furious / enraged / adj | öfkeli |
For the rest of your life | ömrünün geri kalan kısmı |
Will you not be sad that you'll have to pass the rest of your life as a mouse ? | ömrünün geri kalan kısmını bir fare olarak geçirmek zorunda kalacağına üzülmeyecek misin ? |
If we have somebody who loves us, it is not important who we are or how we look. | Bizi seven biri varsa, kim olduğumuzun ya da nasıl göründüğümüzün hiç önemi yok. |
the book he borrowed | ödünç aldığı kitap |
if he doesn't return the book he borrowed | ödünç aldığı kitabı geri vermezse |
Each one who steals a book or doesn't return a book he borrowed | Her kim kitap çalar ya da ödünç aldığı kitabı geri vermezse |
If anyone steals a book or does not return a book he borrowed, may the book that is in his hand turn into a poisonous snake. | Her kim kitap çalar ya da ödünç aldığı kitabı geri vermezse, elindeki o kitap zehirli bir yılana dönüşsün |
angrily furiously / adv | öfkeyle |
to die | ölmek |
to kill | öldürmek |
before / ago (ö) | önce |
previous / before | önceki |
to be suggested / proposed / recommended | önerilmek |
to suggest / propose / recommend | önermek |
duck | ördek |
spider | örümcek |
To sing / crow / caw/ hoop /warble / whistle | ötmek |
so | Öyle |
lunch | öğle yemeği |
education / instruction | öğrenim |
I am so /such | öyleyim |
to award / reward / recompense | ödüllendirmek |
essence / extract / soul / marrow | öz |
from anger / rage | öfkeden |
anger / rage | öfke |
from my anger | öfkemden |
to apologize | özür dilemek |
like me apologizing | özür dilediğimi falan |
he is obliged to be such | öyle olmaya zorunludur |
a lifetime | bir ömür |
Especially / particularly | özellikle |
an especially beautiful cloak | özellikle güzel bir pelerin |
an especially icy cold | özellikle buz gibi bir soğuk |
a particularly strong breeze | özellikle güçlü bir esinti |
a particularly cold winter | özellikle soğuk bir kış |
a particularly entangled wood | özellikle dolaşık bir orman |
an especially strong man | özellikle güçlü bir adam |
cobweb / spidernet | örümcek ağı |
cobwebs / spidernets | örümcek ağları |
to weave / braid | örmek |
The spider is weaving a net. | Örümcek ağ örüyor. |
the other / the far | öbür |
the other end / the far end | öbür uç |
life (ö) | ömür |
his life (ö) | ömrü |
if so / then / in that case | öyleyse |
firstly / primarily | öncelikle |
my teaching /lit. the way I teach | öğretişim |
to praise | övmek |
Praise ! | Övün! |
free / at liberty (ö) | özgür |
on the other side of / on the far end of / beyond | ötesinde |
just like this | öylesine |
front door | ön kapı |
He beat the frontdoor with his fists. | ön kapıyı yumrukladı |
example | örnek |
for example /e.g. / z.B. | örneğin |
for example /e.g. / z.B. | örneğin |
the importance | önem |
to consider sth/sb important (ö) | önemsemek |
to internalize | özümsemek |
the summary | özet |
I need to read the book and write its summary. | Kitabı okuyup özetini yazmam gerek. |
story (ö) | öykü |
I will kill you | Seni öldüreceğim. |
I will have you killed. I make sb kill you / I order sb to... | Seni öldürteceğim. |
covers / capes | örtüler |
advice /counsel | öğüt |
counselor / adviser | öğütçü |
to go/get ahead/to pass to the front | öne geçmek |
fatal / deadly / mortal | ölümcül |
the Urgals' deadly arrows | Urgalların ölümcül okları |
dead | ölü |
When the Urgals ran towards the dead Elves | Urgallar ölü Elflere doğru koşarken |
The Elf seeing her dead friends | Ölü arkadaşlarını gören Elf |
He landed in front of the Elf. | Elfin önüne indi. |
another world / a far away world | öbür dünya |
mortal | ölümlü |
Any mortal man | Herhangi ölümlü erkek |
to cover | örtmek |
to almost cover his feet | neredeyse ayaklarını örtmek |
prologue | Öndeyiş |
to be covered by an instrumental case (ile/la) | örtülmek |
he was covered (Pqpf) with soot | kurumla örtülmüştü |
to pay | ödemek |
to pay sth off/ to pay and get rid of debt | ödeyip kurtulmak |
special to / peculiar to / particular (+ dat) | özgü |
to teach | öğretmek |
As Tam had taught him | Tam'ın ona öğretmiş olduğu gibi |
on the other side of Bela | Bela'nın öbür yanında |
before /in the beginning /at first / vormals / at many times (in the past) | önceleri |
payment status | Ödeme Statüsü |
Payment method | Ödeme Şekli |
ever before | daha önce |
I read in order to learn | Öğrenmek için okuyorum. |
according to the story the book would tell | kitabın anlatacağı öyküye göre |
Meggie used to think that this first sound that came out of every book was different according to the story the book would tell. | Meggie her kitabın çıkardığı bu ilk sesin, kitabın anlatacağı öyküye göre değiştiğini düşünürdü. |
just like this / motionless | öylece |
more than x / above x / beyond x | X-den öte |
(He is ) more than a carpenter | marangozdan da öte |
due to/ on the strength of / for the sake of an ablative | ötürü |
for my sake | benden ötürü |
another / the other / far / farther | öteki |
to another / to the other / to the far(ther) | ötekine |
The dead are raised | ölüler diriliyor |
his mother who died | ölmüş olan annesi |
his mother who is dying | ölmekte olan annesi |
his mother who will die | ölecek olan annesi |
his mother who dies / died (if context is clear) | ölen annesi |
so that /such that / in fact | öyle ki |
it seems to me / I have a feeling that / I am under the impression that | bana öyle geliyor ki |
I was under the impression that | bana öyle geliyordu ki |
it would appear that / likely enough | öyle görünüyor ki |
You make it sound like | öyle bir konuşuyorsun ki |
such a one that | öyle biri ki |
that's right / exactly / precisely | aynen öyle |
I can't kill it. ( I could never manage to do it even if I tried to) | Onu öldüremem. |
I can't kill it (I'm trying and trying, but it's not working) | Onu öldüremiyorum. |
Can you give me an example? | Bana bir örnek verir - verebilir misin ? |
Conciseness / essence / Prägnanz / treffende Art und Weise etwas zu formulieren | Özlülük |
for the sake of/ due to the Word of God | Tanrı sözünden ötürü |
free as a bird | bir kuş kadar özgür |
teacher | öğretmen |
student | öğrenci |
kiss | öpücük |
(this) afternoon | öğleden sonra |
to go out for lunch | öğle yemeğine çıkmak |
to lend / loan | ödünç vermek |
to borrow | ödünç almak |
in front of / before | önünde |
death | ölüm |
I hope so | öyle umuyorum |
three weeks ago | üç hafta önce |
important / chief /key /major | önemli |
Tell her that (correct) / (Ankara dialect) | Öyle söyle - öyle de |
then take off your coat | öyleyse paltonu çıkar |
you aren't going to die | ölmeyeceksiniz |
I suggest that it /they should be x-ed... | X- ilmesini öneriyorum |
I suggest that taxes should be lowered(d) | vergilerin düşürülmesini öneriyorum |
ahead (ö) | önde |
they're six points ahead now | şimdi altı sayı öndeler |
yes, I did (do that) | evet, öyle |
no, I didn’t (do that) | hayır, öyle değil |
less is more | az ama öz |
fair enough / so be it / amen | öyle olsun |
that's true but ... | öyle, ama ... |
to miss (to feel sad) | özlemek |
apology | özür |
lifelong sentence | ömür boyu hapis cezası |
at noon | öğlen |
he mentionned that the store was closed at noon | mağazanın öğlen kapandığını belirtti |
private / special | özel |
fund | ödenek |
original | özgün |
… right? ; … is it? | - öyle değil mi? |
he isn't very clever, is he? | o çok zeki değil, öyle değil mi? |
he's always in the way, isn't he? | o her zaman ayak altında, öyle değil mi? |
the treatment doesn't seem to have an effect, does it? | tedavinin etkisi yok gibi görünüyor, öyle değil mi? |
he seems to be a clever politician, doesn't he? | zeki bir politikacı gibi görünüyor, öyle değil mi? |
You're setting a bad example | Kötü örnek oluyorsunuz |
to boast / pride on / sing one's own praises | övünmek |
praise | övgü |
to offer praises | övgüler sunmak |
I will all the time offer praises to the Lord | Her zaman RaBb'e övgüler sunacağım |
I boast in the Lord | RaB'le övünürüm |
to veil oneself / to cover oneself | örtünmek |
subject (gram) | özne |
previously unknown | önceleri bilinmeyen |
of old | çok önceleri |
I didn't want to believe it at first | önceleri inanmak istemedim |
to prevent /avoid | önlemek |
to be prevented | önlenmek |
It was neither noticed nor prevented in this school. | Bu okulda ne fark ediliyor ne de önleniyordu. |
Unterarm /forearm | ön kol |
to mesure | ölçmek |
But if you measure the weight of the nucleus you will see that it is more than the number of protons. | Ama eğer çekirdeğin ağırlığını ölçersen, proton sayısından fazla olduğunu görürsün. |
eg. | örn. |
measuring beaker / Messbecher | ölçme beher |
useless stuff / anything and everything /a bit of this and that | öteberi |
to keep secret / to cover up / verheimlichen / vertuscheln | örtbas etmek |
Don't worry,it doesn't matter ! | merak etme, önemli değil |
alors /ainsi | Öylese |
Alors qu'est-ce que cela peut te faire? / En quoi cela te regarde-t-il? / How then would this concern you?/ What's your business with it then? | Öylese sana ne ? |
to care / to attach importance to / emphasize/ to pay attention to | önem vermek |
He also never understood that peopledid bad things for money, because he didn't care for money. (didn't give importance too) | O da insanların para için kötü şeyler yapmasını hiç anlamıyordu çünkü kendisi paraya hiç önem vermez. |
You need to find something to kill the time. | Zaman öldürecek bir şey bulman gerek. |
And you need to find something to kill the time until he comes. | O gelene kadar da zamanı öldürecek bir şey bulman gerek. |
But if I don't learn I simply can't be (what should I do) | Ama ben öğrenmezsem, hiç olamam ki |
apron | önlük |
a bloodstained apron | kan lekeli bir önlük |
as long as you don't pay | ödemedikçe |
the day before yesterday/ vorgestern | önceki gün |
to revenge /avenge | öcünü almak |
revenge | öç |
I will revenge (a gen from an abl.) | öcünü alacağım |
reward / prize | ödül |
to give prizes | ödül vermek |
Why is this important to you? Why does this matter to you? | Bu sizin için neden önemli? |
teaching (profession) Lehramt enseignement | öğretmenlik |
to teach / ein Lehramt ausüben / être dans l'enseignement | öğretmenlik yapmak |
in the school where I teach | öğretmenlik yaptığım okulda |
on the other hand | öte yandan |
lunch break | öğle yemeği arası |
long lunch breaks | uzun öğle yemeği araları |
Oh really ? | (Ya) öyle mi? |
meal (ö) | öğün |
main meal (ö) | ana öğün |
organization | örgüt |
criminal organization | suç örgütü |
to establish a criminal organization | suç örgütü kurmak |
in a raid effected (made) on pre-determined adresses | Önceden belirlenen adreslere yapılan baskında |
prevention / measure / precaution | önlem |
intensive security measures | yoğun güvenlik önlemi |
to predict | öngörmek |
to be predicted | öngörülmek |
While the attendance of a number of representatives is being predicted (envisaged) | bir takım temsilcilerin katılması öngörülürken |
While a number of representatives from the United States is expected to attend the hearing, especially the foreign journalists are interested in the case. | Duruşmaya, ABD tarafından da bir takım temsilcilerin katılması öngörülürken, özelikle yabancı basın mensuplarının da davaya ilgisi dikkat çekiyor. |
yours / lit. I kiss (at the end of a letter) | Öptüm |
devotion | özveri |
organized (ö) | örgütlü |
to make organized human trafficking | Örgütlü olarak göçmen kaçakçılığı yapmak |
When it is like this I usually decide to go to the beach. | Öyle olduğunda, genellikle plaja gitmeye karar veririm. |
to make point of / to fuss / to take pains to /to take care to | özen göstermek |
to overdo | fazla özen göstermek |
coward / fainthearted | ödlek |
next month (ö) | önümüzdeki ay |
I would like her to care for my ideas. | Fikirlerimi önemsemesini isterdim . |
if I do so | öyle yaparsam |
I don't miss going to school | okula gitmeyi hiç özlemiyorum |
When it is like this | öyle olduğunda |
it seems to me that / it strikes me that / I'm under the impression that / I have an idea that | bana öyle geliyor ki |
It seems to me that whenever I don't take my umbrella, it's raining and I get wet. | Bana öyle geliyor ki ne zaman şemsiyemi almazsam yağmur yağıyor ve ben ıslanıyorum. |
if you say so | öyle diyorsan |
whatever you say | öyle diyorsan öyledir |
and in the meantime we wonder whether all these are prevented | ve bu esnada bütün bunların önlenip önlemeyeceğini merak ediyoruz |
and in the meantime we wonder how how all these can be prevented | ve bu esnada bütün bunların nasıl önlenebileceğini merak ediyoruz |
and in the meantime we wonder whether all these are prevented, how all these can be prevented | ve bu esnada bütün bunların önlenip önlemeyeceğini, nasıl önlenebileceğini merak ediyoruz |
believe that things are scientifically measurable | bilimsel olarak ölçülebilen şeyler |
more than good / by far the best | iyiden de öte |
more than bad / by far the worst | kötüden de öte |
more than mysterious / by far the most mysterious | gizemliden de öte |
overlapping | örtüşen |
Sometimes conflicts arise from overlapping job duties. | Çatışmalar bazen örtüşen görev dağılımı yüzünden olur. |
duckling | ördek yavrusu |
The ugly duckling grew up to be a beautiful swan. | Çirkin ördek yavrusu, büyüyünce güzel bir kuğu oldu. |
His deeds were praiseworthy | Hareketleri övgüye değerdi |
His deeds were praiseworthy | Hareketleri övgüye değerdi |
suggestion | öneri |
I have a suggestion. | Bir önerim var. |
my learning /my instruction (not much used) | öğrenişim |
teaching | öğretim |
the way of teaching | öğretiş |
above all /surtout / vor allem | her şeyden öte |
junk mail folder | önemsiz posta klasörü |
The email may have accidentally gone into the junk mail folder. | E-posta, kazara önemsiz posta klasörüne gitmiş olabilir. |
primary elections /Vorwahlen | önseçimler |
primary elections held in different states | farklı eyaletlerde yapılan önseçimler |
to lean forward /to stoop /to duck down | öne doğru eğilmek |
to long for x (less common expression) | x'e özlem duymak |
to long for x ( more common expression) | x'in özlemini duymak |
This is the thing I 've been longing for for years (s) . | Senelerdir özlemini duyduğum şey işte buydu. |
I don't know whether you learned German or not. | Senin Almanca öğrenip öğrenmediğini bilmiyorum |
Sorry I didn't understand what you just said. Can you repeat it please. | Özür dilerim. Az önce ne söylediğini anlamadım. Bir daha söyler misiniz lütfen. |
to make someone miss /to make someobe long for | özletmek |
Make me miss you | özlet kendini |
Make me miss you | özlet kendini |
Go make me miss you and then come (back) again | Git özlet kendini yine gel |
It was a noble beauty, like the one belonging to (peculiar to) a prince of a foreign nation. | Soylu bir güzellikti, yabancı bir ulusun prensine özgü |
Please accept my apology. | Lütfen özrümü kabul edin. |
gall (liquid) | ödü |
I am scared / I am terified (lit. my gall broke out) | ödüm koptu |
scared to death | ödü kopmuş |
self confidence | özgüven |
It's always best to lead by example. (of behaviour) | Her zaman davranışlarla örnek olmak en iyisi. |