man | adam |
The professor was a man. | Profesör bir adamdı. |
The professor was a very old man. | Profesör çok yaşlı bir adamdı. |
hair (pl) | saçlar |
white | beyaz |
white hair | beyaz saçlar |
The professor was a man who had white hair. | Profesör beyaz saçları olan bir adamdı. |
The professor was a very old man who had white hair. | Profesör beyaz saçları olan çok yaşlı bir adamdı. |
messy | dağınık |
messy white hair | dağınık beyaz saçlar |
face | yüz |
his face | yüzü |
all | bütün |
all his face | bütün yüzü |
to cover | kaplamak |
covering (having covered) (k) | kaplamış |
covering (having covered) all of his face | bütün yüzünü kaplamış |
messy white hair covering (having covered) all of his face | bütün yüzünü kaplamış dağınık beyaz saçlar |
almost /nearly | neredeyse |
The professor was a very old man who had messy white hair covering almost all of his face. | Profesör neredeyse bütün yüzünü kaplamış dağınık beyaz saçları olan çok yaşlı bir adamdı |
to love /like | sevmek |
they loved (reported past) | sevmişlerdi |
they loved him (rep) | onu sevmişlerdi |
immediately | hemen |
and the children loved him almost immediately | ve çocuklar onu hemen sevmişlerdi |
the first | ilk |
evening | akşam |
the first evening | ilk akşam |
to come | gelmek |
when he came | geldiğinde |
to meet | karşılamak |
when he came to meet them | onları karşılamaya geldiğinde |
door | kapı |
at the door | kapıda |
when he came to meet them at the door | onları kapıda karşılamaya geldiğinde |
but when he came the first evening to meet them at the door | ama ilk akşam onları kapıda karşılamaya geldiğinde |
to seem /to appear /to look | görünmek |
he seemed /he looked | görünüyordu |
strange (t) | tuhaf |
he looked strange | tuhaf görünüyordu |
so /such | öyle |
he looked so strange | öyle tuhaf görünüyordu |
that... | ki... |
he looked so strange, that... | öyle tuhaf görünüyordu, ki... |
to be afraid of | -dan - den korkmak |
to be afraid of him | ondan korkmak |
he looked so strange, that Lucy had been afraid of him | öyle tuhaf görünüyordu, ki Lucy ondan korkmuştu |
to behave /to act /to comport oneself | davranmak |
to be obliged to /to be forced to/to have to | zorunda kalmak |
Edmund had been forced to /Edmund had had to... | Edmund zorunda kalmıştı. |
Edmund had had to act/behave | Edmund davranmak zorunda kalmıştı. |
to blow one's nose | sümkürmek |
like blowing his nose | sümkürür gibi |
to act as if blowing his nose | sümkürür gibi davranmak |
Edmund had to act/behave as if blowing his nose | Edmund sümkürür gibi davranmak zorunda kalmıştı. |
to laugh | gülmek |
to want to | istemek |
Edmund had wanted to | Edmund istemişti |
Edmund had wanted to laugh | Edmund gülmek istemişti |
The professor looked so strange, that Edmund had wanted to laugh. | Profesör öyle tuhaf görünüyordu, ki Edmund gülmek istemişti. |
to show (b. e.) | belli etmek |
to dissimulate (hide) | belli etmemek |
but not to show it /but to dissimulate | ama belli etmemek için |
Edmund had wanted to laugh but not to show it he had to clean his nose. | Edmund gülmek istemişti, ama belli etmemek için sümkürür gibi davranmak zorunda kalmıştı. |
The professor looked so strange, that Edmund had wanted to laugh, but not to show it, he had to pretend cleaning his nose. | Profesör öyle tuhaf görünüyordu, ki Edmund gülmek istemişti, ama belli etmemek için sümkürür gibi davranmak zorunda kalmıştı. |
Lucy was scared of him and Edmund had wanted to laugh. | Lucy ondan korkmuş ve Edmund gülmek istemişti. |
The professor looked so strange, that Lucy had been afraid of him and Edmund had wanted to laugh, but not to show it, he had to pretend cleaning his nose. | Profesör öyle tuhaf görünüyordu, ki Lucy ondan korkmuş ve Edmund gülmek istemişti ama belli etmemek için sümkürür gibi davranmak zorunda kalmıştı. |
small /young | küçük |
the smallest /the youngest | en küçük |
the smallest /youngest of them | en küçükleri |
She was the youngest of them. | en küçükleriydi |
Lucy (the youngest of them) was afraid | Lucy (en küçükleriydi) korkmuştu. |
second | ikinci |
(he was) the second youngest of them | ikinci küçükleriydi |
Edmund (the second youngest of them) had wanted to laugh | Edmund (ikinci küçükleriydi) gülmek istemişti. |
The professor was a very old man who had messy white hair covering almost all of his face and the children loved him immediately. | Profesör neredeyse bütün yüzünü kaplamış dağınık beyaz saçları olan çok yaşlı bir adamdı ve çocuklar onu hemen sevmişlerdi. |
but when he came the first evening to meet them at the door he looked so strange that Lucy (the youngest of them) had been afraid of him and Edmund (the second youngest of them) had wanted to laugh and had had to pretend cleaning his nose to conceal it. | Ama ilk akşam onları kapıda karşılamaya geldiğinde öyle tuhaf görünüyordu ki Lucy (en küçükleriydi) ondan korkmuş ve Edmund (ikinci küçükleriydi) gülmek istemişti ama belli etmemek için sümkürür gibi davranmak zorunda kalmıştı. |