"I am not the Messiah" he said openly. | 'Ben Mesih değilim' diye açıkça konuştu. |
to be about to ask:"Who are you?" | 'Sen kimsin?' diye sormak üzere |
name (a) | ad |
man (a) | adam |
those believing in His name | adına iman edenler |
to believe in His name | adına iman etmek |
by the name /named | adlı |
bravo | aferin |
Bravo! So far you have memorized sixty words. | Aferin! Şu ana kadar altmış tane kelime ezberledin. |
Bravo! So far you have memorized fifty words. | Aferin! Şu ana kadar elli tane kelime ezberledin. |
Bravo! So far you have memorized forty words. | Aferin! Şu ana kadar kırk tane kelime ezberledin. |
Bravo! So far you have memorized ten words. | Aferin! Şu ana kadar on tane kelime ezberledin. |
Bravo! So far you have memorized thirty words. | Aferin! Şu ana kadar otuz tane kelime ezberledin. |
Bravo! So far you have memorized seventy words. | Aferin! Şu ana kadar yetmiş tane kelime ezberledin. |
Bravo! So far you have memorized twenty words. | Aferin! Şu ana kadar yirmi tane kelime ezberledin. |
we have received | aldık |
to receive /take /buy | almak |
it could not overcome | alt edemedi |
to overcome | alt etmek |
sixty | altmış |
but | ama |
but his own people(h) did not receive Him | ama kendi halkı Onu kabul etmedi |
but grace and truth came through Jesus Christ. | ama lütuf ve gerçek İsa Mesih aracılığıyla geldi. |
for the purpose of | amacıyla |
mediation /intervention /intercession | aracılık |
among us | aramızda |
He lived among us. | Aramızda yaşadı. |
among /between | arasında |
tool /means /vehicle/medium | araç |
enlightening | aydınlatan |
to enlighten /brighten /illume | aydınlatmak |
openly | açıkça |
he talked openly | açıkça konuştu |
father | baba |
coming from the father | Baba'dan gelen |
the supremacy (glory) of a (his) Unique Son coming from the Father, full of grace and truth | Baba'dan gelen lütuf ve gerçekle dolu biricik Oğlunun yüceliği |
the bosom of the Father | Babanın bağrı |
on the bosom of the Father | Babanın bağrında |
who is on the bosom of the Father | Babanın bağrında bulunan |
The only (unique) Son who is on the bosom of the Father | Babanın bağrında bulunan biricik Oğul |
The Only Son who is on the bosom of the Father made Him known. | Babanın bağrında bulunan biricik Oğul Onu tanıttı. |
The Only Son who is on the bosom of the Father and who is God made Him known. | Babanın bağrında bulunan ve Tanrı olan biricik Oğul Onu tanıttı. |
bosom (b) | bağır |
beginning | başlangıç |
in the beginning | başlangıçta |
He was (together) with God in the beginning. | Başlangıçta O, Tanrıyla birlikteydi. |
In the beginning was the Word. | Başlangıçta Söz vardı. |
In the beginning was the Word. The Word was (together) with God and the Word was God. | Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrıyla birlikteydi ve Söz Tanrıydı. |
body (b) / flesh | beden |
from desires of the flesh | beden isteğinden |
I | ben |
I am not the Messiah. | Ben Mesih değilim. |
from/of me (ablative) | benden |
after me | benden sonra |
the one coming after me | benden sonra gelen |
This (fact) is the person about whom I said: He who comes after me is superior to me, because He was before me. | Benden sonra gelen benden üstündür, çünkü benden önce vardı diye sözünü ettiğim kişi budur. |
He who comes after me is superior to me, because He was (existed) before me. | Benden sonra gelen benden üstündür, çünkü O benden önce vardı. |
the One who comes after me is superior to me. (fact) | Benden sonra gelen benden üstündür. |
above me /higher than me /superior to me | benden üstün |
to know (something) | bilmek |
A man appeared. | Bir adam ortaya çıktı. |
something happened | bir şey oldu |
only / unique | biricik |
his only (unique) Son's supremacy | biricik Oğlunun yüceliği |
the only (unique) Son | biricik Oğul |
together | birlikte |
to be / to exist /to be found / situated /se trouver | bulunmak |
is not | değil |
was not | değildi |
I am not | değilim |
that / so /word to connect direct speech to the main sentence when the main sentence uses any verb other than demek | diye |
fullness | doluluk |
to be born | doğmak |
world /earth | dünya |
The world did not know Him. | Dünya Onu tanımadı. |
The world came into being through Him. | Dünya onun aracılığıyla var oldu. |
in the world | dünyada |
into the world | dünyaya |
coming into the world | dünyaya gelen |
There was the true light coming into the world. | Dünyaya gelen gerçek ışık vardı. |
There was the true light coming into the world, enlightening every man (i) . | Dünyaya gelen, her insanı aydınlatan gerçek ışık vardı. |
to come into the world | dünyaya gelmek |
fifty | elli |
you memorized | ezberledin |
to memorize | ezberlemek |
he came | geldi |
to come | gelmek |
true/real | gerçek |
truth | gerçek |
there was the true light | gerçek ışık vardı |
full of truth | gerçekle dolu |
when they sent | gönderdikleri zaman |
who was sent /lit: that he sent | gönderdiği |
to send | göndermek |
we saw | gördük |
to see | görmek |
right /claim /benefit | hak |
He gave the right | Hakkı verdi |
folk /people (h) | halk |
all of us | hepimiz |
all / all of them /the lot (h) | hepsi |
enlightening every (hu)man | her insanı aydınlatan |
the true light enlightening every man(i) | her insanı aydınlatan gerçek ışık |
everything /all things | her şey |
All things were made (came into being) through him, nothing that exists, existed without Him. | Her şey onun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey Onsuz olmadı. |
All things were made (came into being) through him. | Her şey onun aracılığıyla var oldu. |
Everything came into being. | Her şey var oldu |
everybody | herkes |
let everybody believe /that everybody may believe | herkes iman etsin |
he came that everybody may believe | herkes iman etsin diye geldi |
nobody | hiç kimse |
no /any /whatsoever | hiçbir |
never | hiçbir zaman |
nothing /anything | hiçbir şey |
nothing happened | hiçbir şey olmadı |
with | ile - (y)la - (y)le |
all of those wo believe | iman edenlerin hepsi |
to all of those wo believe | iman edenlerin hepsine |
to believe | iman etmek |
he didn't deny | inkâr etmedi |
to deny | inkâr etmek |
man /human /human being | insan |
of human desires | insan isteğinden |
the light of men (i) | insanların ışığı |
it was the light of men (i) | insanların ışığıydı |
desire /want /wish | istek |
light (noun) | ışık |
The light shines in the darkness. | Işık karanlıkta parlar. |
The light shines in the darkness. The darkness couldn't overcome it. | Işık karanlıkta parlar. Karanlık onu alt edemedi. |
the light shines | ışık parlar |
He came to witness to the light. | ışığa tanıklık etsin diye geldi |
he came to witness to the light and that everybody may believe | ışığa tanıklık etsin ve herkes iman etsin diye geldi |
he came to witness to the light and that through him everybody may believe | ışığa tanıklık etsin ve herkes onun aracılığıyla iman etsin diye geldi |
to accept /agree /receive | kabul etmek |
blood | kan |
of/from blood | kandan |
to be born from blood | kandan doğmak |
darkness | karanlık |
The darkness could not overcome it. | Karanlık onu alt edemedi. |
in the darkness | karanlıkta |
word (k) | kelime |
his own people (folk) | kendi halkı |
his own country | kendi yurdu |
he came into his own country | kendi yurduna geldi |
He came into his own country, but his own people did not receive Him. | Kendi yurduna geldi, ama kendi halkı Onu kabul etmedi. |
himself | kendi(si) |
he himself was not the light | kendisi ışık değildi |
He himself was not the light, but he came to witness to the light. | Kendisi ışık değildi ama ışığa tanıklık etmeye geldi. |
the one who receives Him(self) and... | Kendisini kabul edip |
Those who receive Him(self) and believe in His name | Kendisini kabul edip adına iman edenler |
To those who receive Him(self) and believe in His name He gave... | Kendisini kabul edip adına iman edenlere... verdi. |
To all of those who receive Him and believe in His name | Kendisini kabul edip adına iman edenlerin hepsine |
To all of those who receive Him and believe in His name He gave the right to become children of God. | Kendisini kabul edip adına iman edenlerin hepsine Tanrının çocukları olma hakkını verdi. |
Who | kim |
somebody | kimse |
forty | kırk |
person (k) | kişi |
to talk | konuşmak |
holy | kutsal |
the Holy Law | Kutsal Yasa |
The Holy Law was given by Moses, but grace and truth came through Jesus Christ. | Kutsal Yasa Musa aracılığıyla verildi, ama lütuf ve gerçek İsa Mesih aracılığıyla geldi. |
The Holy Law was given by Moses | Kutsal Yasa Musa aracılığıyla verildi. |
priest | kâhin |
the priests and Levites | kâhinlerle Levililer |
Levite | Levili |
grace | lütuf |
full of grace and truth | lütuf ve gerçekle dolu |
grace upon grace | lütuf üzerine lütuf |
the Messiah | Mesih |
Moses | Musa |
neither from the blood nor of fleshly or human desires | ne kandan ne beden ne de insan isteğinden |
neither nor (+ pos verb) | ne... ne de... |
thus (n) | nitekim |
Thus(n) all of us have received. | Nitekim hepimiz aldık. |
Thus we all have received grace upon grace. | Nitekim hepimiz lütuf üzerine lütuf aldık. |
Thus we all have received from His fullness grace upon grace. | Nitekim hepimiz Onun doluluğundan lütuf üzerine lütuf aldık. |
he /she /it | o |
He was before me. | O benden önce vardı. |
He was the world, the world came into being through Him, but the world did not know Him. | O, dünyadaydı, dünya Onun aracılığıyla var oldu, ama dünya Onu tanımadı. |
He was in the world. | O, dünyadaydı. |
it was | oldu |
it was not | olmadı |
to be | olmak |
ten | on |
ten words | on (tane) kelime |
in him/in her /in it | onda |
They are not born of blood nor fleshly or human desires | Onlar ne kandan ne beden ne de insan isteğinden doğdular. |
They are not born of blood nor fleshly or human desires but on the contrary they are born of God. | Onlar ne kandan ne beden ne de insan isteğinden doğdular; tersine Tanrıdan doğdular. |
They are born of God. | Onlar Tanrıdan doğdular. |
without him/her/it | onsuz |
him /her/it (accusative) | onu |
they did not receive /accept him | Onu kabul etmedi |
his /hers /its | onun |
his mediation | onun aracılığı |
with his mediation /through him | onun aracılığıyla |
His fullness | Onun doluluğu |
from His fullness | Onun doluluğundan |
We saw his supremacy, the supremacy (glory) of a (his) Unique Son coming from the Father, full of grace and truth. | Onun yüceliğini - Baba'dan gelen lütuf ve gerçekle dolu biricik Oğlunun yüceliğini - gördük. |
we saw his supremacy | onun yüceliğini gördük |
to appear /surface /to come out | ortaya çıkmak |
thirty | otuz |
son | oğul |
The Son introduced Him /made Him known | Oğul Onu tanıttı |
to shine / sparkle /glow | parlamak |
Who are you? | Sen kimsin? |
voice /noise /sound | ses |
after | sonra |
to ask | sormak |
to be about to ask | sormak üzere |
word (s) | söz |
to speak of /talk about /mention | söz etmek |
the person I talked of | söz ettiğim kişi |
The word became flesh. (a human) | Söz insan oldu. |
The Word became flesh and lived among us. | Söz insan olup aramızda yaşadı. |
The Word is together with God. | Söz Tanrıyla birlikte. |
The Word was (together) with God and the Word was God. | Söz Tanrıyla birlikteydi ve Söz Tanrıydı. |
The Word was together with God. | Söz Tanrıyla birlikteydi. |
the person about whom I said ("whose saying I did") | sözünü ettiğim kişi |
This is the person about whom I said (fact) | Sözünü ettiğim kişi budur. |
piece /grain - used after number word (not obliged) / Stück | tane |
witness /testimony | tanıklık |
He came for the purpose of witness | Tanıklık amacıyla geldi. |
He came for the purpose of witness, to witness to the light and that through him everybody may believe. | Tanıklık amacıyla, ışığa tanıklık etsin ve herkes onun aracılığıyla iman etsin diye geldi. |
to witness (+dat.) | tanıklık etmek |
let him testify | tanıklık etsin |
that he witnessed | tanıklık etsin diye |
he did not know (the person) /er kannte (ihn) nicht | tanımadı |
to know a person / kennen /connaitre | tanımak |
to know (someone) | tanımak |
to make someone known /to introduce s. o. | tanıtmak |
God | Tanrı |
who is God | Tanrı olan |
The Only Son who is God | Tanrı olan biricik Oğul |
The Only Son who is God made Him known. | Tanrı olan biricik Oğul Onu tanıttı. |
who was sent by God / lit. that God sent | Tanrının gönderdiği |
a man who was sent by God | Tanrının gönderdiği bir adam |
a man sent by God named John | Tanrının gönderdiği Yahya adlı bir adam |
A man named John, sent by God, appeared. | Tanrının gönderdiği Yahya adlı bir adam ortaya çıktı. |
the right to become children of God | Tanrının çocukları olma hakkı |
He gave the right to become children of God. | Tanrının çocukları olma hakkını verdi. |
Nobody ever saw God. | Tanrıyı hiçbir zaman hiç kimse görmedi. |
Nobody has ever seen God. The Only Son who is on the bosom of the Father and who is God made Him known. | Tanrıyı hiçbir zaman hiç kimse görmedi. Babanın bağrında bulunan ve Tanrı olan biricik Oğul Onu tanıttı. |
with God | Tanrıyla |
per contra /on the contrary /rather /backwards | tersine |
on the contrary they are born of God | tersine onlar Tanrıdan doğdular. |
existing | var olan |
nothing that exists | var olan hiçbir şey |
nothing that exists, existed without Him. | var olan hiçbir şey Onsuz olmadı |
to exist /to come into being | var olmak |
there was | vardı |
and | ve |
and the Word was God | ve Söz Tanrıydı. |
to be given | verilmek |
to give | vermek |
Jew /Jewish | Yahudi |
the Jewish authorities | Yahudi yetkililer |
When the Jewish authorities sent | Yahudi yetkililer gönderdikleri zaman |
When the Jewish authorities sent the priests and the Levites | Yahudi yetkililer kâhinlerle Levilileri gönderdikleri zaman |
When the Jewish authorities sent the priests and the Levites to John. | Yahudi yetkililer Yahya'ya kâhinlerle Levilileri gönderdikleri zaman |
When the Jewish authorities sent the priests and the Levites from Jerusalem to John. | Yahudi yetkililer Yahya'ya Yeruşalimden kâhinlerle Levilileri gönderdikleri zaman |
When the Jewish authorities sent the priests and the Levites from Jerusalem to John about to ask "Who are you?" | Yahudi yetkililer Yahya'ya, 'Sen kimsin?' diye sormak üzere Yeruşalimden kâhinlerle Levilileri gönderdikleri zaman. |
When the Jewish authorities sent the priests and the Levites to John about to ask "Who are you?" John's testimony was such: he spoke openly, he didn't deny it - "I am not the Messiah." he said openly. | Yahudi yetkililer Yahyaya, 'Sen kimsin?' diye sormak üzere Yeruşalimden kâhinlerle Levilileri gönderdikleri zaman Yahyanın tanıklığı şöyle oldu -açıkça konuştu, inkâr etmedi- 'Ben Mesih değilim', diye açıkça konuştu. |
a man named John | Yahya adlı bir adam |
John witnessed about Him. | Yahya Ona tanıklık etti. |
John witnessed about Him. He said with a loud voice : This (fact) is the person about whom I said: He who comes after me is superior to me, because He was before me. | Yahya Ona tanıklık etti. Yüksek sesle şöyle dedi : Benden sonra gelen benden üstündür, çünkü benden önce vardı diye sözünü ettiğim kişi budur. |
John's testimony | Yahya'nın tanıklığı |
John's testimony was such : | Yahya'nın tanıklığı şöyle oldu : |
to John | Yahya'ya |
law | yasa |
life (y) | yaşam |
life (y) is in Him | yaşam Onda |
life (y) was in Him | yaşam Ondaydı |
In Him was life (y) and the life (y) was the light of men (i). | Yaşam Ondaydı ve yaşam insanların ışığıydı. |
Jerusalem | Yeruşalim |
from Jerusalem | Yeruşalimden |
authorities | yetkililer |
seventy | yetmiş |
twenty | yirmi |
homeland /fatherland /native country /youth hostel /dormitory | yurt |
sovereignity /dignity supremacy | yücelik |
high /loud | yüksek |
with a loud voice /aloud | yüksek sesle |
He said with a loud voice : /( He cried out and said:) | yüksek sesle şöyle dedi: |
He said with a loud voice : /( He cried out and said:) "He who comes after me is superior to me." | Yüksek sesle şöyle dedi: 'Benden sonra gelen benden üstündür.' |
time | zaman |
child | çocuk |
children | çocuklar |
the right to become children | çocuklar olma hakkı |
to become children | çocuklar olmak |
because | çünkü |
before /earlier | önce |
above /superior | üstün |
to be about to | üzere |
onto /above / upon (dat.) | üzerine |
Jesus Christ | İsa Mesih |
thing | şey |
so far | şu ana kadar |
now | şu anda |
such /the following | şöyle |
was like that : ... /was as such... | şöyle oldu |