to break (voice) / heiser werden | (ses) kısılmak |
as for | -ysa |
a written contract stating... | ... belirten yazılı bir sözleşme |
merciless / cruel / pitiless / grim | acımasız |
the brutal cold | acımasız soğukluk |
family | aile |
to drain off /empty /let sthg flow(a) | akıtmak |
to flow | akmak |
evening | akşam |
to by and sell | alıp satmak |
they received | alırlardı |
down floor | alt kat |
the hall in the down floor | alt kattaki antre |
to observe the entrance hall in the down floor | alt kattaki antreyi gözlemek için |
under | altında |
under which we sleep /slept | altında uyuduğumuz |
the cosy eiderdown under which we slept | altında uyuduğumuz sıcacık kuştüyü yorgan |
sixty | altmış |
but there was not a soul | ama kimsecikler yoktu |
uncle (paternel) | amca |
As for my uncle and his waiter | amcam ve uşağıysa |
As for my uncle and his servant they would generally be up before sunrise | amcam ve uşağıysa genelde şafaktan önce ayaklanmış olurlardı |
my uncle(a) and aunt's (y) office | amcam ve yengemin çalışma odası |
Out of my uncle (a) and aunt's (y) office came no noises. | Amcam ve yengemin çalışma odasından ses gelmiyordu. |
In order to make sure that my uncle was in the office and not in the living room I leant my ear against the door. | Amcamın oturma odasında değil de çalışma odasında olduğundan emin olmak için kulağımı kapıya yasladım. |
from my uncle's (a) sitting room | amcamın oturma odasından |
my uncle's (a) cough | amcamın öksürüğü |
my uncle's private office | amcamın özel çalışma odası |
but/ however /yet | ancak |
However our governess staying together with them on the top floor could be awake, as for my uncle and his servant they would generally be up before sunrise. | Ancak onlarla birlikte üst katta kalan mürebbiyemiz uyanmış olabilirdi , amcam ve uşağıysa genelde şafaktan önce ayaklanmış olurlardı. |
However our governess staying together with them on the top floor could be awake | Ancak onlarla birlikte üst katta kalan mürebbiyemiz uyanmış olabilirdi . |
suddenly (a) | ansızsın |
Suddenly I heard my uncle's cough. | Ansızsın amcamın öksürüğünü duydum. |
Suddenly (a) I heard my uncle's cough behind me. | Ansızsın arkamda amcamın öksürüğünü duydum. |
entree /hall /entrance /vestibule | antre |
to sweep the entrance hall | antreyi süpürmek |
She began to sweep the entrance hall. | Antreyi süpürmeye başladı. |
to slightly open / to half open /space | aralamak |
from behind me | arkamdan |
coming from behind me | arkamdan gelen |
footsteps coming from behind me | arkamdan gelen ayak sesleri |
The sound of footsteps coming from behind me signaled that the housemaid Callie was approaching. | Arkamdan gelen ayak sesleri hizmetçi Callie'nin yaklaşmakta olduğunu işaret ediyordu. |
coat hanger | askılık |
the mirror next to hanger | askılığın yanındaki ayna |
In the mirror next to the hanger (rack) I could see my own reflection. | Askılığın yanındaki aynada kendi yansımamı görebiliyordum. |
In the mirror next to the hanger (rack) I could see my own reflection and the magic threads woven all over the house. | Askılığın yanındaki aynada kendi yansımamı ve ev boyunca örülmüş büyü dizilerini görebiliyordum. |
never | asla |
fire (controlled) | ateş |
the heat of the fire | ateşin sıcaklığı |
the heat of the fire had disappeared | ateşin sıcaklığı kaybolmuştu |
foot | ayak |
(sound of) footsteps | ayak sesleri |
to be up /to be on one's feet / to rise in rebellion/to be up in arms | ayaklanmak |
they would be up (on their feet) | ayaklanmış olurlardı |
As soon as my feet felt the brutal cold of the wood floor | Ayaklarım tahta zeminin acımasız soğukluğunu hisseder hissetmez |
I was startled as soon as my feet touched the brutal cold of the wood floor | Ayaklarım tahta zeminin acımasız soğukluğunu hisseder hissetmez irkildim. |
mirror /looking glass | ayna |
the same | aynı |
the same bed | aynı yatak |
after sharing the same bed | aynı yatağı paylaştıktan sonra |
clearly | açıkça |
heavy | ağır |
to hurt | ağrımak |
below | aşağı |
cook | aşçı |
The cook must have been lightening the oven. | Aşçı fırını yakıyor olmalıydı |
The cook and aunt (y) Tilly were cracking eggs in the kitchen and expertly wielding their spoons they were beginning to prepare the meals of the day. | Aşçı ve Tilly Yenge mutfakta yumurta kırıyor ve kaşıklarını ustalıkla kullanarak günün yemeklerini hazırlamaya başlıyorlardı. |
The cook and aunt (y) Tilly were cracking eggs in the kitchen and expertly wielding their spoons they were preparing the meals of the day. | Aşçı ve Tilly Yenge mutfakta yumurta kırıyor ve kaşıklarını ustalıkla kullanarak günün yemeklerini hazırlıyorlardı. |
The cook and aunt (y) Tilly were cracking eggs in the kitchen. | Aşçı ve Tilly Yenge mutfakta yumurta kırıyorlardı. |
father | baba |
my father | babam |
my father's diaries | babamın günlükleri |
that we could read my father's diaries and the other books | babamın günlüklerini ve diğer kitapları okuyabileceğimiz |
a written contract stating that we could read my father's diaries and the other books | babamın günlüklerini ve diğer kitapları okuyabileceğimizi belirten yazılı bir sözleşme |
garden | bahçe |
the pump in the garden | bahçedeki pompa |
to me /at me (dative) | bana |
without looking at me | bana bakmadan |
It made me feel like this | bana bunu hissettirdi |
they received some luxury things | bazı lüks şeyler alırlardı |
that I attached | bağladığım |
to tie /attach | bağlamak |
to begin | başlamak |
clumsily /fumblingly | beceriksizce |
I fumblingly put on the two underskirts and my skirt on top | beceriksizce iki jüponu ve üzerine eteğimi giydim |
Bee's sleep | Bee'nin uykusu |
I knew that Bee's sleep was very heavy | Bee'nin uykusunun çok ağır olduğunu biliyordum |
indicative /stating | belirten |
information /knowledge | bilgi |
to buy and sell information | bilgi alıp satmak |
I knew | biliyordum |
I knew it because I had tried this several times before. | Biliyordum çünkü daha önce bunu birkaç defa denemiştim. |
to know | bilmek |
a /one | bir |
sealed by a blacksmith with magic | bir demircinin sihriyle mühürlenmiş |
wool corset that I had tied on a petticoat | bir kombinezonun üzerine bağladığım yün korse |
(for) a while | bir süre |
While I was on one hand blowing on my fingers to warm up I was on the other hand fumblingly putting on the two underskirts and my skirt on top and I also passed on top a narrow cut hip-long jacket fitting last year's fashion. | Bir yandan ısıtmak için parmaklarıma üflerken diğer yandan beceriksizce iki jüponu ve üzerine eteğimi giydim ve üstüne de geçen senenin modasına uygun dar kesimli kalçaya kadar bir ceket geçirdim. |
While I was on one hand blowing on my fingers to warm up I was on the other hand fumblingly putting on two underskirts and my skirt on top. | Bir yandan ısıtmak için parmaklarıma üflerken diğer yandan beceriksizce iki jüponu ve üzerine eteğimi giydim. |
on one hand... on the other hand | bir yandan... diğer yandan |
the previous evening (one evening before) | Bir önceki akşam |
The heat of the fire burning the previous evening had already disappeared. | Bir önceki akşam yanan ateşin sıcaklığı çoktan kaybolmuştu. |
to leave / quit | bırakmak |
the two closed doors situated in the first floor | Birinci katın sahanlığında yer alan iki kapalı kapı |
One of the two closed doors situated in the first floor led to the living room. | Birinci katın sahanlığında yer alan iki kapalı kapıdan biri oturma odasına açılıyordu. |
One of the two closed doors situated in the first floor led to the living room, whereas the other led to my uncle's private office which we girls were never allowed to enter. | Birinci katın sahanlığında yer alan iki kapalı kapıdan biri oturma odasına, diğeryse biz kızların girmesine asla izin verilmeyen, amcamın özel çalışma odasına açılıyordu. |
a few /several | birkaç |
a few times (d) | birkaç defa |
together | birlikte |
the office which we girls were never allowed to enter | biz kızların girmesine asla izin verilen çalışma odası |
us girls being allowed to enter | biz kızların girmesine izin verilmek |
to us | bize |
He made us sign a contract | bize bir sözleşme imzalattırmıştı |
boot | bot |
throughout/along /over | boyunca |
empty | boş |
this | bu |
this (accusative) | bunu |
I had tried this several times | bunu birkaç defa denemiştim |
I had tried this | bunu denemiştim |
my nose | burnum |
It tickled my nose. | Burnumu gıdıkladı. |
nose | burun |
ice | buz |
in ice | buzda |
It will end in ice | buzda sona erecek |
thus (b) / in this manner / that way | böylece |
Thus I left her in bed | Böylece onu yatakta bıraktım |
magic | büyü |
magic threads | büyü dizileri |
I began to listen to the magic threads | büyü dizilerini dinlemeye başladım |
Callie went out without looking at me out of my sight sweeping the direction she had come from. . | Callie bana bakmadan geldiği yönü süpürerek görüş alanımdan çıktı. |
Callie went out without looking at me out of my sight. | Callie bana bakmadan görüş alanımdan çıktı. |
Callie went out without looking at me sweeping out of my sight. | Callie bana bakmadan süpürerek görüş alanımdan çıktı. |
Callie went out without looking at me. | Callie bana bakmadan çıktı. |
Callie went next to the front door and... | Callie ön kapının yanına gidip |
Callie went next to the front door and began to sweep the entrance hall. | Callie ön kapının yanına gidip antreyi süpürmeye başladı. |
that Callie was approaching | Callie'nin yaklaşmakta olduğu |
jacket | ceket |
and /also(following noun, participle...) | da - de |
before /earlier | daha önce |
I had tried this several times before | daha önce bunu birkaç defa denemiştim |
narrow /tight | dar |
slim fit | dar kesim |
slim fit jeans | dar kesim kot |
narrow cut | dar kesimli |
a narrow cut jacket | dar kesimli bir ceket |
a narrow cut hip-long jacket | dar kesimli kalçaya kadar bir ceket |
my uncle said with a hoarse (k) broken (ç) voice | dedi amcam kısılan çatlamış bir sesle |
time(s) (d) | defa |
iron | demir |
blacksmith | demirci |
to try (one time experiment) | denemek |
carefully | dikkatle |
to listen | dinlemek |
I began to listen | dinlemeye başladım |
(by) listening | dinleyerek |
land /realm (d) | diyar |
knee | diz |
until the knee | dize kadar |
series (tv) /sequence /string /chain | dizi |
the other | diğer |
the other books | diğer kitaplar |
whereas the other (door) led to my uncle's private office which we girls were never allowed to enter. | diğeriyse biz kızların girmesine asla izin verilmeyen, amcamın özel çalışma odasına açılıyordu. |
to keep out | dışarıda tutmak |
ninety | doksan |
Drua (characters in the story with magic powers) | Drua |
Drua spells | Drua tılsımları |
smoke | duman |
the smell of smoke | duman kokusu |
The smell of smoke tickled my nose. | Duman kokusu burnumu gıdıkladı. |
to stand /stop | durmak |
wall | duvar |
to hear | duymak |
to turn (d) | dönmek |
world /earth | dünya |
the history of the world | dünyanın tarihi |
The world's history began in ice | Dünyanın tarihi buzda başladı |
The world's history began in ice, it will end in ice. | Dünyanın tarihi buzda başladı, buzda sona erecek. |
to take (in hand) /tackle /handle | ele almak |
I took my boots and my stolen book (in my hand) and slightly opened the door and carefully listening to the surroundings I began to advance on the second floor. | Elime botlarım ve çalıntı kitabımı alıp kapıyı araladım ve etrafı dikkatle dinleyerek ikinci katta ilerlemeye başladım. |
I took my boots in my hand and... | Elime botlarımı alıp |
I took my boots and my stolen book (in my hand) and... | Elime botlarımı ve çalıntı kitabımı alıp... |
my hands had begun to hurt | ellerim ağrımaya başlamıştı |
My hands had begun to hurt from clutching tightly my boots and the book. | Ellerim botlarımı ve kitabı sıkıca kavramaktan ağrımaya başlamıştı |
fifty | elli |
to make sure (check) | emin olmak |
in order to make sure I leant my ear against the door | emin olmak için kulağımı kapıya yasladım |
at least | en azından |
the lightest /the least | en hafif |
early | erken |
skirt | etek |
my skirt | eteğim |
surroundings /environment (e) | etraf |
Carefully listening to the surroundings I began to advance on the second floor. | Etrafı dikkatle dinleyerek ikinci katta ilerlemeye başladım. |
house | ev |
woven all over the house | ev boyunca örülmüş |
I could see the magic threads woven all over the house. | Ev boyunca örülmüş büyü dizilerini görebiliyordum. |
like Drua spells protecting the house | ev koruyan drua tılsımları gibi |
they received some luxuries like Drua spells protecting the house | ev koruyan drua tılsımları gibi bazı lüks şeyler alırlardı |
in order to follow the activity in the house | evdeki hareketliliği takip etmek için |
In order to follow the activity in the house I began to listen to the magic threads. | Evdeki hareketliliği takip etmek için büyü dizilerini dinlemeye başladım. |
They received some luxury things like Drua spells protecting the house or door and window locks sealed by a blacksmith with magic in order to keep out unwanted visitors. | Evi koruyan drua tılsımları gibi bazı lüks şeyler veya istenmeyen ziyaretçileri dışarıda tutmak için bir demircinin sihriyle mühürlenmiş kapı ve pencere kilitleri alırlardı. |
every work of the house | evin her işi |
doing (lit. seeing) every work of the house | evin her işini gören |
to notice | fark etmek |
oven (f) | fırın |
wardrobe | gardırop |
from the wardrobe | gardıroptan |
I chose an outfit suitable for me from the wardrobe | Gardıroptan üzerime uygun bir kıyafet seçtim |
I chose an outfit suitable for me from the wardrobe: a clean slip, double long socks and a woolen corset that I had tied on a kneelong pettycoat. | Gardıroptan üzerime uygun bir kıyafet seçtim: temiz bir külot, iki kat uzun çorap ve dize kadar bir kombinezonun üzerine bağladığım yün korse. |
night | gece |
the direction she had come from | geldiği yön |
(by) sweeping the direction she had come from | geldiği yönü süpürerek |
traditional | geleneksel |
generally | genelde |
to bring | getirmek |
I had brought | getirmiştim |
last | geçen |
Last night (g) | Geçen gece |
Last night (g) I had sneaked a book from my uncle's sitting room and brought it to our bedroom to read it by candle light. | Geçen gece amcamın oturma odasından bir kitap yürütmüş ve mum ışığında okumak için yatak odamıza getirmiştim. |
last year (s) | geçen sene |
last year's fashion | geçen senenin modası |
fitting last year's fashion | geçen senenin modasına uygun |
to pass on | geçirmek |
like | gibi |
gradually /slowly | giderek |
to tickle | gıdıklamak |
to enter | girmek |
to put on | giymek |
to seem /to appear /to look | görünmek |
field of view | görüş alanı |
from my field of view /out of my sight | görüş alanımdan |
eye | göz |
to observe /to spy | gözlemek |
my eyes | gözlerim |
I closed my eyes | gözlerimi kapadım |
I closed my eyes and began to listen to the magic threads in order to follow the activity in the house. | Gözlerimi kapadım ve evdeki hareketliliği takip etmek için büyü dizilerini dinlemeye başladım. |
day | gün |
diary | günlük |
At these early hours of the day | Günün bu erken saatlerinde |
At these early hours of the day the cook must have been lightening the oven in the kitchen two floors beneath. | Günün bu erken saatlerinde, iki kat aşağıdaki mutfakta, aşçı fırını yakıyor olmalıydı. |
due to the early hours of the day | günün erken saatleri olması sebebiyle |
the day's meals | günün yemekleri |
They were preparing the meals of the day. | Günün yemeklerini hazırlıyorlardı. |
light /mild | hafif |
as long as we didn't waste | harcamadığımız sürece |
to waste /spend | harcamak |
to not waste | harcamamak |
movement | hareket |
moving /active /mobile | hareketli |
mobility /hustle/activity /dynamism | hareketlilik |
the Hassi Barahal family | Hassi Barahal ailesi |
the traditional token of the Hassi Barahal family | Hassi Barahal ailesinin geleneksel nişanı |
even (h) | hatta |
even to us | hatta bize |
He made us even sign a written contract stating that we could read my father's diaries and the other books | Hatta bize, babamın günlüklerini ve diğer kitapları okuyabileceğimizi belirten yazılı bir sözleşme imzalattırmıştı. |
He even made us sign a written contract stating that we could read my father's diaries and the other books as long as we were in the living room and did not waste the expensive candles. | Hatta bize, babamın günlüklerini ve diğer kitapları, oturma odasında olduğumuz ve pahalı mumları harcamadığımız sürece okuyabileceğimizi belirten yazılı bir sözleşme imzalattırmıştı. |
to prepare /to get ready | hazırlamak |
all (h) | her |
although (ever how much) | her ne kadar |
Although my uncle had clearly forbidden this clearly to my cousin and me | her ne kadar amcam bunu kuzenim ve bana açıkça yasaklamış olsa da. |
Although my uncle had forbidden | her ne kadar amcam yasaklamış olsa da |
as soon as I/you/he... felt | hisseder hissetmez |
to feel | hissetmek |
to make s.o. feel | hissettirmek |
quickly | hızla |
I quickly turned around, but there was not a soul. | Hızla arkama döndüm, ama kimsecikler yoktu. |
I quickly turned around, but there was not a soul, only the platform and the stairs going to the bedrooms and the attic. | Hızla arkama döndüm, ama kimsecikler yoktu: sadece boş sahanlık ve yatak odalarıyla tavan arasına uzanan merdivenler. |
I quickly turned around. | Hızla arkama döndüm. |
maid / servants / housemaid | hizmetçi |
still /just /yet | hâlâ |
two | iki |
I put on the two underskirts | iki jüponu giydim |
to closed doors | iki kapalı kapı |
one of two closed doors | iki kapalı kapıdan biri |
one of two closed doors..., whereas the other... | iki kapalı kapıdan biri..., diğeryse... |
double /twice | iki kat |
two floors lower | iki kat aşağı |
in the kitchen two floors lower | iki kat aşağıdaki mutfakta |
twice as long socks | iki kat uzun çorap |
second | ikinci |
on the second floor | ikinci katta |
with | ile |
to progress /to advance | ilerlemek |
to sign something | imzalamak |
to make/have someone sign something /ı,a/ to have (someone) sign (something); to get (someone) to sign (something); to have (someone) autograph (something); to have (someone) endorse (a check); to get (someone) to endorse (a check). | imzalatmak |
to have something signed (double causative to increase interest of speech) | imzalattırmak |
man /human /human being /person (pl. people) | insan |
I was startled | irkildim |
to recoil / to be startled | irkilmek |
to warm up | ısıtmak |
while I blew on my fingers to warm up | ısıtmak için parmaklarıma üflerken |
unwanted | istemeyen |
unwanted visitors | istemeyen ziyaretçiler |
in order to keep out unwanted visitors | istemeyen ziyaretçileri dışarıda tutmak için |
to be allowed | izin verilmek |
to allow | izin vermek |
work | iş |
signal | işaret |
to make a sign /beckon /signal | işaret etmek |
to do the job | işi görmek |
light | ışık |
Uncle(a) Jonatan and aunt(y) Tilly | Jonatan Amca ve Tilly Yenge |
Uncle(a) Jonatan and aunt(y) Tilly were important people (i) in their own circle. | Jonatan Amca ve Tilly Yenge kendi çevrelerinde önemli insanlardı. |
Uncle(a) Jonatan and aunt(y) Tilly were important people (i) | Jonatan Amca ve Tilly Yenge önemli insanlardı. |
underskirt /pettycoat | jüpon |
hip | kalça |
until the hip(s) | kalçaya kadar |
to close sthg | kapa(t)mak |
closed | kapalı |
door | kapı |
door lock | kapı kilidi |
door and window locks | kapı ve pencere kilitleri |
I slightly opened the door | kapıyı araladım |
in return | karşılığında |
floor / etage | kat |
to clutch /grip /grasp | kavramak |
to be lost / disappear | kaybolmak |
to avoid | kaçınmak |
what/whom I need to avoid | kaçınmam gereken |
spoon | kaşık |
Expertly wielding their spoons they were preparing the meals of the day. | Kaşıklarını ustalıkla kullanarak günün yemeklerini hazırlıyorlardı. |
they were expertly wielding their spoons | kaşıklarını ustalıkla kullanıyorlardı |
word (k) | kelime |
druid | kelt rahibi |
own | kendi |
my own reflection | kendi yansımam |
I could see my own reflection. | kendi yansımamı görebiliyordum |
in their own circle | kendi çevrelerinde |
lock | kilit |
sword | kılıç |
sword hanger | kılıç askılığı |
not a soul | kimsecikler |
without moving / motionless | kıpırdamadan |
I stood without moving | kıpırdamadan duruyordum |
to move /stirr | kıpırdamak |
forty | kırk |
to break | kırmak |
I should put the book in its place before he noticed | kitabı o fark etmeden önce yerine koymalıydım |
I should put the book in its place before he noticed, or otherwise the cold would be the lightest of my problems. | Kitabı o fark etmeden önce yerine koymalıydım, yoksa soğuk, sorunlarımın en hafif olacaktı. |
clothes / outfit / costume (k) | kıyafet |
girl | kız |
clan | klan |
smell | koku |
pettycoat | kombinezon |
corset /bodice | korse |
to protect | korumak |
protecting | koruyan |
to put | koymak |
ear | kulak |
I lean my ear against the door | kullağımı kapıya yasladım |
cousin | kuzen |
my cousin | kuzenim |
with my cousin Beatrice | kuzenim Beatrice ile |
to my cousine and me | kuzenim ve bana |
together with my cousin | kuzenimle birlikte |
together with my removing my shoulders from the cosy eiderdown under which I slept together with my cousin | kuzenimle birlikte altında uyuduğumuz sıcacık kuştüyü yorgandan omuzlarımı çıkarmamla birlikte |
feather | kuş tüyü |
eiderdown | kuştüyü yorgan |
underpants /knickers /slip | külot |
small /little /young | küçük |
and the little girls | küçük kızlar da |
the little girls seemed to be sleeping | küçük kızlar uykuda gibi görünüyorlardı |
luxury | lüks |
luxury things /luxuries | lüks şeyler |
fashion | moda |
candle | mum |
candle light | mum ışığı |
to read by candle light | mum ışığında okumak için |
kitchen | mutfak |
seal / cachet | mühür |
to seal | mühürlenmek |
governess / nursery governess | mürebbiye |
our governess could be awake | mürebbiyemiz uyanmış olabilirdi |
however much I x | ne kadar x-ersem x-eyim |
however much I jump | ne kadar zıplarsam zıplayayım |
whatever I x (e) | ne x-ersem x-eyim |
decoration /brand /mark /token (betrothal /engagement) | nişan |
before he noticed | o fark etmeden önce |
room | oda |
to read | okumak |
I had brought to our bedroom to read | okumak için yatak odamıza getirmiştim |
that we could read | okuyabileceğimiz |
it would be | olacaktı |
as long as we were | olduğumuz sürece |
I knew that it was... | olduğunu biliyordum |
shoulder | omuz |
my shoulders | omuzlarım |
together with my removing my shoulders | omuzlarımı çıkarmamla birlikte |
ten | on |
ten words | on tane kelime |
they | onlar |
with them | onlarla |
together with them | onlarla birlikte |
our governess staying together with them on the top floor | onlarla birlikte üst katta kalan mürebbiyemiz |
her (akk) | onu |
I left her in bed | onu yatakta bıraktım |
sitting room | oturma odası |
as long as we were in the living room | oturma odasında olduğumuz sürece |
that we could read the books as long as we were in the living room | oturma odasında olduğumuz sürece kitapları okuyabileceğimiz |
as long as we were in the living room and did not waste the expensive candles | oturma odasında olduğumuz ve pahalı mumları harcamadığımız sürece |
thirty | otuz |
expensive | pahalı |
the expensive candles | pahalı mumlar |
as long as we didn't waste the expensive candles | pahalı mumları harcamadığımız sürece |
finger | parmak |
to blow on my fingers | parmaklarıma üflemek |
while I blew on my fingers | parmaklarıma üflerken |
fence /rail/ grid /Geländer | parmaklık |
from above the railing | parmaklıkların üzerinden |
I stopped for a while to carefully observe from over the railing the entrance hall in the down floor. | parmaklıkların üzerinden dikkatle alt kattaki antreyi gözlemek için bir süre durdum |
a piece of the railing | parmaklığın bir parçası |
as if I were apar of the railing | parmaklığın bir parçasıymışım gibi |
I stood without moving as if I was a part of the railing. | Parmaklığın bir parçasıymışım gibi kıpırdamadan duruyordum. |
to share | paylaşmak |
after sharing | paylaştıktan sonra |
window | pencere |
pump | pompa |
Pompey led water flow into the pump in the garden. | Pompey bahçedeki pompanın içine su akıtıyordu |
Pompey about to run the pump in the garden let some water flow into it | Pompey çalıştırmak üzere bahçedeki pompanın içine su akıtıyordu |
hour | saat |
hours | saatler |
only (s) | sadece |
only the empty platform | sadece boş sahanlık |
landing /platform /stairhead | sahanlık |
to sell | satmak |
reason (s) | sebep |
eighty | seksen |
year (s) | sene |
cool(ness) / chill | serinlik |
voice /noise /sound | ses |
silently /quietly | sessizce |
Silently I sneaked into the landing of the first floor | Sessizce birinci katın sahanlığına süzüldüm |
Silently I slipped into the landing of the first floor and stopped for a while to carefully observe from over the railing the entrance hall in the down floor. | Sessizce birinci katın sahanlığına süzüldüm ve parmaklıkların üzerinden dikkatle alt kattaki antreyi gözlemek için bir süre durdum. |
to be happy /to rejoice /to be glad /to be thrilled | sevinmek |
to choose | seçmek |
nice warm / cosy | sıcacık |
hot | sıcak |
the heat | sıcaklık |
magic / sorcery (s) | sihir |
with magic | sihriyle |
sealed with magic | sihriyle mühürlenmiş |
they received door and window locks sealed with magic | sihriyle mühürlenmiş kapı ve pencere kilitleri alırlardı. |
tightly /firmly | sıkıca |
from tightly clutching | sıkıca kavramaktan |
to end / expire | sona ermek |
after | sonra |
problem | sorun |
the lightest (least) of my problems | sorunlarımın en hafif |
cold | soğuk |
the cold | soğuk |
the cold would be my problem | soğuk, sorunum olacaktı |
the cold | soğukluk |
contract | sözleşme |
(by) sweeping | süpürerek |
to sweep | süpürmek |
as long as +-dik participle | sürece |
To seep / filter/ be filtered/ drain / float /to slide in/sneak in | süzülmek |
wood (material) /wooden | tahta |
Wood floor | tahta zemin |
to follow | takip etmek |
piece /grain - used after number word (not obliged) / Stück | tane |
history | tarih |
ceiling/roof | tavan |
attic | tavan arası |
measure /precaution | tedbir |
without neglecting caution /without letting their guards down /discreetly | tedbiri elden bırakmadan |
They discreetly bought and sold information and received in return some luxuries like Drua spells protecting the house or door and window locks sealed by a blacksmith with magic to keep out unwanted visitors. | Tedbiri elden bırakmadan bilgi alıp satar ve karşılığında, evi koruyan drua tılsımları gibi bazı lüks şeyler veya istenmeyen ziyaretçileri dışarıda tutmak için bir demircinin sihriyle mühürlenmiş kapı ve pencere kilitleri alırlardı. |
they discreetly bought and sold information | tedbiri elden bırakmadan bilgi alıp satarlardı |
to let one's guard down | tedbiri elden bırakmak |
to be on the safe side /err on the side of caution | tedbiri elden bırakmamak |
clean | temiz |
a clean slip | temiz bir külot |
a clean slip, double long socks and a woolen corset that I had tied on a kneelong pettycoat | temiz bir külot, iki kat uzun çorap ve dize kadar bir kombinezonun üzerine bağladığım yün korse |
representative | temsilci |
talısman /amulet /charm /spell | tılsım |
master /expert | usta |
mastery /proficiency / craftmanship | ustalık |
expertly /skillfully | ustalıkla |
to skillfully use /wield | ustalıkla kullanmak |
to wake up | uyanmak |
she wouldn't wake up | uyanmayacaktı |
up /awake | uyanmış |
fitting/appropriate /suitable | uygun |
sleep | uyku |
asleep /in sleep | uykuda |
to sleep | uyumak |
far /remote /distant (u) | uzak |
far lands (d) | uzak diyarlar |
spread (up to) distant lands | uzak diyarlara kadar yayılmış |
the Hassi Barahal clan, spread out into distant lands... | Uzak diyarlara kadar yayılmış Hassi Barahal klanı |
the far outspread Hassi Barahal clan's local representatives | Uzak diyarlara kadar yayılmış Hassi Barahal klanının yerel temsilcileri |
Being the far outspread Hassi Barahal clan's local representatives | Uzak diyarlara kadar yayılmış Hassi Barahal klanının yerel temsilcileri olarak |
Being the far outspread Hassi Barahal clan's local representatives, they discreetly bought and sold information... | Uzak diyarlara kadar yayılmış Hassi Barahal klanının yerel temsilcileri olarak, tedbiri elden bırakmadan bilgi alıp satar... |
to extend /go to / stretch | uzanmak |
long | uzun |
servant /valet /footman /waiter | uşak |
... and received in return some luxuries like Drua spells protecting the house or door and window locks sealed by a blacksmith with magic to keep out unwanted visitors. | ve karşılığında, evi koruyan drua tılsımları gibi bazı lüks şeyler veya istenmeyen ziyaretçileri dışarıda tutmak için bir demircinin sihriyle mühürlenmiş kapı ve pencere kilitleri alırlardı. |
and also on top (... st) | ve üstüne de |
and I also passed on top a narrow cut hip-long jacket fitting last year's fashion | ve üstüne de geçen senenin modasına uygun dar kesimli kalçaya kadar bir ceket geçirdim. |
to be about to x | x-mek üzere |
or | ya da |
or at least | ya da en azından |
Or at least the chill of dawn made me feel like this. | Ya da en azından şafağın serinliği bana bunu hissettirdi. |
Or at least the chill of dawn together with my removing my shoulders from the cosy eiderdown under which I slept together with my cousin made me feel like this. | Ya da en azından şafağın serinliği kuzenimle birlikte altında uyuduğumuz sıcacık kuştüyü yorgandan omuzlarımı çıkarmamla birlikte bana bunu hissettirdi. |
he must have been burning. (sthg) | yakıyor olmalıydı |
to approach | yaklaşmak |
to burn sthg | yakmak |
side (y) | yan |
burning | yanan |
the burning fire | yanan ateş |
next to me | yanımda |
on the wall next to me | yanımdaki duvarda |
On the wall next to me hang the sword hanger which was the traditional token of the Hassi Barahal family. | Yanımdaki duvarda Hassi Barahal ailesinin geleneksel nişanı olan kılıç askılığı yer alıyordu. |
reflection | yansıma |
to forbid | yasaklamak |
to lean against + dat. (y) | yaslamak |
bed | yatak |
the stairs going to the bedroom and the attic | yatak odalarıyla tavan arasına uzanan merdivenler |
to our bedroom | yatak odamıza |
bedroom | yatak odası |
however much I jump in the bed | yatakta ne kadar zıplarsam zıplayayım |
However much I jumped in the bed, she wouldn't wake up. | Yatakta ne kadar zıplarsam zıplayayım uyanmayacaktı. |
However much I jumped in the bed, she wouldn't wake up; I knew it because I had tried this several times before. | Yatakta ne kadar zıplarsam zıplayayım uyanmayacaktı; biliyordum çünkü daha önce bunu birkaç defa denemiştim. |
to be spread out) /effused (y) | yayılmak |
to spread (out) /radiate / diffuse | yaymak |
written /in written form | yazılı |
a written contract | yazılı bir sözleşme |
to sign a written contract | yazılı bir sözleşme imzalamak |
food /meal | yemek |
aunt (by marriage) /sister-in-law /girlfriend (of a close friend) | yenge |
to be located in /to be situated in | yer almak |
local / regional | yerel |
the local representative | yerel temsilci |
to put back / to put in its place | yerine koymak |
I should put back | yerine koymalıydım |
seventy | yetmiş |
year | yıl |
for years | yıllarca |
after sharing with my cousin Beatrice the same bed for years | Yıllarca kuzenim Beatrice ile aynı yatağı paylaştıktan sonra |
After sharing with my cousin Beatrice the same bed for years, I knew that Bee's sleep was very heavy. | Yıllarca kuzenim Beatrice ile aynı yatağı paylaştıktan sonra, Bee'nin uykusunun çok ağır olduğunu biliyordum. |
after sharing the same bed for years | yıllarca aynı yatağı paylaştıktan sonra |
twenty | yirmi |
or (otherwise) | yoksa |
or otherwise the cold would be the lightest of my problems | yoksa soğuk, sorunlarımın en hafif olacaktı |
quilt | yorgan |
egg | yumurta |
wool /woolen | yün |
to walk away with / to sneak | Yürütmek |
hundred | yüz |
floor (z) | zemin |
to bounce /jump | zıplamak |
visit | ziyaret |
visitor | ziyaretçi |
stolen | çalıntı |
my stolen book | çalıntı kitabım |
work room / study room /office | çalışma odası |
in order to make sure that it he was in the office I leant my ear against the door | çalışma odasında olduğundan emin olmak için kulağımı kapıya yasladım. |
out of the office came noises | çalışma odasından ses geliyordu |
out of the office came no noises | çalışma odasından ses gelmiyordu |
to work /study /try | çalışmak |
to cause sthg to work /to run /operate /start | çalıştırmak |
to be about to run /start (a machine) | çalıştırmak üzere |
cracked /shaky (voice) / geplatzt /gebrochen (z. B. Stimme) | çatlamış |
environment /surrounding /circle (ç) | çevre |
to remove / extract | çıkarmak |
with my removing | çıkarmamla |
very /much | çok |
very | çok |
I am glad /I am thrilled | çok sevindim |
I'm so glad. You have already learned sixty words. | Çok sevindim. Çoktan altmış tane kelime öğrendin. |
I'm so glad. You have already learned ninety words. | Çok sevindim. Çoktan doksan tane kelime öğrendin. |
I'm so glad. You have already learned fifty words. | Çok sevindim. Çoktan elli tane kelime öğrendin. |
I'm so glad. You have already learned two hundred words. | Çok sevindim. Çoktan iki yüz tane kelime öğrendin. |
I'm so glad. You have already learned two hundred fifty words. | Çok sevindim. Çoktan iki yüz elli tane kelime öğrendin. |
I'm so glad. You have already learned forty words. | Çok sevindim. Çoktan kırk tane kelime öğrendin. |
I'm so glad. You have already learned ten words. | Çok sevindim. Çoktan on tane kelime öğrendin. |
I'm so glad. You have already learned thirty words. | Çok sevindim. Çoktan otuz tane kelime öğrendin. |
I'm so glad. You have already learned eighty words. | Çok sevindim. Çoktan seksen tane kelime öğrendin. |
I'm so glad. You have already learned seventy words. | Çok sevindim. Çoktan yetmiş tane kelime öğrendin. |
I'm so glad. You have already learned twenty words. | Çok sevindim. Çoktan yirmi tane kelime öğrendin. |
I'm so glad. You have already learned one hundred and fifty words. | Çok sevindim. Çoktan yüz elli tane kelime öğrendin. |
I'm so glad. You have already learned one hundred and forty words. | Çok sevindim. Çoktan yüz kırk tane kelime öğrendin. |
I'm so glad. You have already learned one hundred and ten words. | Çok sevindim. Çoktan yüz on tane kelime öğrendin. |
I'm so glad. You have already learned one hundred and thirty words. | Çok sevindim. Çoktan yüz otuz tane kelime öğrendin. |
I'm so glad. You have already learned one hundred words. | Çok sevindim. Çoktan yüz tane kelime öğrendin. |
I'm so glad. You have already learned one hundred and twenty words. | Çok sevindim. Çoktan yüz yirmi tane kelime öğrendin. |
I'm so glad. You have already learned three hundred words. | Çok sevindim. Çoktan üç yüz tane kelime öğrendin. |
already | çoktan |
socks /stockings | çorap |
because | çünkü |
to cough | öksürmek |
cough (noun) | öksürük |
front door | ön kapı |
next to the front door (direction >dative) | ön kapının yanına |
before /earlier | önce |
previous | önceki |
firstly | öncelikle |
Firstly, it was (also) them that I had to avoid. | Öncelikle kaçınmam gereken de onlardı. |
important | önemli |
to knit /weave /braid | örmek |
to be knitted /woven /braided | örülmek |
special /private | özel |
to learn | öğrenmek |
to blow | üflemek |
on the top floor | üst katta |
suitable for me | üzerime uygun |
an outfit suitable for me | üzerime uygun bir kıyafet |
third | üçüncü |
in the rooms on the third floor | Üçüncü kattaki odalarında |
In the rooms on the third floor the little girls too seemed to still be sleeping. | Üçüncü kattaki odalarında, küçük kızlar da hâlâ uykuda gibi görünüyorlardı. |
One of the two doors led (opened) two the living room, whereas the other led to my uncle's private office. | İki kapalı kapıdan biri oturma odasına, diğeryse amcamın özel çalışma odasına açılıyordu. |
I began to advance on the second floor. | İkinci katta ilerlemeye başladım. |
They received door and window locks sealed by a blacksmith with magic in order to keep out unwanted visitors. | İstemeyen ziyaretçileri dışarıda tutmak için bir demircinin sihriyle mühürlenmiş kapı ve pencere kilitleri alırlardı. |
dawn / daybreak | şafak |
before sunrise | şafaktan önce |
the coolness of dawn | Şafağın serinliği |
The coolness of the dawn made me feel like this. | Şafağın serinliği bana bunu hissettirdi. |