'Oh come on! At this time they hang the handkerchief to dry and use it again,' he said. | 'A, hadi! Bu zamanda mendili kuruması için asıp tekrar kullanıyorlar,' dedi. |
'Oh come on! At this time they hang the handkerchief to dry and use it again,' he said. 'What is important is that you don't cry anymore.' | 'A, hadi! Bu zamanda mendili kuruması için asıp tekrar kullanıyorlar,' dedi. 'Önemli olan artık ağlamaman.' |
'She gave it to me herself. You can blow your nose at ease, Princess.' | 'Bana kendisi verdi. Rahatça sümkürebilirsin, Prenses.' |
'It's messed up. I am sorry' | 'Berbat oldu. Üzgünüm.' |
"I don't know," he said. | 'Bilmiyorum,' dedi. |
"I don't know," he said. "But I can give you a clean handkerchief that has been wrought with my initials." | 'Bilmiyorum,' dedi. 'Ama sana adımın baş harflerinin işlenmiş olduğu temiz bir mendil verebilirim.' |
'G. M. Or did you steal it from Grace ?' | 'G. M. Yoksa bunu Grace'ten mi çaldın?' |
his backpack | (onun) sırt çantası |
to begin to... | ... - maya başlamak |
a voice like... (+dat.) | ... benzer bir ses |
8th of April 1912 | 8 Nisan 1912 |
pain | acı |
He waited for the pain to cease. | Acının dinmesini bekledi. |
name (a) | ad |
man (a) | adam |
my name | adım |
my initials (the initials of my name) | adımın baş harfleri |
wrought with my initials | adımın baş harflerinin işlenmiş |
a handkerchief that has been wrought with my initials | adımın baş harflerinin işlenmiş olduğu bir mendil |
your name | adın |
Oh come on! | Ah hadi! |
but | ama |
But I can give you a handkerchief. | Ama sana bir mendil verebilirim. |
But I can give you a clean handkerchief. | Ama sana temiz bir mendil verebilirim. |
from now on /(+neg. verb) now longer | artık |
that you don't cry anymore | artık ağlamaman |
to hang and... | asıp |
they hang | asıyorlar |
to hang /suspend | asmak |
mirror /looking glass | ayna |
as a mirror | ayna kadar |
smooth as a mirror | ayna kadar düz |
tree | ağaç |
one of the trees | ağaçlardan biri |
next to one of the trees | ağaçlardan birinin yanında |
mouth | ağız |
to cry | ağlamak |
from crying | ağlamaktan |
her face that had become burning red from crying | ağlamaktan kıpkırmızı olmuş yüzü |
that you don't cry (your not crying) | ağlamaman |
to begin to cry | ağlamaya başlamak |
her mouth | ağzı |
to wrinkle one's mouth /to grimace | ağzını buruşturmak |
love (romantic) | aşk |
Love passes through all times | Aşk tüm zamanların içinden geçer. |
to look around | bakınmak |
to me | bana |
She gave it to me herself. | Bana kendisi verdi. |
She gave it to me. | Bana verdi. |
bench | bank |
on benches | banklarda |
the homeless sleeping on benches | banklarda uyuyan evsizler |
head | baş |
initials | baş harfler |
when she began | başladığı sırada |
maybe | belki de |
similar /like (+ dat.) | benzer |
wretched /awful /horrible | berbat |
It's messed up. | Berbat oldu. |
Cloth /Tuch (linen) | bez |
to wrap into the cloth /in das Tuch einwickeln | beze sarmak |
even | bile |
he knew | biliyordu |
to know | bilmek |
I don't know | bilmiyorum |
the voice of an animal | bir hayvanın sesi |
the helpless voice of an animal | bir hayvanın çaresiz sesi |
to leave / quit | bırakmak |
to leave / quit | bırakmak |
we should have left | bırakmalıydık |
we should not have left | bırakmamalıydık |
we/us | biz |
we /us /to us (dative) | bize |
She needs us. | Bize ihtiyacı var. |
quite empty / completely empty (emphasis through redubbling) | bomboş |
empty | boş |
this | bu |
therefore /for this (reason) /because of this | bu nedenle |
Therefore he crouched next to the girl. | Bu nedenle kızın yanına çömeldi. |
Therefore crouching next to the girl sitting on the wet lawn, he fixed his eyes on the mirror-flat water surface. | Bu nedenle nemli çimenlerin üzerinde oturan kızın yanına çömelerek gözlerini suyun ayna kadar düz yüzeyine dikti. |
Therefore crouching next to the girl sitting on the wet lawn, he fixed his eyes on the water surface. | Bu nedenle nemli çimenlerin üzerinde oturan kızın yanına çömelerek gözlerini suyun yüzeyine dikti. |
this hour | bu saat |
at this time | bu zamanda |
At this time they hang the handkerchief to dry and use it again. | Bu zamanda mendili kuruması için asıp tekrar kullanıyorlar. |
(to) this (dativ) | buna |
He could hardly bear this | Buna pek dayanamıyordu. |
this (accusative) | bunu |
you stole this from Grace | bunu Grace'ten çaldın |
you stole this | bunu çaldın |
her nose | burnu |
to sniff | burnu çekmek |
She sniffed | burnunu çekiyordu |
nose | burun |
to crease /crumple / wrinkle | buruşturmak |
and /also(following noun, participle...) | da - de |
he couldn't bare it | dayanamıyordu |
to lean on / withstand /bear | dayanmak |
he said (d) | dedi |
experience | deneyim |
his experience(s) | deneyimleri |
from his experience | deneyimlerinden |
he knew from his experience | deneyimlerinden biliyordu |
carefully | dikkatle |
to fix /set /plant /erect | dikmek |
to cease /stop /quieten | dinmek |
knee | diz |
(by) kneeling | diz çökerek |
to kneel / sink to one's knees /bow down | diz çökmek |
to fill (get full) | dolmak |
situation (d) | durum |
straight /smooth /flat | düz |
the best | en iyisi |
it will be the best | en iyisi olacak |
that it will/would be the best | en iyisi olacağını |
He knew from his experience that it would be the best. | En iyisi olacağını deneyimlerinden biliyordu. |
to worry / fret /bother about / feel uneasy about | endişelenmek |
house | ev |
without a house | evsiz |
homeless people | evsizler |
more / too | fazla |
newspaper | gazete |
with a newspaper | gazeteyle |
young | genç |
the young man | Genç adam |
The young man could hardly bear this. | Genç adam, buna pek dayanamıyordu. |
the young girl | Genç kız |
The young girl cowered next to one of the trees. | Genç kız ağaçlardan birinin yanında çömeldi. |
The young girl cried. | Genç kız ağladı. |
The young girl began to cry. | Genç kız ağlamaya başladı. |
The young girl cried. | Genç kız ağlıyordu. |
Sniffing the young girl turned her face that had become burning red from crying towards him. | Genç kız burnunu çekerek ağlamaktan kıpkırmızı olmuş yüzünü ona çevirdi. |
The young girl cried sniffing. | Genç kız burnunu çekerek ağlıyordu. |
Sniffing the young girl turned her face towards him. | Genç kız burnunu çekerek yüzünü ona çevirdi. |
The young girl sniffed. | Genç kız burnunu çekiyordu. |
The young girl cried kneeling down. | Genç kız diz çökerek ağladı. |
Kneeling down the young girl began to cry. | Genç kız diz çökerek ağlamaya başladı. |
When the young girl, kneeling down, started to cry | Genç kız diz çökerek ağlamaya başladığı sırada |
When the young girl, kneeling down, started to cry, he too, carefully looked at the surroundings. | Genç kız diz çökerek ağlamaya başladığı sırada, o da dikkatle çevresine bakındı. |
The young girl kneeled. | Genç kız diz çöktü. |
While the young girl handed back the handkerchief | Genç kız mendili geri verirken |
While the young girl handed back the handkerchief she grimaced with a crooked smile. | Genç kız mendili geri verirken çarpık bir gülümsemeyle ağzını buruşturdu. |
While the young girl handed back the handkerchief she grimaced with a crooked smile. 'It's messed up. I am sorry.' | Genç kız mendili geri verirken çarpık bir gülümsemeyle ağzını buruşturdu. 'Berbat oldu. Üzgünüm.' |
The young girl turned her face towards him. | Genç kız yüzünü ona çevirdi. |
The young girl turned her face. | Genç kız yüzünü çevirdi. |
The young girl crouched down. | Genç kız çömeldi. |
The young girl cowered next to one of the trees which were on the northern shore of the Serpentine Lake. | Genç kız, Serpentine Gölü'nün kuzey kıyısındaki ağaçlardan birinin yanında çömeldi. |
while she handed back | geri verirken |
to give back /to hand back | geri vermek |
to pass | geçmek |
from Grace | Grace'ten |
lake | göl |
eye | göz |
his eyes | gözleri |
Her eyes filled with tears. | Gözleri yaşlarla doldu. |
to fix one's eyes on | gözlerini dikmek |
He fixed his eyes on the mirror-flat water surface. | Gözlerini suyun ayna kadar düz yüzeyine dikti. |
He fixed his eyes on the water surface. | Gözlerini suyun yüzeyine dikti. |
a smile (g) | gülümseme |
with a smile | gülümsemeyle |
day | gün |
this hour of the day | günün bu saati |
in/at this hour of the day | günün bu saatinde |
At this hour of the day the park was quite empty | Günün bu saatinde park bomboştu. |
letter (e. g. A, B, C...) | harf |
the air / the weather | hava |
Even the weather was too cold. | Hava bile fazla soğuktu. |
the weather was too cold | hava fazla soğuktu |
as for the weather | hava ise |
as for the weather, it was even too cold for the homeless sleeping on benches with a newspaper on top of them | hava ise üzerlerinde gazeteyle banklarda uyuyan evsizler için bile fazla soğuktu |
the weather was cold | hava soğuktu |
animal | hayvan |
immediately /straight away /right away /at once | hemen |
yet | henüz |
it was not yet fashionable | henüz moda olmamıştı |
he felt | hissediyordu |
to feel | hissetmek |
never | hiçbir zaman |
the pain that would never leave completely | hiçbir zaman tam olarak terk etmeyecek olan acı |
He waited for the pain that would never leave completely to cease. | Hiçbir zaman tam olarak terk etmeyecek olan acının dinmesini bekledi. |
to sob /to hiccough /hiccup /schluchzen | hıçkırmak |
Hyde Park, London | Hyde Park, Londra |
invention /innovation /Erfindung | icat |
to be invented | icat edilmek |
to invent /erfinden | icat etmek |
need | ihtiyaç |
as for | ise |
to want | istemek |
he didn't want to | istemiyordu |
he wanted | istiyordu |
good | iyi |
for | için |
inside | içinde |
from inside | içinden |
to pass through | içinden geçmek |
into | içine |
worked /wrought /refined | işlenmiş |
as much as /up to | kadar |
to cover (k) | kaplamak |
to be filled /covered | kaplanmak |
himself (acc.) | kendini |
He felt bad himself | kendini kötü hissediyordu |
about him(self) | kendisi için |
bright red / scarlet / burning red /knallrot (redoubling) | kıpkırmızı |
her face that had become burning red | kıpkırmızı olmuş yüzü |
red | kırmızı |
red | kırmızı |
shore / coast /bank /edge | kıyı |
girl | kız |
that the girl worried (acc.) | kızın endişelenmesini |
he didn't want that the girl worried | kızın endişelenmesini istemiyordu |
the girl's eyes | kızın gözleri |
The girls eyes filled at once with tears. | Kızın gözleri hemen yaşlarla doldu. |
The girls eyes filled at once with tears. 'We should not have left her in a difficult situation. She needs us.' | Kızın gözleri hemen yaşlarla doldu. 'Onu zor durumda bırakmamalıydık. Bize ihtiyacı var.' |
He didn't want that the girl worried about him. | Kızın kendisi için endişelenmesini istemiyordu. |
next to (direction >dat.) the girl | kızın yanına |
Crouching next to the girl, he fixed his eyes on the water surface. | Kızın yanına çömelerek gözlerini suyun yüzeyine dikti. |
to run | koşmak |
to go running /to go for a run | koşuya çıkmak |
It was not yet fashionable to go for a run, as for the weather, it was even too cold for the homeless sleeping on benches with a newspaper on top of them. | Koşuya çıkmak henüz moda olmamıştı, hava ise üzerlerinde gazeteyle banklarda uyuyan evsizler için bile fazla soğuktu. |
it was not yet fashionable to go for a run | Koşuya çıkmak henüz moda olmamıştı. |
chronograf (time travel machine) | kronograf |
He wrapped the chronograf into the cloth. | Kronografı beze sardı. |
He wrapped the chronograf into the cloth and... | Kronografı beze sarıp... |
He carefully wrapped the chronograf into the cloth and placed it into his backpack. | Kronografı dikkatle beze sarıp sırt çantasının içine yerleştirdi. |
He carefully placed the chronograf into his backpack. | Kronografı dikkatle sırt çantasının içine yerleştirdi. |
He placed the chronograf into his bag. | Kronografı çantasının içine yerleştirdi. |
to use | kullanmak |
to dry | kurumak |
in order to dry | kuruması için |
north /northern | kuzey |
paper | kâğıt |
paper handkerchief /paper tissue | kâğıt mendil |
Have paper tissues been invented? | Kâğıt mendil icat edildi mi? |
bad | kötü |
London | Londra |
handkerchief | mendil |
they hang the handkerchief and use it again | mendili asıp tekrar kullanıyorlar |
they use the handkerchief | mendili kullanıyorlar |
they hang the handkerchief to dry and use it again | mendili kuruması için asıp tekrar kullanıyorlar. |
they hang the handkerchief to draw | mendili kuruması için asıyorlar |
they use the handkerchief again | mendili tekrar kullanıyorlar |
question particle for yes/ no question /est-ce que | mi - mı - mu |
mode /fashion | moda |
to be fashionable | moda olmak |
it was not fashionable | Moda olmamıştı. |
wet /damp /moist /humid | nemli |
on the wet grass/lawn | nemli çimenlerin üzerinde |
the girl sitting on the wet lawn | nemli çimenlerin üzerinde oturan kız |
he /she /it | o |
he too | o da |
he too, looked around | o da bakındı |
He too, looked carefully at the surroundings. | O da dikkatle çevresine bakındı. |
He too, felt bad himself, but he tried to collect himself. | O da kendini kötü hissediyordu, ama toparlanmaya çalıştı. |
He too, felt bad himself. | O da kendini kötü hissediyordu. |
to be(come) | olmak |
shoulder | omuz |
her shoulders | omuzları |
Her shoulders trembled and she sobbed. | Omuzları titredi ve hıçkırdı. |
Her shoulders trembled and she sobbed with a voice like the helpless voice of a wounded animal. | Omuzları titredi ve yaralı bir hayvanın çaresiz sesine benzer bir sesle hıçkırdı. |
Her shoulders trembled. | Omuzları titredi. |
The pain that would maybe never leave her completely. | Onu belki de hiçbir zaman tam olarak terk etmeyecek olan acı |
He waited for the pain to cease, that would maybe never leave her completely. | Onu belki de hiçbir zaman tam olarak terk etmeyecek olan acının dinmesini bekledi. |
Maybe it would never leave her completely. | Onu belki de hiçbir zaman tam olarak terk etmeyecekti. |
we should not have left her | onu bırakmamalıydık |
It will never leave her completely. | Onu hiçbir zaman tam olarak terk etmeyecek. |
To leave her in peace | Onu rahat bırakmak |
That to leave her in peace would be the best | Onu rahat bırakmanın en iyisi olacağını |
he knew from his experience that it would be the best to leave her in peace. | Onu rahat bırakmanın en iyisi olacağını deneyimlerinden biliyordu. |
We should not have left her in a difficult situation. | Onu zor durumda bırakmamalıydık. |
the sitting girl | oturan kız |
to sit /live (stay) | oturmak |
The park was quite empty. | Park bomboştu. |
very /much / (+negation) hardly (p) | pek |
princess | prenses |
at rest /at ease /untroubled | rahat |
to leave someone in peace | rahat bırakmak |
easily /with ease/contentedly (r) | rahatça |
you can blow your nose at ease /contentedly | rahatça sümkürebilirsin |
hour | saat |
I can give you | Sana verebilirim. |
the Serpentine Lake | Serpentine Gölü |
the shore of the Serpentine Lake | Serpentine Gölü'nün kıyısı |
the northern shore of the Serpentine Lake | Serpentine Gölü'nün kuzey kıyısı |
which was / were on the northern shore of Serpentine Lake | Serpentine Gölü'nün kuzey kıyısındaki |
the trees (which were) on the northern shore of the Serpentine Lake | Serpentine Gölü'nün kuzey kıyısındaki ağaçlar |
voice | ses |
back (body part) | sırt |
backpack | sırt çantası |
to fade /wither | solmak |
withered crocusses | solmuş çiğdemler |
cold | soğuk |
water | su |
the mirror-flat surface of the water | suyun ayna kadar düz yüzeyi |
the surface of the water | suyun yüzeyi |
you can blow your nose | sümkürebilirsin |
to blow one's nose | sümkürmek |
a guess | tahmin |
to guess | tahmin etmek |
like he guessed /as expected /as he predicted | tahmin ettiği gibi |
The park was as he had guessed quite empty at this hour of the day. | Tahmin ettiği gibi günün bu saatinde park bomboştu. |
exactly /completely | tam olarak |
again (t) | tekrar |
clean | temiz |
a clean handkerchief | temiz bir mendil |
to leave | terk etmek |
it will not leave | terk etmeyecek |
the pain that won't leave | terk etmeyecek olan acı |
to tremble (constantly) | titremek |
to pull oneself together /to collect oneself /to rally | toparlanmak |
He tried to collect himself. | Toparlanmaya çalıştı. |
all (of it) (t) | tüm |
to pass through all times | tüm zamanların içinden geçmek |
to sleep | uyumak |
sleeping (pres. act. participle) | uyuyan |
and | ve |
to give | vermek |
ruby | yakut |
ruby red | yakut kırmızı |
next to (direction >dat.) | yanına |
next to | yanında |
wound /injury | yara |
wounded | yaralı |
a wounded animal | yaralı bir hayvan |
a voice like the helpless voice of a wounded animal | yaralı bir hayvanın çaresiz sesine benzer bir ses |
with a voice like the helpless voice of a wounded animal | yaralı bir hayvanın çaresiz sesine benzer bir sesle |
a tear | yaş |
with tears | yaşlarla |
to place /position | yerleştirmek |
or (y) | yoksa |
Or did you steal it from Grace? | Yoksa bunu Grace'ten mi çaldın? |
face | yüz |
surface (y) | yüzey |
her face | yüzü |
Her face became burning red. | Yüzü kıpkırmızı oldu. |
time (z) | zaman |
difficult | zor |
in a difficult situation | zor durumda |
you stole | çaldın |
to try (again and again) | çalışmak |
to steal | çalmak |
bag | çanta |
his bag | çantası |
into his bag | çantasının içine |
helpless | çaresiz |
twisted /distorted /rakish / crooked | çarpık |
with a crooked smile | çarpık bir gülümsemeyle |
She grimaced with a crooked smile. | çarpık bir gülümsemeyle ağzını buruşturdu |
it turned (ç) | çevirdi |
surrounding | çevre |
to look at the surroundings | çevresine bakınmak |
to go out /exit | çıkmak |
grass / lawn | çimen |
The surface of the lawn (pl) was covered with withered crocusses. | Çimenlerin üzeri solmuş çiğdemlerle kaplanmıştı. |
The surface of the lawn (pl) was covered with crocusses. | Çimenlerin üzeri çiğdemlerle kaplanmıştı. |
crocuss | çiğdem |
to crouch down /to cower | çömelmek |
important | önemli |
What is important | Önemli olan |
What is important is that you don't cry anymore. | Önemli olan artık ağlamaman. |
prologue | önsöz |
upper /outer surface | üzeri |
on top of / on | üzerinde |
on top of / on them | üzerlerinde |
with a newspaper on top of them | üzerlerinde gazeteyle |
the homeless sleeping on benches with a newspaper on top of them | üzerlerinde gazeteyle banklarda uyuyan evsizler |
I am sorry. | Üzgünüm. |
She needs. | İhtiyaçı var. |