so /such | öyle |
much | çok |
so much | öyle çok |
it was talked about | üzerinde konuşulmuştu |
story (h) | hikâye |
about the story | hikâyenin üzerinde |
it was so much talked about the story | hikâyenin üzerinde öyle çok konuşulmuştu |
that much | o kadar çok |
to overdress / to deck up /primp/ gussy oneself up/fancy up /to embellish | süslenip püslenmek |
place | yer |
so many parts of it /so many of its places | o kadar çok yeri |
so many parts (places) of it had been embellished | o kadar çok yeri süslenip püslenmişti |
The story had been so much talked about and so many parts (places) of it had been embellished | Hikâyenin üzerinde öyle çok konuşulmuş ve o kadar çok yeri süslenip püslenmişti |
that (conj.) | ki |
The story had been so much talked about and so many parts (places) of it had been embellished, that... | Hikâyenin üzerinde öyle çok konuşulmuş ve o kadar çok yeri süslenip püslenmişti ki,... |
truth | gerçek |
what | ne |
what the truth was | gerçeğin ne olduğunu |
So far you have learned hundred and twenty words words. | Buraya kadar yüz yirmi tane kelime öğrendin. |
very /much (p) | pek |
to perceive /conjecture /estimate | kestirmek |
nobody could conject | kimse kestiremiyordu |
nobody could conject (tell) what was the truth | kimse gerçeğin ne olduğunu kestiremiyordu |
nobody really knew (could estimate) what the truth was | kimse gerçeğin ne olduğunu pek kestiremiyordu |
The story had been so much talked about and so many parts (places) of it had been embellished, that nobody really knew (could estimate) anymore what the truth was. | Hikâyenin üzerinde öyle çok konuşulmuş ve o kadar çok yeri süslenip püslenmişti ki, artık kimse gerçeğin ne olduğunu pek kestiremiyordu. |