expensive | pahalı |
to blow out / to errupt / to spout (p) - (either air or a force behind the movement /movement has a concrete target) intransitive | püskürmek |
a fire-eater (a man erupting with fire) / Feuerspucker (p) | ateş püsküren bir adam |
fair / kermes | panayır |
on markets on fairs | pazarlarda, panayırlarda |
piece | parça |
Brilliant / bright / shiny / polished / sparkling | parlak |
party | parti |
cake / Torte | pasta |
too much (p) | Pek fazla |
very little / few (p) | pek az |
Very /quite/ much (p) | Pek |
Thursday | Perşembe |
cheese | peynir |
filth/ dirt | pislik |
orange | portakal |
fogg / mist | pus |
foggy / misty | puslu |
The Misty Mountains | Puslu Dağlar |
pink | pembe |
parrot | papağan |
penguin | penguen |
orange juice | portakal suyu |
rice | pirinç |
brass /Messing | pirinç |
potato | patates |
eggplant | patlıcan |
cloak | pelerin |
dirty (p) | pis |
old and dirty boots | eski ve pis çizmeler |
to stink (p) | pis kokmak |
a bad smell | pis bir koku |
it left a nasty / foul smell | pis bir koku bıraktı |
after (behind) a genitive (p) | peşinden |
to go after these things | bu şeylerin peşinden gitmek |
badger / Dachs | porsuk |
pinkish (s) | pembemsi |
pinkish (t) | pembemtrak |
daisy / marguerite / camomile | papatya |
camomile tea | papatya çayı |
explosion / detonation | patlama |
bomb explosion | bomba patlaması |
share /part / portion | pay |
to get one's share | payını almak |
There were few (p) people not getting their share | payını almayan pek az kişi vardı |
a share of the silly pranks (Eseleien) | eşek şakalarından payı |
to share /partake | paylaşmak |
after sharing for years | yıllarca paylaştıktan sonra |
black cloaked | siyah pelerinli |
the black cloaked rider | siyah pelerinli binici |
market | pazar |
Sunday | pazar |
on sunday | pazar günü |
monday | pazartesi |
to tear into pieces (p) | parçalamak |
path / footpath / trail / track | patika |
He was watching the path. | patikayı gözlüyordu |
to shine | parlamak |
His eyes were shining. | Gözleri parladı. |
forelock / lock hanging over the fronthead | perçem |
with long black forelocks | uzun siyah perçemlerle |
after them (p) | peşlerinden |
'Go after the woman!' | 'Kadının peşinden gidin!' |
piece by piece | parça parça |
He burned the forest piece by piece | Ormanı parça parça yaktı. |
point | puan |
to win points | puanlar kazanmak |
Share ! (also information/ experiences) | Paylaş ! |
to purchase / chase / go after (p.o.) | peşinde olmak |
to purchase / chase / go after (p g) | peşinden gitmek |
The deer that he pursued was still with the herd. | Peşinde olduğu geyik hâlâ sürüdeydi. |
(Winter) Coat (p) | palto |
curtain (also in theatre) | Perde |
cigar / cuban cigar | puro |
to polish / shine / brighten / make glitter | parlatmak |
sunlight made the dust particles hanging in the air glitter | güneş ışığı havada asılı toz zerrelerini parlatıyordu |
pollen | polen |
air filter (car) (p) | polen filtresi |
primates | primatlar |
Solanaceae, or nightshades /Nachtschattengewächse (potatoes / eggplants/ chili /tomato / tobacco/petunia) | patlıcangiller |
a plant of the nightshades (Nachtschattengewächse) | patlıcangillerden bir bitki |
professional | profesyonel |
pragmatists | pragmatistler |
For pragmatists like Arthcamu | Arthcamu gibi pragmatistler için |
Poste code | Posta Kodu |
to blow up / explode | patlamak |
No, it won't blow up in your face. | Hayır, yüzüne patlamayacak. |
money | para |
He gambles to earn money. | Para kazanmak için kumar oynuyor |
window shutters | panjurlar |
Maybe the green window shutters were closed. | Belki de yeşil panjurlar kapalıydı. |
Maybe the green window shutters were only closed because the night was now 'falling' behind the mountains.. | Belki de yeşil panjurlar, gece artık dağların arkasına çöktüğü için kapalıydı. |
barred / vergittered | parmaklıklı |
a barred window / ein vergittertes Fenster | parmaklıklı bir pencere |
Next to the door there was a small barred window. / Neben der Tür war ein kleines vergittertes Fenster | Kapının yanında parmaklıklı küçük bir pencere vardı, |
And it was the only window not hidden behind green shutters. | yeşil panjurların arkasında saklanmayan tek pencere de oydu. |
a picnic she had gone to on a long (already) forgotten day | artık çoktan unuttuğu bir gün gittiği bir piknik |
Meggie threw bread crumps to them that had remained in her pocket from a picnic she had gone on a long (already) forgotten day | Meggie onlara montunun cebindeki, artık çoktan unuttuğu bir gün gittiği bir piknikten kalan ekmek kırıntılarını atmıştı |
Meggie threw bread crumps to them that had remained in her pocket from a picnic she had gone on a long (already) forgotten day,when suddenly the door opened. | Meggie onlara montunun cebindeki, artık çoktan unuttuğu bir gün gittiği bir piknikten kalan ekmek kırıntılarını atmıştı ki kapı bir anda ardına kadar açıldı. |
reckless / careless / fearless / unrestrained (p) | pervasız |
Mangold | Pazı |
well / ok / good /alright - interjection / 'denn (so)' in Fragesatz | peki |
Well, how many books do you have? / Wieviele Bücher haben Sie denn? | Peki kaç kitabınız var? |
Can I visit your grandmother on Thursday ? | Perşembe anneanneni ziyaret edebilir miyim? |
I can come at ten o"clock on Sunday. | Pazargünü saat onda gelebilirim. |
to glitter / sparkle / twinkle/ scintillate | parıldamak |
It kept sparkling like a firefly | bir ateşböceği gibi parıldayıp duruyordu. |
pastry filled with cheese or meat / palm sized buns with or without filling | poğaça |
Cheese buns | peynirli poğaça |
tip / trick | püf noktası |
the keypoint / the delicate point of a matter | işin püf noktası |
the key to this (spoken) | bunun püf noktası |
tips (how) to make salty patries (h) | Tuzlu hamur işi yapmanın püf noktaları |
Good and how about you ? | peki ya sen |
take away | paket-servis |
trousers | pantolon |
park | park |
It is really expensive. | gerçekten pahalı |
psychologist | psikolog |
professor | profesör |
police officer | polis memuru |
finger | parmak |
police | polis |
passport | pasaport |
pound | pound |
window | pencere |
plan | plan |
popcorn | patlamış mısır |
My mother and I are going to watch my favoured TV show. | annem ve ben en sevdiğim TV programını izleyeceğiz |
parcel / package | paket |
What's the plan ? | plan ne? |
on Mondays | Pazartesileri |
hostel / guest house / boarding/ bed and breakfast | pansiyon |
parachuting | paraşütle atlama |
Eibe / yew tree | porsuk ağacı |
the from Eibe / yew tree made bow | porsuk ağacından yapılma yayı |
to shatter/ to tear to pieces / to tear apart /to make mincemeat of | paramparça etmek |
an explosion tore the night apart. | bir patlama geceyi paramparça etti. |
porcelain (p) | porselen |
piano | piyano |
to cook / bake | pişirmek |
he is good at piano playing | piyano çalmada iyi |
tassel / Quaste | püskül |
Having tassel (that is) hanging at/from its end | ucundan bir püskülün sallandığı |
He had a conical red hat with a long golden tassel at its end on his head | Başında, ucundan uzun, altın bir püskülün sallandığı kırmızı bir külahı vardı |
powdered sugar | pudra şekeri |
She was not just pale, she was snowwhite as powdered sugar | sadece soluk renkli değil, pudra şekeri gibi bembeyazdı |
staff / personnel | personel |
antidote | panzehir |
popstar | pop yıldızı |
my daughter wants to be a popstar | kızım bir pop yıldızı olmak istiyor |
program | program |
computer program | bilgisayar programı |
they have developed a new computer program | yeni bir bilgisayar programı geliştirdiler |
well /jolly well / well enough | pekâla |
You tore my nerves to pieces / you shattered my nerves | paramparça ettin sinirlerimi |
Food that is not cooked properly is not/will not be nice. | Doğru pişirilmeyen yemek güzel olmaz. |
Food that has not been cooked properly / Uncooked food is not nice. | Doğru pişirilmemiş yemek güzel olmaz. |
A bitter eggplant is immune to frost." "Frost cannot harm a bitter eggplant." meaning: (usually by way of a wry sort of self-boasting and self-boosting) the person in question is tough and hardened by experience; he is not/cannot be easily harmed; he can | Acı patlıcana kırağı çalmaz. |
Papaya | Papaya |
Pecannuss | Pekan cevizi |
easy to cook / leicht zu kochen | pişirilmesi kolay |
palmtree /Palme | palmiye |
Clipboard /panel / board | pano |
rubberband /elastic / Schießgummi | paket lastiği |
biceps | pazı |
tea bag | çay poşeti |
lever pate | ciğer pate - ciğer ezmesi |
pate de foie gras | kaz ciğeri ezmesi |
to park | park etmek |
Can I park here ? | Buraya park edebilir miyim ? |
I have a flat tyre. | Patlak lastiğim var. |
No parking | Park edilmez |
push play ! | playe bas ! |
picnic | piknik |
napkin | peçete |
I need a napkin . | Peçeteye ihtiyacım var. |
Call the police ! | Polis çağırın! |
plateau (geographical term) | plato |
Opal (p) | panzehir taşı |
Pumice/ Bimsstein (poröses glasiges Vulkangestein) | ponza |
Platin | platin |
Metallic and silver mixed with bright, light gold color | Parlak, hafif altın rengi ile karışık metalik ve gümüş |
periodic table / Periodensystem | Periyodik tablo |
Potassium / Kalium - K 19 (Gümüşümsü beyaz / alkali metaller) | potasyum |
claw /Kralle (i.e. parrot/ lion) | pençe |
shoe (p) | pabuç |
shoebill / Schuhschnabel | pabuç gagalı |
pelican | pelikan |
king (cards) | papaz |
soldier /pawn/ Bauer(chess) | piyon |
staff (music) Notenlinien | porte sistemi |
piccolo flute | pikolo flüt |
particle | parçacık |
proton | proton |
There are particles inside the atom that we call proton. | Atomun içinde proton dediğimiz parçacıklar var. |
The protons are in the nucleus, the electrons in the orbit. | Protonlar çekirdekte; elektronlar yörüngededir. |
the number of protons | proton sayısı |
to break out / explode /erupt | patlak vermek |
a disput exploded during breakfast | kahvaltı sırasında bir tartışma patlak vermişti |
bacon | pastırma |
butt / Hintern | popo |
Dudley who had a butt so huge that it overflowed from both sides of the kitchen chair (i) | Poposu mutfak iskemlesinin iki yanından taşacak kadar iri olan Dudley |
pliers /Zange | pense |
pipette (p) | pipet |
parallel / Paralele | paralel |
like a bomb that might explode any moment | her an patlayacak bir bombaymış gibi |
He treated him like a bomb that might explode any moment. | O ona her an patlayacak bir bombaymış gibi davranıyordu. |
Glubschaugen /goggle eyes | patlak gözler |
I believe you have a problem | Bir problemin var galiba - sanırım |
sill /(Fenster)Rahmen | pervaz |
empty talk /clap trap / cod swallow | palavra |
Load of codswallop /empty talk/a load of shit | palavranın daniskası |
Can you open the window ? (Simply spoken) | pencereyi açar mısın |
flounder / Flunder (Plattfisch, eyes on the right side., 20 -25 cm, Atlantik., Mediterr, Southsea, Baltik, Karadeniz, Marmara | pisi balığı |
mail box | posta kutusu |
to throw into the mailbox | posta kutusuna atmak |
to throw into the mailboxtes | posta kutularına atmak |
His men throw fear into the mailboxes | Adamları korkuyu posta kutularına atar. |
shingel /Schindel (wooden plates used for roofing) | padavra |
bargain /deal | pazarlık |
all the time/to keep doing sthg (slang) | paso |
'No, dude (l), no dude, I have no money' he said, kept everyone saying. | Yok la yok la yok dedi param dedi herkes paso |
my mother's cooking / the meals my mother cooks | annemin pişirdikleri |
I like my mother's cooking / the meals my mother cooks best | En fazla annemin pişirdiklerini severim. |
not quite / not much | pek değil |
I don't share my food with anyone. | Yemeğimi kimseyle paylaşmam. |
We'll make big money | Büyük para kazanacağız |
parking permit | park müsaadesi |
parking permit | park müsaadesi |
to apply for a park permit | park müsaadesi için başvurmak |
race track / route / parcours | parkur |
to find hiking trails | yürüyüş parkurlarını bulmak |
If you want, you can explore mountain roads with your car and find hiking trails and start to embrace nature. | İsterseniz arabanızla dağ yollarını keşfedip, yürüyüş parkurlarını bularak, doğayla kucaklaşmaya başlayabilirsiniz. |
Be organized | Planlı olun. |
We don't negotiate | Pazarlık yapmıyoruz. |
I want to eat French fries. | Patates kızartması yemek istiyorum |
I take (buy) French fries and eat. | Patates kızartmasını alır ve yerim. |
marketing | pazarlama |
a marketing campaign | pazarlama kampanyası |
marketing presentation | pazarlama sunumu |
sales representative | pazarlama mümessili |
marketing opportunity | pazarlama olanağı |
marketing tactic | pazarlama taktiği |
marketing ressearch | pazarlama araştırması |
marketing strategy | pazarlama stratejisi |
marketing expert | pazarlama uzmanı |
an important marketing presentation that he needs to give | vermesi gereken önemli bir pazarlama sunumu |
His boss told him that it was very important to do a good job. | Patronu ona, iyi bir iş çıkarmasının çok önemli olduğunu söyledi. |
He's having some problems with his boss. | Patronuyla bazı sorunlar yaşıyor. |
they realized they couldn't afford it | paralarının yetmeyeceğini anladılar |
foreign markets | yabancı pazarlar |
the demand for the products of the company in foreign markets is increasing. | yabancı pazarlarda şirketinin ürünlerine olan talep artmakta |
planning | planlama |
Atlantic Bonito (a large mackerel-like fish common in shallow waters of the Atlantic Ocean, the Mediterranean Sea, and the Black Sea, where it is an important commercial and game fish.) | palamut |
How funny.The zebra is like a donkey in pyjamas. | Ne komik. Zebra pijamalı eşek gibi. |
principle | prensip |
this is my principle | bu benim prensibim |
to give up / to surrender | pes etmek |
outlit | priz |
the outlet is broken | priz bozuldu |
lottery | piyango |
to win the lottery (ç) | piyango çıkmak |
to win the lottery (k) | piyango kazanmak |
national lottery | milli piyango |
national lottery ticket | milli piyango bileti |
national lottery ticket | milli piyango bileti |
fairy / nymph / pixie | peri |
epilepsy | peri hastalığı |
fairy dust / pixie dust | peri tozu |
fairy dust / pixie dust | peri tozu |
elvish | peri benzeri |
door mat | paspas |
rusty | paslı |
a rusty tool | paslı alet |
a rusty nail | paslı çivi |
a rusty iron bedframe | paslı bir demir somya |
to blow out / to errupt / to spout (p) - (either air or a force behind the movement /movement has a concrete target) transitive | püskürtmek |
profile | profil |
Visit my Facebook profile. | Facebook profilimi ziyaret et. |
clown | palyaço |
Nothing is sadder than the tears of a clown. | Hiçbir şey bir palyaçonun gözyaşlarından daha hüzünlü değildir. |
parachute /Fallschirm | paraşüt |
What would happen if the parachute doesn't open? | Eğer paraşüt açılmazsa ne olur |
I don't want to tell much. / Ich will nicht viel erzählen | Pek bir şey anlatmak istemiyorum. |
shabby / common | pespaye |
the veranda had a shabby and unused look | Verandanın pespaye ve kullanılmayan bir hali vardı |
right away /without thinking much | pat diye |
to ice skate | paten kaymak |
The children skate on the pond once it is frozen solid. | Çocuklar gölet tamamen donunca paten kayıyor. |
Nobody seems to have enough money. | Kimsede yeterince para yok gibi. |
rotor /propeller | pervane |
dual helice / having two propellers | çift pervaneli |
a dual helice transport (freight) helicopter | çift pervaneli nakliye helikopteri |
pleated /folded /Falten- | pilili |
clean /pure /unstained (p) | pak |
the fear of the Lord is pure(p) | RAB korkusu paktır |
clownfish | palyaço balığı |
I am a clownfish. | palyaço balığıyım |
This clown is not funny at all. | Bu palyaço hiçte komik değil |
flea | pire |
The package I waited for came yesterday. | Beklediğim paket dün geldi. |
You can play until lunch is cooked. | Yemek pişirilene kadar, oynayabilirsin. |
The stuffed animal's head had been torn off, and cotton spilled from the ( hole in the) neck. | Pelüş oyuncağın başı kopmuştu ve pamukları boynundan dışarı saçılmıştı |
smooth (p) | pürüzsüz |
the walls were made out of smooth turkish pine | duvarlar pürüzsüz kızılçamdan yapılmıştı |
acorn | meşe palamudu |
He gave each a plate with a huge slice of the wood redberry, half an acorn and steamed white maggots inside. | Her birimize içinde kırmızı orman meyvesinden kocaman bir dden kocaman bir dilim, ysrım meşe palamudu ve buharda pişirilmiş beyaz kurtçukların olduğu birer tabak verdi. |
skin /hide /fur (p) | post |
(made) from squirrel fur (p) | sincap postlarından |
He made me a bed from squirrel furs (p) | Bana sincap postlarından bir yatak yaptı. |
When she pushed the doors open hot and smoky air blasted out. | Kapıları iterek açınca sıcak ve dumanlı hava dışarı püskürdü. |
They are following us. /We are being followed /Sie sind hinter uns her. | peşimizdeler |
plump /tactless /blunt | patavatsız |
I am tactless | patavatsızım |
Open the window that we get a little air. (lit. open the window and let it blow) | Pencereyi aç da essin. |
Don't damage (h. v) the package. | Pakete hasar verme! |
number plate (car) | plaka |