Reading Turkish: Gospel of John

QuestionAnswer
"I am not the Messiah" he said openly.
'Ben Mesih değilim' diye açıkça konuştu.
to be about to ask:"Who are you?"
'Sen kimsin?' diye sormak üzere
name (a)
ad
man (a)
adam
those believing in His name
adına iman edenler
to believe in His name
adına iman etmek
by the name /named
adlı
bravo
aferin
Bravo! So far you have memorized sixty words.
Aferin! Şu ana kadar altmış tane kelime ezberledin.
Bravo! So far you have memorized fifty words.
Aferin! Şu ana kadar elli tane kelime ezberledin.
Bravo! So far you have memorized forty words.
Aferin! Şu ana kadar kırk tane kelime ezberledin.
Bravo! So far you have memorized ten words.
Aferin! Şu ana kadar on tane kelime ezberledin.
Bravo! So far you have memorized thirty words.
Aferin! Şu ana kadar otuz tane kelime ezberledin.
Bravo! So far you have memorized seventy words.
Aferin! Şu ana kadar yetmiş tane kelime ezberledin.
Bravo! So far you have memorized twenty words.
Aferin! Şu ana kadar yirmi tane kelime ezberledin.
we have received
aldık
to receive /take /buy
almak
it could not overcome
alt edemedi
to overcome
alt etmek
sixty
altmış
but
ama
but his own people(h) did not receive Him
ama kendi halkı Onu kabul etmedi
but grace and truth came through Jesus Christ.
ama lütuf ve gerçek İsa Mesih aracılığıyla geldi.
for the purpose of
amacıyla
mediation /intervention /intercession
aracılık
among us
aramızda
He lived among us.
Aramızda yaşadı.
among /between
arasında
tool /means /vehicle/medium
araç
enlightening
aydınlatan
to enlighten /brighten /illume
aydınlatmak
openly
açıkça
he talked openly
açıkça konuştu
father
baba
coming from the father
Baba'dan gelen
the supremacy (glory) of a (his) Unique Son coming from the Father, full of grace and truth
Baba'dan gelen lütuf ve gerçekle dolu biricik Oğlunun yüceliği
the bosom of the Father
Babanın bağrı
on the bosom of the Father
Babanın bağrında
who is on the bosom of the Father
Babanın bağrında bulunan
The only (unique) Son who is on the bosom of the Father
Babanın bağrında bulunan biricik Oğul
The Only Son who is on the bosom of the Father made Him known.
Babanın bağrında bulunan biricik Oğul Onu tanıttı.
The Only Son who is on the bosom of the Father and who is God made Him known.
Babanın bağrında bulunan ve Tanrı olan biricik Oğul Onu tanıttı.
bosom (b)
bağır
beginning
başlangıç
in the beginning
başlangıçta
He was (together) with God in the beginning.
Başlangıçta O, Tanrıyla birlikteydi.
In the beginning was the Word.
Başlangıçta Söz vardı.
In the beginning was the Word. The Word was (together) with God and the Word was God.
Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrıyla birlikteydi ve Söz Tanrıydı.
body (b) / flesh
beden
from desires of the flesh
beden isteğinden
I
ben
I am not the Messiah.
Ben Mesih değilim.
from/of me (ablative)
benden
after me
benden sonra
the one coming after me
benden sonra gelen
This (fact) is the person about whom I said: He who comes after me is superior to me, because He was before me.
Benden sonra gelen benden üstündür, çünkü benden önce vardı diye sözünü ettiğim kişi budur.
He who comes after me is superior to me, because He was (existed) before me.
Benden sonra gelen benden üstündür, çünkü O benden önce vardı.
the One who comes after me is superior to me. (fact)
Benden sonra gelen benden üstündür.
above me /higher than me /superior to me
benden üstün
to know (something)
bilmek
A man appeared.
Bir adam ortaya çıktı.
something happened
bir şey oldu
only / unique
biricik
his only (unique) Son's supremacy
biricik Oğlunun yüceliği
the only (unique) Son
biricik Oğul
together
birlikte
to be / to exist /to be found / situated /se trouver
bulunmak
is not
değil
was not
değildi
I am not
değilim
that / so /word to connect direct speech to the main sentence when the main sentence uses any verb other than demek
diye
fullness
doluluk
to be born
doğmak
world /earth
dünya
The world did not know Him.
Dünya Onu tanımadı.
The world came into being through Him.
Dünya onun aracılığıyla var oldu.
in the world
dünyada
into the world
dünyaya
coming into the world
dünyaya gelen
There was the true light coming into the world.
Dünyaya gelen gerçek ışık vardı.
There was the true light coming into the world, enlightening every man (i) .
Dünyaya gelen, her insanı aydınlatan gerçek ışık vardı.
to come into the world
dünyaya gelmek
fifty
elli
you memorized
ezberledin
to memorize
ezberlemek
he came
geldi
to come
gelmek
true/real
gerçek
truth
gerçek
there was the true light
gerçek ışık vardı
full of truth
gerçekle dolu
when they sent
gönderdikleri zaman
who was sent /lit: that he sent
gönderdiği
to send
göndermek
we saw
gördük
to see
görmek
right /claim /benefit
hak
He gave the right
Hakkı verdi
folk /people (h)
halk
all of us
hepimiz
all / all of them /the lot (h)
hepsi
enlightening every (hu)man
her insanı aydınlatan
the true light enlightening every man(i)
her insanı aydınlatan gerçek ışık
everything /all things
her şey
All things were made (came into being) through him, nothing that exists, existed without Him.
Her şey onun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey Onsuz olmadı.
All things were made (came into being) through him.
Her şey onun aracılığıyla var oldu.
Everything came into being.
Her şey var oldu
everybody
herkes
let everybody believe /that everybody may believe
herkes iman etsin
he came that everybody may believe
herkes iman etsin diye geldi
nobody
hiç kimse
no /any /whatsoever
hiçbir
never
hiçbir zaman
nothing /anything
hiçbir şey
nothing happened
hiçbir şey olmadı
with
ile - (y)la - (y)le
all of those wo believe
iman edenlerin hepsi
to all of those wo believe
iman edenlerin hepsine
to believe
iman etmek
he didn't deny
inkâr etmedi
to deny
inkâr etmek
man /human /human being
insan
of human desires
insan isteğinden
the light of men (i)
insanların ışığı
it was the light of men (i)
insanların ışığıydı
desire /want /wish
istek
light (noun)
ışık
The light shines in the darkness.
Işık karanlıkta parlar.
The light shines in the darkness. The darkness couldn't overcome it.
Işık karanlıkta parlar. Karanlık onu alt edemedi.
the light shines
ışık parlar
He came to witness to the light.
ışığa tanıklık etsin diye geldi
he came to witness to the light and that everybody may believe
ışığa tanıklık etsin ve herkes iman etsin diye geldi
he came to witness to the light and that through him everybody may believe
ışığa tanıklık etsin ve herkes onun aracılığıyla iman etsin diye geldi
to accept /agree /receive
kabul etmek
blood
kan
of/from blood
kandan
to be born from blood
kandan doğmak
darkness
karanlık
The darkness could not overcome it.
Karanlık onu alt edemedi.
in the darkness
karanlıkta
word (k)
kelime
his own people (folk)
kendi halkı
his own country
kendi yurdu
he came into his own country
kendi yurduna geldi
He came into his own country, but his own people did not receive Him.
Kendi yurduna geldi, ama kendi halkı Onu kabul etmedi.
himself
kendi(si)
he himself was not the light
kendisi ışık değildi
He himself was not the light, but he came to witness to the light.
Kendisi ışık değildi ama ışığa tanıklık etmeye geldi.
the one who receives Him(self) and...
Kendisini kabul edip
Those who receive Him(self) and believe in His name
Kendisini kabul edip adına iman edenler
To those who receive Him(self) and believe in His name He gave...
Kendisini kabul edip adına iman edenlere... verdi.
To all of those who receive Him and believe in His name
Kendisini kabul edip adına iman edenlerin hepsine
To all of those who receive Him and believe in His name He gave the right to become children of God.
Kendisini kabul edip adına iman edenlerin hepsine Tanrının çocukları olma hakkını verdi.
Who
kim
somebody
kimse
forty
kırk
person (k)
kişi
to talk
konuşmak
holy
kutsal
the Holy Law
Kutsal Yasa
The Holy Law was given by Moses, but grace and truth came through Jesus Christ.
Kutsal Yasa Musa aracılığıyla verildi, ama lütuf ve gerçek İsa Mesih aracılığıyla geldi.
The Holy Law was given by Moses
Kutsal Yasa Musa aracılığıyla verildi.
priest
kâhin
the priests and Levites
kâhinlerle Levililer
Levite
Levili
grace
lütuf
full of grace and truth
lütuf ve gerçekle dolu
grace upon grace
lütuf üzerine lütuf
the Messiah
Mesih
Moses
Musa
neither from the blood nor of fleshly or human desires
ne kandan ne beden ne de insan isteğinden
neither nor (+ pos verb)
ne... ne de...
thus (n)
nitekim
Thus(n) all of us have received.
Nitekim hepimiz aldık.
Thus we all have received grace upon grace.
Nitekim hepimiz lütuf üzerine lütuf aldık.
Thus we all have received from His fullness grace upon grace.
Nitekim hepimiz Onun doluluğundan lütuf üzerine lütuf aldık.
he /she /it
o
He was before me.
O benden önce vardı.
He was the world, the world came into being through Him, but the world did not know Him.
O, dünyadaydı, dünya Onun aracılığıyla var oldu, ama dünya Onu tanımadı.
He was in the world.
O, dünyadaydı.
it was
oldu
it was not
olmadı
to be
olmak
ten
on
ten words
on (tane) kelime
in him/in her /in it
onda
They are not born of blood nor fleshly or human desires
Onlar ne kandan ne beden ne de insan isteğinden doğdular.
They are not born of blood nor fleshly or human desires but on the contrary they are born of God.
Onlar ne kandan ne beden ne de insan isteğinden doğdular; tersine Tanrıdan doğdular.
They are born of God.
Onlar Tanrıdan doğdular.
without him/her/it
onsuz
him /her/it (accusative)
onu
they did not receive /accept him
Onu kabul etmedi
his /hers /its
onun
his mediation
onun aracılığı
with his mediation /through him
onun aracılığıyla
His fullness
Onun doluluğu
from His fullness
Onun doluluğundan
We saw his supremacy, the supremacy (glory) of a (his) Unique Son coming from the Father, full of grace and truth.
Onun yüceliğini - Baba'dan gelen lütuf ve gerçekle dolu biricik Oğlunun yüceliğini - gördük.
we saw his supremacy
onun yüceliğini gördük
to appear /surface /to come out
ortaya çıkmak
thirty
otuz
son
oğul
The Son introduced Him /made Him known
Oğul Onu tanıttı
to shine / sparkle /glow
parlamak
Who are you?
Sen kimsin?
voice /noise /sound
ses
after
sonra
to ask
sormak
to be about to ask
sormak üzere
word (s)
söz
to speak of /talk about /mention
söz etmek
the person I talked of
söz ettiğim kişi
The word became flesh. (a human)
Söz insan oldu.
The Word became flesh and lived among us.
Söz insan olup aramızda yaşadı.
The Word is together with God.
Söz Tanrıyla birlikte.
The Word was (together) with God and the Word was God.
Söz Tanrıyla birlikteydi ve Söz Tanrıydı.
The Word was together with God.
Söz Tanrıyla birlikteydi.
the person about whom I said ("whose saying I did")
sözünü ettiğim kişi
This is the person about whom I said (fact)
Sözünü ettiğim kişi budur.
piece /grain - used after number word (not obliged) / Stück
tane
witness /testimony
tanıklık
He came for the purpose of witness
Tanıklık amacıyla geldi.
He came for the purpose of witness, to witness to the light and that through him everybody may believe.
Tanıklık amacıyla, ışığa tanıklık etsin ve herkes onun aracılığıyla iman etsin diye geldi.
to witness (+dat.)
tanıklık etmek
let him testify
tanıklık etsin
that he witnessed
tanıklık etsin diye
he did not know (the person) /er kannte (ihn) nicht
tanımadı
to know a person / kennen /connaitre
tanımak
to know (someone)
tanımak
to make someone known /to introduce s. o.
tanıtmak
God
Tanrı
who is God
Tanrı olan
The Only Son who is God
Tanrı olan biricik Oğul
The Only Son who is God made Him known.
Tanrı olan biricik Oğul Onu tanıttı.
who was sent by God / lit. that God sent
Tanrının gönderdiği
a man who was sent by God
Tanrının gönderdiği bir adam
a man sent by God named John
Tanrının gönderdiği Yahya adlı bir adam
A man named John, sent by God, appeared.
Tanrının gönderdiği Yahya adlı bir adam ortaya çıktı.
the right to become children of God
Tanrının çocukları olma hakkı
He gave the right to become children of God.
Tanrının çocukları olma hakkını verdi.
Nobody ever saw God.
Tanrıyı hiçbir zaman hiç kimse görmedi.
Nobody has ever seen God. The Only Son who is on the bosom of the Father and who is God made Him known.
Tanrıyı hiçbir zaman hiç kimse görmedi. Babanın bağrında bulunan ve Tanrı olan biricik Oğul Onu tanıttı.
with God
Tanrıyla
per contra /on the contrary /rather /backwards
tersine
on the contrary they are born of God
tersine onlar Tanrıdan doğdular.
existing
var olan
nothing that exists
var olan hiçbir şey
nothing that exists, existed without Him.
var olan hiçbir şey Onsuz olmadı
to exist /to come into being
var olmak
there was
vardı
and
ve
and the Word was God
ve Söz Tanrıydı.
to be given
verilmek
to give
vermek
Jew /Jewish
Yahudi
the Jewish authorities
Yahudi yetkililer
When the Jewish authorities sent
Yahudi yetkililer gönderdikleri zaman
When the Jewish authorities sent the priests and the Levites
Yahudi yetkililer kâhinlerle Levilileri gönderdikleri zaman
When the Jewish authorities sent the priests and the Levites to John.
Yahudi yetkililer Yahya'ya kâhinlerle Levilileri gönderdikleri zaman
When the Jewish authorities sent the priests and the Levites from Jerusalem to John.
Yahudi yetkililer Yahya'ya Yeruşalimden kâhinlerle Levilileri gönderdikleri zaman
When the Jewish authorities sent the priests and the Levites from Jerusalem to John about to ask "Who are you?"
Yahudi yetkililer Yahya'ya, 'Sen kimsin?' diye sormak üzere Yeruşalimden kâhinlerle Levilileri gönderdikleri zaman.
When the Jewish authorities sent the priests and the Levites to John about to ask "Who are you?" John's testimony was such: he spoke openly, he didn't deny it - "I am not the Messiah." he said openly.
Yahudi yetkililer Yahyaya, 'Sen kimsin?' diye sormak üzere Yeruşalimden kâhinlerle Levilileri gönderdikleri zaman Yahyanın tanıklığı şöyle oldu -açıkça konuştu, inkâr etmedi- 'Ben Mesih değilim', diye açıkça konuştu.
a man named John
Yahya adlı bir adam
John witnessed about Him.
Yahya Ona tanıklık etti.
John witnessed about Him. He said with a loud voice : This (fact) is the person about whom I said: He who comes after me is superior to me, because He was before me.
Yahya Ona tanıklık etti. Yüksek sesle şöyle dedi : Benden sonra gelen benden üstündür, çünkü benden önce vardı diye sözünü ettiğim kişi budur.
John's testimony
Yahya'nın tanıklığı
John's testimony was such :
Yahya'nın tanıklığı şöyle oldu :
to John
Yahya'ya
law
yasa
life (y)
yaşam
life (y) is in Him
yaşam Onda
life (y) was in Him
yaşam Ondaydı
In Him was life (y) and the life (y) was the light of men (i).
Yaşam Ondaydı ve yaşam insanların ışığıydı.
Jerusalem
Yeruşalim
from Jerusalem
Yeruşalimden
authorities
yetkililer
seventy
yetmiş
twenty
yirmi
homeland /fatherland /native country /youth hostel /dormitory
yurt
sovereignity /dignity supremacy
yücelik
high /loud
yüksek
with a loud voice /aloud
yüksek sesle
He said with a loud voice : /( He cried out and said:)
yüksek sesle şöyle dedi:
He said with a loud voice : /( He cried out and said:) "He who comes after me is superior to me."
Yüksek sesle şöyle dedi: 'Benden sonra gelen benden üstündür.'
time
zaman
child
çocuk
children
çocuklar
the right to become children
çocuklar olma hakkı
to become children
çocuklar olmak
because
çünkü
before /earlier
önce
above /superior
üstün
to be about to
üzere
onto /above / upon (dat.)
üzerine
Jesus Christ
İsa Mesih
thing
şey
so far
şu ana kadar
now
şu anda
such /the following
şöyle
was like that : ... /was as such...
şöyle oldu