Reading Turkish: Patasana - Ahmet Ümit

QuestionAnswer
"I need to flee," she thought, but she couldn't flee.
'Kaçmam gerek,' diye düşünüyor ama kaçamıyordu.
"I need to flee," she thought.
'Kaçmam gerek,' diye düşünüyordu.
"light crowd"
ışık kalabalığı
"One minute, I am coming, " she shouted (s) to the one at the door.
Kapıdakine 'Bir dakika, geliyorum,' seslendi.
'I need to flee,' she thought, but she couldn't flee, she just stood like this at the ancient wall which she got stuck to, her eyes fixed on the approaching crowd.
'Kaçmam gerek,' diye düşünüyor ama kaçamıyor, yapışıp kaldığı antik duvarda gözlerini yaklaşan kalabalığa dikmiş, öylece duruyordu.
'I need to flee,' she thought, but she couldn't flee, she just stood like this.
'Kaçmam gerek,' diye düşünüyor ama kaçamıyor, öylece duruyordu.
'Now nothing can save me anymore' she thought, being seized by terror.
'Artık beni hiçbir şey kurtaramaz' diye düşündü dehşete kapılarak.
'Now nothing can save me anymore' she thought.
'Artık beni hiçbir şey kurtaramaz' diye düşündü.
(from) somewhere far off / (from) somewhere in the distance
uzaktan uzağa
(one's) own
kendi
(the) plain /meadow
ova
(to) far
uzağa
/three times seven /three multiplied by seven / 3 x 7
üç çarpı yedi
1+1 = 2
bir artı bir eşittir iki.
3x 7 = 21
üç çarpı yedi eşittir yirmi bir
a /one
bir
a buzzing /humming
uğultu
a familiar melody /a melody she was acquainted with
aşina olduğu bir ezgi
a fine wind
ince bir rüzgar
A fine wind carried the faint scents of oleander (pl) from some place (pl)
İnce bir rüzgar zakkumların baygın kokularını taşıyordu bir yerlerden.
a fine wind carried the smell from some place (pl)
ince bir rüzgar kokuları taşıyordu bir yerlerden
a lot /much
çok
a mask
bir maske
a melody
bir ezgi
a melody was playing
bir ezgi çalıyordu
a place
bir yer
a stone
bir taş
a stone or a fist
bir taş ya da bir yumruk
a strange(t) mask
tuhaf bir maske
a t shirt
bir tişört
A very old, well known chorus: Allahu akbar, Allahu akbar...
Çok eski, çok bildik bir nakarat: 'Allahüekber, Allahüekber...'
a voice strong enough to supress the 'Allahu akbar' reciting
tekbiri bastıracak kadar güçlü bir ses
again (y)
yeniden
against /opposite / before /towards /facing
karşı
all (h)
hep
All of her body tensed with fear.
Bütün bedeni korkuyla gerildi.
all of the town folk
bütün kasaba halkı
All of the town folk were against her /opposite her.
Bütün kasaba halkı karşısındaydı.
alone
tek başına
also the buzzing approached
uğultu da yaklaşıyordu
ancient (a)
antik
and /also
da - de
And though she still couldn't understand what it said
Hâlâ ne söylediğini anlayamasa da
And though she still couldn't understand what it said it was to her ear like a melody she was acquainted with was playing
Hâlâ ne söylediğini anlayamasa da aşina olduğu bir ezgi çalınır gibi oldu kulağına.
And until she opened the door and perceived (s) his shy, black eyes, she couldn't tell that this voice belonged to Captain Eşref.
Kapıyı açıp ürkek, kara gözlerini seçinceye kadar da bu sesin Yüzbaşı Eşref'e ait olduğunu anlayamadı.
another thing
başka bir şey
another time /once more /again
bir daha
any moment
her an
Any moment a stone or a fist could land on her head.
Her an başına bir taş ya da bir yumruk inebilirdi.
appearance
görünüm
as if
sanki
as if it was going to tear apart
yırtıp çıkacakmış gibi
as if it was going to tear her rib cage apart
göğüs kafesini yırtıp çıkacakmış gibi
As if they were one single person (i)
Sanki tek bir insanmış gibi
at that moment
o anda
at the door
kapıda
back (body part)
sırt
basket
sepet
bed
yatak
bedside /Bettende
yatağın başı
before /earlier
önce
behind (g)
gerisinde
behind (g) the door
kapının gerisinde
being
olan
belonging to (defect verbform + Dat. )
ait
belonging to Captain Eşref
Yüzbaşı Eşref'e ait
better
daha iyi
body (b)
beden
breeze
esinti
but
ama
But /However (a) instead of the blow came a voice.
Ancak darbe yerine bir ses geldi.
but because she was sleepy
ama uyku sersemi olduğu için
but strangely she wasn't wondering where her friends were
ama tuhaftır arkadaşlarının nerede olduğunu merak etmiyordu
by /through multiplying
çoğalarak
by themselves /on their own account
kendiliğinden
cage
kafes
calm
sakin
captain (milit.)
yüzbaşı
chair (i)
iskemle
chest (body)
göğüs
children
çocuklar
chorus
nakarat
city (k)
kent
cotton
koton
crazily /madly
delice
crowd
kalabalık
curiously
merakla
curiously she opened her eyes
merakla gözlerini açtı
darkness
karanlık
decisive /determined/firm /steady
kararlı
determination
kararlılık
door
kapı
dream (d)
düş
ear
kulak
eight
sekiz
eighty
seksen
Esra's lips began to smile by themselves.
Esra'nın dudakları kendiliğinden gülümsemeye başladı.
Esra's lips began to smile.
Esra'nın dudakları gülümsemeye başladı.
excitement / agitation /emotion, /enthusiasm /Aufregung
heyecan
eye
göz
faint
baygın
familiar
tanıdığı
far
uzak
fascinated
büyülenmiş gibi
Fascinated she kept listening to the voice.
Büyülenmiş gibi, sesi dinleyip duruyordu.
fast (h)
hızlı
fear
korku
fear
korku
fifty
elli
finally
sonunda
finally she succeeded
sonunda başardı
finally she succeeded to understand
sonunda anlamayı başardı
Finally she succeeded to understand the words: "Mrs. Esra, Mrs. Esra... "
Sonunda sözcükleri anlamayı başardı: 'Esra Hanım, Esra Hanım...'
fire
ateş
firefly
ateşböceği
first /before
önce
First she saw the light.
Önce ışığı gördü.
fist
yumruk
five
beş
five, six, seven, eight
beş, altı, yedi, sekiz
fixing her eyes onto the darkness
gözlerini karanlığa dikerek
fixing her eyes onto the darkness behind the crowd
gözlerini kalabalığın arkasındaki karanlığa dikerek
fixing her eyes onto the darkness she tried to understand the voice
gözlerini karanlığa dikerek sesi anlamaya çalıştı
flag
bayrak
floor /hallway
koridor
fluttering green flags
dalgalanan yeşil bayraklar
forty
kırk
four
dört
frentically /madly
çılgınca
friend
arkadaş
friends
arkadaşlar
from far
uzaktan
From far, a voice strong enough to supress the 'Allahu akbar' reciting.
Uzaktan, tekbiri bastıracak kadar güçlü bir ses.
from some place (pl)
bir yerlerden
from the wall
duvardan
from the window
pencereden
furor /frenzy
taşkınlık
giddy /dizzy /noun: scatterbrain /oaf /silly
sersem
God is great. (Allahu akbar)
Allahüekber
good
iyi
green
yeşil
green flags
yeşil bayraklar
hand
el
hastily /in a hurry
aceleyle
He didn't shout (b) another time.
Bir daha bağırmadı.
He must have heard.
duymuş olmalıydı
he repeated the same words
aynı sözcükleri tekrarlıyordu
he repeated two words (s)
iki sözcüğü tekrarlıyordu
he was against her
karşısındaydı
he was persistent
inatçıydı
He was standing one step behind the door.
kapının bir adım gerisinde duruyordu
head
baş
heart (y)
yürek
her
onu
her back
sırtı
her ear on the buzzing
kulağı uğultuda
her ear on the rising buzz
kulağı yükselen uğultuda
her ear on the wave by wave increasing buzz
kulağı dalga dalga yükselen uğultuda
her eyes
gözleri
her eyes fixed on the approaching crowd
gözlerini yaklaşan kalabalığa dikmiş
Her eyes on the "light crowd"
Gözleri ışık kalabalığında
Her eyes on the "light crowd" approaching by multiplying, her ear on the wave by wave increasing buzz, she waited with patience.
Gözleri çoğalarak yaklaşan ışık kalabalığında, kulağı dalga dalga yükselen uğultuda, sabırla bekledi.
Her eyes on the "light crowd", her ear on the buzzing, she waited with patience.
Gözleri ışık kalabalığında, kulağı uğultuda, sabırla bekledi.
Her eyes on the "light crowd", she waited with patience.
Gözleri ışık kalabalığında, sabırla bekledi.
Her eyes on the 'light crowd' approaching by multiplying
Gözleri çoğalarak yaklaşan ışık kalabalığında
her friends
arkadaşları
her hands
elleri
her heart (y)
yüreği
Her heart was beating in the rib cage.
Yüreği göğüs kafesinde çarpıyordu.
Her heart was beating madly
Yüreği delice çarpıyordu.
Her heart was beating madly as if it was going to tear her rib cage apart. "Allahu akbar, Allahu akbar... "
Yüreği göğüs kafesini yırtıp çıkacakmış gibi delice çarpıyordu. 'Allahüekber, Allahüekber...'
Her heart was beating.
Yüreği çarpıyordu.
her lips began to smile
dudakları gülümsemeye başladı
her whole body
bütün bedeni
hit /blow
darbe
horror / terror /dread
dehşet
hundred
yüz
I can't/couldn't count any longer
sayamaz oldum
I need to flee
kaçmam gerek
image /sight /display / view
görüntü
in
içinde
In her voice was still agitation.
Sesinde hâlâ heyecan vardı.
In her voice was still the excitement of the dream she had seen.
Sesinde hâlâ gördüğü düşün heyecanı vardı.
In her voice was still the excitement of the dream.
Sesinde hâlâ düşün heyecanı vardı.
in order to feel much more
daha çok hissetmek için
in order to feel the wind breezing on her skin much more
teninde gezinen rüzgar daha çok hissetmek için
in the darkness
karanlığın içinde
in the darkness falling (ç) over the plain
ovaya çöken karanlığın içinde
in the darkness falling (ç) over the plain it kept sparkling like a firefly.
Ovaya çöken karanlığın içinde bir ateşböceği gibi parıldayıp duruyordu.
in the darkness falling (ç) suddenly over the plain it kept sparkling like a firefly.
Ovaya ansızın çöken karanlığın içinde bir ateşböceği gibi parıldayıp duruyordu.
in the darkness she saw
karanlıkta gördü
in the darkness she saw their fluttering green flags
karanlıkta dalgalanan yeşil bayraklarını gördü
in the darkness she saw their green flags
karanlıkta yeşil bayraklarını gördü
in the light of the torches
meşalelerin ışığında
in the light of the torches she saw
meşalelerin ışığında gördü
In the light of the torches she saw the men's fists stretched out to the sky, in the darkness she saw their fluttering green flags.
Meşalelerin ışığında adamların gökyüzüne uzanmış yumruklarını, karanlıkta dalgalanan yeşil bayraklarını gördü.
In the light of the torches she saw the men's fists stretched out to the sky.
Meşalelerin ışığında adamların gökyüzüne uzanmış yumruklarını gördü.
In the light of the torches she saw the men's fists, in the darkness she saw their green flags.
Meşalelerin ışığında adamların yumruklarını, karanlıkta yeşil bayraklarını gördü.
In the light of the torches she saw the men's fists.
Meşalelerin ışığında adamların yumruklarını gördü.
in their hands
ellerinde
in your (pl/formal) basket
sepetinizde
in/on the bed
yatakta
insect /bug
böcek
instead of the blow
darbe yerine
it came
geliyordu
it could come down /it could land
inebilirdi
it glittered like a firefly
bir ateşböceği gibi parıldadı
it kept sparkling like a firefly
bir ateşböceği gibi parıldayıp duruyordu
it passed /carried/put a strange(t) mask on the faces of these people she knew
tanıdığı bu insanların yüzüne tuhaf bir maske geçiriyordu
it was approaching
yaklaşıyordu
it was continuing to sparkle/it kept sparkling
parıldayıp duruyordu
it was to her ear as if a melody she was acquainted with was playing
aşina olduğu bir ezgi çalınır gibi oldu kulağına
it was to her ear as if a melody was playing
bir ezgi çalınır gibi oldu kulağına
jeans
kot
just like this
öylece
landing on her body (going to land)
bedenine inecek
leaned against the stone wall of the ancient city
antik kentin taş duvarına yaslanmış
Leaned against the stone wall of the ancient city she watched the firefly, being the only view she could choose.
Antik kentin taş duvarına yaslanmış seçebildiği tek görüntü olan bu ateşböceğini izliyordu.
Leaned against the stone wall of the ancient city she watched the firefly.
Antik kentin taş duvarına yaslanmış ateşböceğini izliyordu.
light
ışık
like
gibi
like a firefly
bir ateşböceği gibi
like a melody was played
bir ezgi çalınır gibi
linen /Leinen
keten
linen trousers /Leinenhose
keten pantolon
lips
dudaklar
makes /equals (math)
eşittir
man (a)
adam
middle
orta
mind / reason / intelligence
akıl
minute
dakika
month
ay
mouth
ağız
much more
daha çok
nice / beautiful
güzel
Nice. There are /you have ten words in your basket.
Güzel. Sepetinizde on sözcük var.
Nice. You have eighty words in your basket.
Güzel. Sepetinizde seksen sözcük var.
Nice. You have fifty words in your basket.
Güzel. Sepetinizde elli sözcük var.
Nice. You have forty words in your basket.
Güzel. Sepetinizde kırk sözcük var.
Nice. You have hundred and eighty words in your basket.
Güzel. Sepetinizde yüz seksen tane sözcük var.
Nice. You have hundred and fifty words in your basket.
Güzel. Sepetinizde yüz elli tane sözcük var.
Nice. You have hundred and forty words in your basket.
Güzel. Sepetinizde yüz kırk tane sözcük var.
Nice. You have hundred and ninety words in your basket.
Güzel. Sepetinizde yüz doksan tane sözcük var.
Nice. You have hundred and seventy words in your basket.
Güzel. Sepetinizde yüz yetmiş tane sözcük var.
Nice. You have hundred and sixty words in your basket.
Güzel. Sepetinizde yüz altmış tane sözcük var.
Nice. You have hundred and ten words in your basket.
Güzel. Sepetinizde yüz on tane sözcük var.
Nice. You have hundred and thirty words in your basket.
Güzel. Sepetinizde yüz otuz tane sözcük var.
Nice. You have hundred and twenty words in your basket.
Güzel. Sepetinizde yüz yirmi tane sözcük var.
Nice. You have hundred words in your basket.
Güzel. Sepetinizde yüz sözcük var.
Nice. You have ninety words in your basket.
Güzel. Sepetinizde doksan sözcük var.
Nice. You have seventy words in your basket.
Güzel. Sepetinizde yetmiş sözcük var.
Nice. You have sixty words in your basket.
Güzel. Sepetinizde altmış sözcük var.
Nice. You have thirty words in your basket.
Güzel. Sepetinizde otuz sözcük var.
Nice. You have three hundred words in your basket.
Güzel. Sepetinizde üç yüz tane sözcük var.
Nice. You have twenty words in your basket.
Güzel. Sepetinizde yirmi sözcük var.
Nice. You have two hundred and fifty words in your basket.
Güzel. Sepetinizde iki yüz elli tane sözcük var.
Nice. You have two hundred words in your basket.
Güzel. Sepetinizde iki yüz tane sözcük var.
ninety
doksan
Not knowing what was going on, she hastily got up.
Neye uğradığını bilmeden, aceleyle kalktı yataktan.
nothing
hiçbir şey
nothing /anything
hiçbir şey
nothing can save me
hiçbir şey beni kurtaramaz
now
şimdi
number
sayı
old (e)
eski
oleander
zakkum
on her skin
teninde
on top of (direction - dative)
üzerine
One minute, I am coming!
Bir dakika, geliyorum!
one step behind (g) the door
kapının bir adım gerisinde
One step behind (g) the door stood Captain Eşref.
Kapının bir adım gerisinde duruyordu Yüzbaşı Eşref.
one, two, three
bir, iki, üç,
one, two, three, four, five
bir, iki, üç, dört, beş
only /merely /lediglich
ancak
Only the ruined walls (s) of the ancient city stopped her.
Ancak antik kentin yıkık surları onu durdurdu.
Only the walls of the ancient city stopped her.
Ancak antik kentin surları onu durdurdu.
onto the faces of these people (i)
bu insanların yüzüne
onto the faces of these people (i) that she knew
tanıdığı bu insanların yüzüne
opposite her /facing her /against her
karşısında
other than a t-shirt
bir tişörten başka bir şey
out of one mouth
bir ağızdan
people /humans
insanlar
People appeared in the darkness with torches in their hands.
Karanlığın içinde ellerinde meşalelerle insanlar belirdi.
People appeared in the darkness.
Karanlığın içinde insanlar belirdi.
People appeared.
insanlar belirdi.
people with torches in their hands
ellerinde meşalelerle insanlar
persistent
inatçı
piece /grain (used optional after numbers)
tane
primary school
ilkokul
Pulling her back away from the wall, she paid attention.
Sırtını duvardan kopararak dikkat kesildi.
pulling off
kopararak
quickly (in one sudden movement)
hızla
reaching/raised to the sky
gökyüzüne uzanmış
rib cage /Brustkorb
göğüs kafesi
room
oda
ruined
yıkık
scent /smell
koku
school
okul
seized by terror
dehşete kapılarak
seven
yedi
seventy
yetmiş
shadow
gölge
she began to smile
gülümsemeye başladı
she began to wait
beklemeye başladı
She began with fear to wait for the first blow.
İlk darbeyi korkuyla beklemeye başladı
she can't count
sayamaz
she can't/ couldn't count anymore/any longer
sayamaz oldu
she closed her eyes
gözlerini kapadı
she could hear
duyabiliyordu
she could hear the voices better now
Sesleri, şimdi daha iyi duyabiliyordu.
she could hear the voices now
sesleri şimdi duyabiliyordu
she couldn't escape
kaçamıyordu
she couldn't interpret them
yorumlayamıyordu
She couldn't tell that this voice belonged to Captain Eşref.
Bu sesin Yüzbaşı Eşref'e ait olduğunu anlayamadı.
she couldn't understand
anlayamadı
she couldn't understand /she couldn't tell
anlayamadı
she didn't figure out who it was
kim olduğunu çıkarmıyordu
she didn't have anything on but a t shirt
üzerinde bir tişörten başka bir şey yoktu
She felt all of her body.
Bütün bedeni hissetti.
She felt that all of her body tensed with fear .
Bütün bedeninin korkuyla gerildiğini hissetti.
she hadn't been mistaken
yanılmamıştı
she hastily got up
aceleyle kalktı
She headed for the linen trousers she had left on the chair(i) at her bedside.
Yatağın başındaki iskemleye bıraktığı keten pantolona yöneldi.
she heard
duydu
She heard a buzzing somewhere in the distance, curiously she opened her eyes.
Uzaktan uzağa bir uğultu duydu, merakla gözlerini açtı.
She heard a buzzing somewhere in the distance.
Uzaktan uzağa bir uğultu duydu.
She heard the words (s)
Sözcükleri duyuyordu.
She heard the words (s) , she knew that knew them but she couldn't interpret them.
Sözcükleri duyuyor, tanıdığını biliyor ama yorumlayamıyordu.
she just stood like this
öylece duruyordu
she just stood like this at the ancient wall which she got stuck to
yapışıp kaldığı antik duvarda, öylece duruyordu.
she just stood like this at the ancient wall which she got stuck to, her eyes fixed on the approaching crowd.
yapışıp kaldığı antik duvarda gözlerini yaklaşan kalabalığa dikmiş, öylece duruyordu.
she kept listening
dinleyip duruyordu
She knew that she knew them (sg)
tanıdığını biliyordu
She lifted her head, fixing her eyes onto the darkness behind the crowd, she tried to understand the voice.
Başını kaldırdı, gözlerini kalabalığın arkasındaki karanlığa dikerek sesi anlamaya çalıştı.
She lifted her head.
Başını kaldırdı.
she opened
açtı
she opened her eyes
gözlerini açtı
she opened the door and...
kapıyı açıp...
She paid attention
dikkat kesildi
she pulled her back from the wall
Sırtını duvardan kopardı
She quickly straightened up in the bed.
Hızla doğruldu yatakta.
She quickly straightened up.
Hızla doğruldu.
she recoiled panicking
panikleyerek geriledi
she rushed to the door
kapıya doğru atıldı
She saw
gördü
she saw that the firefly began to multiply
ateşböceğinin çoğalmaya başladığını gördü
she saw that the firefly began to multiply, two, five, eight...
Ateşböceğinin çoğalmaya başladığını gördü, iki, beş, sekiz...
She saw the light.
Işığı gördü.
She shouted(s) to the one at the door.
Kapıdakine seslendi.
she thought she knew the owner of the voice
sesin sahibini tanıdığını düşündü
She tried to be calm.
Sakin olmaya çalıştı.
She tried to understand
Anlamaya çalıştı.
She tried to understand the voice.
Sesi anlamaya çalıştı.
she waited
bekledi
she waited with patience
sabırla bekledi
she was alone
tek başınaydı
she was not wondering
merak etmiyordu
she was tired
yorgundu
She was tired, alone but strangely she wasn't wondering where her friends were.
Yorgundu, tek başınaydı ama tuhaftır arkadaşlarının nerede olduğunu merak etmiyordu.
she was watching
izliyordu
she was watching the firefly
ateşböceğini izliyordu
she was wondering
merak ediyordu
she was wondering where were her friends
arkadaşlarının nerede olduğunu merak ediyordu
she wasn't wondering where her friends were
arkadaşlarının nerede olduğunu merak etmiyordu
She watched this firefly being the only view she could choose.
Seçebildiği tek görüntü olan bu ateşböceğini izliyordu.
shy
ürkek
shy, black eyes
ürkek, kara gözler
sign /symptom
belirti
six
altı
sixty
altmış
skin (t)
ten
sleep
uyku
sleepy
uyku sersemi
slow /heavy
ağır
slow but steady steps
ağır ama kararlı adımlar
small
küçük
so fast that..
o kadar hızlı ki
step
adım
step
adım
step by step
adım adım
still
hâlâ
stone
taş
stone wall
taş duvar
strange (adj) (t)
tuhaf
strangely
tuhaftır
strong
güçlü
strong enough to supress
bastıracak kadar güçlü
suddenly
ansızın
suddenly (a)
aniden
suddenly (b)
birden
Suddenly (b) the fireflies vanished.
Birden ateşböcekleri yok oldu.
ten
on
thank God /abundance
bereket
Thank God the owner of the voice was persistent.
Bereket sesin sahibi inatçıydı.
that she could choose
seçebildiği
that she knew (t)
tanıdığı
that this voice belonged to Captain Eşref
bu sesin Yüzbaşı Eşref'e ait olduğu
That voice was repeating her name without stopping
O ses durmadan adını yineliyordu
the 'Allahu akbar' reciting
tekbir
the 'light crowd' approaching by multiplying
çoğalarak yaklaşan ışık kalabalığı
the ancient city
antik kent
the ancient city's stone wall
antik kentin taş duvarı
the approaching 'light crowd'
yaklaşan ışık kalabalığı
the breeze stopped
esinti kesildi
the buzz increasing wave by wave
dalga dalga yükselen uğultu
the chair (i) at her bedside
yatağın başındaki iskemle
The crowd approached
Kalabalık yaklaşıyordu.
The crowd approached with slow but steady steps.
Kalabalık ağır ama kararlı adımlarla yaklaşıyordu.
The crowd approached with slow but steady steps: "Allahu akbar. Allahu akbar..."
Kalabalık ağır ama kararlı adımlarla yaklaşıyordu: 'Allahüekber, Allahüekber...'
The crowd approached with slow steps.
Kalabalık ağır adımlarla yaklaşıyordu.
the darkness behind the crowd
kalabalığın arkasındaki karanlık
the darkness deepened
karanlık koyulaşıyordu
the darkness falling (ç) over the plain
ovaya çöken karanlık
the darkness falling (ç) over the plain
ovaya çöken karanlık
the darkness falling /collapsing
çöken karanlık
the door of the room
odanın kapısı
the dream she had seen
gördüğü düş
the excitement of the dream
düşün heyecanı
the faint scents of oleander (pl)
zakkumların baygın kokuları
The fireflies multiplied.
Ateşböcekleri çoğaldı.
the first
ilk
the first blow
ilk darbe
the first blow landing on her body
bedenine inecek ilk darbe
the hallways that had been filled two months earlier by village children
daha iki ay önce köy çocuklarının doldurduğu koridorlar
the inside
the inside of the room
odanın içi
the inside of the room brightened
odanın içi aydınlandı
The light began to cause the things in the room to regain their own appearance.
Işık odadaki eşyalara kendi görünümlerini yeniden kazandırmaya başladı.
The light caused the things in the room to gain back their own appearance.
Işık odadaki eşyalara kendi görünümlerini yeniden kazandırıyordu.
the light filtering in from the window
pencereden süzülen ışık
The light filtering in from the window began to cause the things in the little room of this primary school whose hallways had been filled two months earlier by village children to regain their own appearance.
Pencereden süzülen ışık, daha iki ay önce koridorlarını köy çocuklarının doldurduğu bu ilkokulun küçük odasındaki eşyalara kendi görünümlerini yeniden kazandırmaya başladı.
The light filtering in from the window began to cause the things in the room to regain their own appearance.
Pencereden süzülen ışık odadaki eşyalara kendi görünümlerini yeniden kazandırmaya başladı.
the light moving within the shadows
gölgeler içinde kıpırdayan ışık
The light moving within the shadows passed a strange (t) mask onto the faces of these people she knew, this sight petrified her.
Gölgeler içinde kıpırdayan ışık, tanıdığı bu insanların yüzüne tuhaf bir maske geçiriyor, bu görüntü aklını başından alıyordu.
the light moving within the shadows passed a strange (t) mask onto the faces of these people she knew.
Gölgeler içinde kıpırdayan ışık, tanıdığı bu insanların yüzüne tuhaf bir maske geçiriyordu.
The linen trousers she had left on the chair(i) at the bedside
Yatağın başındaki iskemleye bıraktığı keten pantolon
the men's fists
adamların yumrukları
the men's fists stretched out to the sky
adamların gökyüzüne uzanmış yumrukları
the middle of the room
odanın ortası
the more also /even more /the further
daha da
the more also the darkness deepened
karanlık daha da koyulaşıyordu
the more it deepened
koyulaştıkça
the more it increased
arttıkça
the more the darkness deepened
karanlık koyulaştıkça
The more the darkness deepened the buzzing also approached.
Karanlık koyulaştıkça uğultu da yaklaşıyordu.
the more the number of fireflies increased
ateşböceklerinin sayısı arttıkça
The more the number of fireflies increased the more also the darkness deepened.
Ateşböceklerinin sayısı arttıkça karanlık daha da koyulaşıyordu.
the noise was coming
ses geliyordu
the number of the fireflies
ateşböceklerinin sayısı
the numbers increased
sayılar artıyordu
The numbers increased so fast (h) that...
sayılar o kadar hızlı artıyordu ki...
The numbers increased so fast that she couldn't count any longer.
Sayılar o kadar hızlı artıyordu ki sayamaz oldu.
the one at the door
kapıdaki
The one at the door must have heard, since he didn't shout another time.
Kapıdaki duymuş olmalıydı, ki bir daha bağırmadı.
The one at the door must have heard.
Kapıdaki duymuş olmalıydı.
the only one /single
tek
the only view she could choose
seçebildiği tek görüntü
the owner
sahip
the owner of the voice
sesin sahibi
The owner of the voice repeated two words, two very familiar words.
İki sözcüğü tekrarlıyordu sesin sahibi, çok iyi tanıdığı iki sözcüğü.
The owner of the voice repeated two words. (s)
İki sözcüğü tekrarlıyordu sesin sahibi.
the owner of the voice was persistent
sesin sahibi inatçıydı
the people / folk (h)
halk
The room's door was knocked at like mad, that voice repeated her name without stopping: "Mrs. Esra... Mrs. Esra
Odanın kapısına çılgınca vuruluyor, o ses durmadan adını yineliyordu: 'Esra Hanım... Esra Hanım...'
The room's door was knocked at like mad.
Odanın kapısına çılgınca vuruluyordu.
The room's door was knocked at.
Odanın kapısına vuruluyordu.
the ruined walls (s) of the ancient city
antik kentin yıkık surları
the ruined walls(s)
yıkık surlar
the same
aynı
the sky
gökyüzü
the small primary school room
küçük ilkokulun odası
the small room of this primary school whose hallways were filled by village children
koridorlarını köy çocuklarının doldurduğu bu ilkokulun küçük odası
the smallest
en küçük
the smallest sign
en küçük belirti
the smallest sign of furor
en küçük bir taşkınlık belirtisi
the smell (pl) of oleander (pl)
zakkumların kokuları
the sounds were coming from the fireflies
sesler ateşböceklerinden geliyordu
the things in the room
odadaki eşyalar
the things in the room gained back their own appearances
odadaki eşyalar kendi görünümlerini yeniden kazanıyordu
the things in the small room of this primary school whose hallways were filled by village children
koridorlarını köy çocuklarının doldurduğu bu ilkokulun küçük odasındaki eşyalar
the things that were in the small primary school room
küçük ilkokulun odasındaki eşyalar
the town folk (k. h.)
kasaba halkı
the view that she could choose
seçebildiği görüntü
the walls (s) of the ancient city
antik kentin surları
the wind breezing on her skin
teninde gezinen rüzgar
the wind carried the scent (pl)
rüzgar kokuları taşıyordu
their eyes fixed on her
gözlerini üzerine dikmiş
their green flags
yeşil bayrakları
Their number was increasing so fast that she couldn't count any longer.
Sayıları o kadar hızlı artıyordu ki sayamaz oldu.
their own appearances
kendi görünümleri
there is
var
they all shouted out of one mouth
hep bir ağızdan haykırıyordu
They all shouted out of one mouth: "Allahu akbar, Allahu akbar..."
Hep bir ağızdan haykırıyordu: 'Allahüekber, Allahüekber...'
They were watching her as if they were one single person (i).
Sanki tek bir insanmış gibi onu izliyorlardı.
They were watching her their eyes fixed on her as if they were one single person (i).
Sanki tek bir insanmış gibi gözlerini üzerine dikmiş onu izliyorlardı.
They were watching her.
Onu izliyorlardı.
thin /fine
ince
things /goods /belongings
eşyalar
thirty
otuz
this
bu
this firefly
bu ateşböceği
this firefly being the only view she could choose
seçebildiği tek görüntü olan bu ateşböceği
this primary school whose hallways were filled two months earlier by village children
koridorlarını daha iki ay önce köy çocuklarının doldurduğu bu ilkokul
this school whose hallways were filled by village children
koridorlarını köy çocuklarının doldurduğu bu okul
this sight petrified her
bu görüntü aklını başından alıyordu.
though she couldn't understand
anlayamasa
Though she still couldn't understand what it said
Hâlâ ne söylediğini anlayamasa
three
üç
thus (i) /voici /here it is / you see
işte
Thus at that moment she noticed that she wasn't wearing anything but a t shirt.
İşte o anda üzerinde bir tişörten başka bir şey olmadığını fark etti
Thus she noticed
işte fark etti
Thus she noticed that she didn't have anything on but a t shirt
İşte üzerinde bir tişörten başka bir şey olmadığını fark etti
tired
yorgun
to appear (b)
belirmek
to approach
yaklaşmak
to approach by multiplying
çoğalarak yaklaşmak
to be /become
olmak
to be acquainted with
aşina olmak
to be cut / to stop
kesilmek
to be knocked /beaten
vurulmak
to be mistaken /to be wrong
yanılmak
to be shocked /to not know what hit s. o.
neye uğradığını şaşırmak
to be sleepy
uyku sersemi olmak
to be strained /tensed/ tightened
gerilmek
to be surprised
şaşırmak
to beat (heart)
çarpmak
to beat (one time) / to knock
vurmak
to begin
başlamak
to begin to multiply/breed
çoğalmaya başlamak
to breed /procreate /multiply
çoğalmak
to bring (in) /to make/cause sthg to gain (k)
kazandırmak
to call /shout /yell (s)
seslenmek
to carry
taşımak
to choose
seçmek
to close sthg
kapa(t) mak
to come
gelmek
to come from far
uzaktan gelmek
to continue /to keep on (in an annoying way)
-ip durmak
to count
saymak
to cut /to stop sthg
kesmek
to deepen /darken /thicken
koyulaşmak
to distinguish / perceive /choose
seçmek
to drop back / to draw back /to recoil
gerilemek
to fall / collapse /come down
çökmek
to fall /collapse over the plain
ovaya çökmek
to fasten on/ cling / glue / stick
yapışmak
to feel
hissetmek
To feel the wind breezing on her skin much more she closed her eyes.
Teninde gezinen rüzgar daha çok hissetmek için gözlerini kapadı.
to fill
doldurmak
to fill its hallways
koridorlarını doldurmak
to filter in /drain (.. ü)
süzülmek
to flee /escape /get away
kaçmak
to gain back (again) their own appearances
kendi görünümlerini yeniden kazanmak
to get angry
öfkelenmek
to get out of the bed /to climb out of the bed /to get up
yataktan kalkmak
to get stuck on (+dat)
yapışıp kalmak
to get up
kalkmak
to give rein to /to abandon oneself /to be seized /taken with /to give way to
kapılmak
to glitter /sparkle
parıldamak
to go
gitmek
to go far away
uzağa gitmek
to have on /to wear
üzerinde olmak
to head for /steer for /direct oneself towards
yönelmek
to hear
duymak
to hear
duymak
to increase / math: to add
artmak
to interpret /commentate /decipher
yorumlamak
to know (someone) / kennen
tanımak
to lean against + dat. (y)
yaslanmak
to lean against the stone wall of the ancient city
antik kentin taş duvarına yaslanmak
to leave / quit
bırakmak
to leave on the chair (i) (dative!)
iskemleye bırakmak
to lift up
kaldırmak
to light up /brighten /become clear
aydınlanmak
to listen
dinlemek
to make out /(figure out)
çıkarmak
to move /stirr
kıpırdamak
to multiply (math)
çarpmak
to notice
fark etmek
to open
açmak
to open the door
kapıyı açmak
to panic
paniklemek
to pass /carry /stick (out /on)
geçirmek
to pay attention /to be all ears
dikkat kesilmek
to petrify (lit. to take the mind out of one's head)
aklını başından almak
to play (music)
çalmak
to protect with her hands
elleriyle korumak
to put on /wear
giymek
to reach / to be extended /outstretched
uzanmak
to recoil panicking
panikleyerek gerilemek
to repeat
tekrarlamak
to repeat / quote (y)
yinelemek
to repeat non stop
durmadan yinelemek
to rise /swell
yükselmek
to rush /dash
-a - e doğru atılmak
to save
kurtarmak
to say
söylemek
to see
görmek
to set on /fix /rest on
dikmek
to shout /scream
haykırmak
to show
göstermek
to smile
gülümsemek
to stop
durmak
to stop s. o. /sthg
durdurmak
to straighten up (oneself)
doğrulmak
to stroll /stray /wander about /breeze (wind)
gezinmek
to succeed
başarmak
to suppress
bastırmak
to tear /claw /rip (up)
yırtmak
to tear away / pull off /snatch
koparmak
to tear off (lit. to tear and go out)
yırtıp çıkmak
to the one at the door
kapıdakine
to the sky
gökyüzüne
to think
düşünmek
to try (ç) to protect
korumaya çalışmak
to try / to work / to study
çalışmak
to understand
anlamak
to understand
anlamak
to vanish
yok olmak
to visit /run into /meet/experience (u)
uğramak
to wait
beklemek
to watch (i)
izlemek
to wave /ripple /float /undulate /flutter
dalgalanmak
to wonder
merak etmek
to yell /shout /scream (b)
bağırmak
torch / Fackel
meşale
town (k)
kasaba
trousers
pantolon
trying to protect her head with her hands
başını elleriyle korumaya çalışarak
trying to protect her head with her hands she began to wait
başını elleriyle korumaya çalışarak beklemeye başladı
Trying to protect her head with her hands she began to wait with fear for the first blow landing on her body.
Başını elleriyle korumaya çalışarak bedenine inecek ilk darbeyi korkuyla beklemeye başladı.
twenty
yirmi
twenty-one
yirmi bir
two
iki
two months ago
iki ay önce
two months earlier
daha iki ay önce
two very familiar words
çok iyi tanıdığı iki sözcüğü
two words (s)
iki sözcük
until she opened the door
kapıyı açıncaya kadar
until she opened the door and perceived (s) his shy, black eyes
Kapıyı açıp ürkek, kara gözlerini seçinceye kadar
until she opened the door and perceived (s) his shy, black eyes, she couldn't tell that this voice belonged to Captain Eşref.
Kapıyı açıp ürkek, kara gözlerini seçinceye kadar bu sesin Yüzbaşı Eşref'e ait olduğunu anlayamadı.
Until she opened the door she couldn't tell that this voice belonged to Captain Eşref.
Kapıyı açıncaya kadar bu sesin Yüzbaşı Eşref'e ait olduğunu anlayamadı.
until she perceived (s)
seçinceye kadar
until she perceived (s) his shy, black eyes
ürkek, kara gözlerini seçinceye kadar
very old
çok eski
view
görüntü
village
köy
village children
köy çocukları
voice /noise /sound
ses
wall
duvar
wall (s)
sur
wave
dalga
wave by wave
dalga dalga
well known / very familiar
çok bildik
what
ne
what
ne
what he/she/it said
ne söylediği
when she came
gelince
when she came to the middle of the room
odanın ortasına gelince
When she came to the middle of the room, she stopped.
Odanın ortasına gelince, durdu.
when she closed
kapayınca
when she closed her eyes
gözlerini kapayınca
When she closed her eyes the breeze suddenly (a) stopped.
Gözlerini kapayınca esinti aniden kesildi.
when she saw him
onu görünce
When she saw him, Esra's lips began to smile on their own account.
Onu görünce Esra'nın dudakları kendiliğinden gülümsemeye başladı.
when she understood
anlayınca
when she understood the words
sözcükleri anlayınca
When she understood the words, the inside of the room brightened.
Sözcükleri anlayınca, odanın içi aydınlandı.
when the crowd approached
Kalabalık yaklaşırken
when the crowd approached step by step without getting angry
Kalabalık öfkelenmeden adım adım yaklaşırken
when the crowd approached step by step without getting angry, without showing the slightest (k) sign of furor, they all shouted out of one mouth: 'Allahu akbar, Allahu akbar...'
Kalabalık öfkelenmeden en küçük bir taşkınlık belirtisi göstermeden, adım adım yaklaşırken hep bir ağızdan haykırıyordu:'Allahüekber, Allahüekber...'
when the crowd approached step by step without getting angry, without showing the slightest sign of furor
Kalabalık öfkelenmeden, en küçük bir taşkınlık belirtisi göstermeden, adım adım yaklaşırken
where
nerede
where are her friends
arkadaşları nerede
which was at the bedside
yatağın başındaki
While putting on the trousers
pantolonu giyerken
While putting on the trousers, she thought she knew the owner of the voice, but because she was sleepy she couldn't make out who it was.
Pantolonu giyerken sesin sahibini tanıdığını düşündü, ama uyku sersemi olduğu için kim olduğunu çıkaramıyordu.
While putting on the trousers, she thought she knew the owner of the voice, but because she was sleepy she didn't make out who it was.
Pantolonu giyerken sesin sahibini tanıdığını düşündü, ama uyku sersemi olduğu için kim olduğunu çıkarmıyordu.
who
kim
who it was
kim olduğu
whole /all
bütün
wind
rüzgar
window
pencere
with determination
kararlılıkla
With determination he repeated the same words.
Kararlılıkla aynı sözcükleri tekrarlıyordu.
with fear
korkuyla
with fear
korkuyla
with her hands
elleriyle
with patience
sabırla
with slow steps
ağır adımlarla
with steps
adımlarla
with torches
meşalelerle
with torches in their hands
ellerinde meşalelerle
within the shadows
gölgeler içinde
without getting angry
öfkelenmeden
without knowing
bilmeden
without knowing what (dat.) had happened (u)
neye uğradığını bilmeden
without showing
göstermeden
without showing a sign
belirti göstermeden
without showing a sign of furor
bir taşkınlık belirtisi göstermeden
without stopping /non stop
durmadan
Without thinking anything
Hiçbir şey düşünmeden
Without thinking anything she rushed to the door.
Hiçbir şey düşünmeden kapıya doğru atıldı.
word (s)
sözcük
word(s)
sözcük
yes
evet
Yes, she hadn't been mistaken
Evet, yanılmamıştı
Yes, she hadn't been mistaken, the sounds were coming from the fireflies.
Evet yanılmamıştı sesler ateşböceklerinden geliyordu.
you can't /couldn't count any longer
sayamaz oldun
your (pl/ formal) basket
sepetiniz