stay (d) away | uzak durur oldular |
length | uzunluk |
embarrassing | utanç verici |
monster / freak (u) | ucube |
in that freaky place | o ucube yerde |
sleepy | uyku sersemi |
because she was sleepy | uyku sersemi olduğu için |
sinister /evil /unlucky | uğursuz |
I have hope for you / I believe in you | Senden umutluyum |
hopeful / expectant | umutlu |
While reading a book she had fallen asleep. | Kitap okurken uyuyakalmıştı |
to fly back and forth /hin und herfliegen | ileri geri uçmak |
a big swarm of flies flew non stop back and forth | büyük bir sürü sinek durmadan ileri geri uçuyordu. |
In the kitchen,inthe living room -as if they wanted to run us crazy (ç) - a big swarm of flies flew non stop back and forth. | Mutfakta, oturma odasında sanki bizi çıldırtmak istercesine büyük bir sürü sinek durmadan ileri geri uçuyordu. |
to grow longer | uzamak |
Though the trees grew longer/tall | Ağaçlar uzasa da |
Though the trees grew longer/tall and the sky shone brightly | Ağaçlar uzasa ve gökyüzü pırıl pırıl parlasa da |
Though the trees grew longer/tall and the sky shone brightly very (ç) few people could stay there for long without having an accident. | Ağaçlar uzasa ve gökyüzü pırıl pırıl parlasa da çok az insan bir kaza geçirmeden orada uzun süre kalabilirdi. |
vigilance /watchfulness | uyanıklık |
persistant watchfulness/vigilance | ısrarlı uyanıklık |
How to deal with insomnia? / How insomnia is dealt with? | Uykusuzlukla nasıl baş edilir? |
suitability /compatibility | uygunluk |
She reads a book but she falls asleep. | Bir kitap okur ama uyuyakalır. |
Could you hand me your plate? | Tabağını bana uzatır mısın? |
international | uluslararası |
national and international | ulusal ve uluslararası |
Tell me/ give me a little cheaper price please | Biraz ucuz fiyat söyleyin, lütfen! |
He hopes he won't be late for work. | İşe geç kalmayacağını umuyor. |
I hope I won't be late for work. | İşe geç kalmayacağımı umuyorum. |
subject of / citizen of / national of | uyruklu |
foreign national | yabancı uyruklu |
foreign language teacher | yabancı uyruklu dil öğretmeni |
a turkish citizen | türk uyruklu |
a foreign student | yabancı uyruklu öğrenci |
the 2 Iraqi nationals detained for organizing illegal crossing | yasa dışı geçişi organize ettikleri iddiasıyla gözaltına alınan 2'si Irak uyruklu |
(on top of) the 2 Iraqi nationals being detained for organizing illegal border crossing, 11 more suspects were sent to court | yasa dışı geçişi organize ettikleri iddiasıyla gözaltına alınan 2'si Irak uyruklu 11 şüpheli daha adliyeye sevk edildi. |
(On top of ) the two Iraqi citizens detained in the context of an investigation after the accident under allegations of organizing illegal transition 11 more suspects were taken to court. | kaza sonrası başlatılan soruşturma kapsamında yasa dışı geçişi organize ettikleri iddiasıyla gözaltına alınan 2'si Irak uyruklu 11 şüpheli daha adliyeye sevk edildi. |
(With) the two Iraqi citizens detained under allegations of organizing illegal transition in the context of an investigation after the accident in Izmir's M. district, in which 23 ïrregular immigrants lost their lives, 11 more suspects were sent to court | İzmir'in M. ilçesinde 23 düzensiz göçmenin hayatını kaybettiği kaza sonrası başlatılan soruşturma kapsamında yasa dışı geçişi organize ettikleri iddiasıyla gözaltına alınan 2'si Irak uyruklu 11 şüpheli daha adliyeye sevk edildi. |
factor / element | unsur |
kore element / key element | ana unsur |
determining factor | belirleyici unsur |
a natural element | doğal unsur |
an essential component | esaslı unsur |
rules of international law | uluslararası hukuk kuralları |
in accordance with international law | uluslararası hukuka uygun |
He hopes the boss will give him the apple. | Patronun ona elmayı vermesini umuyor. |
He's hoping the boss will give him the opportunity to work. | Patronun ona çalışma fırsatı vermesini umuyor. |
He hopes that the boss will give him more opportunities to work. | Patronun ona çalışma daha çok fırsatı vermesini umuyor. |
He hopes that he will be able to solve this problem. | Bu problemi çözebileceğini umuyor. |
I hoped that I could solve this problem. | Bu problemi çözebileceğimi umuyordum. |
What would you hope for ? / What did you hope for ? | Ne umardın ? |
I try to fall asleep | uykuya dalmaya çalışıyorum. |
If I write it down I can forget it and sleep peacefully. | Yazıya dökersem unutup rahat rahat uyuyabilirim. |
the right amount of (lit. in the suitable number) | uygun olan sayıda |
He hopes it will last a long time. (not get broken) | Uzun süre dayanacağını umuyor. |
I hope it won't break easily | Kolayca kırılmamasını umuyorum |
I had forgotten how tiny babies can be. | Bebeklerin ne kadar küçük olabileceğini unutmuşum. |
He forgot to make | yapmayı unuttu |
to fabricate | uydurmak |
they thought I made up these stories to attract attention | bu hikâyeleri ilgi çekmek için uydurduğumu düşünüyorlardı |
The ends (of your hair) are split. (broken) Do you see the splits ? | Uçlarında kırıklar var. Çatalları görüyor musunuz? |
smart ass / know-it-all / bighead | ukala |
to get cheaper | ucuzlamak |
the bought product getting cheaper after a week | alınan ürünün bir hafta sonra ucuzlaması |
to apply | uygulamak |
Some people apply a more religious approach. | Bazıları daha dindar bir yaklaşım uygular. |
art / craftmanship /mastership / competence/ virtuosity | ustalık |
Either you win the competence of dying or you collect the capacity of fear /Either you win mastery of dying, or the ability to amass fear (from a poem of Attila İlhan ) | Ya ölmek ustalığını kazanırsın, ya korku biriktirmek yetisini. |
numbness / drowsiness /somnolence / lethargy | uyuşukluk |
with ingenious ways /auf geniale Art und Weise | ustaca yollarla |
cliff /abyss | uçurum |
A vast meadow spreads out below the cliff. | Uçurumun altında geniş bir çayır var. |
He never forgets to say please and thank you. | Asla lütfen ve teşekkür ederim demeyi unutmaz. |
boarding pass | uçuş kartı |
Please, have your boarding pass ready at the counter | Gişeye geldiğinizde, lütfen uçuş kartınız hazır olsun. |
transportation (u) | ulaşım |
Stop by the office sometime and say hi. | Bir ara ofise uğrayıp bir merhaba de. |
They were at the edge of a cliff. | Bir uçurumun kenarındaydılar. |
we walked and walked (until we reached..) /in story telling | az gittik uz gittik |
Until tonight I had hoped that everything was just a joke (ş) | bu akşama kadar her şeyin sadece bir şaka olmasını ummuştum. |
litlle one /shorty /kiddo | ufaklık |
very long | upuzun |
I have a very long night ahead. | Upuzun bir gece beni bekliyor. |
She pretended to have fallen asleep /Sie tat so als wäre sie eingeschlafen. | uykuya dalmış gibi yaptı |
in a well-behaved manner / like a good boy | uslu uslu |
That's why you're gonna sit here and be good. | Bu yüzden burada uslu uslu oturacaksın. |
superfluous brain numbing gadgets (devices) | gereksiz beyin uyuşturucu cihazlar |
I took my I pod which Luke called superfluous brain numbing gadgets and despised | Luke'un gereksiz beyin uyuşturucu cihazlar olarak adlandırıp küçümsediği Pod'umu aldım |
I took my iPod which Luke called superfluous brain numbing gadgets and despised, which I had bought with my savings of a year. | Luke'un gereksiz beyin uyuşturucu cihazlar olarak adlandırıp küçümsediği, bir yıllık birikimimle aldığım iPod'umu aldım. |
I took my iPod which Luke called superfluous brain numbing gadgets and despised, which I had bought with my savings of a year. | Luke'un gereksiz beyin uyuşturucu cihazlar olarak adlandırıp küçümsediği Pod'umu aldım |
I took my iPod which Luke called superfluous brain numbing gadgets and despised, which I had bought with my savings of a year. | Luke'un gereksiz beyin uyuşturucu cihazlar olarak adlandırıp küçümsediği Pod'umu aldım |
I took my iPod which Luke called superfluous brain numbing gadgets and despised, which I had bought with my savings of a year. | Luke'un gereksiz beyin uyuşturucu cihazlar olarak adlandırıp küçümsediği iPod'umu aldım |
I took my iPod which Luke called superfluous brain numbing gadgets and despised, which I had bought with my savings of a year. | Luke'un gereksiz beyin uyuşturucu cihazlar olarak adlandırıp küçümsediği Pod'umu aldım |
where the sun touches the horizon | güneşin ufka değdiği yer |
You don't care, especially if in the end you get what you want. | umursamazsın özellikle de sonunda istediğini elde edeceksen. |
Now he behaves himself. | Artık uslu duruyor. |
Warn me! | Beni uyar! |
It's ok with me! | Bana uyar! |